THERMİDOR GERİCİLİĞİ, LENİN VE STALİN*
(1789 devrimini tutuşturan Fransız kadınlarının “Ekmek yürüyüşü.)
“Burjuvazinin Jakobenizmden nefret etmesi doğaldır. Küçük burjuvazinin, Jakobenizm karşısında korkudan titremesi doğaldır.” (Lenin, iba.)
“Bütün bu eleştirilerim, ‘Troçki’nin bir ‘hain’, bir ‘halk ve devrim düşmanı’ olduğu yolundaki sekter tutumu haklı çıkarmaz.. 1920’lerin sonunda ve 1930’larda halk içinde çelişmeler ile düşmanla olan çelişmeler berrak olarak ayrılmamış, somut uygulamada halk içinde düşünülmesi gereken çelişmeler düşmanca yöntemlerle ele alınabilmiştir.” (Doğu Perinçek, Stalinden Garbaçov’a, s. 231, Kaynak Yayınları, iba.)
“Troçki’nin esasta yanlışı temsil etmesine rağmen, işçi sınıfı içinde sayılması gereken bir sosyalist olduğu düşüncesindeyim. 1970’lerin başında olaya böyle bakmıyordum.”
“Sovyet devrimini yapanlar, aralarındaki çelişmeleri doğru yöntemlerle çözemediler... Ama bugün o tavrın, bir sosyalizmi inşa çabasına örnek olamayacağı ve çoktan aşıldığı açıktır.” (Age., aynı sf.)
”Türkiye’de hem teoride hem pratikte Stalin’in esaslı ve tutarlı eleştirisini daha 1980 öncesinde Aydınlıkçılar yaptılar. Aydınlıkçılık, ideolojik planda Stalin’in aşılmasıdır.” (Agk., s. 232)
“Bu tavır (sol içi şiddet-bn.), esin kaynağını dünya ölçeğinde Stalin’in pratiğinde buluyordu. Stalin’in Moskova davaları sol içi şiddeti ‘meşrulaştırma’ araçları haline dönüşmüştür.” (Agk., s. 235, iba.)
“Görünen o ki ‘Stalin hayaleti’, dünya burjuvazisini korkutmaya devam etmektedir ve edecektir. Bu bağlamda, devrim ve sosyalizm davasına sırt çeviren örgüt, çevre ve kişilerin işe bir ‘Stalin eleştirisi’yle başlamalarının adeta evrensel bir gelenek haline gelmiş olmasının hiç de şaşırtıcı olmadığını belirtmek gerekir.” (Garbis Altınoğlu, iba.)
THERMİDOR, ROBESPİERRE, SSCB...
Doğu Perinçek, “Stalinizm”i değil, anti-Stalinizmi temsil eden akımın lideridir. O, yukarıdaki alıntılardan da görülebileceği gibi, Troçki’yi bir sosyalist olarak görmekte ve 1930’ların dünyaya açık yapılan mahkemeleri de dahil, kızıl terör dönemini de mahkum etmektedir. Perinçek hareketi, Marksizm-Leninizm’i, Stalin’in Bolşevik çizgisini, oportünizme has manevralarla daima mahkum etmiştir. Perinçek’in “Leninist”liği, “Stalinci”liği, tıpkı Troçki’nin “Bolşevik/Leninist”liği gibi, her zaman sahte ve iki yüzlü olmuştur. Troçkizm gibi Perinçekçilik de “Marksizm”, “Marksizm-Leninizm” maskesi giymiş anti-komünizmdir. Her ikisi arasındaki sözde “fikir ayrılığı” onların anti-komünizmin iki versiyonu olmasıyla ilgilidir. Hepsi bu. Perinçek hareketinin yaşamı “sosyalist” vs. olma iddiasına karşın, döneme, duruma göre davranmayla, burjuvazi ve devleti savunmayla geçmiş bir yaşamdır. Perinçekgiller familyası çok uzun yıllardan beri faşist bir harekete dönüşmüştür. Anti-Stalinizm, dünya burjuvazisinin ideolojisidir; burjuva ideolojinin türevlerinden birisidir. Anti-Stalinizm, eninde sonunda kişileri, akımları, partileri anti-komünizmin militan savaşçısı olmaya ya da en hafif deyişle, burjuva cephenin yedeğine götürür. Anti-Stalinizm, biçimsel farkları bir yana bıraktığımızda, Troçki ve Perinçek’in, Troçkizmin ve Perinçekçi hareketin (Aydınlıkçılık) ortak ideolojisidir. “hem teoride hem pratikte... Aydınlıkçılık, ideolojik planda Stalin’in aşılmasıdır.” Hem teori de hem de pratikte Bolşevizmin “aşılması” Troçkizmin ve Perinçekliğin ortak tarihsel temeli ve karakteridir. Her iki akım da kızıl terörü, kulak sınıfının, Beşinci Kol’un tasfiyesini vahşet olarak değerlendirmekte; “proleter Jakobenizm” düşmanlığında iştahla birleşmektedir.
Devam edelim.
Liderliğini Robespierre’nin yaptığı Jakoben diktatörlük dönemi, devrimi sonlandırmak ve ezmek isteyen Jirodenlerin ve Avrupa gericiliği tarafından desteklenen kralcıların karşı devrimci terörüne (“Beyaz terör”) Jakobenlerin devrimci terörle yanıt verdiği tarih kesitidir. Jakoben diktatörlüğün yıkılışı ile başlayan “Direktuvar” dönemi, 1799’a, Napolyon darbesine kadar geçen süreci/evreyi temsil eder. İktidarı yeniden ele geçiren Jirodenci karşı devrim dönemi burjuva demokratik devrimci kuvvetlere, Sankülotlara karşı büyük burjuvazinin tam bir karşı-devrimci terör dönemi olur... Robespierre’yi, Jakobenizmi ve Jakobenci diktatörlüğün “Stalinist terör”ünü kara propaganda ile mahkum edenlerin, Jirodenci karşı devrimci terörü kutsaması birbirini tamamlamaktadır.
Küçük burjuva liberallerinin, hayali demokrasi propagandasının aksine, Jakoben diktatörlük, devrimci hükümetin önderliğinde demokratik diktatörlük dönemidir. Jakobenler demokratik cumhuriyetin temsilcileriydi; uygulamaları da bu esasa ve çerçeveye dayanmaktaydı. Hatırlayalım: Devrim ve cumhuriyet ezilme tehdidi ile yüz yüzedir. İç ve dış gericiliğin ve karşı devrimin kanlı kılıcı her an devrimin tepesine inmeye hazırdır; karşı devrim topyekün saldırı halindedir. Feodal Avrupa, işgal orduları ile ülke içinde ilerlemektedir. Vendée kılıcı ve ruhu devrimi biçmektedir. Karşı devrimin saldırısı fırtına gibi esmektedir. Karşı devrime onun kadar, hatta ondan daha acımasız bir sertlikte devrimci karşılık vermeden ne ayakta kalmak ne de yolu açarak yürümek olanaklı değildir. Karşı devrimin sertliği, derinlik ve genişliği, alınacak devrimci tedbirleri ve devrimci terör rejimi ezme, etkisizleştirme, tasfiye etme devrimci saldırısının gerçeğini de belirler. Böylesine keskin bir dönemeçte, azgın bir nehirden geçilirken, demokrasinin şiddetini uygulamamak, geçtik bunu, düşmanla en ufak uzlaşma bile devrimi yenilgiye götürür. Devrimi kurtarmak için çok keskin bir mücadelenin yürütülmesi kaçınılmazdır. İşte Jakoben diktatörlük bu koşullarda ortaya çıkar ve devrimin kılıcı olur. İlan edilen Cumhuriyetçi anayasa, barışçıl döneme kadar askıya alınır. Vurgulamak gerekir ki, Jakoben diktatörlüğü de daha ileri gitmeye zorlayan sıradan kitleler olmuştur... Gerek Jakoben diktatörlüğün doğuşu, gerekse de Jakoben diktatörlüğün kararsızlıklarını gidermede, daha ileri noktalara gitmesinde ezilen, sömürülen, mülksüz kitlelerin mücadelesi belirleyici yerde durmuştur. Bunu anlamayanlar devrimi de anlayamaz. Devrimi anlamayan bir devrimcilik sözde bir devrimciliktir. Nesnel tarihsel hakikatların, sınıf mücadelesinin yerine barışçıl düşleri geçirmekle ne Jakoben diktatörlük ne de proletarya diktatörlüğü anlaşılabilir. Bu bataklıkta boğulan oportünistlerin, Jakoben diktatörlüğü, proletarya diktatörlüğünü, her iki dönemin devrimci terör rejimlerini mahkum etmesi kaçınılmazdır... “Demokrasi”, “güler yüzlü sosyalizm” adına mahkumiyet haykırışlarının geldiği yer, devrim ve sosyalizm cephesi değil, burjuva cephedir. Bu gerici akıntıya kapılanların gittiği yeri, iyi bilmekteyiz.
Robespierre bu gerçeğin ve tabandan devrimci baskının bilincindedir. Bundan dolayıdır ki siyasal pratiğine damgasını basan şu olgunun altını çizerek haykırır:
“Dışarıda bütün zorbalar bizi kıskaç içine almışlar. İçeride de zorbalığın dostları elbirliği etmişler: Cinayetleri, umut diye bir şey bırakmayıncaya kadar elbirliği edecek. Ya Cumhuriyet’in içeride ve dışardaki düşmanlarını boğacağız, ya da Cumhuriyet’le birlikte yok olup gideceğiz. Bu durumda politikamızın ilk kuralı, halkı akıl, düşmanları da yıldırı (terör-tehdiş-bn.) yolu ile yönetmek olmalıdır.” ( Devrim Yazıları, Robespierre, s. 85)
Bolşeviklerin, burjuva demokratik devrimler çağının en radikal devrimi Fransız burjuva demokratik devriminin, özelde de devrimci-demokratik diktatörlüğün (ve 1871’in Paris Komünün) deneyimlerinden yararlanması çok doğaldı. Aslında devrimci-demokratik diktatörlük fikrinin en önemli öncülü Jakoben diktatörlüktür. Keza, önder/öncü bir parti fikrinin öncülleri de, hatta ilki, Robespierre’de ve Jakobenizmde (Monyatarlar-dağlılar) bulunur. Bu koca bir tarihsel deneyimdi; açılan yeni çağa damgasını basan bir tarihsel deney; ve 1848-51 devrimlerinin ve tarihte bir ilk olan 1871 Paris Komünün deneyimleri... Teorinin kaynağı pratiktir; “önce düşünce değil, eylem vardı.” Tarihsel deneyimlere dayanmayan, yeni tarihsel deneyimlerden teorik sonuçlar çıkararak zenginleşmeyen bir teori, teori değil “teori”dir. Ve hatırlatmak gereksizdir ki, Marksizm’in tarihsel kaynağı, Alman felsefesi, İngiliz ekonomi-politiği, Fransız sosyalizmiydi; Marksizm, bu üç büyük düşünce akımının tarihsel birikimine dayanarak, devrimci bilimsel sert eleştirel aşılmasıyla doğmuştur. Gerek Marksizm’in, gerekse de çağımızın Marksizmi olan Leninizm, tarihsel deneyimin, yeni tarihsel koşulların Marksist analiz ve senteziyle dünya proletaryasına, Ekim Devrimi’ne, sosyalist inşaya yol göstermiştir. SSCB’nin doğuşu ve yükselişi, tarihe damgasını basması, sonra kapitalist restorasyona uğraması ve giderek dağılması bir büyük tarihsel deneyimdir. Bu deneyimden eleştirel öğrenmek, teoriyi yenilemenin, zenginleştirmenin, pratik-politik bir silaha çevirmenin ana kaynağıdır. Bu deneyim, daha önce eşi benzeri olmayan dev bir deneyimdir. Bir yandan ince bir mükemmeliyetçilikle şekillenmiş tasfiyeci oportünizme düşmeden, öte yandan da bu deneyimi idealize ederek bütün lekelerden azade, mükemmel, yaşanacak son deneyim olduğunu düşünmeden (ki bu dogmatizm, idealizm olur) teori ve pratiğimizi yenileyerek geliştirmek gerekir. Eleştirisiz savunu, öğrenmeyi önler (ki geçmişte bu zafiyetimiz vardı), zaaflardan hareketle deneyimi ret ve inkar etmek ise burjuva saflara götürür; ve özellikle 90’lardan bu yana ana tehlike, “dogmatizme karşı mücadele”, “iflas etmiş 20. yüzyılın Marksizmini, sosyalizmini aşma”, “21. yüzyılın Marksizmini ve sosyalizmini kurma”, “yaratıcı Marksizm” vbg. sloganlara sığınarak bu dev deneyimi tasfiyeci inkarcı bir çizgide mahkum etmektir... Marksist Leninist Komünist Hareketi de ideolojik olarak silahsızlandıran ana tehdit bu ikincisidir...
Devam edelim.
Danton, devrimin ezilmesi tehlikesini Robespierre ile birlikte gören ilk devrimcilerdendir. Filozof, siyaset adamı ve aynı zamanda parlak bir avukat ve konuşmacı olan Danton, olağanüstü yasaların çıkarılmasını, olağanüstü mahkemenin kurulmasını, karşı devrim ezilene dek anayasanın askıya alınmasını ısrarla önerir; Danton’un bu mücadelesini tarih kaydeder. Danton başlangıçta Jakoben diktatörlüğün önde gelen temsilcilerinden birisidir.
Danton’u da dinleyelim.
“Diktatörlükten, triumvira’dan söz ediliyor. Bu belirsiz ve soyut kalmaması gereken bir suçlamadır. Bunu ileri sürenler ortaya çıkmalıdır....” ( Devrim Yazıları, Danton, s. 216)
“Fransa bölünmez bir bütün olmalı. ... Öyleyse Fransa’nın birliğini bozmaya kalkanlara ölüm cezası verilmesini öneriyorum.” (Age., s. 218, iba.)
“Halkın mutluluğu şimdi büyük uğraşlar ve yıldırıcı (terör-bn.) önlemler gerektiriyor. Adliye mahkemesiyle devrim mahkemesi arasında bir orta yol görmüyorum. Bu gerçek, tarih tarafından doğrulanıyor.” (Age., s. 231, iba.)
“Konvansiyon devrimci bir yapılanmadır. ... İç düşmanlara savaş açtığımız günlerdeyiz.
Evet yurttaşlar, dört bir yanda iç savaş patlak veriyor ve fakat Konvansiyon kılını kıpırdatmamakta hala hala direniyor! ... Evet yurttaşlar, eski aristokrasi utanmayı bir yana atmış, her yerde başını kaldırıyor. Suçluların kellesini uçurmak için bir mahkeme kurmaya karar verdiniz ama mahkemeniz hala ortada yok.” ( Age., s. 233-234, 27 Mart 1793, iba.)
“Karşı devrimcilerin cezalandırılması için kurulmuş bulunan mahkemenin vakit geçirilmeden işine başlamasını talep ediyorum.
Konvansiyon’un tüm dünyaya, Fransız halkına, devrimci olduğunu, özgürlüğün hayata geçirileceğini, anayurdu zehirleyen tüm yılanları boğacağını, aşırı devrimci bir yasa (iDa.-bn.) ile de olsa tüm canavarları ezeceğini açıklamasını talep ediyorum.”
“Korkunç olun, halk olun ve ancak o zaman halkı kurtarabileceksiniz.
O zaman hiçbir şey boşa gitmiş olmayacak: Çünkü yurttaşlar, yanılmayın, gerçekten büyük olmak isteyen uluslar tıpkı bir insan gibi felaketler okulunda yetişmek zorundadır.” (Age., s. 236, iba.)
“Fakat hem tutuklamış olduğunuz hem de hala yakalamanız gereken iç düşmanları cezalandırmalısınız. Devrim mahkemesi yeterli sayıda bölümlere ayrılmalı... böylece her gün bir soylu, bir katil işlediği cinayetleri kellesiyle ödeyebilsin. (Alkışlar).” (Age., s. 248, 5 Eylül 1793, iba.)
Ne yazık ki, bu sözleri söyleyen ve büyük bir içtenlikle Jakoben diktatörlüğü ve cumhuriyeti destekleyen Danton, giderek Jakobenlerle yolunu ayırır... Bu bir yana, Danton haklı, zorunlu bir politikanın altını çizmektedir. Küçük burjuva duygusallıkla, ütopik sosyalist analizlerle, Jakoben diktatörlüğün “Stalinist zorbalığı”nı mahkum etmek, bu gerçeklerin anlaşılmadığını gösterir sadece. Danton, açık ve net, devrimci terör rejimini istiyor... Öyle sınıflar üstü, somut tarihsel gerçeğin dışında, “insan hakları”, “demokrasi”, “terör”, “sosyalizm” üzerine soyut “analiz”lerin ve sloganların arkasına gizlenerek Jakobenizmi, “Stalinizm”i mahkum etmek, “insanlıktan nasibini almamış”lıkla (Mahir Sayın) itham etmek, en bayağısından burjuva demagojisinden ibarettir. Gerek Jakoben diktatörlük gerekse de “Stalinist” diktatörlük (proletarya diktatörlüğü) dönemlerinde tarih kendi yörüngesinden çıkmamıştır, aksine, söz konusu akış, bütün çelişki ve çatışmaları içerisinde, kendi doğal yörüngesinde akmıştır. Küçük burjuva liberallerinin anlayamadığı şey, budur. Bu ön kabul olmaksızın yapılan analizler, eleştiriler, analiz ve eleştiri değil, nesnel olarak, demagoji ve manipülasyondur. Tarihin akışını belirleyen ne Robespierre’dir ne de Stalin; onlar, sadece, zayıf ve güçlü yanlarıyla tarihin akışına etkin unsurlar olarak katılmışlardır ve onların birer lider olarak süreçteki rolleri, tarihin ve politik mücadelenin çağrısına yanıt vermek olmuştur. Kahramanlar, önderler, irade tarihi belirleyemez. Bu idealizmdir. Öncü sınıflar ve partileri, liderleri, tarihsel ve toplumsal gelişmenin nesnel hareket yasalarının gerekleri üzerinde, öncü olarak gösterdikleri irade ile, sadece, gidişi hızlandırmışlardır. Ve tarihin akışı, niyetlere, temennilere, olması gerektiğini düşündüğümüz şeye göre değil, kendi nesnel hakikatlarına bağlı olarak yol alır. İrade, önder, önder sınıflar ve partiler tarihi kendi keyiflerine bağlı olarak yapamazlar, aksine onlar, tarihsel akışın nesnel yasalarına, somut tarihsel koşullara bağımlıdırlar. Devrimci terör meselesini de bu perspektiften ele almak gerekir; Robespiere de Lenin ve Stalin de şiddeti, terörü sevdikleri, teröre taptıkları ve zorba oldukları için değil, tarihin nesnel gelişim sürecinde keskinleşerek pratik-politik bir soruna dönüşmüş gereksinmelere yanıt vermek için bu silahı kullandılar. Bu soruna duyguların, duygusallığın penceresinden bakamayız; sorun tümüyle bilimsel ve nesnel ölçütlerle ele alınmak ve incelenmek zorundadır. Aksi taktirde orta yerde ne diyalektik materyalist yöntem ne de Marksizm-Leninizm kalır...
Jakoben diktatörlüğün devrimci terörünü de proletarya diktatörlüğünün kızıl terörünü de lanetleyenler tarihsel olarak aynı soykütüğüne sahiptirler: Burjuvazi ve gericilik! Bu asla unutulmamalı.
Engels şunları yazarken ne kadar da haklı:
“Rousseau’nun Toplumsal Sözleşme’si, gerçekleşmesini, kendi siyasi yeteneğine güveni sarsılmış burjuvazinin sonunda da Napolyon despotizminin koruyuculuğuna sığındığı Terör döneminde bulmuştu.” (Engels, Anti-Dühring, s. 337, iba., İnter Yayınları)
Jakoben diktatörlük, devrimci terör dönemi, “Paris’in mülksüz” kitlelerinin “egemenliği bir an” ele geçirerek, “ve böylece burjuva devrimini bizzat burjuvaziye rağmen zafere götürebilmiş” (Engels) olduğu bir tarihsel kesiti simgeler. Jakoben diktatörlüğün şeytanlaştırılması bu sosyolojik ve tarihsel gerçeğe dayanır.
Unutmamak gerekir ki,
“Halkın gücünü 1789’dan önceki başka hiçbir devrimde daha belirgin, daha doğrudan ve daha kararlılıkla uygulanan bir halde göremezsiniz. Nitekim, Fransız Devrimi’ni bir ‘devrim’ yapan etken budur.” ( Fransız Devrimi’ne Bakış)
A. Gramsci de bu gerçeği şöyle vurgular:
“1789’da harekete geçen bu devasa dişli sadece Fransa’yı değil, bütün Kıta Avrupası’nı değiştirmiş, hatta yıldırımlarını başka kıtalara yağdırmıştı. Dolayısıyla, Devrim yalnızca 1789 değil, aynı zamanda 1793-1794’tü, yani hem ılımlı hem Jakobendi -ikisi birbirine aitti. Üstelik bu Devrim’de halkın gücü, başka hiçbir devrimde görülmediği derecede belirgin, doğrudan ve kararlılıkla sahneye çıkmıştı. Fakat yine de bu devrim burjuvaziye gerçek bir özgürlük kazandıracak, fakat halkın özgürlüğü kâğıt üzerinde kalacaktı.” (Aktaran age., s. 198)
Fransız burjuva devrimi, İngiliz (1688) ve Amerikan (1776) burjuva devrimlerinden farklı olarak, halkın damgasını vurduğu devrimdir ve özellikle de halkın en yoksul kesimleri başta gelmek üzere, en ağır bedelleri ödediği, devrimin son sınırına dek götürülmesinde belirleyici bir rol oynadığı devrimdir. Ve Fransız burjuva devrimi, İngiliz burjuva devrimi gibi din bayrağına sarınmamış, demokratik, halkçı, devrimci laisizmin de bayraktarlığını yapmıştır.
MÜLKSÜZLER, “HÜRRİYET” VE “HÜRRİYETİN İSTİBDATI”...
Fransız burjuva devriminin önderi burjuvazidir. Devrimi yapan halktır. Devrimin zaferi ile devrime son vermek isteyen büyük burjuvazidir; devrimi devam ettirmek isteyen ise halktır ve halkın en radikal kesimi olan Sankülotlardır. Jakoben diktatörlük, burjuvaziye değil, sıradan halka, Sankülotlara, ayaklanmaya dayanılarak kurulan küçük burjuva devrimci-demokratik diktatörlüktür. Büyük burjuvazi, Jakoben diktatörlükle iktidarını bir müddet kaybeder. “Eşitlik, Özgürlük, Kardeşlik!” bayrağını sallayan büyük burjuvazinin merkezinde olduğu gericilik, en yüksek sesle bağırır: “Diktatörler!” “Kahrolsun diktatörlük!” “Diktatörlük kuruldu.”, “nerede demokrasi/hürriyet” vs. Marat, haykırır; “Hürriyet zor kullanılarak yerleştirilecektir. Kralların istibdadını ezmek için, hürriyetin istibdadını kısa bir süre uygulamanın zamanı gelmiştir.” (Aktaran Albert Soboul, 1798 Fransız İnkılabı, s. 227)
“Şanlı inkılabımızı kim yaptı? Zenginler mi, güçlü kuvvetli insanlar insanlar mı? Bu inkılabı yalnız halk arzu edebilirdi, yapılabilirdi; bu sebeple de inkılabı yalnız halk savunabilir.” (Aktaran, age., s. 228)
“Devrimler tarihin lokomotifleridir, der Marx. Devrimler ezilenlerin ve sömürülenlerin bayramıdır.” (Lenin) der Lenin. Evet, devrim kitlelerin eseridir. Bu lokomotif olmadan, bu bayram günleri olmadan devrimlerden de devrimci diktatörlüklerden de bahsedilemez.
Şu gerçek anlaşılmadan Fransız burjuva devriminin tablosu tam kavranamaz.
Fransız burjuva devrimi, yalnızca soylular ve burjuvazi arasında değil, “soylular, burjuvazi ve mülksüzler arasında bir sınıf savaşı” sürecidir de. “1793 Nisanı sonunda yayınlanan ‘Parislilere Mektup’ başlıklı yazısı’ ile, varlıklı mülk sahibi sınıfları mücadeleye çağıran Jiroden Petion, ‘...malınız mülkünüz tehdit edilmiştir; siz ise, bu tehlikeye gözlerini kapıyorsunuz. Varlık sahibi olanlarla varlık sahibi olmayanlar arasındaki savaş körükleniyor siz ise, bunun önüne geçmek için hiçbir şey yapmıyorsunuz... Parisliler, artık bu uyuşukluktan sıyrılınız ve bu zehirli böcekleri tekrar yuvalarına tıkınız!” (Aktaran Albert Soboul, 1798 Fransız İnkılabı, s. 331) haykırışı Marks’ı doğrularken; “...kendi siyasal yeteneğine güveni sarsılmış burjuvazinin ondan kaçarak önce Direktuvarın yiyiciliğine ve sonunda Napolyon despotizminin koruyuculuğuna sığın”masının nedenin söz konusu sınıflar savaşımı, mülksüzlerin, mülk sahibi sınıflara karşı keskinleşen mücadelesi olduğunu görmekteyiz. Bundan dolayıdır ki devrim, devrimi yapan (önderlik eden) sınıfın, burjuvazinin en büyük korkulu rüyası olmuştur daima.
Ezilen, sömürülen kitlelerin tarihsel uyanışı ve siyaset sahnesine girmesi, her zaman sömürücü sınıfları ve burjuvaziyi korkutmuştur. Fransız burjuva devriminde, “Yeni rejimi kuranların, gerek eski gerekse yeni tehlikelere karşı korunmaya ihtiyaçları vardı. Bu yüzden, yeni rejimin sahiplerinin olayların akışı içerisinde ve hep geriye dönüp bakarak kendilerini bir orta sınıf olarak görmeyi, Devrim’i de hem aristokrasiye hem de yoksullara karşı bir sınıf mücadelesi saymayı öğrenmelerinde pek şaşırtıcı bir yan bulunmamalıdır.” (Eric J. Hobsbawm) Bu, Fransız egemen burjuvazisinin sınıf bilinci ve mücadelesidir.
“Halk yığınları hiçbir zaman, yeni bir toplumsal düzenin yaratıcıları olarak devrim sırasında olduğu kadar etkin öne atılmazlar. Böyle zamanlarda halk kitleleri, tedrici ilerlemenin dar küçük burjuva ölçüleriyle değerlendirildiğinde mucizeler yaratma yetisindedir.” (Lenin, S. E. C. III, s. 115)
Bu perspektiften baktığımızda, devrimin ve yeni toplumsal yaşamın açığa çıkardığı eşsiz, harikalar yaratan kitlelerin bu gücü, en umutsuz durumda Fransız burjuva devrimi gerçeğinde de ve onunla kıyaslanamayacak keskinliğe ve derinliğe sahip Rus devrimi ve sosyalist inşa süreci gerçeğinde de çarpıcıdır. İşte bu güç ve kudret olmadan ne devrimlerden ne de sosyalist inşalardan, görkemli zaferlerden bahsedemeyiz. Eğer Robespierre başardıysa, eğer Stalin ve “Stalinizm” başardıysa, bu onların tanrısal kudretinden değil, önünde yürüdükleri on milyonların militan kudreti ve enerjisi, yaratıcı savaşkanlığından dolayı başardılar. Küçük burjuva ve
burjuva kafa bunu anlayamaz ve “Kahrolsun Jakobenizm!”, “Kahrolsun Stalinizm!” diye bas bas bağırır...
Biliyoruz ki, “Thermidor gericiliği” burjuvazinin devrimci-demokratik diktatörlüğe karşı, kapitalist üretim ilişkileri çerçevesinde verdiği karşı devrimci yanıttır. Zulme karşı ayaklanmayı tarihsel ve anayasal hak ilan eden burjuvazi, kendi egemenliğine karşı direniş, ayaklanma söz konusu olunca bu hakkı savunan ve bu hakka dayanarak baş kaldıranların can düşmanı haline gelmiştir. Bir dönem feodal egemen sınıfa karşı kullandığı devrimci silahlar işçiler, Sankülotlar, emekçiler tarafından kendisine karşı yöneltilince burjuvazi, kan dökmekten, gerici iç savaşı başlatmaktan, beyaz terörle kitlesel katliamlar yapmaktan, dış gerici kuvvetlerle bağlaşma kurmaktan bir an için bile geri kalmamıştır. Bu, burjuvazinin sınıf doğasıdır. Ve tarihte her seferinde ilk defa kan dökenler daima sömürücü sınıflar olmuştur. Lenin, bu olguyu her fırsatta vurgulamıştır. “Büyük sorunlar halkların yaşamlarında ancak şiddet yoluyla çözülür.. Şiddete, iç savaşa genellikle ilk olarak gerici sınıflar başvurmuş ve ‘gündeme süngüleri’ getirmişlerdir.” der.
Stalin önderliğindeki proletarya diktatörlüğü döneminde de bu bir olgudur. (Kulak isyanları, ekonomik sabotajlar, bireysel ve kitlesel gerici terör, Beşinci Kol...) Proletarya ve halklar sömürücü sınıfların ve modern burjuvazinin döktüğü kana karşı, meşru, haklı devrimci zora dayanarak kısa ve uzun vadeli çıkarları için mücadele etmiştir sadece. Sosyalist sistemin döktüğü söylenen kan, halkların kanı değil, sosyalizmi yok etmeye çalışan, karşı devrimci teröre başvuran devrilmiş gericiliğin ve temsilcilerinin kanıdır ve bu kan dökmenin de ana sorumlusu yine bu gerici güçlerdir. Keza, burjuvazinin kapitalizmin, emperyalizmin kendi tarihinde döktüğü kan, yüz milyonları yok eden tarihi gerçeği karşısında, üstelik sınırsız bir sahtekarlıkla, Marksizm-Leninizm’i, proletarya diktatörlüğünü, Stalin’i, sosyalizmi “insanlık dışı, barbar ve kıyıcı vahşet, insan kasaphanesi” vs. olarak lanse etmesi, yavuz hırsızın ev sahibini bastırma saldırısıdır.
Kısaca hatırlatalım.
Sözgelimi, Jakoben devrimci demokratik terör rejimi döneminde (on dört ayda) ölüme gönderilenlerin sayısı, 17.000’dir. 1848 yılında Paris proletaryasının Haziran ayaklanması sırasında katledilenlerin sayısı ise, o da en düşük rakamlarla, 40. 000’dir.
Paris Komünü ayaklanmasını kudurgan beyaz terörle ezen burjuvazi ve burjuva devletler, sayısı tam olarak bilinmemesine karşın, en düşük rakamlarla bile, sadece “Kanlı hafta” içerisinde 30.000, toplam 50.000 kişiyi katletmiştir.
“Amerika 1492 yılında keşfedildi.” Keşfedildiğinde toplam nüfusu 60 milyondur. Dünya nüfusu ise 400 milyondur. Sayısı 60 milyon olan yerli nüfusun sayısı 10 yıl sonra 10 milyona düşmüştür. Bu, tarihin gördüğü en büyük kapitalist sömürgeci soykırımıdır.
Emperyalist devletlerin desteklediği Hitler devleti, 4 yıl içerisinde sadece toplama kamplarında 6 milyon Yahudiyi, komünisti, Çingeneyi, vb. gaz odalarında yok etmiştir. Sadece SSCB Kızıl Ordu ve Sovyet nüfusundan 30 milyon insan katledilmiştir.
İki emperyalist dünya savaşının sorumlusu olan “uygar ve hür dünya” toplamda en az 100 milyon insanı yok etmiştir.
Japonya’ya attığı iki atom bombası ile bir anda yüz binleri yok eden Amerikan emperyalizmidir.
Vietnam’ı işgal eden ABD, başta kimyasal silahlar olmak üzere, toplam 3 milyon Vietnamlıyı her türlü silahla yok etmiştir.
Bu gerçekleri sayısız bir şekilde çoğaltabiliriz. Tüm yerel, bölgesel, küresel savaşlarla dev katliamlar yapan, sömürge katliamlarının, soykırımların altına imzasını atan “uygar, demokratik, insan haklarına saygılı” olduğu propagandasıyla temize çıkarılan kapitalizm ve burjuvazidir. Bu gerçeğe karşın, dünya burjuvazisi ve her renkten gericilik, Jakoben diktatörlüğü ve proletarya diktatörlüğünü “kasaphane, yüz milyonları yok eden terör rejimi” olarak lanse edebilmiştir. Özü itibari ile bu propaganda SSCB somutunda Troçkist propaganda ile birdir. Bu gerçek asla unutulmamalıdır.
Bu hatırlatmanın ardı sıra devam edelim.
Kapitalizmin, dolayısıyla proletarya ve burjuvazinin henüz az geliştiği bir tarihsel kesitte, Jakoben devrimci-demokratik diktatörlüğün “mülksüzler”in kalıcı zaferiyle sonlanması olanaklı değildi; çünkü çağ, burjuva demokratik devrimler çağıydı, kapitalizmin feodalizme karşı mücadelesiyle belirlenen, kapitalizmin ve burjuvazinin damgasını bastığı bir çağdı... Ve feodal özel mülkiyeti (soyluların, Kilisenin, Kralın mülkü) sınır tanımaz bir aç gözlülükle yağmalayan burjuvazi, kendi “kutsal” özel mülkü söz konusu olunca tarihin en büyük celladı olarak ortaya çıkmakta tereddüt etmemiştir.
Hobsbawm, Jakoben diktatörlük/devrimci Jakoben terör döneminden bahsederken haklı olarak şunları yazar: “Muhafazakârlar, terör dönemini diktatörlük ve zincirlerinden boşanmış histerik bir kan dökücülük diye gösteren temelli bir imge yaratmışlardır. Oysa XX. yüzyılın ölçüleriyle, hatta 1871 Paris Komünü’nden sonraki kıyımlar gibi, tutucuların bastırdığı toplumsal devrimlerin ölçüleriyle, bu dönemin kitle kıyımı, nisbeten, çok değildi: on dört ayda 17.000 resmi idam.” (age.)
“Kansız devrim”, “nezaket demokrasisi”, ancak “pembe düşler” ve kurgular aleminde karşılığını bulacak pek romantik burjuva pasifizmin, sosyal reformizmin düşünceleridir. Lenin’in dediği gibi, “Politik özgürlük ve sınıf mücadelesinin büyük sorunlarını son tahlilde zor çözer.” Yalnız burjuva devrimlerin tarihsel dersleri değil, ondan daha keskin bir şekilde doğrulandığı gibi, proleter devrim, proletarya diktatörlüğü, sosyalist inşa... süreçlerinde devrimci zor olmadan zaferi kazanmak ve dik durmak, emperyalist kuşatmayı yarmak, savaşları kazanmak olanaklı değildir. İster 1789 isterse Ekim Devrimi ve sonrası olsun, deneyimlerle sabittir ki, “Devrimin karşı devrim üzerindeki zaferinden sonra karşı-devrim ortadan yok olmayacak, bilakis tam tersine kaçınılmaz olarak yeni ve daha da çılgınca bir mücadele başlayacaktır.” (Lenin)
İşte bu keskin mücadelelerin içerisinde SSCB’de “Thermidorcular” tasfiye edildiler. SSCB, sosyalizm koşullarında “Thermidor” demek, Fransız burjuva devriminden farklı olarak, kapitalizme geri dönüş demektir
Troçki ve Troçkizm, (“Lenin’i zehirleyerek öldüren”) “Thermidor gericiliği”nin Stalin’in öne çıkışıyla, 1923’te başladığını iddia etmektedir. “Stalinizm”i “Thermidor gericiliği” ilan eden Troçki, “Stalinizm”i “bürokratik gericilik”le, “Ekim Devrimi’ne karşı bürokratik karşı-devrim” olmakla suçlamıştır. Bu iddianın evrimine, Troçki’nin döneme ve duruma göre yaptığı oportünist manevralara girmeyeceğiz. Troçki ve ardılları “Komünizm”, “Bolşevik/Leninist” maskeli anti-komünist ideolojik, siyasal, örgütsel saldırganlıklarını meşrulaştırmak için “Thermidor”, “Bonapartizm”, “Sezarizm”, “Stalinizm”, “totaliterizm” gibi kavramların ardına gizlenmeye her zaman özel bir önem verdiler. Fransız burjuva devriminin gelişim seyrinde ortaya çıkan tarihsel deneyimle mekanik bir paralellik kurarak, nesnel gerçeklerle bağdaşmayan, dahası bu gerçekliği sefilce manipüle eden yöntemlerle Marksizm-Leninizm’e karşı mücadele etmişlerdir. Bu bir örtüdür, Troçkizmi aklayan, onun Bolşevizm’e ve Ekim Devrimi’nin zafer ve kazanımlarına karşı yürüttüğü kirli savaşı örten bir örtüdür. Troçki, Lenin’i küçük düşürmek için Robespierre olmakla suçlar ve mahkum ederken, “Jakoben öcüsü”yle sınıfı korkutmaya çalışan Menşevikleri (dolayısıyla içi Menşevik Troçki’yi) ”Çağdaş Rus Sosyal Sosyal Demokratlarının Jirodenleri” olmakla eleştirmiş ve Bolşeviklerin Çarlık rejimiyle kendine özgü program ve ilkeleriyle, Jakobence hesaplaşmaktan yana olduğunu vurgulamıştır.
Troçki, “Stalincilik”in “Thermidor gericiliğini” temsil ettiğini öne sürerken, “Stalinizm”in NEPMAN’lara, kulaklara, bürokratik asalak katmana dayandığını ileri sürmektedir.
NEP politikasına son veren Stalin ve Bolşevikler.
Kulakları sınıf olarak yok eden Stalin ve parti.
Küçük çaplı üretim tarzı üzerinde yükselen özel mülkiyeti ileri teknik temel üzerinde kolektif ekonomiye dönüştüren Stalin.
Bürokraside, “kızıl bürokratlar” da içinde olmak üzere, açık ya da gizli anti-komünist bürokratik katmanları sürekli tasfiye eden Stalin...
Ama hikmeti kendinden menkul “bürokratların şahı” Troçki “Bolşevik/Leninist”, Stalin ise karşı devrimin önderi, Bolşevik Parti ise, karşı devrimci falan oluyor.
Bu bayatlamış kızıl, pembe vs. maskeli bir anti-komünist propaganda ama yiyeni de hala çok.
Troçki (ve Troçkizm), burjuva demokratik devrimler çağı ve onun tarihsel deneyimlerini, emperyalizm ve proleter devrimler çağı ve tarihte ilk defa kurulan ve kısa ömürlü Paris Komünü deneyimiyle kıyaslanamayacak derinlik ve genişlikte tarihi belirleyip şekillendiren, kapitalizmden komünizme geçiş çağına damgasını basan Ekim Devrimi ve SSCB deneyiminin karşısına koyarak entelektüel gevezelik ve demagoji yapmaktadır. Troçki’nin (ve Troçkizmin) bir temel özelliği de entelektüel gevezeliktir ve o, bu gevezelikle ve ideolojik saldırganlıkla burjuva ve küçük burjuva aydınlar içerisinde etkili olacağını iyi bilmektedir. İktidarsızlık ve yaygaracılık, parlak lafazanlık, sol gösterip sağ vurmak, tarihsel gerçekleri çarpıtıp allayıp-pullayarak pazarlamak Troçkizmin burjuva sınıfsal karakterinin belirgin karakteristiğidir. Biçimle özü örtüleme, sınıflar mücadelesinin çarpıtılmış görüngüleriyle teori ve propaganda üretme, aşırı subjektivizmden en kaba mekanik materyalizme dek demagoji Troçki ve Troçkizmde erdem katındadır.
Ki hatırlatalım: Troçki yaşamının hiçbir döneminde emperyalizm olgusunu, emperyalizm ve proleter devrimler çağının gerçeklerini anlayamamıştır; aksine, yaşamı, Marksizm-Leninizm’e, Bolşevizm’e karşı mücadeleyle geçmiştir. Tersyüz edilmiş Menşevizm ve II. Enternasyonalcilik olan Troçkizm, “beşikten mezara” kadar Troçki’nin teorisine damgasını basmıştır. Troçki, yalnızca bürokratların değil, doktrinerizmin ve skolastisizmin de şahıdır.
Tarihsel paralelliklerle tarih kavranamaz. Tarihsel analizlerde, teori ve kavram üretmede temel alınacak yöntem somut koşulların somut tahlilidir; içerisinde geçilen çağın sosyo-ekonomik tarihsel koşullarını geri plana iterek ya da unutturularak yapılan analizler vs. yalnızca gerçeğin anlaşılmasını önler. Tarihsel paralellikler tarihi incelemenin yolu değildir, olsa olsa, büyük bir ihtiyatla kullanılabilecek, göreli bir anlamı olabilecek ikincil, üçüncül biçim olabilir.
Thermidor, burjuva demokratik devrimin zaferiyle giderek açık biçimler alan burjuvazi içerisinde süren iktidar kavgasıyla, sömürülen kitlelerin kralcılığa, büyük burjuvaziye karşı verdiği sınıf savaşımıyla, bu süreçteki ayrışma, parçalanma ve mücadeleyle bağlı tarihsel bir sürecin karakteristikleridir. 1789, 1789-1793, 1793-1794, 1794-1799, 1799-1814... dönemeçleri ve izlenen politikalar kapitalist üretim ilişkilerini geliştirmiştir; zaten o çağda başka şey de olamazdı. Burjuva demokratik devrimin tepe noktası olan Jakoben diktatörlük dönemi de, nesnel olarak aşamayacağı tarihsel ilişkiler içerisinde, burjuvaziye rağmen burjuva devrimi ileriye taşımış ve kapitalist gelişmenin önündeki engelleri temizleme misyonunu oynamıştır. Onun yenilgisi bir tarihsel kaderdi, tarih, onlara başka bir yoldan yürüme şansı tanımamıştır. İzledikleri politika, nesnel olarak kapitalizme hizmet etmiştir... Ve biliniyor, Jakoben hareketin liderleri kendi inançları uğruna yiğitçe giyotine gittiler. Onların tarihteki rolü, belleklerden silme sistematik operasyonuna rağmen, yüksek devrimci değerler olarak tarihin belleğindeki yerini canlı bir şekilde korumaya devam etmektedir.
Thermidor, Jakoben diktatörlüğe (küçük burjuva devrimci-demokratik diktatörlük!) karşı gerçekleştirilen karşı devrimdir; “bir an” hakimiyeti ele geçirmeyi başarmış “baldırıçıplaklar”ın devrimini ezme gerici eylemidir. Nitekim kabına sığmaz büyük devrimci Marat’ı katleden Jirodenci gericilik, Jakoben diktatörlüğü yıkarken (9 Thermidor) başta Robespierre ve Saint Just olmak üzere 22 devrimciyi ertesi gün yargısız giyotine gönderir. Bir gün sonra ise (11 Thermidor’da) Jakoben diktatörlüğün 71 üyesi daha giyotinle idam edilir. Ülke çapında çılgınca bir Jakoben avı ve imhası başlatılır...
Troçki’nin kavramlarıyla konuşacak olursak, Troçki, “Stalinizm”e karşı “Thermidor gericiliği”nin lideridir. Proletarya diktatörlüğünü, kapitalizmden komünizme kesintisiz ilerleyen Ekim Devrimi’ni yıkmak isteyen Troçki’dir. Fransız burjuva devriminin ezilmesinin ifadesi olan Thermidor gericiliği, Fransa’daki kapitalist üretim ilişkilerini tasfiye etmek bir yana, geliştirmeye devam etmiştir. Ama SSCB somutunda bir “Thermidor” karşı devrimi, doğası gereği, proletarya diktatörlüğünün ve gelişmekte olan sosyalist üretim ilişkilerinin tasfiyesi ve kapitalizme geri dönüş demektir. Burada ikinci bir seçenek yoktur.
Örneğin, “NEP” dönemi, kısmi ama önemli bir geri çekilme dönemi, taktik bir manevraydı; iç ve uluslararası politik güçler dengesine dayanan gereksinmeler, kapitalizme ve burjuvaziye, yabancı sermayeye verilen kısmi ama önemli tavizleri; proleter devletin denetimi altında sınırlı bir ticaret özgürlüğünü tanımayı gerektirmişti. NEP, kapitalizme geri dönmek değil, kapitalizmi tüm temellerine dek yok etmek için gündemleşen bir taktiksel politikaydı. “NEPMAN”lar bu geçiş evresinin ürünüydü. NEP, vaktini doldurdu ve 1928’de tasfiye edildi. Yani NEP’e dayanan bir Thermidorcu darbe yaşanmadı SSCB’de. Thermidoru örgütlemek isteyen, NEP’i fırsat gören iç ve dış gericiliğe de izin verilmedi. Ve bu geçiş süreci Thermidorcu ilan edilen Stalin tarafından yönetildi.
Örneğin, “Brest-Litovsky Antlaşması”, nefeslenme, bütünü kurtarmak için parçada taviz verme, daha ileri sıçrayabilmek için geri çekilme; hazırlık ve güç biriktirme dönemi olarak yaşanmıştır. Ancak bu durumu fırsat bilen ve “Rus Thermidoru”nu gerçekleştirmek isteyen iç ve dış gericiliğe, “Thermidorcu”lara fırsat tanınmadı... Dünya devrimi çığırtkanlığıyla Kızıl orduyla Avrupa’yı istila etme (Troçki ve “Sol komünistler”) politikası da, nesnel olarak, “sol Thermidor”culuğun, proletarya diktatörlüğünü yenilgiye sürekleme maceracı politikasıydı. Thermidor tehlikesi yalnız sağdan değil, “sol”dan da gelmekteydi ama Lenin ve Bolşevik Parti buna izin vermedi.
Örneğin, tarımda II. Ekim Devrimi’ni, sosyalist kolektif tarımı örgütleyebilmek, onun maddi ve politik temellerini hazırlayabilmek için, kulaklara taviz verme (“kulakları kısıtlama”) taktik politikası uygulanmıştır. Bu durumu “Rus Thermidoru” için fırsat bilip saldırıya geçenlerin sonu hüsranla sonuçlanmıştır...
Yani, her üç dönemde de, koşulların olgunlaşmasıyla, yeniden ileri atılarak sosyalist inşaya derinlik ve genişlik kazandırılmıştır. Her üç dönemdeki “Thermidor tehlike”si, Lenin ve Stalin’in önderliğindeki parti, proletarya diktatörlüğü, sınıf ve geniş kitlelerle birlikte başarıyla atlatılmıştır.
Bu üç dönemde beliren Thermidor tehlikesi, sınıfsal ve politik güçler ilişkisi üzerinde sağ ve “sol” muhalefetten gelmiştir. Her üç dönemde de devrilmiş gericilik ve dünya burjuvazisi, oportünistler proletarya diktatörlüğünün çökeceğini, kapitalizmin yeniden restore edileceği umuduna kapıldılar. Fakat bu hevesleri her seferinde kursağında kalmıştır. Devrilmiş gericilik, “tek ülkede sosyalizm”in kurulacağına inanmayan ve yenilgiyi kaçınılmaz kader ilan eden bütün anti-Bolşevik, anti-Sovyet, anti-parti oportünist klikler Troçki’nin liderliği altında birleşmiştir. Bu birleşme tümüyle karşı-devrimci karakterdeydi; ve “Thermidor”cu Troçkist-Zinovyevist-Buharinist-burjuva milliyetçi bloğa da damgasını basmıştı.
Fransa’da Thermidor karşı devriminin zaferi toplumu ortaçağ gericiliğine, feodal otokratik diktatörlüğe götürememiştir; ve zaten bu, nesnel olarak, olanaklı da değildi. Fransa’nın tarihinde gerçekleşen kralcı restorasyon dönemlerinde de Fransa “Yeni Çağ”a son vererek “Orta Çağ”a geri dönmemiştir. Feodal dünyanın bağrında doğan, gelişen bir üretim tarzıdır kapitalizm. Kapitalizmden farklı olarak, sosyalist üretim ilişkileri, kapitalist sistemin bağrında oluşarak gelişemez... Her ikisi bambaşka olgulardır.. Her iki tarihsel evrede “Thermidor”, “Thermidor darbesi”, “Thermidor karşı devrimi”nin zaferi farklı niteliğe tekabül eder ve sonuçları da farklıdır.
1799 tarihinde politik iktidarı askeri bir darbeyle ele geçiren, konsullükten geçerek İmparatorluk ilanıyla sonuçlanan Napolyon Bonapart döneminde (1799-1814) Napolyon’un Avrupa ortaçağ gericiliğine ve devletlerine karşı burjuva devrimi cumhuriyetçi sloganlar altında savaşı yayması, meşru savunmaydı nesnel olarak; böylece Napolyonculuk ilerici, devrimci bir rol oynamıştır. Ve bu rol, mutlak monarşilere, feodal soylu sınıfına, ortaçağ gericiliğine ağır darbeler indirerek, kapitalizmi geliştirmiştir. Bu, tarihin nesnel akışıydı; burjuva demokratik devrimler çağında, ileri atılışları, geri çekilişleri, yenilgi ve yengileriyle kendi yörüngesinde akan tarih, sürekli bir şekilde kapitalist üretim ilişkilerini geliştirme işlevleriyle şekillenmişti...
Oysa, vurgulamak gerekir ki, proletarya iktidarı ve sosyalizm koşullarında “Thermidor”, her açıdan tam bir burjuva karşı devrimdir; zaferi durumunda, elinde “Bolşevizm”, “Sovyet” bayrağını taşısa bile kurulacak şey, en fazlasından kızıl maskeli kapitalizmdir... Troçki söz konusu gerici saldırganlığıyla bu gerçekliği gizlemektedir. Ve Troçki, kaba-saba ya da ince ideolojik yıkıcı saldırganlığıyla “Thermidor karşı devrimi”ni (burjuva karşı devrimi ve kapitalist restorasyonu) temsil etmektedir. NEP politikası ve ticaret özgürlüğü için mücadele eden, NEPMAN’ların ve kulakların özgürlüğünü savunan; kulak sınıfının mülksüzleştirilmesini, kulak ayaklanmalarının ezilmesini, NEPMAN’ların ve Beşinci Kol’un tasfiyesini on milyonların katledilmesi, “Stalinist karşı devrimci terör” olarak lanse eden; elde silah, Ekim Devrimi’ni ve proletarya diktatörlüğünü yıkmak için iç ve dış gericilikle militan bir bağlaşma kurarak savaşmış burjuva ve küçük burjuva karşı devrimci partiler için özgürlük isteyen; sosyalizmin (tek ülkede!) zaten kurulamayacağını, üstelik tek başına ayakta kalamayacağı için yıkılmasını kaçınılmaz sayan Troçki (ve kurduğu blok!), eğer proletarya diktatörlüğünü yıkabilseydi, kuracağı iktidarın, üstelik tek kişi diktatörlüğüne (Troçki’ye) dayanan bir burjuva diktatörlük ve kapitalizm (tekelci devlet kapitalizmi ve kırlarda kulak egemenliği) olacağı açıktır.
DEVAM EDECEK
*THERMİDOR GERİCİLİĞİ, TROÇKİ ve STALİN (Bölüm XI) devam edecek.
*O dönem, devrim gönüllüleri, devrimin sivil ve askeri kuvvetleri mavi renkli giysileriyle, üniformalarıyla tanınırlardı. Beyaz rengi ise, soylular ve orduları kullanırdı. Monarşinin rengi (kurdela) beyazdı. Devrilmiş gericiliğin kullandığı beyaz renkten hareketle, uyguladıkları terör de “Beyaz terör” olarak adlandırılmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder