“YARATICI KAOS”, OBAMA PLANI VE IŞİD…
“Yaratıcı
kaos” stratejisi ve taktikleri doğrultusunda Amerikan emperyalizmi tarafından
Ortadoğu arenasına sürülen IŞİD’in kontrolden çıkması üzerine Amerikan
emperyalizmi yeni bir girişim başlattı. Ortaya çıkan yeni politik dengeler
üzerinden IŞİD’in tasfiye ve “tasfiye” edilmesi operasyonuyla, at izinin it
izine, it izinin at izine karıştığı mayınlı bir tarla olan Ortadoğu’da
gelişmeler yeni bir aşamaya yükseldi denebilir. Ortadoğu cangılında her aktör
ortaya çıkan yeni dengeler ve olası gelişmeler üzerinden kendi özgül çıkar ve
hesaplarıyla birlikte yeni saflaşmada yerini almakta ya da yerini belirlemektedir.
Amerikan emperyalizmi önderliğinde saflaşan, toplaşan cephe, tüm iç çelişki ve
çatışmalarına ve yöntem farklılıklarına karşın, petrol ve dolar bataklığında faturasını
halkların ödediği ve halklara ödetildiği yeni manevralarla kendine çeki düzen
vermeye yönelmiş durumda. Bu kanlı bataklıkta halklar adına parıldayan tek şey
ise, Rojava Devrimi ve başta yurtsever Kürt hareketi olmak üzere direnen,
savaşan siyasi ve askeri kuvvetlerin başkaldırısıdır.
OBAMA PLANI, “ÇEKİRDEK KOALİSYON” VE IŞİD
Obama, tamda
11 Eylül 2001 tarihinde El Kaide tarafından İkiz Kuleler’e ve Pentagon’a
düzenlenen “terör” saldırısının yıl dönümünde, IŞİD’e karşı mücadele
stratejisini (“Obama Planı”) açıkladı… Açıklanan plan üzerine iç ve uluslararası
burjuva medyada psikolojik operasyonların eşliğinde sayısız yorum yer almaya
başladı. ABD, başlıca sorumlusu olduğu, uluslararası bağlaşıklarıyla ve
bölgesel işbirlikçileriyle birlikte örgütlediği, besleyip büyüttüğü, silahlandırıp
ortaya sürdüğü IŞİD’i (yeni adıyla İD), kontrol dışına çıktığı, ABD ve Batı çıkarlarını
tehdit ettiği gerekçeleriyle hedef tahtasına oturtmaya başladı. Bugün ABD
tarafından “küresel terörist tehdit” olarak lanse edilen IŞİD, Amerikan
emperyalizminin ekonomik, siyasi ve askeri çıkarlarıyla ve hedefleriyle bağlı olarak
Ortadoğu arenasına sürülen bir güçtü. Bu bağlamda özellikle de Türkiye, Katar,
Suudi Arabistan, Ürdün tarafından da özel olarak desteklendi. İpleri Amerikan
emperyalizminin elinde olan ve ana çekirdeğini paralı askerlerin oluşturduğu bu
dinci katiller, tecavüzcüler, yağmacılar çetesi, daha dün “özgürlük
savaşçıları” olarak lanse edilirken, bugün “tehlikeli teröristler” olarak hedef
tahtasına çekilir oldular. Taliban ve El Kaide örneklerinde de böyle olmuştu… Böylece
Amerikan emperyalizmi sınırsız bir iki yüzlülükle suret-i haktan gözükerek IŞİD
tehdidini önleyecek büyük kurtarıcı gibi ortaya çıkmaya başladı. Aslında Amerikan
emperyalizmi “Obama Planı”yla düşük maliyete mal ederek bölgede hegemonyasını
yeniden yapılandırmayı hedefliyor. Altını çizmekte yarar var: “Obama Planı”,
ABD’nin “önleyici savaş”, “terörizmle mücadele”, “yaratıcı kaos”,
“özgürleştirme”, “medeniyetler çatışması” neofaşist stratejisin somut bir
ifadesidir.
“Hedefimiz
çok açık: Kapsayıcı ve sürdürülebilir bir terörle mücadele stratejisiyle
IŞİD’in gücünü azaltacağız ve tamamen yok edeceğiz...” diyen, “IŞİD gibi bir
kanseri yok etmenin zaman alacağını” açıklayan Obama, uzun süreli bir savaşa
işaret ediyor. El Kaide, IŞİD türü radikal oluşumları Rusya, Çin, Hindistan
gibi rakip ve olası rakip ülkelerde yeşertmek, ihraç etmek, kullanmak da ABD
stratejisinin “Avrasya politikası” içerisinde birer araç olarak yer almaktadır.
Mesela, eylül ayı başlarında El Kaide lideri Eymen Zevahiri, Hindistan El
Kaidesi’nin kurulduğunu, bu kuruluşun, Hindistan, Pakistan, Bangladeş ve
Mynmar’daki mücahitlerin tek çatı altında toparlanmasıyla oluşturulduğunu,
“suni sınırları” kaldıracaklarını açıklamıştı. Hatırlanırsa, IŞİD de
Ortadoğu’daki sınırları kaldıracaklarını ve kaldırdıklarını ilan etmişti…
Ortadoğu’da
devrimci önderlik sorunu çözülemediği sürece ABD vb. devletler IŞİD türü organizasyonları
bahane ederek bölgeye daima müdahale etmeye devam edecektirler. Zaten Amerikan
emperyalizmi ve bağlaşıkları için sorun halkların güvenliği değil, kendi
emperyalist ve gerici çıkarlarıdır…
Obama’nın, “Hem Suriye hem de Irak’ta bu teröristlere karşı harekete
geçmekte tereddüt etmeyeceğim… Benim başkanlığımın ana ilkesi şu: Eğer
Amerika’yı tehdit ediyorsanız, sığınacak bir güvenli yer bulamayacaksınız”, “Eğer
kontrol altına alınmazlarsa ABD’ye tehdit oluşturabilir. Sistematik hava
saldırıları düzenleyip Irak hükümeti ve oradaki ortaklarımızla birlikte
çalışacağız. Irak’taki askerleri eğiteceğiz. Bu teröristleri nerede olursa
olsun avlamaya devam edeceğiz. IŞİD’i Ortadoğu’dan def edeceğiz” açıklamasından da bu olguyu çarpıcı bir
şekilde görmekteyiz. Gerilemekte olmasına karşın ABD, hala dünyanın bir
numaralı süper devleti konumundadır. “ABD çıkarları” demek, gezegenimizin dört
bir yanı demektir. Dünyamızın yer altı ve yerüstü zenginliklerine hükmetmek,
emperyalist hegemonya ve rekabet mücadelesinde patronluğunu sürdürmek için kıran
kırana savaş vb. demektir… Dolayısıyla ABD politikası, IŞİD’i, IŞİD’leri yok
etmek değil, hedef ve amaçları doğrultusunda kullanmak, kontrolden çıktıkları
zaman da sınırlarına çekilmesi ve denetim altına alınması için harekete
geçilmesinden ibarettir.
“Bu sadece bizim savaşımız değil. Amerikan
gücü kesin bir farklılık yaratabilir ama Iraklıların kendisi için yapması
gereken bir şeyi biz onlar için yapamayız veya bölgelerinin güvenli
kılınmasında Arap ortakların yerini de alamayız”, “Hem Suriye hem de Irak’ta bu
teröristlere karşı harekete geçmekte tereddüt etmeyeceğim” diyen Obama, gerçekte
küresel terörün lideridir. IŞİD gibi kanlı çetelerin ipleri de ABD’nin
elindedir. Bugün IŞİD’e karşı kükreyen ve harekete geçen ABD, IŞİD tehdidini
kullanarak, IŞİD’e ve bölgeye yeni
bir ayar çekmeye çalışmaktadır.
IŞİD’in arkasında Esat rejiminin olduğu sahte propagandasıyla da Suriye
devletinin hedef tahtasında olmaya devam edeceği açıkça görülüyor.
“Obama
Planı” şu unsurlardan oluşmaktadır:
“1)
Irak hükümeti ile birlikte sistemli bir şekilde teröristlere karşı hava
saldırısı düzenleyeceğiz…
2)
Karada teröristlere karşı savaşan askere desteğimizi artıracağız… Irak ve Kürt
askerlerinin hem eğitim hem de istihbarat konularında desteğe ihtiyaçları var.
Biz de bunlara destek vereceğiz. 500 kadar askeri danışmanı daha Irak’a
göndereceğiz. Daha önce de söylediğim gibi, bu Amerikan askerlerinin
çatışmalara katılma görevi olmayacak… Ayrıca Sünni toplumunun kendilerini
IŞİD’ten korumaları için destekte bulunacağız. Suriyeli muhaliflere malzeme ve
eğitim desteklerini artırmak Kongre’ye çağrıda bulunuyorum.
3)
IŞİD’i kapsamlı ve sürdürülebilir terörle mücadele stratejisi ile azaltıp imha
edeceğiz. Ortaklarımızla birlikte çalışarak ishtibaratımızı ve savunmamızı
artıracağız. İki hafta sonra Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde yapılacak
toplantıda uluslararası toplumun bu konuda seferber olmasını isteyeceğim.
4)
Bu terör örgütü tarafından yerinden edilmiş masum sivillere insani yardım
sağlamaya devam edeceğiz… Müslümanların yanı sıra, Hıristiyanlar ve diğer dini
azınlıklara destek vermeye devam edeceğiz. Bu toplulukların kendi yurtlarından
sürgün edilmesine izin vermeyeceğiz.”
Görüldüğü
gibi, ABD bir kara harekâtı içerisinde yer almayacak. (Ama yarın ne olacağı da
belli olmaz. ABD Genelkurmay Başkanı Martin Dempsey’in “Gerekirse Obama’ya kara
harekâtı önerebilirim” demesinden de bu, görülebilir.) Anlaşılan, ABD, şimdilik,
hava harekâtıyla, askeri ve istihbarat desteğiyle, IŞİD’in bölgesel ve uluslararası
bazı desteklerini “kesme”yle, mali imkânlarını kısıtlamakla vs. yetinerek, kara
gücü olarak Irak ordusuna, Şii milislere, Kürt peşmergelerine, “ÖSO”ya
dayanacak. YPG ve HPG’den de yararlanmaya çalışacaktır. Irak merkezi iktidarına
göreli ortak etme yoluyla Arap Sünni aşiretleri tarafsızlaştırmaya, kazanmaya
vb. çalışacak. Suriye rejimi ile ittifak kurmadan IŞİD’le “mücadele edecek” vs.
Açık
ki Obama açıkladığı strateji ile IŞİD tehlikesini kullanarak bölgeye
müdahalesini meşrulaştırmaya, alanını genişletmeye, işbirlikçi rejimlere balans
ayarı çekmeye, müttefiki Batılı devletleri kendi liderliği altında daha güçlü
birleştirmeye çalışmaktadır. Ancak vurgulamakta yarar vardır: Bugün IŞİD’e
karşı mücadele IŞİD türü yeni oluşumları da üretmeye devam edecektir. Hem bölgenin
tarihsel arka planı, hem ekonomik, toplumsal ve siyasal gerçekleri ve hem de Amerikan
emperyalizminin izlediği politikaların gerekleri benzer oluşumları amipvari üretmeye
de devam edecektir. Söz gelimi Esat’a karşı mücadele ettiği söylenen “ılımlı”
kesimlerin yarın IŞİD vari bir şeye dönüşmeyeceğinin bir garantisi yok, dahası,
esasen IŞİD’e dönüşecek karakteristikler ve potansiyel taşımaktadır ezici bir
kesimi. Vurgulamakta yarar var: ABD ve batılı müttefikleri IŞİD’i kontrol
edilebilir sınırlara çekmeye çalışarak Esat rejimini yıkmaya yöneltmek
istiyorlar, yoksa kökünü kazımaya değil. Keza gerek bu politikanın gerekse de IŞİD,
“ılımlı İslami” vb. çetelerin karakterleri ve çıkarları gereği Rojava
Devrimi’ni tasfiye etmeye hep birlikte yöneleceklerdir. Kaldı ki hali hazırda
IŞİD’in Rojava’ya karşı kirli ve kanlı saldırıları sürmektedir… ABD’nin IŞİD’in
kökünü kazıyacağını, böylece Rojava Devrimi’nin ABD’nin katkılarıyla ayakta
kalacağını düşünenlerin büyük bir yanılgı, faturası ağır bir yanılgı içerisinde
bulundukları kesindir. Sözde IŞİD’in kökünün kazınacağının ilan edildiği
koşullarda IŞİD’in Rojava’ya karşı kapsamlı askeri saldırılar başlatmasından da
bu gerçek görülebilir. Suriye içerisinde “Uçuşa yasak bölge”, “Tampon bölge”
kurma hedef ve hazırlıklarından da bu görülebilir. Liberal beklentiler,
analizler, çağrılar vs. sadece düşmana yarar, o kadar…
Amerikan
emperyalizminin yeniden yapılandırma planı, (“Avrasya stratejisi” ile iç içe
geçmiş olan) “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi” (GOP) ile bağlıdır. Bir diğer
ifadeyle, ABD’nin “plan”ı, salt IŞİD’i kontrol altına almakla, denetlenebilir
hale getirmekle sınırlı bir plan değildir. Bölgenin başta Amerikan tekelleri
olmak üzere bütün boyutlarıyla uluslararası tekellere açılması; rakip devlet ve
kuvvetlerin etkisizleştirilerek tasfiye edilmesi ya da denetim altına alınması;
bölge halklarının mücadelesinin önlenmesi, yolundan saptırılması, ezilmesi;
İsrail devletinin güvenliğinin sağlanması GOP’un içeriğini ve hedeflerini
belirlemektedir. İç çelişki ve
çatışmalarına karşın ABD’nin Batılı emperyalist bağlaşıklarıyla, İsrail siyonizmiyle, işbirlikçi Arap
rejimleriyle birlikte “Obama Planı”yla atacağı adımlar, bu çerçevede üzerinde
yükselmektedir ve yükselecektir. ABD’nin “uluslar arası koalisyona önderlik”
misyonu da burada somutlaşmaktadır. Türkiye’nin altına imza atmadığı ama 10
ülke (Irak, Ürdün, Mısır, Lübnan, Kuveyt, Suudi Arabistan, Umman, Katar,
Bahreyn, BAE) tarafından imzalanan açıklama da, her bir ülkenin kendi çıkar ve
hesapları olmakla birlikte, ABD stratejisinin gerekleriyle biçimlenmiştir.
ABD’nin zorunlu kaldığı için İran’la göreli yakınlaşması, Mısır’ın aktifleşmesi
bu gelişmelerle bağlı. Bölgesel liderlik rolü artan İran’ın yanı sıra, özellikle
de Arap İslam dünyasında Mısır’ın tarihsel ve jeopolitik önemi daima işbirlikçi
Türk burjuva devletinden daha güçlü olmuştur. Önümüzdeki süreçte Mısır’ın ve
İran’ın siyasi rolünün artacağı görülüyor. “Cihan devleti” olma yolunda
yürüdüğünü söyleyen işbirlikçi devlet ve AKP Hükümeti ise, geride kalan süreçte
ağır bir darbe aldı, “bölgesel liderlik” ve “model ülke” olma misyonundan
geriye düşmeye başladı. ABD’nin, “Ilımlı İslam”a dayalı olarak Büyük
Ortadoğu’yu inşa planı başarısızlığa uğrayarak çöktü. Bu model, İhvan çizgisine, “Türkiye modeli”ne, böylece
Sünni İslamcı çizgiye oturmuş bir bölge öngörüyordu. ABD bu gerçeği de hesaba
katarak GOP’u yenileyerek devam ettirmektedir.
ABD, gelinen
aşamada, “Obama Planı”yla bölgede yeni bir inisiyatif alıyor. Kendi stratejisiyle,
çıkarlarıyla bağdaşmayan yönelimler içerisinde olan işbirlikçi devletlere yeni
bir yön veriyor. Hep birlikte görüyoruz: ABD, dinsel ve mezhepsel savaş yürüten
taşeron IŞİD aracılığıyla Irak ve Kürt Federe Devleti’ne “balans ayarı” çekti. Suudi
Arabistan, Katar gibi ülkeler de aynı tezgâhtan geçirildi. Ayar, IŞİD’in arka
bahçesi, cephe gerisi, baş destekçilerinden birisi olan TC’ye ve AKP
Hükümeti’ne de çekildi. Türkiye’ye çekilen “balans ayarı” hala sürmektedir. Bu
ayar, Türk burjuva devletinin ve hükümetinin uluslararası ölçekte teşhiri ile
birlikte gerçekleşiyor. Kerry’in Türkiye’yi ziyaret ettiği gün ABD’nin eski
Ankara Büyükelçisi Ricciardone’nin Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin terörist
IŞİD’in, El Nusra’nın arkasında olduğu açıklamaları da söz konusu operasyonun
bir yansımasıydı. Kerry’in Türkiye ziyareti dönüşü, IŞİD’in kaçak petrolünün
Türkiye (ve Lübnan) üzerinden piyasalara aktığı açıklamasında da vb. bunu
görebiliriz.
Eklemek gereksiz olmayacak: Cidde Bildirisi’ni
imzalayan ülkelerin her birinin de kendi hesapları, çelişkileri var. IŞİD’e
karşı Amerikan müdahalesinin zaten bölgede güçlü olan anti-Amerikancı,
anti-Batıcı, anti-Siyonist tepkileri büyüteceğini, bunun kendi rejimleri
bakımından ciddi ek tehlikeler yaratacağını da görmektedirler. Ne de olsa Arap
İslam dünyasının Haçlı Seferleri bağıntısında bellekleri hala canlı. Haçlı
Seferleri’lerinin modern ve postmodern Haçlı Seferleri ile devam ettiğini de
bilecek kadar deneyimli… Aslında “IŞİD tehdidine karşı” oluşturulan koalisyon,
IŞİD gerekçesiyle ileri sürülen “Obama Planı”nın Suriye’deki rejimin yıkılması,
İran’ın ve “Şii hilali”nin etkisizleştirilerek parçalanması, Rojava Devrimi’nin
boğulması operasyonuna dönüştürülmesini istemektedirler. Türkiye de içinde
olmak üzere bölge ülkelerinin istek ve yönelimi budur. Böyle olmakla birlikte
koalisyon kurmuş olan müttefiklerin birbirlerine karşı zerre kadar güvenleri
yok, dahası, birbirlerinin kuyusunu kazmada da epeyce maharetlidirler.
Öte
yandan IŞİD barbarlığı Batı dünyasında neofaşist “İslamafobi” geliştirme,
“Medeniyetler çatışması” operasyonu bakımından son derece işlevli bir silah
olarak kullanılmaktadır.
Amerikan
emperyalizminin ve önderliğindeki emperyalist-kapitalist kampın rakibi
durumunda olan Rusya-Çin-İran-Suriye ittifakının dışta tutulduğu bir “strateji”
ve planın başarı şansı ya da başarısı tartışılabilir. Ama zaten söz konusu
strateji ve plan, aynı zamanda bu cepheyi/kuvvetleri geriletme, etkisizleştirme
operasyonunu da ifade ediyor. Obama’nın açıkladığı plan ve stratejinin
Somali’de, Afganistan’da, Yemen’de “başarıyla” uygulandığı vurgusu ise, gerçeklerle
bağdaşmamaktadır. ABD, söz konusu üç ülkede de esasen başarısız olmuştur. İşte
El Kaide ve Taliban örneği… Kesin olan şey şudur: İki kamp arasındaki hegemonya
ve rekabet mücadelesi önümüzdeki dönemde de bölgede keskinleşerek sürecektir.
“Irak’ta siyasal istikrar” için ABD ve İran yakınlaşması ve inisiyatifi
tarafların ortak çıkarlarla ilgiliydi. ABD koalisyonun Suriye’de de aynı duruşu
göstereceğini şimdilik beklememek lazım. İran’ın dini lideri Ayetullah Ali
Hamaney’in alaycı açıklamaları, ABD stratejisini ve kurulan koalisyonu “absürt ve
içi boş” olarak nitelendirmesi, “koalisyonun IŞİD’le mücadeleden daha farklı
hedefler peşinde olduğu” görüşünü dile getirmesinden de bunu görebiliriz. Yeni
Şafak yazarı Nedret Ersanel, “Zaten IŞİD'e yönelik cephenin/planın bir amacı da
İran'ın boyunu kısaltmaktır, önce yazdık” derken bu gerçeği dile getirmiş
oluyor. Suriye’nin Dışişleri Bakan yardımcısı Faysal Mekdad’in “Daha önce
teörizme destek vermiş olan Suudi Arabistan, Türkiye ve Katar gibi ülkelerle
işbirliği yaparak terörizme karşı mücadele edemezsiniz” açıklaması bir gerçeği
dile getirmektedir. Suriye’nin yanı sıra Rusya’nın bir anlaşma yapılmadan ABD
tarafından “Suriye’deki IŞİD hedefleri”ni vurmasının kabul edilmeyeceğinin açık
ve kesin bir dille vurgulanmasının tesadüfî olmadığı gibi…
Radikal
İslami çevreleri hegemonya mücadelesinde enerjik bir silah olarak kullanmak ABD
politikasıdır. IŞİD türü yapılar “Yaratıcı kaos” politikasının gereksinmeleri
doğrultusunda kullanılmaktadır. IŞİD vb. yapılar, Suriye’deki rejimi yıkma,
İran’ın, Rusya’nın bölgedeki etkisini geriletme, etkisizleştirme, İran’ı
kuşatma, parçalama, teslim alma, Lübnan Hizbullah’ını tasfiye etme vb. gibi
hedef ve amaçlarla kullanılan çetelerdir. Hatırlatmak bile gereksizdir ki,
Ortadoğu gibi hassas, güç dengelerinin kaygan olduğu bir bölgede, örneğin “ABD
ve müttefikleri bugün için Şam yönetiminin dışlandığını söylüyor ama yarın?..
Washington'un oyun planına uygun görünmese de, IŞİD'e karşı Esad'ın oyuna
alınması ihtimali Ankara'da maddelendirildi!” (Nedret Ersanel); eh ne de olsa
ABD kadir-i mutlak bir güç değildir…
OBAMA PLANI, TÜRKİYE VE IŞİD
ABD Dışişleri
Bakanı John Kerry, Barack Obama’nın IŞİD planını açıklamasından sonra, bölgedeki
işbirlikçi müttefikleriyle Cidde’de bir araya geldi. Arkasında aynı zamanda NATO’nun
Cardiff Zirvesi’nde alınan “Çekirdek Koalisyon” kurma kararı duran toplantıya
Türkiye de katıldı. Ancak diğer on Arap ülkesinin aksine Türkiye toplantı
sonrası açıklanan bildiriyi imzalamadı. Türkiye’nin özellikle IŞİD’in elinde
“rehin” tutulan konsolosluk görevlisi 49 T.C. vatandaşının “can güvenliği”ni
gerekçe göstererek bildiriyi imzalamaması sahtekârlıktan ibarettir. Gerçekte “Rehine
olayı” Türkiye’nin IŞİD’le karşılıklı anlaşmasının ya da danışıklı dövüşün bir
sonucudur. “Ilımlı” dinci faşist diktatörlük ve dinci faşist iktidar partisi
böylece masumu, mazlumu, mağduru oynamakta, Ortadoğu’da, Suriye’de dökülen
kanın baş sorumlularından birisi olduğunu unutturmaya, rehineler meselesini
manevra ve pazarlık gücü olarak kullanmaya çalışmaktadır. Ama bu tutum,”bir
koyup üç alma” (Özal’ı hatırlayalım) peşinde koşan diktatörlüğün ve başı
Erdoğan-Davutoğlu AKP’sinin IŞİD’in arkasında duran en militan güç olduğunu da doğrulamakta
ve böylece daha etkin teşhir olmasına da yol açmaktadır. Bununla birlikte
Türkiye’nin söz konusu koalisyonun içerisinde yer aldığı vurgulanmalıdır. Evet,
Türkiye kayıtlarıyla birlikte söz konusu koalisyonun içinde fiilen bulunmaktadır.
Koalisyonun bölgesel sacayaklarının ve kapsamının Sünni devletlerle sınırlı
olduğunu ise hatırlatmaya gerek yok sanırız.
Gelinen
aşamada ortaya çıkan güçler dengesi ve yönelimler içerisinde Türkiye’nin kaçabileceği
bir delik kalmamış, manevra alanı da oldukça daralmıştır denebilir. Amerikancı
diktatörlük, dinci faşist hükümet ve elebaşıları IŞİD’e karşı, gönülsüz de
olsa, bazı tedbirler almak zorunda kalacaklardır. Kuşkusuz ki bunu yaparken
kendi kirli hesapları temelinde yeni manevralardan da geri durmayacaklardır. Yeni
dönemin koşullarını Rojava Devrimi’nin boğulması, Esat rejiminin yıkılması
doğrultusunda kullanacaklardır; Obama operasyonunu kendi hedefleri için destek
gücüne çevirmeye çalışacaktırlar. Ancak, bölgesel liderlik iddiası ve model
ülke politikası ağır darbe alan, bölgesel ve uluslararası alanda ciddi bir
şekilde teşhir olan, ABD ve Suudi Arabistan, Mısır, Irak, Suriye, Katar vb. ülkelerle
ilişkileri darbeler yiyen, bölgesel bir aktör olarak İran’ın başarılı hamleleri
karşısında geriye düşen, “değerli yalnızlık” politikasına batan T.C.’nin ve elebaşlarının
şimdilik “pro-aktif politika”dan
“temkinli ilerleme” politikasına geçişi de kaçınılmazdır.
Açık ki
Amerikancı devlet ve hükümet, “stratejik derinlik” politikasının altında kaldı.
Komşu halklar ve bölge ülkeleri Türk egemen sınıflarının ve AKP’nin yayılmacı,
hegemonyacı, maceracı politikasına karşı daha büyük bir öfke duymakta ve daha
temkinli yaklaşmaktadırlar ve yaklaşacaklardır da. Küresel çapta IŞİD ve
T.C.’nin adının yan yana anılıyor olması hem bir gerçeği dile getirmekte, hem
de IŞİD’e karşı geniş bir koalisyonun oluşmaya başladığı günümüz koşullarında
“dilsiz şeytan”ı oynayan Türk devleti ve hükümeti üzerinde artan ve artmaya
devam edecek olan baskıya işaret etmektedir. Başta Suriye olmak üzere
Ortadoğu’da oluk oluk akan kanın başlıca sorumlularından olan Davutoğlu şimdi
başbakan. Net bir biçimde ortaya çıkmış olduğu gibi AKP ve hükümeti Kirli İşler
Bakanlığı olarak çalışmaktadır ve IŞİD’in arkasındaki en önemli devlet hala
Türk devleti olmaya devam etmektedir. Yandaş medya da bu gerçekleri demagoji ve
manipülasyonla örtüleme işlevini yerine getirmektedir.
AKP ve
devlet, “Obama Planı” karşısında temkinli, mesafeli dururken öte yandan da
ortaya çıkan yeni durumu en az zararla atlatmaya çalışmakta, süreçten nasıl
kazançlı çıkarım hesabını yapmaktadır. ABD, Türkiye’nin ABD çıkarlarıyla
bağdaşmayan yönelimlerine ayar çekmektedir. AKP ve diktatörlük bunun da farkında.
ABD’nin, bölgede “cihan devleti” politikaları izleyen, Suriye’deki rejimi
yıkmak için kraldan çok kralcı davranan, ABD’yi rahatsız eden ataklarda bulunan
işbirlikçilerine, “höd otur yerine, haddini bil, cihan devleti sen değilsin
benim!” demesi anlaşılırdır. Türk egemen sınıfları, “Obama Planı”nın aynı
zamanda Esat rejiminin ayakta kalmasına, Kürtlerin daha güçlü mevziler
kazanmasına, Şii hattının güçlenmesine, Türkiye’nin iç istikrarsızlığının
büyümesine hizmet edebileceği korkusuyla davranmaktadırlar. Eh, onlar bu
korkularında da haksız sayılmazlar.
IŞİD’in
sadece hava harekâtlarıyla yenilmesi olanaklı değildir. Bunun için etkin bir
kara harekâtı da gerekiyor, gerekli. Bugün hala IŞİD’e aktif desteğini
sürdürmede direnen Amerikancı AKP ve diktatörlük, yarın gelişmeler karşısında
manevra yaparak kaçınılmaz hale gelebilecek bir kara harekâtında yer alabilir. Olası
bir kara harekâtında yer alma faşist diktatörlüğe ve hükümetine bölgede etkin
olma vb. gibi olanaklar sunabilecektir. “Türkmen kardeşlerimiz” söylemini de bu
amaçla kullanmaktadırlar. Türk burjuva devleti ve hükümeti hem iç hem de dış
politikada mezhepçi politika izlemektedir. Hükümetin demagojik ve manipülatif
amaçlı kullandığı “Türkmen kardeşlerimiz”
söylemine karşın, izlediği mezhepçi politikasıyla bağlı olarak,
gerçekte, Türkmenler içerisinde ağırlıklı kesimi oluşturan Şii Türkmenlere
karşı düşmanca bir politika izlemektedir. Türkmen kartı, el altında tutulan ve
gerektiğinde kullanılan bir kart olmanın ötesinde Türkmenlerin T.C. nezdinde
bir değeri de bulunmamaktadır. Kaldı ki IŞİD terörü ve katliamları karşısında
Türkmenleri koruyan tek güç de Rojava, YPG oldu ve olmaya da devam etmektedir.
Bugün Irak ve
Suriye’de fiilen üçer devlet oluşmuş durumda. Ortaya çıkmış yıkım ve savaş
koşulları, güç dengeleri ve dinamikler, bir daha eski statükoya geriye dönüşe
olanak vermeyecektir. Bu devletler, ister “bağımsız” devletler olarak isterse
Irak ve Suriye devletleri çatısı altında federatif devletler biçiminde olsun,
bir biçimde var olacaklardır; artık geçmişe dönülemez. Türkiye bu noktada Esat rejiminin
yıkılmasında, Rojava Devrimi’nin boğulmasında ısrar etmeye devam edecektir.
Ayrıca Türkiye, “Obama Planı”ın, IŞİD’in kontrol altına alınması sürecinin
Ortadoğu’da Şii hattının güçlenmesine, İran’ın etki gücünün büyümesine dolaylı
olarak hizmet etmesi olasılığına karşı her an tetikte olmaya devam edecektir.
İşbirlikçi Türk sermayesi, sermaye devleti ve hükümeti ağır darbe alan bölgesel
liderlik rolünü yeni manevralarla, yeni girişim ve ataklarla restore etmeye
çalışacaktır. PKK’nin Ortadoğu’da büyüyen güç ve etkinliği; Rojava Devrimi, HPG
ve YPG’nin Irak ve Suriye’de IŞİD karşısındaki başarıları, buna karşılık
Barzani peşmergelerinin askeri zayıflığının utanç verici bir şekilde açığa
çıkması diktatörlük ve hükümetini oldukça rahatsız etmektedir. Bu durumun “Çözüm
süreci”nde PKK’nin ve Kürt halkının elini güçlendirdiğini görmekte olan
diktatörlüğün pek çok taktiği devreye sokacağı açıktır.
T.C., emperyalizmin
köprüsü, ileri karakolu, jandarması, sıçrama tahtası, Truva Atı’dır. Onun bu
konumunda bir değişiklik yok. Küresel hegemonya ve rekabet mücadelesinde ABD
ittifakında yer almaya, ABD’nin ve NATO’nun savaş arabasına bağlı kalmaya devam
etmektedir. Keza bölgesel gericiliğin önde gelen güçlerinden olduğu gibi,
İsrail siyonizminin stratejik dostu konumunda. Bu durum ve konum, ona, bölgesel
ve uluslararası alanda önemli güçlerin desteğini sağlamaktadır ve Türk egemen
sınıfları bu durumun farkında. Bu pozisyonlarını etkin bir şekilde kullanmaya
devam edecekleri de açıktır. ABD ve T.C. arasındaki çelişki ve gerilimleri
aşırı abartarak, manipüle ederek Kürt Sorunu’nda ve “çözüm süreci”nde subjektif
ve tasfiyeci beklentiler, hayaller yaymak son derece tehlikeli bir durumdur.
Keza Türk
sermayesinin bölgesel yayılmacı stratejisinin onun sermaye birikimi düzeyiyle
bağlı olduğu da bir an olsun unutulmamalıdır. T.C.nin ABD ile ilişkilerinin
öyle basit bir efendi uşak ilişkisi olmadığı görülmelidir. T.C., ekonomik,
siyasi, askeri gücü ile bölgenin önde gelen ülkelerinden biri durumunda.
Örneğin, İsveç merkezli savunma araştırmaları kuruluşu SIPRI’nin verilerine göre, “Türkiye, 2013’te, askerî
harcamalarını en çok artıran 10 ülkeden biri.”
Yukarıda
işaret ettiğimiz iki nokta ve gerek Müslüman gerekse de Türk kimliği Ortadoğu’da,
Kuzey Afrika’da, Orta Asya ve Kafkaslar’da ona önemli bir konum ve manevra
alanı sağlamaktadır. Bu durum, diktatörlüğün ve hükümetin, şimdilik “Obama
Planı” çerçevesinde ABD’nin istek ve beklentilerine karşı mesafeli durma,
pazarlık yapma vs. peşinde koşma olanağı sunmaktadır ama en nihayetinde bunun
da bir sınırı vardır…
AKP,
Türkiye’de siyasal ve toplumsal yaşamı hızla dinselleştirme operasyonuna devam
etmektedir. “Yeni Türkiye”, “Yeni nesil” vurgusu, “Dindar ve kindar” ve fetihçi
gençlik yetiştirme operasyonunun ve mezhepçi politikasının eşliğinde iç içe
gidiyor. Bunun sonuçlarından birisi de Türkiye’den giden, gönderilen binlerce (sayılarının
8-10 bin arası olduğu ve 100’e yakının öldüğü) “radikal İslam”cı gencin IŞİD
saflarına katılmasında ortaya çıkmaktadır. IŞİD isimli barbarlar çetesine en
büyük katılımın olduğu yerlerin başında Konya’nın gelmesi de tesadüfi değil, ki
Konya, aynı zamanda bugün başbakanlık görevini üstlenmiş ve “Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’ni bir cihan devleti yapana kadar bıkmadan, usanmadan
çalışacağız...” diyen Davutoğlu’nun hem memleketi, hem de milletvekili
seçildiği ildir. Evet, Türkiye, “İslami terörist” çeteler tarafından
istikrarsızlaştırılma operasyonunun da hedefi haline gelecektir. “Radikal
İslam”cı grupları kullanma politikasının sonuçlarından birisi de bu olacaktır.
IŞİD “lideri”nin Erdoğanı biatte davet etmesi, hilafetin eski merkezi İstanbul’un
alınacağı açıklamaları, ABD’nin, Türkiye’nin “radikal İslamcı terörün hedef
ülkelerinden” birisini oluşturduğu açıklaması rastgele yapılmış açıklamalar
değildir; bunların askeri ve siyasi sonuçlarını hep birlikte daha açık olarak
ileride görüceğiz. Kaldı ki zaman içinde Kürt Sorunu’nun göreli bir burjuva
çözümü gerçekleştiğinde sınıfsal-toplumsal mücadelenin giderek öne çıkacağını,
bunu önleme ve yolundan saptırmanın bir aracı olarak da siyasal İslamcı
akımların, dinci terörün kullanılacağı açıktır… Hatırlatmak gereksizdir ki IŞİD
yalnızca Irak’da ve Suriye’de değil, aynı zamanda Türkiye’nin içinde;
zihniyetiyle, duruşuyla, kadro gücüyle… Birkaç gündür Kobani’ye başlamış olan
IŞİD saldırısı için T.C. ve hükümeti tarafından tırlarla, trenlerle taşınarak
IŞİD’e vb. çetelere teslim edilen mühimmat ve ağır silahlar da bunun kanıtı
zaten. Müslümanların kellelerini kesen, ciğerlerini kameralar karşısında çiğ
çiğ yiyip “sosyal medya”ya servis eden, cami ve türbeleri havaya uçuran,
binlerce kadının ırzına geçen, kadın köle pazarları kuran yağmacı katiller
sürüsünü ve dostlarını, bağlaşıklarını uzakta aramaya gerek yok ki, “Hırsız evin içinde.” Dahası, ayinesi IŞİD
olanlar memleketi yönetiyor, daha fazla söze gerek var mı?!!
Henüz tam
olarak ortaya çıkmış olmamakla birlikte T.C. ile bitişik Suriye sınır içlerinde
(Suriye Kürdistanı) kurulmak istenen “Tampon bölge” hazırlıkları, Türkiye,
Suriye, Ortadoğu halklarını, Rojava Devrimi’ni hedeflemektedir. Anlaşılıyor ki
uçuşa yasak “Tampon bölge” kurma operasyonu “Obama Planı” ile bağlı. “İnsani
yardım”, “Terörizmle mücadele”, “Göç dalgası”, “terörist sızmalarını önleme”
vb. gerekçeler sahte gerekçelerdir. Tampon bölge demek, doğrudan askeri işgal demektir.
Ve “Tampon bölge”nin kurulacağı topraklar da Rojava’dır, onun bir bölümüdür. Asıl
hedef Rojava Devrimi’dir. Ortadoğu halklarıdır. Esat rejimini yıkmadır. IŞİD’e
karşı mücadele demagoji ve manipülasyonu ile bu gerçekler gizlenmek;
Ortadoğu’ya, Kürdistan’a müdahale meşrulaştırılmak isteniyor. T.C. kanlı
Ortadoğu savaşının içindedir, savaşın aktif suç ortaklarındandır. Sokakların
gücüyle de bu girişime karşı mücadele etmek gerekmektedir. “Obama Planı” ile
Rojava Devrimi etrafındaki çember de sıkılaştırılacak ve saldırılar artacaktır.
T.C.’nin son dönemde Suriye sınırında yoğunlaşan güç yığma harekâtı,
anlaşılıyor ki hem IŞİD’e somut destek sunmakla hem de “Tampon bölge”
politikalarıyla bağlıdır. Henüz kamuoyu nezdinde sorun aydınlanmamış olmakla
birlikte, kurulacağı söylenen “Tampon bölge” Suriye, İran, Rusya, Çin ittifakı
tarafından tepkiyle karşılanacağı açıktır.
KÜRTLER,
ROJAVA VE IŞİD
Geride kalan
süreçte, yurtsever Kürt hareketi Rojava Devrimi ve Şengal somutunda yüksek
başarılar kazandı. Güney Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin IŞİD’le suç ortaklığı açığa
çıktı. Barzani liderliğindeki Bölgesel Yönetim’in Şengal ve Mahmur somutunda IŞİD’in
saldırıları karşısında kaçışı, başarısızlığı ve çürümesinin açığa çıkması, çarpıcı
bir diğer olguydu. IŞİD’in Şengal ve Mahmur saldırılarından sonra Barzani
yönetiminin sıkışması sonucu YPG ve HPG’nin Güneydeki askeri varlığına izin
vermek zorunda kalması ve yurtsever
hareketin IŞİD’e karşı başarılı mücadelesi yaşamsal önemdeki diğer
gelişmelerdir. Bu durum, PKK önderliğindeki Kürt halkının elini güçlendirdi. Uluslararası
kamuoyunda prestijini ve meşruiyetini geliştirdi. Kürtler içerisinde de ulusal
birlik umudunu tutuşturdu…
Eski
statükonun (Sykes-Picot çöküyor) tasfiye edilme sürecinin yaşandığı Ortadoğu’da
Kürtler yükselen bir dinamik durumunda… Açık ki, bölgesel çapta Kürt dinamiği
içinde de öne çıkan PKK ve PKK çizgisinde savaşan Kürt hareketidir. Bu
gelişmelerin hem Türkiye’de “Çözüm süreci” bakımından, hem de bölgesel ölçekte
Kürt Sorunu’nun çözümü bakımından çok yönlü etkiler yarattığı, yaratacağı
açıktır. PKK’nin eli her bakımdan güçlenmiştir. Öz gücüne güveni daha da yükselmiştir.
Öz gücüne dayanarak savaşma irade ve yeteneği daha da gelişmiştir. İmkânları,
manevra olanakları artmıştır. Giderek bölgesel ölçekte politika yapacak,
etkileyecek bir politik ve askeri güç konumuna doğru yükselmeye başlamıştır.
Dolayısıyla “uluslar arası güçler” bunu dikkate almak, hesaba katmak zorunda
kalmıştır ve kalacaktır. Bu durum diktatörlüğü ve hükümeti giderek artan oranda
köşeye sıkıştırdığı gibi, PKK ile yapılan ya da yapılacak olası pazarlıklarda
marjını yüksek tutmasını önlemekte ve manevra alanını da daraltmaktadır. Bu
tablonun dikta ve hükümetinin PKK’yi oyalama, zaman kazanma, çürütme, içeriden
parçalama, etkisizleştirerek tasfiye etme politikasının alanını da daraltmaktadır.
PKK çizgisinde savaşan güçler, emperyalizme değil, öz gücüne dayanarak ve güvenerek savaşmaktadır. Bu tablo Türkiye ve
Ortadoğu halklarının ve ezilenlerinin de lehinedir. Bunu görmemek, küçümsemek,
horlamak, olsa olsa, Kemalizm’in etki gücüyle, Türk burjuva milliyetçiliğinin,
sosyal şovenizmin ürünü olan körleşmeyle bağlıdır.
IŞİD’e karşı
düzenlenen ve IŞİD’i kontrol altına almaya kilitlenmiş operasyonun salt IŞİD’le
sınırlı kalacağını düşünmek politik saflık ve körlük olacaktır. Amerikan
emperyalizmi ve bölgedeki bağlaşma, IŞİD’e karşı mücadele adı altında bir
yandan Esat rejimini yıkmaya diğer yandan Rojava Devrimi’ni boğmaya
yönelecektir. Rojava Devrimi öz gücüne dayanarak, halkların enternasyonalist
desteği ve savaş gücüyle ayakta durabilir yalnızca. Amerikan emperyalizminin ya
da herhangi bir emperyalist ve gerici bölge devletinin bölgeye, Suriye’ye
demokrasi, barış, adalet, güvenlik vs. getirmediği ve getiremeyeceği de açık ve
kesindir. Onların, PKK, HPG, Şengal Direniş Birlikleri’ni, PYD ve YPG’yi, YPJ’yi,
Rojava devrimci-demokratik iktidarını, hedef ve amaçlarına alet etmek
istedikleri, böylece yolundan saptırmak istedikleri vb. açıktır. Kuşkusuz ki bu
bağlamda da siyasi uyanıklığın elden
bırakılmaması gerektiği de açıktır. Bununla birlikte Ortadoğu’da IŞİD’e karşı
savaşan tek gerçek güç yurtsever harekettir. Yurtsever hareketin hakkı
namusluca teslim edilmelidir. Ve o, bu savaşta da başarıyla çıkmıştır ya da
sınavını başarıyla taçlandırmıştır.
Yurtsever
hareketin tüm ısrarına karşın hala ulusal kongrenin toplanamamış olması, sahada
peşmergeyle birlikte IŞİD’e karşı mücadele yürütülmesine karşın (ki bu, fiili
olarak ulusal birliğin kurulmasında önemli bir gelişmeyi de simgelemektedir) ortak
bir ulusal komutanlığın kurulamamış olması, emperyalist güçlerin Barzani
merkezli peşmerge güçlerini silahlandırarak öne çıkarması rastlantısal
değildir. Açık ki Kürt burjuvazisi ayak diremektedir. Emperyalizm, Arap ve
Fars, Türk gericiliği, işbirlikçi Kürt burjuvazisi PKK’nin ve çizgisinin
güçlenmesini istememektedir. Kürtler üzerinde Barzani merkezli bir hegemonya ve
rekabet mücadelesi yürütülmekte, Kürtler Barzani liderliğine boyun eğdirilmek, mahkûm
edilmek istenmektedir. Kuzey Kürdistan’da kurulan TKDP de bu politika ve oyunun
bir parçasıdır.
Kürt
hareketinin IŞİD’e verilen desteğin kesilmesi, insani yardımların yapılması,
Güney ve Kuzeyde sınır kapılarının açılması, terör listesinden çıkarılması,
Şengal’e özerklik verilmesi vb. gibi talepleri meşru ve haklı taleplerdir. Kürt
hareketi bugüne dek emperyalizmin ve bölgesel gericiliğin Esat rejimine karşı
kendilerinin uzantısı olarak savaşması istek ve baskısına karşı koyduğu gibi,
öte yandan da Esat rejimine, diğer yandan IŞİD vb. çetelere, bir yandan Barzani’nin
ve Türk burjuva devletinin baskı ve saldırılarına karşı devrimci-demokratik bir
çizgide durarak savaşı büyüttüğü açıktır. Son derece karmaşık ve kaygan, son
derece riskli Ortadoğu zemininde bugüne dek savaşı büyüterek, etki alanını vb.
geliştirerek gelmesi yurtsever hareketin başarısıdır.
Yurtsever
hareketin bölgesel ve uluslararası güçler dengesini hesaba katması, kazandığı
mevzileri ayakta tutarak geliştirmek için taktiksel manevralar yapması, bazı
ittifaklar kurmasında yanlış olan bir şey yoktur. Bu bağıntıda, yakın dönemde
ÖSO ile IŞİD’e karşı mücadele bağlamıyla sınırlı eylem birliği yapması
anlaşılırdır. Antiemperyalizm adına, burjuvaziyle uzlaşmazlık adına, vb. bu tür
taktiksel manevralara ve adımlara karşı çıkmak ve eleştirmek ilkel ve geri bir yaklaşımdır.
Salt ilkesel duruşlarla politika yapılmaz. Politika ilkeli olmak zorunda ama somut
gerçekliğe de dayanmak zorundadır. Dört bir yandan çevrilmiş ve oldukça ağır saldırılar
altında tasfiye edilmek istenen Rojava Devrimi’nin ayakta kalmak ve gelişmek
için manevralar yapmak, siyasi, askeri, diplomatik ataklarda bulunmak, zaman
kazanmak, hazırlık ve güç biriktirmeyi ihmal etmemek zorunluluğu ve sorumluluğu
vardır. Değişik burjuva çevrelerle görüşmek, taktik manevralar ve ittifaklar
kurmak, uluslararası desteğini büyütmek, örneğin mademki IŞİD terörist bir
güçtür, küresel bir tehdittir, tasfiye edeceğiz diyorsunuz o halde modern
silahları IŞİD’e karşı savaşan tek gerçek güç olan YPG’ye, HPG’ye verin,
vermelisiniz demesinde yanlış olan bir şey yoktur. Söz konusu gerici ve
emperyalist güçlerin hiç olmazsa bu aşamada yurtsever Kürt güçlerine silah
vermeyeceği açıktır. (T.C.’nin ve AKP’nin de kaygılarından birisi budur.) Ki
bu, sözde “IŞİD terörüne” karşı bir araya geldiğini söyleyen ama öte yandan da
Rojava Devrimi’ni boğmaya çalışan gerici güçleri teşhir edecektir vb. Kaldı ki ilkesel
bakımdan yanlış olmayacak, ama nesnel
olarak çıkarların geçici bir anda çakıştığı öyle durumlar olabilir ki, bağımlılık yaratan, öz gücünden vazgeçmeyi
getiren hiçbir yükümlülük altına girmeden bu silahları almanın da yanlış
olan bir tarafı bulunmamaktadır. Burada önemli
ve belirleyici olan tek şey şudur:
Yurtsever hareketin emperyalist ve gerici dayatmalara karşı durmasıdır. Kendi öz gücüne dayanan bağımsız politik varlığını
yitirmemesidir. Emperyalizme ve işbirlikçilerine bel bağlamamasıdır. Eğer söz konusu olan riskler ise, riskler her
zaman olacaktır, bu savaştır, politik
riskler almadan hangi savaş yürütülebilir ki!
Ayrıca
vurgulamak gerekir: Dün PYD’ye, YPG’ye, Rojava’ya karşı savaşan ÖSO’nun bugün
için IŞİD’e karşı birlikte davranma gereği duyması Rojava Devrimi’nin IŞİD
karşısında da başarılı direnişi sayesindedir. Onlar, Rojava Devrimi’ne
duydukları aşklarından dolayı değil, bugün için çıkarları bunu gerektirdiği
için PYD-YPG’ye doğru bir adım atma gereksinimi duymuşlardır. Yarın aynı
çıkarlar Rojava Devrimi’nin kafasını kesmeyi gerektirdiğinde dün olduğu gibi bunu
yapmaya çalışacaklardır. ÖSO dost değil, düşmandır. PYD’nin, YPG’nin yaptığı
şey, düşman kamptaki çelişkilerden
yararlanmaktır. Kürt yurtsever hareketi de bunun bilincinde. Kuşkusuz ki bu
bilinç, başka koşullarda yurtsever hareketin yönünü kaybetmeyeceğinin garantisi
de değildir; bu bakımdan hiçbir siyasi yapı da efsunlanmış değildir. Sırtında
yumurta küfesi taşımayan, taşımaya da yanaşmayan çevrelerin tepeden kibir dolu
bakışlarla sözde uzlaşmazlık, antiemperyalizm adına yurtsever hareketi
emperyalizmin işbirlikçisi, IŞİD’e karşı emperyalizmin icazetiyle savaşan bir
güç, Alevi düşmanı, Kürt devrimini satmaya hazır bir güç vs. ilan etmesi tek
kelimeyle ukalalıktır, küstahlıktır, daha da önemlisi Türk burjuva
milliyetçiliğidir, sosyal şovenizmdir. Hele de Ortadoğu gibi bir alanda Rojava
Devrimi, bizim devrimimizdir,
halkaların devrimidir, işçi sınıfının, ezilenlerin, emekçi solun militanca
sahiplenmesi gereken bir devrimdir. Dogmatik ölçülerle, mükemmeliyetçi ve
inkarcı yaklaşımlarla, yaşamın diyalektiğiyle bağdaşmayan steril ortamlarda
devrim arayanların ise ne devrim yapması ne de devrimi anlaması olanaklı değildir.
Zaten Türkiye devrimci hareketi içerisinde doktriner ve sosyal şoven
zihniyetten dolayı Kuzey Kürdistan’daki devrimi anlamayan devrimcilik Rojava
Devrimi’ni de anlamaktan uzaktır… Türkiye
ve Kürdistan devrimi, ne salt
bir Ortadoğu, ne salt bir Avrupa, ne salt bir Asya devrimidir, aksine o, tüm bu
karakteristikleri bağrında taşıyan
bir Avrasya devrimi karakterine
sahiptir. Bu gerçekleri ve son derece derin bir enternasyonalist karaktere sahip devrimimizi anlayamayan
devrimciliğin ise milliyetçiliğin, sosyal şovenizmin, Kemalizmin, berbat bir
oportünizm ve tasfiyeciliğin girdabında boğulması kaçınılmazdır.
Evet, gerek
Ortadoğu’da gerekse de Türkiye’de yurtsever hareketi, (devrimci-demokratik ve
komünist hareketi de) tasfiyeciliğe götürebilecek önemli tehlike ve tehditler
vardır. Ama çözümün, tehlikelerin bertaraf edilmesinin de yol ve yöntemleri
açıktır…
ORTADOĞU’DA
ÇÖZÜM YOLU…
Ortadoğu’da emperyalizmden,
NATO’dan, IŞİD’den, şeriatçı akımlardan, “Ilımlı İslam”dan, Arap, Fars, Türk (ve
Kürt) burjuva milliyetçiliğinden demokratik bir çözüm beklenemez. Çözüm,
Rusya-Çin cephesinden de, Avrasyacılıktan da beklenemez. Emperyalizm ve gerici
bölge devletleri halkların baş düşmanıdır. Bu, tarihsel tecrübeyle de sabittir.
Ortadoğu’da halkların lehine olacak tek çözüm, devrimci-demokratik karaktere
sahip anti-emperyalizm ve politik özgürlükçü programa dayanan çözümdür; ki bu
da asgari devrimci çözümü ifade eder sadece...
Bugün için böyle
bir çözümün ortaya çıkmış hali ve öncü gücü Rojava Devrimi’dir. Konjoktürde
ortaya çıkmış en ileri mevziiyi oluşturan Rojava Devrimi, gerek tek tek
ülkelerde, gerekse de Ortadoğu-Mezopotamya çapında bölgesel bir çözümün de
devrimci-demokratik yolunu göstermektedir. Taktik politikaların söz konusu
program ve stratejiyle şekillenerek geliştirilmesi de zorunlu bir görev ve
sorumluluktur. İşçi sınıfının, halkların, ezilenlerin Rojava Devrimi etrafında
kenetlenmesi ve savaşması tarihsel
ve politik bir görevdir. Gün
enternasyonalizmi yükseltme günüdür. Marksist Leninist Komünistlerin Rojava ve
Şengal’deki duruş ve yönelimi değerlidir. Türkiye devrimci hareketine egemen
olan sosyal şovenizmin de pratik bir eleştiridir. HDK/HDP’nin ve öteki emekçi
sol çevrelerin birleşik bir mücadele hattında Rojava Devrimi’ni sahiplenmesi
yönelimi olumlu ama henüz yetersizdir. Bu yükümlülüklerin omuzlanması ve
militan bir hattan yerine getirilmesi gerekmektedir. Emperyalizme ve faşist
diktatörlüğe karşı mücadele boş laflardan, boş ajitasyondan, gerçek dışı ve
sosyal şoven eleştirilerden değil, aynı
zamanda Rojava devrimi’ni kucaklamaktan geçmektedir.
Bitirmeden eklemek
gerekmektedir: Bugün bütün bileşenleriyle Türkiye devrimci
hareketi zayıf bir pozisyondadır. Gezi
Haziran Halk Ayaklanması gibi önemli süreçlere ve HDP’nin ciddi oy artışına vb.
karşın tablo böyledir. Devrimci hareketin kendisini hızla yenilemeye
gereksinimi vardır. Nedenlerine girmeyeceğiz (ki bu nedenleri 3 bölümlük yazı dizimiz olan “Sosyalist Sol” Üzerine
Eleştirel Notlar, başlıklı yazımızda incelemiştik) ama bugün için henüz Türkiye ve Kürdistan devrimine
öncülük-önderlik edebilecek hazırlığa
sahip herhangi bir güç bulunmamaktadır. Böyle bir gücü ortaya çıkarmak ise çok yakıcı bir devrimci görevdir. Gerçeği
olduğu gibi kavramak ise devrimci ve komünist değişimin ilk koşuludur… Görev ve
sorumluluk, gerçek bir devrimci yenilenme sürecine bağlı olarak ayağa kalkmak
ve gerçekten de Türkiye ve Kürdistan devriminin öncülüğüne hazır hale gelmek ve
bu görevleri üstlenebilmektir.