7 HAZİRAN SEÇİMLERİ
VE OĞUZHAN MÜFTÜOĞLU’NUN AÇIKLAMALARI…
II. BÖLÜM
Politik
özgürlük kavgası içerisinde yer alan değişik politik parti ve çevrelerin her
birinin kendi politik çizgisi temelinde tutum takınması doğaldır. Kuşkusuz ki
bu, ÖDP için de geçerlidir. Politik özgürlük kavgasında güç ve eylem
birliklerinin, her türlü cepheleşmenin temel ilkesi, eylemde birlik, propaganda ve ajitasyonda özgürlük
ilkesidir. Geçici ya da az çok kalıcı vb. her türlü eylem birliklerinde bu temel
ilkenin özenle korunması gerekir. Bu ilkesel yaklaşım, her yapı, siyasal ve
toplumsal eğilim ya da akım için geçerli bir ideolojik donanım, politik
sorumluluk ve duruş olmalıdır. Bu perspektif ve duruş, eşitsiz güç ilişkileri
içerisinde bir araya gelerek geçici ya da uzun vadeli güç ve eylem birliği
yapacak tüm politik kuvvetler için eşit bir şekilde geçerli ve bağlayıcı
olmalıdır. Bu ilke, devrim ve sosyalizm mücadelesinde birleştirici bir ilkedir.
Çünkü böylece her bir akım eylem birliği yaparken, öte yandan da kendi politik
ve örgütsel bağımsızlığını korumuş olacaktır. Kamuoyu önünde eleştiri ve
tartışma, ideolojik mücadele hakkını özgürce kullananların ise “kendimizi ifade
edemiyoruz”, “monolotik bir girdabın içinde boğuluyoruz”, ah bağımsızlığımız
gitti vah bağımsızlığımızı yitirdik türünden yakınma hakkı da kalmayacaktır.
İlerici-demokratik
bir politik güç olarak doğru olan ÖDP’nin de kendi katkılarıyla birlikte HDK/HDP’de
somutlaşan birleşik cephe içerisinde yer almasıydı, yer almasıdır. Ki bu durumun
kamuoyu nezdinde ÖDP’nin kendi politik bağımsızlığını korumasını, ideolojik
mücadele hakkını kullanmasını önlemek bir yana, bu hakkı da içerecekti,
içerecektir. HDP “monolotik” bir parti değil, aksine bir birleşik cephedir.
Onun bir parti formunda ortaya çıkması ise Türkiye’nin özgün politik
koşullarıyla/yasaklarla bağlıdır... Fakat ÖDP HDP ile bir birleşik cephe
içerisinde yer almayı tercih etmemiştir. Müftüoğlugiller familyasının
politikası bunu önlemiştir. Bu bir yana, Müftüoğlugiller zihniyeti, 7 Haziran
Genel Seçimleri için HDP ile taktiksel bir ittifak bile yapmaya yanaşmamıştır.
Kuşkusuz ki HDK, HDP birçok açıdan eleştirilebilir; dahası eleştirilmelidir de.
Fakat eleştirinin amacı üzüm yemek olmalı, bağcı dövmek değil! Müftüoğlugiller
zihniyet ve duruşu kendi zayıflığının bilincinde olduğu için, eleştiri ve
değerlendirmelerinde de bağcı dövmeyi hedefliyor, dahası bağcı dövmeyi marifet
biliyor.
Müftüoğlu, “Haziran Hareketi bu seçimlerde ittifak yapmayı tercih
etmedi. Oysa hem HDP’den hem de CHP’den bu yönde teklifler vardı. Bu tercihi
nasıl değerlendiriyorsunuz. HAZİRAN’ın kararını siyasetsizlik, tavırsızlık
olarak yorumlayanlar da var. Net bir tavır alınmadı mı?”
sorusunu şöyle yanıtlıyor: “Bu ‘ittifak’ meselesi karışık bir mesele. Gerçekte ortada ittifak mittifak diye bir şey yok. Önerilen şey ‘sizden de bir iki aday gösterelim, seçimlerde bizim için çalışın’ gibi bir durum. Zaten siyasi partiler ve seçim sistemi usulleri gerçek bir ittifak siyasetine izin vermiyor. Birleşik Haziran Hareketi’nin kararını bu koşullarda verilebilecek en doğru siyası tavır olarak görüyorum. Zaten şimdi yaşananlar da bence bunu gösteriyor ve sanırım seçimlerden sonra bunu herkes daha iyi görecek. Ayrıca, örgütlenmesini yeterince tamamlayamamış bir hareketin seçimlere katılmaması ne kadar doğalsa, hiçbir talepte bulunmaksızın kendi dışındaki ilerici, demokrat adayları desteklemeye açık bir karar, tavır benimsemesinin, ortalığın vekillik için yerlerde sürünenlerden geçilmediği bir ortamda son derece değerli bir devrimci tavır olduğunu düşünüyorum.”
sorusunu şöyle yanıtlıyor: “Bu ‘ittifak’ meselesi karışık bir mesele. Gerçekte ortada ittifak mittifak diye bir şey yok. Önerilen şey ‘sizden de bir iki aday gösterelim, seçimlerde bizim için çalışın’ gibi bir durum. Zaten siyasi partiler ve seçim sistemi usulleri gerçek bir ittifak siyasetine izin vermiyor. Birleşik Haziran Hareketi’nin kararını bu koşullarda verilebilecek en doğru siyası tavır olarak görüyorum. Zaten şimdi yaşananlar da bence bunu gösteriyor ve sanırım seçimlerden sonra bunu herkes daha iyi görecek. Ayrıca, örgütlenmesini yeterince tamamlayamamış bir hareketin seçimlere katılmaması ne kadar doğalsa, hiçbir talepte bulunmaksızın kendi dışındaki ilerici, demokrat adayları desteklemeye açık bir karar, tavır benimsemesinin, ortalığın vekillik için yerlerde sürünenlerden geçilmediği bir ortamda son derece değerli bir devrimci tavır olduğunu düşünüyorum.”
Hem HDK/HDP birleşik cephe harekâtından uzak dur. Hem
seçimler için taktiksel bir ittifaka bile yanaşma. Hem de HDP’ nin CHP’den
farklı zihniyet ve duruşunu, yani farklı yaklaşımlarının üstünü ört ve ikisini
aynı çuvala koy ve geç karşısına ver veriştir. İşte bu da olmaz! Müftüoğlu
demagoji ve manipülasyon yapıyor. Somut konuşmayıp, lafı evirip çevirip
tahrifata başvuruyor. Oportünizmle, sosyal şovenizmle, aydın kibriyle belirlenen
gerçek yüzünü gizlemeye çalışıyor. Burada karışık olan Müftüoğlugiller
zihniyetidir ya da daha doğrusu, bu zihniyet, kamuoyunu ve tabanını yanıltmak
amacıyla gerçekleri fütursuzca çarpıtıyor.
Müftüoğlu’nun dediği gibi HDP’nin tavrı ve önerisi “ ‘sizden de bir iki
aday gösterelim, seçimlerde bizim için çalışın’ gibi bir durum” değildir. HDP,
öyle kibirli, tepeden bakan bir tutumla, rüşvet önerir gibi, “yahu size bir-iki
aday vereceğiz, daha ne istiyorsunuz, gelin bizim için çalışın” türünden bir
tutum takınmamıştır. CHP bunu önermişse onu biz bilemeyiz. Eğer böyle bir şey
varsa, belirsiz, dolaylı olarak HDP’yi özellikle teşhir etmeyi ya da
itibarsızlaştırmayı hedefleyen “toplum mühendisliği” hesabıyla
davranılmamalıdır. İkiyüzlü, örtülü açıklamalar yerine ne anlatılmak
isteniyorsa o namusluca söylenmelidir ya açıklanmalıdır. Müftüoğlu ortaya bir
sis bombası atıyor. Saman altında su yürütme politikası yapıyor. Hemde en
berbatından! Dahası HDP, ÖDP ile yaptığı görüşmelerde, örneğin son görüşmede, ki
bu toplantı Demirtaş’ın da katıldığı toplantıdır, mebusluk üzerine herhangi bir
öneri yapmamış, milletvekilliği üzerinden pazarlık konusu olan veya olabilecek
hiçbir bir şeyi gündeme getirmemiştir. Müftüoğlugiller zihniyetinin CHP ile
neler görüştüğünü, karşılıklı birbirlerine ne gibi öneriler yaptıklarını ya da CHP’nin
“size bir-iki milletvekili verelim gelin bize çalışın” deyip demediğini de
bilmiyoruz. Ama kesin olan şudur ki HDP ÖDP ile böyle bir pazarlık içerisinde
olmamış, süreci tartışmakla, birleşik hareket etmenin gerekliliğiyle, dostça birlikte
yürümenin önemi temelinde ilişkilenmiştir. Müftüoğlu bu tip açıklamalarla başta
ÖDP kadroları ve tabanı olmak üzere BHH’de yer alan, BHH’nin etkilediği
kitleler içerisinde HDP’ye karşı bilinçli bir antipati ve önyargıyı kışkırtmak
istiyor ya da bunu hedefliyor. Bu kesimlerden HDP’ye gelebilecek, oy
verebilecek kesimleri manipüle etmeye uğraşıyor. Böylece tasfiyeci, sosyal
şoven, pasifist, dar grupçu perspektif ve yönelimini de kılıflayarak
meşrulaştırmaya çalışıyor. Birde buna “Zaten siyasi partiler ve seçim sistemi
usulleri gerçek bir ittifak siyasetine izin vermiyor.” açıklamasını ekliyor. Ekliyor ama bunu
manipülasyon amacıyla kullanmak için! Hani derler ya “Oynamayan gelin yerim dar
der.” Diktatörlüğün bu engelinin aşılmasının olanaklı olduğunu, buna uygun
biçimler bulunabileceğini ve olduğunu pekâlâ Müftüoğlu da biliyor… Söz konusu faşist
yasal engele karşın Müftüoğlu’nun HDP ile “gerçek bir ittifak siyaseti”
kurulabileceğini göremediğini düşünmek safdillik olacaktır. Gerçek şu ki,
“Abdestsiz sofuya namaz dayanmaz!” tablosuyla karşı karşıyayız. Mesele bu. Müftüoğlugiller
zihniyetinin en önemli derdi gerçekte CHP ile bir seçim ittifakı kurmak, HDP’yi
de CHP’ye yedeklemekti(r). Ama bunu başaramadılar, BHH olarak da başaramadılar.
Anlaşılıyor ki CHP de istediklerini vermedi, beklentilerini karşılamadı. Nüftüoğlu’nun
yukarıdaki sözleri ve ifade biçimi açık bir hayal kırıklığını da dile
getiriyor. Ayrıca BHH de seçim politikası babında iç birliğini koruyamadı…
Müftüoğlugiller zihniyetinde devrimci olan hiçbir şey yoktur.
Kemalizm’in, sosyal şovenizmin yörüngesinde dönüp dolaşan bir perspektif ve
duruşun nesi devrimci olacak ki?! HDP’nin % 10’luk barajı yıkarak aşması
somutunda Amerikan işbirlikçisi dinci faşist AKP iktidarına, onun şahsında da
faşist diktatörlüğe ağır bir darbe indirecek politik bir fırsat ve olanakla
karşı karşıyayken, bu fırsatı, bu olanağı fütursuzca tepip geçen Müftüoğlu
duruşunda hangi devrimcilik varmış acaba!!! Lafla peynir gemisinin yürümeyeceği
ise açıktır. Evet, doğrudur, seçimlerden sonra herkes gerçek durumu daha iyi
görecek. Takke düşecek kel iyice görünecek. Şunun şurasında seçimlere ne kadar
kaldık ki zaten…
Sorulan soru şu: “Kürt
hareketinin seçim sürecinin başından itibaren Haziran’a ve özelde ÖDP’ye
çağrıları oldu. Daha önce de farklı biçimlerde HDP’ye katılma yönünde çağrı ya
da eleştiriler de yapılmıştı. Kürt hareketi ile devrimci hareketin ilişkisini
bu çağrı ve eleştiriler noktasında nasıl değerlendiriyorsunuz. HAZİRAN’ın
bağımsızlığı ne ifade ediyor?”
Geçerken hatırlatmakla
yetiniyoruz: “HAZİRAN’ın bağımsızlığı”nın (siz BHH olarak, BHH ruhu olarak
okuyunuz) anlamı şudur: Egemen ulus milliyetçiliğine (ulusalcılık), Kemalizm’e,
sosyal şovenizme, reformizme, legalizme bağımlılığın ta kendisi… Burada söz
konusu olan şey ya da sözde bağımsızlık, burjuvaziye ideolojik olarak bağımlı
olan küçük burjuvadır, küçük burjuvazidir… Yani “Aşağı tükürsen sakal, yukarı
tükürsen bıyık.”
Müftüoğlu’nun soruya
verdiği yanıt ise şöyle:
“Bu tür çağrılar sadece seçim süreciyle sınırlı değil,
öteden beri açık veya dolaylı yoldan yapılıyor. Yol TV’de yapılan bir söyleşide
Cemil Bayık’ın ‘Türkiye solunun Kürt hareketinin etrafında birleşmesi
gerektiği’ şeklinde açıklamaları olmuştu. Mustafa Karasu’nun da benzer şekilde
özellikle bize yönelik öneri ve çağrıları oldu. Bu arkadaşların
samimiyetlerinden hiç kuşkum yok. Ama ben bunun hem kendileri açısından hem de
bizim açımızdan doğru bir yol olduğunu düşünmüyorum.”
Bizim bakımımızdan sorun “Türkiye solunun Kürt hareketinin
etrafında birleşmesi” sorunu değildir ve olamaz da. HDK ve HDP’nin oluşumu,
eşitsiz güç ilişkilerinden hareketle (ki bu, öncelikle sınıf mücadelesinin ve
devrimin eşitsiz gelişmesi olgusuyla bağlıdır) böyle de değerlendirilemez.
Sorun, Türkiye’nin, Kürdistan’ın, dahası Ortadoğu’nun temel politik sorunu olan
politik özgürlüklerin kazanılması sorunuyla
bağlı bir sorundur. Halkların kardeşliği, ezilenlerin birliği çizgisinde
birleşik mücadelenin geliştirilmesi sorunudur. Somut politik koşullarla bağlı
olarak bir birleşik cephe harekâtının geliştirilmesi, giderek büyütülmesi
sorunudur. Bu harekâtın, emperyalizme, faşizme, gericiliğe karşı mücadelede
etkin bir araç olarak geliştirilmesi meselesidir. Bir devrimci olanağı
mücadelenin önünü açmak amacıyla işlevsel kılma yönelimidir… Ki daha işin
başındayız. Sürecin çelişkili ve karmaşık yollardan gelişeceği, kendi içinde
ciddi riskler barındırdığı ve barındıracağı açıktır. Dahası, belli koşullarda
yeniden yapılanarak biçimlenmesi gerektiği, süreç içerisinde
geliştirilebileceği gibi belli koşullarda dağılma riski taşıyabileceği de
açıktır… Yani ortada dikensiz bir gül bahçesi yok. Fakat risk almak, bedel
ödemek, politik mücadelenin doğasında vardır. Devrimci imkânları realize etmek,
potansiyel enerjiyi kinetik enerjiye dönüştürmek, böylece yeni devrimci imkânlara
kapı açarak politika yapmak devrimci, sosyalist politikanın doğasında ve işin
gereklerinde vardır. Risk almaktan ve savaşmaktan kaçanların, devrimci ve
ilerici olanakları daha ileri sıçramanın aracı haline getirmeyenlerin, bundan
uzak duranların, steril ortamlarda politika yapacağını düşünenlerin devrimci
bir gelecek tasavvuru olmadığı açıktır ya da çok saf oldukları söylenebilir. Kuşkusuz
ki kaşarlanmış oportünistlerin bu kadar saf olacağını düşünmek ise, olanaklı
değildir…
Ortada HDK ve HDP’yi oluşturan politik güçler var. Bu
güçlerin kurduğu ve yeni güçlerle de sürekli kendisini geliştirmeye, yenilemeye
açık, esnek bir yapı var. Kurulmuş olan bu bağlaşma, kendisini “Kürt hareket
etrafında birleşmiş” bir yapı olarak da tanımlamıyor. Belki de HDK ve HDP
içerisinde yer alan kimileri sorunu böyle tanımlıyor olabilir ya da kendisine
bu pencereden bakıyor olabilir ama bu, farklı bir şeydir. Zaten Müftüoğlu
zihniyeti HDP’yi bu pencereden görüyor ve lanse ediyor. Oysa Müftüoğlu’nun HDK
ve HDP’nin kendisini söz konusu tarzda tanımlamadığını bilmediğini düşünmek
aptalca olacaktır. Müftüoğlugiller familyası sorunu öteden beri yukarıdaki biçimde
yansıtarak gerçekleri saptırmaktadır. HDK ve HDP temel belgelerinde ve yetkili
kurumlarının temel açıklamalarında sorunun nasıl koyulduğu açıktır… Burada
gizli-saklı olan hiçbir şey de bulunmamaktadır. Müftüoğlu PKK yetkililerinin
çeşitli açıklamalarına şöyle ya da böyle atıfta bulunarak, çubuğu kendinden
yana bükerek, dahası dolaylı mesajlarla hem HDK ve HDP gerçeğini çarpıtmakta hem
de bunu HDP’den uzak durmanın, seçim sürecinde dahi HDP’den uzak durmanın
manipülatif bir aracı haline getirmektedir. Bu küçük burjuva liberal zihniyet,
ezen ulus milliyetçiliğinin, sosyal şovenizmin etkisi altında olan, dolayısıyla
PKK’ye, Kürt hareketine karşı önyargılı olan birey ve kesimlerin, kitlelerin
geri yargılarına oynayarak, bu önyargıları geliştirerek kendisini gizlemeye
çalışmaktadır. Dahası bu yöntemle ulusal demokratik hareketle bağlaşma kuran,
keza HDK ve HDP’de yer alan ilerici ve devrimci politik kuvvetlere karşı da
önyargıları sinsice kışkırtmaktadır. Bu yöntem ve perspektifi, dolaylı ama açık
bir manivela olarak kullanıp HDK/HDP’ye karşı önyargıları da kışkırtıp kendisini
temize çıkarmaya uğraşmaktadır.
Müftüoğlu şöyle devam ediyor:
“Kürt hareketi hem ideolojik-toplumsal temelleri bakımından
hem de eyleminin muhtevası bakımından ulusal karakterli bir harekettir.
Birçoğunu tanıdığımız yöneticilerinin sol düşünceli insanlar olması bu gerçeği
değiştirmez.
Doğrusuyla yanlışıyla büyük bedeller ödenerek yürütülen silahlı mücadele süreci, başlangıçtaki bağımsız bir Kürt devleti kurma hedefine ulaşamamış da olsa, feodal bir toplumsal yapı altında yaşayan Kürt halkının örgütlü bir politik toplum niteliği kazanmasını sağladı. Bu sürecin (olumlu-olumsuz) bütün özelliklerini taşıyan ve ülkemizin içinden geçmekte olduğu olağanüstü kaotik ortamı içinde ciddi bir devrimci demokratik dinamik olarak gördüğüm bu hareketin çok farklı tarihsel, ideolojik temelleri olan sol hareketlerle basitçe birleştirilerek dönüştürülmesinin mümkün olmadığını düşünüyorum. Kürt hareketiyle sosyalist-devrimci sol hareketler arasındaki doğru ilişkinin de bu şekilde sağlanamayacağını düşünüyorum.”
Doğrusuyla yanlışıyla büyük bedeller ödenerek yürütülen silahlı mücadele süreci, başlangıçtaki bağımsız bir Kürt devleti kurma hedefine ulaşamamış da olsa, feodal bir toplumsal yapı altında yaşayan Kürt halkının örgütlü bir politik toplum niteliği kazanmasını sağladı. Bu sürecin (olumlu-olumsuz) bütün özelliklerini taşıyan ve ülkemizin içinden geçmekte olduğu olağanüstü kaotik ortamı içinde ciddi bir devrimci demokratik dinamik olarak gördüğüm bu hareketin çok farklı tarihsel, ideolojik temelleri olan sol hareketlerle basitçe birleştirilerek dönüştürülmesinin mümkün olmadığını düşünüyorum. Kürt hareketiyle sosyalist-devrimci sol hareketler arasındaki doğru ilişkinin de bu şekilde sağlanamayacağını düşünüyorum.”
Kürt hareketinin ulusal demokratik bir hareket olması,
farklı “ideolojik ve toplumsal temeller”e dayanması vb. onunla bir bağlaşma
politikasından uzak durmayı gerektirmez. Aksine devrimcilik, sosyalistlik
iddiası olan ve kendisini böyle lanse eden bir politik güç bakımından yapılması
gereken şey, böyle “ciddi bir devrimci demokratik dinamik”ten uzak durmak değil,
ideolojik-siyasi bağımsızlığını koruyarak emperyalizme, sömürgeci faşist
diktatörlüğe (ve dinci faşist iktidara) karşı sağlam bir ittifaklar politikası
ile güç ve eylem birliği yapmaktır. Oysa Müftüoğlu, PKK’nin ulusal demokratik
kimliğini, ideolojisini vs. araçsallaştırarak devrimci-demokratik olmaktan da
sosyalist olmaktan da uzak bir analiz yapıyor; uluslararası devrimci-demokratik
ve komünist hareketin tarihsel tecrübesinden de ne kadar uzak olduğunu, daha
doğrusu ne kadar koptuğunu, “unuttuğunu” yansıtmış oluyor.
Ayrıca okuyucunun dikkatini yukarıdaki paragrafa bir kez
daha çekmek istiyoruz; ne diyordu bay Müftüoğlu; “bu hareketin çok farklı
tarihsel, ideolojik temelleri olan sol hareketlerle basitçe birleştirilerek
dönüştürülmesinin mümkün olmadığını düşünüyorum. Kürt hareketiyle
sosyalist-devrimci sol hareketler arasındaki doğru ilişkinin de bu şekilde sağlanamayacağını
düşünüyorum.”
Bir kere kimse PKK ile sosyalistlerin birliğini ya da gidip
PKK’ye katılmayı tartışmıyor ki! Sorulan soruda da bu yok?! Peki o halde PKK
ile “sol hareketler”in “basitçe birleştirilerek dönüştürülmesi” gibi bir
tartışma ve açıklamasının ne işi var burada? Böyle bir açıklamayı araya sıkıştırmanın
hedefi ne? PKK ile birleşmek isteyen, katılmak isteyen elbette ki kendi özgür kararıyla
gidip katılabilir ya da birleşebilir vb. Buna kimsenin diyeceği bir şey de olamaz
ya da bu adımı yanlış bulanların da eleştiri özgürlüğü vardır vs. Peki ama
Müftüoğlu neden sorunu bu şekilde koymaya ya da yansıtmaya çalışıyor? Müftüoğlu, yukarıdaki cümlenin hemen
devamında, aynı paragraf içerisinde, şunları söyleme gereksinimi hissediyor;
birlikte okuyalım:
“Belki kastedilenin böyle organik bir birleşmeden çok örneğin HDP etrafındaki (cephesel) bir ittifak ilişkisi olduğu söylenecektir.”
“Belki kastedilenin böyle organik bir birleşmeden çok örneğin HDP etrafındaki (cephesel) bir ittifak ilişkisi olduğu söylenecektir.”
Demek ki söz konusu olan “sosyalistlerin birliği” gibi bir
sorun değil, bir cephe birliğidir. “Belki de kastedilen” sözleri de demagoji
yüklü; belkisi-melkisi yok, laf cambazlığına da manipülasyona da gerek yok. Biz
ulusal demokratik hareketin bugüne dek örneğin ÖDP’ye PKK’ye “katıl” ya da “sosyalistlerin
birliği” babında PKK’de birleş çağrısı yaptığını görmedik. (Kuşkusuz
bilmediğimiz bir durum varsa, o ayrı…) Bizim gördüğümüz şey, PKK’nin, ÖDP’nin
de HDK/HDP oluşumu içerisinde yer alması isteği, HDP’de yer almak istemiyorsa
HDP ile bir seçim ittifakı kurması çağrısıdır vb.
Kanımızca Müftüoğlu’nun lafı, sosyalistlerin birliği,
PKK’ye katılım, organik bir birleşme gibi diyarlara çekerek izahlarda
bulunması, dikkatleri gerçekte olmayan bir tartışmaya vb. yöneltmesi maniplatif
amaçlıdır. Zaten o zayıflığının bilincinde olduğu için ki, hemen ardı
sıra manevra yaparak “Belki de kastedilen” cephesel “bir ittifak ilişkisi”dir
deme gereksinimi duyuyor. Oysa sorunun bir cephe ya da cephesel bir birlik,
olmuyorsa bir seçim bağlaşması vb. olduğu ise zaten açıktır.
Yukarıdaki sözlerin hemen devamında, Müftüoğlu şu “analiz”i
yapıyor: “Bu başka bir bağlam içinde tartışılması gereken bir durumdur. HDP
giderek sol içindeki (yetmez ama evetçilik gibi) ideolojik, politik bakımlardan
sorun yaşayan bütün unsurların doluştuğu bir görünüm kazanmış durumda. ÖDP gibi
dışarda kalan partileri (CHP siyaseti yapmak gibi gerekçelerle) sürekli eleştiren
EMEP’in hangi nedenle HDP içinde barınamaz hale geldiği de bilinmiyor. Bu
durumda böyle bir tartışmanın HDP dışındaki geniş kesimler içinde ciddi bir
destek ve umut yaratan Birleşik Haziran Hareketi gibi bir hareketi dikkate
almadan (hele sadece bir baraj aşma meselesi çerçevesinde) sürdürülmesinin
doğru olmayacağını düşünüyorum.”
Güzel. Şimdi de biz söyleyeceklerimizi söyleyelim.
Birinci olarak, bir cephe birliğinde karşı devrimci olmayan
(kaldı ki belli özel tarihsel ve politik koşullarda taktiksel amaçlı, geçici,
koşula bağlı bu tip bağlaşmalar da, örneğin II. Dünya Savaşı yıllarında… veya
Çin’de Çan Kay Şek kliği ile… gibi olabilir ya da Kobani direnişi sürecinin
belli aşamasında ortaya çıkan doğrudan bir ittifak ilişkisi olmaksızın nesnel
ve geçici bir yan yana gelme gibi…) politik ve toplumsal kesimler; örgütlü
çevrelerden bireylere kadar uzanan ya da açılan bir çizgide ittifaklar
olabilir; bunun yadırganacak bir yanı da yoktur.
İkinci olarak, dün zaaflı olan ya da pek çok zaaf (söz
gelimi “Yetmez Ama Evet!” diyenler gibi) göstermiş güç ve çevrelerin bir
birleşik cephe içerisinde yer alması da doğaldır. Ayrıca HDK/HDP platformunun,
başta devrimci hareketin zaafları nedeniyle olmak üzere çeşitli nedenlerle
örgütsüzleşmiş ama ilerici, devrimci kişiliğini koruyan, arayış içerisinde olan
bireylere de kendini örgütleme, ifade etme, kendini bulma noktasında da önemli
bir alan açtığı önemli bir olanak sunduğu hatırlatılmalıdır. Burada söz konusu
olan komünistlerin birliği falan değildir. Burada söz konusu olan ilerici
demokratik, devrimci-demokratik, komünist devrimci akımların mücadelenin genel
çıkarları için (ki dar grupçu, pragmatik hesaplarla katılanlar da olacaktır ya
da olabilecektir) cephesel bir güç ve eylem birliği yapmasıdır. Kaldı ki sınıf
mücadelesinde, devrim ve sosyalizm sürecinde sadece güvenilir müttefiklerle
hareket edilmez, tutarsız, yalpalayan, güven vermeyen geçici yol arkadaşları da
olacaktır. Devrimci ve komünist hareketin bütün tarihsel deneylerinin
kanıtladığı gibi, devrimci proletarya ve devrimci-demokrasi devrim savaşında
tutarsız, yalpalayan, geçici yol arkadaşlarıyla da geçici bağlaşmalar kurar, bu
kategorileri de yanına çekmeye, olmuyorsa tarafsızlaştırmaya vb. önem verir ve
verecektir de…
Üçüncü olarak Müftüoğlu’nun, Müftüoğlugiller zihniyetinin
bunları bilmediğini, anlamadığını sanmak aptallık olur. O ve o zihniyet bu
gerçekleri bilir bilmesine de ama saflık, temizlik, lekesizlik falan demagojisi
yaparak, sözde bağımsızlık gösterileri sergileyerek mücadelenin yakıcı devrimci
görevlerinden nasıl kaçındığını, devrimi ve devrimin genel menfaatlerini çoktan
terk ettiğini gizlemeye çalışır; nesnel olarak AKP ve diktaya hizmet eden
zaaflarını örtmeye uğraşır; HDK/HDP’yi gözden düşürmeyi hedefler. Gerçek tablo
bundan ibarettir.
Dördüncü olarak, Müftüoğlu, EMEP’in zaaflı duruşunu son derece
kötü bir şekilde kullanarak, kendi tasfiyeci oportünist ve bölücü çizgisini
aklamaya çalışmaktadır. Bu doğru bir tavır değildir. EMEP’in HDP’ye
katılmamasını karanlık bir olay gibi
pazarlayarak ve öne sürerek bir yandan devrimci ve ilerici kamuoyu, ileri
kitleler nezdinde kendini maskelemekte,
diğer yandan böylece HDP’ye karşı kuşku ve önyargıları kışkırtmaya
çalışmaktadır. EMEP, HDP’ye niçin katılmadığını açıklamıştır. Doğru bulursunuz
ya da yanlış bulursunuz ama kalkıp bunu “EMEP’in hangi nedenle HDP içinde
barınamaz hale geldiği de bilinmiyor.” şeklinde karanlık ve belirsiz bir olay
gibi yansıtarak kuşku yaratıp yaymanın aracı haline getirirseniz, bu tutum, çok
berbat bir demagoji ve manipülasyondan başka bir anlama gelmez. Müftüoğlu’nun
bunu bilinçli bir şekilde yaptığına da kuşku yoktur. Kaldı ki EMEP, söz konusu
zaaflı tutumuna karşın HDK’da yer almaya devam etmektedir. Bu bir. HDP ile bir
seçim ittifakı kurarak yol almaktadır. Bu da iki. Peki ÖDP? Müftüoğlugiller
zihniyeti?..
Beşinci olarak Müftüoğlu ve zihniyeti postmodern,
postMarksist zihniyetin esiri olduğu halde, zeytinyağı gibi suyun üstüne
çıkarak demokratik, halkçı, ilerici, devrimci-demokratik bir dinamiği ve
mücadeleyi aydın narsizmiyle, küçük burjuva elitizmiyle, sosyal şovenizmle
biçimlenmiş kibirli bir saldırganlıkla mahkûm etmeye kalkmaktadır. HDK ve
HDP’nin Marksist-Leninist bir parti olmadığı bir cephe ya da cephesel bir
birlik olduğu ise zaten biliniyor. Dolayısıyla HDP içerisinde çok sesliliğin,
çok renkliliğin bir zayıflık değil, bir zenginlik olduğunu görmek zor olmasa
gerek. Aksine bu olgu, farklı düşünenlerin de bir arada olabileceğini, politik
özgürlük kavgası doğrultusunda birlikte mücadele etmenin olanaklı olduğunu ve olacağını
göstermesi bakımından da son derece değerli bir deneyimdir. Bu durum aynı
zamanda halkların birlik talebine de sahiplenmenin yapıcı ve mücadeleci bir
örneği oluyor. Ortak düşmana karşı ortak mücadele gelenekleri yaratıp
geliştirmede daha ziyade başarısızlıkla, dar grupçu rekabet ve çıkarlarla
parçalanmayı aşamayan “emekçi sol”un söz konusu zaafına karşı etkin bir mücadele
geliştirme çabasını ifade ediyor. ÖDP bundan üzüntü duymak yerine, bu
mücadeleyi geliştiren ve geliştirecek olan tablodan sevinç duymalıdır; içinde
ya da dışında ama omuz omuza yürümeye değer vermelidir. Doğru ve sağlıklı olan
da budur.
Altıncı olarak, Marksist Leninist parti teori ve pratiğine
reddiye yazarak, çok sesli, çok kanatlı vs. bir parti modelini savunan, ÖDP’nin
doğuşuna da yol gösteren bir zihniyetin savunucusu olarak Müftüoğlu’nun, farklı
sınıf ve tabakalar arasında ya da onlara öncülük iddiasını taşıyan kuvvetler
arasında gerçekleşen ve geliştirilmeye çalışılan bir birleşik cephe hareketi
içerisinde ideolojik ve siyasi bakımdan çok temel farklılıkların olmasını böylesine
küçümsemesi, horlaması garip bir çelişki oluşturuyor. Aslında garip olan bir
şey de yok, Müftüoğlu, ulaşamadığı ciğere pis demektedir. Devrimci enerjisi
çoktan tükenmiş, düzen içi sınırlara çekilerek başarısızlıklarla belirlenen ve
biçimlenen pasifit bir zihniyetin demagojik çıkışları ve propagandasıdır burada
söz konusu olan. Bunun ÖDP’ye de hayrı dokunmayacaktır.
Sonuç itibari ile Müftüoğlugiller zihniyeti için söylenecek
şey şudur: “Caminin kapısını bilmez, sofuluk taslar.”
Dileğimiz
zamanla ÖDP’nin kendi yanılgılarını görerek aşmasıdır.
Bitirmeden
birkaç olgunun altını çizmek istiyoruz.
Müftüoğlugiller
zihniyeti de içinde olmak üzere bazı politik çevrelerin öteden beri PKK’ye
yedeklenme, bağımsızlığı yitirme vs. vb. üzerine yaptığı eleştiriler dikkat
çekiyor. Söz konusu küçük burjuva reformist ve devrimci-demokratik çevrelerin
eleştirileri, esasen sosyal
şovenizmle bağlı da olsa, bir diğer neden de devrimci hareketin zaaflarında
aranmalıdır.
PKK’nin kendisini
“Marksist-Leninist bir parti” olarak tanımlamadığını biliyoruz. Yanı sıra HDP de
Marksist-Leninist bir parti değildir. HDP, demokratik, halkçı bir cephedir.
Önemli ve gerekli, geliştirilmesi gereken bir devrimci imkândır… Ancak sadece
HDP’ye endekslenmiş ya da esas olarak politik çalışması HDP’ye endekslenmiş bir
parti komünistse giderek komünist olmaktan çıkar. Böyle bir durum komünistlik
iddiasıyla, bir komünist partinin asgari ve azami politik amaçlarıyla
bağdaşmaz, tersine, böyle bir duruş tasfiyeyle ve HDP’lileşmeyle sonuçlanır. Hele
de eşitsiz güç ilişkileri koşullarında böyle
bir riskin olmadığını düşünmek ya da savunmak ya ideolojik-politik oportünizm
olur ya da aşırı bir saflık. Burada
ideolojik-siyasi bağımsızlığın özenle korunması ve ideolojik-politik bağışıklık sisteminin sistematik yetkinleştirilmesi gerekir.
HDP’nin misyonu, çizgisi ile bir komünist partisinin misyon ve çizgisi temelde farklı niteliktedir. Bu
niteliksel ayrıma dayalı düzenli bir ideolojik-siyasi donanımın geliştirilmesi,
dost ve düşman güçler önünde bu ayrım çizgilerinin eğilip bükülmeden, açık,
net, dobra dobra ortaya konulması; ideolojik mücadele, eleştiri ve tartışma
özgürlüğünün korunması ve gereklerinin yerine getirilmesi gerekir. Tersi,
oportünizm ve tasfiyeciliktir. Kendin olamazsan başkası haline gelirsin.
Marksist-Leninist
Komünistler politik özgürlük kavgasında Kürt ulusal demokratik mücadelesiyle
her bakımdan ortak mücadeleyi sonuna dek ikircimsiz
geliştirirken, temel ideolojik ayrılıklarını, asgari ve azami politik hedef ve amaçlarıyla bağlı
programatik farklılıklarını da etkin
biçimde ortaya koymakla da yükümlüdürler. İfade ettiğimiz iki yön, bir
bütünsellik içerisinde dost ve düşman tarafından teorik ve pratik olarak, açık
ve kesin olarak görülebilmelidir. Bu alandaki her yetersizlik, ideolojik
uzlaşma, bağımsızlığın her zedelenmesi komünist bir partiyi başka kulvarlara
götürür. İlkelerde katı, taktiklerde esnek olmak gerekir. Taktik esneklik de
ilke bozmaya tekabül etmeyecek. İdeolojik bakımdan postmodernizmle,
postMarksizm ile uzlaşmak postmodernizme, postMarksizme götürür. Burada da
sorun niyetlerle, dileklerle vs. ilgili değildir, aksine temel ölçüt, duruş ve
yönelimdir; halklarımızın dediği gibi “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz!”
Doğa gibi politik bağımsızlık ve ideolojik mücadele de boşluk tanımaz, ihmal
edilirse, o boşluk bir biçimde dolar… Bugünün yarını da var. Ve Lenin’in
vurguladığı gibi, komünist hareketten bağımsız demokratik propaganda ve
ajitasyon canlanıp, gelişip güçlendikçe, sosyalist propaganda ve ajitasyona,
proleter sosyalist ideolojik mücadeleye de daha fazla önem vermek gerekecektir.
Bu bağlamda da ortacı oportünizm kabul edilemez.
Küçük burjuva
demokratlarının komünistlere dönük salvo atışlarına da verilecek en iyi yanıt,
onların maskelerini düşürecek, manipülatif saldırılarını etkisizleştirecek
başlıca yol da yukarıda ifade ettiğimiz gelişme hattındaki duruştur. Demokratik
görevler ve mücadele ile sosyalist görevler ve mücadele bir iç bütünlükle ele
alınmalı ve sosyalist perspektife, nihai amaçlara bağlanmış olarak mücadelesi
verilmelidir. Marksist-Leninist program, günlük politik çalışma ve mücadeleye
de şartsız yön vermek zorundadır.