“Çünkü
özgürlük düşmanları, hükümetin yalnızca yanılgılarını
değil, en
akıllıca tedbirlerini
bile onun aleyhine
çevirmek için pusuda bekliyor.” (Robespierre,
Devrim Yazıları,
s. 73)
“Komploların
özelliği gizli saklı olmalarındadır. Niyetlerini, tasarladıkları
cinayetleri açıklamak tedbirsizlik olur.” (Age., s. 147)
“Terörün
korkutması gereken kişiler, terörü kendi amaçlarına
kullanmayı başardılar;
kurbanlarının kızgınlık ve hoşnutsuzluğu, giderek halkın
hoşnutsuzluğu, gün gelip Robespierre’in üstüne yıkılıp
yoğunlaşacağı umuduyla, son
çizgisine
vardırdılar terörü.” (Server
Tanilli, Dünyayı
Değiştiren On Yıl,
s. 141, iba.)
“Kurumların
başına geçen komünistler
—bazen onları bir kalkan
olarak kullanmak isteyen sabotörler tarafından
kasıtlı
olarak ustaca öne itilirler-sık sık kafese
konuyorlar. Bu
çok nahoş bir itiraf. Ya
da en azından pek hoş bir itiraf değil, fakat öyle
inanıyorum ki bunu yapmak gerekir, çünkü sorunun
püf noktası
burada yatmaktadır.”(Lenin,
Seçme Eserler C. 9,
s.
381,
iba.)
“Ama
bir marksist, bir durumu değerlendirmek için, olabilecek olandan
değil, gerçek olandan hareket eder.” (Lenin)
AŞIRILIKLAR
VE HAKSIZLIKLAR...
Gerek
Fransa’da Jakoben, gerekse de 30’lu yıllarda SSCB’de devrimci
terör politikasında aşırılıklar, yaygın haksızlıklar
(işkence, idam, hapishanelere atılma) yaşandı. Binlerce, on
binlerce insanın uğradığı haksızlıkları görmezden gelmek
olanaklı değildir. Biz, gerek Jakoben diktatörlüğün gerekse de
proletarya diktatörlüğünün bu haksızlıkların siyasal
sorumluluğunu taşıdığını; fakat her iki dönemde de
haksızlıkların, aşırılıkların parti ve devlet
politikası olmadığını düşünüyoruz.
Bu
bağlamda iki devrim döneminde de olan bitenlere ışık tutacak
bazı gerçekler üzerinde durmak istiyoruz. Burada dikkat edilecek
temel şey, her iki dönemde de devrimci terörün
kaçınılmazlığı ve haklılığını kabul etmekle
bağlı olarak haksızlıkların yarattığı acıları eleştirmek
ve dersler çıkarmaktır. Bu nesnel olgu ve ölçüt ret ve inkar
edildiğinde geriye haksızlıklarla belirlenen bir tarih kalır ki,
bu da burjuvazi ve yardakçılarının propagandasını yaptığı
şeyin ta kendisidir.
Her
iki dönemde de devrimci terörün gündemleşmesinin nedeni,
devrilmiş gericilik ve burjuvazidir. Troçki ve Troçkist hareketin
yaptığı gibi, bu gerçeği gizleyerek, çarpıtarak yapılan
“analiz”ler, “eleştiri”ler tarihsel ve sınıfsal
gerçeklerin yok sayılmasından ibarettir. Aşırılıkları ve
yaygın haksızlıkları öne çıkararak, (tarihsel
bakımdan kaçınılmaz ve haklı) devrimci eylemi
mahkum etmek burjuvaca bir aldatmacadır. Burjuvazinin tarihsel
devrimci eylemi “terör”e, “on binler”in, “milyonların
katliamı”na indirgeyerek tarihi çarpıttığını görmemek için
insanın kör ve sağır olması gerekir. Ayrıca aşağıda
kanıtlayacağımız gibi, terörü başlatan, dört bir yana yayan,
tüm tarihleri boyunca yüz milyonların kanını döken bir sınıfın,
burjuvazinin ve yardakçılarının iftiralarına inanmak için
hiçbir haklı sebep olamaz. Bizi ilgilendiren şey, tarihsel
olgulardır, nesnel ve denetlenebilir bilimsel veriler üzerinde
gerçek tabloyu göstermektir.
Bir
hatırlatma:
“Bir
örnek kanıt değildir. Her benzetme topaldır. Bunlar kuşku
götürmeyen ve herkesçe bilinen doğrulardır, fakat genelde her
benzetmenin geçerliliğinin sınırlarını anlaşılır biçimde
ortaya koymak için bunları anımsatmanın zararı yoktur.”
(Lenin, S.E. C. 10,
Bir Yazarın Notları)
İki
devrim ve iki diktatörlük ve aşırılıklar üzerine yazarken
tarihsel benzerlikler ve paralellikler olgusuna bu çerçevede bakmak
gerekir; her bir tarihsel dönemin ve deneyimin kendi nesnel
gerçekliği içerisinde ele alınması temel yöntemdir. Bu
sınırların bilincinde olmak koşuluyla benzerliklerin,
paralelliklerin göreli anlamları, göreli açıklayıcı gücü
işlevsel kullanılabilir. Aksi taktirde, yani tarihsel paralellikler
ve benzerliklerden hareket edilerek/temel alınarak yapılacak
analiz ya da analizler daha baştan yanlış olacak, saçma, bilim
dışı sonuçlara götürecektir. Geçmeden hatırlatalım,
olgular, tekil, kısmi görüngülerden değil, kitlesel, yaygın
biçimlerde ortaya çıktığında anlaşılabilir... Bu bağlamda
tekil ya da sınırlı olgusal görüngüler, erken uyarı işlevi
görebilir ama henüz uç vermiş, büyük bir ihtiyatla, hemen ve
doğrudan sonuçlara gidilemeyecek ve gidilmemesi gereken bir “şey”i
ifade eder. Ki, maddenin hareketinin sonsuz ve sınırsız helezonik
gelişimi sürecinde hareketin yeni biçimleri, yeni olgular ortaya
çıkar...
Danton’la
devam edelim, o,
şöyle yazıyor:
“Hesaba
kitaba uygun bir devrim yapılamaz. Devrim yollarının,
zaman zaman iyi yurttaşların kanına girmemesi imkansızdır.”
(Devrim
Yazıları, s. 259, iba.)
Danton
kan dökmekten zevk aldığı
ya da bir zorba olduğu için
bu sözleri sarf etmedi.
Lenin,
Sosyalist Devrimci Partinin sosyalist
iktidarla, proletarya ile
ittifakını
bozarak ayaklandığı dönemde, ölüm cezasının
kaldırılmasını talep eden sağ oportünist eğilimlere karşı
mücadele etmişti.
Çeka’nın “baskı politikası”nı zorunlu, acil, vazgeçilmez
görmüştü.
“Çeka’nın sekreteri olan Feliks Cerjinski o tarihte şöyle
diyordu: ‘Çeka devrimi savunmalı ve kılıcı bazen masumların
boynuna da değse, düşmanı yenmelidir.’ Ayrıca
aslında hangi toplumsal kökenden gelirse gelsin yığınsal
bir baskı başladığında
adaletsizlikten kaçınmak mümkün değildir.’ ”
(Kenneth
Neıll Cameron, Stalin Çatışkıların Adamı,
s. 166, iba.)
Lenin,
Cerjinski, zorbalıktan ve kan dökmekten zevk aldıkları
için değil, mücadelenin uzlaşmaz çelişki ve çatışmalar
içerisinde geliştiği;
karmaşık iç ve uluslararası ilişkiler ve mücadeleler
içerisinde, kaçınılmaz,
zorunlu olan
acil görevlerin gereklerini
gördükleri
için bu tutumu takındılar.
Sorunun
tek yanlı (zorbalık,
kan dökmek, masum katletmek, “insanlıktan
nasibini almamak” vs.)
görülmesi ve gösterilmesi
emperyalizm ve
yandaşlarının anti-demokratik,
anti-komünist
propagandasından ibarettir.
Unutmamak gerekir ki,
Troçkistler, bu gerici
propagandanın önde gelen
aktif temsilcileridir.
Troçki ve Troçkist
hareket, bir dönemeç olarak, Lenin’in ölümüyle başlayan
kesitten sonra, özellikle de 1920’lerin sonu, 1930’lar ve
sonrası anti-komünist
propaganda da ustalaştı; dünya burjuvazisinin, özellikle de önde
gelen emperyalist devletlerin
ellerinde Leninizm’e,
proletarya
enternasyonalizmine ve dünya
proleter devrimine karşı kirli
bir saldırı aracı olarak
kullanıldı.
Sorun,
devrimlerin ve devrimci öncü
kuvvetlerin “kötü
niyet”iyle ilgili değildir. Gönül
ister ki, bunlar olmasın. Bunlar
(aşırılıklar),
gerçek tarihsel acılardır. Ama
olmamasını istediğimiz,
hiçbir sempati duymadığımız, dahası sertçe eleştirilmesi
gereken bu olgu, tarihsel
gelişmenin ve devrimci alt üst oluşların
çelişkili doğasıyla,
uzlaşmaz karşıtlıklara
dayanan gelişme yollarıyla;
sert ve karmaşık mücadeleler içerisinde yürümek
zorunda kalan devrimlerin
gerçekleriyle
bağlıdır. Devrim ve inşa
süreçlerinde hiçbir haksızlığın yaşanmayacağını
düşünmek, saf idealizmdir.
Bu, ancak burjuva, küçük burjuva aydının kafasındaki kurgular
aleminde
olanaklıdır ama gerçek hayatta karşılığı yoktur. Devrimlerin
aşırılıklarını mazur
göstermek için değil ama burjuva demokrasisi (kapitalizm
ve burjuva diktatörlüğü)
tapıcılarının, “demokrasi
ve insan hakları” kılıfı
altında, burjuva
diktatörlüklerin sürekli “insan hakları”nı çiğnediklerini,
masum insanların kanını döktüğü gerçeğini ya görmemezlikten
geldiğini ya da burjuva sınıf egemenliğini haklı çıkaracak
“majestelerin muhalefeti”
çizgisini izlediklerini biliyoruz.
Kuşkusuz
ki, emperyalist kuşatmanın yerini sosyalist kuşatmaya bıraktığı
koşullarda bu tür haksızlıkları,
aşırılıkları önlemek,
ortaya çıktığı koşullarda hızla
üzerine gitmek daha
olanaklı hale gelecektir.
Bu bağlamda sosyalist inşa ve komünizme gidiş sürecinde
kitlelerin özneleşmesi,
sosyalist kitle demokrasisinin tüm toplumun kılcal
damarlarına dek özümsenmesi;
böylece bürokrasiye, teknokrasiye,
entelektüelizme,
kariyerizme, elitisizme
karşı her cephede sistematik savaşımın
geliştirilmesi; temelde
kafa emeği ile kol emeği
arasındaki farklılığın aşılması
baş köşede bulunmalıdır.
Her halükarda,
“Bir marksist, sınıflar
arası ilişkilerin tahlilinde gerçek zemini terk etmemelidir.”
(Lenin)
Sınıflar mücadelesi
gerçeği dışında, iç ve uluslararası sınıfsal güçler
dengesinden bağımsız olarak bu
meseleler
anlaşılamaz. Bu temel
tarihsel gerçeğin yerine geçirilerek yapılan sözde
“sol”, soyut ve boş
“demokrasi” çığırtkanlığı
yalnızca devrilmiş gericiliklere ve burjuvaziye hizmet etmektedir.
“İngiliz
burjuvazisi kendi 1649’unu, Fransız burjuvazisi kendi 1793’ünü
unutmamıştır. Terör burjuvazi tarafından kendi çıkarları için
feodal lordlara karşı uygulandığında haklı ve meşrudur. Terör
işçi ve yoksul köylülerce burjuvaziye yöneltildiğinde ise
canavarlık ve vahşettir.” (Lenin’den aktaran Kenneth
Neıll Cameron, Stalin Çatışkıların Adamı, s. 166)
Meselenin
özü budur. Bu çifte standartı görmeden, karşı tavır
almadan devrimci olunmaz. Robespierre’i, Lenin’i, Stalin’i
“terörist”, devrimci diktatörlükleri “canavarlık ve vahşet”
olarak lanse edenler aynı zamanda, devrimci terör dönemlerinde
“terörün aşırıya vardırılması” operasyonunu da örgütleyen
sınıflar ve kalıntıları olmuştur.
Jakoben
diktatörlük döneminde Fransa’da, devrimci terör devrilmiş
gericiliği ve Jiroden gericiliğini ezerken, haksız baskılara
uğrayan pek çok insan da oldu. Bu haksızlıkları Robespierre ve
iktidar merkezine iletmek için pek çok girişimin yapıldığını;
sorunun gündeme alındığını, terörü aşırıya vardıran
kesimlerin üstüne gidildiğini; karşı devrimi ezerken aşırıya
gidenlerin merkeze çağrılarak görevden alındığını, keyfi ve
haksız davranarak hareket edenlerin hapis cezalarına
çarptırıldığını, giyotine gönderildiğini biliyoruz. Bunu
SSCB gerçeğinde de görmekteyiz.
Bu
konuda özellikle aydınlatıcı olan şu açıklama ve
değerlendirmeyi birlikte okuyalım.
“Çünkü
özgürlük düşmanları, hükümetin yalnızca yanılgılarını
değil, en akıllıca tedbirlerini bile onun aleyhine
çevirmek için pusuda bekliyor.” (Robespierre,
Devrim Yazıları, s. 73)
Bu
sözler son derece değerlidir. Bir tarihsel arka plana, keza
Robespierre ve Jakobenlerin kendi öz deneyimlerine
dayanmaktadır. Robespierre’nin analizi SSCB gerçeğinde daha
kapsamlı ve yıkıcı biçimlerde ortaya çıktı. Bu, dün ya da
bugün, fark etmez, karşı devrimin, devrime saldırısının temel
yöntemlerinden birisidir ve gericiliğin sınır tanımaz iki
yüzlülüğün ifadesidir. Jakoben diktatörlük deneyiminde olduğu
gibi, Lenin ve Stalin önderliğindeki proletarya diktatörlüğü
deneyiminde de, iç ve dış karşı-devrim, sonradan karşı
devrimcileşenler, vb. ordu ve bürokrasinin, hükümetin,
istihbaratın, ekonomi yönetiminin iç yapısına kapsamlı tarzda
sızarak karşı-devrimin zaferi için çalıştılar. Öyle ki bu
sızma ve operasyon Stalin’in yakın çevresine, partiye,
NKVD’ye,
Kremlin güvenliğini sağlayan özel koruma gücüne, Sovyet
ordusunun etkili düzeylerine dek uzanmıştır... Her ne “hikmet”se,
Jakoben diktatörlüğün deneyimi ve Robespierre’nin vurgusu,
üstelik burjuvazinin ve özel mülkiyet dünyasının sonu demek
olan proletarya diktatörlüğü altında sosyalist inşa söz konusu
olunca, geçersiz sayılıyor ve “Stalinist yalan, iftira,
komplo” vs. olarak gösterilip “Leninizm/Bolşevizm” adına
rezilce demagoji yapılıyor.
13
Mart 1794’de “Halk Kurtuluş Komitesi” adına Saint Just
tarafından “Konvansiyon Meclisine sunulan Rapor”da yer
alan değerlendirmeler oldukça aydınlatıcıdır.
Karşı
devrimi “yıldırı” ile acımasızca
ezmek gerektiğini vurgulayan S. Just, “Halkı ve
Cumhuriyet’i suçlamak için bir takım
canavarlıklar yapıyorlar. Ortadaki bütün
kötülükleri yaratanlar da,
bütün kötülükleri özgürlüklere yükleyenler de
hep zorbalardır.” Sanırız Troçkistler, S. Just’a hak verecek
ve hatta “az söylemiş bile” diyeceklerdir. Just’un vurgusu,
1930’ların SSCB’si için de geçerlidir. Just’un adını
vermeden bu sözleri Stalin veya SBKP tarafından söylenmiş sözler
olarak aktarsak, Troçkistlerin verecekleri yanıt bellidir,
ezberledikleri iftiraları fütursuzca tekrar edip “Stalinizm”i
teşhir edeceklerdir. Dikkat edin, “Halkı ve Cumhuriyet’i
suçlamak için bir takım canavarlıklar
yapıyorlar. Ortadaki bütün kötülükleri yaratanlar
da, bütün kötülükleri özgürlüklere
yükleyenler de hep zorbalardır.” Bu, dünya burjuvazisi
ve gericiliğin politikasıdır. SSCB’de alası yaşanmış bu
gerçek, Stalin ve SBKP tarafından dile getirildiğinde burjuvazi ve
Troçkistler kuyruklarına basılmış gibi, kara propagandaya
dayanarak tarihsel gerçeği, “Stalinist yalan”, “milyonların
katlini aklama ve onaylama” olarak lanse etmektedirler.
Hatırlatmak gereksizdir ki, Marksizm-Leninizm’e, Ekim Devrimi’nin
dev kazanımlarına saldırganlıkta burjuva Troçkist çürüme
sınır tanımamıştır hiçbir dönemde. Lenin ve Stalin’in
SSCB’sini “insanlıktan nasibini almamış”lıkla suçlayanlar,
(örneğin Mahir Sayın gibi arkadaşlar) başka bir yerden değil,
burjuvazinin ve Troçkizmin, modern revizyonizmin, post-Marksizmin
“klasik” teorilerinden, tarih çarpıtıcılığından
besleniyorlar.
Just,
iç ve dış gericiliğin hazırladığı ve başını da İngiliz
hükümetinin çektiğini saptadığı komployu deşifre ederken,
“Bunun anlamı şudur: Bugünkü düzene saldıranlara karşı her
türlü hoşgörüyü bir yana bırakmak; zorbalığa özlem
duyanların, onun öcünü almak isteyenlerin hepsini, zorbanın
mezarı üstünde, göz yaşlarına bakmadan kurban etmektir.” der.
“Günümüzün karşı devrimcileri, kendilerini açığa
vurmayı göze alamadıkları için, çoğu kez, yurtsever
kılığına girdiler.” “Kurulu düzene karşı
komplo hazırlayanlar düşüncelerini saklar”lar. “Bununla
birlikte belli bir inanışın önderi olduklarını ileri
süren kimseler, yenilgiye uğradıkları zaman
kimliklerini gizliyor, halkı ve yargıçları aldatmak için,
kendi düşüncelerini çiğneyip, atıp tutmaya
başlıyorlar. Bu aynayı suçlularla başbaşa bırakıyorum.”
Bunlar, “başarıya ulaşamayınca da, özgürlükten yana
görünüyordu. Her saatte, her fırsatta, nasıl görünmesi
gerekiyorsa, öyle görünüyordu. Böylece zaman kazanmaya
bakıyordu. Kendini suçladılar mı, birden yurtsever kesiliyordu.”
“Ateşli
bir söylev, bütün yürekleri coşturur bir an. Komplocular
bırakırlar bizi konuşmaya: Kamuoyunun etki altında kaldığı
kısa anlarda, bizimle aynı düşüncede görünürler.
Ama çok geçmeden, atak kesilirler, hiç beklemediğimiz ölçüde.”
Komplocuların
menfur hedeflerine ulaşmak için kendilerini gizler ve “konuşmaları
devrimcilik üstünedir. Kimse onlarla boy ölçüşemez.”
“Unutulmaması
gereken bir gerçek var: Çoğu zaman yaptığımız gibi, ortaya
sadece bir takım ilkeler koymakla yetinip hiç birini uygulamazsak,
o zaman halk düşmanlarına karşı hiçbir gücümüz olmaz. Eyleme
geçinceye kadar kendilerini açığa vurmayan komploculara kuru
lafın ne etkisi olabilir?”
(Devrim
Yazıları, Yabancı Komplolar
Üstüne, s.
138,
iba.)
S.
Just, bu yetkin “Stalinist”, pardon, Jakoben önder, sanki
SSCB’yi, Troçki’yi ve Troçkist-Buharinist cephenin gerçeğini
anlatıyor bizlere...
“Devrimci
Yönetim İlkeleri Üstüne” Millet Meclisinde konuşan
Robespierre, (ki, bu konuşma, “Yıldırı diktatörlüğünün
yasası olan Billaud-Varennes kararnamesinden bir ay sonra”dır)
”Halk Kurtuluş Komitesi adına” bir yandan “yıldırı”/terör
zorlunluluğu
üzerinde durur, diğer yandan “Hoşgörücüler’in saldırısına
yanıt veririr. Bu konuşmada dikkat çeken şu değerlendirmeleri
aşağıya aktarıyoruz.
“Zorbalar
bizi ılımcılık yollarıyla köleliğe doğru
gerisin geri götürmeye çalışmışlardır hep; kimi zaman da tam
karşıt uca itmek istemişlerdi. İki uç aynı
noktaya varır.”
““Çünkü
özgürlük düşmanları, hükumetin yalnızca yanılgılarını
değil, en
akıllıca tedbirlerini
bile onun aleyhine
çevirmek için pusuda bekliyor. Hükümet
aşırılık
denen şeye mi yükleniyor? Özgürlük
düşmanları
hemen
ılımcılık ve aristokrasiyi,
yüceltmeye kalkıyorlar. Bu
iki canavarın yakasına yapışınca da bütün güçleriyle onu
aşırıcılığa iteliyorlar.
İyi yurttaşların coşkun çabalarını saptırma
yolundaki çarelerine göz yummak tehlikelidir. Aldattıkları
iyi yurttaşları umutsuzluğa düşürmek ve
işkencelere uğratmaksa daha
da tehlikelidir.
Bu kötü yollardan biriyle Cumhuriyet çırpına
çırpına can
verir; öbürü
ile de bitkinlikten
yokolup gider.
Ne
yapmalı peki? Kalleşçe sistemler koyan suçluların yakasına
yapışmalı; yurtseverleri aydınlatmalı ve halkı durmadan
haklarını koruyacak, kaderine sahip çıkacak düzeye yükseltmeli
Bu
kuralı benimsemezseniz, her
şeyi
yitirirsiniz.”
“Yurtseverliği
tedavi
edelim derken onu öldürmekten
kaçınalım özellikle.”
“Hangi
yurtsever vardır ki, en aydını bile, hayatında hiç
yanılmamış olsun? E,
peki, iyi niyetli ılımlıların ve alçakların varlığını kabul
ediyorsak,
neden iyi niyetli, bazen
övülesi
bir duygunun coşturduğu yurtseverlerin varlığını
kabul etmeyelim?
Devrim hareketinde, ölçülülüğün
çizdiği
tam çizgiyi aşanların
hepsine
cani gözüyle bakacak
olursanız, kötü yurttaşlarla birlikte, özgürlüğün
bütün doğal
dostlarını, sizin kendi dostlarınızı ve Cumhuriyet'in bütün
desteklerini aynı
kara listeye sokmuş olursunuz. Zorbalığın
becerikli
ajanları,
onları aldattıktan sonra, suçlayacaklar, belki de
yargılayacaklardır.
Bütün
bu küçük ayrıntıları kim birbirinden ayırt edecek? Bütün
karşıt aşırılıklar
arasındaki sınırı kim çizecek? Yurt ve doğruluk
sevgisi. Krallarla
düzenbazlar
bu sınır
çizgisini ortadan
kaldırmaya çalışacaklardır.
Onların
ne akılla ilişkisi vardır,
ne de doğrulukla.
Devrimci
hükümetin görevlerini gösterirken tehlikelerine
de işaret
ettik. Devrim
hükümetinin gücü
ne denli büyük olursa,
eylemi
de o ölçüde özgür ve
hızlı
olur,
o
ölçüde de, iyi niyetli
yönetilmesi gerekir. Kirli
ve
kalleş
ellere düştü
mü,
özgürlük diye bir şey kalmaz.
Özgürlük adı, karşı devrim için bir bahane,
bir
özür olur; enerjisi de şiddetli bir zehir etkisini taşır.”
(Robespierre,
Devrim Yazıları,
s. 73-74,
iba.)
Devamında
ve başka yerlerde Robespierre bilinçsizce
ya da çeşitli tepkilerinden
dolayı komplolara yardımcı olan ya da katılanları komploculardan
farklı olarak kazanmaya
önem vermek gerektiğini vurgular. Bu
değerlendirme, sağ ve “sol” uçlara dayanan provokasyon ve
komploların olası sonuçlarına ve tehditlerine dikkat çeker.
Aşırılıklarla Jakoben diktatörlük arasına sınır çizgisi
sınır çeker.
Her
iki çizginin de zaferinin devrimci-demokratik diktatörlüğün
sonunu getireceğini vurgular.
Aktardığımız
alıntılarda vurgulanan gerçekleri SSCB tarihinin her aşamasından,
özellikle 1930’ların deneyiminden (ve Kruşçevci karşı
devrimin gerçeğinden) keskince görmekteyiz. Ortaya çıkarıldığı
halde, Troçki, Zinovyev, Kamenev, Buharin gibi ünlü simaların
komplolarını ve bunlar tarafından kışkırtılmış ve
örgütlenmiş terörü ve aşırılıkları yok sayanlar bu
gerçekleri anlamaktan uzaktır; dahası, bunlar, “muhalefet”in
iç ve dış gericiliğe dayanan komplolarını meşrulaştırmak
için her türlü demagojiye ve manipülasyona başvurmaktadırlar.
Jakoben diktatörlüğe karşı da benzer, aynı yöntemler
uygulanmıştır. Geçmeden ekleyelim, tarihsel deneyim gösteriyor
ki, SSCB’de yapılan kapsamlı “temizlik” harekatı, bütün
aysbergi açığa çıkaramamıştır. Bilinen ve açığa
çıkarılanların dışında daha derin yapıların olduğu
anlaşılıyor... Ünlü simaların gerçekleri ya biliniyordu ya
da zamanla karşı devrimci komplolar içerisindeki yerleri ve
ağırlıkları açığa çıkarılmıştı, ancak, görünür
olanla, görünür hale gelenlerle sınırlı bir değildi bu komplo.
Yenilgi ve
tasfiyeler, sınıf düşmanını ve
uzantılarını daha derin ve
stratejik çalışmaya yöneltmiştir. Bütün badirelerin
atlatıldığı koşullarda da Stalin sonrası döneme, Stalin’in
ölümüne yatırım yapılmıştır...
Gerek
Jakoben diktatörlüğün, gerekse de proletarya diktatörlüklerinin
deneyimi, herkesi hedefleyecek, terörü/yıldırıyı yolundan
saptıracak politika ve uygulamalara karşı mücadele ederken,
haksızlıkları düzeltme ve komplocuların etkisine girenleri
kazanma, eğitme yöntemine özel önem verdiklerini göstermektedir.
Partiler, liderler zıvanadan çıkmış, geniş sıradan kitleleri
de hedefleyen bir terörün kendi sonları olacak bir politika
olduğunu ve bunun da karşı devrimlerin işine yaracağını
kavrayacak kadar bir donanıma da sahipti. Bu tarihsel politik
gerçeği yok sayarak ya da üstünü örterek insanları, geniş
kitleleri aptal yerine koyan sınıf düşmanları ve liderleridir.
Devrimcilik, komünistlik vs. adına bunu görememek sadece acınacak
ve karşı devrime hizmet eden bir teori ve pratiği temsil eder.
Meseleye**
biraz yakından bakalım.
“Öte
yandan, Konvansiyon'a ve Komitelerine başarının olağanüstü
yüksek bir bedele malolduğu haberi sızıyordu. Nantes, Lyons ve
hatta Arras'tan toplu halde ve ayrım gözetilmeyen katliam haberleri
geldi.
Daha
da kötüsü, bundan sorumlu bazılarının böyle bir katliamın
yasal olduğuna inanıyor olmasıydı.
Kamu güvenliği için böyle şeylere izin mi verilmişti? Devrim'in
iç düşmanlarına karşı içgüdüsel tepki, gücünü ulusun
parçalanmasından duyulan panikten alıyordu ama Jakobenler ve ordu,
kentleri ve bölgeleri Jirondenlerden ve karşıdevrimcilerden
kurtarırken, daima bir toptan yok etme dilinin eşlik ettiği, kin
dolu ve zaman zaman dehşet verici cezalandırma vakaları da meydana
geliyordu.” (Peter
McPhee,
Robespierre,
s.
194,
iba.)
Başarılı
devrimci mücadeleye karşın, devrimci terörün zıvanadan
çıktığına dair Robespierre ve yoldaşlarına değişik
kaynaklardan sürekli bilgi akmaktaydı.
Arras
Robespierre’nin memleketiydi. İki dostu şunları yazıyordu
devrimin liderine:
“Robespierre
ve arkadaşları, militan Jakoben vekillerin heyecanına duydukları
güvenle bazı vakalarda bu heyecanın suçsuz yurttaşlara keyfi
zulme kaydığı yolunda, sürekli gelen kanıtların arasında
kalmıştı.” “Bir noktada, Antoine Buissart ve karısı
Charlotte, Arras'tan yazdıkları mektupta ‘senin sessizliğin bizi
çileden çıkardı’ diye yazıyordu: ‘Dört aydan fazla bir
süredir uyarıyoruz seni. Yüz kez söylediğim şeyi tekrarlamam mı
gerekiyor?’ Sonunda bizzat Charlotte 26 Floreal (15 Mayıs)
tarihinde yazdı ve kasabanın aylardır Lebon'un gaddarca
niyetlerine maruz kaldığını ve ‘erdemli varlıkların’
Robespierre'i müdahalede bulunmaya çağırdığını bildirdi.
Muhtemelen Lebon onun kocasını da tutuklamaktan ancak Antoine'ın
konumu yüzünden vazgeçmişti. ‘Eski bir arkadaşının sana,
vatanın sırtına binmiş kötülerin soluk ve basit bir resmini
sunmasına izin ver. Sen erdemi savunursun. Fakat altı aydır
zulmediliyor ve her türlü kötülük hükmediyor bize ...
Dertlerimiz çok büyük ve kaderimiz senin elinde. Biz bütün
erdemli ruhlar sana yalvarıyoruz.’ Robespierre, Lebon'a şahsen
yazdığı mesafeli mektupta, ‘Devrim düşmanlarını bastırmadaki
enerjinizi’ kabul ediyorum diyor fakat onu Paris'e geri
çağırıyordu: ‘Mümkün olduğunca çabuk buraya gelin.’ Ama
Lebon neredeyse iki ay görevini bırakmadı. Şahsi bir dost ve
ulusun temsilcisi canavarlıkla suçlanamazdı, değil mi?” (Age.,
s.
213-214)
Aşırı
uygulamalara karşı siyasal ve toplumsal tepkiler değişik
biçimlerde
açığa çıkıyordu.
“Kişisel
özgürlükler üzerindeki kısıtlamaların -özellikle de çok
sayıda şüphelinin tutuklanmasının- hafifletilmesi için baskı
başka bir yönden geldi. 22 Frimaire (12 Aralık) akşamı bir sürü
kadın Konvansiyon binasına gelip kocalarının tutuklanmasını
protesto etti. 30 Frimaire günü, içlerinde Commune-Affranchie'den
(eski Lyons) bir grup kadının ve Paris'teki tutukluların
annelerinden, karılarından, kızlarından ve kız kardeşlerinden
bir heyetin bulunduğu daha da kalabalık, yaklaşık elli kişilik
karmaşık bir grup çıkageldi. Kadınlar ‘bütün
suçsuz tutuklular ve hatalarının yahut insani hırslarının
kurbanı kişiler için özgürlük’ istiyor ve Konvansiyon'un,
Kamu Güvenliği Komitesi'ni 22 Frimaire dilekçesi konusunda üç
gün içinde rapor vermekle görevlendirdiğini ama sekiz gün
geçtiğini hatırlatıyordu. Baskı öylesine güçlüydü
ki, Robespierre Konvansiyon'un yetkili iki Komiteden, bütün
tutukluları derhal inceleyecek ve suçsuzları serbest bırakacak
bir komisyon oluşturmasını önerdi.” (Age., 196, 197)
Robespierre
ve yoldaşları bu tepkiler karşısında
sessiz kalmaz,
sözgelimi aşırı ileri gidenler geri çağrılır
ve
bazı önemli
yasal
tedbirler alır.
“Maximilien'in
Arras'taki tanıdıklarının arasında, Kolejde bir öğretmen olan
Joseph Fouche vardı. Fouche, değişim rüzgarlarıyla
Jirondenlerden, militan Hebert yandaşlığına savrulmuş ve Allier
ve Nievre'de Hıristiyanlıktan arındırma kampanyasını
yürütmüştü. Collot d'Herbois'la birlikte Lyons'ta dehşetli bir
bastırma harekatını organize etmişti. Fouche Paris'e
dönünce Robespierre ondan davranışları konusunda bir açıklama
istedi. Paul Barras onunla birlikte Robespierre'in evine
gitti; Robespierre'in buz gibi soğuk ve dışlayıcı
muamelesini onlarca yıl sonra bile hala hatırlayacaktı.
1.800 idamın olduğu bastırma harekatı, Vendee dışında en
kontrolsüz harekattı. Komite ve Konvansiyon, Collot ve Fouche'ye
‘Lyons'un karşıdevrimcilerini askeri şekilde ve derhal
cezalandırma’ konusunda carte blanche [Fr.: sınırsız yetki-ç.]
vermişti. Kararname, muğlaklığına karşın, bütün zenginlerin
evlerinin yok edilmesini de emrediyordu ve diğer isyan merkezlerine
ibret olsun diye tasarlanmıştı. Görevli vekiller, yerel
Jakobenlerin de kışkırtmasıyla bunu aynen uygulamıştı.“
(Age., s. 194)
“5
Nisan'daki idamlar Komite'nin, uzlaşmazlıkların denetimini daha
sağlam bir şekilde merkezileştirmesini sağlayacak bir siyasal
ortam yarattı. O zamana kadar hapsedilenler Paris'te altı bini
bulmuştu ve tüm ülkede bu rakam seksen bin, yani her 350 kişiden
biriydi. 23 Ventôse (13 Mart) tarihinde, niçin bu kadar
çok sanığın muğlak nedenlerle hapsedildiğini aydınlatmak için
bir Halk Komisyonu kurulmuştu. St-Just, iki ‘sanık’
kategorisi oluşturmayı öneriyordu; bunlardan biri, haksız
yere tutuklananlar, ötekiyse barışa kadar
hapiste tutulup sonra sürgüne gönderilecek ‘devrim
düşmanları’.” (Age., s. 208-209, iba.)
Oluşturulan
iki kategori, haklı
ve haksız
terör arasında açık bir ayrımın gözetildiğini göstermektedir.
Uygulamada ise önemli sapmalar vardı. Kategorileştirme,
sınırlarını çizme politikası, karşı devrimin terörü aşırıya
vardırarak iktidarı yıkma eylemini etkisizleştirmeyi
hedefliyordu. Devrim
kitlelerin eseriydi, devrimci
zor, devrimci terör kitlelerin desteği olmadan da başarıyla
hedeflerine ulaşamazdı.
Geniş
kitleleri, onların öncü devrimci unsurlarını ve yapılarını
terörle ezerek politik hedeflerine ulaşmaya çalışanlar daima
gerici sınıflar olmuştur; tıpkı Jakoben ve Stalinist yıllarda
olduğu gibi.
Robespierre’nin
bütün olan bitenleri bilmesi ya da zamanında öğrenmesi
olanaksızdı. Kendisine gelen belgeleri titizlikle incelediği
görülüyor. Bu belgelere düştüğü notlar, bunu gösteriyor.
“1794
baharı kenar notları iliştirdi: ‘Suçluyorsanız isim vermeniz
gerekir’,
‘sanıkları
suçlamak yerine niçin tutuklamıyorsunuz?’, ‘Carnot'ya havale’,
‘Herman'a havale’ ve en sık rastlananı da, ‘daha çok bilgi
gerekir’. Şahsen tutuklama emri verdiği nadirdi fakat onun birçok
tutuklamalar yaptığı, akla yakın gelen, yaygın bir kanıdır.“
(Age.,
s. 209)
Ortaya
çıkan yeni belgeler, Stalin’in de kendisine gönderilen
raporları, verileri incelerken kenar notları düştüğünü;
soruşturmalarda üstünden atlanan, irdelenmeyen konuların
irdelenmesini; belirsiz, bulanık, yeterli olmayan, keyfiliklere yol
açacak ya da haksız olduğunu düşündüğü verileri eleştirdiği;
sorunların incelenmesini ya da bir kez daha incelenmesini istediğini
öğreniyoruz. Kuşkusuz ki bunda olağanüstü bir durum yok, Stalin
dikkatli, karşı devrimin manevralarını bilen, sorunları
eleştirel inceleyen adil bir liderdi...
1793-94
yıllarında yönetim
erkini ele geçirmiş olan devrimcilerin yönetme deneyim eksikliği;
yeterince yetişmiş güvenilir kadroya sahip olmaması; saflarında
pek çok güvenilmez unsurun varlığı; kendi gerçeğini
gizleyen çok sayıda kadro ve memura dayanması komplo
örgütleyenlerin büyük avantajıydı. Keza,
göze girmek
isteyen,
kariyerist tutkularla
ün peşinde
koşan,
macera düşkünü,
devlet
imkanlarına konmak gibi
hedefler peşinde koşan çok
sayıda insanın aşırılıkların geliştirilmesinde önemli bir
rolünün olduğunu görmezden gelemeyiz. Ayrıca,
burada, asırların zulmüne karşı kin dolu ve intikam almak
isteyen (kitlelerin
ve) insanların
varlığına dikkat çekmek ve bunun da aşırılıklardaki rolünü
dile getirmek gerekir. Bu
gerçekleri SSCB deneyiminde de görmekteyiz...
Siyasi
komiserlik kurumu
Jakobenler tarafından
oluşturuldu.
Ordu,
siyasi
komiserler aracılığıyla
denetim
altına alınmaya çalışıldı.
Bu
kurumlaşma
alınan
önemli
devrimci
tedbirlerden birisiydi. Kendi
öz deneyimlerinden çıkardıkları
bir kurumlaşma ve uygulamaydı. Savaş
içinde yeni generaller kuşağı (üstelik bunların esası
ya da önemli
bir kesimi sıradan
emekçi
sınıflardan gelmiş insanlardı) yetişir
ve
savaşları
başarıyla yönetir. Farklı
koşullarda ve biçimlerde SSCB deneyiminde de bu gerçeği, hem de
kıyaslanamayacak
nitelik ve nicelikte gerçekleştiğini
biliyoruz.
Devrim
sürecinde çok sayıda yeni kadro yetişmiş olsa da devrimci
iktidar yeterince sağlam değildi.
Bu
durum, Jakoben görünerek, (devrimciden
daha
keskin devrimci
maskesini giyerek)
Jakoben diktatörlüğün mezarını
kazan komplocuların
devrimci diktatörlüğün zayıflıklarını, zaaflarını ve “en
akıllıca tedbirleri”ni bir zırha dönüştürerek
iktidara karşı kullanma politikasına,
terörün
çığırından çıkarılarak devrimcileri ve
emekçileri
vuracak tarzda kullanmasına hizmet etti. Hedef
belliydi; geniş kitlelerde Jakoben diktatörlüğe karşı
güvensizliği geliştirmek, Jakobenlerin
prestijini
düşürmek, iktidar
içi parçalanma yaratmak,
yapacakları darbeye zemin yaratmak.
Robespierre,
S. Just, Marat
gibi “Stalinistler”,
pardon, Jakoben
devrimciler bu gerçeğin altını ısrarla çizdi.
SSCB’de
de Bolşeviklerden
daha “Bolşevik”, Stalin’den daha çok “Stalinist”
gözükenlerin, parti
ve devletin hem
zaaflarına
hem de “en akıllıca” tedbirlerine
sığınarak manipülasyon yaptıklarını, en ağır baskılara ve
sayısız haksızlıklara imza attıklarını
biliyoruz.
Jakoben
sağlam çekirdeği manipüle etmek için Jakoben görünerek
sayısız kuruma sızmış, Jakobenlerden daha radikal Jakoben
görünen kesimlerden iktidar merkezini manipüle etmek için
kapsamlı yanlış bilgilendirmenin yapıldığı kesindir. Değişik
kaynaklarda verilen bilgiler ve yapılan değerlendirmeler bunu
göstermektedir. Burada sınıf mücadelesinin mantığına aykırı
bir şey yoktur. Karşı devrim kendi hedefleri için manipülasyon
yapıyordu. Bu karşı devrimci silahın etkili olmadığını
düşünmek için saf ya da burjuvazinin sevgili dostu olmak gerekir.
Manipülasyona hizmet eden enformasyon akışı SSCB deneyiminde,
üstelik daha kapsamlı ve etkin bir şekilde sabittir. Yagodaların,
Yejovların istihbarat örgütünü yönettiğini ve Yejov’un
İçişleri Bakanı olduğunu ve bunların Troçkist-Buharinist
komplocu karşı devrimci klik ve cepheye bağlı çalıştığını
biliyoruz...
“Robespierre'in
kişisel sırdaşları vardı -St-Just, Duplaylar, Augustin,
muhtemelen birçok polis ajanı- ve bunların ona verdiği günlük
raporlar, kendisi nekahattayken, yokluğunda Komite ve Konvansiyon'da
neler olduğu konusunda çarpıtılmış görüşler sunuyordu.” (
Age., s. 204-205)
Olabilir,
bu da manipülasyon çalışmasının bir yöntemidir. Manipüle
edilenler de farkında olmadan manipüle eder. Hele de olağanüstü
tarihsel kesitlerde bunun olamayacağını düşünmek saçmalık
olur.
Terörü
zıvanadan çıkaranları tutuklama yöntemi yoluyla aşırıları ve
aşırılıkları dizginleme, kullanılan bir diğer yöntemdi.
“Messidor
(25 Haziran) tarihinde Robespierre, Dantoncuların ve Aube bölgesinde
tam bir tasfiye harekatı yönetmiş eski soylu Alexandre
Rousselin'in ve diğer bazı kişilerin tutuklanması
direktifini verdi; sonra, Aube vekillerinden Antoine Garnier'in
tavsiyesiyle 30 Messidor (18 Temmuz) tarihinde, Rousselin'in
hapsettiği 320 ‘sanığın’ serbest bırakılması direktifini
verdi. Robespierre'in gerçek amacı ne olursa olsun, bu
ve daha önceki, diğer dokuz görevli vekilin geri çağırılması
ve Fouche'nin Jakoben Kulübü'nden atılması hareketi, birçok
kişinin, bastırma harekatında aşırıya kaçmış görünenlere
karşı yeni bir tasfiyenin geliyor olduğunu düşünmesine yol
açtı. Daha sonraları Garnier, yaptıkları bir konuşma
sırasında Robespierre'in, Konvansiyon'a ‘hainlik eden’
vekillerden oluşan otuz kişilik bir listenin hazırlanıyor olduğu
söylentisini yalanlamadığını bildirmişti.” (Age., s. 231,
iba.)
1794
yılı baharında daha sert bir “anti-terör yasası”nın
çıkarılması, büyümekte olan yeni komplolara karşı bir duruşu
ifade etmekteydi. Bu yönelim aynı zamanda “bastırma
harekatında aşırıya kaçmış görünenlere karşı yeni bir
tasfiyenin” hazırlığıyla da bağlıydı.
Robespierre’in, tutuklanmasından bir gün önce (8 Thermidor)
Konvansiyonda “tehditkar havada” yaptığı konuşma, hem
komplocuları hem de (komplocu) aşırılıkları örgütleyenlerin
harekete geçmesine yol açtı.
“Robespierre
ve müttefiklerinin büyük çabalarına karşın, Fleurus'taki zafer
devrimci hükümeti bir arada tutan ipi kesmişti. Konvansiyon'da
Carrier,
Fouche, Barras, Freron ve Tallien gibi güçlü vekiller, taşradaki
karşıdevrimi acımasızca bastırmaları yüzünden hesap vermeye
çağırılacakları
yolundaki imalardan incinmişlerdi. Hepsi de Fleurus'taki büyük
zaferin devrimci hükümetin hedefi konusunda bir netlik
getirmemesine şaşıyordu. Her şeyden önce vekillerin çoğu, sert
önlemleri, askeri krize ve toplumsal kargaşaya karşı pragmatik
bir karşılık olarak desteklemişti. Paris bölgelerinden biri 1
Messidor (19 Haziran) tarihinde, 1793 Anayasasının yürürlüğe
konmasına destek toplamak için bir defter açtı; on günde iki bin
kişi imzaladı ama Genel Güvenlik Komitesi bunu kapattı. Peki 1793
Anayasası niçin artık yürürlüğe konamıyordu? Askeri durum
rahatlamış ve bölgeler uysallaştırılmışken niçin idamlar
hızlandırılıyordu, üstelik adı belirtilmeyen vekillere üstü
kapalı tehditlerin geldiği bir ortamda?” (s.
231-232)
Karşı
devrim ve komplocular, devrime bir an önce son vermek, Jakoben
diktatörlüğü yıkmak için Jakobence olan önlemlerin bir an önce
yürürlükten kaldırılmasını dayatmaktaydılar. Aslında
Jirodenler ve Jakoben maskesini korumakla birlikte şu veya bu
biçimde terkederek Jiroden saflara geçmiş kesimler, Jakoben
diktatörlüğün siyasal ve toplumsal temelinin zayıfladığının
farkındaydı. Başarıya
ulaşacak olan komplo,
gerçekte, burjuva devrimini,
burjuvaziye rağmen en ileri düzeye taşımış
olan
Jakoben diktatörlüğün, artık işlevinin bitmesiyle bağlıydı.
Devrimci terörü şirazesinden çıkararak
(devrimci-diktatörlüğü
gözden düşürecek tarzda)
kullananların hedeflerine ulaşmalarında
söz konusu misyonun, nesnel olarak, sınırlarına varmasıydı...
“Robespierre'in
açmazı Devrimci Mahkeme'de oturan Jakoben arkadaşlarının
yeterliliğine ve hükmüne daima duyduğu güvendi. Fakat en
zor sorunun yanıtını kesin olarak bilmiyoruz: Robespierre Paris'in
yaşadığı katliama doğrudan karışmış mıydı, yoksa bu
felaket (yoğun tutuklamalar
ve idamlar-bn.) onu gözden düşürmek
için mi zincirlerinden salınmıştı? Bunun en muhtemel
yanıtı, onun yokluğunda düşmanlarının gölgelerinden
bile korktuğu ve panik içindeki bu kişilerin olabildiğince çok
sanık öldürmeleri için Robespierre'in mükemmel bir günah keçisi
olduğudur. “ (s. 232, iba.)
Robespierre
devrimci iktidarın ve eylemin öncüsüydü. Sayısız biçimde
hedefleşmesi kaçınılmazdı. Onun, komplolara ve karşı-devrimci
teröre karşı devrimci terör silahıyla savaşırken, kurumlara
dayanması ve güvenmesi doğaldı. Bu savaşım, tek kişinin ya da
3-5 devrimcinin yerine getirebileceği bir şey değildi. Devrimci
iktidarın kurumlarına dayanması ve yeni mücadele ve örgüt
biçimlerini geliştirmesi vb. kaçınılmazdı. İstismarcılar,
sızmalar, komplocular var diye bu kurumları tasfiye edemezsin ya da
yok sayamazsın; yapılacak şey, devrimci politikayı sayısız
biçimlerde yolundan saptıranların üstüne gitmek, yeni
tedbirlerle denetim ve siyasal uyanıklığı geliştirmektir...
Onlar da bunu yaptılar veya yapmaya çalıştılar. Ne var ki,
dayanılan kurumlar, giderek Robespierre’leri vuran/yıkan bir
silaha dönüştü. Bu “yıkma eylemi”, SSCB’de Stalin’den
sonra daha özgün bir biçimde, Kruşçevcilikle başlayarak
proletarya diktatörlüğünün ve sosyalizmin tasfiyesine dönüştü.
Kruşçevciliğe yol veren ekonomik, siyasal, toplumsal kökler
ise, Stalin dönemine uzanmaktaydı...
“Robespierre,
26 Temmuz (8 Thermidor) tarihinde Konvansiyon'da yaptığı
konuşmada, tekrar tekrar, ‘gizli bir suç örgütü var’ “
demiş ve “komploların Konvansiyon'a ve hatta hükümet
Komitelerine sızdığı’nı” vurgulamıştı. Nitekim bir gün
sonra tutuklandı ve ertesi gün arkadaşlarıyla birlikte giyotine
gönderildi. “Suçsuzları hapsetmekten yahut onları
giyotine göndermekten sorumlu olduğunu tekrar tekrar reddetti
ve düşmanlarının hep ‘bunların hepsi Robespierre'in
işi!’ diye haykırdığını belirtti. Neredeyse iki saat
süren afaki ve duygusal konuşma tutarsızlık derecesinde muğlaktı,
çünkü neredeyse herkes komplolara karışmaktan ötürü
şüpheliydi; Robespierre, ‘imgesinin peşinden bizzat gittiğim bu
erdemli cumhuriyetten kuşku duyuyorum’ itirafında bile bulundu;
şehitlikle flört ediyordu sanki.
Öte
yandan konuşmasında, aşırılık yapmakla zan altında
bulunanların, ‘terörü ve iftiraları’ yayanlar olarak
tanımlanmaları nedeniyle korkmalarına yetecek kadar netlik vardı:
‘Ahlaksız görevliler haksız tutuklamalarda çok aşırıya
kaçtı; yıkıcı projeler mütevazı servetleri tehdit etti ve
Devrim'e bağlanmış sayısız aileye büyük üzüntüler getirdi.’
“ (s. 234)
1794
baharında hem Hebertçilerin hem de Dantoncuların eliminasyonu
sonucunda, Robespierre ve yandaşları güçlerinin zirvesindeydi;
Robespierre, Kamu
Güvenliği Komitesi'nde
her şeye hakim durumdaydı. Ama bu güç o zaman bile, Ulusal
Konvansiyon'daki sürekli desteğe
bağlıydı.”
“Robespierre
ve yandaşları güçlerinin zirvesinde” olmasına
ve “Robespierre,
Kamu Güvenliği Komitesi'nde her şeye hakim” olmasına
karşın, onun
ve onların hiçbir şeyi dikkate almadan hareket etmesi olanaklı
değildi. Bu durum, sınıflar arası politik güç dengesine
bağlıydı... Öyle
Robespierre’nin keyfi ve
istediği gibi hareket eden, kadir-i
mutlak
bir “diktatör”müş
gibi lanse edilmesi, burjuva
saçmalıktır.
Aynı
propagandayı Stalin’e karşı yürütülen demagoji ve
manipülasyonda da görmekteyiz. Ne
Jakoben diktatörlüğün (burjuva demokrasisinin) önderi
Robespierre, ne de “proleter Jakobenizm”in ve proletarya
diktatörlüğünün (sosyalist demokrasinin) lideri Stalin, kendi
dönemlerinde mutlak bir güç olamamışlardır; hatta
bütün
o yüksek prestijine karşın, Lenin
bile. Felsefi
idealizmi savunmadan ya da sapmadan da, tersi iddia edilemez. Sınıflı
bir dünyanın, sert sınıflar mücadelesinin, somut tarihsel
koşulların, politik
güç dengelerinin gerçekleri,
tarihte
bireylerin oynayacağı rolün sınırları
söz konusu sahte iddiayı çoktan
tarihin
çöp
sepetine atmıştır. Ve
hemen ekleyelim, Stalin ve liderliğindeki sağlam Bolşevik
çekirdek, sözgelimi, “Stalinist Anayasa”nın hazırlanması
sürecinde çok
önemli bazı konularda azınlıkta
kalmış, daha kapsamlı demokratik açılımlar yapma mücadelesi
sekteye
uğramıştır.
Bu gerçekleri J.
Arch Getty’in,
G. Furr’un,
Yuriy
Jukov’un
ve Yuriy
Yemelyanov’un
çalışmalarından ve kitaplarında öğrenmekteyiz.
Gerek
S. Just gerekse de Robespierre’nin konuşmalarında
ve raporlarında yer alan “terörün saptırıldığı” ve
“bunun düşmanlarının işi” olduğu vurguları tarihsel
ve politik gerçeği yansıtıyordu. Ve bu aşırılıkların günah
keçisi ise Robespierre ilan edilmişti.
“İlginçtir”,
aynı, benzer değerlendirmelere ve deneyime, özellikle SSCB’nin
30’lu yıllar gerçeğinde de tanık olmaktayız... Stalin
önderliğinde kızıl terörün uygulandığı dönemde, kızıl
maskeli beyaz terör üzerinde birleşik cephe kuran “muhalifler”
bir yandan terörü yolundan saptırarak, son sınırına dek
zorlarken, öte yanda da Stalin’i, partiyi, devleti, canilikle,
milyonları katletmekle, sosyalist demokrasi ortadan kaldırmakla,
tek kişi diktatörlüğü kurmakla, devrimi boğazlamakla vb. itham
etmişlerdi... Devrim ve sosyalizme karşı mücadele edenler,
burjuvazi ve oportünistler bir günah keçisi yaratma, bütün
günahlarını, zaaflarını, suçlarını yarattıkları günah
keçisinin sırtına yıkma politikasını izlemektedir. Bunu
“devrim”, “Marksizm-Leninizm” zırhına bürünerek yapanlar,
yüz kez daha büyük bir alçaklığı temsil etmektedirler.
Jakoben
diktatörlüğün zoru, tarihsel gelişmeyi hızlandıran “Stalinist”
bir zordu. Eğer
göreli bir ayrım yapmak gerekirse,
devrimci
terör, devrimci zorun olağanüstü
koşullarda ortaya
çıkan en
keskin biçimidir.
Gerek
Jakobenler, gerekse de
Lenin ve Stalin paşa keyifleri istediği için değil, tarihsel
zorunluluk
dayattığı için
“Stalinist
Jakoben
terörü” örgütlediler. Biliniyor
ki, zora
ve beyaz teröre başvuranlar daima devrilmiş gericilikler ve
burjuvazi olmuştur. Jakoben diktatörlük döneminde de, proletarya
diktatörlüğü döneminde de söz
konusu tarihsel
ve politik gerçekle
karşılaşmaktayız.
Ve aynı tarihsel deneyimler göstermektedir ki, özellikle
devrimci
terör dönemlerinde aşırılıklar daima ortaya çıkmaktadır.
Tarihte
ilk
olmaları, yürünmemiş yollardan yürüyerek yol açma olgusuyla
özel
bir bağı vardır bu olgunun.
Bilmeliyiz
ki, “saf
demokrasi” savunuculuğuyla, hümanist haykırışlarla, romantik
dileklerle aşırılıklar
önlenemez.
Gerek
başında Konvansiyon ve Ulusal (Kamu)
Güvenlik Komitesi’nin bulunduğu Jakoben diktatörlüğün
(“Stalinist”)
devrimci
terörü,
gerekse de proletarya diktatörlüğünü yıkmak amacıyla
örgütlenen beyaz terörü
ezen Jakoben
kızıl
terör,
her iki dönemde de “demokrasi”, “insanlık”, “insan
hakları” vs. ardına
sığınılarak
mahkum
edilmiştir. Ortaya
çıkan aşırılıklar ise bu saldırının aracı haline
getirilmiştir. Jakoben
diktatörlük ve liderleri “demokrasi düşmanı”, “insanlıktan
nasibini almamış”, “terörist katiller çetesi” vb.
olarak lanse edilmiştir. SSCB,
proletarya diktatörlüğü ve sosyalist inşa ve sürecin lideri ve
liderleri de benzer ama
daha ağır argümanlarla
suçlanmış ve teşhir
edilmiştir. Bu
ortaklık elbette ki tesadüfi değildi (ve
değildir).
Her iki devrim ve diktatörlük devrimciydi ve her iki çağın
gericilik ve karşı devrimi kendi sınıfsal çıkarlarının
gereğini yerine getirmekteydiler.
Nasıl
karşı devrimler kendi sınıfsal çıkarlarının gereğini yerine
getirdiyseler, her iki diktatörlük de temsil ettikleri sınıfların
çıkarları ve gereklerini yerine getirmiştir.
Öncelikle
bu köşeli tavrın,
temel ayıraç noktasının altı çizilmelidir; yoksa sapla samanı
karıştırmak kaçınılmazdır. Tarihte
ilk proletarya diktatörlüğü olan 1871 Paris Komünü’nün
yıkılışının nedenlerinden birisi de, Komün’ün
proleter
devrimci zoru ve kızıl terörü ikircimsiz
pratikleştirememesidir.
Hele
de sosyalist inşa sürecinde, bu sürecin belli, kritik, hayati
evrelerinde zorunlu olduğunda kızıl terörü yadsımakta devrimci,
ilerici olan hiçbir şey yoktur. “Aşırılıklardan ders çıkarma”
adına kızıl terörü reddetmek ve “Bir daha asla!” naraları
atmak burjuvaca bir zihniyet ve duruştur. Böyle düşünenler,
gerici ütopyaların, hayali hümanist projeciliğin esiridirler.
Aşırılıklar meselesi, çıkarılacak derslerin ışığında
sınırlandırılabilir. Bu aşırılıkların tümden ortadan
kaldırılması olanaklı değildir. Kaldı ki, Rusya gibi geri bir
köylü ülkede kullanılmak zorunda kalınan yöntemler, mücadele
biçimleri, mutlaklaştırılacak biçim ve yöntemler de
değildir; sorun her ülkenin ya da sosyalist inşa sürecine girecek
ülkelerin somut tarihsel koşulları içerisinde
çözülecektir. Sözgelimi günümüz teknolojisi sosyalist
demokrasinin geliştirilmesi, bürokrasinin azaltılması ve etkin,
verimli bir denetim sisteminin güçlü bir aracı olacaktır.
Sözgelimi, günümüz dünyası 1920’lerin, 30’ların... dünyası
değildir. Küresel çapta kapitalizmin gelişmesiyle artık “köylü
ülke” sayılacak ülkeler hemen hemen kalmamıştır. Genel olarak
ülkeler, geri, orta ve ileri kapitalist kategorilerden birisi
içerisinde yer almaktadır. Üretici güçler, kültür 1950’ler
öncesinin dünyasıyla kıyaslanamayacak kadar gelişmiştir...
Devam
edelim.
“Nisanın
sonundan başlayarak ve Mayısta, Konvansiyonda ve hatta devrimci
hükümette, Robespierre’e hasım bir grup oluştuğu görüldü.
Birbirine uymayan, ögelerden,
bir bölümü Dantonculara, bir bölümü Hebertcilere
yakın olanlardan, ya
da bu fraksiyonlardan
bağımsız, ama devrimci
diktatörlükten hoşnutsuz
olan
kişilerden meydana gelen bir kitleydi.
Bu
yığın,
gerçek amaç ve
niyetlerini ustaca gizleyerek hareket ediyordu.
Karşılıklı
konuşmalarda, ‘Robespierre' zulmüne karşı mücadeleden
sözediyorlardı; ancak, bu kitlenin başlıca
güçleri, sıradan
olayların da gösterdiği gibi,
yalnız Robespierre'e, karşı
değil, Jakobenizme karşı, kısacası devrimci demokratik
diktatörlüğe karşı da yönelmişlerdi.
Yönetici sosyal gücü,
yeni spekülasyoncu
burjuvazi idi.
Bu sınıf, devrimci rejimle
bir an önce hesaplaşmak istiyordu,
çünkü bu rejim onun
zenginleşme
arzularını köstekliyordu; arkasında
bütün iri kıyım mülk
sahipleri bulunuyordu ve köylüler de içlerindeydi.
Bu olaylardan daha önce sözettik.
Bu kitlenin esinleyicileri ve
örgütleyicileri,
dönme
Tallien, Barras, Freron'du. Kısacası
servetler yığmış
ve kelleleri için titreyen rüşvetçi ve hırsız
takımıydı.
Ne var ki, taktik
nedenlerle,
Hébertcilere yakın sol ögeleri,
Collot d'Herbois'yı, Billaud-Varenne'i, Nadier'yi, vb., itiyorlardı
sahneye.
Hem ona, hem berikine bağlı
usta bir entrikacı olan Fouché, komplonun iki kolunu
birbirine
bağlıyan
halka
idi; onun görünmez
rolü, gerici darbenin hazırlanışında büyük oldu.”
“Robespierre,
ikiyüzlülükleri ve hünerleri ne kadar büyük olursa olsun, öyle
Barras ya da Fouché gibi adamların oyununa
gelecek bir kişi değildi.
Düşmanlarının
gizli
tasarımlarını sezdi
ister istemez ve
10 Haziranda (22
Prairial)
Couthon, Kamu
Selameti Komitesi adına, Konvansiyon’a, terörün
güçlendirilmesini
öngören bir kanun
tasarısını
sundu.
Konvansiyon,
kanunun bir yerde kendilerine karşı da dönmesinden korkan
milletvekillerinin direnişine karşın,
Couthon'un kararını
kabul etti. Ve gerçekten, Prairial'den sonra terör
şiddetlendi.
Bununla
beraber,
Robespierre, söz konusu kanunun uygulamasının
bir
yerde devrimci
hükümete ve kişi olarak kendisine karşı dönebileceğinin
çabucak farkına vardı. Terörün
korkutması gereken kişiler, terörü kendi amaçlarına kullanmayı
başardılar; kurbanlarının kızgınlık ve
hoşnutsuzluğu, giderek halkın hoşnutsuzluğu, gün gelip
Robespierre’in üstüne yıkılıp yoğunlaşacağı umuduyla, son
çizgisine vardırdılar terörü.
Robespierre,
bu
hesapları keşfetti; terörün dizginlerinden boşalışını
mahkûm etti.
Ne
var ki, dümen artık onun elinde değil, görünmeyen başka bir
eldeydi....” (Server
Tanilli, Dünyayı Değiştiren on Yıl, Fransız Devrimi Üstüne
1789/1799,
s. 139, 140, 141, iba.,
3.
Baskı, Say Yayınları)
Jakoben
diktatörlük ve
lideri
aşırı baskıların üstüne gitti. Haksızlıklara
karşı mücadele etti. "Tutuklananlar arasında, tarihin tanık
olduğu en ikiyüzlü hizip tarafından yoldan çıkarılmış bir
sürü iyi niyetli kişinin" var olduğunu vurguladı. (Age.
-Peter
McPhee,
Robespierre-,
s. 188)
Robespierre
ve yoldaşları, “tarihin
tanık olduğu en ikiyüzlü hizip tarafından yoldan çıkarılmış
bir sürü iyi niyetli kişinin"
var
olduğunu ve bunların kazanılmasına
önem vermek gerektiğini daima vurguladı.
Öyle
iddia edildiği gibi,
Jakobenler önüne geleni kesmiyordu. Bu demagoji burjuvazinin ve
devrilmiş gericiliğin bilinçli
olarak geliştirdiği karşı-devrimci
propagandadır.
“Terörü
son sınırına vardırma”
operasyonu SSCB gerçeğinde çok
daha keskin
açığa
çıktı.
Emperyalist,
faşist, Troçkist-Buharinist çete (Blok) terörü yolundan
saptırdı.
Öyle ki, bu blok, saptırdıkları terör
aracılığıyla
Stalin ve etkin Bolşevikleri de tehdit edecek boyutlara vardı.
Bu konuda Molotov
ve Kaganoviç’in,
Benediktov’un
açıklamaları özenle
incelenmelidir. Stalin
döneminin iki etkin önderinin, olayların ve gelişmelerin
merkezinde yer almış olan bu iki
liderin
açıklamaları, yeni gerçekleri öğrenmemizi sağlamaktadır. Keza
oldukça
önem taşıyan A.
Benediktov’un*
açıklamaları da öyle. Yani
öyle
bir kalem darbesiyle işin
içinden sıyrılıp burjuvazi ve komünizm maskeli anti-komünist
“birleşik blok”un suçlarını gizleyemezsiniz. SSCB’de
yüz
binlerce
insanın haksızlığa
uğramasında,
on binlerce insanın katledilmesinde söz konusu cephe sorumludur.
Onlar bunu bilinçli
yıkıcı bir çalışma olarak örgütlediler. “İnsanlıktan
nasibini almamış”lık, Lenin ve Stalin’in değil, burjuvazinin,
devrilmiş gericiliğin, Troçki
önderliğindeki anti-komünist blokun karakteriydi. Terörü
aşırıya vardıran Stalin değil, kanıtların açıkça ortaya
çıkardığı gibi, dış
destekli anti-Bolşevik,
anti-Sovyet sözde “muhalefet”tir. Bu
konuyla ilgili bazı saptamalarımıza
biraz aşağıda yer vereceğiz.
Keza,
Jakoben
diktatörlük döneminde olduğu gibi,
Stalin ve Sovyet
devleti
“bir
sürü iyi niyetli ama aldatılmış insanları kazanmaya önem
vermek gerektiği”ni
ısrarla
açıklamış,
bu doğrultuda somut kararlar almış
ve gerek
parti kadro
ve örgütlerine
ve gerekse de aşırılığı örgütleyen karşı-devrimci unsurlara
sert bir şekilde müdahale
etmiştir.
SSCB’de
kulakların sınıf olarak tasfiyesi, başta
yoksul köylülük olmak üzere emekçi köylü
kitlelerin tabandan başlayan ve gelişen, tepeden (parti ve devlet)
desteklenen ve
önderlik edilen, kırların
sosyalist iktisadi temelini kuran “İkinci Ekim Devrimi”ydi. Ve
tarihte eşi benzeri olmayan bir devrimdi. Kırların sosyalist
devrimi, Ekim Devrimi’nin bir devamı ve tamamlayıcı bileşeniydi.
Bu mücadele çok keskin yaşandı; sosyalist
devrim, kulak
isyanları, kentte ve kırda kapsamlı sabotajlar, parti ve devlet
yetkililerinin öldürülmesi, kolhoz
ve sovhozların yakılması, milyonlarca
hayvanın yok edilmesi
gibi karşı devrimci saldırılarla iç içe gelişti. Yenilince
kolhozlara katılmayı kabul eden, eğitim ve deneyim düzeyleriyle
kolhozlarda öne çıkmayı beceren, kolhozcu ekonominin
başarısızlığı için çalışan çok sayıda eski kulak
sabotajcı da açığa çıkarıldı...
1920’lerin
sonlarından başlayan 30’larda zafer kazanan kırların sosyalist
devrimi sürecinde pek
çok aşırılıklar
ortaya çıktı. Başlangıçta çok önemli tahribatlara da yol
açtı. Bu konuda Stalin’in ünlü “Zafer
Sarhoşluğu”
makalesinin incelenmesini özellikle öneriyoruz.
O,
her
zaman yaptığı gibi, bu alanda da ortaya çıkan zaafları,
aşırılıkları, kamuoyu
önünde büyük
bir açıklıkla dile getirdi.
Ne Stalin ne de parti, hiçbir zaman, aşırılıklardan, zaaflardan
azade bir sosyalizm kuruculuğundan ve
kazanılan başarılardan
bahsetmediler, aksine, bu tehlikeye sürekli dikkat çekerek parti ve
kitleleri eğitmeye özel
önem verdiler. Stalin
gerçeğini, faşist orduların Moskova önlerine kadar geldiği
koşullarda yaptığı radyo konuşmasından
da çarpıcı bir şekilde görmekteyiz.
Herkesin
bu
konuşmayı özenle incelemesi
gerekir. Mühtiş
eğitici bir konuşmadır. Stalin’in karakterine de ışık tutar.
O
korkunç ve zor dönemde, Stalin, hiçbir eğme bükme yapmadan,
tabloyu bütün açıklığıyla (zaaflar, kayıplar, zorluklar)
ortaya koyar. Zaferin
nasıl kazanılacağını ve mutlaka kazanacaklarını net bir tarzda
ortaya koyar. Konuşması
basit ve sadedir, nettir, herkesin
anlayacağı açıklıktadır; ne
oldu, neden oldu ve nasıl kazanacağız, bütün bu yanıtları
içeren, analiz eden ve ulusal sosyalist seferberliği ilan
eden
konuşması, boş, ajitatif, sorunları gizleyen,
hafifleten, yokmuş gibi gösteren;
“güvensizlik doğar”, “güvensizlik yayar”, “düşmana
hizmet eder”, “liderlerin,
devletin,
partinin
prestijini sarsar” vs. gibi bayağılıklara
aldırmadan
sorunları ve çözümleri hem dost
hem de düşman
önünde açıkça
ortaya koyar. Küçük
insanlarla büyük insanlar, bayağılıkla komünist
nitelik, Bolşevik
eleştiri-özeleştiriyle
oportünist,
sekter, liberal
karaktersizlik
arasındaki
farktır bu...
Kollektifleştirmenin
esasen başarı kazanmasından sonra, SSCB’de siyasal ortam
“ılımlılaşır”. Kent ve kırın sosyalist başarıları,
toplumda iyimserlik rüzgarı estirir. Beşinci
Kol örgütlenmesinin derinliği henüz
anlaşılmamıştır. Bu olgu, özellikle Kirov
cinayeti
ile görülür hale gelmeye başlar. Kirov’un katledilmesi kızıl
teröre giden yolda bir dönemeç noktası olur. Böylece mesele
gündemleşir. Sürecin
gelişimi yazı dizimizin değişik makalelerinde incelendiğinden,
ayrıntılara girmeyeceğiz. Jakoben
diktatörlüğün devrimci terörü başlatmasında en
önemli
dönemeci
Marat’ın
katledilmesi oluşturdu.
Bu dönemeç, başka bir vesileyle de gerçekleşebilirdi ama gerek
Robespierre’nin,
gerekse de Stalin önderliğinde devrimci terörün başlamasında ya
da bir dönemeç
oluşturmasında benzer iki suikastın gerçekleşmesi dikkate
değerdir. Marat
burjuva demokratik devrimin önderlerindendi. Jakobenlerin en önemli
devrimci
liderlerinden
birisiydi. Kirov, SBKP (B)’nin önde gelen etkin liderlerinden
biriydi ve partide de sevilen bir komünistti... İki
tarihsel deneyimde de iki devrimci önderin alçakça katledilmesi,
“erken
uyarı”
denebilecek bir işlev görmüştür. Söz
konusu suikastler,
herhangi bir amaçla değil, kaos yaratmak,
devrimci liderleri katlederek devrimci iktidarları sarsmak,
“toplumu” terörize etmek,
devrimci iktidarları panikletip zaaflar denizine
sürüklemek
ve son tahlilde devrimci iktidarı yıkmayı hedefleyen komplo ve
başkaldırıları başarılı
kılmak için yapılmıştır.
SSCB’de
soruşturma süreci derinleştirildikçe,
durmaksızın yeni veriler ortaya çıkar ve bu süreç, devrilmiş
gericiliğin kalıntılarından, kulaklardan, Ekim Devrimin’e
karşı silaha sarılıp savaşan tasfiye
olmuş eski
partilerin kalıntılarından, parti ve
devlet içerisinde
yer alanlardan partiden tasfiye edilmiş unsurlara, fraksiyonlara,
buradan faşist kampa, İngiliz devletine
dek uzanan bir ağla (Beşinci Kol) karşılaşılır...
Soruşturma
sürecinin derinleşmesine bağlı olarak, zamanla bu geniş ağa
ulaşılır. Aklı
başında olan her kişi, emperyalist
savaş tehlikesinin hızla yükseldiği, faşist bir kampın ortaya
çıktığı, sosyalist anavatanın dört bir taraftan kuşatıldığı;
“tarafsızlık politikası” adı altında
İngiltere,
Fransa, ABD’nin Hitler
Almanyası’nı, Japon faşizmini SSCB’yi işgale
ve
yıkmaya yönelten politikaları izlediği
koşullarda, Parti ve SSCB’nin
devasa bir komployla karşı
karşıya kaldığını anlar. İçerden
ve dışardan kapsamlı ve derin sızmalar Kremlin Sarayı’na,
Stalin’in hemen yakın çevresine dek uzanır. Tuhaçevsky darbesi
de hazırlanmaktadır... Ordu,
polis, istihbarat örgütlerinin başına kadar yükselmeyi, MK
içerisine dek
sızmayı
başarmış
komplocuların
varlığı,
“Stalinist
uydurmalar”ın,
“Stalinizmin komploları”nın ve
“Stalin’in paranoya”sının
ürünü değildi. Bu
konuda sayısız belge ve yeni ortaya çıkan veriler tarih
çarpıtıcılarının demagoji ve manipülasyonuna ışık
tutmaktadır...
Burjuva
ve küçük burjuva aydınlar, Bolşevizm’e, Stalin ve SSCB’sine
sınır tanımaz kinle saldırırken tapındıkları Batı
demokrasisinin (burjuva
diktatörlüklerinin) şu
gerçeğini hatırlatmak isteriz:
1938 Münih Paktı Antlaşması (Hitler Almanya'sı, İngiltere, Fransa, ABD, İtalya)
Amerika'nın
eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Sumner Welles,’in
şu sözlerini birlikte okuyalım:
“
‘Savaş
öncesi yıllarda, batılı demokrasi ülkelerinin mali ve ticari
çevreleri ve bunlarla birlikte Amerika, Hitler-Almanyası
ve Sovyetler Birliği arasında çıkacak bir savaşın kendi
amaçlarına hizmet edeceğine ve
kesinlikle komünizmin yeryüzünden ortadan kaldırılabileceğine
inanıyorlardı. Almanya ise savaştan zayıflamış olarak
çıkacağından, uzun yıllar dünya üzerinde ciddi bir tehlike
oluşturamayacaktı!’ "
(Aktaran,
Stalin
Hakkında Gerçekler, Almanya Komünist Partisi ML,
iba.)
“Kahrolsun
Stalin!”, “Kahrolsun Stalinizm!” diye yırtınanların
kimin hizmetkarı olduğu belli değil mi? Stalin’i
gözden düşürmek için olmadık yalanlara başvuran ve SSCB
somutunda da kapitalizmin, emperyalist devletlerin, Troçkizmin
insanlık suçlarını gizleyip savunanların, kızıl terörü
“demokrasi” adına mahkum etmesi de, Stalin’in “düzmece
mahkemeler”inden ve “komplo”larından bahsetmesi de
kaçınılmazdır. Bu
kapsamlı
birleşik cephenin ideologlarının, politik sözcülerinin,
SSCB’nin tarihindeki bazı zaafları, gerçek tablodan kopararak
SSCB ve
Bolşevizm’in,
“Stalinizm”in
aleyhine
sınırsızca çarpıtarak lanse etmesi,
komplocuları aklaması anlaşılırdır.
Lenin,
''Proletarya diktatörlüğü altında sınıf
mücadelesi ortadan kalkmaz, yalnızca farklı biçimlere bürünür.''
derken her an akılda tutulması ve gereklerinin yerine getirilmesi
gereken bir tarihsel ve güncel gerçeğin altını çizmekteydi. Bu
olgu, proletarya diktatörlüğü altında, gerek iç gerekse de
uluslararası arenada, sızmalara ve komplolara da dayanan
burjuvazinin dünya proleter devrimine ve onun öncü kalelerine
saldırı gerçeğinin de görülmesini emreder. Bu
gerçekleri gizlemek, yok saymak, çarpıtmak,
”Leninist, Stalinist iftiralar”
olarak lanse etmek
burjuvazinin komünizm maskelisi de içerisinde olmak üzere
anti-komünist demagoji ve saldırısını yansıtmaktadır.
Bütün
olan bitenler içerisinde kapsamlı ve stratejik düzeylere sızmış
olan komplocular, olağanüstü imkanlara dayanıyorlardı. Onlar
bu imkanlara dayanarak, terörü
yolundan
saptırarak
politik ve toplumsal yıkım örgütleme çizgisinde
çok etkili oldular.
Bunlar,
devrimciden daha devrimci görünen, Lenin’den daha Leninci,
Stalin’den daha Stalinci görünenlerdi aynı zamanda. Bu bağlamda
başta Troçki olmak üzere, Troçki-Zinovyev-Kamenev-Buharin gibi
ünlü isimleri hatırlatmak
gereksizdir. 36-38
döneminde yapılan mahkemelerin sanıklarından herhangi biri
sıradan değildi, hepsi de parti ve devlet yaşantısında etkili
yerlerde yer alan deneyimli
isimlerdi. Hepsi
de
ellerinde
Ekim
Devrimi bayrağı, Sovyet
bayrağı, Leninizm bayrağı
taşıyordu;
tabii ki onlar, en “Bolşevikler”di, buna itiraz edenler ise
“vatan
haini”ydi
falan...
Jakoben,
Jakobenden daha Jakoben görünüp Robespierre’nin
ve Jakoben
diktatörlüğün mezarını kazanlarla aynı soydandı bunlar.
Ailesinin
geçmişini anlatan ve dedesi de 1930’lu yıllarda kurşuna dizilen
ve “şahsen anti-Stalinisttim” diyen, KGB’nin
özel izniyle arşivlere girmesine müsaade
edilen burjuva
milliyetçisi Albay
Alkansis, “Kızıl Ordu'da ‘subaylar komplosu’ gerçekten
olmuştu.”, “belgelerin
temizlendiğini gördüm”, eğer “o dönemin gerçekleri
açıklanırsa, tarihe bakışımız değişir”, “gizlenecek
şeyler olduğu için
arşivler gizli tutuluyor”, demektedir. Terörü
aşırıya vardırarak karşı-devrimci hedeflerine ulaşmaya çalışan
komplocuları
“Stalinist iftiralar”ın
masum
kurbanları
olarak propaganda edenler için bu gerçeklerin bir önemi yoktur
kuşkusuz;
onlar için önemli olan Marksizm-Leninizm’i, Stalin’i, Ekim
Devrimi’ni, sosyalizmin
dev kazanımlarını gözden düşürmektir; Troçki bu işlerde başı
çeken bir şahsiyet oldu daima.
Ekim
Devrimi’nin zaferiyle kurulan ve geliştirilen devlet (proletarya
diktatörlüğü) genç bir devletti ve tarihte bir ilkti.
Deneyimsizlik, aşırılıkların ortaya çıkmasında önemli bir
yere sahipti. Bu
deneyimsizlik olgusu, hem içeride hem de dışarıda korkunç bir
tarzda sömürüldü...
Sosyalist
inşa sürecinde yetişen kuşak ise esasen 30’lu
yılların ikinci yarısında parti ve devlet, ekonomi yönetiminde
öne çıkmaya başladı ve
giderek
yönetmeyi
öğrendi. Aşırılıklarda henüz bu
oturmamışlığın
çok
önemli rolü
oldu.
Eski
bürokrasiden gelen, keza yenilgiye uğrayan eski küçük burjuva
partilerin yüz binlerce üyesi ve taraftarı hem partiye katıldı,
hem de devlette çok önemli görevler üstlendi. Bu durum parti ve
devlet içerisinden terörün aşırıya vardırılarak kapsamlı
tahribatlar yapmasına yol verdi.
Partili dönekler (Troçki, Zinovyev, Kamenev, Bakayev,
Simalga,
Smirnov,
Ter
Vaganyan,
Rakovsky,
Rikov,
Sokolnikov,
Pyatakov,
Smirnov,
Buharin
vbg. sayısız unsur ve
taraftarları)
bu kesimleri örgütleyebildi; yenilgiye
uğrayınca, taktik değiştirip “derin çalışma”lara yöneldi.
Bu
olgu, devrilmiş
gericilikten emperyalist ve faşist kampa uzanan ilişkiler ağı
üzerinden, komplocuların
tutukları
mevzilerden terörü aşırıya vardırmasına
inanılmaz fırsatlar ve
tahribatlar yarattı.
Parti bu gerçekleri farkettikçe, sorunun üzerine gitmeye, ihanet
çetelerini açığa çıkarmaya, hesap sormaya başladı.
Birinci
dalgayı ikinci dalga izledi; terörün aşırıya vardırılmasında
rolleri olan kadro
ve kesimlerden
hesap soruldu, yüz binlerce suçsuz insan aklanarak normal
toplumsal
yaşantılarına döndü.
Bu
haksızlıklarda, partide ayrıcalıklı yer tutmuş olan
“klanlar”ın, mevkilerini sağlamlaştırmak ya da yükselmek
için harekete geçen yaygın bir kesimin önemli bir rolü oldu. Bu
zaaflı kesim ve kategoriler, komünizm maskeli anti-komünist bloğa
olağanüstü alan açtı, manevralarını
kolaylaştırdı, hedefleri
için müthiş bir imkan sundu. Komplocular
bu durumu ustalıkla değerlendirdi. Kızıl
terörün “en kızıl”ını uyguladılar. Söz
konusu olan, henüz sınıflı bir toplum olan ve yüz yılların
tarihinden kopamamış ya da
yeni
kopmakta olan bir toplumdu. Eski
toplumun doğum izleri, yeni
döneme devrettiği gerilikler
ve eşitsizlikler, bireycilik
henüz canlı ve korkunç derece dirençliydi. Eski
kültür ve insan olgusu yeni dönemde, yeni biçimler içerisine
sızdı ya da tutundu. Bunları
reddederek “Stalinist komplolar” vs. üzerine yazıp çizmek
kolaydır...
İdeolojik-siyasi
donanımı geri, dar kafalı bürokrat tipi ve
sonradan dönmeler
“kraldan daha kralcı” kesilme özelliğiyle bilinir. Dev bir
coğrafya olan SSCB’de, bu kategoriye giren yaygın bir kesimin
aşırılıklarda,
haksızlıklarda payının olmadığını, hem de önemli bir payının
olmadığını düşünmek aptalca olur.
Lenin’in,
“Kurumların
başına geçen komünistler
—bazen onları bir kalkan
olarak kullanmak isteyen sabotörler tarafından
kasıtlı
olarak ustaca öne itilirler-sık sık kafese
konuyorlar.”
değerlendirmesi
de bir olguydu ve anti-komünist
manipülasyon
ağı, bu silahı etkin bir tarzda kullandı. Bu
gerçeği de “Stalinist yalanlar” kategorisine koyanların amacı
üzüm yemek değil, bağcı dövmektir.
SSCB’de,
özel bir tarihsel uğrakta, sınıf mücadelesinin çok keskin bir
dönemecinde
yaşanan aşırılıklar yüz binleri etkiledi. Stalin
ve parti bu gerçeği gizlemek bir yana, kamuoyu
nezdinde özeleştirel
dile getirdi. Çıkarılan dersleri bir donanıma çevirerek parti,
sınıf, halk eğitildi ya da az ya da çok eğitildi. SSCB
tarihini, özelde Stalin dönemini bir cehennem
olarak yansıtanlar gerçeğin bu yanını da gizlemeye olağanüstü
bir önem
verdi. Bu
gelişmelerden etkilenenlerin nüfusun oldukça küçük
bir kısmını oluşturduğu gizleniyor.
Sosyalist
demokrasinin sosyalist anayasa tartışmalarıyla
taçlandırıldığı; bu dev coğrafyanın dört bir yanında on
milyonların özgürce
yaptığı
tartışmalarla,
toplumun kolektif
aklına, eleştiri ve tartışma özgürlüğüne dayalı olarak
“1936 anayasası”nı
yasallaştığını
alçakça yok sayarak,
“milyonları katleden,
demokrasi düşmanı totaliter
Stalinizm”
üzerine demagoji yapıyorlar.
Doğal
olarak Robespierre ve Jakoben diktatörlük nasıl terörü aşırıya
vardıran komplocular ve karşı devrim tarafından günah
keçisi
ilan edildiyse, Stalin ve sosyalist diktatörlük de SSCB’yi yıkmak
için çalışan iç ve dış komplocular ve gerici sınıflar
tarafından günah keçisi ilan edildi ve bu burjuva gerici saldırı
ve manipülasyon yarın da devam edecektir. Çünkü “Stalinizm”
demek, özel mülkiyetin, kapitalizmin, burjuvazinin sonu/ölümü
demektir...
Stalin’in
bürokratizmi eleştirirken söylediği şu sözler, bürokratik
zaafların yarattığı tahribatları ve keza bu zaafları sömüren
Troçki’nin başını çektiği bloğun yıkıcı çalışmasını,
kızıl terörü yolundan saptırarak aşırı uçlara doğru nasıl
götürebildiklerine de ışık tutmaktadır.
“İlerlememizin
en kötü düşmanlarından birisi, bürokratizmdir. O, bütün
örgütlerimizde,
hem parti örgütlerinde hem de komünist gençlik birliği
örgütlerinde hem sendikalarda hem de ekonomi örgütlerinde
yaşıyor. Bürokratlardan bahsedildiğinde genel olarak… eski
partisiz memurlar gösterilir…Yoldaşlar, bu tam doğru değildir.
Şayet, sadece eski bürokratlar söz konusu olsaydı, bürokratizme
karşı mücadele dünyanın en kolay meselesi olurdu. Kötü olan,
söz konusu olanın, eski bürokratların olmadığıdır. Söz
konusu olan, yeni
bürokratlardır.
Yoldaşlar,
söz konusu olan Sovyet iktidarına sempati duyan bürokratlardır.
Söz konusu olan, nihayet komünistlerin saflarından gelme
bürokratlardır. Komünist bürokrat, bürokratın en tehlikeli
tipidir. Niçin? Çünkü o, bürokratizmi parti üyeliği ile
maskeliyor”
“Bürokratizme
karşı mücadele sorunu: Bürokratizm her şeyden önce toplumsal
düzenimizin bağrında mevcut olan muazzam rezervleri
kullandırtmayarak, değerlendirilmesini engelleyerek, kitlelerin
yaratıcı inisiyatifini felce uğratmaya çalışarak, onu kağıt
bolluğuna boğarak ve partinin her yeni başlangıcını yüzeysel
ve faydasız müşkülperestliğe
dönüştürerek tehlikelidir. İkinci olarak bürokratizm, icranın
kontrolüne tahammül etmeyerek ve yönetici organların temel
talimatlarını, canlı bir yaşamla ilişkisi olmayan boş bir kağıt
parçası yapmaya çalışarak tehlikeli olmaktadır. Tehlikeli
olanlar, sadece ve esasen kurumlarımızda takılıp kalmış olan
eski bürokratlar değildir. Bilakis ve özellikle de yeni
bürokratlardır, Sovyet
bürokratlarıdır.
Bunların arasında ‘komünist’ bürokratlar hiç de az rol
oynamıyorlar. Burada fetiş gibi inandıkları emirleri ve
kararnameleri köylülüğün ve işçi sınıfının milyonlarca
kitlesinin bağımsız hareketi ve inisiyatifi yerine koymaya çalışan
‘komünistleri’ düşünüyorum…”
Bu
tablo, Stalin ve parti tarafından çizilen tablodur. Bu tabloyu
eleştiren Stalin’dir. Bu
tablonun proletarya diktatörlüğünün sağlamlaşmasını,
sosyalist inşanın daha büyük zaferlerle yol almasını
engellediği, sınıf düşmanının bu tablodan nasıl
yararlanabileceğini göstermesi bakımından oldukça anlamlıdır.
Bu
gerçekleri yok sayarak ”Stalinizm” düşmanlığı üzerinden
komünizme saldıranlar, Stalin
ve partiye tanrısal roller yükleyerek tabloyu alabildiğine
çarpıtanlar, bilimin,
Leninizm’in, tarihsel gerçeklerin
katilleridir.
Stalin,
özetle bürokrasiye karşı mücadele hattını da şöyle çizer:
“Parti,
bürokrasiye karşı mücadeleyi dört çizgide yürütüyor:
Özeleştirinin yaygınlaştırılması çizgisi, icraatın
kontrolünün örgütlenmesi çizgisi, mekanizmanın temizlenmesi
çizgisi ve nihayet değerli güçlerin aşağıdan işçi sınıfından
mekanizmaya terfi ettirilmesi çizgisi. Görev, bütün güçleri,
bütün bu tedbirlerin yerine getirilmesi için harekete geçirmekten
ibarettir”
Stalin’in
vurguladığı çözüm yolu, parti içerisindeki oportünist
klikler, sonra komplocular tarafından ısrarla engellenmek istendi
ve “en akıllıca tedbirleri de” sosyalist demokrasiye ve
sosyalist inşaya karşı çevirdiler; eğer onlar, Stalin
döneminde sosyalist
demokrasi/diktatörlük tarafından alınan akıllıca tedbirleri ve
zaafları hedeflerine ulaşabilecek tarzda son
kertesine vardıramadıysalar,
bu da Marksizm-Leninizm’in, Sovyet halkının, partinin ve
Stalin’in kudretini gösterir.
Tarihi
bireyler yapmaz.
Devrim bireylerin ve
öncülerin
ürünü
değildir. Devrim, kitlelerin eseridir. Sosyalizmi her cephede kuran
ve görkemli başarıları kazanan öncüsü liderliğindeki
kitlelerdir.
Ve
komünistler, devrimi, karşı devrimle öncüsü arasındaki düello
olarak görmez. Komünistler bireysel terörü değil, proletarya ve
halk kitlelerin devrimci teröründen yanadırlar. SSCB’de
eskiyi yıkan, yeniyi kuran on milyonlar olmuştur. Proletaryanın
egemen sınıf olarak örgütlenmiş olması, genelkurmayı
tarafından yönetiliyor olması, sosyalizmi, on milyonlardan kopuk,
kitlelerin nabzını elde tutmayan bir avuç elitin, elit/bürokrattan
oluşan bir
parti ve devletin
işi olamaz. O
sosyalizmi kuran on milyonların gücü, enerjisi, inancı,
fedakarlığı,
bilinci
olmadan hangi sosyalist sanayileşme, tarımsal sosyalist devrim,
faşizmin ezilmesi
gerçekleşebilirdi
ki?! Bu
güç olmadan, 30 milyon civarında evladını kaybeden, ülkenin bir
baştan diğer başa faşist canavar eliyle yıkıldığı
SSCB,
nasıl yeni bir 5 yıllık planla o dev ülkeyi savaş öncesi
ekonomik ve kültürel seviyenin üstüne çıkarabilirdi ki!!!
Ne
Marks-Engels, ne de Lenin ve
Stalin ya
da dördü
birden, o
on milyonlar olmadan, onların adanmışlığı olmadan hiçbir şey
başaramazdı.
Bilerek
ya da bilmeyerek böyle düşünen ve “eleştir”enler,
proletarya ve halkı aptal yerine koyan, Stalin’i her türlü
kötülüğü üreten tanrı
şeytan
gösteren cennah,
tarih karşısında ancak zavallı birer yaratık olabilirler...
Eskiyi
yıkan, yeniyi kuran proletarya ve halkın, binlerce yıllık sömürü
dünyasına karşı birikmiş kin ve intikam isteğinin, ortaya çıkan
aşırılıklarda payı yok mu acaba? Olmadığını düşünmek
kaskatı bir idealizm değil mi? Bir parti, boşalan bu kini,
bilinçli sınıf politikaları doğrultusunda yönlendirebilir ve
yönlendirmelidir ama buna rağmen, kitlesel aşırılıkların
tümden önlenebilmesi de olanaklı değildir; çünkü
partiler ve
liderleri tanrı değildir.
Gerçek
hayatta karşılığı olmayan ve olmayacak akıllıca
çizilmiş romantik
ve dogmatik masa başı çalışmalarla da
aşırılıklar önlenemez. Aşırılıklar bir kader değildir ama
bir çırpıda da önlenemez.
Proletarya sınıfı yönetmeyi öğrendikçe, tarihsel deneyimlerle
kuşandıkça, zaaflarından dersler çıkardıkça aşırılıklar
sorunu da sınırlanabilecektir...
Stalin
döneminde haklı ve meşru olarak örgütlenen kızıl terör,
aşırılıklarıyla birlikte ele alınmak zorundadır. Sürecin
sorumluluğu Stalin ve SBKP’nin omuzlarındadır. Aşırılıkları
ne görmezden gelmek ne de abartmak gerekir. Söz
konusu olan bir tarihsel deneyimdir. Dersleri yaşamsaldır.
Derslerden birisi de aşırılıklara karşı mücadeledir. Kızıl
terör silahı, iki tarafı keskin bir kılıçtır. Azami dikkatle
kullanılmak zorundadır. En
akıllıca tedbirler bile, bu silahın kullanılırken sosyalizmde
yara açmasını engelleyemez.
Haksızlıklar, aşırılıklar meselesi, bu silahın iki tarafı
keskin bir kılıç olmasıyla bağlıdır. Bu
silahın bilinçli ya da bilinçsiz kullanımı, sürecin bağrında
potansiyel olarak vardır. Etkin kolektif
bir
denetim ve merkezileşme ve geniş kitlelerin katılım ve denetimi,
kolektif
aklı ile birlikte
kullanılmadığında, döner
sahibini yaralar. Karşı
devrimci kuvvetler, Jakoben
diktatörlük döneminde olduğu gibi,
SSCB deneyiminde de
bunun bilinciyle bu silahı proletarya diktatörlüğüne ve
sosyalist inşaya karşı çevirebilmiştir önemli ölçüde.
DEVAM
EDECEK
*Bkz,
Feliks Çuyev, Molotov Anlatıyor, Stalin’in Sağkolu İle
Yapılan 140 Görüşme, Yordam Kitap.
Feliks
Çuyev, Böyle Dedi Kaganoviç, Stalin’in Son Havarisi,
Verba Yayınevi.
V.
Litov, Stalin
ve Hruşçov Hakkında,
A.
Benediktov İle Söyleşi,
Yazılama
Yayınevi.
**
Peter
McPhee,
Robespierre,
kitabından
Komplonun/darbenin
gerçekleştiği gün içerisinde
gerçekleşen
gelişmeleri anlatan
bazı paragrafları, aşağıya aktarıyoruz.
“9
Thermidor (27 Temmuz) günkü Konvansiyon toplantısı her zamanki
gibi sabah saat 11'de, gelen mektupların okunması ve başvurucuların
dinlenmesiyle başladı. Öğlene doğru St-Just, Robespierre'i
savunmak için kürsüye çıktı: ... Bunun üzerine konuşması
Tallien tarafından, gündeme aykırılık nedeniyle engellendi.
Toplantı, bağıra çağıra dile getirilen suçlamalardan ve karşı
çıkışlardan geçilmeyen bir hırgür halinde devam etti. Thuriot
başkanlık koltuğundayken Billaud bir iddianame sunmaya başlayarak
Hanriot'un ve Ulusal Muhafızlar içindeki Robespierreci subayların
tutuklanmasını teklif etti: ‘Şu anda her şey, Ulusal
Konvansiyon'un bir katliam tehlikesi altında olduğunu
göstermektedir.’
Bu
noktada Lebas kürsüyü ele geçirmek için çılgınca ve başarısız
bir girişimde bulundu. Bunun üzerin Billaud, Robespierre'i, ‘Kamu
Güvenliği Komitesi'nden, sırf orada canının istediğini
yapamıyor diye uzaklaştı’ diyerek suçladı. Robespierre
‘hep erdemden söz ediyor ama suçu savunuyor’du, ‘hiçbir halk
temsilcisi bir tiranın güdümünde yaşamak istemiyor’du.
Konvansiyon üyeleri onun daha önce Robespierre'i fazla
yumuşaklıkla suçladığını bilmezden gelerek ‘Hayır,
hayır!’ bağırışlarıyla Billaud'u desteklediler; aslında
tutuklama tezkerelerinin altındaki imza sayısı
Robespierre'inkinden çoktu. Ama Billaud sahneyi
hazırlamıştı: Suçlular, panik içindeki bir sürü
halinde saldıracaktı ve hedefleri Robespierre ile müttefiklerinin
öldürülmesiydi
Bunun
üzerine Robespierre kürsüye çıktı. Bir gazeteciye göre, üyeler
‘biz komplocuları dinlemek istemiyoruz’ diye
bağırdı. Robespierre ‘Hatırladığıma göre ... ‘ diye
konuşmaya başladığında ‘kahrolsun tiran’
bağırtıları devam ediyordu. Robespierre -’Protesto ediyorum;
düşmanlarım Ulusal Konvansiyon'u istismar etmeye çalışıyor’
diyerek- devam etmeye çalışırken ‘Kahrolsun! Kahrolsun!’
bağırtılarıyla susturuldu. Tallien'in Konvansiyon'a, ‘Konvansiyon
ona hainlerin layık olduğu adaleti vermek niyetinde değilse,
kendisinin tirana saplayacak bir hançerinin olduğunu’
bildirmesinden sonra Barere, ‘devrimci hükümetin biçiminin ne
kadar çok değişmiş’ olduğuna değindi ve sözü Robespierre'in
muğlak suçlamasına getirdi: ‘Sahte tedirginliklerle gerçek
tehlikeler bir arada olamaz; korkunç şöhretlerle eşit insanlar da
uzun süre bir arada duramaz.’ Bunun üzerine Vadier,
Robespierre'in Konvansiyon üyelerini her gün izleyen ve kendisine
suçlamalarında dayanak olarak kullandığı haberler veren altı
casusunun olduğunu iddia etti. Tuhaftır, Vadier bir zamanlar
Robespierre'i ‘komplocuları’ giyotinden kurtarmaya çalışacak
kadar ılımlı davranmakla suçlamıştı.
Robespierre'e
karşı suçlamalar artarken Tallien
onun bir korkak olduğunu savundu ve ‘vatan büyük tehlikedeyken
daima saklandığını, 10 Ağustos [1792] günü Komün'e ancak
taçlı tiranın düşüşünden üç gün sonra geldiğini’
söyledi. ]ournal du sair
muhabiri şöyle yazıyordu: ‘Robespierre konuşmak istedi ve
kürsüye çıktı. Cambon 'Kahrolsun Cromwell!' diye bağırdı.
Vadier şöyle dedi: 'Taçlı tiranı suçlayan kararnameyi ilk talep
eden kişi benim. Bunun maliyeti, Robespierre'in de bir tiran
olduğuna inanmamdı. Ve artık buna inanıyorum. Onu suçlayan bir
kararname çıkarılmasını talep ediyorum'.’ Büyük bir
kargaşanın ortasında kalan Robespierre konuşmak için tekrar
tekrar girişimde bulundu. Sonunda bağırdı: ‘Ben ölüm
istiyorum.’ Başka bir gazeteci, ‘Robespierre
Dağ grubuna dönerek öfke ve üzüntüyle dolu bir bakış attı,’
diye yazıyordu, ‘aleyhinde konuşan üyelere haydutlar, korkaklar,
ikiyüzlüler sözlerini savurdu. Kargaşa
büyüyordu; başkan şapkasını giydi. Robespierre söz almak
istedi, reddedildi. Robespierre, 'Başkan hangi hakla katilleri
korur?' diye bağırdı öfkeyle.’ Robespierre konuşmak için
mücadele verirken vekillerden biri ‘boğazını tıkayan şey,
Danton'un kanı’ diye sataştı." (
s. 237-238,
iba.)