"... Sorunları laf kalabalığıyla geçiştirmeye çalışmak kadar zararlı, ilkelere aykırı bir şey olamaz. Bugün en önemli görevimiz, bunalımın derinliğini ve onunla savaşma gereğini anlamış bütün marksistleri bir çatı altında toplayarak, marksizmin teorik temellerini ve ana ilkelerini, burjuva etkisinden sıyrılamayan 'yol arkadaşlarının' çeşitli yönlerdeki sapmalarına karşı savunmaktır..." (Lenin, Karl Marx ve Doktrini, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, s. 144)
Bizim
gördüğümüz olgu şu; komünist hareket, uzun
yıllardır yapısallaşmış derin bir krizin
pençesinde kıvranıyor. Krizin temelinde ideolojik
çözülme yatıyor. İdeolojik kriz siyasal ve örgütsel
krizle iç içe gelişmeye devam ediyor. Ne yazık
ki bu olgu bilince çıkarılmak bir yana, reddediliyor. Bu olgu
saptanmadan krizden ilkeli bir çıkış da gerçekleştirilemez.
I
Şu soruların sorulması gerekmektedir;
Uzun yıllara yayılmış ve süregelen bir kriz yaşandığı kavranabilmiş mi?
Bu krizin yapısallaşmış karakteri bilince çıkarılabilmiş mi?
Herhangi
bir kongrede ve temel değerlendirme belgelerinde böyle bir
kriz/bunalım yaşadığımıza dair bir değerlendirme var mı?
Herhangi bir biçimde bütünsel bir kriz yaşandığı, bu olgunun
kavranmadığı özeleştirisi yapılmış mı?
Peki
kriz olgusunu, nedenlerini, yarattığı yıkımları, çıkarılması
gereken dersleri, bu dersleri bir yenilenme, ideolojik ve örgütsel
donanıma dönüştürme iradesini göstermeyen bir önderlik
anlayışı ile krizden çıkmak olanaklı mı? Değilse, bu durumda,
eksenini ideolojik hesaplaşmanın oluşturacağı, ideolojik
birliği daha yetkince kurmayı hedefleyen bir çıkışın
örgütlenmesi gerekmez mi? Lafazanlıkla, romantik ajitasyonla vs.
gerçek duruma gözleri kapatmanın sorunları çözme gücü
olabilir mi?
Uzun
yıllara yayılarak gelen tasfiyeci yıkım sürecinin bazı
hatalarla, eksikliklerle vs. izah etmenin komünist bakış açısı
ve duruşla nasıl bir ilişkisi olabilir?
Herhangi
bir komünist partisinde ideolojik ve örgütsel doğrultunun
özellikle ağır bir tarzda bozulduğu, öncü pozisyonların
yitirildiği durum ''bazı hatalar''la izah edilebilir mi?
İsterse Fizan da olsun, yaşanan sürecin gerçeklerini sergilemek, çözüm
için mücadele etmek neden ''anti-parti tavır'', ''ağır siyasal
koşulları göğüsleyememek'', ''hoşnutsuzluk yaymak'' vb. olsun?
Sorgusuz-sualsiz, habersiz tasfiyenin hedefi olan komünistlerin
görüşlerinin mücadelesini vermesinden daha doğal ne olabilir?
Kriz ve çözülmeyi, ağır tahribatı yaratan zihniyeti, tarzı,
önderlik anlayışını, sürecin nesnel ve öznel nedenlerini
sorgulamak ve eleştirmek yerine hedef saptırarak günah keçisi
yaratmanın devrimci olan nesi var acaba? Sürecin hesabını vermek
yerine sorunları dışşsallaştırmak, suçluları başka yerlerde
aramak yerine gerçek duruma bakmak gerekmez mi? Tasfiyecilikten
ideolojik ve örgütsel arınmak komünist partilerin görevi değil
mi? 1956 sonrası, 1980 sonları yaşanan tarihsel deneyim
tasfiyeciliğe karşı ilkeli mücadele etmeyen, uzlaşan partilerin
tasfiye olduğunu göstermedi mi?
Komünist ve devrimci hareketin ana gövdesi örgütsüz durumda, bunun ana sorumlusu bu kitle değildir. Sorumluluk bu kitleyi, kitleleri örgütleme iradesinden yoksun olan ya da bu iradeyi ortaya koymayan, koyamayan devrimci ve komünist harekettedir. Ve bu kitle haklı olarak sert ve kapsamlı eleştiriler yapmaktadır. Ağır bir güvensizlik yaşamaktadır. Devrimci çözümler talep etmektedir ve en zor koşullarda da devrimci hareketi sahiplenmektedir. Peki biz savaşan bir örgütüz, bedeller ödüyoruz, şehitler veriyoruz, bizi eleştiremezsiniz, tavrınız güvensizlik yayıyor, ağır siyasal koşulları göğüsleyemiyorsunuz vs. vs. diyebiliriz miyiz? Her devrimci örgüt mücadele ediyor, bedel ödüyor, şehitler veriyor; bu durum ne dün ne bugün ne de yarın devrimci ve komünist eleştiriyi engelleyemez ve engellememelidir.
Partinin
geldiği, getirildiği yerin sorumluları tasfiye edilenler mi? Bu
bağlamda da öncülük iddiası olan herhangi bir partinin kendini
sorgulaması gerekmez mi? Nereye doğru gidildiğinin bilince
çıkarılması ve çözüm için mücadele yürütülmesi
Marksist-Leninist sorumluluğun bir gereği değil mi? Gerçek durumu
kavrayamamak, durumu idare etmek, olan-bitenle uzlaşmak, yaşanan
krizi hiçe saymak bir çözüm olabilir mi?
Kolaycılığa alışılmış, alışılagelen dar pratikçilikle, ilkellikle sorun çözülmeye çalışılıyor. Fakat sorunlar çözülmüyor, sürecin, krizin ağırlığı ezmeye devam ediyor.
Gerçek
durum nedir? Yaşanan süreç, ortaya çıkan tablo ve ona yol açan
nedenlerin giderilememiş olması öncü değil artçı, kriz çözen
değil kriz üreten bir gerçeği ifade etmiyor mu?
Türkiye
komünist hareketinin ve UKH'nın tarihsel tecrübesi ve dersleri
bize olan-bitene, tasfiyeciliğe, bürokratizme, krize boyun eğmeyi
mi öğretiyor? Post-Marksizm, ezilenlerin Marksizmi, Troçkizm vb.
burjuva, küçük burjuva sapmalar, çizgiler krizin aşılmasının
değil, derinleşmesinin aracı olduğu açık değil mi? Bu
akımların yöntemlerini kullanarak kriz aşılabilir mi? Kaynağını
burjuvaziden, hatta dinsel ideoloji ve kültürden alan, parti
örgütünü, kadroları emir eri, kendisini partinin üstünde ve
dokunulmaz, yanılmaz gören, ne olursa olsun parti içi iktidarı
kendi hakkı, partiyi kendi tapulu mülkü gören ''stratejik
önderlik'' teorisi ve pratiği ile herhangi bir komünist partinin
krizi ya da krizleri çözülebilir mi? Bu ilkellik, cehalet,
yüzeysellik, kibir, dar pratikçilik fışkıran teori ve pratik
bugüne kadar krize yanıt verebildi mi? Evet verebildi mi? Palyatif
çözümlerle bir kriz aşılabilir mi? Eğer palyatif tedbirlerle
vb. krizden çıkmak ve hesap vermek, özeleştirel derslerle
silahlanmak olanaklı olsaydı bugünkü tablo aşılmış olmayacak
mıydı? Sorunların bugüne dek gelindiği gibi değil,
derinlemesine bir eleştiri ve özeleştiri ile kavranması acil bir
gereksinimdir.
Sorular
çoğaltılabilir ve çoğaltılmalıdır da; bu soruların arka
planı, ideolojik temelleri iç
bütünlüklü bir tarzda verilmelidir. Bu soruları
sormayan, bireysel ve kolektif düzeyde sorgulamayan bir parti ve
kadro, bugün değilse yarın, parti ve komünist işlevini kaybeder.
SBKP deneyimini, kapitalizmin restorasyonu deneyimini asla unutmamak,
dersleriyle donanmak komünist sorumluluğun gereğidir.
II
Evet ağır ve kapsamlı bir kriz gerçeği var; sorunu açalım.
Kişisel düşüncemiz şudur; ideolojik kriz, teori, program, strateji ve taktikler üzerindeki irade birliğinin (ideolojik birlik) çözülmüş olmasında somutlaşmaktadır. Partiyi yolundan çıkaran ve Marksizm-Leninizm'in yadsınmasını ifade eden bu sapmalar (post-Marksizm, onun bir biçimi olan ''Ezilenlerin Marksizmi'', Leninist parti teori ve pratiğinin reddi, Troçkizm, legalizm biçimlerinde ortaya çıkmış ve) gelişmeye devam etmektedir. Çizgileşmeye doğru evrimine devam eden bu küçük burjuva ideolojik sapmaların ortak noktası, teori ve pratikte proletaryanın değil, ezilenlerin temel alınmasıdır. Bir diğer ortak nokta da bürokratik merkeziyetçiliğe, elitisizme idealize edilmiş, partiyi değil kendini önemseyen, böbürlenmeyi bir tarza dönüştürmüş, kibirli ''stratejik önderlik'' teori ve pratiğidir. Çifte standarta dayanan tasfiyeci, ekipçi kadro politikası ve yönetme anlayışı ve tarzında, keza idare-i maslahatçılıkta, dar pratikçi çalışma girdabında birleşmektedirler. Bu küçük burjuva yabancılaşmanın ve çürümenin ifadesi olan önderlik anlayışı ve yönetme tarzı ve kadro politikası çok ağır güç kaybına yol açmış ve kendini artan oranda daha üst düzeyde üretmiştir. Marks Proudhon'u eleştirirken yaptığı şu saptama ve eleştirinin, içerik olarak komünist harekete egemen hale gelmiş önderlik anlayışı, çalışma tarzı için de geçerli olduğuna inanıyoruz; ''Geriye bir tek egemen dürtü kalıyor, işin cakası, ve bütün gösterişçi insanlarda olduğu gibi onun için de önemli olan tek şey, o anın başarısıdır, günlük başarıdır.'' (iMa.) Strateji tarafından yönlendirilmeyen, stratejik ufkunu yitirmiş bir çalışma ve siyaset tarzı (''parti tarzı'') dar pratikçi, idare-i maslahatçı, kolaycı ve kronikleşmiş bir zihniyet ve duruşu ifade etmektedir. Bu zaaf tarihseldir, yapısaldır; burjuvazinin baskısının ifadesi olarak küçük burjuvazinin proletarya saflarındaki yıkıcı gelenek ve kültürüdür.
Siyasi
kriz, proletarya ve geniş emekçi kitlelerden kopulmuş olmasında;
siyasal olarak mücadelenin gereklerine ve gereksinmelerine yanıt
veremeyen, gettolaşmış, kendiliğindenciliğin pençesinde,
dar grup eylemlerine (''iki kişi de olsa eylem yapın'', ''öncü
çıkış'') saplanmış politik faaliyette cisimleşmiştir. Bu
olgu, ilkeli proleter siyaset tarzının, sınıf ve kitlelerle
birlikte sınıf ve kitleler için politika tarzının yitirilmiş,
dahası unutulmuş olmasında somutlaşmaktadır.
Örgütsel
kriz, yönetilemeyen örgütsel faaliyette; sert bir
ayak bağına dönüşmüş elitist, bürokratik, idare-i maslahatçı
örgütsel çalışmada ve çalışma tarzında ifadesini
bulmaktadır. Bu gerçek, geçtik kitleleri, kendi tabanını
bile büyük ölçekte, hatta ezici çoğunluğunu
örgütlemekten aciz bir örgütsel çalışmada cisimleşmektedir.
Tasfiyeciliğin ürünü ve sonucu olan ağır kadro ve örgüt
kaybı. Legal faaliyete endeksli ve gitgide daralan, dar ve biçimsel,
esasen işlevsiz, kitlelerden ve tabandan kopuk, nitelik olarak
alabildiğine zayıflamış bürokratik örgütsel yapı. Politik
alanda olduğu gibi örgütsel alanda da kendini üretemeyerek,
yenilemeyerek gerilemeye devam eden örgütsel yapı örgütsel
krizin somutlaşmasıdır.
Bu
kriz, yapısaldır, yapısallaşmıştır. Uzun yıllara
yayılarak gelen kriz, bir iç bütünlüğe sahiptir. Çözümsüzlüğün
militan aracı haline gelmiş küçük burjuva bürokratik tasfiyeci
zihniyet, sorunları ilkeli, net ortaya koymak ve zamanında çözmek
yerine ''bazı hataları, yetersizlikleri vs. olsa da öncünün
savaşı başarılı gelişme çizgisinde yönettiği''nden dem
vurmaya devam etmektedir. Yaşanan krizi, krizin derinliğini dobra
dobra ilan etmek ve kolektif akılla çözmek yerine, gerçek durum
gözlerden gizlenmeye, durum hafifletilerek lanse edilmeye devam
ediliyor. Aslında bir kriz yok deniyor. Bu zihniyet sorunları
çözebilir mi!!!? ''Eğri çizgiden doğru çizgi'' çıkar mı?!
III
İdeolojik, siyasal, örgütsel niteliğin oldukça gerilemiş olması, bu bakımdan tasfiyeci oportünizmin elini güçlendirmeye devam etmektedir. Komünist özne olarak İdeolojik-siyasal bakış açısından ve sorunların gerçek temellerine inen eleştiri ve özeleştiri mekanizmasının hemen hemen unutmuş olması bugünlere gelinmesinde yaşamsal bir yere sahiptir. Bu gelişmelerin temelinde öncelikle ideolojik kriz yatmaktadır. İdeolojik (politik ve örgütsel olarak da) Marksizm-Leninizm'den, Birlik Devrimi'nin çizgisinden radikal bir şekilde kopuşmaya doğru at koşturan değişik renkleriyle ekipçi tasfiyeci oportünizm, yenilgilere, tasfiyeciliğe, bürokratizme, kendine tapınmaya, dışa karşı en birlikçi, içe karşı çıplak ve kötü bir sektarizme, küçük burjuva demokrasisine teslim olmuştur. Dahası, tasfiyecilik komünist harekette sosyalizm maskeli burjuva ideolojisinin içerden yayılmasının kaynağıdır. Lenin'in eleştirdiği Narodnizmin aktif kahramanlar, pasif kitleler, kurtarıcı kahramanlar, kurtulmayı bekleyen sürü teorisi, Marksizm-Leninizm düşmanı bir teoridir. Bu teori kılık değiştirmiş olarak öncüyü tahrip etmektedir. Türkçesi, biz (stratejik önderler) sizin yerinize düşünüyoruz, siz iyi er olun, bir sorun, başarısızlık vs. varsa bundan zaten sizler, yani ''taktik önderlikler'' sorumlusunuz, eh başarılar da tabii ki bize aittir, bu bilinci ve pratiği kuşanın yeter diyen tasfiyeci akıl ve pratik, demokratik merkeziyetçiliği, kolektif akıl ve dinamizmi hep boğmuştur. Baştan aşağı kibire, böbürlenmeye, gösterişe, ilkelliğe, ilkesizliğe batmış ''stratejik önderlik'' Marksizm-Leninizm'i, Uluslararası Komünist Hareketi, sosyalist inşanın uluslararası deneyimlerini beğenmemekte, burnu Kaf dağında sözde yeni mi yeni açılımlar yapmakta; kendine tutkunluğun bataklığında, dünya çapında yeni açılımlar yaptıklarından, 21. asırın Marksizmini kurmaktan vs. bahsediyorlar. Ne içler acısı bir durum!
Lenin'in şu sözleri gerçek durumumuza, olan bitene ışık tutmaktadır;
''Genelde herhangi bir partisel birleşmenin oluşmasının önemi ve koşulları üzerine iki türlü görüş mümkündür. Bu görüşlerin farkını anlamak son derece önemlidir, çünkü bunlar 'birleşme krizi'mizin gelişim seyri içinde birbirine karıştırılmaktadır ve bu iki görüşü birbirinden ayırmaksızın, bu krizde yolunu bulmak olanaksızdır. Birleşme üzerine bir görüş, 'verili kişi, grup ve kurumlar'ın 'uzlaşma'sını ön plana çıkarabilir. Parti çalışması üzerine, bu çalışmanın çizgisi üzerine görüşlerin birliği burada tali bir meseledir. Görüş ayrılıkları sessizlikle geçiştirilmeli, onların kökleri, anlamları ve objektif koşulları ise ortaya serilmemelidir. Kişileri ve grupları 'uzlaştırmak' — esas mesele budur. Eğer bunlar ortak bir çizginin uygulanmasına yanaşmıyorsa, o zaman bu çizgiyi onların hepsi için kabul edilebilir olacak şekilde yorumlamak gerekir. Yaşa ve yaşat. Bu, kaçınılmaz olarak çevrecilik diplomasisine yol açan darkafalı 'uzlaşmacılık'tır. Görüş ayrılıklarının kaynaklarını 'tıkamak', onları sessizce geçiştirmek, 'anlaşmazlıklar'ı ne pahasına olursa olsun 'bir yana bırakmak', birbirine düşman akımları nötralize etmek —böylesi bir 'uzlaşmacılığın' esas dikkati buna yöneliktir. İllegal partinin operasyon üssünün yurtdışında olduğu koşulda, bu çevrecilik diplomasisinin, her türlü 'uzlaşma' ve 'nötralleştirme' çabasında, 'dürüst simsar' rolü oynayan 'kişi, grup ve kurumlar'a kapıları ardına dek açtığı aşikârdır.'' (Seçme Eserler C.5, s. 49)
Bu analiz ışığında tablonun incelenmesi gerekmez mi? Bu durumun eleştirilerek aşılması, derslerinin çıkarılması, hesap sorulması gerekmez mi? Eleştirdiğimiz kafayla krizin kavranması da, çözümü de olanaklı değildir. Kimse kendisini kandırmasın. Boş hayallere kapılmasın. Keza kafası aydınlık olmayan, gerçek durumu bilince çıkaramayan, oportünizmle uzlaşan, tutarlılıktan uzak, öz güvensiz vbg. zihniyet ve ve duruşlardan da bu mücadeleyi yürütmesi de beklenemez. Böyle bir mücadele ilkeli olmayı, tasfiyeci bloğa karşı sonuna kadar kararlı ve sonuç alıcı bir mücadeleyi ve duruşu gerektirir. Önemli ve belirleyici olan da böyle bir iradenin ortaya çıkarılması ve işlevselleşmesidir. Öyle ben ''eleştirir'' işime bakarım, koca koca tecrübeli insanlar var, sorunlarımızı çözerler vbg. yaklaşımlarla komünist özne olmak mümkün değildir; söz konusu olan öncünün kaderi ve geleceğidir. Deneylerden biliyoruz, her dönemin ''adamı'' olmak berbat bir oportünizmdir. ''Muhafız''lığa soyunmak berbat bir durumdur. Kraldan daha kralcı kesilmek berbat bir durumdur. Esen ya da esecek yele göre (duruma göre) dümen kırmak ilkesizliğin ve kaypaklığın ifadesidir. Lenin oportünizmin her duruma uyarlanma yeteneğine dikkat çekerken, “Her oportünist, kendini uyarlama yetisiyle öne çıkar.'' der.
IV
İdeolojik, siyasal, örgütsel çözülmenin, moral değerler alanında da çözülmeye yol açması kaçınılmazdır. Sözgelimi, çifte standartın yol gösterici bir yönetim anlayışına ve sorun çözme standartı haline gelmesi bu olgunun çarpıcı görünümlerinden birisidir sadece. İdeolojik çözülmenin ve yabancılaşmanın, çözülemeyen ve sürekli kan kaybına yol açan krizin, doğal ve kaçınılmaz sonucu, ahlaki, vicdani ve moral değerlerde de çözülmedir. Ya yapısallaşmış bütünsel krizi bilince çıkarır çözersin ya da kriz derinleşmeye seni yutmaya devam eder, en dibe vuruncaya kadar. Somut tarihsel deneyimimiz de bunu kanıtlamaktadır. Öncelikle de ilkesel, ideolojik, programatik temel ayrılıkların üstünü örterek manipülasyon yapan ekipçi oportünist ittifak bu ikinci duruma hizmet etmektedir. Krizin çözümünde izlenecek yol, Lenin'in, Leninizm'in yoludur, fakat Leninizm'e ve sınıfa inancını yitirmiş olanlardan bunun beklenemeyeceği de açıktır ve açık olmalıdır. Çözümün yolu, Marksizm-Leninizm'e, Birlik Devrimi'nin çizgisine, öz deneylerden ilkeli ders çıkarmasını bilen ve bunun mücadelesini veren komünistlere bağlıdır. Bizim gördüğümüz şey, bu görevin hakkının verilmediğidir.
İdeolojik
ve örgütsel tasfiyecilik, bütünsel bir krizde ortaya çıkıyor
ve kral çıplak diyen ve bu gerçeğin mücadelesini verenler
dışlanıyor. Öteden beri Marksizm-Leninizm'e, Birlik Devrimi'ne,
partiye karşı mücadele eden bürokratik elitist oportünizm ve
tasfiyecilik, kral çıplak diyenleri ''baş düşman'' göre
gelmiş ve işine gelmeyen kadro ve yapıları hoyratça
anti-partililikle, partiye güvensizlikle vs. vb.
damgalayabilmiştir. Başarısızlığı, çözümsüzlüğü,
dokunulmazlığı, özeleştiri yoksunluğunu, kendini kutsamayı
teorik ve pratik bir silaha çevirmiş bir önderlik anlayışı ve
yönetme tarzının ideolojik ve örgütsel yabancılaşma ve
ideolojik ve örgütsel çürüme üretmesi kaçınılmazdır. ''Önce
komünist, sonra yönetici olduğunu unutan'' (sosyalizmin
dersleri üzerinde SSCB pratiğini eleştiren E. Hoca'nın
sözleridir), bunu bir karaktere, zihniyete ve pratik uygulamaya
dönüştüren ideolojik ve örgütsel tasfiyeci sapmanın,
niteliksel gelişme ve donanımı ve savaş yeteneğini
darbelemesinde garip bir şey yoktur. Ve bu
işin merkezinde oportünist-ilkesiz ittifak ve
ekipçilik duruyor. On yıllara dayanan emeğin, bedelin, değerlerin,
kadroların hoyratça tüketilmesi, öncülük iddiasının ciddi bir
politik maddi güce dönüşmemesi, dahası politik ve
örgütsel getttolaşma öncelikle hesap
sorulmadığı, sonra hesap verilmediği için, kolektif çalışma
ve akıl tüketildiği için, zengin bir babanın müflis oğlu
tablosuyla karşı karşıya kaldık. Hiçbir şey olmasa bile,
komünist hareketin tabanı olan-bitene yakından şahittir. Yurtiçi
ve yurtdışındaki kitle iyi ve kötü günleri de yaşamış/bilen,
politik ve deneyimli bir kitledir. Öyle mistik, romantik, duygusal
hamaseti anlayamayacak ve kolayca manipülasyona yenik düşecek bir
kitle değildir. İnsanların aklıyla alay edecek tarzda
davrananların, şu veya bu konu üzerinde dikkati saptırarak
durumun vahametini hafifletmeye, örtülemeye çalışanların devrim
ve sosyalizm davasına zarar verdikleri açıktır. Bu zihniyet,
duruş baştan aşağı zaaflıdır.
V
Yarım asırlık Türkiye komünist ve devrimci hareketinin deneyimi, 30 yıla doğru yaklaşmakta olan Birlik Devrimi ve parti sürecinin deneyimi var. Peki ama nereden nereye geldik? Bugün hangi durumdayız? Neden bu durumdayız? Bu tablo aşılmadan öncü çözüm gücü olabilir mi? Gel gör ki, hala kolay devrimcilik yolundan (yani bir tür kendini tekrarlayan dar pratikçi devrimcilik yolundan ve türünden) kopuşulamıyor. 100-150 yıllık oportünist, revizyonist, tasfiyeci, Troçkist teoriler de ''yenilenme'', ''yeniden yapılanma'', ''Marksizmin rönansası'', ''21. yüzyılın Marksizmi'' vb. çözüm olarak propaganda ediliyor. En acısı da komünist harekette bu saçma sapan fikirlerin, teorilerin propagandasının yapılması ve alıcılarının olmasıdır. Bu olgunun çıplak bir şekilde gösterdiği gibi, komünist parti ideolojik olarak aşırı gerilemiştir. Büyük bir niteliksel kan kaybı var. Tasfiyeci akımlara ve teorilere geniş çaplı alan açılmıştır. ilke ve istikrar kaybolmuştur. Yalpalayan, yönü kaybeden komünist hareket, proleter yoldan küçük burjuva yola doğru sapmış ve ilerlemektedir. Zamanında ilkeli ve kolektif tarzda çözülemeyen kriz (ki bu olgu da kabul edilmiyor!) Marksist Leninist Komünist Hareketi kendine yabancılaştırmaya devam etmiştir.
Yaşanan
kriz, sınıf mücadelesinin, devrim ve sosyalizm kavgasının gerek
ve gereksinmelerine yanıt verememeden, dolayısıyla artçı
sürüklenmekten kaynaklanmaktadır. Krizi çözmede
gösterilen iradesizlik de
krize teslimiyetin ifadesidir. Kriz bir sonuçtur,
nesnel gereksinmelere, değişen nesnel koşullara verilemeyen yanıt
yıkıcı bir kriz olarak biçimlenip gelişmektedir. Krizin derinlik
ve genişliğinin kavranamaması, çıkışı da olanaksız
kılmaktadır. Kriz bir sonuç ama dönüp dolaşıp bir nedene de
dönüşmüştür. MLKP'nin
MLKP'lileşmeye gereksinimi var ve bugünkü parti, doğru
çizgide kurduğumuz parti değildir; kendi öz temellerinden ve
çizgisinden uzaklaşmış; ve henüz kendi öz
temeli ve çizgisinde oturamamışken kendine
yabancılaşmaya başlamış ve bugünlere gelmiş bir partidir.
Kavranmayan, üstü örtülen gerçek budur. Boş övgüye ve
böbürlenmeye değil, gerçekleri ortaya koymaya, ilkeli
eleştirilere ve mücadeleye ihtiyaç var.
VI
Her komünistin şu soruları kendisine sorması ve incelemesi gerekir; kurucu kadrolardan geriye kaç kişi kaldı? Kuruluştan bu yana kaç kadro kaybedildi? Kazanılan kadro ne kadar kaybedilen ne kadar? Öne çıkarılanlardan geriye kaç kişi kaldı? Deneyimler neyi göstermektedir? Geniş çaplı kadro kaybının ana nedeni bu kadrolar mı? Bu bağlamda sorunun ideolojik, siyasal, örgütsel nedenleri yok mu? Bu geniş kadro kaybında izlenen kadro politikasının, çalışma tarzının, bürokratik merkeziyetçiliği dayatan ve bir tasfiyeci kılıca dönüştürülmüş zihniyetin payı yok mu? Bunların hepsi mi ''mücadele kaçkını''? Kıyım ve örgütsüzleştirmeyi örgütleyen ve gerçekleştiren oportünizmin bu yıkımdaki payı nedir? Sorunun (ve sorunların) öncelikle ''önderlik düzeyi''nde ele alınması gerekmez mi? Burada kolektifin kendisini sorgulaması gerekmez mi? Neden teorik ve pratik çalışmalarda öncü başarılı olamıyor? Kısmi kazanımlarla durumu kurtarmaya çalışma politikası ne kadar komünist olmayı hakkeder? Kriz bu yol ve yöntemlerle ilkeli bir tarzda, en az güç kaybıyla, Leninist irade birliğinin en üst düzeyde yeniden kurulmasıyla aşılabilir mi?
Komünist
hareketin krizi küreseldir, küresel çaptaki nesnel koşullardaki
derin değişimlerle bağlıdır. Dünya komünist hareketinin ciddi
bir varlığından bahsedilemez. Olduğu kadar da zayıf, dağınık,
koordinasyondan yoksun; ideolojik, siyasal, örgütsel krizin
pençesinde kıvranıp durmaktadır. Uluslararası Komünist
Hareket'in (UKH) bir merkez olarak ciddi bir varlığının olmaması
sorunların çözümünü alabildiğine zorlaştırmaktadır. Ancak
varlığımız ve gelişmemiz, sorunları çözme
irademiz böyle bir merkezin varlığına ya da yokluğuna bağlı
ele alınamaz. Tarihten çıkardığımız ya da çıkarmamız
gereken bir ders de, komünist işçi hareketinin varlığı ve
gelişmesinin zorunlu ön koşulunun ''uluslararası bir merkez''in
varlığı olamayacağıdır. II. Enternasyonal'in çöküşü
sürecini düşünelim, ortada bir ''uluslararası merkez'' kalmadı
ama Bolşevikler yeni bir süreci örgütleyerek hedeflerine
ulaştılar...
Böyle
bir merkezin inşasının hedeflenmesi bir şeydir ama komünist
partilerin var olup olmamasının böyle bir merkeze bağlı ele
alınması farklı bir şeydir. Var ya da yok, belirleyici olan
enternasyonal proletaryanın sınıf bilinçli temsilcisi olarak
Marksizm-Leninizm temelinde bağımsız ideolojik-siyasal bir güç
olarak var olmak, devrim ve sosyalizm kavgasının gereksinmelerine
militanca yanıt vererek kavgayı geliştirmektir. Böyle bakınca,
doğal olarak, komünistlerin kendini sorgulaması, nerden nereye
gelindiğinin, nereye doğru gidildiğinin yanıtı, krize yanıt
olacak bir perspektifle, yöntemle, ilkeli bir şekilde verilmesi
gerekir. Krizin yanıtı post-Marksizmde, Ezilenlerin Marksizminde,
Troçkizm'de, anti-Bolşevik, anti-parti ''ezilenlerin öncü feda
müfrezesi'', ''romantik devrimcilik'' teorisinde bulunamaz.
Kriz
süreçleri kaçınılmaz olarak arayışlar üretir. Bu arayışların
her zaman için Marksist-Leninist arayışlar olmadığı da açıktır.
Hatta derin ve kapsamlı kriz süreçleri bol miktarda oportünist
arayışlar üretir; komünist partileri oportünizme, revizyonizme
açık hale getirir... Komünist bağışıklık sistemi zayıf
düşer. Bağışıklık sistemi zayıflayan hareket içerisinde
burjuva, küçük burjuva katmanlar ''çözüm'' adına baş
kaldırır, kendini dayatır. Bu girişim ve yönelimler komünist
partilerin ilkelere en az bağlı, en istikrarsız öğelerini ve
katmanlarını harekete geçirir ve onlara dayanır, tıpkı komünist
hareketin gerçeğinde somutlaştığı gibi.
Önemli olan arayışların, çözümün, iradenin Leninizm temelinde olması, Leninist yenilenmenin gerçekleştirilebilmesidir. Komünist yaratıcılığın oportünist yaratıcılığa dönüşmesine, oportünizmin inisiyatifi ele geçirmesine izin verilmemesidir. Tasfiyecilik, ''proletarya üzerindeki burjuva etkisi''dir, ''bir tesadüf, bireysel kötülük, aptallık ve hata değil, objektif nedenlerin kaçınılmaz sonuçları''dır (Lenin); dolayısıyla tasfiyeci oportünizmin, tasfiyeci çürümenin yarattığı yıkımları, kadro kaybının yükünü ucuz yoldan başka yerlere yıkanlar suç işlemektedir. Bunu görmek istemeyen, gerçeğe körce bakan dar kafalılık ise tasfiyeciliğin yoldaşıdır.
Dünyada
ve Türkiye'de, Kürdistan'da ortaya çıkan ve hep kılık
değiştirerek kendini dayatan ve dayatacak olan tasfiyeci
oportünizme, revizyonizme, küçük burjuva demokrasisinin değişik
varyantlarına vb. kapılmamak, dahası bu yönelimlerin baskısına
karşı savunmada değil, ideolojik saldırı hattında
durmak gerekir. Bugün olmayan şey aynı zamanda budur.
Yaşanan
krizin salt komünist hareketle sınırlı olduğunu düşünmek de
gerçeklerden kopmaktır. Kriz, iç ve uluslararası alanda
devrimci-demokrasiyi de pençesine almıştır... Türkiye devrimci
hareketinin çıplak gerçeğinde bu olguyu zaten görmekteyiz...
Krizden
çıkmak olanaklı mıdır? Evet, olanaklıdır. Evet, krizden
çıkılacaktır. Krizden çıkış kaçınılmazdır. Kriz süreçleri
ve krizden çıkış süreçleri genelde yeni saflaşmaları
gündemleştirir. Önemli olan bu
saflaşma ve yenilenmenin devrim ve komünizm davasının
gereksinmelerine yanıt olmasıdır. Çıkış sürecinde tasfiyeci
vb. savrulmalar olması kaçınılmazdır. Kuşkusuz ki her gerçek
komünistin arzulayacağı şey, gerçek bir Leninist yenilenmeye
bağlı olarak, süreçten en az kayıpla, en yüksek irade ve eylem
birliğiyle, en yüksek dinamizmle çıkıştır. Lenin'in öğrettiği
gibi bu çıkış, ilkeli bir hesaplaşmaya, hesap sormaya, Bolşevik
eleştiri, özeleştiriye dayanmak zorundadır. Tasfiyeciliğe boyun
eğen her parti tasfiyeciliğe gider. Tasfiyeciliği tasfiye etmeyen
bir parti tasfiye olur. Bunu kavramayanların çözüm gücü olması
da olanaklı değildir. İlke, perspektif, yöntem, nesnel durumun
doğru bilinci ve irade gücü olmadan çözüm değil, çözümsüzlüğün
derinleşmesi, kapsamlılaşması kaçınılmazdır. Türkiye ve
Kürdistan komünistlerinin irade birliğini ilkeli bir temelde daha
üst düzeyde kurması gerekir.
Ya
krizden çıkacaksın ya da altında kalıp ezileceksin. Orta yol
yok. Krizden çıkış süreçlerinde ortaya çıkan
sapmalardan biri olan orta yolculuk da oportünizmdir.
Marksizm-Leninizm'le ortacılık bağdaşmaz. Ortacı oportünizm de
oportünizm ve tasfiyeciliğin bir biçimidir ve özellikle belli
koşullarda oportünizmin bu türü daha tehlikeli bir oportünizm
türü haline gelir. Ortacı oportünizm, proletarya ile burjuvazi
arasında yalpalayan, bir elini burjuvaziye diğer elini proletaryaya
uzatan, her iki tarafı barıştırmaya çalışan küçük
burjuvazinin sınıf tavrıdır.
Lenin, tasfiyeci oportünizme karşı Bolşevik mücadele yürütürken, ''Tasfiyeciliğin çekim alanı içinde bulunan, ne Tasfiyeciliği doğrudan savunmaya ve ne de doğrudan ona başkaldırmaya cesaret edemeyen kişiler''den bahseder; bu, genel bir olgudur; herhangi bir komünist partide bu kategori özellikle kriz süreçlerinde ortaya çıkar. İdeolojik bir çekim merkezine ihtiyaç var. Etkin bir ideolojik mücadeleye ihtiyaç var. Ya proletarya ideolojisi ya da burjuva ideolojisi, ortası yok! Sorun hangi sınıfın ideolojik mücadeleyi kazanacağıdır. Proletarya sınıfı ve komünistler bu mücadeleyi kazanarak partiyi geleceğe taşımalıdır. Marksizm-Leninizm'e, davaya, kavgaya, ideallere bağlılık bunu gerektirir. Gerisi boş laftır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder