1 Ağustos 2021 Pazar

KONYA KATLİAMI, FAŞİST TERÖR, MEŞRU SAVUNMA, TOPYEKÜN DİRENİŞ

 

Ekonomik kriz, siyasi kriz, toplumsal kriz ve çürüme...


Orman yangınları, Konya'da ırkçı katliam, büyük göç hareketleri, başta Suriyeliler olmak üzere ırkçı nefret ve saldırılara, lince maruz kalan göçmenler...


Gözü dönük faşist devlet terörü, ısrarla kışkırtılan Kürt Türk çatışması, açıkça yapılan dinci faşist soykırım çağrıları... HDP'nin kapatılması için açılan dava... Alevileri, seküler kesimleri, kadınları, ilerici aydın ve gazetecileri, bilimi ve ilerici sanatı hedef alan faşist zorbalık ve saldırı...


Biçimsel açıdan bile anayasa, hukuk, yasa, kural çöpte. Hiçbir yasa ile bağlanmamış dizginsiz bir faşist terör... Kararnameler yönetimi, kayyum rejimi, ordunun ''toplumsal olaylar''da kullanılması için yapılan yasal düzenlemeler, olağanüstühal yasasının 3 yıl daha uzatılması.


Her gün yüzlerce insanın tutuklanması, dolup taşan hapishaneler, devrimci, yurtsever, ilerici kitlelere nefes aldırmama...


Barış, özgürlük, adalet, iş, ekmek, akademik özgürlük, kadın hakkı, insanca yaşam hak getire; bu talepleri haykıran herkes terörist, vatan haini, bölücü...


Yeraltı ve yerüstü kaynaklarının vahşice yağmalanması. 10 milyonu aşmış işsizlik. 15-20 milyon insan açlık sınırının, 50 milyon insan yoksulluk sınırı altında yaşıyor.


Sınır tanımayan azgın faşist terör, sınırsız dinci faşist demagoji ve psikolojik hareket... Medyanın % 95'nin dinci faşist tekel altına alınmış olması...


''Çökme politikası'', uyuşturucu, silah, petrol kaçakçılığı, insan ve beyaz kadın kaçakçılığı, organ kaçakçılığı... Rant bölüşümünün ''Tek lider, tek parti, tek mezhep, tek millet, tek Saray devleti'' temsilcisi Erdoğan tarafından paylaştırılması ve yönetilmesi.


Saymaya gerek var mı?!


Sınır tanımayan azgın faşist terör, sınırsız dinci faşist demagoji ve psikolojik hareket...


Dağların, ormanların, akarsuların, SİT alanlarının küstahça yağmalanması, kuruyan göller, kirlenen denizler... Tarihi kalıtların, mekanların amansızca yıkımı... Kürdistan'ı ormansızlaştırma, barajlar altında bırakma, insansızlaştırma saldırısı...


Kürdistan'da, Suriye'de, Libya'da, Yemen'de, Afganistan'da, Somali'de... işgal; Akdeniz'de, Orta Asya'da, Kafkaslar'da, Azerbaycan'da, Ermenistan'da, Ege'de yayılmacı ve askeri saldırganlık, askeri operasyonlar, savaş kışkırtıcılığı...


Savaş sanayinin öncelikle de yandaşlara, MÜSİAD ve TÜSİAD gibi sermaye çevrelerine dayanarak geliştirilmesi, artan askeri ihracat. Siyasal İslamcı çetelerin yurtiçi ve yurtdışında terör, saldırganlık, yayılmacılık aracı olarak kullanılması. SADAT, IŞİD çeteleri, Erdoğan'a ve AKP'ye bağlı yaygın para-militer çetelerin devlet eliyle silahlandırılması... 100.000 ''Kayıp silah''... Sarayın başı, MİT, Genelkurmay merkezli ''15 Temmuz darbe''si tezgahı. Devletin kontrolünde İslamcı faşist çetelerin, Saray'a bağlı para-militer çetelerin içerde faşist iç savaş, iktidar tekelini koruma, dışarda emperyal-yayılmacı vurucu güç olarak kullanılması. ''Örtülü ödenek''lerin şiştikçe şişmesi...


Topyekün saldırı, topyekün terör, topyekün psikolojik savaş... Kürdistan'da yürütülen kirli, haksız, sömürgeci savaşın ABD, AB gibi emperyalist merkezlerin koruyucu kanatları altında, bölgesel gericiliğin desteği, KDP ile işbirliği çerçevesinde derinleştirilip geliştirilmesi...


Türk sermaye devletinin komşu ve bölge ülke ve halkları için gitgide artan oranda açık bir tehdit ve saldırgan hale gelmesi...


Daha fazla anlatmaya gerek var mı?!


Politik rejimin ve bağlaşıklarının, faşist dinci cuntanın liderliğinde AKP-MHP ittifakının süren kan kaybı; politik rejimin daralmaya devam eden toplumsal-kitlesel temeli... Saray saltanatı, aile saltanatı, 5'li çete, aile ve yandaşa dayanan ayrıcalıklar ve rant... Mafya-Narko-devlet... İç dalaşlarla ortaya dökülen sistemin, rejimin, Erdoğan iktidarının rezaletleri, pislikleri; pezevenkliğin başı Erdoğan tarafından seks şantajının doğrudan Saray'dan örgütlenmesi... Rüşvet, yolsuzluk, sayısız vurgun olayının patlak vermesi...


Geniş kitleleri aldatsın, sistemin içinde tutsun, sermaye ve dinci faşist diktatörlüğü korusun diye parlatılıp öne sürülen çaptan yoksun Kılıçdaroğlu, Meral Akşener, Karamollaoğlu, Davutoğlu, Babacan; sömürünün, zulmün, toplumsal adaletsizliğin tavan yaptığı bu koşullarda bile umut olamamaları.. ''Kamuoyu''nun Peker'den umut bekler hale gelmesi... Açlığın, yoksulluğun, işsizliğin, borç bataklığının girdabında ailece intiharlara varan umutsuzluk ama bir o kadar da protesto/isyan yüklü anlamıyla sisteme karşı mücadele haykırışı...


İşçi sınıfının, halkların büyüyen tepki ve öfkesi, mücadele etme isteği ama öncüden, güven duyulacak devrimci ve komünist bir çekim merkezinden yoksunluk. Bu koşullarda faşizm ve sermayenin umudu öldürme, ölümü gösterip sıtmaya razı etme taktiği...


Kürtlerin, kadınların, LGBT+'ların, Alevilerin, işçilerin, gençliğin, yoksulların, çevre hareketinin süregiden direnişi...


Bu tablo içinde dibe vurmuş, kendini mücadelenin gereksinmeleri temelinde yenileme yeteneğinden yoksun devrimci ve komünist hareketin hazin gerçek tablosu...


Tablo ağır. ''Toplumsal patlama'' için de nesnel koşullar mevcut. On milyonların umutsuzluk yüklü olsa da büyümeye devam eden öfkesi. Bu öfke nasıl ve hangi biçimlerde patlak vereceğini bilemeyiz ama zaten asıl olan da patlamalara bel bağlamak değil, ''patlama''ların gerçekleştiği koşullara siyasal, örgütsel olarak hazırlıklı girebilmek, karşılayabilmek. Ne yazık ki ''sübjektif faktör'' bakımından tablo iç acıtı. Gettolaşmış, kitlelerden kopmuş, kendini bile yönetmekten mahrum bir devrimci ve komünist hareket gerçeği ile yüz yüzeyiz. Dağınıklık, örgütsüzlük, krizin ağır öğütücü ve çürütücü girdabı devrimci ve komünist hareketi içine çekmiş ve yıpratmaya devam ediyor.


II

Peki ne yapılmalıdır?

''Öncü hazırdır'', ''Öncü Kürdistan'da, Türkiye'de, Ortadoğu'da görevlerini yerine getirmeye hazırdır'', ''devrimci durum var'', ''feda ruhu'' vb. lafazanlıklar bu sorunun yanıtı değil, gerçeğe gözlerini yummaktır. Hamasetle, kendini aldatmakla, yüksek perdeden atmakla devrim ve sosyalizm mücadelesinin, anti-faşist mücadelenin güncel devrimci görevlerinin çözülmediğini herkes bilir...


Bu sorunun kolayca ya da hızla yaşama geçirilecek bir yanıtı yoktur. Kolay bir yanıtı yoktur, çünkü devrimci öznede pratik-politik olarak karşılığını bulacak etkin ve güçlü bir tablo yoktur. Tablo karmaşık ve bu sorunun yanıtı pratik-politik olarak hemen ve doğrudan politik mücadelenin gereksinmeleri temelinde verilmek zorundadır.


Yaşanan krize devrimci bir yanıt ortaya çıkmadığı ve yanıtlanmadığı ölçüde siyasal ve toplumsal yozlaşma, yenilgici ruh hali gelişir ya da gelişme halindedir. Kriz ya karşı-devrimin açık ve ezici üstünlüğüne dönüşecek ya da devrimci gelişmenin üstünlüğüne gidecektir. Ortası yoktur.


Faşist teröre geri adım attırabilecek, ağır darbeler indirilmesini sağlayabilecek başlıca güç, kitle mücadelesidir. Kitlelerin sokaklara çıkması ve pratik içinde kitlelerin örgütlenerek mücadelenin geliştirilmesidir. Kitlelerin direnişi, henüz geri biçimlerde de olsa sürmektedir. Dinsel faşist diktatörlüğün topyekün saldırılarına karşın, sınıfın ve kitlelerin ileri katmanlarının direniş ve mücadelesi devam etmektedir. Bu bağlamda yurtsever hareketin varlığı, direnişi büyük bir avantaj oluşturmaktadır. Ancak ''Demokratik özerklik'' ilanı sürecinde sermaye devletinin ağır saldırısı sonrası Kürt halkı geri çekildi. PKK'nin kitlesel eylem çağrıları esasen karşılığını bulmadı. Gerillaya katılımda düşme oldu. ''Demokratik özerklik'' ilanın askeri girişime ve direnişe dönüşmesi Kürt halkında gerekli desteği bulamadı ve yurtsever hareketin bu ağır taktik zaafı kitlelerin bir tür boykotunda da karşılığını buldu. Askeri direniş kahramanca olmasına karşın gerekli desteğin alınmaması açık bir başarısızlıktı. Kürt halkı dünyanın en politik halkıdır diyebiliriz. Koca bir politik mücadele sürecinin öz deneyimlerine sahiptir. Kitlelerin bir aklı, kolektif hafızası vardır. Bu küçümsendiği oranda, çekim merkezi olan bir politik-askeri merkez olsan bile kitleler destek vermez. ''Demokratik özerklik'' ilanı ve ardından yaşanan süreçten bu olguyu çarpıcı bir tarzda yaşadık. Buna karşın Kürt halkı Newroz gibi özel dönemlerde ve seçim süreçlerinde HDP'yi desteklemeye devam ederek kitlesel olarak direnişinin sürdüğünü ve süreceğini gösterdi; ancak geri çekiliş bir olgudur. Bu tablo dağılmaya başlamış olmakla birlikte hala Sehildanlar geliştirilebilmiş, PKK'nin Serhildan direnişi çağrısı karşılığını bulmuş değildir. Kuşkusuz ki bu durum da aşılacaktır... Suruç katliamına karşı yürütülen kampanyayı (yetersiz de olsa) sahiplenici tutum, Konya'da gerçekleştirilen kitlesel ırkçı katliama karşı hızla ve yaygın sokaklara çıkılması gibi örnekler gelişmenin yönünü göstermektedir.


Dün olduğu gibi bugün de birleşik mücadelenin geliştirilmesi, daha geniş kuvvetleri toplaması, daha üst düzeyde örgütlenmesi yakıcı bir görevdir. Burjuva legalitesine ve ''yeni bir toplumsal sözleşme'' beklentisine, gerçekte tasfiye edilmiş sözde meclise dayanarak bu mücadele geliştirilemez.


Mücadele meşru zeminde, meşruluğun geliştirilmesine dayanmalıdır. Burjuva demokratik hayallere ve burjuva legalitesine şöyle ya da böyle bel bağlayan ciddi zaafların aşılması birleşik devrimci (cephe) hareketin yakıcı bir görevidir. ''Devlet ve rejim, AKP sıkışmıştır, güç kaybediyor, politik çözüme kapı açacak'' beklentilerine karşı etkin bir mücadelenin geliştirilmesi vazgeçilmez bir görevdir. Kürt burjuvazisinin ve Türk liberallerinin ve sosyal reformist güçlerin bu doğrultuda yaymaya devam ettiği hayallerin etkisi küçümsenemez. Uzun yılların getirdiği kitlesel yorgunluk ve dolu-dizgin faşist sömürgeci savaşın ağır yıkımları, ödenen ağır bedellerin bu bakımdan söz konusu burjuva liberal hayallere elverişli zemin sunmaya devam ettiği unutulmamalıdır. Bu bağlamda Kürt halkının Türk işçileri ve halkından gerekli ve beklediği maddi-politik desteği bulamamasının özel önemine ve çok yönlü etkisine dikkat çekmek isteriz. Bu olgu, ulusal demokratik hareket içerisinde Kürt burjuvazisini cesaretlendirmektedir. Keza faşizm ve sermaye bu olgunun bilinciyle ulusal hareket ve Kürt halkı içerisinde teslimiyetçi ve işbirlikçi eğilimlerin güç kazanmasına özel bir önem vermektedir... ''Doğu'' ve ''Batı''nın birleşik mücadelesinin geliştirilememesi, bunu sağlayacak stratejik ve taktik yönelimden mahrum olma ya da lafazanlık düzeyinde kalması ya da bu bakış açısının terkedilmesi ''Türk solu''nun temel bir zaafı olmaya devam etmektedir. Bu konuda en iddialı olan komünist hareket ise bu perspektiften pratikte (teorisi de oluşturularak) çoktan uzaklaşmıştır. Rojava Devrimi'nde yer almak ise bu soruna, bu derde deva üretmedi...


III

Rojava Devrimi'nin sunduğu avantajlar, açtığı alan, pozitif etkisi ne kadar değerli olursa olsun Türkiye halkların birleşik mücadelesinin geliştirilmesine katkısı, bu özellikle Türk halkının kazanılması bağlamında, son tahlilde sınırlıdır, sınırlı olacaktır. Türk işçi sınıfının ve halkının politik desteği, daha da önemlisi mücadelenin asli bir unsuru olarak mücadelede yer alması Rojava Devrimi üzerinde değil, Türkiye'de, Türkiye'nin somut koşullarıyla bağlı gerçekleşecektir... Bu bağıntıda ulusal ve toplumsal kurtuluş kurtuluş mücadelesinin gereksinimi, Türk işçi ve emekçilerinin yakıcı bir sorun olan Kürt halkı ile birliği ve birleşik mücadelesinde ''Batı''nın kazanılmasıdır. Devrim yangını ''Batı''ya ancak bu yoldan taşınır. İki ulustan halkın politik-maddi birliğinin sağlanamaması, hem ulusal kurtuluşçu devrimi hem de ''Batı'' devrimini zayıf düşüren zaaftır. Bu zayıflık hem stratejik hem de taktiksel düzeyde devrim ve sosyalizm kavgasının aleyhine işlemeye devam etmektedir... Türk burjuvazisi ve faşist diktatörlük bu gerçeğin keskin bilincini temsil etmekte ve halkların birleşik cephesinin kurulmaması için Suruç katliamı, Ankara Gar Katliamı örneklerinde, HDP'nin 80 milletvekili çıkararak siyasal denklemde kilit parti haline geldiği 7 Haziran 2015 genel seçimlerinin iptal edilmesi örneğinde görüldüğü gibi, ''Batı'' ve ''Doğu''nun birleşmesini en büyük tehdit olarak görmektedir. HDP'yi işlevsiz bir parti haline getirme, Demirtaş ve Yüksekdağ'ın hapiste tutulması, son yıllarda tutuklanan ve sayısı onbine ulaşan mahkumun varlığı, bugün HDP'yi kapatma operasyonu aynı zamanda bu gerçekle bağlıdır.


Devrim ve karşı-devrim arasındaki keskin çatışma devrimci ve komünist hareketi toparlanmaya zorlamaktadır ama bu gereksinim hala karşılığını bulabilmiş değildir. Legalize olmuş, illegal ve yasadışı temellerden yoksun kalmış komünist ve devrimci hareket sürekli güç kaybetmeye devam etmektedir. Bu durum da devrimci harekette birleşik mücadele vurgusunun yükselmesine yol açmaktadır. Güçlü ya da zayıf olmanın ötesinde bir sorundur halkların birleşik mücadelesi. Birleşik mücadele gereksinimi hissetmeyen, bilince çıkarmayan bazı devrimci örgütler ise, devrim ve karşı-devrim arasındaki çarpışmanın adeta dışında kalarak, faşizmin öfkesini üzerine çekmeden, hedef haline gelmeden sessizce ''mücadele'' etmektedir. Sosyal reformist harekete ise hiç girmek gerekmiyor bile; onlar ''ölü taklidi'' yapmaya devam etmektedir. Bu iki kesimde de çarpıcı olan sosyal sosyal şövenizmdir, ezen ulusun küçük burjuvazisinin sınıfsal tavrıdır.


Sömürgeci faşist savaşa, nefes aldırmayan faşist teröre karşın egemen sınıflar ve faşist diktatörlük krizden çıkamamaktadır. Dahası kriz derinleşiyor ve derinleşecek. CHP'ye, ''Millet Cephesi''ne bel bağlayanlar ağır bir yanılgı içerisinde ve burjuva liberal hayaller yaymaya devam etmektedir. AKP ve MHP'nin çizdiği sınırlar içerisinde iktidara yedeklenmiş ''muhalefet'' yürüten burjuva gerici ve faşist partiler koalisyonundan medet umanların sınıfı ve kitleleri zehirlemeye devam ettiği açıktır. Hiçbir koşulda burjuvaziden medet umulamaz ve umulmamalıdır. Bu olgunun kitleler nezdinde açığa çıkarılması, mücadele etmek isteyen kitlelerin aydınlatılması yakıcı bir politik görevdir.


İki burjuva gerici ittifak/cephe arasına sıkışarak anti-faşist devrimci mücadele geliştirilemez. Anti-faşist birleşik bir seçeneğin pratik olarak güçlendirilmesi yakıcı bir görevdir. Anti-faşist devrimci birleşik cephenin ''Üçüncü yol'' olarak tanımlanıp tanımlanmamasından bağımsız olarak, bu cephenin her araçla politik olarak güçlendirilmesinde, meşruiyet ekseninde geliştirilmesinde öncü pozisyonunda yer almak gerekir. Bu bağlamda, yedeklenme değil, bağımsız ideolojik ve siyasal kimlikle bu hareketin içinde yer almak yaşamsal önemdedir. Güçsüzlük güçlü olan yurtsever anti-faşist çizgiye kapaklanmaya götürmemelidir. Bu sınır çizgisi burjuva ve küçük burjuva demokrasisi ile proletarya sosyalizmi arasındaki sınır çizgilerinin bulanıklaştırılmamasında, propaganda ve ajitasyon özgürlüğünde somutlaşır. Bu bağlamda, ideolojik mücadele görevleri ihmal edilmemelidir.


Konya'da gerçekleştirilen ırkçı faşist katliamlar başka yerlerde de geliştirilmeye devam edilecektir. Bu katliam da dinci faşist cuntanın liderliğindeki faşist diktatörlüğün merkezi olarak örgütlediği bir katliamdır. Diktatörlük, başı Erdoğan ve Bahçeli, açıkça ''Bugünler daha iyi günleriniz, daha neler göreceksiniz neler!'' demektedirler... Bu katliamlar, psikolojik hareket, baskı ve terör faşist karşı-devrimin politik stratejidir ve kendi gereklerine bağlanmış taktikler ışığında yürütülmektedir. Önümüzde daha sert bir mücadele gündemi olduğu açıktır. Sorun gündemi belirleyecek bir politik güç merkezinin her düzeyde örülüp geliştirilmesidir. Politikanın güçle yapıldığını ve güç haline gelmek için de politika yapmak gerektiği açıktır. Kuşkusuz ki, grup için, dar çıkarcılık için, anı kurtarmak için değil, kendini tekrarlayan ''öncü çıkış''lar çizgisi ve tarzıyla değil, kitlelerle ve kitleler için politika tarzında... Programatik ve stratejik çizgiye bağlanmış bir politika tarzı. Devrimin sınıfın ve kitlelerin eseri olduğu teori ve pratiğine bağlanmış bir politika ekseninde.

IV

Süreç ve karakteristikleri, nitelikli, yaygın bir ''meşru müdafaa'' hakkının kullanılmasını gerektirmektedir. Şamar oğlanına dönüşme reddedilmelidir. Gerici-faşist çeteler ve gericiliğin etkisi altında olan kitleler devlet ve Erdoğan rejimi eliyle örgütlü bir tarzda silahlandırılır, ortalığa salınırken sessiz kalınamaz ve kalınmamalıdır. Kitlelerin ileri kesimlerinde, özellikle Kürt ve Aleviler arasında silahlanma eğilimi gelişmektedir. Çünkü can güvenliği yok. Can güvenliği, adalet vb. hak getire. Bu yeni bir olgu da değildir.


HDP'nin ve devrimci kurumların güvenliğinin sağlanabilmesi için özel tedbirlerin alınması ve geliştirilmesi gerekmektedir. Bu bakımdan geride kalan sürecin derslerinin pratikleşmesi zorunludur. Bu konuda da cesur davranılmalıdır. Faşist katiller öyle elini-kolunu sallayıp parti binasına girerek bir insanı rahatlıkla katledememelidir. (Planın kitlesel bir katliam olduğu ama o gün yapılacak toplantının tesadüfen ertelenmiş olmasının bu planı boşa düşürdüğü anlaşılmıştır. Burada Deniz Poyraz hewali sevgiyle anıyoruz.) Bu gibi faşist saldırıları yapanların ''meşru müdafa'' hakkıyla yanıtlanması gerekir. Bu bir haktır ve gerekli görülen her yerde de kullanılmalıdır.


Kitlelerde ortaya çıkan meşru müdafaa hakkı-talebini örgütlü hale getirmek ve yanıtlamak acil bir politik görevdir. Açık açık ölüm listelerinin yayınladığı bir dönemden geçiyoruz. Parti binaları basılıp insanlar katlediliyor. Sistemin güvenilir adamı Kılıçdaroğlu bile ölümün eşiğinden zor döndü. Faşist İyi Parti'nin Başkanı Akşener linç edilmek istendi... Her türlü toplumsal muhalefete gözdağı verilmeye, psikolojik operasyonlar düzenlenmeye, devrimci ve yurtsever yapılar ölümcül saldırıların muhattabı olmaya devam edecektir. İktidardaki faşist koalisyonun güç kaybı, seçimleri kaybedeceğinin ortaya çıkması gibi özel ve temel bir faktör de faşist topyekün savaşı ve terörü meşrulaştırmanın aracı olarak kullanılıyor. ''Ya kaos ya da ben!'' politikası devam ediyor. Türk burjuvazisinin halkların muhalefetini ezme, emperyal yayılmacı politikasını yaşama geçirme ve önünde engel olarak görülen her odağın tasfiyesi politikasıyla karşı karşıyayız. Faşist terör dışında ''toplum'' yönetilemiyor. Tek silahları terör, imha, katliam, demagoji, provokasyon vb.


Dinci faşist sömürgeci diktatörlük kitlesel katliamlar, suikastlar, faşist provokasyonlar yolunda ilerlemeye devam edecektir. Meşru müdafa hakkının kullanılması, özgül araçlarının yaratılması zorunludur. Faşist diktatörlük her adımıyla bunu dayatmaktadır. Sözde darbe sürecinde sayısının 100 bin olduğu söylenen resmi silahların sözde kaybolması, gerçekte kendi para-militer çetelerine dağıtılması tesadüf değildir...


Faşist iç savaş dayatmasına ve saldırısına karşı halkların birleşik mücadelesi ve devrimci iç savaşın gereklerine göre kurumsallaşmak, ihtisaslaşarak yetkinleşmek, kitleseleşerek, kitlelere dayanan mücadele hattında yürümenin dışında başka bir çıkış yolu yoktur. Her yerde anti-faşist savunma komitelerinin kurulması ve işlevli hale getirilmesi önemlidir. Bu komiteler salt devrimci militanlara dayanmamalı ve kitlesel karakter taşımasına özel önem verimelidir. Meşru müdafa hakkı birincisi ve en önemlisi kitlelerin devrimci şiddetinde somutlaşmalıdır. İkincisi ''dar grup eylemleri''nde.


Bu mücadelede faşist diktatörlüğe hizmet edecek eylemlerden uzak durmasını da bilmek gerekir; faşist provokasyonları ve demagojiyi boşa çıkaracak bir taktiksel hat yaşamsal önemde diğer bir görevdir. Meşru müdafa hakkı kitlesel mücadelenin gereksinmelerine bağlı ele alınarak pratikleştirilmelidir. Aksi taktirde mücadele zarar görecektir. Küçük burjuva maceracı eylem çizgisi, bireysel terör çizgisi, kontrolsüz biçimler sınıf mücadelesine, başta Kürt halkı olmak üzere halklara hizmet etmez. Kitlelerin fedaisi olmadan, kitleleri pasif bekleyişe itmeden, kitlelere öncülük yaparak kitlelere müdafanın kendileri tarafından uygulanması bilinç ve deneyimi kazandırılmalıdır. Sorun kitlelerin can güvenliği sorunudur. Kitlelerin kendi can güvenliklerini kendileri sağlama bilinç ve pratiği ile eğitilmelidir. Bu amaçla 70'li yılların olumlu deneyimlerinin hatırlanması gerekir. Keza mücadelenin, propaganda ve ajitasyon, siyasi teşhir kampanyalarının odağına gerici ve faşist çeteler değil, sermaye ve devlet oturtulmalıdır. Diktatörlük, 70'li yıllarda olduğu gibi dinci ve faşist çeteleri (sivil faşist para-militer güçleri) öne çıkararak devletin yıpranmasını önlemeye, ''perde arkası rol''ünü örtmeye çalışacaktır; bu oyuna gelinmemelidir. Sivil dinci faşist ve İslamcı faşist terörün bilakis sermaye ve devlet tarafından vurucu güç olarak öne sürüldüğü ısrarla açığa çıkarılmalıdır. Faşizm ve gericiliğe teslimiyet, pasif bekleyiş, devletten adalet beklemek sadece resmi ve sivil faşist terörü azdırır.


Topyekün faşist saldırganlığa karşı topyekün direniş çizgisinde yürümenin dışında başka bir yol yoktur. Ekonomik, siyasal, sosyal, kültürel, çevresel taleplerin ve mücadelelerin birleştirilerek geliştirilmesi; yasal ve yasadışı mücadele biçimleri hep birlikte birleşik mücadele ve topyekün direnişin bileşenidir. Biri diğerinin karşısına koyulamaz. İlkesel olarak hiçbir mücadele biçimi reddedilmeden somut duruma yanıt verecek tarzda kullanılmalıdır.


Kitlelerin büyümeye, birikmeye, keskinleşmeye devam eden öfkesi ve mücadele arzusunu açığa çıkararak meşru zeminde baş kaldırısının örgütlenmesi, tüm dezavantajlarımıza rağmen tümüyle olanaklıdır. Dezavantajlarımızın yanı sıra ciddi avantajlarımızda vardır; özellikle son 60-70 yıldan beri süregelen özgürlük mücadelesi ve birikimi; Kürt ulusal kurtuluş savaşının etkisi, gücü ve imkanları; dağınık da olsa komünist ve devrimci güçlerin varlığı, mücadelesi ve siyasi etkisi gibi birkaç olguya sadece dikkat çekmek isteriz. Sistem çıkmaza saplanmış, sınıfın ve halkların en ufak talebini bile cezalandırıyor ama direniş ve mücadeleyi engelleyemedi; direniş kuvvetleri hep kafa tutmaya devam etti. Mesela Boğaziçi Direnişini hatırlayalım... ''Yeni Geziler'' baş kaldırısı isteği ve özlemi, yeni Serhildanlar özlemi ve isteği büyümeye devam ediyor... Çözüm gücü, işi bilmekte, kılıcı kuşanmaktadır.










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder