Translate

11 Kasım 2018 Pazar

ÖNDERLİK VE ''ÖNDERLİK'' ÜZERİNE III

ÖNDERLİK VE ''ÖNDERLİK'' ÜZERİNE
                                     III
Konuyu incelemeye yazımızın III. Bölüm'ünde de devam edeceğiz.
Komünist bir partide ayrıcalıklı/bürokratik kesimlerin, giderek sınıfsal katmanların oluşması, o partideki ölüme gidişin en önemli göstergelerinden birisidir. Bu katmanlaşmanın temelini küçük burjuvazi oluşturur. Sözkonusu ayrıcalıklı katmanların ortaya çıkması öncelikle aşağıdan/tabandan yukarı gelişmez, aksine yukarıdan/merkezden aşağı doğru gelişir. Önce bürokratlaşanlar, ayrıcalıklar kazanan, iktidar/yönetici olmaya ve kalmaya alışan, ayrıcalıklarını resmi ya da fiili olarak yasa katına çıkaran, bir geleneğe dönüştüren yukarısıdır; yani bu hastalık, daha doğrusu kanser, MK'dan başlayarak yönetici kategori içerisinde boy vererek gelişir, bir ahtopota dönüşür. Sapma, bozulma, çürüme tabandan değil, tavandan başlar. Bu gerçeğin altının özellikle çizilmesi gerekir. Bu bağıntıda ortaya çıkan iç mücadele proleterya ile küçük burjuvazi (son tahlilde burjuvazi) arasındaki mücadeledir. Bu süreç, sınıflı toplumun nesnel karakterinin kendisini parti içerisinde üretmesinin sonucudur. Ki bu süreç ve mücadele sayısız görünümler altında gelişir; ayrıcalıklı kesimlerin oluşup gelişmesi de mücadelenin bir alanı olarak aynı zemin üzerinde yükselir. Oysa biliyoruz ki, komünist partisi, parti içerisinde oluşan ya da oluşabilecek ayrıcalıklı katmanların (''çelik çekirdek''ler, ''stratejik önderlik''ler, sözde ''etkin birey''ler vs. dahil) varlığıyla; Marksizm-Leninizm'i, partiyi ve komünistleri ''Procrustes yatağı''na sığdırmaya çalışan teori ve pratiklerle, ''stratejik önderler''le de bağdaşmayan irade ve eylem birliğidir.
Vurgulamak gerekir ki, bu süreç, komünist partiler içerisinde, yeni tipten bir sınıfsal hiyerarşinin oluşup gelişme sürecidir. Önüne geçilemediği zaman komünist partileri komünist olmaktan çıkarır. Oysa herhangi bir komünist partisinin dünya görüşü, tarihsel ve politik misyonu ile bağdaşmayan bir şeydir bu. Çünkü komünist partilerin teorisi özel mülkiyetin tasfiyesini ve bu hedefe varmanın (geçici) politik aracı olarak proletarya diktatörlüğünü öngörür. Ki, komünist partilerin nihai amacı komünizmdir (sınıfsız toplum). Ve bu süreç, tüm sınıf ve tabakaların, ayrıcalıklı katmanların, sınıf hiyerarşisinin, yönetme ve yönetilme ilişkisinin ortadan kaldırıldığı, her bir bireyin, tüm toplumun özneleşmesinin sağlandığı bir teori ve pratiğe dayanan kesintisiz devrim sürecidir... Her komünist partisi ve komünist, teori ve pratiğini sistematik bir tarzda buna göre inşa edip geliştiremezse, yetkinleştiremezse, kaçınılmaz olarak giderek komünist olmaktan çıkar...
Hepimizin bildiği bir gerçek var; sınıflı bir dünyada yaşıyoruz ve komünist partiler steril bir ortamda, cam bir fanusun içinde değil, bilakis özel mülkiyet dünyasının her saniye baskı ve kuşatması altında yaşar ve o partileri de kuran ve can verenler de bu dünyanın içinden çıkarak orada konumlanmışlardır. Burjuva dünyanın baskı ve kuşatması partinin küçük burjuva kökenli, Marksizm Leninizm'i kavramamış ya da en istikrarsız kesim ve kadrolarının zaaflarıyla birleşerek ve durmaksızın kendisini üreterek partiyi ele geçirmesine yol açar. Bir partinin tarihsel ve güncel zaafları ve yetersizlikleri ise bu tükenişin, ideolojik ve örgütsel çürümenin boy atması ve canavarlaşması için eşi benzeri olmayan bereketli bir toprak sunar... Kesintisiz süren sınıflar mücadelesi dünyasında kendini durmaksızın yenileyerek önderlik misyonunu yerine getirmeyen bir partinin ise enternasyonal proletarya adına bir geleceği de olamaz. Bu bağlamda dünyanın en gelişkin partisi SBKP'nin deneyimlerinin (hem olumlu hem de olumsuz) derslerini etkin bir tarzda öğrenmek zorundayız. Kuşkusuz ki bu da yetmez, anlamlı, yol açan bir öğrenme için kendi tarihsel ve politik gerçekliğimizi komünistçe/Bolşevikçe eleştiri özeleştiri süzgecinden geçirmeyi de öğrenmemiz gerekir. Her iki alanda da geri kaldığımız, öncü değil ardçı konumlarda kaldığımız ise açıktır. Yıl 2018 ve biz hala, başta ''sosyalizmin sorunları'' olmak üzere adını hakkeden olgunlaşmış bir tartışma sürecini yaşayarak gerekli donanımı kazanabilmiş değiliz; bu olguyu revizyonist ''stratejik önderlik'' hikayesinden de çarpıcı bir tarzda görebiliriz...
Bizde istikrar kazanamamış küçük burjuva oportünist sapmaya dayanan bir katman oluşmuştur. Bu katman içerisinde de kastlaşmak isteyen (ömür boyu vazgeçilemez, hesap vermeyen, hesap soran, mutlak itaat edilmesi gereken) bir ''çelik çekirdek'', ''stratejik önderlik'' zihniyeti ve tarzı mevcut. Burada bu ayrıcalıklı katmanın merkezini oluşturan küçük burjuva önderlik teorisi ve pratiğinin, iyi niyetli mi kötü niyetli mi olduğu ya da yaşanan yabancılaşmanın merkezinde duran tasfiyeci yıkımın negatif karakterinin bilincinde olunup olunmadığı sorunu tümüyle ikincil bir sorundur ya da belirleyici bir sorun değildir. Belirleyici olan savunulan ve uygulanan anlayış ve tarzın nesnel içeriğidir; yaşanan sürecin nesnel karakteridir. Biz bununla ilgiliyiz.
Büyük, ilkesel düşüncelerin günün geçici çıkarları uğruna bu unutuluşu; bu, sonuçları hesaba katmaksızın anlık başarılar peşinde koşma, bu, hareketin geleceğinin onun bugününe kurban edilişi, ‘dürüst’ amaçlarla yapılmış olabilir; ama gene de oportünizm olarak kalır.'' (Lenin) Doğru yöntem, bakış açısı ve değerlendirme tarzı da budur. Mesela, sözde bir alçak gönüllülük gösterisi olarak ''Keşke başkaları olsa da yapsalar'' diyen bir kafanın/zihniyetin anlamı, ilk anda sözde çok masumane görünsede aslında, analiz edildiğinde bu sözlerin, kendilerini vazgeçilmez, herkesi kendilerine muhtaç (''el mahkum'') gören çürümüş zihniyeti temsil ettiğini vs. açıkça görebiliriz. Aslında bu kafa/sözler, kendini amaçlaştıran zihniyetin, partiyi ve kadroları araçsallaştıran ve hor gören/küçümseyen ilkel bir megalomaninin ruh halini de çarpıcı bir şekilde dile getirmektedir. “Dış görünüş ile şeylerin özü eğer doğrudan doğruya çakışsaydı, her türlü bilim gereksiz olurdu.” (Marks) Her şeyi bu gözle eleştirel incelemeye önem vermek zorundayız. MLKH'nın içerisine sürüklendiği ve uzun yıllara yayılmış olan bütünsel krizini de bu bakış açısıyla eleştirel incelemek zorundayız.
Gelecek vaddetmeyen ve geleceği güvence altına alma nitelik ve yeteneğinden yoksun, anlık ya da kısa erimli başarılarla kendinden geçmenin devrimi, sosyalizmi kazanmanın bir yolu olmadığı haddinden fazla açığa çıkmıştır. Başarı, kazanım ve gelişmeyi sınıf mücadelesinin, devrim ve sosyalizm kavgasının genel çıkarları ölçeği, mücadelenin stratejik ve taktik gereksinmelerinin ne kadar yanıtlanıp yanıtlanmadığı ölçeği yerine, grupsal dünyanın kendi için politika tarzını meşrulaştırmanın ölçeğinde, diğer grup ve partilerin bulundukları konumlarla kıyaslamalarla ölçülmesi; tersinden gerileme vb. dönemlerinde ise, “işte tablo bu, yalnız bizimle ilgili bir durum yok” vs. vb. mealinden ajitatif kıyaslama ve manipülasyonla durumu kurtarma ve meşrulaştırma, aynı tarzın tezahürleridir. Durumun teorisini yapmak ve bununla tatmin bulmak veya durumu kurtarmaya yönelmek oportünizmdir. Ama bu tür bir oportünizm de devrimci hareketin güncele de yön veren tarihsel tarzının içsel bir temel karakteristik özelliğidir. 71 devrimci hareketinin, 71 çıkışının, tüm zaaflarına karşın, iradi duruşu, teori ile pratiğin birliğine dayanan çıkışındaki kararlılığını ise şimdilik sadece hatırlatıp geçiyoruz.
Buradaki “başarı” şuradadır: Birkaç yıllık çıkış, ardından diktatörlüğün darbeleriyle bir geriye düşüş, uzun yıllara yayılan yeniden toparlanma çabaları; gerileme, durağanlık, ağır kriz süreçleri, krizin tasfiyeci yıkımları…
Bu bir kısır döngüdür. Bunca deneyime karşın, bu deneyimden köklü bir tarzda öğrenilemiyor. Böylece ilkeli, derin ve kapsamlı bir komünist devrimci yenilenme başarılamıyor. Güçlü bir tarzda sarsıcı olması gereken deneyimden eleştirel kapsamlı dersler çıkarmak yerine, ısrarla, bilinen idareimaslahatçı, dar pratikçi tarz korunuyor, hatta daha da kemikleşerek şu veya bu biçimde kendisini korumaya ve üretmeye devam edebiliyor. Bu kemikleşmenin sırtına oturmuş “önder”lerin, “önderlik”lerin hegemonyasını koruması veya yeni önderlikler adına benzer süreçlerin, kendini, kendi özgün koşulları içerisinde üretmeye devam etmesi çarpıcı bir durum olarak karşımıza çıkabiliyor. Kuşkusuz ki bu bakımdan her bir grubun kendisine özgü yanları, tarihin belli kesitlerinde farklı deneyimleri vb. bulunmaktadır. Ama ortaklaşan ve genel bir görünüm olarak ortaya çıkan bir tablodur söz konusu olan. Türkiye devrimci hareketinin tarihinin yalnız kadro değil, aynı zamanda bir önderler, önderlikler çöplüğü olması da rastlantısal değildir yani… Her şeye koşuşturan, hiçbir şeye yetişemeyen, yarım yamalak, yüzeysel, verimsiz, genelde başarısız bir çalışma tarzı ve önderlik, yarım doktorun candan, yarım imamın dinden çıkarması misali kadro, enerji, güç ve imkân tüketmesi, yaptığından çok yıkması, anlaşılırdır. Bu kadar başarısızlığa ve kısır döngüye karşın aynı tarzda ısrar, devrimci hareketimizin tarihsel geleneğinin oldukça istikrarlı, tutucu karakteristiklerindendir. Tasfiye edilen ya da bırakıp gitmeleri için zorlanan ya da bırakan kadroların ardından “o zaten şöyleydi, falanın zaten şu zaafları vardı” vb. vb. gibisinden sözde “açıklama” ve “analiz”ler kartopu gibi büyüyerek yuvarlanmakta, “son duyanın ilk görenden daha çok şey bildiği” garip bir tablo ortaya çıkmaktadır. Bu son derece kolaycı ve manipülatif  “analiz”ler eleştirdiğimiz önderlik anlayışı ve çalışma tarzının bir sonucudur. Oysa birey ve örgüt bağıntısında çubuk, kolektiflerin zayıflıkları, zaafları, yetersizlikleri yönüne kırılarak eleştiri ve özeleştiri silahı kullanılmalı, neden bu kadar çok sayıda kadro harcanıyor, kaybediliyor diye sorulmalı, gerçek nedenler açığa çıkarılmalı, meselenin derslerine dayanan yeni bir donanım kazanılmalıdır.
İlk yöntem, ucuz, kolaycı, tutucu, parti ve grupların zaaflarını örten; ikincisi ise nitelikli ideolojik ve örgütsel donanım geliştirici yöntemdir. Birinci yöntem, “diyalektik değildir, bilimsel değildir, teorik açıdan yanlıştır.” Evet, “ortam ve koşullar insanları yarattığı kadar, insanlar da ortam ve koşulları yaratır” Evet, “bireyin gerçek zihinsel zenginliğinin, tamamen, bireyin gerçek ilişkilerinin zenginliğine bağlı olduğu açıktır.” (Marx) Bunlar üzerinde de düşünmek ve dersler çıkarmak zorundayız. Bu soruna da sorumluluğunu üstlenmekten kaçan dar kafalılığın, devrimci kendiliğindenciliğin, grup ve önder ve ekip kültünün kafasından ve yüreğinden değil, gerçek ilişkilerin, çalışma tarzının, yönetme yönetilme ilişkisinin, kadro politikasının gözünden bakmak gerekir. Gerek herhangi bir devrimci parti ve grup gerekse de herhangi bir devrimci kadro, gelişimini tamamlamış, nihai sonucuna varmış bir yapı ve birey olamaz; sınıf mücadelesi durmaksızın yeni biçimler almakta, yeni sorunlar yaratmakta, yeni zorluklar üretmekte, mücadelenin zamanında önünün açılmasını, böylece kesintisiz bir yenilenmeyi gerektirmektedir. Donanıma, donanımın kesintisiz yenilenmesine, geliştirilmesine, böylece “birey”lerin de geliştirilmesine, eğitilmesine dayanan bir tarza ve kadro politikasına gereksinim olduğu açık ve kesindir. Eğiticilerin de daima eğitilmesi gerektiği asla unutulmamalıdır.
Şu veya bu biçimde yaşamını kaybeden her devrimcinin ardından samimiyetle üzülürüz, devrim sözü veririz; anıları ve erdemleri üzerinde konuşur, tartışır, öğrenmeye çalışırız… Peki, ama yaşarken ya da yaşamakta ve savaşmakta olan insanlara ne kadar değer verebiliyoruz acaba? Kuşkusuz ki burada söz konusu olan devrim ve sosyalizm kaçkınları, bilinçli yıkıcılar, bilinçli döküntüler değildir. Fakat devrim ve sosyalizm kavgasının her türlü zorluğunu göğüslemiş, zorlu sınavlardan geçmiş, yaşamını ideallerine, davasına, kavgasına adamış, az ya da çok katkılar yapmış devrimcilerin yitip gitmesinin ya da bitirilmesinin acısına ve deneyimlerine gelince, burada, genelde (hadi yumuşatalım, çoğunlukla) itici, acı verici, garip bir duyarsızlıkla, keyfiyetle biçimlenmiş bir tabloyla, gelenek ve tarzla karşı karşıyayız. Hem yeni bir dünyadan, yeni insan tipinden bahsetmek hem de ucuza ve kolayca kadro ve insan öğütmek, gerçek bir çelişkidir ve kuşkusuz ki bu, komünist ve devrimci hareketin gerçek bir çelişkisidir. Bin bir zorlukla kazanılan, eğitilen, gelişen ve geliştirilen devrimcilerin çoğaltılması yerine, ondan çok tüketilmesi MLKH da içinde olmak üzere devrimci hareketin gerçek yaralarından, kan kaybının önemli nedenlerinden birisidir.
İlkesel, ahlaki, vicdani, moral değerler açısından bu durumu kabullenmek, kanıksamak, doğal karşılamak devrimcilerin, devrimci parti ve grupların alışkanlığı, harcı olmamalıdır. Evet, bu mücadele sınıf mücadelesidir; gelen olur, giden olur ve olacaktır. En iyi dönemlerde bile bu, olacaktır. Ama üzerinde durduğumuz nokta bu nokta değildir… Burada söz konusu olan şey, dar kafalı kibirli bir zihniyettir, dar grup kültüdür, dar pratikçi tarzın insan öğüten karakteridir, dar pratikçi grup ve önderlik kültüdür, bunlarla iç içe geçmiş, kaynaşmış bürokratik elitisizmdir; bunlarla şekillenmiş kadro politikasıdır; “kadrolar en değerli hazinemizdir” lafazanlığıdır, vicdansızca insan öğütülmesidir, devrimci insanların kaderi karşısındaki ilkelliktir, duyarsızlıktır, buna alışılmış olmasıdır…
Devrimci hareketimiz başarısız tarzıyla bile daima çok sayıda yiğit devrimci, dava insanı da yetiştirmiştir; bunu başarmıştır ama bu olgu, eleştirel ele alınması, incelenmesi, derslerinin bilince çıkarılması gereken zaaflı bir gerçeğimizin görmezden gelinmesinin, manipüle edilmesinin aracı olmamalıdır. Aslında burada insan faktörüne yaklaşımda küçük burjuva karakterde ideolojik ve örgütsel yabancılaşmayla karşı karşıyayız. Bu yapısal zaaf ve aynı zamanda dar kafalı burjuva kibir ve tutuculuğun, teoriden, tarihsel deneyimden, kendi öz deneyimlerinden öğrenememesinin sonucu olarak sınıf düşmanın sınırsız bir kin ve zevkle yapmak istediği ama başaramadığı ve başaramayacağı şeyi, üstelik en korkuncu da kendi ellerimizle, yani kendi tarihsel ve yapısal zaaflarımızla, buradan da kaynaklanan yeni yeni yıkıcı faktörlerin etkisiyle yapmamızdır.
Mücadelenin hareketli gerçeği temelinde sorunlara çözüm gücü olamayan siyasal hareketler, sözgelimi devrimci hareketimizin önderlik anlayışı ve çalışma tarzı, başarısızlığıyla, verimsizliğiyle, donanımsızlığıyla, kısır döngüsüyle, idareimaslahatçılığıyla, grup ve önderlik kültüyle, bürokratik merkeziyetçiliğe dayanan yapısıyla vs. kadroları sistematik bir tarzda teorik ve pratik olarak eğitip geliştirememektedir. Kadroların bağımsız devrimci kişiliğe sahip, eleştiri gücü olan, fikirlerinin ve eleştirilerinin arkasında durabilen, bağımlı değil ama bilimsel devrimci bağlılıkta ifadesini bulan kişilikler olarak gelişmesi sağlanamamaktadır. “Birey”lerin (kadroların) iç demokrasi ve kolektivizm temelinde enerjik katılımcılığı güvence altına alınamamakta, daha ziyade biçimsel, isteneni onaylamakla şekillenmiş bir katılımcılıkla sınırlı, pratikte koşturan ve itaatkâr ve sorunlara bütünsel bakarak sorgulama niteliği kazanamamış ya da gelişmemiş bir kadro tipi yaratılmaktadır. Kısacası, her siyasal mücadele anlayışı, önderlik ve çalışma tarzı kendine uygun bir örgüt ve kadro tipi biçimlendirmektedir, böylece dar pratikçi, idareimaslahatçı, grubun idealize edilmesine dayanan çalışma tarzı da kendi insan tipini yaratmaktadır. Bu da ideolojik, siyasi, örgütsel bakımdan donanımlı ve donanımı sürekli gelişen bir kadro tipini değil, önemli zaaflarla, zayıflıklarla, geriliklerle şekillenmiş bir kadro tipi üretmektedir. Kolektiflerin niteliksel bakımdan zaaflı ve yüzeysel, geliştirici olmayan ortamı, işleyişi ve işlevi giderek kadro tüketen, kazandığından ya da yetiştirdiğinden çok, kolayca harcayan bir makineye dönüşmesine yol açmaktadır. Bu konu üzerinde de ilkeli, köklü, eleştirel bir değerlendirme, özeleştirel bir yenilenme, dersleriyle donanma sorunu MLKH de dahil devrimci hareketin önünde durmaktadır.
Hataları, zaafları, eksiklikleri temelinde parti ve kadroları eğitmek yerine ajitatif söylemle gerçekleri gizlemek duruşunda komünistçe olan hiçbir şey yoktur. Hele de böyle bir ''önderlik'' anlayışı, ''parti tarzı'', ''adanmış devrimcilik'', ''eleştirinin devrimci şiddeti'', ''devrimci romantizm'' kendini ne kadar vazgeçilmez, ne kadar başarılı olduğunun aracı olan bir propaganda ve ajitasyon aracına dönüştürülmüşse, bu, bu kodların arkasındaki gerçek zihniyet ve duruş gizlenerek yapılıyorsa, ki yapılan şey de budur zaten, bu tablonun ilkeli eleştirisi ısrarla yapılmalıdır. Bu durum aşılmalıdır.
''Sadelik'' ve ''alçakgönüllülük'' ardına gizlenmiş kibir en iki yüzlü, en çürümüş, en çirkin kibirdir. Küçük burjuva kibirin basit esiri, kendini beğenmişlik bataklığının dibi olan ve başkalarına şehit olmak için ileri diye haykırırken ve Demircioğlu gibi ikircimsiz en önde olması gerekirken bundan oportünist manevralarla kaçınan çürümüş zihniyet soruyor; ''Verdiğimiz şehitler doğru yolda olduğumuzu göstermiyor mu!''
Şehit vermek ne dün ne bugün ne de gelecekte doğru bir politika izlendiğinin ve ne kadar başarılı olduğumuzun ve kendini ''stratejik önder/lik'' ilan edenlerin ya da edecek olanların başarılı olduğunun kanıtı değildir ve olmayacaktır da! Örneğin bir DEV-SOL, DHKP-C geleneği ya da Maoist gelenek bizden, gerek birlik öncesi dönemden gerekse de birlikten sonraki dönemde çok daha fazla şehit vermiştir... Örneğin DHKP-C'nin sadece F Tipi'ne karşı direniş döneminde verdiği şehit sayısı 101-102'dir. DHKP-C savaşçıları adlarını tarihe kahramanca bir direnişle yazdırmışlardır. Ancak bu yiğitlik ve ağır bedel DHKP-C'nin ne doğru bir stratejik ve taktik bir çizgi izlediğinin ne de DHPK-C önderliğinin başarılı olduğu anlamına gelmiyordu.
Devrim ve komünizm için bir kavga varsa elbette ki şehitler de verilecektir... Enternasyonal proletarya ve onun öncü kuvvetleri ödedikleri bedellerin eşliğinde bu gerçeği daima vurgulaya gelmişlerdir... Burada sorun ilkel ve yolunu kaybetmiş küçük burjuva zihniyetin soruna bakış açısıdır, önderlik anlayışıdır, verdiği ''eğitim''dir.
Devrim ve komünizm şehitlerine değer vermenin özsel anlamı bir partinin, komünist partilerin kendi zaaflarıyla hesaplaşarak kavgayı geliştirmesidir. Durumun teorisini yapmanın, oportünist manevralar yapmanın, dar kafalı çıkarcılığın, tasfiyeci oportünizmi meşrulaştırmanın şehitlere değer vermeyle bir ilişkisi olamaz ve yoktur da.
Önümüzdeki bölümde sorunları işlemeye devam edeceğiz.
                                                                                          DEVAM EDECEK

                                                                                                     İrfan AZADKILIÇ



















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder