“Çünkü özgürlük düşmanları, hükümetin yalnızca yanılgılarını değil, en akıllıca tedbirlerini bile onun aleyhine çevirmek için pusuda bekliyor.” (Robespierre, Devrim Yazıları, s. 73)
“Komploların özelliği gizli saklı olmalarındadır. Niyetlerini, tasarladıkları cinayetleri açıklamak tedbirsizlik olur.” (Age., s. 147)
“Terörün korkutması gereken kişiler, terörü kendi amaçlarına kullanmayı başardılar; kurbanlarının kızgınlık ve hoşnutsuzluğu, giderek halkın hoşnutsuzluğu, gün gelip Robespierre’in üstüne yıkılıp yoğunlaşacağı umuduyla, son çizgisine vardırdılar terörü.” (Server Tanilli, Dünyayı Değiştiren On Yıl, s. 141, iba.)
“Kurumların başına geçen komünistler —bazen onları bir kalkan olarak kullanmak isteyen sabotörler tarafından kasıtlı olarak ustaca öne itilirler-sık sık kafese konuyorlar. Bu çok nahoş bir itiraf. Ya da en azından pek hoş bir itiraf değil, fakat öyle inanıyorum ki bunu yapmak gerekir, çünkü sorunun püf noktası burada yatmaktadır.”(Lenin, Seçme Eserler C. 9, s. 381, iba.)
“Ama bir marksist, bir durumu değerlendirmek için, olabilecek olandan değil, gerçek olandan hareket eder.” (Lenin)
AŞIRILIKLAR VE HAKSIZLIKLAR...
Gerek Fransa’da Jakoben, gerekse de 30’lu yıllarda SSCB’de devrimci terör politikasında aşırılıklar, yaygın haksızlıklar (işkence, idam, hapishanelere atılma) yaşandı. Binlerce, on binlerce insanın uğradığı haksızlıkları görmezden gelmek olanaklı değildir. Biz, gerek Jakoben diktatörlüğün gerekse de proletarya diktatörlüğünün bu haksızlıkların siyasal sorumluluğunu taşıdığını; fakat her iki dönemde de haksızlıkların, aşırılıkların parti ve devlet politikası olmadığını düşünüyoruz.
Bu bağlamda iki devrim döneminde de olan bitenlere ışık tutacak bazı gerçekler üzerinde durmak istiyoruz. Burada dikkat edilecek temel şey, her iki dönemde de devrimci terörün kaçınılmazlığı ve haklılığını kabul etmekle bağlı olarak haksızlıkların yarattığı acıları eleştirmek ve dersler çıkarmaktır. Bu nesnel olgu ve ölçüt ret ve inkar edildiğinde geriye haksızlıklarla belirlenen bir tarih kalır ki, bu da burjuvazi ve yardakçılarının propagandasını yaptığı şeyin ta kendisidir.
Her iki dönemde de devrimci terörün gündemleşmesinin nedeni, devrilmiş gericilik ve burjuvazidir. Troçki ve Troçkist hareketin yaptığı gibi, bu gerçeği gizleyerek, çarpıtarak yapılan “analiz”ler, “eleştiri”ler tarihsel ve sınıfsal gerçeklerin yok sayılmasından ibarettir. Aşırılıkları ve yaygın haksızlıkları öne çıkararak, (tarihsel bakımdan kaçınılmaz ve haklı) devrimci eylemi mahkum etmek burjuvaca bir aldatmacadır. Burjuvazinin tarihsel devrimci eylemi “terör”e, “on binler”in, “milyonların katliamı”na indirgeyerek tarihi çarpıttığını görmemek için insanın kör ve sağır olması gerekir. Ayrıca aşağıda kanıtlayacağımız gibi, terörü başlatan, dört bir yana yayan, tüm tarihleri boyunca yüz milyonların kanını döken bir sınıfın, burjuvazinin ve yardakçılarının iftiralarına inanmak için hiçbir haklı sebep olamaz. Bizi ilgilendiren şey, tarihsel olgulardır, nesnel ve denetlenebilir bilimsel veriler üzerinde gerçek tabloyu göstermektir.
Bir hatırlatma:
“Bir örnek kanıt değildir. Her benzetme topaldır. Bunlar kuşku götürmeyen ve herkesçe bilinen doğrulardır, fakat genelde her benzetmenin geçerliliğinin sınırlarını anlaşılır biçimde ortaya koymak için bunları anımsatmanın zararı yoktur.” (Lenin, S.E. C. 10, Bir Yazarın Notları)
İki devrim ve iki diktatörlük ve aşırılıklar üzerine yazarken tarihsel benzerlikler ve paralellikler olgusuna bu çerçevede bakmak gerekir; her bir tarihsel dönemin ve deneyimin kendi nesnel gerçekliği içerisinde ele alınması temel yöntemdir. Bu sınırların bilincinde olmak koşuluyla benzerliklerin, paralelliklerin göreli anlamları, göreli açıklayıcı gücü işlevsel kullanılabilir. Aksi taktirde, yani tarihsel paralellikler ve benzerliklerden hareket edilerek/temel alınarak yapılacak analiz ya da analizler daha baştan yanlış olacak, saçma, bilim dışı sonuçlara götürecektir. Geçmeden hatırlatalım, olgular, tekil, kısmi görüngülerden değil, kitlesel, yaygın biçimlerde ortaya çıktığında anlaşılabilir... Bu bağlamda tekil ya da sınırlı olgusal görüngüler, erken uyarı işlevi görebilir ama henüz uç vermiş, büyük bir ihtiyatla, hemen ve doğrudan sonuçlara gidilemeyecek ve gidilmemesi gereken bir “şey”i ifade eder. Ki, maddenin hareketinin sonsuz ve sınırsız helezonik gelişimi sürecinde hareketin yeni biçimleri, yeni olgular ortaya çıkar...
Danton’la devam edelim, o, şöyle yazıyor:
“Hesaba kitaba uygun bir devrim yapılamaz. Devrim yollarının, zaman zaman iyi yurttaşların kanına girmemesi imkansızdır.” (Devrim Yazıları, s. 259, iba.)
Danton kan dökmekten zevk aldığı ya da bir zorba olduğu için bu sözleri sarf etmedi.
Lenin, Sosyalist Devrimci Partinin sosyalist iktidarla, proletarya ile ittifakını bozarak ayaklandığı dönemde, ölüm cezasının kaldırılmasını talep eden sağ oportünist eğilimlere karşı mücadele etmişti. Çeka’nın “baskı politikası”nı zorunlu, acil, vazgeçilmez görmüştü. “Çeka’nın sekreteri olan Feliks Cerjinski o tarihte şöyle diyordu: ‘Çeka devrimi savunmalı ve kılıcı bazen masumların boynuna da değse, düşmanı yenmelidir.’ Ayrıca aslında hangi toplumsal kökenden gelirse gelsin yığınsal bir baskı başladığında adaletsizlikten kaçınmak mümkün değildir.’ ” (Kenneth Neıll Cameron, Stalin Çatışkıların Adamı, s. 166, iba.)
Lenin, Cerjinski, zorbalıktan ve kan dökmekten zevk aldıkları için değil, mücadelenin uzlaşmaz çelişki ve çatışmalar içerisinde geliştiği; karmaşık iç ve uluslararası ilişkiler ve mücadeleler içerisinde, kaçınılmaz, zorunlu olan acil görevlerin gereklerini gördükleri için bu tutumu takındılar.
Sorunun tek yanlı (zorbalık, kan dökmek, masum katletmek, “insanlıktan nasibini almamak” vs.) görülmesi ve gösterilmesi emperyalizm ve yandaşlarının anti-demokratik, anti-komünist propagandasından ibarettir. Unutmamak gerekir ki, Troçkistler, bu gerici propagandanın önde gelen aktif temsilcileridir. Troçki ve Troçkist hareket, bir dönemeç olarak, Lenin’in ölümüyle başlayan kesitten sonra, özellikle de 1920’lerin sonu, 1930’lar ve sonrası anti-komünist propaganda da ustalaştı; dünya burjuvazisinin, özellikle de önde gelen emperyalist devletlerin ellerinde Leninizm’e, proletarya enternasyonalizmine ve dünya proleter devrimine karşı kirli bir saldırı aracı olarak kullanıldı.
Sorun, devrimlerin ve devrimci öncü kuvvetlerin “kötü niyet”iyle ilgili değildir. Gönül ister ki, bunlar olmasın. Bunlar (aşırılıklar), gerçek tarihsel acılardır. Ama olmamasını istediğimiz, hiçbir sempati duymadığımız, dahası sertçe eleştirilmesi gereken bu olgu, tarihsel gelişmenin ve devrimci alt üst oluşların çelişkili doğasıyla, uzlaşmaz karşıtlıklara dayanan gelişme yollarıyla; sert ve karmaşık mücadeleler içerisinde yürümek zorunda kalan devrimlerin gerçekleriyle bağlıdır. Devrim ve inşa süreçlerinde hiçbir haksızlığın yaşanmayacağını düşünmek, saf idealizmdir. Bu, ancak burjuva, küçük burjuva aydının kafasındaki kurgular aleminde olanaklıdır ama gerçek hayatta karşılığı yoktur. Devrimlerin aşırılıklarını mazur göstermek için değil ama burjuva demokrasisi (kapitalizm ve burjuva diktatörlüğü) tapıcılarının, “demokrasi ve insan hakları” kılıfı altında, burjuva diktatörlüklerin sürekli “insan hakları”nı çiğnediklerini, masum insanların kanını döktüğü gerçeğini ya görmemezlikten geldiğini ya da burjuva sınıf egemenliğini haklı çıkaracak “majestelerin muhalefeti” çizgisini izlediklerini biliyoruz. Kuşkusuz ki, emperyalist kuşatmanın yerini sosyalist kuşatmaya bıraktığı koşullarda bu tür haksızlıkları, aşırılıkları önlemek, ortaya çıktığı koşullarda hızla üzerine gitmek daha olanaklı hale gelecektir. Bu bağlamda sosyalist inşa ve komünizme gidiş sürecinde kitlelerin özneleşmesi, sosyalist kitle demokrasisinin tüm toplumun kılcal damarlarına dek özümsenmesi; böylece bürokrasiye, teknokrasiye, entelektüelizme, kariyerizme, elitisizme karşı her cephede sistematik savaşımın geliştirilmesi; temelde kafa emeği ile kol emeği arasındaki farklılığın aşılması baş köşede bulunmalıdır. Her halükarda, “Bir marksist, sınıflar arası ilişkilerin tahlilinde gerçek zemini terk etmemelidir.” (Lenin) Sınıflar mücadelesi gerçeği dışında, iç ve uluslararası sınıfsal güçler dengesinden bağımsız olarak bu meseleler anlaşılamaz. Bu temel tarihsel gerçeğin yerine geçirilerek yapılan sözde “sol”, soyut ve boş “demokrasi” çığırtkanlığı yalnızca devrilmiş gericiliklere ve burjuvaziye hizmet etmektedir.
“İngiliz burjuvazisi kendi 1649’unu, Fransız burjuvazisi kendi 1793’ünü unutmamıştır. Terör burjuvazi tarafından kendi çıkarları için feodal lordlara karşı uygulandığında haklı ve meşrudur. Terör işçi ve yoksul köylülerce burjuvaziye yöneltildiğinde ise canavarlık ve vahşettir.” (Lenin’den aktaran Kenneth Neıll Cameron, Stalin Çatışkıların Adamı, s. 166)
Meselenin özü budur. Bu çifte standartı görmeden, karşı tavır almadan devrimci olunmaz. Robespierre’i, Lenin’i, Stalin’i “terörist”, devrimci diktatörlükleri “canavarlık ve vahşet” olarak lanse edenler aynı zamanda, devrimci terör dönemlerinde “terörün aşırıya vardırılması” operasyonunu da örgütleyen sınıflar ve kalıntıları olmuştur.
Jakoben diktatörlük döneminde Fransa’da, devrimci terör devrilmiş gericiliği ve Jiroden gericiliğini ezerken, haksız baskılara uğrayan pek çok insan da oldu. Bu haksızlıkları Robespierre ve iktidar merkezine iletmek için pek çok girişimin yapıldığını; sorunun gündeme alındığını, terörü aşırıya vardıran kesimlerin üstüne gidildiğini; karşı devrimi ezerken aşırıya gidenlerin merkeze çağrılarak görevden alındığını, keyfi ve haksız davranarak hareket edenlerin hapis cezalarına çarptırıldığını, giyotine gönderildiğini biliyoruz. Bunu SSCB gerçeğinde de görmekteyiz.
Bu konuda özellikle aydınlatıcı olan şu açıklama ve değerlendirmeyi birlikte okuyalım.
“Çünkü özgürlük düşmanları, hükümetin yalnızca yanılgılarını değil, en akıllıca tedbirlerini bile onun aleyhine çevirmek için pusuda bekliyor.” (Robespierre, Devrim Yazıları, s. 73)
Bu sözler son derece değerlidir. Bir tarihsel arka plana, keza Robespierre ve Jakobenlerin kendi öz deneyimlerine dayanmaktadır. Robespierre’nin analizi SSCB gerçeğinde daha kapsamlı ve yıkıcı biçimlerde ortaya çıktı. Bu, dün ya da bugün, fark etmez, karşı devrimin, devrime saldırısının temel yöntemlerinden birisidir ve gericiliğin sınır tanımaz iki yüzlülüğün ifadesidir. Jakoben diktatörlük deneyiminde olduğu gibi, Lenin ve Stalin önderliğindeki proletarya diktatörlüğü deneyiminde de, iç ve dış karşı-devrim, sonradan karşı devrimcileşenler, vb. ordu ve bürokrasinin, hükümetin, istihbaratın, ekonomi yönetiminin iç yapısına kapsamlı tarzda sızarak karşı-devrimin zaferi için çalıştılar. Öyle ki bu sızma ve operasyon Stalin’in yakın çevresine, partiye, NKVD’ye, Kremlin güvenliğini sağlayan özel koruma gücüne, Sovyet ordusunun etkili düzeylerine dek uzanmıştır... Her ne “hikmet”se, Jakoben diktatörlüğün deneyimi ve Robespierre’nin vurgusu, üstelik burjuvazinin ve özel mülkiyet dünyasının sonu demek olan proletarya diktatörlüğü altında sosyalist inşa söz konusu olunca, geçersiz sayılıyor ve “Stalinist yalan, iftira, komplo” vs. olarak gösterilip “Leninizm/Bolşevizm” adına rezilce demagoji yapılıyor.
13 Mart 1794’de “Halk Kurtuluş Komitesi” adına Saint Just tarafından “Konvansiyon Meclisine sunulan Rapor”da yer alan değerlendirmeler oldukça aydınlatıcıdır.
Karşı devrimi “yıldırı” ile acımasızca ezmek gerektiğini vurgulayan S. Just, “Halkı ve Cumhuriyet’i suçlamak için bir takım canavarlıklar yapıyorlar. Ortadaki bütün kötülükleri yaratanlar da, bütün kötülükleri özgürlüklere yükleyenler de hep zorbalardır.” Sanırız Troçkistler, S. Just’a hak verecek ve hatta “az söylemiş bile” diyeceklerdir. Just’un vurgusu, 1930’ların SSCB’si için de geçerlidir. Just’un adını vermeden bu sözleri Stalin veya SBKP tarafından söylenmiş sözler olarak aktarsak, Troçkistlerin verecekleri yanıt bellidir, ezberledikleri iftiraları fütursuzca tekrar edip “Stalinizm”i teşhir edeceklerdir. Dikkat edin, “Halkı ve Cumhuriyet’i suçlamak için bir takım canavarlıklar yapıyorlar. Ortadaki bütün kötülükleri yaratanlar da, bütün kötülükleri özgürlüklere yükleyenler de hep zorbalardır.” Bu, dünya burjuvazisi ve gericiliğin politikasıdır. SSCB’de alası yaşanmış bu gerçek, Stalin ve SBKP tarafından dile getirildiğinde burjuvazi ve Troçkistler kuyruklarına basılmış gibi, kara propagandaya dayanarak tarihsel gerçeği, “Stalinist yalan”, “milyonların katlini aklama ve onaylama” olarak lanse etmektedirler. Hatırlatmak gereksizdir ki, Marksizm-Leninizm’e, Ekim Devrimi’nin dev kazanımlarına saldırganlıkta burjuva Troçkist çürüme sınır tanımamıştır hiçbir dönemde. Lenin ve Stalin’in SSCB’sini “insanlıktan nasibini almamış”lıkla suçlayanlar, (örneğin Mahir Sayın gibi arkadaşlar) başka bir yerden değil, burjuvazinin ve Troçkizmin, modern revizyonizmin, post-Marksizmin “klasik” teorilerinden, tarih çarpıtıcılığından besleniyorlar.
Just, iç ve dış gericiliğin hazırladığı ve başını da İngiliz hükümetinin çektiğini saptadığı komployu deşifre ederken, “Bunun anlamı şudur: Bugünkü düzene saldıranlara karşı her türlü hoşgörüyü bir yana bırakmak; zorbalığa özlem duyanların, onun öcünü almak isteyenlerin hepsini, zorbanın mezarı üstünde, göz yaşlarına bakmadan kurban etmektir.” der. “Günümüzün karşı devrimcileri, kendilerini açığa vurmayı göze alamadıkları için, çoğu kez, yurtsever kılığına girdiler.” “Kurulu düzene karşı komplo hazırlayanlar düşüncelerini saklar”lar. “Bununla birlikte belli bir inanışın önderi olduklarını ileri süren kimseler, yenilgiye uğradıkları zaman kimliklerini gizliyor, halkı ve yargıçları aldatmak için, kendi düşüncelerini çiğneyip, atıp tutmaya başlıyorlar. Bu aynayı suçlularla başbaşa bırakıyorum.” Bunlar, “başarıya ulaşamayınca da, özgürlükten yana görünüyordu. Her saatte, her fırsatta, nasıl görünmesi gerekiyorsa, öyle görünüyordu. Böylece zaman kazanmaya bakıyordu. Kendini suçladılar mı, birden yurtsever kesiliyordu.”
“Ateşli bir söylev, bütün yürekleri coşturur bir an. Komplocular bırakırlar bizi konuşmaya: Kamuoyunun etki altında kaldığı kısa anlarda, bizimle aynı düşüncede görünürler. Ama çok geçmeden, atak kesilirler, hiç beklemediğimiz ölçüde.”
Komplocuların menfur hedeflerine ulaşmak için kendilerini gizler ve “konuşmaları devrimcilik üstünedir. Kimse onlarla boy ölçüşemez.”
“Unutulmaması gereken bir gerçek var: Çoğu zaman yaptığımız gibi, ortaya sadece bir takım ilkeler koymakla yetinip hiç birini uygulamazsak, o zaman halk düşmanlarına karşı hiçbir gücümüz olmaz. Eyleme geçinceye kadar kendilerini açığa vurmayan komploculara kuru lafın ne etkisi olabilir?”
(Devrim Yazıları, Yabancı Komplolar Üstüne, s. 138, iba.)
S. Just, bu yetkin “Stalinist”, pardon, Jakoben önder, sanki SSCB’yi, Troçki’yi ve Troçkist-Buharinist cephenin gerçeğini anlatıyor bizlere...
“Devrimci Yönetim İlkeleri Üstüne” Millet Meclisinde konuşan Robespierre, (ki, bu konuşma, “Yıldırı diktatörlüğünün yasası olan Billaud-Varennes kararnamesinden bir ay sonra”dır) ”Halk Kurtuluş Komitesi adına” bir yandan “yıldırı”/terör zorlunluluğu üzerinde durur, diğer yandan “Hoşgörücüler’in saldırısına yanıt veririr. Bu konuşmada dikkat çeken şu değerlendirmeleri aşağıya aktarıyoruz.
“Zorbalar bizi ılımcılık yollarıyla köleliğe doğru gerisin geri götürmeye çalışmışlardır hep; kimi zaman da tam karşıt uca itmek istemişlerdi. İki uç aynı noktaya varır.”
““Çünkü özgürlük düşmanları, hükumetin yalnızca yanılgılarını değil, en akıllıca tedbirlerini bile onun aleyhine çevirmek için pusuda bekliyor. Hükümet aşırılık denen şeye mi yükleniyor? Özgürlük düşmanları hemen ılımcılık ve aristokrasiyi, yüceltmeye kalkıyorlar. Bu iki canavarın yakasına yapışınca da bütün güçleriyle onu aşırıcılığa iteliyorlar. İyi yurttaşların coşkun çabalarını saptırma yolundaki çarelerine göz yummak tehlikelidir. Aldattıkları iyi yurttaşları umutsuzluğa düşürmek ve işkencelere uğratmaksa daha da tehlikelidir. Bu kötü yollardan biriyle Cumhuriyet çırpına çırpına can verir; öbürü ile de bitkinlikten yokolup gider.
Ne yapmalı peki? Kalleşçe sistemler koyan suçluların yakasına yapışmalı; yurtseverleri aydınlatmalı ve halkı durmadan haklarını koruyacak, kaderine sahip çıkacak düzeye yükseltmeli
Bu kuralı benimsemezseniz, her şeyi yitirirsiniz.”
“Yurtseverliği tedavi edelim derken onu öldürmekten kaçınalım özellikle.”
“Hangi yurtsever vardır ki, en aydını bile, hayatında hiç yanılmamış olsun? E, peki, iyi niyetli ılımlıların ve alçakların varlığını kabul ediyorsak, neden iyi niyetli, bazen övülesi bir duygunun coşturduğu yurtseverlerin varlığını kabul etmeyelim? Devrim hareketinde, ölçülülüğün çizdiği tam çizgiyi aşanların hepsine cani gözüyle bakacak olursanız, kötü yurttaşlarla birlikte, özgürlüğün bütün doğal dostlarını, sizin kendi dostlarınızı ve Cumhuriyet'in bütün desteklerini aynı kara listeye sokmuş olursunuz. Zorbalığın becerikli ajanları, onları aldattıktan sonra, suçlayacaklar, belki de yargılayacaklardır.
Bütün bu küçük ayrıntıları kim birbirinden ayırt edecek? Bütün karşıt aşırılıklar arasındaki sınırı kim çizecek? Yurt ve doğruluk sevgisi. Krallarla düzenbazlar bu sınır çizgisini ortadan kaldırmaya çalışacaklardır. Onların ne akılla ilişkisi vardır, ne de doğrulukla.
Devrimci hükümetin görevlerini gösterirken tehlikelerine de işaret ettik. Devrim hükümetinin gücü ne denli büyük olursa, eylemi de o ölçüde özgür ve hızlı olur, o ölçüde de, iyi niyetli yönetilmesi gerekir. Kirli ve kalleş ellere düştü mü, özgürlük diye bir şey kalmaz. Özgürlük adı, karşı devrim için bir bahane, bir özür olur; enerjisi de şiddetli bir zehir etkisini taşır.” (Robespierre, Devrim Yazıları, s. 73-74, iba.)
Devamında ve başka yerlerde Robespierre bilinçsizce ya da çeşitli tepkilerinden dolayı komplolara yardımcı olan ya da katılanları komploculardan farklı olarak kazanmaya önem vermek gerektiğini vurgular. Bu değerlendirme, sağ ve “sol” uçlara dayanan provokasyon ve komploların olası sonuçlarına ve tehditlerine dikkat çeker. Aşırılıklarla Jakoben diktatörlük arasına sınır çizgisi sınır çeker. Her iki çizginin de zaferinin devrimci-demokratik diktatörlüğün sonunu getireceğini vurgular.
Aktardığımız alıntılarda vurgulanan gerçekleri SSCB tarihinin her aşamasından, özellikle 1930’ların deneyiminden (ve Kruşçevci karşı devrimin gerçeğinden) keskince görmekteyiz. Ortaya çıkarıldığı halde, Troçki, Zinovyev, Kamenev, Buharin gibi ünlü simaların komplolarını ve bunlar tarafından kışkırtılmış ve örgütlenmiş terörü ve aşırılıkları yok sayanlar bu gerçekleri anlamaktan uzaktır; dahası, bunlar, “muhalefet”in iç ve dış gericiliğe dayanan komplolarını meşrulaştırmak için her türlü demagojiye ve manipülasyona başvurmaktadırlar. Jakoben diktatörlüğe karşı da benzer, aynı yöntemler uygulanmıştır. Geçmeden ekleyelim, tarihsel deneyim gösteriyor ki, SSCB’de yapılan kapsamlı “temizlik” harekatı, bütün aysbergi açığa çıkaramamıştır. Bilinen ve açığa çıkarılanların dışında daha derin yapıların olduğu anlaşılıyor... Ünlü simaların gerçekleri ya biliniyordu ya da zamanla karşı devrimci komplolar içerisindeki yerleri ve ağırlıkları açığa çıkarılmıştı, ancak, görünür olanla, görünür hale gelenlerle sınırlı bir değildi bu komplo. Yenilgi ve tasfiyeler, sınıf düşmanını ve uzantılarını daha derin ve stratejik çalışmaya yöneltmiştir. Bütün badirelerin atlatıldığı koşullarda da Stalin sonrası döneme, Stalin’in ölümüne yatırım yapılmıştır...
Gerek Jakoben diktatörlüğün, gerekse de proletarya diktatörlüklerinin deneyimi, herkesi hedefleyecek, terörü/yıldırıyı yolundan saptıracak politika ve uygulamalara karşı mücadele ederken, haksızlıkları düzeltme ve komplocuların etkisine girenleri kazanma, eğitme yöntemine özel önem verdiklerini göstermektedir. Partiler, liderler zıvanadan çıkmış, geniş sıradan kitleleri de hedefleyen bir terörün kendi sonları olacak bir politika olduğunu ve bunun da karşı devrimlerin işine yaracağını kavrayacak kadar bir donanıma da sahipti. Bu tarihsel politik gerçeği yok sayarak ya da üstünü örterek insanları, geniş kitleleri aptal yerine koyan sınıf düşmanları ve liderleridir. Devrimcilik, komünistlik vs. adına bunu görememek sadece acınacak ve karşı devrime hizmet eden bir teori ve pratiği temsil eder.
Meseleye** biraz yakından bakalım.
“Öte yandan, Konvansiyon'a ve Komitelerine başarının olağanüstü yüksek bir bedele malolduğu haberi sızıyordu. Nantes, Lyons ve hatta Arras'tan toplu halde ve ayrım gözetilmeyen katliam haberleri geldi. Daha da kötüsü, bundan sorumlu bazılarının böyle bir katliamın yasal olduğuna inanıyor olmasıydı. Kamu güvenliği için böyle şeylere izin mi verilmişti? Devrim'in iç düşmanlarına karşı içgüdüsel tepki, gücünü ulusun parçalanmasından duyulan panikten alıyordu ama Jakobenler ve ordu, kentleri ve bölgeleri Jirondenlerden ve karşıdevrimcilerden kurtarırken, daima bir toptan yok etme dilinin eşlik ettiği, kin dolu ve zaman zaman dehşet verici cezalandırma vakaları da meydana geliyordu.” (Peter McPhee, Robespierre, s. 194, iba.)
Başarılı devrimci mücadeleye karşın, devrimci terörün zıvanadan çıktığına dair Robespierre ve yoldaşlarına değişik kaynaklardan sürekli bilgi akmaktaydı.
Arras Robespierre’nin memleketiydi. İki dostu şunları yazıyordu devrimin liderine:
“Robespierre ve arkadaşları, militan Jakoben vekillerin heyecanına duydukları güvenle bazı vakalarda bu heyecanın suçsuz yurttaşlara keyfi zulme kaydığı yolunda, sürekli gelen kanıtların arasında kalmıştı.” “Bir noktada, Antoine Buissart ve karısı Charlotte, Arras'tan yazdıkları mektupta ‘senin sessizliğin bizi çileden çıkardı’ diye yazıyordu: ‘Dört aydan fazla bir süredir uyarıyoruz seni. Yüz kez söylediğim şeyi tekrarlamam mı gerekiyor?’ Sonunda bizzat Charlotte 26 Floreal (15 Mayıs) tarihinde yazdı ve kasabanın aylardır Lebon'un gaddarca niyetlerine maruz kaldığını ve ‘erdemli varlıkların’ Robespierre'i müdahalede bulunmaya çağırdığını bildirdi. Muhtemelen Lebon onun kocasını da tutuklamaktan ancak Antoine'ın konumu yüzünden vazgeçmişti. ‘Eski bir arkadaşının sana, vatanın sırtına binmiş kötülerin soluk ve basit bir resmini sunmasına izin ver. Sen erdemi savunursun. Fakat altı aydır zulmediliyor ve her türlü kötülük hükmediyor bize ... Dertlerimiz çok büyük ve kaderimiz senin elinde. Biz bütün erdemli ruhlar sana yalvarıyoruz.’ Robespierre, Lebon'a şahsen yazdığı mesafeli mektupta, ‘Devrim düşmanlarını bastırmadaki enerjinizi’ kabul ediyorum diyor fakat onu Paris'e geri çağırıyordu: ‘Mümkün olduğunca çabuk buraya gelin.’ Ama Lebon neredeyse iki ay görevini bırakmadı. Şahsi bir dost ve ulusun temsilcisi canavarlıkla suçlanamazdı, değil mi?” (Age., s. 213-214)
Aşırı uygulamalara karşı siyasal ve toplumsal tepkiler değişik biçimlerde açığa çıkıyordu.
“Kişisel özgürlükler üzerindeki kısıtlamaların -özellikle de çok sayıda şüphelinin tutuklanmasının- hafifletilmesi için baskı başka bir yönden geldi. 22 Frimaire (12 Aralık) akşamı bir sürü kadın Konvansiyon binasına gelip kocalarının tutuklanmasını protesto etti. 30 Frimaire günü, içlerinde Commune-Affranchie'den (eski Lyons) bir grup kadının ve Paris'teki tutukluların annelerinden, karılarından, kızlarından ve kız kardeşlerinden bir heyetin bulunduğu daha da kalabalık, yaklaşık elli kişilik karmaşık bir grup çıkageldi. Kadınlar ‘bütün suçsuz tutuklular ve hatalarının yahut insani hırslarının kurbanı kişiler için özgürlük’ istiyor ve Konvansiyon'un, Kamu Güvenliği Komitesi'ni 22 Frimaire dilekçesi konusunda üç gün içinde rapor vermekle görevlendirdiğini ama sekiz gün geçtiğini hatırlatıyordu. Baskı öylesine güçlüydü ki, Robespierre Konvansiyon'un yetkili iki Komiteden, bütün tutukluları derhal inceleyecek ve suçsuzları serbest bırakacak bir komisyon oluşturmasını önerdi.” (Age., 196, 197)
Robespierre ve yoldaşları bu tepkiler karşısında sessiz kalmaz, sözgelimi aşırı ileri gidenler geri çağrılır ve bazı önemli yasal tedbirler alır.
“Maximilien'in Arras'taki tanıdıklarının arasında, Kolejde bir öğretmen olan Joseph Fouche vardı. Fouche, değişim rüzgarlarıyla Jirondenlerden, militan Hebert yandaşlığına savrulmuş ve Allier ve Nievre'de Hıristiyanlıktan arındırma kampanyasını yürütmüştü. Collot d'Herbois'la birlikte Lyons'ta dehşetli bir bastırma harekatını organize etmişti. Fouche Paris'e dönünce Robespierre ondan davranışları konusunda bir açıklama istedi. Paul Barras onunla birlikte Robespierre'in evine gitti; Robespierre'in buz gibi soğuk ve dışlayıcı muamelesini onlarca yıl sonra bile hala hatırlayacaktı. 1.800 idamın olduğu bastırma harekatı, Vendee dışında en kontrolsüz harekattı. Komite ve Konvansiyon, Collot ve Fouche'ye ‘Lyons'un karşıdevrimcilerini askeri şekilde ve derhal cezalandırma’ konusunda carte blanche [Fr.: sınırsız yetki-ç.] vermişti. Kararname, muğlaklığına karşın, bütün zenginlerin evlerinin yok edilmesini de emrediyordu ve diğer isyan merkezlerine ibret olsun diye tasarlanmıştı. Görevli vekiller, yerel Jakobenlerin de kışkırtmasıyla bunu aynen uygulamıştı.“ (Age., s. 194)
“5 Nisan'daki idamlar Komite'nin, uzlaşmazlıkların denetimini daha sağlam bir şekilde merkezileştirmesini sağlayacak bir siyasal ortam yarattı. O zamana kadar hapsedilenler Paris'te altı bini bulmuştu ve tüm ülkede bu rakam seksen bin, yani her 350 kişiden biriydi. 23 Ventôse (13 Mart) tarihinde, niçin bu kadar çok sanığın muğlak nedenlerle hapsedildiğini aydınlatmak için bir Halk Komisyonu kurulmuştu. St-Just, iki ‘sanık’ kategorisi oluşturmayı öneriyordu; bunlardan biri, haksız yere tutuklananlar, ötekiyse barışa kadar hapiste tutulup sonra sürgüne gönderilecek ‘devrim düşmanları’.” (Age., s. 208-209, iba.)
Oluşturulan iki kategori, haklı ve haksız terör arasında açık bir ayrımın gözetildiğini göstermektedir. Uygulamada ise önemli sapmalar vardı. Kategorileştirme, sınırlarını çizme politikası, karşı devrimin terörü aşırıya vardırarak iktidarı yıkma eylemini etkisizleştirmeyi hedefliyordu. Devrim kitlelerin eseriydi, devrimci zor, devrimci terör kitlelerin desteği olmadan da başarıyla hedeflerine ulaşamazdı. Geniş kitleleri, onların öncü devrimci unsurlarını ve yapılarını terörle ezerek politik hedeflerine ulaşmaya çalışanlar daima gerici sınıflar olmuştur; tıpkı Jakoben ve Stalinist yıllarda olduğu gibi.
Robespierre’nin bütün olan bitenleri bilmesi ya da zamanında öğrenmesi olanaksızdı. Kendisine gelen belgeleri titizlikle incelediği görülüyor. Bu belgelere düştüğü notlar, bunu gösteriyor.
“1794 baharı kenar notları iliştirdi: ‘Suçluyorsanız isim vermeniz gerekir’, ‘sanıkları suçlamak yerine niçin tutuklamıyorsunuz?’, ‘Carnot'ya havale’, ‘Herman'a havale’ ve en sık rastlananı da, ‘daha çok bilgi gerekir’. Şahsen tutuklama emri verdiği nadirdi fakat onun birçok tutuklamalar yaptığı, akla yakın gelen, yaygın bir kanıdır.“ (Age., s. 209)
Ortaya çıkan yeni belgeler, Stalin’in de kendisine gönderilen raporları, verileri incelerken kenar notları düştüğünü; soruşturmalarda üstünden atlanan, irdelenmeyen konuların irdelenmesini; belirsiz, bulanık, yeterli olmayan, keyfiliklere yol açacak ya da haksız olduğunu düşündüğü verileri eleştirdiği; sorunların incelenmesini ya da bir kez daha incelenmesini istediğini öğreniyoruz. Kuşkusuz ki bunda olağanüstü bir durum yok, Stalin dikkatli, karşı devrimin manevralarını bilen, sorunları eleştirel inceleyen adil bir liderdi...
1793-94 yıllarında yönetim erkini ele geçirmiş olan devrimcilerin yönetme deneyim eksikliği; yeterince yetişmiş güvenilir kadroya sahip olmaması; saflarında pek çok güvenilmez unsurun varlığı; kendi gerçeğini gizleyen çok sayıda kadro ve memura dayanması komplo örgütleyenlerin büyük avantajıydı. Keza, göze girmek isteyen, kariyerist tutkularla ün peşinde koşan, macera düşkünü, devlet imkanlarına konmak gibi hedefler peşinde koşan çok sayıda insanın aşırılıkların geliştirilmesinde önemli bir rolünün olduğunu görmezden gelemeyiz. Ayrıca, burada, asırların zulmüne karşı kin dolu ve intikam almak isteyen (kitlelerin ve) insanların varlığına dikkat çekmek ve bunun da aşırılıklardaki rolünü dile getirmek gerekir. Bu gerçekleri SSCB deneyiminde de görmekteyiz...
Siyasi komiserlik kurumu Jakobenler tarafından oluşturuldu. Ordu, siyasi komiserler aracılığıyla denetim altına alınmaya çalışıldı. Bu kurumlaşma alınan önemli devrimci tedbirlerden birisiydi. Kendi öz deneyimlerinden çıkardıkları bir kurumlaşma ve uygulamaydı. Savaş içinde yeni generaller kuşağı (üstelik bunların esası ya da önemli bir kesimi sıradan emekçi sınıflardan gelmiş insanlardı) yetişir ve savaşları başarıyla yönetir. Farklı koşullarda ve biçimlerde SSCB deneyiminde de bu gerçeği, hem de kıyaslanamayacak nitelik ve nicelikte gerçekleştiğini biliyoruz.
Devrim sürecinde çok sayıda yeni kadro yetişmiş olsa da devrimci iktidar yeterince sağlam değildi. Bu durum, Jakoben görünerek, (devrimciden daha keskin devrimci maskesini giyerek) Jakoben diktatörlüğün mezarını kazan komplocuların devrimci diktatörlüğün zayıflıklarını, zaaflarını ve “en akıllıca tedbirleri”ni bir zırha dönüştürerek iktidara karşı kullanma politikasına, terörün çığırından çıkarılarak devrimcileri ve emekçileri vuracak tarzda kullanmasına hizmet etti. Hedef belliydi; geniş kitlelerde Jakoben diktatörlüğe karşı güvensizliği geliştirmek, Jakobenlerin prestijini düşürmek, iktidar içi parçalanma yaratmak, yapacakları darbeye zemin yaratmak. Robespierre, S. Just, Marat gibi “Stalinistler”, pardon, Jakoben devrimciler bu gerçeğin altını ısrarla çizdi. SSCB’de de Bolşeviklerden daha “Bolşevik”, Stalin’den daha çok “Stalinist” gözükenlerin, parti ve devletin hem zaaflarına hem de “en akıllıca” tedbirlerine sığınarak manipülasyon yaptıklarını, en ağır baskılara ve sayısız haksızlıklara imza attıklarını biliyoruz.
Jakoben sağlam çekirdeği manipüle etmek için Jakoben görünerek sayısız kuruma sızmış, Jakobenlerden daha radikal Jakoben görünen kesimlerden iktidar merkezini manipüle etmek için kapsamlı yanlış bilgilendirmenin yapıldığı kesindir. Değişik kaynaklarda verilen bilgiler ve yapılan değerlendirmeler bunu göstermektedir. Burada sınıf mücadelesinin mantığına aykırı bir şey yoktur. Karşı devrim kendi hedefleri için manipülasyon yapıyordu. Bu karşı devrimci silahın etkili olmadığını düşünmek için saf ya da burjuvazinin sevgili dostu olmak gerekir. Manipülasyona hizmet eden enformasyon akışı SSCB deneyiminde, üstelik daha kapsamlı ve etkin bir şekilde sabittir. Yagodaların, Yejovların istihbarat örgütünü yönettiğini ve Yejov’un İçişleri Bakanı olduğunu ve bunların Troçkist-Buharinist komplocu karşı devrimci klik ve cepheye bağlı çalıştığını biliyoruz...
“Robespierre'in kişisel sırdaşları vardı -St-Just, Duplaylar, Augustin, muhtemelen birçok polis ajanı- ve bunların ona verdiği günlük raporlar, kendisi nekahattayken, yokluğunda Komite ve Konvansiyon'da neler olduğu konusunda çarpıtılmış görüşler sunuyordu.” ( Age., s. 204-205)
Olabilir, bu da manipülasyon çalışmasının bir yöntemidir. Manipüle edilenler de farkında olmadan manipüle eder. Hele de olağanüstü tarihsel kesitlerde bunun olamayacağını düşünmek saçmalık olur.
Terörü zıvanadan çıkaranları tutuklama yöntemi yoluyla aşırıları ve aşırılıkları dizginleme, kullanılan bir diğer yöntemdi.
“Messidor (25 Haziran) tarihinde Robespierre, Dantoncuların ve Aube bölgesinde tam bir tasfiye harekatı yönetmiş eski soylu Alexandre Rousselin'in ve diğer bazı kişilerin tutuklanması direktifini verdi; sonra, Aube vekillerinden Antoine Garnier'in tavsiyesiyle 30 Messidor (18 Temmuz) tarihinde, Rousselin'in hapsettiği 320 ‘sanığın’ serbest bırakılması direktifini verdi. Robespierre'in gerçek amacı ne olursa olsun, bu ve daha önceki, diğer dokuz görevli vekilin geri çağırılması ve Fouche'nin Jakoben Kulübü'nden atılması hareketi, birçok kişinin, bastırma harekatında aşırıya kaçmış görünenlere karşı yeni bir tasfiyenin geliyor olduğunu düşünmesine yol açtı. Daha sonraları Garnier, yaptıkları bir konuşma sırasında Robespierre'in, Konvansiyon'a ‘hainlik eden’ vekillerden oluşan otuz kişilik bir listenin hazırlanıyor olduğu söylentisini yalanlamadığını bildirmişti.” (Age., s. 231, iba.)
1794 yılı baharında daha sert bir “anti-terör yasası”nın çıkarılması, büyümekte olan yeni komplolara karşı bir duruşu ifade etmekteydi. Bu yönelim aynı zamanda “bastırma harekatında aşırıya kaçmış görünenlere karşı yeni bir tasfiyenin” hazırlığıyla da bağlıydı. Robespierre’in, tutuklanmasından bir gün önce (8 Thermidor) Konvansiyonda “tehditkar havada” yaptığı konuşma, hem komplocuları hem de (komplocu) aşırılıkları örgütleyenlerin harekete geçmesine yol açtı.
“Robespierre ve müttefiklerinin büyük çabalarına karşın, Fleurus'taki zafer devrimci hükümeti bir arada tutan ipi kesmişti. Konvansiyon'da Carrier, Fouche, Barras, Freron ve Tallien gibi güçlü vekiller, taşradaki karşıdevrimi acımasızca bastırmaları yüzünden hesap vermeye çağırılacakları yolundaki imalardan incinmişlerdi. Hepsi de Fleurus'taki büyük zaferin devrimci hükümetin hedefi konusunda bir netlik getirmemesine şaşıyordu. Her şeyden önce vekillerin çoğu, sert önlemleri, askeri krize ve toplumsal kargaşaya karşı pragmatik bir karşılık olarak desteklemişti. Paris bölgelerinden biri 1 Messidor (19 Haziran) tarihinde, 1793 Anayasasının yürürlüğe konmasına destek toplamak için bir defter açtı; on günde iki bin kişi imzaladı ama Genel Güvenlik Komitesi bunu kapattı. Peki 1793 Anayasası niçin artık yürürlüğe konamıyordu? Askeri durum rahatlamış ve bölgeler uysallaştırılmışken niçin idamlar hızlandırılıyordu, üstelik adı belirtilmeyen vekillere üstü kapalı tehditlerin geldiği bir ortamda?” (s. 231-232)
Karşı devrim ve komplocular, devrime bir an önce son vermek, Jakoben diktatörlüğü yıkmak için Jakobence olan önlemlerin bir an önce yürürlükten kaldırılmasını dayatmaktaydılar. Aslında Jirodenler ve Jakoben maskesini korumakla birlikte şu veya bu biçimde terkederek Jiroden saflara geçmiş kesimler, Jakoben diktatörlüğün siyasal ve toplumsal temelinin zayıfladığının farkındaydı. Başarıya ulaşacak olan komplo, gerçekte, burjuva devrimini, burjuvaziye rağmen en ileri düzeye taşımış olan Jakoben diktatörlüğün, artık işlevinin bitmesiyle bağlıydı. Devrimci terörü şirazesinden çıkararak (devrimci-diktatörlüğü gözden düşürecek tarzda) kullananların hedeflerine ulaşmalarında söz konusu misyonun, nesnel olarak, sınırlarına varmasıydı...
“Robespierre'in açmazı Devrimci Mahkeme'de oturan Jakoben arkadaşlarının yeterliliğine ve hükmüne daima duyduğu güvendi. Fakat en zor sorunun yanıtını kesin olarak bilmiyoruz: Robespierre Paris'in yaşadığı katliama doğrudan karışmış mıydı, yoksa bu felaket (yoğun tutuklamalar ve idamlar-bn.) onu gözden düşürmek için mi zincirlerinden salınmıştı? Bunun en muhtemel yanıtı, onun yokluğunda düşmanlarının gölgelerinden bile korktuğu ve panik içindeki bu kişilerin olabildiğince çok sanık öldürmeleri için Robespierre'in mükemmel bir günah keçisi olduğudur. “ (s. 232, iba.)
Robespierre devrimci iktidarın ve eylemin öncüsüydü. Sayısız biçimde hedefleşmesi kaçınılmazdı. Onun, komplolara ve karşı-devrimci teröre karşı devrimci terör silahıyla savaşırken, kurumlara dayanması ve güvenmesi doğaldı. Bu savaşım, tek kişinin ya da 3-5 devrimcinin yerine getirebileceği bir şey değildi. Devrimci iktidarın kurumlarına dayanması ve yeni mücadele ve örgüt biçimlerini geliştirmesi vb. kaçınılmazdı. İstismarcılar, sızmalar, komplocular var diye bu kurumları tasfiye edemezsin ya da yok sayamazsın; yapılacak şey, devrimci politikayı sayısız biçimlerde yolundan saptıranların üstüne gitmek, yeni tedbirlerle denetim ve siyasal uyanıklığı geliştirmektir... Onlar da bunu yaptılar veya yapmaya çalıştılar. Ne var ki, dayanılan kurumlar, giderek Robespierre’leri vuran/yıkan bir silaha dönüştü. Bu “yıkma eylemi”, SSCB’de Stalin’den sonra daha özgün bir biçimde, Kruşçevcilikle başlayarak proletarya diktatörlüğünün ve sosyalizmin tasfiyesine dönüştü. Kruşçevciliğe yol veren ekonomik, siyasal, toplumsal kökler ise, Stalin dönemine uzanmaktaydı...
“Robespierre, 26 Temmuz (8 Thermidor) tarihinde Konvansiyon'da yaptığı konuşmada, tekrar tekrar, ‘gizli bir suç örgütü var’ “ demiş ve “komploların Konvansiyon'a ve hatta hükümet Komitelerine sızdığı’nı” vurgulamıştı. Nitekim bir gün sonra tutuklandı ve ertesi gün arkadaşlarıyla birlikte giyotine gönderildi. “Suçsuzları hapsetmekten yahut onları giyotine göndermekten sorumlu olduğunu tekrar tekrar reddetti ve düşmanlarının hep ‘bunların hepsi Robespierre'in işi!’ diye haykırdığını belirtti. Neredeyse iki saat süren afaki ve duygusal konuşma tutarsızlık derecesinde muğlaktı, çünkü neredeyse herkes komplolara karışmaktan ötürü şüpheliydi; Robespierre, ‘imgesinin peşinden bizzat gittiğim bu erdemli cumhuriyetten kuşku duyuyorum’ itirafında bile bulundu; şehitlikle flört ediyordu sanki.
Öte yandan konuşmasında, aşırılık yapmakla zan altında bulunanların, ‘terörü ve iftiraları’ yayanlar olarak tanımlanmaları nedeniyle korkmalarına yetecek kadar netlik vardı: ‘Ahlaksız görevliler haksız tutuklamalarda çok aşırıya kaçtı; yıkıcı projeler mütevazı servetleri tehdit etti ve Devrim'e bağlanmış sayısız aileye büyük üzüntüler getirdi.’ “ (s. 234)
1794 baharında hem Hebertçilerin hem de Dantoncuların eliminasyonu sonucunda, Robespierre ve yandaşları güçlerinin zirvesindeydi; Robespierre, Kamu Güvenliği Komitesi'nde her şeye hakim durumdaydı. Ama bu güç o zaman bile, Ulusal Konvansiyon'daki sürekli desteğe bağlıydı.”
“Robespierre ve yandaşları güçlerinin zirvesinde” olmasına ve “Robespierre, Kamu Güvenliği Komitesi'nde her şeye hakim” olmasına karşın, onun ve onların hiçbir şeyi dikkate almadan hareket etmesi olanaklı değildi. Bu durum, sınıflar arası politik güç dengesine bağlıydı... Öyle Robespierre’nin keyfi ve istediği gibi hareket eden, kadir-i mutlak bir “diktatör”müş gibi lanse edilmesi, burjuva saçmalıktır. Aynı propagandayı Stalin’e karşı yürütülen demagoji ve manipülasyonda da görmekteyiz. Ne Jakoben diktatörlüğün (burjuva demokrasisinin) önderi Robespierre, ne de “proleter Jakobenizm”in ve proletarya diktatörlüğünün (sosyalist demokrasinin) lideri Stalin, kendi dönemlerinde mutlak bir güç olamamışlardır; hatta bütün o yüksek prestijine karşın, Lenin bile. Felsefi idealizmi savunmadan ya da sapmadan da, tersi iddia edilemez. Sınıflı bir dünyanın, sert sınıflar mücadelesinin, somut tarihsel koşulların, politik güç dengelerinin gerçekleri, tarihte bireylerin oynayacağı rolün sınırları söz konusu sahte iddiayı çoktan tarihin çöp sepetine atmıştır. Ve hemen ekleyelim, Stalin ve liderliğindeki sağlam Bolşevik çekirdek, sözgelimi, “Stalinist Anayasa”nın hazırlanması sürecinde çok önemli bazı konularda azınlıkta kalmış, daha kapsamlı demokratik açılımlar yapma mücadelesi sekteye uğramıştır. Bu gerçekleri J. Arch Getty’in, G. Furr’un, Yuriy Jukov’un ve Yuriy Yemelyanov’un çalışmalarından ve kitaplarında öğrenmekteyiz.
Gerek S. Just gerekse de Robespierre’nin konuşmalarında ve raporlarında yer alan “terörün saptırıldığı” ve “bunun düşmanlarının işi” olduğu vurguları tarihsel ve politik gerçeği yansıtıyordu. Ve bu aşırılıkların günah keçisi ise Robespierre ilan edilmişti.
“İlginçtir”, aynı, benzer değerlendirmelere ve deneyime, özellikle SSCB’nin 30’lu yıllar gerçeğinde de tanık olmaktayız... Stalin önderliğinde kızıl terörün uygulandığı dönemde, kızıl maskeli beyaz terör üzerinde birleşik cephe kuran “muhalifler” bir yandan terörü yolundan saptırarak, son sınırına dek zorlarken, öte yanda da Stalin’i, partiyi, devleti, canilikle, milyonları katletmekle, sosyalist demokrasi ortadan kaldırmakla, tek kişi diktatörlüğü kurmakla, devrimi boğazlamakla vb. itham etmişlerdi... Devrim ve sosyalizme karşı mücadele edenler, burjuvazi ve oportünistler bir günah keçisi yaratma, bütün günahlarını, zaaflarını, suçlarını yarattıkları günah keçisinin sırtına yıkma politikasını izlemektedir. Bunu “devrim”, “Marksizm-Leninizm” zırhına bürünerek yapanlar, yüz kez daha büyük bir alçaklığı temsil etmektedirler.
Jakoben diktatörlüğün zoru, tarihsel gelişmeyi hızlandıran “Stalinist” bir zordu. Eğer göreli bir ayrım yapmak gerekirse, devrimci terör, devrimci zorun olağanüstü koşullarda ortaya çıkan en keskin biçimidir. Gerek Jakobenler, gerekse de Lenin ve Stalin paşa keyifleri istediği için değil, tarihsel zorunluluk dayattığı için “Stalinist Jakoben terörü” örgütlediler. Biliniyor ki, zora ve beyaz teröre başvuranlar daima devrilmiş gericilikler ve burjuvazi olmuştur. Jakoben diktatörlük döneminde de, proletarya diktatörlüğü döneminde de söz konusu tarihsel ve politik gerçekle karşılaşmaktayız. Ve aynı tarihsel deneyimler göstermektedir ki, özellikle devrimci terör dönemlerinde aşırılıklar daima ortaya çıkmaktadır. Tarihte ilk olmaları, yürünmemiş yollardan yürüyerek yol açma olgusuyla özel bir bağı vardır bu olgunun. Bilmeliyiz ki, “saf demokrasi” savunuculuğuyla, hümanist haykırışlarla, romantik dileklerle aşırılıklar önlenemez.
Gerek başında Konvansiyon ve Ulusal (Kamu) Güvenlik Komitesi’nin bulunduğu Jakoben diktatörlüğün (“Stalinist”) devrimci terörü, gerekse de proletarya diktatörlüğünü yıkmak amacıyla örgütlenen beyaz terörü ezen Jakoben kızıl terör, her iki dönemde de “demokrasi”, “insanlık”, “insan hakları” vs. ardına sığınılarak mahkum edilmiştir. Ortaya çıkan aşırılıklar ise bu saldırının aracı haline getirilmiştir. Jakoben diktatörlük ve liderleri “demokrasi düşmanı”, “insanlıktan nasibini almamış”, “terörist katiller çetesi” vb. olarak lanse edilmiştir. SSCB, proletarya diktatörlüğü ve sosyalist inşa ve sürecin lideri ve liderleri de benzer ama daha ağır argümanlarla suçlanmış ve teşhir edilmiştir. Bu ortaklık elbette ki tesadüfi değildi (ve değildir). Her iki devrim ve diktatörlük devrimciydi ve her iki çağın gericilik ve karşı devrimi kendi sınıfsal çıkarlarının gereğini yerine getirmekteydiler. Nasıl karşı devrimler kendi sınıfsal çıkarlarının gereğini yerine getirdiyseler, her iki diktatörlük de temsil ettikleri sınıfların çıkarları ve gereklerini yerine getirmiştir. Öncelikle bu köşeli tavrın, temel ayıraç noktasının altı çizilmelidir; yoksa sapla samanı karıştırmak kaçınılmazdır. Tarihte ilk proletarya diktatörlüğü olan 1871 Paris Komünü’nün yıkılışının nedenlerinden birisi de, Komün’ün proleter devrimci zoru ve kızıl terörü ikircimsiz pratikleştirememesidir.
Hele de sosyalist inşa sürecinde, bu sürecin belli, kritik, hayati evrelerinde zorunlu olduğunda kızıl terörü yadsımakta devrimci, ilerici olan hiçbir şey yoktur. “Aşırılıklardan ders çıkarma” adına kızıl terörü reddetmek ve “Bir daha asla!” naraları atmak burjuvaca bir zihniyet ve duruştur. Böyle düşünenler, gerici ütopyaların, hayali hümanist projeciliğin esiridirler. Aşırılıklar meselesi, çıkarılacak derslerin ışığında sınırlandırılabilir. Bu aşırılıkların tümden ortadan kaldırılması olanaklı değildir. Kaldı ki, Rusya gibi geri bir köylü ülkede kullanılmak zorunda kalınan yöntemler, mücadele biçimleri, mutlaklaştırılacak biçim ve yöntemler de değildir; sorun her ülkenin ya da sosyalist inşa sürecine girecek ülkelerin somut tarihsel koşulları içerisinde çözülecektir. Sözgelimi günümüz teknolojisi sosyalist demokrasinin geliştirilmesi, bürokrasinin azaltılması ve etkin, verimli bir denetim sisteminin güçlü bir aracı olacaktır. Sözgelimi, günümüz dünyası 1920’lerin, 30’ların... dünyası değildir. Küresel çapta kapitalizmin gelişmesiyle artık “köylü ülke” sayılacak ülkeler hemen hemen kalmamıştır. Genel olarak ülkeler, geri, orta ve ileri kapitalist kategorilerden birisi içerisinde yer almaktadır. Üretici güçler, kültür 1950’ler öncesinin dünyasıyla kıyaslanamayacak kadar gelişmiştir...
Devam edelim.
“Nisanın sonundan başlayarak ve Mayısta, Konvansiyonda ve hatta devrimci hükümette, Robespierre’e hasım bir grup oluştuğu görüldü. Birbirine uymayan, ögelerden, bir bölümü Dantonculara, bir bölümü Hebertcilere yakın olanlardan, ya da bu fraksiyonlardan bağımsız, ama devrimci diktatörlükten hoşnutsuz olan kişilerden meydana gelen bir kitleydi. Bu yığın, gerçek amaç ve niyetlerini ustaca gizleyerek hareket ediyordu. Karşılıklı konuşmalarda, ‘Robespierre' zulmüne karşı mücadeleden sözediyorlardı; ancak, bu kitlenin başlıca güçleri, sıradan olayların da gösterdiği gibi, yalnız Robespierre'e, karşı değil, Jakobenizme karşı, kısacası devrimci demokratik diktatörlüğe karşı da yönelmişlerdi. Yönetici sosyal gücü, yeni spekülasyoncu burjuvazi idi. Bu sınıf, devrimci rejimle bir an önce hesaplaşmak istiyordu, çünkü bu rejim onun zenginleşme arzularını köstekliyordu; arkasında bütün iri kıyım mülk sahipleri bulunuyordu ve köylüler de içlerindeydi. Bu olaylardan daha önce sözettik. Bu kitlenin esinleyicileri ve örgütleyicileri, dönme Tallien, Barras, Freron'du. Kısacası servetler yığmış ve kelleleri için titreyen rüşvetçi ve hırsız takımıydı. Ne var ki, taktik nedenlerle, Hébertcilere yakın sol ögeleri, Collot d'Herbois'yı, Billaud-Varenne'i, Nadier'yi, vb., itiyorlardı sahneye. Hem ona, hem berikine bağlı usta bir entrikacı olan Fouché, komplonun iki kolunu birbirine bağlıyan halka idi; onun görünmez rolü, gerici darbenin hazırlanışında büyük oldu.”
“Robespierre, ikiyüzlülükleri ve hünerleri ne kadar büyük olursa olsun, öyle Barras ya da Fouché gibi adamların oyununa gelecek bir kişi değildi. Düşmanlarının gizli tasarımlarını sezdi ister istemez ve 10 Haziranda (22 Prairial) Couthon, Kamu Selameti Komitesi adına, Konvansiyon’a, terörün güçlendirilmesini öngören bir kanun tasarısını sundu. Konvansiyon, kanunun bir yerde kendilerine karşı da dönmesinden korkan milletvekillerinin direnişine karşın, Couthon'un kararını kabul etti. Ve gerçekten, Prairial'den sonra terör şiddetlendi. Bununla beraber, Robespierre, söz konusu kanunun uygulamasının bir yerde devrimci hükümete ve kişi olarak kendisine karşı dönebileceğinin çabucak farkına vardı. Terörün korkutması gereken kişiler, terörü kendi amaçlarına kullanmayı başardılar; kurbanlarının kızgınlık ve hoşnutsuzluğu, giderek halkın hoşnutsuzluğu, gün gelip Robespierre’in üstüne yıkılıp yoğunlaşacağı umuduyla, son çizgisine vardırdılar terörü.
Robespierre, bu hesapları keşfetti; terörün dizginlerinden boşalışını mahkûm etti. Ne var ki, dümen artık onun elinde değil, görünmeyen başka bir eldeydi....” (Server Tanilli, Dünyayı Değiştiren on Yıl, Fransız Devrimi Üstüne 1789/1799, s. 139, 140, 141, iba., 3. Baskı, Say Yayınları)
Jakoben diktatörlük ve lideri aşırı baskıların üstüne gitti. Haksızlıklara karşı mücadele etti. "Tutuklananlar arasında, tarihin tanık olduğu en ikiyüzlü hizip tarafından yoldan çıkarılmış bir sürü iyi niyetli kişinin" var olduğunu vurguladı. (Age. -Peter McPhee, Robespierre-, s. 188)
Robespierre ve yoldaşları, “tarihin tanık olduğu en ikiyüzlü hizip tarafından yoldan çıkarılmış bir sürü iyi niyetli kişinin" var olduğunu ve bunların kazanılmasına önem vermek gerektiğini daima vurguladı. Öyle iddia edildiği gibi, Jakobenler önüne geleni kesmiyordu. Bu demagoji burjuvazinin ve devrilmiş gericiliğin bilinçli olarak geliştirdiği karşı-devrimci propagandadır.
“Terörü son sınırına vardırma” operasyonu SSCB gerçeğinde çok daha keskin açığa çıktı. Emperyalist, faşist, Troçkist-Buharinist çete (Blok) terörü yolundan saptırdı. Öyle ki, bu blok, saptırdıkları terör aracılığıyla Stalin ve etkin Bolşevikleri de tehdit edecek boyutlara vardı. Bu konuda Molotov ve Kaganoviç’in, Benediktov’un açıklamaları özenle incelenmelidir. Stalin döneminin iki etkin önderinin, olayların ve gelişmelerin merkezinde yer almış olan bu iki liderin açıklamaları, yeni gerçekleri öğrenmemizi sağlamaktadır. Keza oldukça önem taşıyan A. Benediktov’un* açıklamaları da öyle. Yani öyle bir kalem darbesiyle işin içinden sıyrılıp burjuvazi ve komünizm maskeli anti-komünist “birleşik blok”un suçlarını gizleyemezsiniz. SSCB’de yüz binlerce insanın haksızlığa uğramasında, on binlerce insanın katledilmesinde söz konusu cephe sorumludur. Onlar bunu bilinçli yıkıcı bir çalışma olarak örgütlediler. “İnsanlıktan nasibini almamış”lık, Lenin ve Stalin’in değil, burjuvazinin, devrilmiş gericiliğin, Troçki önderliğindeki anti-komünist blokun karakteriydi. Terörü aşırıya vardıran Stalin değil, kanıtların açıkça ortaya çıkardığı gibi, dış destekli anti-Bolşevik, anti-Sovyet sözde “muhalefet”tir. Bu konuyla ilgili bazı saptamalarımıza biraz aşağıda yer vereceğiz.
Keza, Jakoben diktatörlük döneminde olduğu gibi, Stalin ve Sovyet devleti “bir sürü iyi niyetli ama aldatılmış insanları kazanmaya önem vermek gerektiği”ni ısrarla açıklamış, bu doğrultuda somut kararlar almış ve gerek parti kadro ve örgütlerine ve gerekse de aşırılığı örgütleyen karşı-devrimci unsurlara sert bir şekilde müdahale etmiştir.
SSCB’de kulakların sınıf olarak tasfiyesi, başta yoksul köylülük olmak üzere emekçi köylü kitlelerin tabandan başlayan ve gelişen, tepeden (parti ve devlet) desteklenen ve önderlik edilen, kırların sosyalist iktisadi temelini kuran “İkinci Ekim Devrimi”ydi. Ve tarihte eşi benzeri olmayan bir devrimdi. Kırların sosyalist devrimi, Ekim Devrimi’nin bir devamı ve tamamlayıcı bileşeniydi. Bu mücadele çok keskin yaşandı; sosyalist devrim, kulak isyanları, kentte ve kırda kapsamlı sabotajlar, parti ve devlet yetkililerinin öldürülmesi, kolhoz ve sovhozların yakılması, milyonlarca hayvanın yok edilmesi gibi karşı devrimci saldırılarla iç içe gelişti. Yenilince kolhozlara katılmayı kabul eden, eğitim ve deneyim düzeyleriyle kolhozlarda öne çıkmayı beceren, kolhozcu ekonominin başarısızlığı için çalışan çok sayıda eski kulak sabotajcı da açığa çıkarıldı...
1920’lerin sonlarından başlayan 30’larda zafer kazanan kırların sosyalist devrimi sürecinde pek çok aşırılıklar ortaya çıktı. Başlangıçta çok önemli tahribatlara da yol açtı. Bu konuda Stalin’in ünlü “Zafer Sarhoşluğu” makalesinin incelenmesini özellikle öneriyoruz. O, her zaman yaptığı gibi, bu alanda da ortaya çıkan zaafları, aşırılıkları, kamuoyu önünde büyük bir açıklıkla dile getirdi. Ne Stalin ne de parti, hiçbir zaman, aşırılıklardan, zaaflardan azade bir sosyalizm kuruculuğundan ve kazanılan başarılardan bahsetmediler, aksine, bu tehlikeye sürekli dikkat çekerek parti ve kitleleri eğitmeye özel önem verdiler. Stalin gerçeğini, faşist orduların Moskova önlerine kadar geldiği koşullarda yaptığı radyo konuşmasından da çarpıcı bir şekilde görmekteyiz. Herkesin bu konuşmayı özenle incelemesi gerekir. Mühtiş eğitici bir konuşmadır. Stalin’in karakterine de ışık tutar. O korkunç ve zor dönemde, Stalin, hiçbir eğme bükme yapmadan, tabloyu bütün açıklığıyla (zaaflar, kayıplar, zorluklar) ortaya koyar. Zaferin nasıl kazanılacağını ve mutlaka kazanacaklarını net bir tarzda ortaya koyar. Konuşması basit ve sadedir, nettir, herkesin anlayacağı açıklıktadır; ne oldu, neden oldu ve nasıl kazanacağız, bütün bu yanıtları içeren, analiz eden ve ulusal sosyalist seferberliği ilan eden konuşması, boş, ajitatif, sorunları gizleyen, hafifleten, yokmuş gibi gösteren; “güvensizlik doğar”, “güvensizlik yayar”, “düşmana hizmet eder”, “liderlerin, devletin, partinin prestijini sarsar” vs. gibi bayağılıklara aldırmadan sorunları ve çözümleri hem dost hem de düşman önünde açıkça ortaya koyar. Küçük insanlarla büyük insanlar, bayağılıkla komünist nitelik, Bolşevik eleştiri-özeleştiriyle oportünist, sekter, liberal karaktersizlik arasındaki farktır bu...
Kollektifleştirmenin esasen başarı kazanmasından sonra, SSCB’de siyasal ortam “ılımlılaşır”. Kent ve kırın sosyalist başarıları, toplumda iyimserlik rüzgarı estirir. Beşinci Kol örgütlenmesinin derinliği henüz anlaşılmamıştır. Bu olgu, özellikle Kirov cinayeti ile görülür hale gelmeye başlar. Kirov’un katledilmesi kızıl teröre giden yolda bir dönemeç noktası olur. Böylece mesele gündemleşir. Sürecin gelişimi yazı dizimizin değişik makalelerinde incelendiğinden, ayrıntılara girmeyeceğiz. Jakoben diktatörlüğün devrimci terörü başlatmasında en önemli dönemeci Marat’ın katledilmesi oluşturdu. Bu dönemeç, başka bir vesileyle de gerçekleşebilirdi ama gerek Robespierre’nin, gerekse de Stalin önderliğinde devrimci terörün başlamasında ya da bir dönemeç oluşturmasında benzer iki suikastın gerçekleşmesi dikkate değerdir. Marat burjuva demokratik devrimin önderlerindendi. Jakobenlerin en önemli devrimci liderlerinden birisiydi. Kirov, SBKP (B)’nin önde gelen etkin liderlerinden biriydi ve partide de sevilen bir komünistti... İki tarihsel deneyimde de iki devrimci önderin alçakça katledilmesi, “erken uyarı” denebilecek bir işlev görmüştür. Söz konusu suikastler, herhangi bir amaçla değil, kaos yaratmak, devrimci liderleri katlederek devrimci iktidarları sarsmak, “toplumu” terörize etmek, devrimci iktidarları panikletip zaaflar denizine sürüklemek ve son tahlilde devrimci iktidarı yıkmayı hedefleyen komplo ve başkaldırıları başarılı kılmak için yapılmıştır.
SSCB’de soruşturma süreci derinleştirildikçe, durmaksızın yeni veriler ortaya çıkar ve bu süreç, devrilmiş gericiliğin kalıntılarından, kulaklardan, Ekim Devrimin’e karşı silaha sarılıp savaşan tasfiye olmuş eski partilerin kalıntılarından, parti ve devlet içerisinde yer alanlardan partiden tasfiye edilmiş unsurlara, fraksiyonlara, buradan faşist kampa, İngiliz devletine dek uzanan bir ağla (Beşinci Kol) karşılaşılır... Soruşturma sürecinin derinleşmesine bağlı olarak, zamanla bu geniş ağa ulaşılır. Aklı başında olan her kişi, emperyalist savaş tehlikesinin hızla yükseldiği, faşist bir kampın ortaya çıktığı, sosyalist anavatanın dört bir taraftan kuşatıldığı; “tarafsızlık politikası” adı altında İngiltere, Fransa, ABD’nin Hitler Almanyası’nı, Japon faşizmini SSCB’yi işgale ve yıkmaya yönelten politikaları izlediği koşullarda, Parti ve SSCB’nin devasa bir komployla karşı karşıya kaldığını anlar. İçerden ve dışardan kapsamlı ve derin sızmalar Kremlin Sarayı’na, Stalin’in hemen yakın çevresine dek uzanır. Tuhaçevsky darbesi de hazırlanmaktadır... Ordu, polis, istihbarat örgütlerinin başına kadar yükselmeyi, MK içerisine dek sızmayı başarmış komplocuların varlığı, “Stalinist uydurmalar”ın, “Stalinizmin komploları”nın ve “Stalin’in paranoya”sının ürünü değildi. Bu konuda sayısız belge ve yeni ortaya çıkan veriler tarih çarpıtıcılarının demagoji ve manipülasyonuna ışık tutmaktadır...
Burjuva ve küçük burjuva aydınlar, Bolşevizm’e, Stalin ve SSCB’sine sınır tanımaz kinle saldırırken tapındıkları Batı demokrasisinin (burjuva diktatörlüklerinin) şu gerçeğini hatırlatmak isteriz:
1938 Münih Paktı Antlaşması (Hitler Almanya'sı, İngiltere, Fransa, ABD, İtalya)
Amerika'nın eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Sumner Welles,’in şu sözlerini birlikte okuyalım:
“ ‘Savaş öncesi yıllarda, batılı demokrasi ülkelerinin mali ve ticari çevreleri ve bunlarla birlikte Amerika, Hitler-Almanyası ve Sovyetler Birliği arasında çıkacak bir savaşın kendi amaçlarına hizmet edeceğine ve kesinlikle komünizmin yeryüzünden ortadan kaldırılabileceğine inanıyorlardı. Almanya ise savaştan zayıflamış olarak çıkacağından, uzun yıllar dünya üzerinde ciddi bir tehlike oluşturamayacaktı!’ " (Aktaran, Stalin Hakkında Gerçekler, Almanya Komünist Partisi ML, iba.)
“Kahrolsun Stalin!”, “Kahrolsun Stalinizm!” diye yırtınanların kimin hizmetkarı olduğu belli değil mi? Stalin’i gözden düşürmek için olmadık yalanlara başvuran ve SSCB somutunda da kapitalizmin, emperyalist devletlerin, Troçkizmin insanlık suçlarını gizleyip savunanların, kızıl terörü “demokrasi” adına mahkum etmesi de, Stalin’in “düzmece mahkemeler”inden ve “komplo”larından bahsetmesi de kaçınılmazdır. Bu kapsamlı birleşik cephenin ideologlarının, politik sözcülerinin, SSCB’nin tarihindeki bazı zaafları, gerçek tablodan kopararak SSCB ve Bolşevizm’in, “Stalinizm”in aleyhine sınırsızca çarpıtarak lanse etmesi, komplocuları aklaması anlaşılırdır.
Lenin, ''Proletarya diktatörlüğü altında sınıf mücadelesi ortadan kalkmaz, yalnızca farklı biçimlere bürünür.'' derken her an akılda tutulması ve gereklerinin yerine getirilmesi gereken bir tarihsel ve güncel gerçeğin altını çizmekteydi. Bu olgu, proletarya diktatörlüğü altında, gerek iç gerekse de uluslararası arenada, sızmalara ve komplolara da dayanan burjuvazinin dünya proleter devrimine ve onun öncü kalelerine saldırı gerçeğinin de görülmesini emreder. Bu gerçekleri gizlemek, yok saymak, çarpıtmak, ”Leninist, Stalinist iftiralar” olarak lanse etmek burjuvazinin komünizm maskelisi de içerisinde olmak üzere anti-komünist demagoji ve saldırısını yansıtmaktadır.
Bütün olan bitenler içerisinde kapsamlı ve stratejik düzeylere sızmış olan komplocular, olağanüstü imkanlara dayanıyorlardı. Onlar bu imkanlara dayanarak, terörü yolundan saptırarak politik ve toplumsal yıkım örgütleme çizgisinde çok etkili oldular. Bunlar, devrimciden daha devrimci görünen, Lenin’den daha Leninci, Stalin’den daha Stalinci görünenlerdi aynı zamanda. Bu bağlamda başta Troçki olmak üzere, Troçki-Zinovyev-Kamenev-Buharin gibi ünlü isimleri hatırlatmak gereksizdir. 36-38 döneminde yapılan mahkemelerin sanıklarından herhangi biri sıradan değildi, hepsi de parti ve devlet yaşantısında etkili yerlerde yer alan deneyimli isimlerdi. Hepsi de ellerinde Ekim Devrimi bayrağı, Sovyet bayrağı, Leninizm bayrağı taşıyordu; tabii ki onlar, en “Bolşevikler”di, buna itiraz edenler ise “vatan haini”ydi falan... Jakoben, Jakobenden daha Jakoben görünüp Robespierre’nin ve Jakoben diktatörlüğün mezarını kazanlarla aynı soydandı bunlar.
Ailesinin geçmişini anlatan ve dedesi de 1930’lu yıllarda kurşuna dizilen ve “şahsen anti-Stalinisttim” diyen, KGB’nin özel izniyle arşivlere girmesine müsaade edilen burjuva milliyetçisi Albay Alkansis, “Kızıl Ordu'da ‘subaylar komplosu’ gerçekten olmuştu.”, “belgelerin temizlendiğini gördüm”, eğer “o dönemin gerçekleri açıklanırsa, tarihe bakışımız değişir”, “gizlenecek şeyler olduğu için arşivler gizli tutuluyor”, demektedir. Terörü aşırıya vardırarak karşı-devrimci hedeflerine ulaşmaya çalışan komplocuları “Stalinist iftiralar”ın masum kurbanları olarak propaganda edenler için bu gerçeklerin bir önemi yoktur kuşkusuz; onlar için önemli olan Marksizm-Leninizm’i, Stalin’i, Ekim Devrimi’ni, sosyalizmin dev kazanımlarını gözden düşürmektir; Troçki bu işlerde başı çeken bir şahsiyet oldu daima.
Ekim Devrimi’nin zaferiyle kurulan ve geliştirilen devlet (proletarya diktatörlüğü) genç bir devletti ve tarihte bir ilkti. Deneyimsizlik, aşırılıkların ortaya çıkmasında önemli bir yere sahipti. Bu deneyimsizlik olgusu, hem içeride hem de dışarıda korkunç bir tarzda sömürüldü...
Sosyalist inşa sürecinde yetişen kuşak ise esasen 30’lu yılların ikinci yarısında parti ve devlet, ekonomi yönetiminde öne çıkmaya başladı ve giderek yönetmeyi öğrendi. Aşırılıklarda henüz bu oturmamışlığın çok önemli rolü oldu.
Eski bürokrasiden gelen, keza yenilgiye uğrayan eski küçük burjuva partilerin yüz binlerce üyesi ve taraftarı hem partiye katıldı, hem de devlette çok önemli görevler üstlendi. Bu durum parti ve devlet içerisinden terörün aşırıya vardırılarak kapsamlı tahribatlar yapmasına yol verdi. Partili dönekler (Troçki, Zinovyev, Kamenev, Bakayev, Simalga, Smirnov, Ter Vaganyan, Rakovsky, Rikov, Sokolnikov, Pyatakov, Smirnov, Buharin vbg. sayısız unsur ve taraftarları) bu kesimleri örgütleyebildi; yenilgiye uğrayınca, taktik değiştirip “derin çalışma”lara yöneldi. Bu olgu, devrilmiş gericilikten emperyalist ve faşist kampa uzanan ilişkiler ağı üzerinden, komplocuların tutukları mevzilerden terörü aşırıya vardırmasına inanılmaz fırsatlar ve tahribatlar yarattı. Parti bu gerçekleri farkettikçe, sorunun üzerine gitmeye, ihanet çetelerini açığa çıkarmaya, hesap sormaya başladı.
Birinci dalgayı ikinci dalga izledi; terörün aşırıya vardırılmasında rolleri olan kadro ve kesimlerden hesap soruldu, yüz binlerce suçsuz insan aklanarak normal toplumsal yaşantılarına döndü. Bu haksızlıklarda, partide ayrıcalıklı yer tutmuş olan “klanlar”ın, mevkilerini sağlamlaştırmak ya da yükselmek için harekete geçen yaygın bir kesimin önemli bir rolü oldu. Bu zaaflı kesim ve kategoriler, komünizm maskeli anti-komünist bloğa olağanüstü alan açtı, manevralarını kolaylaştırdı, hedefleri için müthiş bir imkan sundu. Komplocular bu durumu ustalıkla değerlendirdi. Kızıl terörün “en kızıl”ını uyguladılar. Söz konusu olan, henüz sınıflı bir toplum olan ve yüz yılların tarihinden kopamamış ya da yeni kopmakta olan bir toplumdu. Eski toplumun doğum izleri, yeni döneme devrettiği gerilikler ve eşitsizlikler, bireycilik henüz canlı ve korkunç derece dirençliydi. Eski kültür ve insan olgusu yeni dönemde, yeni biçimler içerisine sızdı ya da tutundu. Bunları reddederek “Stalinist komplolar” vs. üzerine yazıp çizmek kolaydır...
İdeolojik-siyasi donanımı geri, dar kafalı bürokrat tipi ve sonradan dönmeler “kraldan daha kralcı” kesilme özelliğiyle bilinir. Dev bir coğrafya olan SSCB’de, bu kategoriye giren yaygın bir kesimin aşırılıklarda, haksızlıklarda payının olmadığını, hem de önemli bir payının olmadığını düşünmek aptalca olur.
Lenin’in, “Kurumların başına geçen komünistler —bazen onları bir kalkan olarak kullanmak isteyen sabotörler tarafından kasıtlı olarak ustaca öne itilirler-sık sık kafese konuyorlar.” değerlendirmesi de bir olguydu ve anti-komünist manipülasyon ağı, bu silahı etkin bir tarzda kullandı. Bu gerçeği de “Stalinist yalanlar” kategorisine koyanların amacı üzüm yemek değil, bağcı dövmektir.
SSCB’de, özel bir tarihsel uğrakta, sınıf mücadelesinin çok keskin bir dönemecinde yaşanan aşırılıklar yüz binleri etkiledi. Stalin ve parti bu gerçeği gizlemek bir yana, kamuoyu nezdinde özeleştirel dile getirdi. Çıkarılan dersleri bir donanıma çevirerek parti, sınıf, halk eğitildi ya da az ya da çok eğitildi. SSCB tarihini, özelde Stalin dönemini bir cehennem olarak yansıtanlar gerçeğin bu yanını da gizlemeye olağanüstü bir önem verdi. Bu gelişmelerden etkilenenlerin nüfusun oldukça küçük bir kısmını oluşturduğu gizleniyor. Sosyalist demokrasinin sosyalist anayasa tartışmalarıyla taçlandırıldığı; bu dev coğrafyanın dört bir yanında on milyonların özgürce yaptığı tartışmalarla, toplumun kolektif aklına, eleştiri ve tartışma özgürlüğüne dayalı olarak “1936 anayasası”nı yasallaştığını alçakça yok sayarak, “milyonları katleden, demokrasi düşmanı totaliter Stalinizm” üzerine demagoji yapıyorlar. Doğal olarak Robespierre ve Jakoben diktatörlük nasıl terörü aşırıya vardıran komplocular ve karşı devrim tarafından günah keçisi ilan edildiyse, Stalin ve sosyalist diktatörlük de SSCB’yi yıkmak için çalışan iç ve dış komplocular ve gerici sınıflar tarafından günah keçisi ilan edildi ve bu burjuva gerici saldırı ve manipülasyon yarın da devam edecektir. Çünkü “Stalinizm” demek, özel mülkiyetin, kapitalizmin, burjuvazinin sonu/ölümü demektir...
Stalin’in bürokratizmi eleştirirken söylediği şu sözler, bürokratik zaafların yarattığı tahribatları ve keza bu zaafları sömüren Troçki’nin başını çektiği bloğun yıkıcı çalışmasını, kızıl terörü yolundan saptırarak aşırı uçlara doğru nasıl götürebildiklerine de ışık tutmaktadır.
“İlerlememizin en kötü düşmanlarından birisi, bürokratizmdir. O, bütün örgütlerimizde, hem parti örgütlerinde hem de komünist gençlik birliği örgütlerinde hem sendikalarda hem de ekonomi örgütlerinde yaşıyor. Bürokratlardan bahsedildiğinde genel olarak… eski partisiz memurlar gösterilir…Yoldaşlar, bu tam doğru değildir. Şayet, sadece eski bürokratlar söz konusu olsaydı, bürokratizme karşı mücadele dünyanın en kolay meselesi olurdu. Kötü olan, söz konusu olanın, eski bürokratların olmadığıdır. Söz konusu olan, yeni bürokratlardır. Yoldaşlar, söz konusu olan Sovyet iktidarına sempati duyan bürokratlardır. Söz konusu olan, nihayet komünistlerin saflarından gelme bürokratlardır. Komünist bürokrat, bürokratın en tehlikeli tipidir. Niçin? Çünkü o, bürokratizmi parti üyeliği ile maskeliyor”
“Bürokratizme karşı mücadele sorunu: Bürokratizm her şeyden önce toplumsal düzenimizin bağrında mevcut olan muazzam rezervleri kullandırtmayarak, değerlendirilmesini engelleyerek, kitlelerin yaratıcı inisiyatifini felce uğratmaya çalışarak, onu kağıt bolluğuna boğarak ve partinin her yeni başlangıcını yüzeysel ve faydasız müşkülperestliğe dönüştürerek tehlikelidir. İkinci olarak bürokratizm, icranın kontrolüne tahammül etmeyerek ve yönetici organların temel talimatlarını, canlı bir yaşamla ilişkisi olmayan boş bir kağıt parçası yapmaya çalışarak tehlikeli olmaktadır. Tehlikeli olanlar, sadece ve esasen kurumlarımızda takılıp kalmış olan eski bürokratlar değildir. Bilakis ve özellikle de yeni bürokratlardır, Sovyet bürokratlarıdır. Bunların arasında ‘komünist’ bürokratlar hiç de az rol oynamıyorlar. Burada fetiş gibi inandıkları emirleri ve kararnameleri köylülüğün ve işçi sınıfının milyonlarca kitlesinin bağımsız hareketi ve inisiyatifi yerine koymaya çalışan ‘komünistleri’ düşünüyorum…”
Bu tablo, Stalin ve parti tarafından çizilen tablodur. Bu tabloyu eleştiren Stalin’dir. Bu tablonun proletarya diktatörlüğünün sağlamlaşmasını, sosyalist inşanın daha büyük zaferlerle yol almasını engellediği, sınıf düşmanının bu tablodan nasıl yararlanabileceğini göstermesi bakımından oldukça anlamlıdır. Bu gerçekleri yok sayarak ”Stalinizm” düşmanlığı üzerinden komünizme saldıranlar, Stalin ve partiye tanrısal roller yükleyerek tabloyu alabildiğine çarpıtanlar, bilimin, Leninizm’in, tarihsel gerçeklerin katilleridir.
Stalin, özetle bürokrasiye karşı mücadele hattını da şöyle çizer:
“Parti, bürokrasiye karşı mücadeleyi dört çizgide yürütüyor: Özeleştirinin yaygınlaştırılması çizgisi, icraatın kontrolünün örgütlenmesi çizgisi, mekanizmanın temizlenmesi çizgisi ve nihayet değerli güçlerin aşağıdan işçi sınıfından mekanizmaya terfi ettirilmesi çizgisi. Görev, bütün güçleri, bütün bu tedbirlerin yerine getirilmesi için harekete geçirmekten ibarettir”
Stalin’in vurguladığı çözüm yolu, parti içerisindeki oportünist klikler, sonra komplocular tarafından ısrarla engellenmek istendi ve “en akıllıca tedbirleri de” sosyalist demokrasiye ve sosyalist inşaya karşı çevirdiler; eğer onlar, Stalin döneminde sosyalist demokrasi/diktatörlük tarafından alınan akıllıca tedbirleri ve zaafları hedeflerine ulaşabilecek tarzda son kertesine vardıramadıysalar, bu da Marksizm-Leninizm’in, Sovyet halkının, partinin ve Stalin’in kudretini gösterir.
Tarihi bireyler yapmaz. Devrim bireylerin ve öncülerin ürünü değildir. Devrim, kitlelerin eseridir. Sosyalizmi her cephede kuran ve görkemli başarıları kazanan öncüsü liderliğindeki kitlelerdir. Ve komünistler, devrimi, karşı devrimle öncüsü arasındaki düello olarak görmez. Komünistler bireysel terörü değil, proletarya ve halk kitlelerin devrimci teröründen yanadırlar. SSCB’de eskiyi yıkan, yeniyi kuran on milyonlar olmuştur. Proletaryanın egemen sınıf olarak örgütlenmiş olması, genelkurmayı tarafından yönetiliyor olması, sosyalizmi, on milyonlardan kopuk, kitlelerin nabzını elde tutmayan bir avuç elitin, elit/bürokrattan oluşan bir parti ve devletin işi olamaz. O sosyalizmi kuran on milyonların gücü, enerjisi, inancı, fedakarlığı, bilinci olmadan hangi sosyalist sanayileşme, tarımsal sosyalist devrim, faşizmin ezilmesi gerçekleşebilirdi ki?! Bu güç olmadan, 30 milyon civarında evladını kaybeden, ülkenin bir baştan diğer başa faşist canavar eliyle yıkıldığı SSCB, nasıl yeni bir 5 yıllık planla o dev ülkeyi savaş öncesi ekonomik ve kültürel seviyenin üstüne çıkarabilirdi ki!!! Ne Marks-Engels, ne de Lenin ve Stalin ya da dördü birden, o on milyonlar olmadan, onların adanmışlığı olmadan hiçbir şey başaramazdı. Bilerek ya da bilmeyerek böyle düşünen ve “eleştir”enler, proletarya ve halkı aptal yerine koyan, Stalin’i her türlü kötülüğü üreten tanrı şeytan gösteren cennah, tarih karşısında ancak zavallı birer yaratık olabilirler...
Eskiyi yıkan, yeniyi kuran proletarya ve halkın, binlerce yıllık sömürü dünyasına karşı birikmiş kin ve intikam isteğinin, ortaya çıkan aşırılıklarda payı yok mu acaba? Olmadığını düşünmek kaskatı bir idealizm değil mi? Bir parti, boşalan bu kini, bilinçli sınıf politikaları doğrultusunda yönlendirebilir ve yönlendirmelidir ama buna rağmen, kitlesel aşırılıkların tümden önlenebilmesi de olanaklı değildir; çünkü partiler ve liderleri tanrı değildir. Gerçek hayatta karşılığı olmayan ve olmayacak akıllıca çizilmiş romantik ve dogmatik masa başı çalışmalarla da aşırılıklar önlenemez. Aşırılıklar bir kader değildir ama bir çırpıda da önlenemez. Proletarya sınıfı yönetmeyi öğrendikçe, tarihsel deneyimlerle kuşandıkça, zaaflarından dersler çıkardıkça aşırılıklar sorunu da sınırlanabilecektir...
Stalin döneminde haklı ve meşru olarak örgütlenen kızıl terör, aşırılıklarıyla birlikte ele alınmak zorundadır. Sürecin sorumluluğu Stalin ve SBKP’nin omuzlarındadır. Aşırılıkları ne görmezden gelmek ne de abartmak gerekir. Söz konusu olan bir tarihsel deneyimdir. Dersleri yaşamsaldır. Derslerden birisi de aşırılıklara karşı mücadeledir. Kızıl terör silahı, iki tarafı keskin bir kılıçtır. Azami dikkatle kullanılmak zorundadır. En akıllıca tedbirler bile, bu silahın kullanılırken sosyalizmde yara açmasını engelleyemez. Haksızlıklar, aşırılıklar meselesi, bu silahın iki tarafı keskin bir kılıç olmasıyla bağlıdır. Bu silahın bilinçli ya da bilinçsiz kullanımı, sürecin bağrında potansiyel olarak vardır. Etkin kolektif bir denetim ve merkezileşme ve geniş kitlelerin katılım ve denetimi, kolektif aklı ile birlikte kullanılmadığında, döner sahibini yaralar. Karşı devrimci kuvvetler, Jakoben diktatörlük döneminde olduğu gibi, SSCB deneyiminde de bunun bilinciyle bu silahı proletarya diktatörlüğüne ve sosyalist inşaya karşı çevirebilmiştir önemli ölçüde.
DEVAM EDECEK
*Bkz, Feliks Çuyev, Molotov Anlatıyor, Stalin’in Sağkolu İle Yapılan 140 Görüşme, Yordam Kitap.
Feliks Çuyev, Böyle Dedi Kaganoviç, Stalin’in Son Havarisi, Verba Yayınevi.
V. Litov, Stalin ve Hruşçov Hakkında, A. Benediktov İle Söyleşi, Yazılama Yayınevi.
** Peter McPhee, Robespierre, kitabından Komplonun/darbenin gerçekleştiği gün içerisinde gerçekleşen gelişmeleri anlatan bazı paragrafları, aşağıya aktarıyoruz.
“9 Thermidor (27 Temmuz) günkü Konvansiyon toplantısı her zamanki gibi sabah saat 11'de, gelen mektupların okunması ve başvurucuların dinlenmesiyle başladı. Öğlene doğru St-Just, Robespierre'i savunmak için kürsüye çıktı: ... Bunun üzerine konuşması Tallien tarafından, gündeme aykırılık nedeniyle engellendi. Toplantı, bağıra çağıra dile getirilen suçlamalardan ve karşı çıkışlardan geçilmeyen bir hırgür halinde devam etti. Thuriot başkanlık koltuğundayken Billaud bir iddianame sunmaya başlayarak Hanriot'un ve Ulusal Muhafızlar içindeki Robespierreci subayların tutuklanmasını teklif etti: ‘Şu anda her şey, Ulusal Konvansiyon'un bir katliam tehlikesi altında olduğunu göstermektedir.’
Bu noktada Lebas kürsüyü ele geçirmek için çılgınca ve başarısız bir girişimde bulundu. Bunun üzerin Billaud, Robespierre'i, ‘Kamu Güvenliği Komitesi'nden, sırf orada canının istediğini yapamıyor diye uzaklaştı’ diyerek suçladı. Robespierre ‘hep erdemden söz ediyor ama suçu savunuyor’du, ‘hiçbir halk temsilcisi bir tiranın güdümünde yaşamak istemiyor’du. Konvansiyon üyeleri onun daha önce Robespierre'i fazla yumuşaklıkla suçladığını bilmezden gelerek ‘Hayır, hayır!’ bağırışlarıyla Billaud'u desteklediler; aslında tutuklama tezkerelerinin altındaki imza sayısı Robespierre'inkinden çoktu. Ama Billaud sahneyi hazırlamıştı: Suçlular, panik içindeki bir sürü halinde saldıracaktı ve hedefleri Robespierre ile müttefiklerinin öldürülmesiydi
Bunun üzerine Robespierre kürsüye çıktı. Bir gazeteciye göre, üyeler ‘biz komplocuları dinlemek istemiyoruz’ diye bağırdı. Robespierre ‘Hatırladığıma göre ... ‘ diye konuşmaya başladığında ‘kahrolsun tiran’ bağırtıları devam ediyordu. Robespierre -’Protesto ediyorum; düşmanlarım Ulusal Konvansiyon'u istismar etmeye çalışıyor’ diyerek- devam etmeye çalışırken ‘Kahrolsun! Kahrolsun!’ bağırtılarıyla susturuldu. Tallien'in Konvansiyon'a, ‘Konvansiyon ona hainlerin layık olduğu adaleti vermek niyetinde değilse, kendisinin tirana saplayacak bir hançerinin olduğunu’ bildirmesinden sonra Barere, ‘devrimci hükümetin biçiminin ne kadar çok değişmiş’ olduğuna değindi ve sözü Robespierre'in muğlak suçlamasına getirdi: ‘Sahte tedirginliklerle gerçek tehlikeler bir arada olamaz; korkunç şöhretlerle eşit insanlar da uzun süre bir arada duramaz.’ Bunun üzerine Vadier, Robespierre'in Konvansiyon üyelerini her gün izleyen ve kendisine suçlamalarında dayanak olarak kullandığı haberler veren altı casusunun olduğunu iddia etti. Tuhaftır, Vadier bir zamanlar Robespierre'i ‘komplocuları’ giyotinden kurtarmaya çalışacak kadar ılımlı davranmakla suçlamıştı.
Robespierre'e karşı suçlamalar artarken Tallien onun bir korkak olduğunu savundu ve ‘vatan büyük tehlikedeyken daima saklandığını, 10 Ağustos [1792] günü Komün'e ancak taçlı tiranın düşüşünden üç gün sonra geldiğini’ söyledi. ]ournal du sair muhabiri şöyle yazıyordu: ‘Robespierre konuşmak istedi ve kürsüye çıktı. Cambon 'Kahrolsun Cromwell!' diye bağırdı. Vadier şöyle dedi: 'Taçlı tiranı suçlayan kararnameyi ilk talep eden kişi benim. Bunun maliyeti, Robespierre'in de bir tiran olduğuna inanmamdı. Ve artık buna inanıyorum. Onu suçlayan bir kararname çıkarılmasını talep ediyorum'.’ Büyük bir kargaşanın ortasında kalan Robespierre konuşmak için tekrar tekrar girişimde bulundu. Sonunda bağırdı: ‘Ben ölüm istiyorum.’ Başka bir gazeteci, ‘Robespierre Dağ grubuna dönerek öfke ve üzüntüyle dolu bir bakış attı,’ diye yazıyordu, ‘aleyhinde konuşan üyelere haydutlar, korkaklar, ikiyüzlüler sözlerini savurdu. Kargaşa büyüyordu; başkan şapkasını giydi. Robespierre söz almak istedi, reddedildi. Robespierre, 'Başkan hangi hakla katilleri korur?' diye bağırdı öfkeyle.’ Robespierre konuşmak için mücadele verirken vekillerden biri ‘boğazını tıkayan şey, Danton'un kanı’ diye sataştı." ( s. 237-238, iba.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder