“Marksizm son derece derin ve çok yönlü bir doktrindir, bu nedenle, Marks'tan parçalanmış alıntıların –özellikle alıntılar uygunsuz bir şekilde yapıldığında - her zaman Marksizmden kopanların 'argümanları' arasında bulunabilmesi şaşırtıcı değildir.” (Lenin, Yoldaşlara Mektuplar)
Sosyalizmi sınıfsız komünist toplum olarak lanse edenler, bazı alıntılar yaparak, bakın işte gördüğünüz gibi, Marks, Engels, Lenin sosyalizmi komünizm olarak; sosyalizmi sınıfsız komünist toplum (komünizmin sınıfsız alt evresi olarak) görüyor derken, kimileri de demeye getiriyor.
Kavramların temeli nesnel gerçektir. Nesnel gerçek, bilinç ve iradeden, partilerden bağımsız, bizim dışımızda olan gerçekliktir. Nesnel gerçek (ve doğa ve toplumsal gelişmenin nesnel hareket yasaları) ne yaratılabilir ne de yok edilebilir. Bilinç, irade, özne nesnel gerçekliğin yansımasıdır. Özne, nesnel gelişme süreci üzerinde geciktirici ya da hızlandırıcı bir rol oynar...
Felsefi idealizmin nesnel temeli de toplumsal nesnel gerçektir. Fakat idealizm nesnel gerçekliğin tersyüz edilmiş biçimde çarpıtılmasıdır ya da çarpıtılmış nesnel gerçek olarak bilinçte dile gelmesi-getirilmesidir. Bu olgu, felsefi idealizmin tüm kavram ve kategorilerine damgasını basar.
Marksist-Leninist felsefe de (diyalektik materyalizm) nesnel gerçekliğe dayanır ve nesnel gerçekliğin bilimsel olarak dile gelmesini ifade eder. Bu olgu onun tüm kavram ve kategorilerine damgasını basar ve biçimlendirir. Marksist-Leninist felsefe doğanın (ve toplumsal gelişmenin) nesnel yasalarının bilinçli ifadesidir. Bu bilinç teori ve pratikte komünist partilerin iradesini, kavram ve kategorilerini, literatürünü biçimlendirir ve yönlendirir. Komünist teori ve pratikte kutsal olan hiçbir şey yoktur, o, hiçbir kutsallık tanımaz, o, devrimci ve eleştireldir. İdealizasyon, kutsallaştırma, dokunulmazlık Marksizm-Leninizm'e ve onun diyalektik materyalist felsefesine aykırı ve onun reddi demektir. Marksizm-Leninizm'i, proletaryayı, komünizmi, partiyi, önderleri, devrimi, şehitleri kutsallaştırmak felsefi idealizmdir, mistisizmdir, romantizmdir, dogmatizmdir... Bu olgu, Marksizm-Leninizm'in bilimsel bilincine, ruhuna, ilke ve yöntemine, eleştirel karakterine ve kavramlarına yabancıdır; onun her düzeydeki revizyonu ve tasfiyesidir.
İdeolojiler, partiler, kavramlar tarihsel ürünlerdir. Bir tarihsel sürecin içerisinde çıkar, gelişir ve biçimlenirler. Bu tarihsel hareketin nesnel temeli, hareketli nesnel toplumsal gerçektir, nesnel karaktere sahip sınıflar ve sınıflar mücadelesidir...
Bu çerçevede kavramlarla dilediğimizce oynayamayız. Onlara paşa keyfimize göre anlamlar yükleyip ideolojik mücadelede kullanamayız. Marksizm-Leninizm, proletaryanın dünya görüşüdür; proletaryanın kurtuluş hareketinin teorisi, bilinçli ifadesidir. Marksizm-Leninizm ustaları tarafından ortaya koyularak geliştirilen proletarya sosyalizmi, dünya proletaryasının, dünya komünist işçi hareketinin, dünya devrimler sürecinin pratiğinin ve deneyimlerinin eleştirel devrimci bilimsel sistematik dile getirilmesi ve pratiğe yol gösteren silahtır. Dolayısıyla Marksist-Leninist literatür, proletaryanın damgasını taşır, proletarya dışı sınıf ve tabakaların teori ve pratiğinin literatürü ile kendi arasına kesin, net ideolojik ve pratik olarak sınır çeker.
Hareketli nesnel gerçeğin gündemleştirdiği sorunlarda yeni kavramların üretilmesi gerektiğinde de söz konusu ilkesel ve ideolojik sınır çizgisinin kesin bir şekilde korunması ve böylece geliştilmesini gerekir. Bu kavramlar, kavramlaştırmalar proleter dünya görüşü ile burjuva (ve küçük burjuva) dünya görüşü arasındaki sınır çizgilerini belirsizleştiremez; ayrım çizgilerini yok sayamaz. Yine bu bağlamda Marksist-Leninist teorinin sosyalizm ve komünizm teorisine ve sosyalist inşanın deneyimine karşı sözde ustalara dayanarak reddiye yazılamaz. Alıntıların çarpıtılmasına dayanarak oportünizm ve Troçkizm'e, post-Marksizme karşı mücadele edilemez. Alıntılar, sözde bir Marksizm adına (kamuflaj taktiği/yöntemi) tasfiyeciliği, Marksizm-Leninizm'in yadsınması olan ideolojik (ve örgütsel) yabancılaşmanın aracı haline getirilemez.
Birkaç örnekte meseleye hep birlikte bakalım.
“Proletarya, devlet erkliğini ele geçirir ve üretim araçlarını önce devlet mülkiyeti durumuna dönüştürür. Ama, bunu yapmakla, proletarya olarak kendi kendini ortadan kaldırır, bütün sınıf farklılıkları ile sınıf karşıtlıklarını, ve aynı biçimde, devlet olarak devleti de ortadan kaldırır.” (F. Engels, Anti-Dühring, s. 443, açE.)
Marks ve Engels'in kapitalizmden komünizme geçiş sürecini, sosyalizm ile komünizm arasındaki ayrımı, diyalektik gelişme sürecini nasıl ele aldıklarını yakın dönemde yayınladığımız yazı serisinde işlemiştik. Bu açıdan yeniden girmek gerekmiyor. Fakat yukarıdaki alıntıya dayanılarak Marksizm'in sosyalizmi komünizm (sınıfsız toplum) olarak gördüğü iddia ediliyor.
Oysa alıntıdaki ayrım çok açık, “Proletarya, devlet erkliğini ele geçirir ve üretim araçlarını önce devlet mülkiyeti durumuna dönüştürür.'' Devletin olduğu toplum biçimi komünizmin alt evresi olan sosyalizmdir. Komünizmde sınıflar, sınıf mücadelesi, sınıf mücadelesinin aracı olan ideoloji, devlet, parti (vbg.) sonlanmıştır.
Proletarya proleter devrimin zaferine bağlı olarak egemen sınıf (proletarya diktatörlüğü) olarak örgütlenmiştir. Temel üretim araçları devletleştirilmiştir. Mülkiyet henüz devlet mülkiyetidir. Sosyalist mülkiyetin bir biçimi ama daha geri bir biçimi (grup mülkiyeti) olarak kolhoz mülkiyeti vardır. Komünizmin alt evresi olan sosyalizmden komünizme geçiş süreci başta devlet mülkiyeti olmak üzere tüm halkın mülkiyetinden tüm toplumun mülkiyetine geçiş sürecidir. Bu, sınıfsız komünist mülkiyettir. Komünistler eşitlikten hukuki eşitliği değil ''ekonomik eşitliği'' anlar ve bu da ''Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinmelerine göre'' ilkesinde somutlaşır. Sosyalizmin ilkesi olan ''Herkesten yeteneğine, herkese emeğine göre'' ilkesi henüz ''ekonomik eşitlik'' (sınıfsız toplum) değildir; ekonomik eşitsizlikten, burjuva ufkunun dar sınırlarından ekonomik eşitliğe gidişte/geçişte bir alt evredir. Sınıfların yok oluşunun maddi temelini ''ekonomik eşitlik'' oluşturur. Bu gelişme düzeyine sınıfsız toplumda (komünizmde ya da olgunlaşmış komünizmde, yani kendi bağımsız maddi temelleri üzerinde yükselen ve gelişen bir toplumda, yani komünist toplumun üst evresinde) ulaşılmış olunur. Burada mülkiyet, sınıfsız bir mülkiyet, tüm toplumun mülkiyetidir; çünkü sınıflı toplum artık aşılmıştır; tüm halkın mülkiyeti, kolhoz mülkiyeti artık yok olmuştur; var olan şey, komünal sınıfsız mülkiyettir.
Proletarya kapitalist üretim tarzının temel tarihsel ürünüdür. O, modern ücretli köleler sınıfıdır. Kapitalizmde özel mülkiyetle bağlarını koparmış tek sınıf proletaryadır. Diğer tüm sınıf ve tabakalar özel mülkiyet temeline dayanır. Proletarya dışında diğer sınıf ve tabakalar özel mülkiyete son vermeyi değil, bu temel üzerinde kendi ekonomik-toplumsal sistemlerini kurmak ister. Proletaryayı ücretli köleliğe mahkum eden maddi temel özel mülkiyete dayanan kapitalizmdir. Proletaryanın teorisi özel mülkiyete son vermeyi, sınıfsız topluma geçmeyi öngörür. Kapitalist özel mülkiyete son vermekle proletarya, ücretli kölelikten kurtulur; böylece proletarya, proletarya olarak kendini ortadan kaldırır. Proletarya diktatörlüğünü kurmakla, temel üretim araçlarını devletleştirmekle, nihai hedefi olan komünizme ilerlemekle proletarya, ''proletarya olarak kendi kendini ortadan kaldırır, bütün sınıf farklılıkları ile sınıf karşıtlıklarını, ve aynı biçimde, devlet olarak devleti de ortadan kaldırır.” Proletaryanın elinde sınıflı toplumu hemen yok edecek bir sihirli deynek olmadığına göre, açık ki proletarya, sınıfsız komünist topluma (olgunlaşmış komünizm) henüz kendi bağımsız temelleri üzerinde yükselmeyen bir tarihsel ve toplumsal geçiş sürecine (olgunlaşmamış komünizm) dayanarak varacaktır.
Bir diğer alıntı;
''Sosyalizm sınıfların ortadan kaldırılması demektir.
Sınıfların ortadan kaldırılması için, önce, toprak sahiplerini ve kapitalistleri devirmek gerekir. Görevimizin bu kısmı başarılmıştır, ama bu sadece bir kısmıdır, üstelik de en zor kısmı değildir. Sınıfları ortadan kaldırmak için, ikincisi, fabrika işçisi ile köylü arasındaki farklılığı ortadan kaldırmak, bunların hepsini işçi yapmak gerekir.” (Lenin, Toplu Eserler, C. 8, Proletarya Diktatörlüğü Döneminde Ekonomi ve Politika)
“Sosyalizm, sınıfların ortadan kaldırılması demektir. Proletarya diktatörlüğü, sınıfları ortadan kaldırmak için elinden geleni yapmıştır. Ama sınıflar bir vuruşta ortadan kaldırılamaz.''
Lenin'in bu iki alıntısında, zaman zaman başka yerlerde de kullandığı ''Sosyalizm, sınıfların ortadan kaldırılmasıdır.'' ifadeleri geçer. Lenin buralarda sosyalizmi komünizm olarak kullanır. Gözü bu ifadeleri gören gerisine körce bakan gözler, işte görüyorsunuz Lenin de sosyalizmi komünizm, sınıfsız komünist toplum olarak görüyor vs. diyorlar. Bu ilkel ve cehalet kokan yorumlar Lenin'in hem teorisini hem de bu sözlerin geçtiği makaleleri, makaleden alınan alıntıları anlamadan, bazıları ise dosdoğru çarpıtarak sözde sorunları çözüyorlar. Sözgelimi yukarıda aktardığımız iki alıntıda da Lenin, ''Sınıfların ortadan kaldırılması için... bunların hepsini işçi yapmak gerekir.” ''Ama sınıflar bir vuruşta ortadan kaldırılamaz.'' analizlerinin üzerinden atlıyorlar. Biliyoruz ki, komünizm sınıfsız toplumdur ve özgür üreticilerin özgür birliğine dayanır. ''Herkesin işçi'' olduğu toplum, komünist maddi üretim ilşkilerine dayanan sınıfsız toplumdur. Ve komünizmle birlikte Marksizm-Leninizm yerini diyalektik materyalizme bırakır, böylece diyalektik materyalizm insanlığın dünya görüşüne dönüşür.
Lenin'i Lenin'in ve teorisinin karşısına koyanlar her zaman yaptıkları gibi, aşağıda söylediklerini ve defalarca söylediklerini görmemeyi yeğliyorlar;
“... (Genellikle sosyalizm denilen) komünist toplumun ilk evresinde ‘burjuva hak’ bütünüyle değil, yalnızca kısmen, yalnızca o ana kadar gerçekleştirilen ekonomik devrim ölçeğinde, yani yalnızca üretim araçları bakımından ortadan kaldırılmıştır... Ancak, ... toplumun üyeleri arasında ürünlerin dağıtımı ve emeğin paylaştırılmasında düzenleyici (belirleyici öğe) olarak varlığını sürdürür. ...'' diyen Lenin'i Lenin'le karşı karşıya getirerek yapılan ya da yapılacak tartışmalar, tartışma değil, ''tartışma''dır.
Marks şunları söylüyor;
“Bu sosyalizm genel olarak, sınıf farklılıklarının ortadan kaldırılması, sınıf farklılıklarının dayandıkları bütün üretim ilişkilerinin ortadan kaldırılması, bu üretim ilişkilerine uygun düşen bütün toplumsal bağıntıların ortadan kaldırılması, bu toplumsal bağıntılardan doğan bütün düşüncelerin altüst edilmesine varmak üzere, devrimin sürekliliğinin ilânıdır, zorunlu bir geçiş noktası olarak proletaryanın sınıf diktatörlüğüdür” (Marx-Engels, Seçme Yapıtlar, C.1, iMa., Birinci Baskı, s. 341, Sol Yay.)
Hileli ve demagojik savaşım yöntemleri kullanmayı bir sisteme, bir savaş tarzına dönüştürmüş Troçkist, oportünist çevreler, yukarıdaki alıntıda (veya benzer alıntılarda) geçen “sosyalizm” kavramı ile oynayarak, tahrif ederek, “İşte gördünüz mü Marks, kapitalizmden komünizme geçiş derken, sosyalizmi kastediyor, proletarya diktatörlüğünü de sosyalizme geçişle sınırlıyor, böylece Marks’ın sosyalizmin sınıfsız, kapitalizmin kalıntılarından arınmış, devletsiz toplum olduğunu savunduğunu görüyoruz” vs. diyorlar. Marks’ın vurguladığı, içeriğini açarak ortaya koyduğu komünizmin birinci ve ikinci evresi değerlendirmelerini; komünizmin alt evresinde üretici güçlerin henüz yetersiz geliştiği, işbölümü ve sınıfların, devletin var olduğu, bir diktatörlük aracı olarak proletarya diktatörlüğünün devletten devletsizliğe, olgunlaşmış komünizme geçiş aracı olacağı ve olduğu vb. değerlendirmelerini bir çırpıda bir kenara atılarak yapılan yorumlar teorinin tahrifidir. Marks ve Engels, eğer çevirilerle ilgili bir sorun değilse, yer yer, sosyalizm kavramını alt ve üst evre ayrımı yapmaksızın veya komünizmin üst evresi anlamında da kullanmışlardır. Ama bundan hareketle koskoca teoriyi hiçe saymak, tahrif etmek komünistlerin görevi olamaz.
Sosyalizmin sınıfsız, devletsiz, kapitalizmin kalıntılarının olmadığı bir toplum olduğuna, proletarya diktatörlüğünün kapitalizmden komünizme geçiş sürecinin değil, kapitalizmden sosyalizme (komünizmin alt evresine) geçiş sürecinin devleti olduğuna dair Engels de tanık olarak gösteriliyor. O halde hep birlikte Engels'i dinleyelim;
Alıntılar, Engels’in “Komünizmin İlkeleri” adlı yapıtından alınmıştır.
“Soru 17: Özel mülkiyeti bir çırpıda kaldırmak olanaklı olacak mıdır?
Yanıt:
Hayır, mülkiyetin ortaklaşalığını kurmak için mevcut üretici
güçleri, bir çırpıda gereken ölçüde artırmak ne kadar
olanaksızsa, böyle bir şey de o kadar olanaksızdır. Şu halde,
nasıl olsa yaklaşan proleter devrim, mevcut toplumu ancak yavaş
yavaş değiştirecek ve özel mülkiyeti ancak
gerekli miktarda üretim aracı yaratıldığı
zaman kaldırabilecektir.”(iba.)
“Soru 18'i yanıtlarken, yanıtta yer alan “Mevcut koşulların şimdiden zorunlu hale getirdiği” önlemleri sıraladıktan sonra Engels usta, şöyle der:
“Bütün bu önlemler, elbette ki, bir anda uygulanamazlar. Ama bunlardan herbiri, her zaman, bir ötekini gerektirecektir. Özel mülkiyete karşı ilk köklü saldırıda bir kez bulunuldu mu, proletarya, durumdan daha ileriye gitmek, bütün sermayeyi, bütün tarımı, bütün sanayii, bütün ulaşımı ve bütün değişimi gittikçe daha çok devletin elinde yoğunlaştırmak zorunda kaldığını görecektir. Bu önlemlerin hepsi de, bu gibi sonuçlara yolaçarlar; ve ülkenin üretici güçlerinin proletaryanın emeği ile çoğaltılması oranında bunlar, gerçekleşebilir hale gelecekler ve merkezileştirici etkilerini geliştireceklerdir. Nihayet, bütün sermaye, bütün üretim ve bütün değişim ulusun ellerinde yoğunlaştığında, özel mülkiyet kendiliğinden ortadan kalkacak, para gereksiz olacak, ve üretim o denli artmış ve insanlar o denli değişmiş olacaklardır ki, eski toplumsal ilişkilerin son biçimleri de yok olabilecektir.” (iba.)
“Soru 20:
Özel mülkiyetin nihai olarak
kaldırılmasının sonuçları neler olacaktır?
Yanıt:
Her şeyden önce, toplumun, hem bütün üretici
güçlerin ve haberleşme araçlarının kullanımını ve hem de
ürünlerin değişim ve dağıtımını özel kapitalistlerin
ellerinden alarak, bunları elde bulunan olanaklara ve tüm toplumun
gereksinmelerine uygun düşen bir plan uyarınca yönetmesiyle,
büyük sanayiin şu andaki işletilişinin bütün kötü sonuçları
ortadan kaldırılmış olacaktır. Bunalımlar son bulacaktır;
mevcut toplum sistemi altında aşırı üretim demek olan ve
sefaletin bunca büyük bir nedeni olan genişletilmiş üretim, o
zaman yeterli bile olmayacak ve çok daha genişletilmek zorunda
kalacaktır. Toplumun ivedi gereksinmelerinin ötesindeki aşırı
üretim, sefalet yaratmak yerine, herkesin gereksinmelerinin
karşılanması demek olacak, yeni gereksinmeler ve aynı zamanda da
bunları karşılayacak araçlar yaratacaktır. Bu, yeni
ilerlemelerin koşulu ve nedeni olacak, ve bu ilerlemeleri,
böylelikle, toplum düzeninde şimdiye dek hep olduğu gibi
kargaşalığa yolaçmaksızın başaracaktır. Manüfaktür sistemi
zamanımızın büyük sanayii ile kıyaslandığında ne denli
zavallı kalıyorsa, büyük sanayi de, özel mülkiyetin baskısından
bir kez kurtuldu mu, bugünkü gelişme düzeyini o denli zavallı
bırakacak bir ölçekte gelişecektir. Sanayiin bu
gelişmesi, topluma,
herkesin gereksinmelerini karşılamaya yeterli miktarda ürün
sağlayacaktır.
Aynı şekilde özel mülkiyetin baskısıyla ve topraktaki
parçalanmayla kösteklenen tarımda, mevcut iyileştirmelerin
uygulamaya konmasından ve bilimsel ilerlemelerden yepyeni bir hız
kazanacak ve toplumun emrine bol miktarda ürün sunacaktır. Toplum
böylece dağıtımını bütün üyelerinin gereksinmelerini
karşılayacak şekilde düzenleyebilmesine yeterli miktarda ürün
üretecektir. Toplumun çeşitli karşıt sınıflara bölünmesi,
böylelikle, gereksiz hale gelecektir. Yalnızca gereksiz olmakla
kalmayacak, bu, yeni toplum düzeni ile bağdaşmayacaktır da.
Sınıflar işbölümü yüzünden
varoldular, bu işbölümünün bugüne kadarki varlık
biçimi tamamıyla yok
olacaktır. Çünkü sınai ve tarımsal üretimi tanımlanan düzeye
getirmek için, mekanik ve kimyasal araçlar tek başlarına yeterli
değildir; bu araçları harekete geçiren insanların yetenekleri de
buna tekabül eden bir ölçüde geliştirilmelidir. Nasıl ki geçen
yüzyılda köylüler ve manüfaktür işçileri tüm yaşam
biçimlerini değiştirmişler ve büyük sanayie sürüklendiklerinde
bizzat çok farklı insanlar haline gelmişlerse, üretimin
toplumun tamamı tarafından ortak
yönetimi ve bunun sonucu üretimin göstereceği yeni gelişme de
çok farklı insanları gerektirecek ve aynı zamanda bunları
yaratacaktır. Üretimin ortak yönetimi, herbiri tek bir üretim
dalına bağlanmış, ona zincirlenmiş, onun tarafından sömürülen,
herbiri bütün öteki yetenekleri pahasına yeteneklerinden
yalnızca bir tekini geliştirmiş
ve toplam üretimin yalnızca bir tek dalını,
ya da o dalın dallarından birini bilen bugünün insanları
tarafından gerçekleştirilemez. Bugünün sanayii bile, bu gibi
insanlardan gittikçe daha az yararlanıyor. Toplumun tümü
tarafından ortaklaşa ve planlı olarak yürütülen sanayi, ayrıca,
her yönden gelişmiş, üretim sisteminin tamamını kavrama
yeteneğine sahip insanlar öngörür. Böylece birini
köylü, ötekini ayakkabıcı, bir üçüncüsünü fabrika işçisi,
bir dördüncüsünü borsa tellalı yapan —ki makineler bu
kimselerin ayaklarını daha şimdiden kaydırmıştır— işbölümü
tamamıyla yok olacaktır.
Eğitim, genç insanlara üretim sisteminin tamamını baştanbaşa
çarçabuk görme olanağını verecek, toplumun gereksinmelerine ya
da kendi eğilimlerine göre onların sanayiin bir dalından ötekine
geçebilmelerini sağlayacaktır. Dolayısıyla, mevcut işbölümünün
bunlardan herbirine zorla kabul ettirdiği bu tek-yanlılıktan
onları kurtaracaktır. Toplumun
komünistçe örgütlenmesi, böylece,
üyelerine, her yönde gelişmiş bulunan yeteneklerini, her yönde
kullanma şansını verecektir. Bununla,
çeşitli sınıflar zorunlu olarak yok olacaklardır. Şu halde,
toplumun komünistçe örgütlenmesi, bir yandan sınıfların
varlığı ile bağdaşmaz, öte yandan bu toplumun kurulması da, bu
sınıf farklılıklarını yoketmenin araçlarını sağlar.
Bundan,
kent ile köy arasındaki karşıtlığın da, aynı şekilde, yok
olacağı
sonucu
da çıkar.
Tarımın ve sanayiin iki farklı sınıf yerine, aynı insanlar
tarafından yürütülmesi, zaten, salt maddi nedenlerden ötürü,
komünist birlikteliğin temel bir koşuludur. Tarımsal nüfusun
kırdaki dağınıklığı ile sınai nüfusun büyük kentlere
yığılmasının yanyana bulunması, tarımın ve sanayiin ancak az
gelişmişlik aşamasına tekabül eden bir durumdur, kendisini daha
şimdiden şiddetle hissettiren bütün daha ileriki gelişmeler için
bir engeldir.
Üretici
güçlerin ortak ve planlı olarak işletilmesi amacıyla toplumun
bütün üyelerinin genel birlikteliği; üretimin herkesin
gereksinmelerini karşılayacak ölçüde genişletilmesi;
kimilerinin gereksinmelerinin başkalarının pahasına karşılanması
durumunun son bulması; sınıfların ve bunların karşıtlıklarının
tamamıyla yok edilmesi; bugüne kadar mevcut olan işbölümünün
kaldırılmasıyla, sınai eğitimle, iş alanının
değiştirilmesiyle, herkesçe sağlanan zevklerden herkesin
yararlanmasıyla, kent ile kırın kaynaşmasıyla toplumun bütün
üyelerinin yeteneklerinin her bakımdan gelişmesi — özel
mülkiyetin kaldırılmasının temel sonuçları işte bunlardır.
“(iEa. + iba.)
Anlatılan komünizmdir ama komünizmin üst evresi, herkesten yeteneğine, herkese gereksinimine göre ilkesinin yaşam bulduğu olgunlaşmış komünizm. Özel mülkiyetin nihai olarak kaldırılmasının sonuçlarını Engels, tıpkı Marks gibi anlatır. Tıpkı Lenin’in onları anlattığı gibi. Açık ki söz konusu üst evreye komünizmin alt evresi ya da birinci aşaması olan sosyalizmden geçilerek ulaşılacaktır. Yani Marks’ın anlatımıyla, “kendi temelleri üzerinde gelişmiş olan değil, tersine, kapitalist toplumdan doğduğu şekliyle bir komünist toplumdur; dolayısıyla, iktisadi, manevi, entelektüel, bütün bakımlardan, bağrından çıktığı eski toplumun damgasını hâlâ taşıyan bir toplum” evresinden geçilerek! Engels net anlatıyor; üretim yetersizliği, işbölümü, kafa emeğiyle kol emeği, kırla kent arasındaki eşitsizlik, sınıflar, devlet, kapitalizmin komünizmin birinci aşamadaki kalıntıları ancak komünizmin üst aşamasıyla aşılabiliyor.
Engels, Bebel’e yazdığı bir mektupta söyledikleri de bir başka manipülasyonun aracı olarak kullanılıyor;
“Özgür halk devleti, özgür devlet olarak değiştirilmiş. Dilbilgisi açısından bakılırsa özgür devlet, devletin vatandaşlarla ilişkilerinde özgür olduğu bir devlet, yani despot bir hükümetin yönetimindeki bir devlettir. Devlet üzerine bu gevezeliklerin tümüne son vermek gerekir; özellikle artık sözcüğün tam anlamında bir devlet olmayan Komünden bu yana. Her ne kadar Marx’ın Proudhon’a karşı yazdığı kitap ve daha sonra Komünist Manifesto, sosyalist toplum düzeninin kurulmasıyla devletin kendiliğinden çözüleceğini [sich von selbst auflöst] ve ortadan kalkacağını ilan etmekteyse de anarşistler, 'halk devleti'ni gene de ad nauseam suratımıza fırlatırlardı. Devlet, savaşımda, devrim sırasında, yalnızca karşıtları kuvvet zoruyla bastırmak için kullanılan bir geçiş kurumu olduğuna göre, özgür halk devletinden sözetmek tam bir saçmalıktır: Proletarya, devlete gereksinim duyduğu sürece, onu, özgürlük olsun diye değil, karşıtlarını bastırmak için kullanır ve özgürlükten sözetmek olanaklı olduğu anda da devlet devlet olarak varolmaktan çıkar.” (iba.)
Hemen vurgulayalım: Özgürlükler dünyası komünizmdir, yani olgunlaşmış, yani sınıfsız komünist evre. Ustaların da belirttiği gibi, “özgürlük zorunluluğun aşılmasıdır” ve bu zorunluluğun aşılması proletarya devriminin zaferinden başlayarak komünizmin üst evresine geçiş süreci ile bir gerçeğe dönüşür. Devlet ve demokrasi kapitalizmden komünizme geçiş sürecinde giderek gereksizleşmeye başlar ve sınıfların, devletin (sönmesiyle) aşılmasıyla birlikte zorunluluklar dünyası yerini, özgürlükler dünyasına bırakır.
Engels’in dediği gibi;
“Bu sınıflar, vaktiyle ne kadar kaçınılmaz bir biçimde ortaya çıktılarsa, o kadar kaçınılmaz bir biçimde ortadan kalkacaklardır. Onlarla birlikte, devlet de, kaçınılmaz bir biçimde, yokolur. Üreticilerin özgür ve eşitçi bir birlik temeli üzerinde üretimi yeniden düzenleyecek olan toplum, tüm devlet makinesini, bundan böyle kendisine lâyık olan yere, bir kenara atacaktır: âsâr-ı antika müzesine, çıkrık ve tunç baltanın yanına...”
Marks ve Engels’in özgürlüğün zorunluluğun kavranması ve aşılması olduğu, bunun da sınıfsız toplum, komünizmin üst evresi olduğunu, özgürlükler dünyasının komünizmin üst evresiyle bir gerçeğe dönüştüğünü savunduklarını biliyoruz.
Engels’i birlikte okumaya devam edelim:
“Üretim araçlarına, toplum tarafından elkonulması ile, meta üretimi, ve bunun sonucu, ürünün üretici üzerindeki egemenliği ortadan kalkar. Toplumsal üretim içindeki anarşi yerine, bilinçli, planlı örgüt geçer. Bireysel yaşama savaşımı son bulur. Böylece, ilk kez olarak, insan, belli bir alanda, hayvanlar âleminden kesinlikle ayrılır, hayvansal yaşama koşullarından, gerçekten insanca yaşama koşullarına geçer. İnsanı çevreleyen, şimdiye kadar insanı egemenliği altında tutan yaşama koşulları alanı, şimdi, kendi öz toplum yaşamlarının efendileri oldukları için ve kendi öz toplum yaşamlarının efendileri niteliği ile, ilk kez olarak, doğanın gerçek ve bilinçli efendileri durumuna gelen insanların egemenliği ve denetimi altına geçer. Kendi öz toplumsal pratiklerinin, şimdiye değin, karşılarında doğal, yabancı ve egemenlik altına alıcı yasaları olarak dikilen yasaları, bundan böyle insanlar tarafından tam bir bilinçle uygulanan ve bu yoldan egemenlik altına alınmış yasalardır. İnsanlara özgü bir şey olan, ve şimdiye kadar karşılarında doğa ve tarih tarafından ihsan edilmiş bir şey olarak dikilen toplum durumunda yaşama, şimdi onların gerçek ve özgür eylemleri durumuna gelir. Şimdiye değin tarihsel egemenlik altında tutan yabancı, nesnel güçler, insanların denetimi altına girer. İnsanlar, işte ancak bu andan başlayarak kendi tarihlerini tam bir bilinçle kendileri yapacak; onlar tarafından harekete getirilen toplumsal nedenler, ağır basan bir biçimde ve durmadan artan bir ölçüde, işte ancak bu andan başlayarak onlar tarafından istenen sonuçları vereceklerdir. İnsanlığın, zorunluluk dünyasından özgürlük dünyasına sıçrayışıdır bu.” (iba., Anti-Dühring)
Açık ki, insanlık ancak sınıfların, sınıf mücadelesinin, böylece sınıf mücadelesinin aracı olan devlet de dahil, sınıflı toplumdan kaynaklanan tarihsel evreyi aşarak zorunluluklar aleminden özgürlükler alemine, bir diğer ifadeyle sınıfsız komünist topluma geçer. Engels böyle der. Demek ki, devletten devletsizliğe geçiş süreci kapitalizmden komünizmin ilk evresi olan sosyalizme geçiş değil, komünizmin üst evresine geçiş sürecidir. Özgürlükler âlemi komünizmin ilk aşaması olan sosyalizm değil, komünizmdir. Sosyalizmden komünizme geçiş (geçiş süreci) bu olgunun temellerinin gelişerek, olgunlaşarak pratikleşmesini sağlar.
Engels’in yukarıdaki alıntısı üzerinde biraz daha duralım;
“Devlet üzerine bu gevezeliklerin tümüne son vermek gerekir; özellikle artık sözcüğün tam anlamında bir devlet olmayan Komünden bu yana. Her ne kadar Marx’ın Proudhon’a karşı yazdığı kitap ve daha sonra Komünist Manifesto, sosyalist toplum düzeninin kurulmasıyla devletin kendiliğinden çözüleceğini [sich von selbst auflöst] ve ortadan kalkacağını ilan etmekteyse de anarşistler, 'halk devleti'ni gene de ad nauseam suratımıza fırlatırlardı.” (iba.)
Engels’in teorisi açık, kesin bir iç bütünlüğe sahip olmasına karşın, Engels de tasfiyeci oportünizm tarafından revizyona tabi tutuluyor. Ne diyor Engels, “sosyalist toplum düzeninin kurulmasıyla devletin kendiliğinden çözüleceğini… ve ortadan kalkacağı”nı. Engels burada “sosyalist toplum düzeninin kurulmasıyla”, yani bir kurucu süreçten bahsediyor. Zaten “Marksistler, devletin yokolmasına götüren sosyalizmin kuruluşu sonucu olarak, gerçekleşebilir bir şey olduğuna inanırlar.” (Lenin) Ki bu kurucu sürecin gelişmesiyle, tamamlanma süreci aynı zamanda devletin de çözüldüğü ve ortadan kalktığı süreçtir. Zaten gelişmiş sınıfsız komünist dünya, sosyalizm evresinden, olgunlaşmamış komünizm evresinden, yani, kendi özgün temelleri üzerinde gelişmemiş, her açıdan içerisinde doğduğu kapitalist dünyanın damgasını taşıyan bir dünyadan adım adım arınarak, geçerek, olgunlaşarak sınıfların, devletin olmadığı yüksek evreye ulaşacaktır. Ve bu süreç, kesintisiz bir devrim süreci olarak gelişir ve özgürlükler âlemine ulaşır. “Sosyalist toplumsal düzenin kurulmasıyla”, yani alt evreden üst evreye geçilerek, kendi özgün, bağımsız temelleri üzerinde gelişmeye başlayan komünist devletsiz evreye varılır.
Marksist Leninist Komünistler Marksizm-Leninizm'e ilkeli bir tutarlılıkla sahip çıkarak teorinin bozulmasına karşı mücadele etmelidir. Teoriye, komünist işçi hareketinin, sosyalizmin tarihsel kazanımlarına reddiye yazan tasfiyeciliği ideolojik ve örgütsel olarak mahkum etmek zorundadır. Tasfiyeciliğin her türüyle (ezilenci oportünizm, Troçkizm, legalizm, orta yolcu oportünizm, bürokratik ve tasfiyeci elitisizmle) ideolojik olarak hesaplaşmak, daha üst düzeyde ideolojik ve örgütsel olarak birliğini kurmak yolunda ideolojik bunalımını da aşmak zorundadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder