4 Mayıs 2022 Çarşamba

TROÇKİ, KIZIL ORDU VE "STALİNİST TERÖR" (BÖLÜM IX)

 


Churchill, “... ‘Bizim güçlü, çok güçlü bir Rusya’ya ihtiyacımız var.’ Bu noktada, adeta gizli konuşuyormuş gibi kısık bir ses tonuyla, bana sorular yöneltmeye başladı: SSCB’de neler oluyor? Kısa bir süre önce meydana gelen olaylar, ordumuzu zayıflatmış mı? Bu olanlar, Japonya’dan ve Almanya’dan gelen baskılara göğüs germe gücümüzü sarsmamış mı?

Onun bu sorularına karşılık, konuşmama, ‘Size bir soruyla yanıt verebilir miyim?’ diyerek başladım. ‘Bir kolorduya veya orduya kumanda eden fakat itaatsız olan bir general, dürüst ve güvenilir bir generalle değiştirilirse, bu durum ordunun gücünü zayıflatır mı, yoksa arttırır mı? Sabotaja karışmış büyük bir silah fabrikası müdürü görevden alınıp yerine dürüst, güvenilir bir müdür getirilirse, bu bizim askeri sanayimizi zayıflatır mı yoksa güçlendirir mi?’ Konuşmama bu eksende devam ederek, Sovyetler Birliği’nde süren ‘tasfiyelerin’ ülkenin genel durumunu etkisi konusunda buralarda popüler olan kocakarı masallarını çürüttüm. Churchill, beni çok büyük bir ilgiyle dinlese de, kafasını sürekli, katılmadığını belli eder şekilde salladı.” (Stalin İle Churchill, SSCB Londra Büyükelçisi Maysk’nin Günlüğü, 1932-1943, s. 121)

Stalin orduyu mahvediyor ve ülkeyi eziyor...'' (Troçki)

Savaşın sadece ilk altı ayında 500 bin, tüm savaş boyunca üç milyondan fazla komünist cephelerde can verdi. Bunlar, sosyalizm ve halkın mutluluğu için savaşan, içleri özveri dolu ve hiçbir karşılık beklemeyen savaşçılardı, saf ve cömerttiler ve aramızda en iyi onlardı. Şimdi aramızda yoklar… Hayatta olsalardı, şimdi mevcut bir çok güçlük, çoktan aşılmış olurdu.” (Stalin)


TROÇKİ FİKİRLERİNDEN DOLAYI MI ÖLDÜRÜLDÜ (IX)

STALİN KIZIL ORDUYU ZAYIFLATTI MI?



Merkezinde Tuhaçevsyk’in bulunduğu darbeci askeri kliğin Kızıl Ordu’dan tasfiye edilmesi, Alman faşizmi, İngiliz ve Amerikan emperyalizmi, sosyal demokrasi, Troçkizm, Kruşçevizm tarafından Stalin’in, “Stalinizm”in orduyu mahvetmesi, “Stalinist terör” olarak lanse edilmiştir. Bu sahte iddia kapitalizmin sosyalizme, burjuvazinin proletaryaya, dünya karşı devriminin dünya proleter devrimine karşı sistematik bir tarzda geliştirdiği ideolojik saldırganlık ve psikolojik savaşla bağlıydı ve bağlıdır. Aslında bu propaganda ve psikolojik saldırı emperyalizm ve bağlaşıklarının sınır tanımaz iki yüzlülüğünün çıplak ve çarpıcı kanıtıdır. Faşizmi ezen Stalin ve Kızıl Ordu, ama her nasıl oluyorsa, Stalin ve SBKP’nin Kızıl Orduyu mahvettiği söyleniyor! Açık ki amaç, üzüm yemek değil, bağcı dövmektir.

Stalin önderliğinde Kızıl Ordu’da gerçekleştirilen tasfiyeler, Kızıl Ordu’yu zayıflatmak bir yana, orduyu faşist kampı ezecek niteliksel bir düzeye sıçratmıştır. Bu tasfiyeler, Beşinci Kol’un ve Beşinci Kolun ordu içerisindeki uzantılarının açığa çıkarılarak etkisizleştirilmesi politikasının başarısıdır. Her renkten intikamcı tarih çarpıtıcılarının, Tuhaçevskyler için göz yaşı dökerken, Stalin’e, SBKP’te, SSCB’ye, Kızıl Ordu’ya dizginsizce hakaret etmesinin nedeni de budur. Emperyalizmin, faşizmin, Troçkizmin birleşik cephesinin SSCB’yi ve Kızıl Ordu’yu bir kaşık suda boğmak için her türlü saldırganlığı sergilerken, Kızıl Ordu zayıflatıldığı için “Stalinizm”e öfke kustuklarına inanmak aptallık olur.

Alman, Japon faşizminden Rusya’da devrilmiş gericiliğe, NEPMAN’lara, Kulaklara, parti, devlet ve ordu içerisindeki Troçkist, Buharinci, burjuva milliyetçi bloga kadar uzanan birleşik cephenin bugün de propagandası yapılan söz konusu iddiaları, her devrimci tarafından reddedilip teşhir edilmelidir.

Bazı bakımlardan sorunu açalım.

Başında Troçki’nin bulunduğu askeri klik eğer açığa çıkarılmasaydı askeri darbe gerçekleşmiş olacaktı. Bu, kanlı bir iç savaş demekti. Milyonların canına mal olacaktı. Faşizm ve emperyalizm, devrilmiş gericilik, yeni tip burjuvalar ve temsilcileri sosyalizmin kazanımlarını yok edecek, her türlü devrimci muhalefeti, Stalin’i ve on milyonlarca savunucusunu katledecek, SSCB paramparça edilecek ve SSCB Alman faşizminin sömürgesi haline getirilebilecekti. Bu gerçeği görmemek için insanın kör ve sağır olması gerekir. Kızıl Ordu’daki arınma bunu önlemiştir.

Eğer Kızıl Ordu niteliksel olarak sağlamlaştırılamamış olsaydı, savaş sırasında, işgal koşullarında, Beşinci Kol aracılığıyla ordunun parçalanması, ülkenin bir baştan bir başa faşist kampa açılması, böylece Sovyet proletaryası ve halkının ölçülemeyecek derecede kayıplar vermesi önlenemeyecekti. Ordudaki arınma bunu önlemiştir. Her devrimci için bu tablo açık olmalıdır.

Eğer Kızıl Ordu’daki (devlet ve parti de dahil) arınma gerçekleştirilmemiş olsaydı, dünyanın üçte biri sosyalist hale gelmeyecek, küresel ölçekte sömürgeciliğe karşı devsel mücadeleler gelişmeyecek, dünya çapında faşist sömürgeci tekel kurulacak ve dünya devrimi adına ne varsa ezilecekti. Bu tabloyu görmemek için insanın burjuva ön yargıların kurbanı olması gerekir.

İşte faşizm, emperyalizm, Troçkizm, sosyal demokrasi vs. buna yandığı için söz konusu propaganda ve ajitasyonu yapagelmiştir. Bu kin, burjuvazinin tarihsel kinidir... Bunu unutan devrimci olamaz.

1942 yılında Nazilere tutsak düşen ve saf değiştiren General Vaslov, “Bolşevizme karşı mücadele yoluna neden çıktım?” başlıklı kamuoyuna açık mektubunda şunları yazmış:

Rus işçisinin zor bir hayatı olduğunu, köylünün zorla kolhozlara sürüldüğünü, milyonlarca Rus'un soruşturma ve yargılama olmaksızın tutuklandıktan sonra ortadan kaybolduğunu gördüm... Komiserlik sistemi Kızıl Ordu'yu aşındırdı. Sorumsuzluk, gölgeleme ve casusluk, komutanı, sivil takım elbiseli veya askeri üniformalı Parti görevlilerinin elinde bir oyuncak haline getirdi... Mareşaller de dahil olmak üzere en iyi binlerce komutan tutuklandı ve vuruldu veya bir daha geri dönmemek üzere çalışma kamplarına gönderildi.” (Aktaran Ludo Martinez)

Bu propaganda Nazi propagandasıdır. Bu propaganda Troçki ve Troçkizmin propagandasıdır... Ve bu propaganda, Marksizm-Leninizm’in kudretini, Stalin önderliğindeki devasa zafer ve kazanımları gözden düşürmek için yapılan burjuvazinin intikamcı propagandasıdır.

Oysa gerçek şudur:

‘’Hitler'in Almanyasına karşı zafer esas olarak Kızıl Ordu tarafından kazanıldı ve ancak onun tarafından kazanılabilirdi.’’

‘’Sovyetler Birliği'nin Hitler karşısında kazandığı zafer, ... Ekim Devrimi'nin yerleştirdiği rejimin kazanımıydı. Bu zafer kazanılmasaydı, günümüzün Batı dünyası, liberal parlamenter temalar üzerine bir çeşitlemeler setinden çok, otoriter ve faşist temalar üzerine bir çeşitlemeler setinden (ABD dışında) ibaret olacaktı.’’ (Eric Hobsbawm, Kısa 20. Yüzyıl, PDF)

Bu değerlendirmeyi yapan, tarihsel gerçeği vurgulayan bir “Stalinist” değil, dahası anti-Stalinist ve burjuva demokrat bir tarihçi.

O şunları da yazıyor:

‘’... 1942’de, yorucu bir kışın ardından başlatılan yeni bir Alman saldırısı bütün ötekiler kadar parlak bir başarı olarak görüldü ve Alman ordularını Kafkasya’nın içlerine ve aşağı Volga vadisine doğru itti, ancak savaşın kaderini değiştiremedi. Alman orduları durduruldu, geriletildi ve nihayet kuşatıldı ve Stalingrad’ta (yaz 1942-Mart 1943) teslim olmak zorunda bırakıldı. Daha sonra Ruslar, savaşın sonunda onları Berlin, Prag ve Viyana’ya götüren ilerleyişi başlattılar.’’ (Age., s. 55)


Tüm bunlar Stalin tarafından mahvedildiği söylenen Kızıl Ordu’nun gerçekleridir. Bu nasıl zayıflatma ve mahvetmedir ki, Başkomutan Stalin önderliğinde Kızıl Ordu “ Berlin, Prag ve Viyana’ya” kadar faşist orduyu kovalayıp Berlin burçlarına Kızıl Bayrak’ı dikebiliyor!!! İşte söz konusu gerici psikolojik harekat, “Stalinizm”in bu zaferinden (ve zaferlerinden) duyulan sınırsız burjuva kinin eseridir. Burjuvazinin bir kanadı ama “komünizm”, “Bolşevik/Leninist” kılıklısı olan Troçkizmin kini de aynı sınıf kininin berrak bir ifadesidir.

Geçmişten beri yapılan gerici propagandanın aksine, Stalin ve partisi Alman faşizmiyle ve faşist kampla savaşı kaçınılmaz görmekteydi. Güçlü bir sanayi ve tarımsal temele dayanan ekonomik atılımlar aynı zamanda emperyalist ve faşist kuşatmayı yarmak, olası bir emperyalist savaş koşullarında SSCB’nin yenilgisini önlemek hedefiyle de inşa ediliyordu. Stalin ve partisi güçlü bir Kızıl Ordu’nun ancak güçlü bir ekonomik temele dayanarak geliştirebileceğini açık ve net bir şekilde görüyordu. ”Gelişmiş ülkelerin elli ila yüz yıl gerisindeyiz. Bu açığı on yılda kapamalıyız. Ya bu işi başarırız, ya da bizi ezerler. ” sözleri de bu olgunun göz çıkaran kanıtıdır. Stalin ve parti, bu politika temelinde Kızıl Ordu’yu inşa etti ve bu ordu başta Hitler faşizmi olmak üzere faşist kampı ezdi. Beşinci Kol’un ezilmesi de bu politikanın temel bir sac ayağıydı.

Anti-komünist cephede Huntington gibilere şu sözleri söyleten Troçki, Troçkizm değil, Stalin, “Stalinizm”, Sovyet halkı olmuştur:

Komünist ideolojinin amansız düşmanı, jeopolitik uzmanı Huntington, Rusların ‘Avrasya’nın kuzeyindeki sert doğa koşulları üzerindeki’ zaferine büyük saygı duymakta ve SSCB’nin ulusal ekonomisinin 1929’dan 1941’e kadarki modernizasyonunu ‘atalarımızın ateşi bulması’ ile karşılaştırmaktadır.” (Oleg Şenik)

Eğer “Stalinizm”in olağanüstü doğru politikası olmasaydı SSCB’nin yıkılmasının yanı sıra Hitler’in dünya hegemonyası bir gerçek olacaktı.

Stalin’in “dünya devrimi perspektifinden vazgeçtiği”, “Dünya devrimine ihanet ettiği”, “ulusal milliyetçi” olduğu propagandası, başta Troçki olmak üzere Troçkizm ve Troçkizmin yörüngesinde hareket eden Troçkist ve yarı-Troçkist akımların Marksizm-Leninizm’e karşı yürüttüğü Haçlı seferi ile ilgilidir. Bakın bu konuda Eric Hobsbawm neler yazmaktadır:

‘’Gene de, liberal kapitalizmin, kriz, faşizm ve savaşın üçlü meydan okuması karşısında -ve tek başına- hayatta kaldığında bile, İkinci Dünya Savaşı'ndan bir süper güç olarak çıkan SSCB'nin çevresinde toparlanabilen devrimin küresel ilerleyişiyle yüz yüze geldiği görülüyordu.’’

‘’... Onlara esin kaynağı olan dünya devrimi gözle görülür bir ilerleme kaydetmişti. Tek başına, zayıf ve tecrit edilmiş bir SSCB’nin yerine, küresel devrimin ikinci büyük dalgasından, dünyadaki iki büyük güçten artık adını hakeden (süper güç terimi ilk kez 1944 gibi erken bir tarihte kullanılmıştır) birinin önderliğinde bir düzine kadar devlet çıkmıştı ya da çıkmaktaydı. Küresel devrimin hızı da kesilmemişti, çünkü eski emperyalist denizaşırı mülklerin sömürgesizleştirilmesi hızla devam ediyordu.’’ (Age., s. 64-65, iba.)

1935’ten itibaren eleştirel sol literatür, Moskova kaynaklı hareketlerin devrim fırsatlarını kaçırdığı, reddettiği hattâ ihanet ettiği, çünkü Moskova’nın artık devrim istemediği suçlamalarıyla doldu. Gurur verici biçimde ‘monolitik’ olan Sovyet merkezli hareket kendi içinde bölünene kadar bu argümanların pek etkisi olmadı. Komünist hareket, birliğini, tutarlılığını ve bölünmeye karşı bağışıklığını koruduğu sürece, dünyada küresel bir devrimin gerekliliğine inananların çoğu için en ufak bir kuşkuya yer yoktu. Ayrıca dünya toplumsal devriminin 1944’ten 1949’a kadar süren ikinci büyük dalgasında kapitalizmden kopan ülkelerin ortodoks, Sovyet-yönelimli komünist partilerinin himayesinde gerçekleştiğini kim inkâr edebilirdi?” (Age., s. 60)

Burjuva demokrat bir yazar tarihsel gerçeği kendi dilinde teslim etmektedir. Fakat Troçkistler ve onların sözde enternasyonalleri, sınırsız kin ve nefretle, dünyanın üçte birinin sosyalist hale gelmesine karşın, sosyalist kampı (“Stalinist kukla rejimler”!) yıkmak gerektiğini açıkça ilan ederek ABD vb. emperyalistlerle “Stalinizm”e karşı mücadele etmeye devam ettiler.

Tarihsel gerçek şudur: Stalin önderliğinde SSCB’nin, sosyalist inşanın, Kızıl Ordu’nun kazanımları ve eşsiz zaferleri daima proletarya enternasyonalizmi demek olmuştur... Öyle profesyonal Troçkist sahtekarlığın ürünü olan “Tek ülkede sosyalizm mi dünya devrimi mi!” demagojik ikilemi tümden iflas etmiş ve burjuva karakteri açığa çıkmıştır. Proletarya enternasyonalizmi, Ekim Devrimi’nin, sosyalizmin dev inşasının, SSCB’nin, Kızıl Ordu’nun, “Stalinizm” elinde her zaman yüksekte dalgalanan bayrak olmuştur. Uluslararası proleter devrimin öncü gücü olan SSCB, Stalin önderliğinde dev atılımlar yapmıştır. Anti-Marksist Leninist, anti-Sovyet ve proletarya enternasyonalizmine düşman akımlar, Ekim Devrimi ve SSCB’nin çıkarlarını “ulusal milliyetçi” çıkarlar olarak lanse edip, onu uluslararası proleter devriminin çıkarlarına karşı konumlandırarak Bolşevizmi, Ekim Devrimi’ni gözden düşürerek saldırmaktadırlar. Merkezi görevlerini “Stalinizm”i (yani Bolşevik Parti’yi, proletarya diktatörlüğünü, sosyalist inşayı ve dünyanın üçte birinin sosyalist olmasının somutlaşmış ifadesi olan sosyalist kampı) “politik devrim”le yıkmak olarak belirleyen Troçki ve Troçkizmin dünya devriminden, proletarya enternasyonalizminden anladığı şey tam da karşı-devrimdir. Ekim Devriminin kazanım ve başarılarını yok etmek isteyen Rus Thermidorcu gericiliğin başı Troçki bu saldırılarında daima yenilgiye uğramıştır. Troçki’ye ve teorisine bağlı kalan IV.Enternasyonal’in lideri Mandel’in 1945 sonrası için neler yazdığını ise daha önceki bölümlerde birlikte okumuştuk...

Kuşkusuz ki Eric Hobsbawm anti-Stalinist konumlanışı nedeniyle kitabında pek çok nesnel olmayan eleştiriler de mevcuttur. Böyle de olsa, en azından tarihçi kimliğine bağlı kalma çabası olduğu oranda Stalin ve SSCB’sinin bazı gerçeklerini de dile getirmektedir. Örneğin, (konuyla ilgili olduğu için belirtme gereksinimi duyuyoruz) şu sözler boş sözlerdir; “Ne var ki, 1930’larda yapılan temizliklerin Kızıl Ordu’nun düzenini bozması, ... Stalin’in askeri stratejiye yaptığı son derece beceriksizce müdahaleler ...”(bkz. Bölüm 13- s. 54-) Stalin Kızıl Ordu’yu yeniden yapılandırdığı gibi askeri strateji ve taktiğin de büyük üstadır. Zafer onun büyük üstünlüklerine dayanan liderlik yeteneğinin önderliğinde kazanılmıştır. “Stalin’in generalleri”nin değerlendirmelerinde (bkz. Büyük Anavatan Savaşında Stalin ve Generalleri, Derleyen ve Çeviren İbrahim Okçuoğlu, Töz Yayınları) bu gerçek vurgulanmıştır. Stalin hem bir teorisyen, hem de siyasal ve askeri bir liderdi. Bu yetenekler, Stalin’in komple liderlik niteliğini ifade ediyordu. SSCB tarihi ve faşist kampın ezilmesi deneyimi bu gerçeği tarihe kaydetmiştir. ”Stalinizm”in zaferi, emperyalist dünya sistemine karşı kazanılan salt askeri zafer olmaktan uzaktır, aksine bu tarihsel zafer, sosyalizmin hem ideolojik ve politik, hem de ekonomik ve askeri zaferi ve açık üstünlüğüydü.

Başkomutan olarak Stalin’in önemsiz, yetersiz, beceriksiz biri olduğu propagandasına Churcill’in Stalin hakkındaki şu sözleriyle yanıt verebiliriz:

Churchlll savaş zamanında şu yargıyı vermişti: ‘Can çekişme halinde olan Rusya'nın böylesine sert bir savaş yöneticisini başında bulması, bu ülke için gerçekten büyük bir talihti. Bu şef, olağanüstü kişiliğe sahip bir kimseydi ve hayatının içinde geçmek zorunda kaldığı karanlık ve fırtınalı zamana uygun düşüyordu." (Aktaran I. Deutscher, Stalin Bir Devrimcinin Hayatı, C. II, s. 281)

Açık ya da “komünizm”, “Bolşevik/Leninist” maskeli burjuva ideolojik tarih ve teori çarpıtıcılığı için mesele şundan ibarettir:

Popüler Stalin demonolojisine (“Şeytaniyet”, “Cin bilimi”, “cin ve şeytanları sistematik olarak inceleyen çalışma dalı.” -bn.) göre, Bolşevik Devrimi Büyük Yönelimden ve Stalin'in önderliği pekiştirildikten sonra, bir kez değerini kaybedince, bunu izleyen her şey basitçe, ya onun kişisel diktatörlüğünü ya da bozulmuş bir parti ve devleti güçlendirmenin aracıydı. Üretimin artması, yükselen yaşam standartları, faşizme karşı zafer, Doğu Avrupa'da sosyalizmin kuruluşu- hepsi de temel olarak bu adamın kişisel iktidarını (ve kimisine göre de, onun temsil ettiği sınıf veya katmanı) desteklemeye hizmet etti. İşçi sınıfına tahakkuk eden herhangi bir kazanç da tam anlamıyla ikincildi. Bu argüman, büyük bir bölümüne ilişkin olarak, gerçeklere bir atıfla değil, mantık atlamasıyla geliştirilmektedir. Bir kere, Büyük Yönelim'in gerici olduğu kabul edilmekte, galiba bundan başka kanıta gerek yok. (Thomas Angotti, Stalin Dönemi Tarihin Açımlanması, PDF, s. 48)

Winston Churchill’in 1943’te Stalin ve Sovyetler Birliği hakkında söylediği şu sözler aslında Kızıl Ordu’nun Stalin tarafından mahvedildiği iddiasına da bir yanıt sayılmalıdır:

İnsanlık tarihinde şimdiye dek kurulmuş hiçbir hükümet, Hitler’in Rusya’da açtığı kadar derin ve dayanılmaz yaralarla ayakta kalmayı başaramamıştır… Rusya yalnızca hayatta kalıp bu korkunç yaraları iyileştirmekle kalmamış, Alman ordu aygıtına dünyanın hiçbir gücünün indiremediği kadar öldürücü darbeler indirebilmiştir.” (Aktaran M. Sayers-Albert E. Kahn, Sovyetler’e Karşı Büyük Komplo, 1917-1947, İstanbul, 1990, s. 368, iba.)

Herhalde Stalin önderliğinde orduda gerçekleştirilen tasfiyelerle mahvedilmiş bir ordu ve başında da askerlikten anlamayan beceriksiz (!) bir Stalin’in olsaydı dünyanın en güçlü ve en deneyimli ordusu olan Hitler’in ordusunun hızla zaferi kazanacağı açıktır. Herhalde burjuva ve Troçkist propagandanın ileri sürdüğü gibi Stalin önderliğinde SSCB bir uluslar hapishanesi olsaydı, “sosyalizm”adına, “Tek ülkede sosyalizm” adına kurulduğu iddia edilen “Rus ulusal milliyetçiliğinin” damgasını bastığı bir SSCB olsaydı, farklı ulus ve ulusal topluluklardan oluşan Kızıl Ordu zaten parçalanarak yenilecek ve sosyalizmin tasfiyesi kaçınılmaz olacaktı. Oysa tarih, özgür ve eşit ulusların gönüllü birliğine dayanan SSCB’nin gücünün savaşlarda da sınanarak çelikleştiğini; bu birliğin Kızıl Ordu’nun da olağanüstü birlik ve kudretinde somutlaştığını, böylece faşizmi ezmesini sağladığını kanıtlamıştır. Doğal olarak Troçkist ve burjuva propagandanın işi bu gerçeğin de üstünü örtmek, görülmez hale getirmektir...

ABD’nin SSCB’deki Büyükelçisi Joseph Davies, SSCB Dışişler Bakanı Litvinov ile yaptığı bir görüşmeyi şöyle anlatır:

Litvinov ile güzel bir konuşma yaptık.   Ona açıkça ABD ve Batı Avrupa'daki tasfiyelere tepkileri anlattım; ve Kızıl Ordu generallerinin idamlarına; kesinlikle kötüydü....

Litvinov   çok açık sözlüydü. Bu tasfiyeler yoluyla Berlin veya Tokyo ile işbirliği yapabilecek hiçbir ihanet kalmadığından 'emin olmaları' gerektiğini belirtti; bir gün dünyanın yaptıklarının hükümeti ‘tehdit edici ihanetten’ korumak olduğunu anlayacağını söyledi. Aslında, kendilerini Hitler   ve Nazi dünya egemenliği tehdidine karşı korumak için tüm dünyaya bir hizmet yaptıklarını söyledi , ve böylece Sovyetler Birliği'ni Nazi tehdidine karşı güçlü bir siper olarak korumak. Dünya, Stalin'in ne kadar büyük bir adam olduğunu takdir edecek.'’’

Litvinov haklıydı. II. Dünya Savaşı’nın sonucu bu gerçeği apaçık kanıtlamıştır. Neymiş, “gaddar, beceriksiz, papaz okulunu bile bitirememiş, bireysel diktatörlüğünü kurmuş kindar Stalin” ve “Stalinizm” Kızıl Ordu’yu mahvetmişmiş! Yersen tabii.

Bir de anti-komünist tarihçi Moşe Lewin’i dinleyelim.

Kifayetsiz ama köle ruhlu Voroşilov’u Tuhaçevski'ye ve diğerlerine tercih etmesi ve yüksek askeri komutayı yok etmesi muazzam hatalardı. Tek başına bu temizlik bile, ölüm cezasını hak eden bir suçtu..” (Sovyet Yüzyılı, s. 122, iba.)

Demek Stalin ve partisinin orduyu faşist kampa karşı yetkinleştirme politikası ve operasyonu ölüm cezasını gerektirecek derecede ağır bir suçmuş! Peki faşizmi kim ezdi? Ölüm cezasını hakkettiği söylenen Stalin ve “Stalinizm”! Marksizm-Leninizm, SSCB, Stalin söz konusuysa atış serbest olunca burjuva propaganda böylesine beş paralık değeri olmayan yalanları “tarihsel gerçekler” olarak sunabilmektedir.

Gene hava kuvvetleriyle ilgili bir başka örnek, Stalin’in öteki yüzünü ortaya koyar. Bu anekdot, yazar Konstantin Simonov anılarında yer alır. Simonov savaşın başlarında katıldığı, sayısı aşı yüksek olan uçak kazaları ve ağır pilot kayıplarıyla ilgili üst düzey bir toplantıyı anlatır. Genç bir hava generali soruna basit bir neden gösterir: Kötü yapılmış uçaklar gerçek birer ‘uçan tabut’tur. Stalin artık başkomutandır. Bu kadar açık sözlü bir suçlama karşısında, öfkeden yüzü allak bullak olur. Gene de herkesin önünde patlamamak için kendisini tutar, ama şöyle mırıldanır: ‘Sussanız daha iyi ederdiniz General!’ Cesur genç adam, aynı gün, bir daha bulunmamak üzere ortadan kaybolur.” (Moşe Lewin, Sovyet Yüzyılı, s. 123)

Bu saçma sapan sözler yazar tarafından Stalin’in orduyu nasıl mahvettiğinin, ne denli gaddar biri olduğunun bir kanıtı olarak yazılıyor. Bu, iliklerine dek çürümüş burjuva aydın sefaletin kanıtıdır.

Stalinist terör” üzerine yazarken bayımız şöyle devam ediyor:

İnsani kayıplardan sonraki en ağır kayıplar ekonomideydi. Terörden hemen sonra atanan yeni kadrolar, bürolarında boş sandalye ve masalardan başka bir şey bulamadılar: Onlara işlerini gösterecek selefleri elbette yerlerinde değildi. Yeni gelen deneyimsiz kadroların pek çoğu en ufak bir inisiyatif almaktan dahi korkuyordu. Temizlik hareketleri disiplini yok etmiş ve verimliliğe büyük zarar vermişti (Rusya’da pek çok kişi bunun aksini iddia etmekte ısrar etse bile). Devlet kuruluşları ahlaken şüpheli türlü çeşitli tiple doluydu. Bu duruma çare bulmak için, bazı ‘dürüst uzmanlar’ itibarları iade edilerek (hâlâ yaşıyorlarsa) kamplardan salıverildiler. Bunların arasın*da Rokossovsky, Meretskov, Gorbatov, Tiulenev, Bogdanov. Kholostiakov, Tupolev, Landau, Miasishchev gibi askeri simalar -geleceğin general ve mareşalleri, bilim adamları, strateji uzmanla ve mühendisler- bulunuyordu. Ünlü balistik füze uzmanı Korolev’in salıverilmek için 1944 yılı beklemesi gerekecek ve başka pek çokla 1956’ya kadar tutuklu kalacaktı. Ama 1939’da özgürlüklerine kavuşanlar oldukça önemli bir kitle oluşturuyordu. Bazıları salıverildikten sonra derhal işlerinin başına dönecek kadar iyi durumda değildi; bu yüzden, gerek başkomutanlık düzeyinde gerek aşağı kademelerde ordunun aldığı ağır yaraların sarılmasına yardımcı olamadılar. 1941 yazında, yarbay ya da albay rütbesindeki subayların %75’i ve siyasi komiserlerin % 70’i bir yıldan kısa bir süredir görevdeydi; dolayısıyla, ordunun çekirdeği büyük birliklere komuta etmek için gerekli tecrübeye sahip değildi. Felaketle sonuçlanan 1940’taki Finlandiya Savaşı, Kızıl Ordu'nun savaşa hazır olmadığını bütün çıplaklığıyla gösterecekti. Askeri ve siyasi liderlerin ‘zaferle sonuçlanan bozgun' hakkındaki büyük ölçüde doğru analizleri, liderlik, eğitim, subay kadrosu ve birlikler arası eşgüdüm alanlarındaki göz yaşartıcı eksiklikleri gözler önüne seriyordu. Gene de baş suçlunun -Stalin - adı asla zikredilmiyordu. (Sovyet Yüzyılı, s. 144-145)

Kitabında “Kamplar ve NKVD’nin Sanayi İmparatorluğu” alt başlığında SSCB hapishanelerini, kamplarını Hitler’in soykırımcı çalışma kamplarından bin kez daha zalimane olarak lanse eden Lewin Soğuk Savaş aydını olarak görevini yerine getiriyor. Görevi “Stalinizm”e saldırmak, Stalin’i Lenin’in bilinçli düşmanı olarak sunmak. Stalin ve SSCB’sini, Kızıl Ordu’yu gözden düşürmek, araya serpiştirdiği bazı doğruları da kullanarak burjuva demagoji ve manipülasyonu yenilir yutulur hale getirmek.

Lewin kapkaranlık bir tablo çiziyor. Tarihsel sonuçlar bunun hiç de böyle olmadığını açığa çıkarmıştır ama bu, Lewingiller familyası için zaten önemli değildir...

Finlandiya Savaşı, Kızıl Ordu'nun savaşa hazır olmadığını bütün çıplaklığıyla gösterecekti.” Doğru, bu deneyimden Stalin, parti, devlet gerekli dersleri çıkararak Kızıl Ordu’nun zayıflıklarını gidermiştir.

İnsani kayıplardan sonraki en ağır kayıplar ekonomideydi.” Oysa ekonomi istim üzerinde yürüyordu... Evet ciddi insani kayıplar vardı. Beşinci Kol’un tasfiyesi sürecinde karşı devrim ve blok tarafından içerden ve dışardan yapılan manipülasyonlarla, partinin zaaflarıyla önemli sayıda insan kaybedilmiştir. Acı da olsa gerçek budur. İdeolojik, siyasal, ahlaki olarak şüpheli pek çok insan bu süreçlerde öne çıkmayı ve ağır zararlar vermeyi başarabilmiştir. Ama bu süreci belirleyen ve yönlendiren şey, sosyalizm koşullarında yetişen yüz binlerce genç, dinamik, davaya bağlı yetenekli kadronun öne çıkarak parti, devlet, ekonomi, sanat, kültür alanlarında görev alması olmuştur. Bu, Kızıl Ordu’da da çarpıcı bir olgu olmuştur. Lewin, kitabında “Yeteneklere Hakim Olmak ve Kullanmak” alt başlığı altında şunları yazarken haklıdır: “Bu noktada, Stalin diktatörlüğü tamamen yenilikçiydi.” Lewin’e bunu söyleten SSCB’nin, SBKP (B)’nin (“Stalinizm”in) gerçeğidir.

Khlevniuk, kitlesel terördeki hafiflemenin, Stalin’in parti kadrolarını gençleştirme hedefine ulaşıldığı yönündeki hissiyatından kaynaklandığını da tahmin ediyor. (Genç yetenekleri ortaya çıkarmak için kullanılan pedagojinin pek yadırgatıcı olduğunu belirtmeliyiz.) Stalin Mart 1939 ’daki XVIII. Parti Kongresinde, Nisan 1934-Mart 1939 arasında, devlet ve parti idaresine yeni bir soluk kazandırmak için, özellikle üst kademelerde 500 000 yeni kadronun işe alındığını açıklayacaktı. 1939 başında, Merkez Komitesi tarafından yönetilen nomenklatura' da (halk komiserinden parti görevlilerine, Merkez Komitesi’nin önemli görevlere atadığı kadrolar) yer alan 32.899 mevki sahibinden 15.485’i 1937-1938 yıllarında atanmıştı. Bu rakam ilginçtir, zira bunlar temizlik hareketleri ertesindeki ‘Stalin terfisi’ olarak anılan grubu oluşturur. Çoğu öğrenimini tamamlamamış olan bu gençlerin yükselişindeki hız inanılır gibi değildi. Aralarında, Stalin’in ölümünden sonra ülkeyi yönetecek isimler de yer alıyordu “

1937-1938 yıllarında yaşanan cinnet bir daha asla bu ölçekte tekrarlanmayacak, daha mütevazı bir düzeyde devam edecekti. 1939’da parti bir milyon yeni üye kaydetti ve görünürde her şey “normale” döndü.” (Age., s. 144)

Yazarın, kendince yorumlarını bir yana bırakarak söyleyecek olursak, orduda da haksız yere tasfiye edilen ve baskıya uğrayan çok sayı da asker olmuştur. Parti bu gerçeği de Sovyet halkından ve dünyadan gizlememiştir. Nitekim gerek sivil gerekse de asker binlerce insanın itibarı iade edilmiş, yeniden toplumsal yaşamın her alanında görev almış ve bu insanlar Sovyet davası için fedakarca savaşmıştır.

Yazarın ve başka yazarların sundukları verilerden ve yaptıkları değerlendirmelerden görülebileceği gibi pek çok asker ve general hapishanelerden salıverilerek Kızıl Ordu’da yeniden görevlendirilmiştir. Stalin önderliğindeki Bolşevik çekirdek ordu da yapılan haksızlıkları düzelmek için özel bir mücadele yürütmüş ve bunun sorumlularından hesap sormuş, partinin bu bakımdan zaaflarını da olanca açıklığıyla ortaya koymuştur. Yazarın adını verdiği general ve askerlerin görevlerine dönüşü de bunu kanıtlamaktadır.

Görevi geri iade edilen Rokosovisky, savaşta büyük başarılar gösteren generallerden biri olmuştur. Kruşçevci anti-komünist (modern revizyonist) karşı devrim sürecinde Kruşçev, Rokosovsky’den Stalin’i mahkum eden, Başkomutan olarak Stalin’i gözden düşürecek açıklamalar yapması için baskı yapar ancak general, “Stalin benim için kutsaldır, bunu yapamam” cevabını vererek onurlu bir duruş sergiler. Çünkü o, Başkomutan Stalin’in askeri liderlik yeteneğine yakından tanık olmuş ve büyük saygı duymuştur. O uğradığı baskıya, katlanmak zorunda kaldığı haksızlığa karşın, Stalin’i savunmuş, Troçkistler, Kruşçevler, emperyalistler tarafından istismar edilen haksızlığın arkasına gizlenerek Stalin’i, SSCB’yi, sosyalizmin dev kazanımlarını karalamamıştır. Levingiller familyasının sınırsız iki yüzlülüğü bir yanda, Rokovskygiller familyasının onurlu ve yiğit tavrı diğer yanda...

Pek çok yazar, doğrudan ya da yarı-dolaylı, kimi dolaylı olarak tasfiyeler sırasında Stalin’in daha ılımlı ve dengeli davrandığını, sosyalist yasallığın ihlaline karşı mücadele ettiğini; pek çok uzmanın, bilim insanının, askerin vb. haksız yere baskı görmesine karşı çıktığını dile getirmiştir. Hatta, değişik nedenlerle Troçkist-Zinovyevist-Buharinci-milliyetçe bloğa kaymış bir dizi insana yeniden çalışma imkanı sağlanmıştır.

Stalin dönemine ciddi eleştiriler yapan Tarihçi Y. Yemelyanov, şu örnekleri veriyor:

Arada şunu da belirtelim ki çok sayıda kaynak, anı ve araşrmada Stalin'in bazı tutuklama ve idam kararlarına karşı çıkğı kaydedilmiştir. Çünkü önder, bu kişilere itibar ediyor ve onların ülke için değerli uzmanlar olduklarını düşünüyordu.”

Mikoyan ve Molotov'un izlenimlerini dinledikten sonra, Stalin, Tevosyan'ın tutuklanması kararını iptal etmiş ve onun değerli bir uzman olduğunu bildirmişti:”

Stalin, yukarıda adı geçen ünlü uçak tasarımcısı Tupolev konusunda da titiz davranarak kanıt istemiş ve değerli uzmanları korumaya çalışğını ortaya koymuştu.”

Yine tanınmış bir uçak tasarımcısı olan A.A. Mikulin de anılarında benzer bir hususu kaydederek, ‘casusluk ve sabotaj’ suçundan dolayı 10 yıl süreyle hapse mahkum edilmiş olan uçak mühendisi B.S. Steçkin'in tahliye edilmesi konusunda Stalin'i ikna ettiğini yazmaktadır. Uçak tasarımcısı A.İ. Yovlev de, Stalin’le Kremlin' de buluştuğu zaman, ondan, Komsomolskaya pravda gazetesinin muhabiri ve Merkezi Havacılık Kurumu'nun yöneticisi olan mahkum Y. Ryabçikov'un serbest bırakılması için ricada bulunmuştu. Stalin, o sırada odada bulunan yeni İçişleri Halk Komiser Yardımcısı A.P. Zavenyagin'e ‘Bir bak şuna’ demişti. Bu belirsiz ifade bile yeterli olmuş, Zavenyagin bir hafta sonra Yakovlev'e meseleye bakıldığını bildirmiş ve Ryabçikov kısa süre sonra özgürlüğüne kavuşmuştu.”

Ünlü fizikçi, Akademi Asil Üyesi P.L. Kapitsa, 11 Şubat 1937'de Stalin'e gönderdiği mektupta fizikçi V.A. Fok'un tutuklanmasından dolayı sert tepkisini ortaya koymuş ve bu durumu A. Einstein'ın Nazi Almanya'dan kovulmasına benzetmişti. Kısa süre sonra V.A. Fok tahliye edilmişti; ayca kampta çile çeken bir diğer ünlü fizikçi, daha sonra fizik dalında Nobel Ödülü alan L.D. Landau da yine Kapitsa'run bir yıl boyunca yazdığı mektuplar ve ısrarları üzerine serbest bırakılmıştı.”

Elbette ki Stalin ülke için yarar sağlayacak değerli uzmanları savunmaya çalışmıştır ve bunu ortaya koyan birçok kanıt ve anı vardır. Ünlü bilim adamlarının, kendi alanlarında otorite olanların ricaları veya referansları ve bazen de kefil olmaları durumunda, Stalin, NKVD kararlarına rağmen söz konusu mağdura sahip çıkıyordu. Savaş başladığında, ceza almış birçok komutan kamplardan toplanarak serbest bırakılmış ve orduda görevlendirilmiştir. Bu bağlamda, savaşın başlamasına sayılı günler kala tutuklanan Savunma Sanayisi Halk Komiseri B.L. Vannikov'un başından geçenler oldukça ilginçtir. Vannikov'un tutuklanmasından birkaç gün sonra, Almanya taarruza geçerek Sovyet topraklarına girmişti. Stalin, tutuklu Vannikov'dan, savaş ortamında silah üretimini geliştirmek için yapılması gerekenler hakkında yazılı bir rapor istemişti:

Beni hapishaneden çıkardılar ve doğrudan Stalin'in odasına götürdüler. Yazdığım rapor elindeydi ve üzerinde kırmızı kurşunkalemle yaptığı düzeltmeler ve düştüğü notlara bakılırsa, raporu dikkatle incelemişti. V.M. Molotov ve G.M. Malenkov'un huzurunda Stalin bana şöyle dedi: ‘Savunma Sanayisi Halk Komiserliği'nin çalışmaları için gayet güzel bir belge olmuş. Biz bunu şimdiki Komisere iletiriz.’ Konuşmamızın sonuna doğru, o, hata yaptıklarını itiraf etti: ‘Siz birçok konuda haklıydınız, bizse yanılmışız ... Oysa alçaklar Size iftira atmışlar.’ "

Kısa süre sonra, Vannikov'a Sosyalist Emek Kahramanı unvanı verilmişti. Bu olay, Stalin'in uzmanlara değer verdiğini ve gerekirse NKVD belgelerini hiçe saydığını göstermektedir.”

Stalin'in uzmanlara ve profesyonellere karşı yaklaşımı ele alındığında, onun Şakhh ve Prompartiya dosyalarında adı geçenler ile Trotskiy yandaşla arasında yapğı kıyaslama dikkat çekmektedir. Onun fikrince, Şakhh ve Prompartiya davasında yargılanan uzmanlar gerçekten işlerinin ehli olan, teknik açıdan profesyonel kişilerdi ve yeni kuşaklar onlardan öğreniyordu. Oysa, Stalin'e göre, Trotskiy yandaşı olanların durumu böyle değildi:

.. bütün bu Pyatakovlar, Livşitsler, Şestovlar, Muratovlar, Boguslavskiyler ve Drobnisler, güvenilir bilgi ve ehliyet açısından bakıldığında boş laf üreten zevzekler ve hazır yiyicilerdir.’

örneğin Prompartiya davasında idama mahkum edilen buhar kazanı tasarımcısı L.K. Ramzin'in hakkındaki karar kaldılmış, hapiste çalışmasına izin verilmişti; Ramzin daha sonra tahliye edilmiş ve hatta Stalin Ödülü almış. Aynı şekilde, tarihçi Y.V. Tarle, dilbilimci V.V. Vinogradov, seleksiyon uzmanı V.V. Talanov ve birtakım başka kişiler de serbest bırakılmış ve çalışmalarını sürdürerek büyük başarılar elde etmişlerdi.” (Stalin İktidarın Zirvesinde, s. 150-151)


(Hitler ordusuna tutsak düşen ve kurşuna dizilen Stalin'in oğlu Vasili)

ASKERLİKTEN ANLAMAYAN” STALİN, KIZIL ORDU VE YENİ KUŞAK

Tasfiye ve yeniden yapılanma süreçleri, SSCB’nin sosyalist inşa sürecinin gerekleri ve keskinleşen sınıf mücadelesinin gereksinmeleriyle bağlıydı. Beşinci Kol’un tasfiyesinin yanı sıra, “Kızıl terör”e maruz kalmamakla birlikte, “tasfiye”, yeni döneme, yeni görevlere yanıt veremez hale gelen asker ve sivil unsurları da (parti, devlet, ekonomi) kapsamıştır. Sosyalist inşa sürecinde yeni bir kuşak yetişmiş ve yetişen “Bu kadro kuşağı, henüz iktidar ve yetkilerle şımarmamış, halktan kopmamıştı ve ülkenin gerçek durumunun, sorunlarının ve ihtiyaçlarının farkındaydı.”... Stalin önderliğindeki Bolşevik çekirdeğin 36 Anayasası sürecinde sosyalist demokrasiyi geliştirme kavgası yaşamsal önemde bir dönemeci simgeler. Stalin, yeni anayasa ve seçimleri, proleter demokrasiyi geliştirme, bürokratik çürümeye karşı güçlü bir mücadele aracına çevirme ve kitlelerden kopmuş kadrolardan arınma perspektif ve işlevleriyle ele almıştır. Stalin liderliğinde geliştirilen bu özel, keskin, riskli politik mücadelede, Stalin ve sağlam Bolşevik çekirdek azınlıkta kalmıştır. Bu süreçteki parti içi iktidar savaşında, görünüşte Stalin’i onaylayan, gerçekte pratikte boşa düşüren kapsamlı direniş ve ataklara şahit oluyoruz. J. Arch Getty’den, Yuriy Jukov’dan, Y. Yemelyanov’dan, W. Bland’dan, Grover Furr’dan incelediğimizde gördüğümüz yeni veriler ve ayrıntılar bu bakımdan oldukça aydınlatıcıdır. Parti bürokratları başta gelmek üzere devlet aygıtından gelen anti-Bolşevik bürokratik direnişin Stalinci Marksist-Leninist çekirdeği tehdit ettiği, eğer Stalin önderliğinde yürütülen mücadelede gerekli irade gösterilmemiş olsaydı, tutuklanıp katledilecekleri anlaşılıyor. Bu, aynı zamanda, ordunun yeniden yapılandırılması, askeri-politik darbenin açığa çıkarılarak tasfiye edilmesi gerçeği bakımında da böyledir. Bu bağlamda Stalin’in olağanüstü iradesinin, liderlik yeteneğinin altı özenle çizilmelidir. 30’lu yılların devrim ve iç savaş yılları olduğu unutulmamalıdır, dünya konjonktürü ise biliniyor... Bu yıllardaki bir dizi gelişmenin istikrarsızlıkların anlaşılması bakımından çok ciddi yeni veriler ortaya çıkmıştır... Aklı başında olan her insan bu gerçekleri incelemelidir.


Lewin yazıyor:

1941 yazında, yarbay ya da albay rütbesindeki subayların %75’i ve siyasi komiserlerin % 70’i bir yıldan kısa bir süredir görevdeydi; dolayısıyla, ordunun çekirdeği büyük birliklere komuta etmek için gerekli tecrübeye sahip değildi.”

Tecrübeye sahip olmayan yeni kuşak Kızıl Ordu’yu yönetmiş, faşist istilaya karşı olağanüstü zaferlerin altına imza atmıştır. Ordudaki bu gençleşmenin doğru, başarılı, ön görülü bir politika olduğu da ortaya çıkmıştır.

`Rus Ordusu, askeri etkinliğine ağır bir bedel ödeyerek Alman yanlısı unsurlarından temizlendiSovyet Hükümeti'nin önyargısı belirgin bir şekilde Almanya aleyhine çevrildi .... Durum, elbette, Hitler tarafından tamamen anlaşıldı;   ama İngiliz ve Fransız hükümetlerinin eşit derecede aydınlanmış olduğunun farkında değilim. Bay Chamberlain   ile İngiliz ve Fransız Genelkurmay Başkanlığı'na 1937'deki tasfiye, kendisini esas olarak Rus Ordusu'nun kendi içinde parçalanması ve Sovyetler Birliği'nin şiddetli nefret ve intikamla parçalanmış bir resmi olarak sundu.' ‘’ (Winston S. Churchill)

Sınıf bilinçli bir anti-komünist olan Churchill’in analizi, Stalin’in orduyu doğru bir politik ve askeri çizgide biçimlendirdiğinin açık bir verisi olarak okunmalıdır. Faşist kampla bağlı Troçkist-Zinovyevist-Buharinci-burjuva milliyetçi bloğun örgütlediği ve Tuhaçevsk’in başında olduğu askeri faşist-Troçkist kliğin tasfiye edilmesi Kızıl Ordu’yu sağlamlaştırmıştır. Troçkizmden Kruşçevizme uzanan burjuva cephenin arkasından göz yaşı döktüğü şey, Kızıl Ordu’nun arındırılarak sağlamlaştırılmış olmasıdır; burjuvazinin bu kuyruk acısını kavrayamayanlar, her renkten karşı devrimcilerin Kızıl Ordu’nun zayıflatılmasına ağladığını sanmaktadırlar.

Birlikte okuyalım:

8 Mayıs 1943'te Göbbels, günlüğüne Hitler'in bazı yorumlarını kaydetti. Nazilerin, Kızıl Ordu içindeki muhalefet ve bozguncu akımlardan yararlanmanın önemini çok iyi anladıklarını gösteriyor.

`Führer, Tukhachevsky davasını bir kez daha açıkladı ve Stalin'in Kızıl Ordu'yu mahvettiğini düşündüğümüz sırada tamamen yanıldığımızı belirtti. Bunun tersi doğrudur: Stalin ordu içindeki tüm muhalif çevrelerden kurtuldu ve böylece o orduda artık bozguncu akımların olmayacağından emin olmayı başardı ....

`Bizimle ilgili olarak, Stalin ayrıca herhangi bir toplumsal muhalefete sahip olmama avantajına da sahiptir, çünkü Bolşevizm onu ​​son yirmi beş yıldaki tasfiyelerle ortadan kaldırmıştır... Bolşevizm bu tehlikeyi zaman içinde ortadan kaldırmıştır ve bundan böyle bütün meseleye odaklanabilir.' ” (Aktaran Ludo Martinez, iba.)

Troçkizm, Kruşçevizm gibi komünizm maskeli anti-komünizm de dahil burjuva cephe “Keçiyi bostana bekçi” yapamadığı için ağlamakta ve Sovyet proletaryası ve halkına (“Stalinizm”e) alçakça saldırmaktadır. Meselenin özü ve özeti bundan ibarettir.

Y. Yemelyanovun aşağıdaki değerlendirmesi önemlidir.

Şimdi Rus kitle medyası, Kızıl Ordu komutanlarının tutuklanması ve infazının Büyük Vatanseverlik Savaşı'nın gelişimi için ölümcül olduğunu iddia ediyor. Kızıl Ordu'nun subay birliklerinin neredeyse yok edildiği iddia ediliyor. 1937 – 1939'da 40 bin komutanlığın çeşitli misillemelere maruz kaldığına dikkat çekenler var. Nitekim bu dönemde ordudan ihraç edilen 37 bin subaydan 9 bin kadarı eceliyle ölenler, ağır yaralananlar oldu. kronik hastalıklar veya siyasi olmayan suçlar ve uygunsuz davranışlar nedeniyle cezalandırıldı. Siyasi suçlardan görevden alınan 29 bin subaydan 13 bini daha sonra Ordu'ya iade edildi. Birçoğu (Mareşal Rokossovsky gibi) Büyük Vatanseverlik Savaşı'nda kahramanca savaştı. Dört bin kişi idam edildi ve yaklaşık 12 bin kişi çalışma kamplarında cezalarını çekti.

Tuhaçevski ve destekçilerinin yerine, askeri görevlerini yerine getirmede oldukça değerli olduklarını kanıtlayan yeni bir general ve mareşal grubu geldi. Bu gerçeğin tanınması Joseph Goebbels'den başkası tarafından gelmedi. Nazi Almanyası fiilen yenilgiye uğratıldığında, uzun yıllar aşağı bir ırkın temsilcileri olarak gördüğü kişilerin erdemlerini sonunda fark etti. Goebbels kişisel günlüğünde 16 Mart 1945'te şunları yazdı: 'Genelkurmay bana Sovyet generalleri ve mareşallerinin biyografilerini içeren bir kitap sundu... Çoğu genç; neredeyse hiçbiri 50 yaşın üzerinde değil. Zengin bir devrimci-politik faaliyet deneyimine sahiptirler. Bolşevikler, çok enerjik insanlar. Yüzlerine bakıldığında sağlıklı halk kadrosundan yapılmış oldukları görülür. Çoğu işçi, kunduracı.

Nazi Almanyası'nın kendi Tukhachevsky'lerinden çok geç olmadan kurtulmamasına geç de olsa yakınan Goebbels, Kızıl Ordu'nun gücünü halk kitleleriyle güçlü bağları olmasında açıklıyordu. Nazi propagandasının şefi, Stalin, Kızıl Ordu saflarında ‘sınırsız yetenek rezervi’nden bahsettiğinde ve Tuhaçevski ve diğerlerinin ‘halkla temasının olmadığını’ ve ‘halktan korktuklarını’ söylediğinde, yanlışlıkla Stalin'in gerçeğini kabul etti.” (Y. Yemelyanov, agm., iba.)

Tarihçi Yemelyanov’u yorumlamak gerekmiyor. Tablo açık.

Stalin’in savaşın keskin anları da dahil, orduyu yenileme, yeni kuşak başarılı askeri yetenekleri keşfederek öne çıkarma yeteneğine şu sözlerde de tanık olmaktayız.

... Stalin, komutanlarının çoğunluğunun görüşünü kabul ediyordu dernek değildir bu. Bu çoğunluğu bir bakıma kendisi hazırlamış da olsa, bunu söyleyemeyiz. Stalin, yenilginin tam ortasında, komutanlar kadrosunu değiştirmiş ve gençleştirmişti. Kıdem iddialana asla aldırmaksızın, sadece savaş alanındaki becerikliliği ve başarıyı gözönüne almıştı. Ünlü mareşallerinin hemen hepsi, savaş patladığı sırada, alt kademelerde bulunuyorlardı. Yeni askeri liderlerin ortaya çıkışı, Moskova savaşı sırasında olmuştu. Zukov, Vassilevski, Rokossovski ve ve Voronov gibi komutanlar, Moskova savaşı sırasında ön plana geçmişlerdi. Stalingrad savaşı sırasında da aynı durum devam etmiş ve bu savaşta, Vatutin, Yeremer..­ ko, Malinovski, Çuikov, Rotmistrov, Rodimtsev ve başka komutanlar ün kazanmışlardı. Yeni askeri liderlerin ortaya çıkışı Kursk savaşında sonuna ulaşmış gibiydi. Bu savaşta, genç Çerniakovski'nin mesleki hayatı büyük bir gelişme göstermiş ve genç komutan, üç yıl içinde, binbaşılıktan orgeneralliğe yükselmişti. Otuz ya da kırk yaşlarında bulunan bu komutanlar, alışılagelmiş ve durmadan tekrarlanan davranışların ve ödevlerin altında ezilmemişlerdi ve karşılarındaki düşmanlara eşit ve daha sonra da onlardan üstün kimseler olana kadar, savaşın o çetin okulunda bilgi edinmişlerdi.

ordunun, maneviyatının ve komuta kadrosunun yenileştirilmesi, Rusya'nın gerçekleştirdiği en büyük başarılardan biriydi ve bunu gerçekleştirmenin şerefi, Stalin'e aitti.(I. Deutscher, age., s. 292-293)

Şu herkesin karşısında tiril tiril titrediği, ağzını açmaya bile korktuğu iddia edilen “barbar, kana susamış, askerlikten anlamayan Stalin”* konusunda Deutscher şunları yazar:

Askerlik sanatı, Stalin'in, orijinal kavrayışı ve yeni gerçekleri arayıp tecrübeler yapmak eğilimini teşvik ettiği birkaç önemli siyasi alandan biriydi ve bu alanda, sözde-diyalektik kurallarının gereklerini zorla kabul ettirmemişti Stalin.” (Age., s. 289)

Stalin orduyu mahvetmişmiş; burjuva ve burjuva revizyonist propagandayı tersinden okumak lazım: Stalin Kızıl Ordu’yu sağlamlaştırdı. Ülkeyi yenilgiye, teslimiyete, sömürgeleştirmeye götüren yolu açan, hazırlayan, ilk fırsatta Stalin ve partiyi, sosyalist devleti yok edecek darbeci, yıkıcı, bölücü klikler açığa çıkarılıp hesap sorulduğu için çok üzgünüz. Sosyalizmi yıkmak için tarihi bir fırsatı kaçırdık. Acımız büyük. Kinimiz sınırsız.... Gerçek budur.

Troçki, Lenin’le ve partiyle tutuştuğu ideolojik kavgasında, eğer devrim Avrupa’ya yayılmazsa, Kızıl Ordu elde silah başta Almanya olmak üzere Avrupa’yı işgal etmezse Ekim Devrimi’nin ve Kızıl Ordu’nun yenilgisini kaçınılmaz olduğunun altını çiziyordu. Bu küçük burjuva maceracı ve dogmatik politika, “sürekli devrim” saçmalığı, Lenin öncülüğünde mahkum edildi. Nitekim Leninist politika sayesinde, Avrupa devrimi zafer kazanıp SSCB’nin yardımına gelememesine karşın, Ekim Devrimi, proletarya diktatörlüğü, Bolşevikler ayakta kalarak Sovyet ülkesini sağlamlaştırmayı başardılar. Bu deneyim Troçki ve Troçkizminin bir kez daha iflas ettiğini kanıtlamıştır.

Sözde “Bolşevik/Leninist” Troçki, aynı maceracı, saçma, SSCB’nin yıkılmasıyla sonuçlanacak politikayı “iki yıl önce (1931-bn.) Hitler’in iktidara geçmesi ihtimali karşısında... Kızıl Ordu’nun seferber edilmesini Sovyet Hükümetine salık vermişti.” (I. Deutscher, Troçki, Kovulan Sosyalist, s. 259, Ağaoğlu Yayınevi)

Troçki, SSCB’nin “Stalinizm” nedeniyle Hitler faşizmi karşısında yenilmesinin kaçınılmaz olduğunu vurguluyordu. Fakat Troçki ve Troçkizm bir kez daha ve daha sefilane bir iflasla karşı karşıya kaldı. Ama ne gam, Troçkist yüzsüzlük her koşulda Stalin’e, Bolşevizm’e, SSCB’ye, onun proleter enternasyonalist çizgisine, Ekim Devrimi’nin dev kazanımlarına saldırmaya, dünya burjuvazisini onore etmeye devam etti. Belli gelişme evrelerinden geçerek faşist kampla birleşerek Ekim Devrimi’ni, onun somutlaşmış ifadesi olan Stalin önderliğindeki sosyalizmin başarı ve kazanımlarına, Kızıl Ordu’ya karşı alçakça saldırılarını sürdürdü. Troçki’nin, IV. Enternasyonalin politikasına yön veren şu sözlerini bir kez daha hatırlatmanın zamanıdır. Eylül 1936’da “Münih Paktıile emperyalistler ve faşist Hitler Almanyası “Stalinizm”e (SSCB’ye) karşı yeni bir anlaşma imzalarken bay Troçki, şöyle yazıyor:

SSCB'nin askeri gücünü yeniden elde edebilmesinin tek yolu Kremlin'deki Bonapartist rejimin alaşağı edilmesidir. Kim ki doğrudan ya da dolaylı olarak Stalinizm'i müdafaa etmeye kalkarsa, kim ki onun ordusunun gücünü abartırsa, o devrimin, sosyalizmin ve ezilen halkların en büyük düşmanıdır .” (10 Ekim 1938, Stalinizmin Polis Aygıtı, kaynak bkz. Internet, iba.)

Bu politika, Troçki’nin teori ve pratiğinin karşı devrimci karakterini çarpıcı bir tarzda kanıtlamaktadır. Hitler’den Troçki’ye uzanan Anti-Komintern Pakt’ın kanıtıdır bu. Yeniden vurguluyoruz: Troçki’nin, Troçkizmin Hitler’le işbirliği yaptığını reddetsen bile ne yazar**. Çıplak gerçek zaten karşımızda...

Yukarıda Lewin’den aldığımız alıntıda Kızıl Ordu’da tasfiye edildiği söylenenlerle ilgili rakamları aktarmıştık. Konuyla ilgili Y. Yemelyanov’un verdiği rakamlara da yer vermiştik. Burjuva kirli savaşın gerçeklerinin daha kapsamlı, daha iyi anlaşılması için bazı veri ve değerlendirmeleri bir de Mario Sousa’dan aktarıyoruz.

Batı propagandasının Robert Conquest aracılığıyla Kızılordu temizliği üzerine ne yalanlar uydurduğuna bakmak ilginç olur. Conquest Büyük Terör adlı kitabında, 1937’de Kızılordu’da 70.000 subay ve komiser bulunduğunu, bunların yarısının (15.000 subay ve 20.000 komiser) siyasi polis tarafından tutuklanıp idam edildiğini ya da ömür boyu çalışma kamplarına gönderildiğini yazdı. Kitapta yer alan diğer şeyler gibi bu iddianın da gerçekle bir ilgisi yoktu. Tarihçi Roger Reese, Kızılordu ve Büyük Temizlik adlı kitabında ordu içindeki 1937-38 temizliğinin gerçek boyutunu gösterdi. Kızılordu ve hava kuvvetleri subay ve siyasi komiserlerinin sayısı 1937 yılında 144.300 iken 1939’da 282.300’e yükselmişti. 1937-38 temizliklerinde 34.300 subay ve siyasi komiser atıldı. Bununla birlikte 1940’ta bu kişilerin 11.596’u geri alındı ve mevkilerine döndü. Demek ki 1937-38 temizliklerinde 22.705 subay ve siyasi komiser atıldı (yaklaşık 13.000’i subay, 4.700 havacı subay ve 5.000 siyasi komiser), Conquest’in söylediği gibi tüm subay ve siyasi komiserlerin yarısı değil %7,7’si. Elimizdeki tarihsel verilere göre bu %7,7’den bir kısmı ihanetten hüküm giymiş fakat büyük çoğunluğu sivil hayata dönmüştür.”

(İsveç KPML(r) üyesi Mario Sousa tarafından 1998 yılında yazılmıştır. Stalin’in ölüm yıldönümünde: “Sovyetler Birliği Hakkında Yalanlar ve Gerçekler”, iba.)

Burada özel bir yoruma gerek olmadığını düşünüyoruz. “Ordudaki temizlik” (“Stalinci terör”) ordu üst kademesinin %7,7’si’ni tasfiye etmiştir ve bu oran içinde yer alan büyük çoğunluğun itibarları yeniden iade edilmiştir.

Burjuva, Troçkist, revizyonist propagandanın özenle gözlerden gizlediği bir gerçeğin altı çizilmelidir. Ekim Devrimi, geri bir köylü ülkede zafer kazandı ve sosyalist inşaya girişti. İktisadi ve kültürel olarak geri bir ülkede Bolşevikler, sosyalizm koşullarında yetişmiş bir kuşakla değil, geçmişten devralınan burjuva uzmanlar kuşağı ile işe girişmek zorundaydılar. Bolşevikler somut tarihsel koşullar altında, tüm dezavantajlarına karşın, büyük bir ustalıkla bunu başardılar. Yeni kuşak 30’larda iş başına gelebildi. Bu, sosyalist inşanın büyük başarısıydı. Bu olgu, yeni dönemde yeni kadrolara dayanarak ekonomik ve toplumsal yaşamın yeniden yapılandırılmasına olağanüstü olanaklar yarattı. Bu olgu, Kızıl Ordu için de geçerliydi.

Tarihçi E. H. Carr’a kulak verelim:

Planlı sosyalist ekonominin boyun eğmeyen unsuru köylü uysallaştırılmıştı. 1928 yılı boyunca rejim yavaş yavaş çekingenliğini yenerek acımasız sanayileşme politikalarına hız verdi. Yol açıktı. Gerekirse çelik gibi bir iradeyle her türlü engel aşılarak aynı yıldırma yöntemleriyle sanayileşme hızı artırılabilirdi. Süreç hem kahramanca bir kararlılığı, hem de acımasız bir katılığı içeriyordu.

Zorla sanayileşmenin yarattığı gerilim köylülerin dünyasının da ötesine geçmişti. Devrim yeni insanları iktidara getirmişti. Ancak her türlü rejim için vazgeçilmez elemanlar olan memurlar, uzmanlar, bilim adamları, fabrika yöneticileri, mühendisler ve teknisyenlerin yenilerini yetiştirip eğitmeye zaman olmamıştı; bu tip işler, esas olarak Çara ve Geçici Hükümete de hizmet veren aynı insanların elindeydi. Halk komiserliklerinde ve diğer Sovyet kurumlarında çalışan memur ve uzmanlar arasında önemli miktarda eski Menşevik ve SD vardı. Eski Menşevikler Gosplan ve Narkomfin'de, eski SD'ler ise Narkomzem'de egemendiler. Bolşevik olmayan bu memurların çoğu NEP'in ilkelerini benimsemişlerdi ve yeni siyasetten hoşlanmıyor, güvensizlik duydukları bu politikaları uygulamak için gayret göstermiyor, karşı önerilerde bulunuyor, hatta kimi zaman pasif direniş içinde oluyorlardı. Bu noktadan aktif sabotaja çok kolay varabilirlerdi ki bu şüphe, parti çevrelerinde oldukça yaygındı. Zorla sanayileşmeye yönelik en inatçı direnişin kaynakları olan Narkomfın ve Narkomzem'de, etkili pozisyonlarda bulunan Bolşevik olmayan uzman ve memurların topluca işten çıkarılmasına 1928 baharında başlandı. En sansasyonel önlem, Don havzasındaki kömür madenlerinde çalışan 55 mühendis ve yöneticinin yurtdışında organize edildiği ileri sürülen bir sabotaj suçlamasıyla tutuklanmasıydı. Suçlananların çoğunun itiraflarda bulundukları bir açık mahkemedeki yargılamadan sonra on bir idam cezası verildi ve beşi infaz edildi. Diğerleri ise uzun hapis cezalarına çarptırıldı. Suça ortak olmakla suçlanan üç Alman mühendis beraat etti. Bu mahkeme, gelecekteki abartılı suçlamalar ve göstermelik davalar için örnek oluşturacaktı. Ancak o an için yetkililer, sanayinin gelişmesi açısından önemli olan burjuva değerlerine sahip ‘uzmanlar’a yönelen kuşku ve düşmanlıktan çekinerek güven tazelemek amacıyla birkaç bildiri yayımladılar. İşçilerin ve kalifiye mühendislerin henüz eğitimi yavaş ilerliyordu. Büyük inşaat projelerinde önceleri Alman, sonraları da Amerikalı mühendislerin çalıştırılması o dönemin özelliklerindendi.” (E. H. Carr, Lenin’den Stalin’e Rus Devrimi 1917-1929, s. 200 201, Mer Yayınları)

Carr’ın açıklamalarından da anlaşılacağı gibi, SSCB henüz eski uzmanlara dayanmak zorunda kalmıştır. İşte bu tablo, 30’larla birlikte değişmiş, sosyalizm döneminde yetişen sivil ve asker kadrolar yeni sürecin taşıyıcıları olmuştur... Henüz eski kuşak uzmanlar ordusuna dayanmak zorunda kalındığı aşamada, iç ve dış gericiliğin kapsamlı destek bulduğu bu kesimler, her cephede manipülasyon ve tahribat için olağanüstü bir imkandı. Bu gerçeklerin parti ve devlet, olan-bitenler üzerinde baskı yapmadığını, her kötülüğün kaynağının Stalin olduğunu düşünmek saçmalık ve ilkelliktir. Stalin Tanrı değildi ve elinde sihirli bir deynek falan yoktu. Stalin ve parti, Marksizm-Leninizm’e bağlı kalarak, somut şartların somut tahlilini yaparak yol açmaya çalışıyordu. Pek çok şey, denenerek, sınanarak öğrenildi; çok hata yapıldı. Çok zaaf gösterildi. Fakat ağır bedeller pahasına da olsa SSCB’de sosyalizm kurulabildi. Kızıl Ordu da bu sürecin dışında değildi...

Şu Kızıl Ordu’yu mahvettiği söylenen Stalin ve Kızıl Ordu hakkında Deutscher’in değerlendirmelerini okumak komünizm maskeli anti-komünistler hariç herkese iyi gelecektir.

Tasfiyeler, Kızıl Ordu ve idareci kadrolar üzerinde çok zararlı bir etki yapmıştı. Ne var ki, bu etki; pahalıya malolan, ağır ama sağlam bir toparlanma ve düzelmeyi engelleyecek kadar yıkıcı olmamıştı. Bu düzeltme için, olağanüstü güçte dış uyaranlar gerekli olsa bile, gerçek buydu. Ve Hitler'in saldırısı bu uyarımları sağlamaya yetti. “ (Stalin Bir Devrimcinin Hayatı, C. II, s. 192, iba., Sosyal Yayınları)

İhtişam ve zafer günleriydi bunlar. Ama, zafer ile umut kıklığı 1945 yılında Rusya'da olduğu kadar başka hiçbir yerde içiçe geçmiş değildi; hiçbir zafer, büyüklük ve sefaleti bu ölçüde içinde taşımıyordu belki de.

Halk, Stalin'e karşı büyük bir minnettarlık duyuyordu; takdir ediyordu onu. Resmi propagandanın doğurduğu duygular değildi bunlar; gerçek ve samimi duygulardı. ‘Stalin çağının başarıları’ hakkında durmadan tekrarlanmış olan sözler, sadece gençlerin değil eski neslin şüphecilerinin ve gayrı memnunlarının gözünde de yeni bir anlam kazanmıştı. Millet, Stalin'in kötü işlerini bile unutmak ve sadece iyi davranışlarını hatırlamak istiyordu. 1939-41 yıllarındaki hataları ve yanlış hesapları bile birçok kimseye, basiretli bir devlet adamının davranışla gibi görünüyordu şimdi. 1930 yıllanda işlenmiş zulümler, Sovyet halklanın yaşamasını sağlayan kurtarıcı müdahaleler gibi görünüyordu.

Stalin'in oynadığı rol hakkındaki bu yeni değerlendirme ve takdir, sadece zafer sarhoşluğundan doğan düşüncelerden gelmiyordu. Rusya'n ve özellikle doğu bölgelerinin kesif bir şekilde sanayileştirilmesi gerçekleştirilmemiş olsaydı, zafer kazanılamazdı. Çok sayıda çiftliğin kollektifleştirilmesi gerçekleştirilmemiş olsaydı da kazanılamazdı. Bir traktöre ya da herhangi bir makinaya elini bile sürmemiş olan 1930 yılların müjiği, modern bir savaşta pek işe yaramazdı. Makina-traktör merkezlerinin yardımıyla yürütülen kollektifleştirilmiş çiftçilik köylüyü, motorlu savaşa hazırlayan bir okul olmuştu (•). Eğitim seviyesinin hızla yükselmesi, Kızıl Ordunun büyük miktarda becerikli subay ve asker yedeği yapabilmesini sağladı. Hitler'in Rusya'yı işgale hazırlamasından tam on yıl önce şöyle demişti Stalin: ‘İlerlemiş ülkelerden elli ya da yüz yıl gerideyiz. On yıl içinde arayı kapamalıyız. Ya bunu yaparız ya da onlar bizi ezer." Bu sözleri hatırlayan halk, Stalin'in peygamberce tahminlerde bulunduğunu ve tahminlerinin gerçekleştiğini düşünüyordu. Gerçekten de, Rusya'nın modernleştirilmesinde bir iki yıl geç kanmış olsaydı, zaferin kazanılmaması ve yenilgiye uğranılması çok muhtemeldi.” (Age. s. 368-369)

Stalin’in “dünya devrimine”, “proletarya enternasyonalizmine ihanet ettiği” propagandası bugün de sürdürülüyor. Yazımızın başlarında Eric Hobsbawmdan bu konuda alıntılar yapmıştık.

Konu bağlamında Deutscher, Stalin’in savaş yıllarında “milliyetçi” politikaya yöneldiğini, savaştan sonra ise “yeniden ihtilalci” politikaya döndüğünü saptıyor. Eleştirileri bir yana, Deutscher’in yazdıklarını birlikte okumak yararlı olacaktır.

Milliyetçi ve ihtilalci siyaset anlayışın, önemli konularda birbiriyle çatıştığı görmüştük. Ama Stalin, bu iki eğilim arasında kesin bir ayırma yapmamıştı. Her ikisini de aynı zamanda kullanmıştı. Ne var ki, savaş sırasında, milli eğilim ağır bastığı halde, savaştan sonra, ihtilalci eğilim ağır basacaktı.”

Bununla birlikte, aradaki en önemli fark, ihtilalin metodu ile ilintili olan farktı. Genel bir şekilde konuşmak gerekirse şunu söyleyebiliriz: Eski Bolşevik anlayışı, ihtilal hareketinin şansını, milletlerarası [enternasyonal] işçi hareketine bağyordu. Bu görüş sosyalist düzenin, yabancı ülkelerdeki işçi sınıflanın kendilerine has yaşantılarından ve mücadelelerinden doğacağına inanıyordu. Ve bu düzenin, yabancı işçi sınıflarının kendi kendilerini belirlemelerinin en yüce sosyal ve siyasi davranışı [fiili] olacağına inanıyordu eski Bolşevikler. Başka bir deyişle, eski Bolşevikler, aşağıdan gelen bir ihtilaIe inanıyorlardı. Nitekim 1917'de böyle olmuştu. Oysa Stalin'in şimdi, doğu ve merkezi Avrupa'daki gerçekleştirdiği ihtilal, herşeyden önce, tepeden inme bir ihtilaldi. Söz konusu olan bu ihtilal, o bölgede ağır basan devlet [Sovyetler] tarafından kararlaştırılmış ileri sürülmüş ve düzenlenmişti. Mahalli Komünist partileri bu ihtilalin yürütülmesini sağlayan araçlardı ama ihtilalin asıl gücü, arka planda duran Kızıl Orduydu. Bunu ileri sürerken, söz konusu ülkelerdeki mahalli işçi sınıflarının bu değişikliğe [ihtilale] katılmadığını söylemiyoruz. Çünkü, mahalli işçi sınıfları bu harekete [ihtilale] katılmaış olsaydı herhangi gerçek bir sonuç alınamazdı. Bir milletin önemli sınıf ve zümreleri katılmaksızın, bir ihtilali sadece tepeden inme olarak yürütmek ve gerçekleştirmek kabil değildir. Demek ki, Rusların kendi etki alanında gerçekleşen değişiklikler, yarı-istila ve yarı-ihtilal hareketleriydi. Olayın değerlendirilmesini çok güç kılan özellik de bu durumdan doğmaktadır zaten. Sadece istila söz konusu olsaydı, Rusların emperyalizminden söz etmek ve bu hareketi eleştirmek kolay olurdu. Sadece ihtilal söz konusu olsaydı, bir milletin kendi ihtilalini yapmak hakkına sahip olduğunu kabul etmeyenlerin (oysa bu hakkı her büyük millet kullanmıştır) dışında kalan herkes, bu hareketi kolayca alkışlardı. Ne var ki, ‘tek bölgede sosyalizm’in özünü teşkil eden şey, istila ile ihtilalin birbirine karışmış halde bulunmasıdır.” (Age., s. 371-372, iba.)



* SBK(B)P MK Politbürosu’nun bu toplantısının değerlendiren Stalin, şu tespitleri yapıyordu:
“1939-1941 dönemi, ülkenin her yoldan savunmaya hazırlanması için parti tarafından tutulan yolun doğruluğunu ortaya koyuyordu. Saldırıya karşı koymak için güçlü bir ekonomik temel yarattık. Esas olan budur.
“İkinci olarak, silahlı kuvvetlerle her gün meşgul olup, güçlü ve savaşçı bir ordu eğittik ve onu vatanın savunmasına hazırladık.
“Tarihin bize öğrettiği şudur: Orduya özen gösterilmediği zaman, ona moral desteği verilmediği zaman, ordunun moralini bozan başka bir moral oluşur. Ordu kendine has bir özenle korunmalı, halkın ve yönetimin sevgisine sahip olmalıdır. İşte ordunun yüksek moral gücünün kaynağı buradadır. Orduya özenle bakmak gerekir. Zaferin ve başarının teminatı buradadır.”
(Oleg Şenin)

** “Lenin’in, emekçi halk zafer kazandığında ülkenin savunması konusundaki tartışma ve yazılarındaki sebat, dikkat ve kesinlik (doğruluk), diğer sorunlar arasında askeri sorunların kesin bir biçimde çözüldüğü (kesilip atıldığı) Merkez Komite’nin onun yönetimi altında yaptığı ve sadece 1919 yılındaki sayısı 14’ü bulan toplantılarda ve yine Sovyetler Birliği Komünist (Bolşevik) Partisi Merkez Komitesi Politbürosu’nun 40 toplantısında kanıtlanmıştır.

Bu sebeple, sınıf mücadelesinin en çok kızıştığı dönemde, toplumun askeri durumu bir ölçüttür.
Başka birçok kimse gibi, J. V. Stalin’de iç savaş koşularında ülkenin olağanüstü yöntemlerle yönetilmesi gereğini kavrıyordu ama başka bir çok kimseden farklı olarak askerlik sanatını derinlemesine inceliyor ve aynı zamanda askerlik biliminin ilkelerini devlet ve politika sorunlarına da uyguluyordu. Orduda hiç hizmet vermemiş ve askeri bir eğitime sahip olmayan bir kimse olarak Stalin, askeri akademinin uygulamalı derslerini izlemişti. Bu, aynı derecede akıllıca bir hareketti, çünkü burada sıklıkla, sadece askeri etkenleri değil ama aynı zamanda toplumsal ve politik etkenleri incelemek de zorunlu oluyordu. Gelecekteki strateji uzmanı kişiliğinin temelleri tam da o yıllarda atılmıştı.

Stalin’in yetenekleri ve askeri sorunları çözmedeki becerisi, 30 Kasım 1918’de, yeni kurulan İşçilerin ve Köylülerin Savunma Konseyi’ne başkan vekili olarak atandığında ortaya çıktı. Başkanlığını yapan Lenin’le birlikte bu yeni yönetim organı, iç savaş döneminde başlıca askeri, ekonomik idare ve planlama merkezi haline geldi ve Troçki’nin Devrimci Askeri Konseyi’ni kuşatarak kendi kontrolü altına aldı.” (Oleg Şenin)

*** “Askerlikten anlamayan, Kızıl Ordu’yu mahveden, beceriksiz” Stalin’in, SBKP (B)’nin, Stalinizm”in emperyalist ve faşist savaşa karşı askeri ve siyasi hazırlığının ürünü olan şu tabloyu birlikte okuyalım:

1941 Temmuzundan Aralığına kadar neredeyse 2.600 işletme tahliye edildi, 10 milyon insan demiryolu vasıtasıyla ve 2 milyondan fazlası su yoluyla taşındı. 1941 Ağustosunun sonuna gelindiğinde yalnızca Leningrad’dan 100 büyük işletme ve 600 bin kişi cephe gerisine gönderilmişti. Kasım sonu itibariyle Moskova’dan 500 sınai işletme, pek çok kültür alanı, yüz binlerce bilim insanı, sanatçı, müzisyen, ressam ve yazar tahliye edilmiş oldu.

Tarihin en çirkin paradokslarından biri de şu ki günümüzde Stalin ve dönemini küçük düşürmeye çalışanlar arasında, geçmişte babaları ve büyükbabaları, Nazi zulmünden kurtarılmak için büyük kentlerden tahliye edilen ilk yurttaşlar olarak seçilen pek çok isim de var. Gerçekten de vicdanları üzerinde ebedi bir kara leke olarak kalacak tarihi bir nankörlük bu…

Ülkenin doğusuna doğru tahliye edilen yalnızca tesisler değildi. Kırda komsomol üyesi genç kızlar, yaklaşık 2,4 milyon büyükbaş hayvanı, 5,1 milyon keçiyi ve 800 bin atı cephe bölgesinden doğuya doğru sürdüler. Tarım makinelerini tahliye ettiler, cephe rezervi olarak milyonlarca ton tahılı taşıdılar.

Savaş yılları gibi trajik bir dönem bile Stalinist sistemin eşi görülmemiş iktisadi atılımlar gerçekleştirmek konusundaki becerisinin bir örneğine sahne oldu. 1942’de SSCB, Hitler Almanya’sının tank üretimini 3,9’a katladı, savaş uçaklarını 1,9 oranında ve her türden silah üretimini 3,1 oranında aştı. 1943 yılında ise Sovyet savunma sanayisinin üretimi savaş öncesi dönemle -1940 yılı- ile kıyaslandığında iki kattan daha fazla artış gösterdi. Yerli tarım da savaşın darbelerine karşı dayandı. Doğuda yeni araziler ekime açıldı ve burada ekilen toplam araziler 5 milyon hektar genişledi. Savaş yıllarında, Sibirya’daki kış mahsulü alanları yüzde 64 oranında arttı.

SSCB savaş ekonomisi, zafere katkı sağlayan yüksek üretim hızlarını sağlamayı başardı. Aynı zamanda Sovyetler Birliği’nin bir kez daha dünyayı şaşırtıp hızlı sınaî canlanmanın harikalarını göstereceği Stalin yönetimindeki savaş sonrası yılları, gelecekteki barış günlerini hedef alıyordu.

Zaferin ardından Sovyet ekonomisinin savaş öncesi göstergeleri geçmesi uzun sürmedi. Çünkü o dönemin sistemi çerçevesinde ve o dönemin liderliği altında, ülke ve halk, hem savaşta hem de ileri ekonomi mücadelesinde kazanmayı gerçekten istedi ve bunu yapabildi de…”

I. DEUTSCHER’in Hitler ile Stalin’in orduyu yönetme tarzı ile yaptığı şu açıklamaları okumak yararlı olacaktır.

Generalleri ile arasında anlaşmazlıklar çıktığı için öfkelenen Hitler, inatçı generallere karşı kendisinden çok daha sert davranan Stalin'e gıpta ettiğini dostlarına söylemişti. Bohemyalı on başı [ Hitler]; Rusya hakkındaki birçok “sezgi” sinde olduğu gibi bu sezgisinde de yanılgıya düşüyordu. Bunu düşünürken Tukaçevski ve grubunun tasfiyesini gözönüne getiriyordu herhalde. Aslında, Kızıl Ordu mensubu subaylar, Stalin'in, totaliter baskısı altında tutmadığı biricik gruptu. Silahlı kuvvetler, Stalin'in kontrolu altındaydı şüphesiz. Ama bu kuvvetlerin, Partiyi ve devleti sarsan çeşitli tartışma ve çatışmaların dışında kalmasına da dikkat ediyordu. Siyasetle uğraşmayan ve işini en iyi şekilde yapmak isteyen herhangi bir general, hele, bir iki kere sadece sözde bile kalsa, Partiye bağlılığını belirtmişse, bu generali teşvik etmekten geri kalmıyordu Stalin. Daha önceleri, şu ya da bu muhalefet hareketine karşı eğilimli olan ama siyasi açıdan faaliyet göstermemiş bulunan bir general, aynı davranışları göstermiş sivil bir şahsiyelin başına gelen muameleye maruz kalmıyordu. Askerlik sanatı, Stalin'in, orijinal kavrayışı ve yeni gerçekleri arayıp tecrübeler yapmak eğilimini teşvik ettiği birkaç önemli siyasi alandan biriydi ve bu alanda, sözde-diyalektik kurallarının gereklerini zorla kabul ettirmemişti Stalin. 1937 yılına kadar, stratejik ve taktik meseleler ve anlayışlar konusunda olduğu gibi, ordunun modernleştirilmesi konusunda da, Tukaçevski'yi tamamen serbest bırakmıştı. Bundan ötürü, Kızıl Ordunun subayları, sivillerin üzerindeki baskıyı uzun yıllar duymamışlardı. 1937 tasfiyelerinin, kötü bir durum yarattığı doğruydu. Ama, itham edilen askeri liderlerden hiçbirinin, bu tasfiyelerde raslanan alışılagelmiş itiraflarda ve kendi-kendini itiraflarda bulunmak zorunda kalmayışları büyük bir anlam ve önem taşıyordu. Bu liderlerin hepsi de, kendilerini mahkum edenlerin karşısına yiğitçe çıkmışlardı. Bu hal ve şartlar, subayların kendilerine has bir zihniyet edinmiş olduklarını göstermeye yeter. Totaliter bir hava içinde, gerçekten istisnai sayılabilecek bir düşünme ve maneviyat bağımsızğıdır bu.

Savaşın birinci döneminde, ordu, tasfiyelerin sonucu olarak, kendine karşı duyduğu güveni kaybetmesinin ceremesini ağır bir şekilde ödemişti. Ama bu kötü durum, Stalin'in üzerine yıkılmamıştı. Stalin, generallerine serbestçe davranmak imkanının verilmesi gerektiğini anlamış, onları, düşündüklerini açıkça söylemeleri konusunda teşvik etmiş ve karşılaştıkları meseleleri, deneme ve yanılma yoluyla çözmeye çalışmalana yardımcı olmuştu. Ayrıca, şeflerinden, yani Stalin'den korkmaları ihtimalini de ortadan kaldırmıştı. Oysa, Hitler'in generalleri, şeflerinin gazabından korkuyorlardı. Stalin, cesaret ya da uyanıklık göstermedikleri için subayları sert bir şekilde cezalandırıyordu; Voroşilov ve Budyeni'yni bile işin ehli olmadıklarını gösterdikleri zaman, görevlerinden alıyordu. Ama, girişkenlik ve başarı gösterenleri de daha yüksek görevlerin başına getiriyordu. Hitler'in generalleri, Stalin'in kullandığı metotları, Hitler'den çok daha iyi anlamışlardı. Nitekim şöyle diyorlardı: Rus ordusunun yüksek kademellerinde, "kendi düşüncelerini ve görüşlerini uygulamak serbestliğine sahip olan ve düşündükleri şeyleri rahatça uygulayabilen kimseler bulunmaktadır.'' ( •)

Ne var ki, tıpkı Hitler gibi, Stalin'in de, bütün büyük askeri kararla ve birçok küçük askeri kararı bizzat kendi aldığı da kesindir. O zaman şöyle bir soru karşımıza çıkmaktadır: Stalin'in savaş kararlarına sürekli olarak müdahale etmesi ile, emrinde bulunan subaylara teşebbüs serbestliğini tanıması nasıl uzlaştırılabilir? Burada önemli olan nokta, Stalin'in, kararlarını özel bir şekilde alışıdır; başka bir deyişle, generallerini sıkmadığı gibi, kararlarını, onların kendi özel görüşlerini kullanmaya teşvik edecek şekilde alışıdır. Hitler'in her zaman daha önceden düşünülmüş bir kararı vardı (Bu karar kimi zaman parlak bir görüş kimi zaman da bir hayaldi) ve Hitler bu kararını, Brauchitsch, Halderyı da Rundstedt gibi komutanlara zorla kabul ettirmeye çalışıyordu. Sözde geniş bilgisine ve anlayışına rağmen strateji meselelerinde katı bir nazariyatçıydı ve kendi inandığı görüşün ya da planın özel üstünlüklerini [meziyetlerini] göremeyenlere karşı sabırsızlıkla davranıyordu. Oysa Stalin böyle değildi. Stalin'in, başkalarına zor la kabul ettireceği stratejik inançları yoktu. Generallerinin karşısına, kendi kesin planlarıyla çıkmıyordu Stalin. Belli bir konudaki genel fikirlerini ileri sürüyordu sadece. Ve bu fikirlerin temelinde, durumun bütün ekonomik siyasi ve askeri yanlarıyla [veçheleriyle] ilgili olağanüstü bir bilgi bulunuyordu. Bundan başka, generallerinin kendi görüşlerini dinliyor ve planları işlemelerine imkan veriyordu. Kararlarını ise, bunlara dayanarak veriyordu. Generalleri arasında, soğukkanlı, taraf tutmaz ve tecrübeli bir hakem rolü oynuyor gibiydi. Generaller arasında anlaşmazlık olunca, anlaşmazlık konusunda fikirleri önemli olanların görüşlerini bir araya getiriyor; lehte ve aleyhte olanla tartıp biçiyor, özel görüşlerle genel mülahazala ilintili hale sokuyor ve sonunda kendi görüşünü ortaya koyuyordu. Verdiği kararlar, bundan ötürü, generallerini şaşkına çevirmiyor ve sadece, onların da üzerinde düşündükleri görüşleri kabul etmiş oluyordu. Bu liderlik metodu, Stalin için yeni bir şey değildi. 1920'lerde de, Politbüroyu aynı şekilde yönetmişti. Yani, çoğunluğun görüşünün ne olduğunu dikkatli bir şekilde tahkik ederek bu görüşleri kendi görüşleri olarak benimsemişti. Şimdi de, generalleri, onun düşünce ve görüşlerine dikkatle eğiliyorlardı. Çünkü Stalin de, onların fikirlerine ve ileri sürdükleri düşüncelere dikkatle eğiliyordu. Stalin'in anlayışı, Hitler'inki gibi göz kamaştırıcı stratejik havai fişekler ortaya koymuyordu. Ama. Stalin'in çalışma metodu, komutanlarının ortaklaşa çalışma ve yaratmalarınna çok daha fazla imkan sağlıyordu ve başkomutan ile astları arasında daha sağlam ilişkilerin kurulmasını mümkün kılıyordu. Oysa Nazi Alman Ordusunun yüksek komuta kademelerinde aynı durum yoktu. “(Age., s. 288-292, iba.)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder