Translate

6 Kasım 2022 Pazar

TROÇKİ VE KRUŞÇEVLERİN “STALİNSİZLEŞTİRME” DENEYİMİ VE SSCB’DE ZAFER KAZANAN THERMİDOR* (XVI. BÖLÜM)

(XVI. BÖLÜM)

Soros
Monoton ve tarihi olaylar arasındaki ayrımdan bahsetmek, doğal olarak gereksiz söz tekrarıdır; fakat tekrarlanan ifadeler aydınlatıcı olabilir. Sovyetler Birliği’ndeki parti kongreleri de oldukça monoton, önceden tahmin edilebilir olaylardır; fakat Kruşçev’in 20. Kongre’de yaptığı konuşma farklıydı. Stalin’in suçlarını ortaya koyarak ve redderek, Kruşçev insanların algılarını değiştirdi ve hatta komünist rejimin hemen değişmese de, konuşmanın tahmin edilemez sonuçları oldu; Yirmi yıl sonra Glasnost’un öncüleri olanların görüşleri, gençlik yıllarındaki Kruşçev’in ifşaları ile şekillendi.(Soros, Açık Toplum Küresel Kapitalizmde Reform, s. 35, iba., Truva Yay.)

Yirminci Parti Kongresi büyük bir iş başarmıştır. En büyük başarısı, Partiyi Stalincilik hareketinden temizlemek ve ülkemizin en iyi evlâtlarının uğruna çarpıştığı Leninci yaşama ‘norm'ları Parti içinde yerleştirmek olmuştur.” (Kruşçev’in Anıları, s. 438)

Bunlar ‘ahlaksız adamlar’dı, ‘dilleri değişen adamlar, bugün söylediğini yarın inkar edenler... adaletin kılıcı hepsinin üstüne inecek’ " (Robespierre, Devrimci Bir Yaşam, 11. Bölüm, Dilleri Değişen Adamlar”, iba.)

Kötü işler gömülse de yerin dibine
çıkar bir gün insanların gözü önüne.” (William Shakespeare, Hamlet)

Düşmanlan en tehlikelisi, dost görünenidirKruşçev'in Anıları

SSCB VE 1956 DÖNEMECİ

SSCB’de “Thermidor darbesi” 1956’da gerçekleşti. “Thermidorcu karşı devrim” 20. Parti Kongresi ile politik iktidar tekelini ele geçirdi, ama henüz yeterince oturmuş değildi; fakat birkaç yıl içerisinde politik iktidar tekelini sağlamlaştırmayı başardı. Bu, proletaryanın politik iktidar tekelini kaybetmesi, proletarya diktatörlüğün tasfiyesi demekti. Sıra, ele geçirilmiş politik iktidar tekeline dayanarak sosyalist üretim ilişkilerinin tasfiyesindeydi. Kruşçevizmin (modern revizyonist karşı devrim) programı, tekelci bürokratik ekonomiye dayanan bir diktatörlük kurmaktı. Bu program doğası gereği, sosyalizmi tasfiye etme kapitalizmi yeniden kurma (restorasyon) programıydı. Kruşçevci modern revizyonist karşı devrim, kapitalist restorasyonu, “Stalinizme karşı mücadele” (“Stalinsizleşme”) ve “Leninizm’e dönüş” sloganları altında gerçekleştirdi. Lenin’le, Leninizm’le Stalin’in bağını koparmadan kapitalist restorasyon programının örgütlenmesi olanaklı değildi o koşullarda. Troçki’nin önderliğinde örgütlenen fakat başarısızlıkla sonlanan anti-Bolşevik, anti-Sovyet “Thermidor darbesi” “Stalinsizleşme”ye dayanıyordu. Troçkist “Thermidor”cu karşı devrim darbesinin önündeki en büyük engel Stalin’di. Bu yolda yürüyen Kruşçevler ise, ancak Stalin’in ölümü ya da öldürülmesiyle modern revizyonist “Thermidoru” gerçekleştirebildiler. Bundan dolayıdır ki, gerek Troçkizm gerekse de Kruşçevizm, Stalin’i ve “Stalinist” ilan edilen proletarya diktatörlüğü, sosyalizmi, Leninist programı itibarsızlaştırmayı ve tasfiye etmeyi karşı-devrimci operasyonun merkezine oturttular. Tıpkı Robespierre ve Jakoben diktatörlüğü yıkan burjuva gericiliğin, saldırılarının merkezine Robespierre’yi koyması örneğinde olduğu gibi. Kuşkusuz ki, SSCB, Jakobenlerin Fransa’sı değildi... Saldırı, demagoji, manipülasyon çok daha şiddetliydi ve tarihsel sonuçları da bambaşka oldu... Lenin’i, Leninizm’i doğrudan karşısına almaya cesaret edemeyen karşı devrim, saldırılarını Stalin (“Stalinizm”) üzerinden geliştirdi. Tıpkı Troçki gibi.

II. Dünya Savaşı’ndan sonra, SSCB’de, yeniden toparlanma döneminde devasa atılımlar yapıldı... Fakat SSCB, ulaşılan gelişme aşamasından ileri sıçramak göreviyle keskin bir biçimde yüz yüzeydi. Stalin’in “Son Yazıları” bu gerçeği dile getirmektedir. Fakat bu gereksinmelere yanıt verilemedi. Bu bir krize gidiş, giderek kriz durumuydu. Kriz yeniden yapılanmayı gerektiriyordu. Bu yenilenme, ekonomik, sosyal, siyasal alanlarda; iç ve dış politikada zorunlu hale gelmişti. Kapitalizm ile sosyalizm arasındaki uzlaşmaz mücadelede yeni bir tarihsel gelişme aşamasına girilmişti. Krizin aşılması, Leninist çizgide gerçekleşmek zorundaydı. Stalin önderliğinde bu tartışma, arayış, yeni politikalar geliştirme çabası sürmekteydi. Fakat bu süreç, henüz bütün boyutlarıyla netleşmeden ve oturmadan Stalin hayatını kaybetti. Ardılları ise farklı bir yola sapmaya başladı... Böylece krize Marksist-Leninist yanıt verilemeyince, 1956 dönemeci ile modern revizyonist karşı devrim egemen olmayı başardı. Bu seçenek kapitalizmin restorasyonu seçeneğiydi... Sorun SSCB ve sosyalist kampın, emperyalizm ile sosyalizmin çarpışmasının yeni gelişme aşamasıyla bağlıydı. SSCB’deki gelişme, ileri sıçrama komünist görevi, salt SSCB’nin iç gereksinmeleriyle bağlı değildi; böyle bir analiz tek yanlı, yanlış ve gerçeği gizleyen bir analiz olacaktır. Sorun, dünya proleter devriminin yeni gelişme aşamasında, yeniden yapılanarak, daha ileri hedefler koyarak ileri sıçramaktı. Bu gerçek, gerek içeride gerekse de dışarıda, yeni bir bunalımı hazırlayarak geliştirmekteydi. SSCB’de, Stalin önderliğinde başlayan teoriden felsefeye, dil biliminden sanat-edebiyat cephesine, emperyalizmin genel krizinin şiddetlendiği dönemde izlenecek politikaya kadar geniş bir cepheye yayılan tartışmalar söz konusu gereksinimin ve krizin yansımasıydı.

Leninist çizgide kendini yenileme, aşma, yeni ve daha üst düzeyde bir çekim merkezi haline gelerek sosyalist inşada ve uluslararası mücadelede daha yetkin belirleyici bir güç haline gelmek dönemin zorunlu bir gereksinimiydi. (Sosyalist ekonominin daha ileri teknik temelde örgütlenmesi; devlet mülkiyeti ile kolhoz mülkiyeti arasındaki ilişkilerin yeniden düzenlenmesi, değer yasasının alanının daha da kısıtlanması, ürün değişimi uygulamasına geçilmesi, sosyalist planlı ekonominin her cephede demokratikleştirilmesi; toplumsal ve siyasal yaşamda sosyalist demokrasinin ve kültür devriminin derinliğine ve genişliğine geliştirilmesi, parti-devlet-toplum ilişkilerinin buna bağlı olarak demokratikleştirilerek yeni tip bürokratikleşmeye ve bürokrasiye, özellikle yerel ve merkezi düzeyde “kızıl bürokrat”lara karşı en geniş kitlelere dayanan hem yıkıcı hem de yapıcı bir mücadelenin geliştirilmesi; sosyalist kamp arası ilişkilerin “Dünya Proletarya Diktatörlükleri Federatif Cumhuriyetler Birliği” perspektif ve hedefiyle, bir “Federatif Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği” olarak geliştirilmesi; emperyalizmle sosyalizm arasında kaçınılmaz olarak gündeme gelecek savaşa hazırlanılması; sosyalist perspektifin yön verdiği anti-emperyalist, anti-faşist, anti-militarist barış mücadelesinin örgütlenmesi; dünya komünist hareketinin yeni bir enternasyonalde birleştirilmesi; ileri ülkelerin proletaryası ile geri ülkelerin proletaryası ve halkları arasında militan bir birleşik cephenin kurulması vbg.)

Stalin’in bu sorunu gündemleştirdiğini ve bu arayışa yanıt vermeye çalıştığını görüyoruz. Ancak Stalin’in ve Bolşeviklerin, bürokratikleşmiş ve içeriden çürümeye başlamış, kapitalizm ile sosyalizm arasındaki mücadelenin yeni ve belirleyici aşamasında, yeni ve zorlu görevler üstlenmenin gereğinden kaçan ve iki kamp arasında yeni bir savaşın patlak verme olasılığının baskısı altında hareket eden özellikle devlet ve parti yönetici düzeyinde belirginleşen bürokratik eğilimlerin ve kuvvetlerin kendi etrafında ördüğü çemberi aşamadığı anlaşılıyor. Bu olguyu, henüz açıktan ortaya çıkmaya cesaret edemeyen gizli gruplaşmaların varlığından, bu gruplaşmaların Stalin’in ölümüyle ortaya çıkarak gelişmesinden anlıyoruz. Evet 20. Kongre’nin, modern revizyonist karşı-devrimin öncülleri Stalin dönemine uzanmakta ve gelişmekteydi...

Kruşçevci karşı devrimin iktidarı ele geçirmesi, giderek durumunu pekiştirmesi; bunun içeride ve uluslararası arenaya yansıması, yeni bir krizi koşullayarak geliştirdi. Bu kriz, Sovyet proletaryası, Sovyet halkı ve dünya proletaryası nezdinde önemli bir güven kaybında; sosyalizm ile emperyalizm arasındaki mücadelede emperyalist dünyanın ABD önderliğinde mevzilerini sağlamlaştırmasında, dünya devrimine karşı saldırıya geçmesinde (“Soğuk Savaş); sosyalist kampta gerici ayaklanmaların patlak vermesinde, dünya komünist hareketinin dağılışında; küresel çapta komünizm maskelisi de dahil burjuva akımların ve ideolojilerin atılıma geçmesinde ifadesini buldu. Bu bağlamda 1956 dönemeci, tarihsel sonuçlarından da görüldüğü gibi, enternasyonal proletaryanın kendi tarihinde tanık olduğu en büyük yıkım oldu...

Bir gerçeğin altını özellikle çizmek isteriz: Büyük dönemeçler, büyük krizleri koşullar, üretir. Kimi zaman bu krizler alttan alta gelişerek olgunlaşır ve “ani”den patlak verir. Kimi zaman krizler, davul zurna eşliğinde tarih ve siyaset arenasına arz-ı endam eder vb.

Eğer SSCB’de bir kriz durumu olmasaydı ya da ortaya çıkmasaydı, 1956 dönemeci de olmayacaktı. SSCB’de ortaya çıkan yapısal kriz, dar anlamda parti ve devlet yaşantısına “hapsedilmiş”ti ve hesaplaşma arenası da bu dar çerçeveye sıkışmıştı. Parti içi kapsamlı yaşanan ve “kamuoyu”nun da tanık olduğu ideolojik mücadele, parti içinde, özellikle de partinin doruğunda ve üst kesimlerinde olan bitenleri tam olarak yansıtmıyordu ve henüz açıktan ortaya çıkamayan bürokratik, oportünist gruplaşmalar da tablonun kavranmasını güçleştiriyordu. Fakat durumu nasıl değerlendirirsek değerlendirelim bir krizin kendisini dayattığı ve çözümü gerektiği açıktır. Bir yapısal krizden bahsetmeden, bilince çıkarmadan yapılan analizlerin üstün körü olduğu ve olacağı açıktır. Sosyalist toplum, komünizme ve dünya devrimine doğru ilerlerken, farklı gelişme evrelerinden geçecek, her bir evrenin ya da dönemecin yeni çelişkileri, yeni gereksinmeleri ortaya çıkacak ve bu gereksinmelere yanıt verilmesini gerekecektir. Bu yanıt, ya sosyalist ya da burjuva, burjuva revizyonist olacaktır. Ortası yok. Bu yanıtın Marksist-Leninist çizgide verilmemesi durumunda burjuva revizyonist yanıtın gündemleşerek iktidarlaşması kaçınılmazdır. Dünya proleter devriminin ve sosyalist inşanın tarihsel deneyimi, bu gerçeğin altını çizmiştir. Pürüzsüz, biteviye gelişen, zaaflardan, krizlerden, yenilgilerden azade bir sosyalist inşa ve gelişme çizgisi ancak ince bir mükemmeliyetçilikle şekillenmiş küçük burjuvanın romantik düşlerinde olabilir. Bu, proletaryayı ve öncülerini eğiten tarihin dersidir. 1970’ler, 1980’lerde yeterince anlayamadığımız ve kolaycı değerlendirmelere veya eğilimlere dayanan beklentilerimizden farklı olarak, kapitalizmden komünizme geçiş sürecinin o kadar basit olmayacağı, sorunun daha karmaşık, daha zorlu gelişme sürecinden geçerek gelişeceğini görüyoruz...

20. Parti Kongresi, SSCB’de ve partide yaşanan, daha ziyade üstü örtük krize burjuva revizyonist bir yanıt olarak ortaya çıktı. Bu “kriz”i salt ülke içi faktörle izah etmek de perspektif kaymasına yol açar. Sorun, iç etkenler başta olmak üzere iç ve uluslararası tarihsel gerçeklerle, faktörlerle birlikte bütünsel ele alınarak izah edilmelidir. Proletarya ile burjuvazi, sosyalizm ile kapitalizm arasındaki mücadele salt şu veya bu ülkeye değil, tüm ülkeleri içerisine alan, uluslararası nitelikteki bir mücadeledir... Ve Marks şu sözleri laf olsun diye söylemedi; “ "15, 20, 50 yıllık iç savaşlardan ve uluslararası çatışmalardan geçmeniz gerekecek..."

1956 tarihinde gerçekleştirilen 20. Parti Kongresi SSCB tarihinde farklı niteliğe sahip, Lenin ve Stalin’in SSCB’sinden kopuşun ana dönemeci oldu. Bu bakımdan uluslararası sermayenin temsilcilerinin değerlendirmeleri oldukça öğreticidir.

Sovyet sisteminin dağılmasında aktif olarak görev aldım” diyen Soros’un, SSCB’nin sosyalizmden uzaklaşmasını 20. Kongre ile başlatması dikkate değer ve doğru bir değerlendirmedir. Örneğin o, bu dönemeci SBKP’nin 10. ya da 15. ya da 18. ya da 19. parti kongrelerinden herhangi birine değil Kruşçevizmin damgasını vurduğu 20. Kongre’ye bağlamaktadır. “fakat Kruşçev’in 20. Kongre’de yaptığı konuşma (diğer kongrelerden-bn.) farklıydı. Stalin’in suçlarını ortaya koyarak ve redderek, Kruşçev insanların algılarını değiştirdi ve hatta komünist rejimin hemen değişmese de,” Yirmi yıl sonra Glasnost’un öncüleri olanların görüşleri, gençlik yıllarındaki Kruşçev’in ifşaları ile şekillendi.derken, modern revizyonist karşı devrimin Kruşçev’den Gorbaçov’a uzanan tarihsel çizginin sürekliliğine işaret etmektedir. Soros, kapitalist emperyalizmin bilinçli bir temsilcisidir. SSCB’nin evrimini dikkatle izleyen ve yıkılışına da en önde katılan kişilerden birisidir. Kruşçev de yaptığı analizde 20. Parti Kongresi’nin ana dönemeç olduğunu, temel başarısının “Stalinizmi” yıkmak olduğunu vurgular.

Stalinsizleştirme” çizgisi, proletarya diktatörlüğünün ve sosyalist ekonominin tasfiyesi çizgisi, tarihte daha önce bir örneği olmayan, yeni tip kapitalist restorasyonun çizgisi, revizyonist/kapitalist kampı da tümden dağılışa götüren çizgidir. “Stalinizm”den sosyalizm ve sosyalist kamp çıktı, Kruşçevizmden bürokratik devlet kapitalizmi ve giderek açık kapitalizme geçiş çıktı. İki tarihsel dönem arasındaki kopuşma bu kadar nettir. Hans Heinz Holz, “XX. Parti Kongresi’yle Sovyetler Birliği’nin tarihinde yeni bir dönemin başladığında neredeyse herkes hemfikir.” (Sosyalizmin Yenilgisi ve Geleceği, s. 150, Yordam Kitap) derken bir gerçeği ifade etmektedir. Bu dönemece yüklenen anlamlar değişse de, bu saptama bir gerçeği yansıtmaktadır.

Bu kopuşma, öncelikle ilkesel ve ideolojik bir kopuştu. Bu olgu, “Stalinizm” düşmanlığında, Stalinsizleşme”de somutlaşarak siyasal üstyapıdan altyapıya; iç politikadan uluslararası politikaya kadar uzanan ve kapsayan bir süreci ifade etmekteydi ve etti. Bu süreç, teknik hesaplarla, mühendislik ölçütleriyle, kaba mekanik teorilerle, idealist kıstaslarla kavranamaz. Bu kopuşmayı hazırlayan tarihsel süreç, bütün iç ve dış çelişki ve çatışmaları içerisinde ele alınmak zorundadır ve kuşkusuz ki bu dönemeci hazırlayan olgular, bilakis, sosyalist inşa sürecinin bağrında gelişti. Bu kökler, tohum, tohumun az ya da çok olgunlaşması, ağaca ve meyveye dönüşmesi süreci, sosyalizmden komünizme geçiş sürecinin temel çelişkisi olan kapitalist yol ile sosyalist yol arasındaki uzlaşmaz karşıtlıkta; bu keskin ve karmaşık mücadelenin diyalektiğinde aranmalıdır. Proletarya diktatörlüğü ve sosyalist inşa sürecinde bir dizi zaaf, zayıflık, gerilik, ilk deneyim olmasının yarattığı gerilimler ve boşluklar; kesintisiz sosyalist devrimin somut gelişme yollarının yeni tarihsel deneyime dayanan teorik zenginleşmeyle yeterince silahlanamama; sosyalizm koşullarında, daha Stalin döneminde, 30’larda özellikle de 1945 sonrası bürokratik merkeziyetçiliğin gelişmesi; komünizm maskeli, resmen değil ama fiilen komünizmden kopuşma süreci yaşayan bürokratik bir yeni tip küçük burjuva bir tabakanın gelişmesi ve giderek resmi ama özellikle de fiili ayrıcalıklarla kuşanması gibi nedenler Kruşçevci karşı devrimi hazırladı. Bu olgu ne salt nesnel koşullarla ne de salt öznel nedenlerle izah edilemez. Birincisi kaba materyalizme, ikincisi subjektif idealizme dayanır.

Kale, emperyalist kuşatmanın ve saldırının baskısı altında, “savaş yorgunluğu”yla da birleşen, faşist işgale karşı mücadele ve faşist kampın ezilmesi sürecinde sayısız nitelikli komünistin (3 milyon parti ve komsomol üyesi!!!) yitirilmesinin yarattığı nitelik kaybının da iç içe geçmesi eşliğinde içten fethedildi. Bu fetih harekatı, iktidarı ele geçiren modern revizyonist karşı-devrim, basit olarak bir Beşinci Kol sızmasıyla izah edilemez. Bu tarihsel gerçeği revize ederek, yumuşatarak, görmezden gelerek diyalektik materyalist bir analiz yapılamaz. SSCB’de kapitalizmin restorasyonu, gökten zembille inmedi... “Thermidorcu karşı devrim” Stalin’in önderliğinde değil, Stalin’in ve önderliğindeki Leninist çizginin ret ve mahkum edilmesiyle gerçekleşti. Bu olguyu gizleyerek yapılan “Stalinizm” analizleri ise tam bir saçmalıktan ibarettir.

Burada Stalin ve partisi 1956 ile politik iktidarı ele geçiren Kruşçevci modern revizyonist karşı devrime doğru ilerleyen evrimi açığa çıkaracak, önleyecek, ekonomik, ideolojik, siyasal, örgütsel politikaları geliştirememiş olması bağlamında eleştirilmeli ve dersler çıkarılmalıdır...

Stalin önderliğinde inşa edilen sosyalizmin göz kamaştırıcı başarılarının gölgesi altında gelişen zaaflar, modern revizyonist karşı devrime götürecek gelişim sürecinin kavranmasını, zamanında üzerine gidilmesini önlemiştir. Stalin ve parti bu noktada sürecin sorumluluğunu taşımaktadır. Fakat bu süreç tek başına Stalin’le izah edilemez. Tıpkı kapitalizmin restorasyonunun tek başına Kruşçev’le izah edilemeyeceği gibi.

Geniş anlamda bu gelişmenin maddi temelini, içeride, Çarlık Rusya’sının tarihsel geriliğinin yeni döneme yansımasında; kafa emeğiyle kol emeği, kentle kır, tüm halkın mülkiyeti ile grup mülkiyeti (kolhozlar) arasındaki çelişkilerde ve eşitsizliklerde; daha güncel olarak, inşa sürecinde maddi-bürokratik ayrıcalıklar kazanan (özellikle de fiili olarak) henüz istikrar güvencesi elde edememiş yeni tip küçük burjuva bürokratik bir tabakanın gelişmesiyle belirlenen maddi olgularda; dışarıda ise, emperyalist dünya sisteminin varlığı, baskısı, ablukası, dinmek bilmeyen saldırıları yatmaktadır. Tarihsel olarak ilk deneyim olmanın yarattığı aşırı zorluklar ve olağanüstü koşulların baskısının üzerinden atlanılamaz. Sosyalizmin zaferi” ve “kesin zaferi” teorisinin yetersizliğinin önderlik, yol açıcılık ve sıçrama bakımından perspektif ve politikada yarattığı darlık ve önemli sorunlar; keza bütün görkemine karşın, sosyalist inşanın düzeyinin abartılması da öznel alandaki zaafları oluşturmaktaydı.

Hiçbir parti, hiçbir sosyalist devlet, sosyalist inşa sürecinde bürokratik yozlaşma tehlikesinden, kişi, parti, devlet, yanılmaz yetkililer kültünden azade değildir ve olamaz. Asıl sorun, tarihsel deneyimlerin ışığında bu eğilime ve tehlikeye karşı mücadele teori ve pratiğini geliştirmektir. Sosyalist kitle demokrasisinin, sosyalist kitlesel eleştiri, katılım ve denetimin, sosyalist bağımsız kitlesel inisiyatifin geliştirilmesindeki yetersizlik ve zaafların kapitalist restorasyon süreci üzerindeki etkisini görmezden gelmek, parti ve devletin zaaflarını görmemek, gerekli derslerle kuşanmayı engelleyeceğinin bilincine olmak gerekir.Devletin partileşmesi”, “partinin devletleşmesi”nin bürokratikleşme sürecindeki tahrip edici rolü yeterince açığa çıkmıştır. Aslında Stalin’in partinin devletin yerine, parti örgütlerinin sovyetlerin yerine geçme; parti örgütlerinin apolitikleşmesiyle iç içe geçen “ekonomik sorunlarla aşırı meşgul” olması eğilimine karşı mücadele yürüttüğünü biliyoruz ama bu mücadelenin de yeterli olmadığını görüyoruz. Partinin sınıfın genelkurmayı olma işlevi ile devletin bir sınıf egemenliği aracı olması işlevi arasındaki “sınır çizgileri”nin bulanıklaşması, giderek silinmesi; bu tablonun yarattığı tehdidin zamanında bütünsel anlaşılamaması; bu mücadeleye karşı bürokratik eğilimlerin güçlü direnişi, (sosyalist anayasa tartışmaları dönemindeki parti içi sert sınıf mücadelesini hatırlayalım); dahası bu “yerine geçme” eğiliminin partiyi önderlik misyonundan geriye çekmesinin yarattığı ve yaratacağı yıkıcı eğilimin geniş kitlelere yeterince taşınamaması, geride kalan tarih sosyalist deneyimlerinin zaaflarını yansıtmaktadır... Bu konuda A. Getty’in, Yuriy Jukov’un ve G. Furr’un çalışmalarından eleştirel incelemeyle çıkarılması gereken önemli dersler bulunmaktadır. 1930’larda Stalin’in demokratikleştirme planı” ve 1945-1953 arası dönemde parti-devlet-toplum ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi çalışmalarıyla ilgili önemli yeni veriler açığa çıkmış durumda. Bu verilerin hala bütün boyutlarıyla netleşmediği görülüyor. Ki arşivlere dayalı yapılan ve yapılacak çalışmaların dikkatle izlenmesi gerekmektedir. Açığa çıkan (ve çıkacak olan) verilerin değerlendirilmesi, parti ve devlet içerisinde sürmekte olan sınıf mücadelesinin gerçeklerine ışık tutacağı açıktır. “Arşiv bilgisi”, “arşiv verisi-belgesi” olarak yayınlanan ve yayınlanacak veriler, tek yanlı değerlendirmelerden uzak, eleştirel ele alınmalıdır.

Gelişen üretici güçlerle geride kalan üretim ilişkiler arasındaki çelişkinin çözümü güncel yakıcı bir soruna dönüşmüştü SSCB’de. Stalin bu olgunun altını çizer. Bu gerçeği Stalin, parti içi tartışmalarda açıklıkla dile getirir. Ortaya çıkan burjuva revizyonist teorik sapmalara, politik eğilimlere karşı etkin mücadele yürütür. Çözüm yollarını büyük bir açıklıkla ortaya koyar. (Bkz. “Son Yazılar”.) Stalin’in ölümüyle, iç ve dış politikada önerilen proleter sosyalist politikalar tersyüz edilerek, uzlaşmaz karşıtlığı temsil eden, tam tersi politikalar uygulan. İlk tasfiyeci adımlar, 1953-1956 arası kesitte atıldı. Bu geçiş süreci yeni tip küçük burjuva katmanın da kastlaşmayla, iç tasfiyelerle vs. birlikte yükseldiği; iktidarı ele geçirme yönelimin güçlendiği bir kesitti. Çözümün, modern revizyonist karşı devrim eliyle ileriye doğru değil, geriye giden müdahalelerle darbelendiği, önlendiği gerçeğinin altı çizilmelidir. Böylece toplumsal üretici güçlerle sosyalist üretim ilişkileri arasındaki zorunlu uygunluk yasası bozuldu; üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki çelişki ve çatışma keskinleşti ve Kruşçevciliğin iktidarıyla uygulanan programla birlikte sosyalist üretim ilişkileri tasfiye edilmeye başlan; bu olgunun doruk noktasını ise Brejnev dönemi oluşturur...

Tabii ki bu tablo tam değildir ve ayrıca başlı başına ele alınması gerekir. Bu konu “SSCB’de Kapitalizmin Restorasyonu, Sosyalizmin Sorunları, Tarihi Dersler” (2011, Akademi Yayın) kitabımızda incelenmiştir. Bu çalışmalar tarafımızdan geliştirilmeye devam edilmektedir.

Lenin'in dediği gibi, "çünkü tarihin bazen geriye doğru dev adımlar atmadan pürüzsüz ve biteviye ilerlediğine inanmak diyalektik değildir, bilimsel değildir, teorik açıdan yanlıştır." Yine Lenin'in vurguladığı gibi, "Bilim ise hatalar ve yenilgiler olmadan öğrenilemiyor." Sosyalizmin tarihsel deneyimleri üzerine yapılan tartışmalarda bu gerçeklerin kavranmaması, tasfiyeci revizyonist yönelimleri meşrulaştırır sadece. Kapitalizmden komünizme geçiş süreci, SSCB’nin ve sosyalist kampın tasfiyesinin tarihsel öyküsünden çarpıcı bir tarzda gördüğümüz gibi, karmaşık, çapraşık, yalnız görkemli başarı ve kazanımları değil, aynı zamanda ağır yenilgileri de içerisinde taşıyan bir tarihsel süreçtir. Sosyalizmin zaferleriyle ve yenilgisiyle belirlenen yükseliş ve düşüş aşamaları bu gerçeğin altını çizerek, bizlere ağır bir tarihsel ders vermiştir. Ki önemli olan da sürecin eleştirel dersleriyle silahlanabilmek ve bu silahı proletaryanın dünyayı değiştirme eyleminde başarıyla kullanabilmektir. Türkiye ve Kürdistan proletaryası adına bu görev henüz hakkıyla yerine getirilmiş değildir. Acı ama gerçek. Sürüm sürüm sürünen bir “irade”yle komünist hareket, bu gereksinime yanıt verememiştir. Veremediği için ağır yapısal bunalımı aşırı yıpratmaya devam etmektedir. Bu önderlik anlayışı ile, çalışma tarzıyla yaşanan kapsamlı ve derin krizinılamayacağı zaten açıktır; açıktır diyoruz ama ne yazık ki, dar bir kesim hariç, bu sorun hala kavranabilmiş değil; hala burnundan kıl aldırmayan “başarılı önderlik” vs. üzerine yapılmaya devam edilen “analiz”lerle oyalanmaya devam etmekteyiz... Aslında bu durumun “kızıl bürokrat” tipiyle, teori ve pratiğiyle çok derin ve güçlü bağları vardır. SSCB deneyimi ışığında kendi gerçeğimizi okuduğumuzda bu olguyu görmemek için kör olmak gerekir ve bu körleşme, Marksist-Leninist ideolojik reflekslerin ve ilkesel duruşun ağır bir tarzda aşınmasıyla, gerilemesiyle iç içe gelişmektedir. Burada ideolojik-teorik tasfiyecilik baş köşede oturmaktadır. İdeolojik tasfiyecilik, komünist programdan kopuş, “kızıl bürokrat” zihniyet ve tipe olağanüstü imkanlar sunmakta, kızıl bir örtü görevi görmektedir; bu olgu, nesnel gerçeğimizi oluşturmaktadır. “Kızıl bürokratlaşma” sürecinin SSCB’yi nereye getirdiği bizce açıktır...


SBKP 20. Parti Kongresi, 1956 yılında toplandı. Kruşçev ve Mikoyan önderliğindeki revizyonist bürokrat burjuvazi, Stalin’in ölümünden sonraki süreci etkin bir şekilde değerlendirdi. 53–56 yılları arası bir geçiş sürecidir. “Kruşçev’in Anıları” da bu gerçeğe tanıklık yapmaktadır. Bu süreç kızıl maskeli karşı–devrimin yeni döneme henüz ihtiyatlı ama etkin hazırlandığı, güç biriktirdiği, mevzilerini geliştirip pekiştirdiği, her bakımdan devrime, sosyalizme, proletarya diktatörlüğüne, Marksizm–Leninizm’e ve proletarya enternasyonalizme karşı azgınca saldırıya geçmek üzere son hazırlıklarını yaptığı süreçti. Bu kesit, bir yandan Kruşçev’in revizyonist burjuva rakiplerini, öte yandan Lenin–Stalin çizgisine bağlı kalanları kitlesel olarak tasfiye etmeye yöneldiği bir tarihsel kesitti. Ve bu süreç, tepe noktasına SBKP 20. Parti Kongresiyle ulaştı ve Kruşçevizm açık zaferini ilan etti.

Khruşov'un gizli konuşması, kısa sürede, SSCB hariç her tarafa yayılmıştı ve aslında anti-Sovyet Batı propagandasının tezlerini İktidarın Zirvesinde haklı çıkarıyordu. “ (Y. Yemelyanov, Stalin İktidarın Zirvesinde, s. 560)

Bu kara propaganda metninin, önce CIA’nın eline geçtiğini ekleyelim buraya.

Kruşçev’i dinleyelim.

GARİP bir durum vardı ortada. Stalin ölmüş ve gömülmüştü ama, Beria’nın tutuklanmasına kadar Stalinci politika hâlâ yürürlükteydi. Her şey eskisi gibi devam ediyordu.” (Kruşçev’in Anıları, C. I, s. 425)

Aslında ortada “garip bir durum” yok. Beria’nın tutuklanması, günah keçisi haline getirilmesi, Kruşçevci kliğin ve destekçilerinin bir tasfiye operasyonuydu. Değişim, daha Stalin’in cesedi yerdeyken başlatılmıştı. “Anılar” daki itiraflardan da bunu görmekteyiz. “Her şey eskisi gibi devam” etmiyordu...

1956’ya kadar, bizi halk düşmanlarının avlanması sırasında saran isterinin psikolojik sonuçlarından kurtulamadık. Stalin’in yarattığı hayalle çevremizin düşmanla sarılı olduğunu, onlara karşı savaşmamız gerektiğini, teorilerin haklı gösterdiği ve Stalin’in uygulamaya koyduğu yöntemleri izleyerek sınıf mücadelesini şiddetlendirdiğimizi ve Devrimin kazandırdıklarını sağlamlaştırdığımızı sanıyorduk.” (s. 426; aksi belirtilmedikçe, alıntılar “Anılar” kitabından yapılmıştır.)

Sanıyorduk” ifadesi gerçeği çarpıtmanın, Kruşçev’i, Kruşçevci kliği, Kruşçevizmi/Kruşçevci karşı devrimi gizlemenin ve kurtarmanın çirkin manevrasıdır. Kruşçevci karşı-devrimin bilakis kendisi, sosyalizmde sınıf mücadelesinin yumuşamak bir yana yeni ve daha karmaşık biçimler alarak keskinleşerek sürdüğünün; proletarya diktatörlüğünün/demokrasisinin iç ve dış düşmanlar tarafından kuşatıldığının ve tasfiye edilmek istendiğinin açık ve çarpıcı kanıtıdır. Burada Stalin’in “hayali”, “çarpık” değerlendirmelerinden bahsetmek sadece demagojidir. Şu ünlü “Soğuk Savaş” stratejisinin içeride ve dışarıdaki rolü, SSCB’de sınıf mücadelesinin yumuşadığının, gereksizleştiğinin, sonlandığının ifadesi olarak okunamayacağı açık değil mi? Bilakis Kruşçevizmin kendisi Soğuk Savaş’ın ve emperyalist baskının da ürünü olduğu açık değil mi? Stalin’in emperyalist kampla sosyalist kamp arasında bir savaşın kaçınılmaz olduğu analiz ve vurgusu çağımızın, o dönemin tarihsel konjonktürünün doğru okuması olduğu açıktır. Kruşçevlerin kendileri üzerinde hissettikleri baskı ise, ihanetlerine karşı, Stalin’in ve sosyalizmin devrimci baskısının ifadesinden başka bir şey olmadığı da açıktır...

Bundan sonra Beria’nın tutuklanması ve soruşturması başladı. Bizlerden gizlenen ve o kadar ölüme yol açan gizli bir mekanizmanın açıklanması karşısında dona kaldık.”

Düpedüz yalan. “Baskı dönemi”nin öne çıkan figürü Beria değil, Yagoda, Yejov, Tuhaçevsky, Yenukidze gibilerdi; keza kariyerist ve “klan”cı kesimler gibi kızıl terörü yolundan saptırarak terörü proletarya diktatörlüğüne ve Stalin’e, partiye karşı kullanan Troçkist-Buharinist bloğun ve güç peşinde koşan, mevkilerini kaybetmemek için şiddetle direnen klanların adamlarıydı. Kruşçev haini, “zorba ve mutlak tanrısal iktidarını kurmuş” Stalin imajı yaratmakta, kendisini ve kendisi gibi hainleri her şeyden habersiz masum(lar) olarak pazarlamaktadır. Kruşçev, Beria’yı, Stalin’i, Stalin önderliğindeki sağlam Bolşevikleri alçakça suçlarken, o dönem terörü yolundan saptırarak ağır yıkımlar yaratan Yagoda’yı, Yejov’u tertemiz ve masum kurbanlar olarak ilan etmişti.

Ayrıca vurgulamak isteriz ki, Beria’nın öne çıktığı/çıkarıldığı dönem, kızıl teröre son verildiği, yüz binlerce insanın hapishanelerden ve kamplardan serbest bırakıldığı, itibarlarının iade edildiği dönemdir. Bilakis Kruşçev tarafından kurdurulan ünlü “Pospelov Komitesi Raporu” bunu doğrulamaktadır; buna göre, Beria’nın İçişleri Bakanı olmasıyla, “1939-1940 yıllarında yapılan tutuklamaların sayısı, 1937-1938 yıllarında yapılan tutuklamalara oranla yüzde 90 azaldı.”

106. Beria’nın yönetiminde, çok sayıda NKVD görevlisi ve birinci sekreter, binlerce idam ve sürgünden sorumlu tutularak yargılandı ve çoğu, masum insanları idam etme ve tutuklanan insanlara işkence yapma suçlamasıyla idam edildi. Bu işkence yapan polis memurlarının bir kısmının yargılanmalarına dair tutanaklar yayımlanmış bulunmaktadır. Yargılanan, hapsedilen, sürgüne ya da kamplara gönderilen birçok kişi serbest bırakıldı. Beria, söylendiğine göre, daha sonra ‘Yezhovshchinanın tasfiyesi’ni ilan etmiş olduğunu belirtti. Stalin, uçak tasarımcısı Yakovlev’e, Yezhov’un çok sayıda masum insanın öldürülmesindeki sorumluluğundan dolayı idam edildiğini söylüyordu. (Lubianka B, no 344, 363, 375; Ubiystvo 637; Yakovlev) ( G. Furr, Stalin ve Demokratik Reform Mücadelesi)

Bu bilgiler pek çok kaynak tarafından da doğrulanmaktadır. Benimsenen yeni politika, SBKP MK ve Politbürosu’nun aldığı kararlara dayanıyordu.

Elbette ki Kruşçev ve Kruşçevciler bu kararları ve sonuçlarını çok iyi biliyorlardı ama Kruşçevcilere bir günah keçisi gerekiyordu, bu da, iktidar mücadelesi veren Beria oldu ilk aşamada. Beria araçsallaştırılarak anti-Stalinciliğe giden yol döşendi aynı zamanda.

I. Deutscher’in “Beria’nın suçlanması üstü kapalı biçimde Stalin’in suçlanması anlamına geliyordu ve doğrudan bu sonuca götürdü. Sanki günah keçisi, gerçek ve baş günahkarı uçuruma sürüklemek için geri dönmüştü. Ötekileri de sürüklemekle tehdit ediyordu.” (Tarihin İronileri, s. 51, iba., Belge Yayınları) sözleriyle bu gerçeği dillendirmektedir.

Beria

Fakat Beria’nın dâvasında gözlerimiz açıldığı halde, bu işlerin arkasında Stalin'in olduğuna inanamıyorduk. Bir süre Partiye ve halka olup biten hakkında yalan yanlış bilgi verdik; herşeyi Beria'nın üzerine attık. Bu iş için biçilmiş kaftandı. Stalin’i korumak için elimizden geleni yaptık. Bir suçluyu bir katili —bir kütle katilini— korumakta olduğumuzun farkında değildik! Tekrar ediyorum, 1956'ya kadar Stalin’e uşaklık etmekten kurtulamadık.”

Beria örneğinin sahtekarca kullanıldığı çok açık. Kruşçev’in açıklamaları da göstermektedir; ki, 1953-1956 arası dönem bir geçiş dönemidir; Stalin’i vurmak, gözden düşürmek, 20. Parti kongresi ile politik iktidarı ele geçirmek için hazırlığın ve manevraların yapıldığı bir dönemdir. Beria meselesi böyle yaratıldı ve Beria adı altında Stalin, revizyonist tasfiyeci saldırının hedefi haline getirildi ya da bu hedefle Beria araçsallaştırıldı. Bu girişim, parti ve kamuoyunu da hazırlama karşı devrimci girişimin ifadesiydi. Kruşçev haininin “Bir süre Partiye ve halka olup biten hakkında yalan yanlış bilgi verdik; herşeyi Beria'nın üzerine attık.” açıklaması Beria’nın bilinçli olarak günah keçisi haline getirildiğini açıklıkla ortaya koymaktadır. Beria’nın tutuklanıp idam edilmesinin gerekçesi açıklanırken öne sürülen, “bir şey bilmiyorduk”, ”Stalin’i korumak için elimizden geleni yaptık.” sözleri aşağılık bir demagojiden ibarettir. Beria meselesi Stalin’i korumak için değil, bir rakibi tasfiye etmek, yol açmak ve politik hedefleri olan proletarya diktatörlüğünü tasfiye ederek yeni tip burjuvazinin iktidarını kurmak (“Stalinsizleşme”) hedefiyle bağlı bir operasyondu.

Beria’nın darbeci bir tarzda tutuklanması, yargılanmadan kurşuna dizilmesi, bir dizi gerçeğin açığa çıkmasını önlemek için yapılan haksız bir operasyon olduğu çok açıktır. Molotovların da Beria meselesinde suç ortaklığı yaptığı açıktır. Her ne kadar Molotovlar “anti-Stalinizm”e karşı çıktıysalar da, çok temel sorunlarda modern revizyonist karşı-devrime önemli gerici hizmetlerde bulundular. Molotov’un yaptığı açıklamalardan (bkz. Feliks Çuyev, Molotov Anlatıyor. Yordam Yayınları.) bu gerçeği görebilmekteyiz. Enver Hoca’nın “Kruşçevciler” kitabının her okuyucu tarafından incelenmesini ısrarla öneriyoruz. Hoca, hem modern revizyonist karşı devrimin Stalin dönemine uzanan ve gelişen köklerini ve zaaflarını hem de Molotovların Kruşçevci karşı devrimle uzlaşan zaaflarını ortaya koymada önemli tahliller yapmaktadır. Molotovların Stalin sonrası döneme herhangi ciddi bir hazırlığının olmadığını; Kruşçevci kliğin niteliğini, manevralarını, “savaş hileleri”ni ve olası sonuçlarını anlayamadıklarını, uzlaştıklarını da bilakis kendi açıklamalarında öğrenmekteyiz. Molotov, Kaganoviç, Malenkov, Voroşilov’ların önce görevlerinden alınması, sonra partiden atılması; özellikle 1961 yılında yapılan parti 22. Kongresi’yle Stalin’e atılan iftiraların aynısına maruz kalmaları, aynı zamanda kendi zaaflarının, modern revizyonist karşı devrimle uzlaşmalarının sonucudur.

Bilmeden “Bir suçluyu bir katili —bir kütle katilini— korumakta olduğumuzun farkında değildik! Tekrar ediyorum, 1956'ya kadar Stalin’e uşaklık etmekten kurtulamadık.” diye yazmış Kruşçev.

Kuşkusuz sürüngenler gibi Stalin önünde secde eden Kruşçev, onun ölümü ile, bir sırtlan, bir tilki, aç bir kurt, sinsi bir yılan olduğunu ortaya koydu. Bu açık. “Anti-Stalinizm”, “de-Stalinizasyon”, “Stalinsizleştirme” Kruşçevizmin program ve hedefiydi. Bu program Stalin’in öldüğü gün hemen yürürlüğe girdi ve iktidarı ele geçirme strateji ve taktikleri 1956’ya kadar adım adım yaşama geçirildi. “Kitle katili”, “katil Stalin” propagandası ise, Hitler’in, Troçki’nin, Batılı emperyalistlerin, Soğuk Savaş propagandasının Kruşçev ve Kruşçevizm eliyle, üstelik daha yıkıcı tarzda sürdürülmesini temsil etmekteydi. Bu propaganda, Kruşçevizmin Marksizm-Leninizm, enternasyonalizm, devrim ve sosyalizm düşmanlığının açık ve çarpıcı somutlaşmasıydı. “Soğuk Savaş” ile Kruşçevci modern revizyonist burjuva karşı devrim arasındaki ilişkiyi gözden kaçırmak; Kruşçevciliğin aynı zamanda “Soğuk Savaş”ın ürünü olduğunu görmemek körlük olur.

1946’da Moskova’da ABD elçiliği görevlilerinden Kennan’ın önerdiği politika, “Uzun vadeli, sabırlı ama katı ve müteyakkız kuşatma” politikası iç ve dış sac ayağıyla birlikte ABD politikasına dönüşür. Kennan raporunda, her cepheden kuşatma ve baskı politikasının, “ABD, Sovyetler Birliği’nin yaşam koşulları üzerindeki ‘baskıları çok büyük ölçüde dayatırsa ... ancak Sovyet gücünün kırılması ya da tedrici olarak aşınmasıyla çıkış yollarını bulacak eğilimleri harekete geçirmiş” olacaktır vurgusunu yapmaktadır.

Nitekim Soğuk Savaş saldırısının baskı ve desteğiyle, bu eğilimler Stalin’in ölümüyle, geçmişte birikmiş zaaflar üzerinden harekete geçmeye başladı... Raporda geçen, “Sovyet gücü ... kendi çürüyüşünün tohumlarını taşımaktadır.” saptaması dikkat çekicidir. Bu sözlerde dile gelen şey, burjuvazinin sınıf iç güdüsü ve keskin bilincidir. ABD’nin SSCB’deki gelişmeleri, sistemin güçlü yanları kadar zayıf yanlarını da kavrayabildiğini görüyoruz.

Truman Doktrini” ile anti-komünist saldırı, baskı, kuşatma, sızma politikası resmileşir ve Soğuk Savaş strateji ve taktikleri her cephede pratikleşir...

Esinhower’e sunulan CIA faaliyetleriyle ilgili bir rapor ‘Soğuk Savaş oyunu’nu şöyle nitelemekteydi: ‘Bu oyunda kural yok. Şimdiye kadar kabul edilmiş insani davranış normları geçerli değil.’ “ (Alıntılar Haluk Gerger, Canavarın Ağzında, ABD Komünist Partisi Tarihi, 1919-1959, C. III, Çürüme ve Çözülüş, s. 234, 235, 236, Yordam Kitap, iba.)


Ayrıca yukarıdaki değerlendirmesiyle Kruşçev Beria’ya karşı yürüttüğü iktidar mücadelesi gerçeğini manipüle ediyor. Oysa Kruşçev, “Anılar”ında, Beria’ya ayırdığı bölümde, Beria’yı tasfiye eden komplonun ele başısı olduğunu ayrıntılı anlatıyor.

Açık dâvalara katılmış olan bu kardeş Parti temsilcilerini yalancı çıkarmamak için Buharin, Zinoviev, Rikov ve diğerlerinin itibarlarını iade etmeyi süresiz olarak erteledik. Bu kararımızın hatalı olduğunu şimdi anlıyorum. Herşeyi açıkça söylemek daha iyi olacaktı. Cinayet, nasıl olsa ergeç ortaya çıkar. Bu tür şeyler uzun süre gizli tutulamaz.” derken Kruşçev, bir kez daha yalan söylemektedir. 1930’ların mahkemeleri ve kararları Kruşçevizm tarafından mahkum edildi. Kruşçevizmin söz konusu mahkemelerin “düzmece” ilan edilmesi, “Stalin’in komplosu”na, “sahte gerekçelere” dayandığı kararı Kruşçev’in sahtekarlığının kanıtıdır. Böylece cezalara çarptırılan sanıkların “itibar”ı fiilen ve “yarı-resmi” olarak iade edildi. O gün için güçler dengesinin elvermemesi nedeniyle revizyonist burjuvazi onları resmen masum ilan edememiştir. Bu resmi aklama (bazı isimler hariç) ancak 1989-1991 sürecinde yapılabilmiştir. Aynı soydan olanların birbirini aklamasında anormal bir şey yoktur. Tıpkı Troçki gibi, tıpkı “Kruşçev, Komünistlerin yarım yüzyıldan fazla bir süre karşısında yerlere serildikleri, görkemli, gaddar, kaprisli, hastalıklı, insan kılığındaki canavarı partinin önünde teşhir etmiş oldu” diyen (Tarihin İronileri, s. 12) Deutscher gibi. Öğretmeni Troçki olan Deutscher’in Kruşçev’i övmesiyle, öğretmeni Troçki olan Kruşçev’in Robespierre’ı, pardon Stalin’i aynı nitelemelerle mahkum etmesi anlaşılırdır.

Kruşçev partiye 1918 yılında katılır ve bir süre sonra Troçki ile birlikte hareket eder, yani Kruşçev eski bir Troçkisttir. Onun daha sonra “Stalin safları”na geçişi, partide giderek yükselmesi, sonra MK’da yer alması, Troçkist geçmişine karşın partinin güvenini kazanabildiğini gösterir. (Bu olgu, Troçkistlerin “Stalin her Troçkisti, Troçkizmle ilişkilenmiş, Troçki’ye uzaktan bile selam veren her kişi idam etti” yalanını da açığa çıkaran bir örnektir.) Molotov’un, Kaganoviç’in, Benediktovun Kruşçev’in “Bolşevik maya”ya sahip olmadığını vurgulamaları dikkat çeken bir noktadır. Stalin’in ölümünden sonra Kruşçev’in hızla aradan sıyrılarak öne çıkması, Stalin sonrası döneme hazırlık yapanlar içerisinde en örgütlü, en hazırlıklı olanın Kruşçev ve kliği olduğunustermektedir.

Deutscher, “Kruşçev hayatının sonuna doğru Lenin’in Stalin ile ilişkileri hakkında Trotsky’in yaptığı değerlendirmelerin her ayrıntısını doğrular.” (Agk., s. 10, iba.) derken gerçekte Kruşçev’in anti-Leninist, anti-Sovyet karakterini dile getirmiş olmaktadır. Kruşçev, Marksizm-Leninizm’e, Stalin’e karşı Troçkist iftiraların, kara propagandanın bütün argümanlarını kullandı; üstelik yeni yalanlarla süsledi. Ayrıca dikkat çekmek isteriz, Deutscher bilinçli bir demagoji ve manipülasyon yapmaktadır, çünkü Kruşçev, partiye 1918’de katılan biri, dolayısıyla Lenin’in Stalin ile ilişkileri hakkında Trotsky’in yaptığı değerlendirmelerin her ayrıntısını doğrular.” saptaması saçmalıktır. O gün, Kruşçev’in bunları, hele de ayrıntısına kadar bilmesi olanaklı değildi, çünkü pozisyonu da “ayrıntıları” bilmesine izin vermemekteydi ama o, o zamanlar bir Troçkistti. Deutscher, Troçkist yöntemi kullanmakta, olmayan bir şeyi varmış gibi göstererek Troçkizmi aklamaya çalışmaktadır. Kruşçev’in yalanları Troçki’den devralınmış yalanlardı ve Troçki’nin, Troçkizmin yalanlarını ve dedikodularını tekrarlamakla, sadece Troçkist yalanları tekrarlamış olmaktadır ve bu yalanları gerçekmiş gibi sunan da Troçki’ydi. Deutscher, Kruşçevci karşı-devrimin sahtekarlığını, demagojilerini Troçkizme payanda yapmak peşinde ve bu, çok açık.

Deutscher, Kruşçev’in konuşmasını değerlendirirken, “Daha sonra Kruşçev, Troçkistlerin, Buharinistlerin ve sözde burjuva milliyetçilerinin, hataları ne olursa olsun halk düşmanı olmadıklarını; onları yok etmek gerekmediğini; partinin ‘Leninist birliği’ karşısında değil de, Stalin’in despotluğun karşısında ‘başlarının ezildiği’ni söyleyerek devam eder...” derken, bu sözlerle, Kruşçev’in Troçki’yi, Buharin’i, 1930’lu yıllarda yargılanan ve cezalandırılan hainleri nasıl akladığını da göstermektedir. Deutscher’in, söz konusu mahkumiyetlerin bir aklama olduğunu saptaması doğrudur. Kruşçev’in daha ileri gidememesinin ise nedenleri vardı...

Kruşçev, 20. Parti Kongresi hakkında şu değerlendirmeyi yapar.

Fakat bu bir tek yanlışa rağmen Yirminci Parti Kongresi büyük bir iş başarmıştır. En büyük başarısı, Partiyi Stalincilik hareketinden temizlemek ve ülkemizin en iyi evlâtlarının uğruna çarpıştığı Leninci yaşama ‘norm'ları Parti içinde yerleştirmek olmuştur.

Leninci yaşamı yok eden Kruşçev’in yazdıkları bunlar işte.

Troçkistler, Kruşçevizmi büyük bir heyecanla karşıladılar, sahiplendiler, teşvik ettiler, kendilerini doğruladığını söylediler. Haklıydılar. Kruşçev bilakis SBKP’nin içinden en tepelere yükselerek gelen biriydi; dolayısıyla kara propagandadan ibaret yalanlarının, iftiralarının, tahrifatlarının, içeride ve uluslararası alanda etkili olması için “yeterli” nedenler vardı...

Isaac Deutscher’in ”Tarihin İronileri”, “Bitmemiş Devrim” gibi kitapları, tarih ve teorinin, sosyalist tarihsel deneyimin alabildiğine tahrif edilerek, sözde “eleştirel” perspektiften Kruşçev’i, Kruşçevizmi nasıl savunduğunun, propagandasını yaptığının belgeleridir. Fütursuzca Kruşçev’in Stalin’in ideolojisiyle bir sorunu yoktu.” diye yazan Mehmet İnanç Turan gibi Troçkistler, Marksizm-Leninizm ile Kruşçevizmi aynılaştırarak yalnızca Leninizm düşmanlığı yapmamakta, dahası anti-komünist propaganda yapmaktadırlar. “Leninsizleştirme”, “Stalinsizleştirme” Troçkizmin de Kruşçevizmin de ortak özü, ana hedefi; program ve eylemidir. Ana şiarları, “Kahrolsun Stalin!”, “Kahrolsun Stalinizm!”, “Yaşasın Stalinsizleşme!”dir. Marksizm-Leninizm, proletarya diktatörlüğü, sosyalist toplum, proletarya enternasyonalizmi düşmanlığı, komünizm vb. kılıfına bürünmüş kapitalizm savunuculuğu iki akımı da belirlemektedir. Bu iki kardeş teori ve pratiğin içeriği olağanüstü derece birbirini tamamlayarak/üst üste binerek uluslararası proleter devrime karşı saldırı harekatı olarak tarihi rolünü oynadı...


Durumumuzun ne kadar sahte olduğunu 1955 yılında Yugoslavya’ya gidip Yoldaş Tito ile konuşunca anladım.” diyor Kruşçev.

Demek ki Kruşçev’in bir hocası da, Leninizm, Stalin ve SSCB düşmanı ve Yugoslav devrimini İngiliz ve Amerikan emperyalizmine satan Tito’dur. Titoizme itibarını iade eden de Kruşçev’dir. Titoizm, iktidarda olan modern revizyonizmin ilk örneğidir. Kruşçevciliğin Tito önünde diz çöküşünde anlaşılır olmayan herhangi bir şey yok. Uluslararası Komünist Hareket’ten (Kominform) atılan Tito’ya ve Titoizme itibarını iade eden de Kruşçev ve modern revizyonist karşı devrimcilerdi. Ne de olsa sınıf kardeşleriydi ve dünya burjuvazisinin sınıfsal kardeşliğiyle devrimi, sosyalizmi tasfiye edebilmek için birlikte olmaya ve yürümeye gereksinmeleri vardı...

Tito

James Klugmann, “Troçki den Tito’ya, Günümüz Titocuların Rolü ve Taktiklerikitabında şunları yazar:

Tito'nun İngiltere'deki lider borazancılarından biri olan Bay K Zilliacus, Tito'nun politikasında ve Tito'nun Yugoslavya pratiğinde yaptığı ‘Komünizm in Yeni bir çeşidi’ - kesin bir şekilde onayladığı bir ‘komünizm’ türünü keşfetti. Amerika’daki bütün sağ kanat, Hearst basını, New York Herald Tribune, Wall Street Journal, İngiltere'nin sağ kanat basını, The Times'tan Daily Telegraph'a kadar hepsi, Sovyetler Birliği'nden çok farklı olarak gördüğü, ve çok fazla tercih ettiği bu ‘yeni komünizm türü’ne, seslerin yer alması ve alanın genişlemesi için destek sesini verdi.” (Çeviri Erdoğan A., Marksist Leninist Teorik Yazılar Arşivi)

Tito ve YKP, devrimin zaferinin ardından İngiliz ve ABD başta olmak üzere Batı emperyalizminin safına geçti. “Anti-Stalinizm”, “Stalinsizleşme”, “Stalinsizleştirme” Titocu modern revizyonizmin ideolojisi oldu. Titoizme göre, Stalin Leninizm’e ihanet etmiş, totaliter bir diktatörlük kurmuştur vs. Troçkist, sosyal demokrat, emperyalist suçlamalar ve demagoji Titoizmin burjuva milliyetçi çizgisi haline geldi. Bu, emperyalist çevrelerin dile getirdiği gibi, “yeni komünizm türü”ydü; komünizmi “komünistler eliyle komünistsizleştirmek” için Tito’dan, Titoizmden daha iyisi bulunamazdı. Böylece emperyalist ve Troçkist anti-komünist savaşta Titoizm, Stalin’e, SSCB’ye, sosyalist kampa karşı ideolojik ve politik bir saldırı gücü olarak etkince kullanıldı. Batı sermayesinin Yugoslavya’ya akması da bunun ödülü oldu.

Tarihsel deneyimin kanıtladığı gibi, emperyalizm ve gericilik, Marksizm-Leninizme, proletarya diktatörlüğüne ve proleter devrime, sosyalist inşaya, proletarya enternasyonalizmine karşı, “yeni komünizm” arayışında oldu. Bu arayışın nedeni, içinde burjuvazinin gizlendiği “yeni komünizm”le bilimsel komünizmi vurmak, yıkmaktı. Troçkizmin, Titoizmin, Kruşçevizmin, Avro-komünizmin, “post-Marksizm”in uluslararası sermaye tarafından alkışlanmasının, kışkırtılmasının, teşvik edilmesinin, maddi ve manevi olarak bir birleşik cephe halinde hareket edilmesinin nedeni de budur. Bu politika, “komünistler eliyle komünizmi komünistsizleştirmepolitikasıdır. Özellikle 1945’ler sonrası bu politika başarıyla da uygulandı... Ve bu politikanın en başarılı uygulayıcısı da Kruşçev (ve ardılları) oldu.

Daily Herald (28 Nisan 1950) raporunda, 'Tito, Batı'ya Döndüğünü Söylüyor' başlığını koydu ve  bunu 'Batı'ya en uzlaşmacı konuşması' olarak nitelendirdi. 29 Nisan 1950'de Alexander Werth, Manchester Guardian da Tito'nun bir önceki gün düzenlediği basın toplantısında şu sözlerle bildirdi:

Tito, Batı’nın hiçbir politik baskısı olmadığını belirtti. Bütün olarak, Batı ile ekonomik bağların gelişmesinin, Cominform un (“Stalinist” Enformasyon Bürosu-bn.) boykotunun yol açtığı zararları, ekonomik olarak karşıladığını söyledi ... (Agk)

Burada Titoculuk hakkında sadece kısa bir hatırlatmada bulunmakla yetiniyoruz ve geçiyoruz.

Troçkizm, Titoizm, Kruşçevizm, aynı çağda yer alan, sosyalizme karşı kapitalizm yolunun temsilcileridir. Hepsinin de ortak ideolojisi anti-Stalinizmdi. İnanacak olursak ortak ideolojileri de Leninizm’di. Her biri, her akım, kendi sınıfsal, tarihsel rolünü oynadı. Deutscher’in bu saflardan Marksizm-Leninizm’e, proleter devrime ateş etmesi de karmaşık bir sorun değildir; o da rolünü oynamaktadır. Kruşçevcilik ve ardılların resmi olarak, açıkça “Yaşasın Troçki ve Troçkizm!”, “Troçkizm çağımızın Marksizmidir”, “Troçki Ekim Devrimi’nin lideridir”, “Lenin Troçkistleşmiş Leninizmdir”, “Lenin’in lideri Troçki’dir” vb. demedikleri ve deme şansları olmadığı için, sınıf kardeşlerini (yeni tip burjuvaziyi) “Stalincilikten yeterince kopuşamamakla”, “neo-Stalinist olmakla” vs. suçladılar; bir de bu iğrenç demagoji aracığıyla Stalin’e ve dünya devrimine saldırdılar; tabii ki bir de bununla birlikte “Allah aşkına gelin iktidarı size devredeceğiz, ısrar ediyoruz, size yalvarıyoruz; gelin önünüze kırmızı halılar sererek sizleri Kremlin Sarayı’na kadar kendimiz götüreceğiz; bizi siz yargılayın, bu sizin tartışılmaz hakkınızdır” vs. demedikleri ve artı, “SSCB’yi ABD ve NATO’ya teslim edeceğiz, yeter ki siz mutlu olun” demedikleri için yeni tip burjuvaziyi “Stalincilik”le, “neoStalinistlik”le, “demokrasi karşıtı” olmakla da suçlayıp saldırdılar. Mesele buradaydı, buradadır Troçkistler için. Troçkist utanmazlık hiçbir zaman sınır tanımamıştır ağababaları burjuvazi gibi. Şu revizyonist/kapitalist sistemin çözülerek yıkılış sürecinde Mandel’in, IV. Enternasyonalin, Troçkizmin Gorbaçovların, Yeltsinlerin eylemlerini “anti-bürokratik politik devrim” olarak sunup nasıl sevinç çığlıkları ile desteklediklerini ve her cephede suç ortaklığı yaptığını bilmeyen fazla insan kalmadı. Dünyanın gidişi üzerinde derin alt-üst oluşlara yol açan bu yıkılış, Troçkizmin Batı ve Amerikan emperyalizmi yandaşlığına da çarpıcı tarzda ışık tuttu... Her zaman akılda tutulmalıdır: Troçki ve Troçkizm çift karaktere sahiptir. İçi burjuva, dışı “Leninist”, “enternasyonalist”. Troçkizmin çiftte karakteri, çift anlamlı söylemi ve gerçeği kavranmadan, Troçkizm anlaşılamaz, deşifre edilemez. Troçkizm bu konuda profesyonelleşmiş bir akımdır.

Kruşçev’in, “Stalinizmin temeline dinamit” koyduğunu; “Rus işçi sınıfının bastırılmış eski sosyalist geleneği”nin (siz bunu Menşevizm, Kautsky, Troçkizm, Buharincilik vb. olarak okuyun) “Kruşçev sayesinde Stalinizm’den uzun süre ertelenmiş, şeytanca bir öç aldı”ğı; 20. Parti Kongresi’nin “Stalin hakkında bir iddianame” olduğunu; “Kruşçev ve ortaklarına ne söylenirse söylensin, Stalin’e indirilen darbe taktik manevradan ve kendisini selefinin değerine yükseltmek isteyen bir diktatörün hareketinden daha fazla şey bir şey” olduğunu; “Kruşçev’in sadece Stalin’i değil, Stalinizm’i de, sadece tek bir adamı değil, onun yönetimini de teşhir etti”ğini, “Stalinist hizibin davasını yok ettiği”ni; “20. Kongre bu görüşü alkışlarken Stalin’in miras bıraktığı terörist sistemini dağıttı”ğını; ”Stalinizm’den kopuş”un “Sovyet hareketinin ve düşüncesinin her yönünde hissedildiği”ni, iç ve dış politikada, eğitimde felsefe yazınında; tarih araştırmasında ve gerçekte Sovyet hayatının bütün atmosferinde” gerçekleştiğini; “Stalin’in mirası olarak bıraktığı otokratik hükümet sistemini” dağıttığını; “dip akıntısı”nın yeryüzüne çıktığını; “Otuz yıldır süren totaliterizmden” kopuşularak henüz tamamlanmamış olmakla birlikte, “Stalinizm’in köklendiği toplumsal geriplan”ın “büyük çapta dönüştürüldü”nü; “Stalin kültü ölmüştür; fakat Lenin kültü (putlaştırma, tanrısallaştırma bn.), öz ve biçim bakımından daha akılcı olsa da, politik düşünceyi karartmaya devam et”tiğini (siz bunu Leninsizleştirmede başarısızlık diye okuyun. Oysa Kruşçevizm zaten Leninsizleşmedir-bn.); Kruşçevizmle “Sovyetler Birliği”nin “eşitlik ve sosyalist demokrasi yönünde ilerleyişini sürdürmek üzere Stalinizm’den kop”tuğunu (“kopuyor”); ”Koşullar”ın “Malenkov ve Kruşçev’i bir noktaya kadar Trotskiy’in politik vasiyetnamesinin uygulayıcıları gibi davranmaya zorladığı”nı; “ulusun zihni”nin “yeni bir aktivite kazandı”ğı; “Konferans salonlarında ve üniversite seminerlerinde yeni bir rüzgar es”tiğini; “başlangıçta Stalinsizleşmenin entelijansayanın işi, öncelikle onun işi” olduğunu vs. anlatmakta, Kruşçev’i “eşitlikçi” ilan ederek; ve alınan ekonomik, sosyal, siyasal karar ve uygulamaları desteklemektedir Deutscher. (Alıntılar Tarihin İronileri kitabındandır.)


Deutscher, Kruşçevci karşı devrimi tarihsel bir dönemeç; “Stalinizmden kopuş” olarak değerlendirmekte ve kendince eksik, yetersiz, zaaf gördüğü noktalar üzerinde de durmaktadır. Modern revizyonist karşı-devrimin yalnızca dünya burjuvazisine, sayısız oportünist akıma, sosyal demokrasiye olduğu kadar Deutscher ve Troçkistlere mühtiş moral verdiğini, bekledikleri ve istedikleri bazı taleplerin karşılık bulamamasını ise eleştirdikleri görülüyor. Yani Soros da, Kruşçev de, Deutscher de haklıdır 1956’nın bir dönemeç, “Stalinizm”den köklü bir kopuş olduğu noktasında...

Devam etmeden “Yılan gibi sinsi karaktere sahip” herşeyden habersiz (!) Kruşçev’in “baskı dönemi”ndeki gerçeğine ışık tutan hatırlatmalar yapmak yararlı olacaktır.

1937-1938 yıllarında partiden ihraç edilenlerin yaptıkları şikayet ve başvuruların Moskova'daki incelemeleri sırasında hiç de hoş olmayan tatsızlıklar yaşandı: Hruşçov'un Moskova şehir ve bölge komitelerinin başında olduğu dönemde gelen 12.000 yazılı başvurunun yüzde doksanında başvuranlar lehine karar alındı. Ama Ponomarev bunlardan önemli bir bölümünün zaten idam edilmiş olduğunu ve başvuruların aileleri tarafından yapıldığını söylemiyor. Tabii ki bu baskıcı ‘troyka’nın içinde Hruşçov’da vardı ve bazen yerini yardımcılarından birine bırakıyordu. Moskova ‘troyka’sının diğer bütün üyeleri yasadışı baskılar yaptıkları gerekçesiyle ceza aldılar ve idam edildiler.” (Grover Furr, Hruşçov’un Yalanları, s. 216, iba., Yordam Kitap)

104. Stalin liderliğinin doğrudan kontrolü altındaki Pravda ise, hâlâ, partinin ekonomik meselelerin doğrudan denetiminden çekilmesinden ve partisiz insanların önder rollere doğru yükseltilmesinden söz ediyordu. (Zhukov, Tayny, 51-2) Bu arada, Moskova parti lideri iken 20.000 ismi bilinmeyen insanı idam etmek üzere yetki talebinde bulunan Nikita Khrushchev Ukrayna’ya transfer edildi ve bir ay içinde, 30.000 insanı tenkil etmek için yetki istedi. (Zhukov, Tayny, 64 ve bkz. aşağıda 23 nolu dipnot)” (G. Furr)

Bunlar, Kruşçev’in, “gizli Kruşçevciler”in gerçekleridir.

Stalin ise “MK Ocak 1938 Genel Toplantında” “partinin en sert liderlerinden biri” olan Postıyşev’i eleştirirken şunları söylüyor:

Bunlar bir örgütün ortadan kaldırılmasıdır. Kendi ilgilerinden bahsetmiyorlar, bölge örgütlerini kurşuna diziyorlar... Bunun anlamı, parti kitlelerini MK’ya karşı harekete geçirmektir, başka bir şekilde anlaşılamaz.” (Aktaran G. Furr, Kruçevin Yalanları, s. 349, iba.)

Terörün korkutması gereken kişiler, terörü kendi amaçlarına kullanmayı başardılar; kurbanlarının kızgınlık ve hoşnutsuzluğu, giderek halkın hoşnutsuzluğu, gün gelip Robespierre’in üstüne yıkılıp yoğunlaşacağı umuduyla, son çizgisine vardırdılar terörü.” Aynı olgu SSCB’de de yaşandı ve üstelik daha kapsamlı, daha iki yüzlü ve daha acımasız. Ve Stalin, kızıl terörün aşırıya vardırılmasına karşı amansızca mücadele etti**. Bunun düşmanların işi olduğunu ısrarla açıkladı ve vurguladı. Bu uygulamaların altına imza atanlar da (kurşuna dizme dahil) ağır cezalara çarptırıldı. Kruşçevci karşı devrimi örgütleyenlerin bu süreçlerin (terörü en uç noktasına kadar götürme eylemi) içinde olmadığını düşünmek için ortada veri de yoktur. Anlaşılıyor ki, Stalin ve sağlam Bolşevik çekirdek, 1937-1938 arası dönemde dizginleri geçici olarak elden kaçırdı. Bu, özellikle Yejovculuk dönemidir.

Aynen şimdi olduğu gibi, söz konusu korkunç yıllarda da bütün o kötülükler, tasfiyeler ve kıyım, insanların çoğu yapılanların doğru olduğuna inandığı ve siyasi yönetimin uygulamalarını haklı bulduğu için gerçekleşiyordu. Stalin ve çevresindekiler ülkede gittikçe artan ve giderek çığ gibi büyüyen şiddet ve kıyım furyasının kontrolden çıkğını fark ettiklerinde ark ipin ucu kaçmış.” (Stalin İktidarın Zirvesinde, s. 154)

Bu dizginlerin elden kaçışında, Stalin politikaları konusunda Stalin’den ayrı bakan parti ve devlet içi kliklerin (“Birinci sekreterlerin” ve “klanları”nın) etkin rolü olduğu, öyle ya da böyle “Yejovculuk”la yakın ilişkilere sahip oldukları, hatta işbirlikleri yaptıkları anlaşılıyor. Getty, Jukov, Furr, Yemelyanov gibi tarihçilerin, Molotov ve Kaganoviç, Benediktov’un gibi dönemin içinde olan Bolşevik liderlerin açıklamaları ve sundukları veriler ve değerlendirmeler de bunu göstermektedir.

Dizginlerin yeniden ele geçirilişiyle birlikte, terörü dizginlerinden boşaltan kesimlerden ve Yejov’dan, Yejovculardan özellikle hesap soruldu. Özellikle “Yejovculuk dönemi”, en ağır, en tahrip edici dönem oldu SSCB’de. Unutmayalım Yagoda’dan Yejova uzanan dönemde, istihbarat örgütünün ve güvenlik kurumlarının, İçişleri Bakanlığı’nın başında Troçkist-Buharinist blokun bu iki adamı bulunmaktaydı. Bu iki hainin sorgulanması ile sayısız haksızlık, baskı ve imha açığa çıkarılarak itibar iadeleri başladı, böylece yüz binlerce insan yeniden normal hayatlarına döndü.

Kruşçev’in yalanları iktidarlaşmaya, gücüne karşı koyanları harcamaya, yeni tip burjuvazinin programını pratikleştirmeye endeksliydi. Bu yalan rüzgarı bütün dünyada etkili oldu... Hiç kimse, hiçbir burjuva fraksiyon, dünya burjuvazisi dahil Kruşçevizm kadar dünya proleter devrimine zarar vermedi...

Stalin’in ölümünden sonra “kitle katili” vs. ilan edilmesi tesadüfi değildi elbette. Proletarya diktatörlüğüyle, sosyalist inşayla, Leninizm’le kopuşmak için zorunlu politik ön koşul Stalin ile hesaplaşmaydı. Yapılan da bu oldu.

Robespierre'in ölümünden hemen sonra çığ gibi suçlamalar yayımlandı ve Terör yılı, bir canavarın kişisel tiranlığının ürünü diye nitelendi.” Aynı şey, bu kez, çağımızda, Stalin’in başına geldi.

ısrarla, Robespierre'in önünde ‘sürüngenler gibi secdeye varanlar’ın şimdi ‘bütün cinayet ve felaketlerden’ onu suçladığını” dile getiren Tench’in altını çizdiği olgu, bu kez Stalin’in kafasına patladı. Tıpkı Robespierre gibi, hem dostları ve hem de Stalin’den daha Stalinci kesilenler ve komplocular tarafından...

Robespierre'in yakın dostlarına kadar birçok kişi, artık adı ‘rezil', ‘alçak' ya da ‘tiran’ sıfatı kullanılmadan anılmayan bir adamla aralarına mesafe koymaya çabalıyordu.”

İnsanlar, artık ‘Robespierre'in terörü’ dedikleri şeyi her türlü nedenden ötürü reddetmek için yarışa girdiler... kendi rollerini de yeniden yaz”lar.

konuşmaları devrimcilik üstünedir. Kimse onlarla boy ölçüşemez.

Kruşçev de tıpkı Troçki gibi, Leninist/Bolşevik” olma iddiasına ve “Leninizme geri dönüş” adına Stalin’i bin bir türlü yalanla, iftirayla mahkum etti. İnanacak olursak ikisi de “en büyük devrimci”, “Leninizmi temsil” etmekteydiler. Devrimci keskinlik de ise kimse Troçki ile yarışamamıştır...

Yukarıda işaret ettiğimiz (Robespierre hakkındaki) iftiralar Stalin’in ölümüyle gerçekleşenlerle ne yaman örtüşüyor!

Kruşçevizmle başlayan süreçle birlikte bu iftiraların en rezili yaşandı. Bunu yapanlar, sosyalist sistemin ve sosyalist devletin bütün imkanlarına kavuşmuş, kullanmış, söz sahibi olmuş kesimlerdi. Teknokratlardan, bürokratlardan, aydınlardan, politikacılardan, sanat-kültür alanına, oradan, “baskı dönemi”nde hiçbir baskıya maruz kalmadığı halde bireyci, bencil, kariyerist hırs ve hedeflerle dolu çıkarcı kesimlere, devrilmiş gericiliğin kalıntılarına kadar uzanan geniş bir cepheydi. Bu cephenin içinde olmayan yalnızca işçi ve emekçilerdi... Karşı devrim, sosyalizmin inşa sürecinde toplumsal-siyasal bürokratik çürümenin yarattığı en soysuz kesimlere dayandı ve kesimleri rüşvetle, baskıyla devşirdi.

24 Şubat 1956 tarihinde, 20. Kongre’de, 20. Parti Kongresi Raporu’nun, “baştan sona ve tamamıyla onaylandığı” vurgusu modern revizyonist karşı devrimin zaferinin ilanıydı. Kongre, SBKP MK’nın faaliyetini “başarılı” bulmuş, MK’nın “ Marksizm–Leninizmi yaratıcı” şekilde geliştirdiğini vurgulamış ve “dogmatizme” karşı savaş ilan etmiştir. Kongre, Kruşçevizm’in II. Dünya Savaşı’nın ardından “çağımızda” ortaya çıkan “derin değişiklikler”e ilişkin çizgisini onaylamıştır. Kara propaganda belgesi olan “Gizli Rapor”, katakulle yoluyla, darbeci tarzda kongrenin son gününde SBKP delegelerine ve UKH’nın temsilcilerine ve heyetlerine sunularak şok etkisi yaratılmıştır...

Gerçekte bu, politik iktidar tekelini gasp eden yeni tip burjuvazinin proletaryaya, sosyalizme, komünizme, devrimci olan her şey karşı, yeni bir aşamaya sıçrayan savaş ilanıdır. Nitekim Stalin ve proletarya diktatörlüğü döneminde mahkum edilenler on binler halinde affedilir, itibarları iade edilir. Komünistler kitleler halinde her cephede tasfiye edilir. 20. Kongre Raporu’nun açıklamasına göre 53–56 arası dönemde partiden, devletten, öteki kurumlardan tasfiye edilenlerin sayısı 750 000’dir. Yeni tasfiyelerin süreceği de açıkça ilan edilir. Nitekim tasfiye operasyonları daha sonra da sürer. Kruşçevizm ile birlikte burjuva ideolojisi ve kültürü, modern revizyonist burjuva ideolojisi ve kültürüyle el ele sosyalist toplumun üstüne çullanır. Proletaryaya, halka, komünistlere karşı uzlaşmaz bir sınıf mücadelesi yürüten revizyonist burjuva karşı–devrim, öte yandan da her türlü burjuva yozluğa geniş bir hoşgörü gösterir; İncil, ilk kez Kruşçev eliyle basılıp dağıtılır. Soljenitsin Kruşçev döneminde hapishaneden serbest bırakılır ve yine Kruşçev’in izniyle anti-komünist, faşizan, dahası faşist karaktere sahip anti-Stalinist “eserleri” SSCB’de basılır. Marksizm-Leninizm’e, proletarya diktatörlüğüne saldıran yoz sayısız “edebi eser” vb. serbest bırakılarak ideolojik ve kültürel sapkınlık bilinçli bir tarzda teşvik edilir. Ama diğer yandan Kruşçevci revizyonist karşı–devrime karşı çıkan komünistler toplama kamplarına kapatılır, SSCB’de sürgünde bulunan anti-Stalinist saldırılara karşı koyan değişik komünist partilerin kadroları, önderleri acımasızca katledilir, zindanlara tıkılır... Troçkist hareketin (değişik bileşenleriyle birlikte) “Stalinsizleştirme”, “Totaliterizmin tasfiyesi”, “demokratikleşme”, “anti-bürokratik politik devrim” vs. adına tüm bunları fütursuzca desteklediklerini biliyoruz.


Kapitalizmden komünizme geçiş tarihsel sürecinde sınıf mücadelesi sürer. Bu mücadele, kapitalist yolla sosyalist yol arasındaki keskin mücadeledir. Geçiş süreci, sınıf mücadelesinin iç ve uluslararası cephede derin ve kapsamlı bir şekilde sürdüğü; kesintisiz bir devrim olarak içte ve dışta derinleşerek geliştiği bir süreçtir. Kruşçevci modern revizyonist karşı devrim, bu tarihsel olgunun çarpıcı bir olgusu ve deneyimidir. Bu bağlamda Kruşçevci bürokratik burjuva karşı devrimi hazırlayan sürecin ön olguları şu ya da bu biçimde Stalin döneminde uç vererek gelişmiş; 1956 dönemeci sosyalist inşa sürecinde sosyalist inşayı yadsıyan ama henüz açıktan ortaya çıkmayan yeni tip burjuvazinin hareketi olarak gündemleşmiştir. Çelişki yasası diyalektiğin temel yasasıdır. Sosyalist inşa, keskin ve karmaşık çelişkiler ortamında yol açarak ilerler. Çelişki yasası uzlaşmaz karşıtların birliği ve mücadelesidir. Bu da kapitalist yol ile sosyalist yol arasındaki uzlaşmaz karşıtlıkta ifadesini bulur ve komünizme (sınıfsız topluma, olgunlaşmış komünizme) geçişin alt evresi olan sosyalizmde (olgunlaşmamış komünizm) kesintisiz devrimci bir mücadele olarak yükselir ve doğası gereği, bu devrimci süreç yalnızca iç değil, uluslararası arenayı da kapsayan sert, karmaşık bir süreç olarak gelişir. SSCB ve sosyalist kampın tarihsel deneyimi bu olguyu kanıtlar... Kruşçevcilik salt iç koşulların ürünü değildir, iç koşulların uluslararası koşullarla, emperyalizmin kuşatma ve baskısıyla birlikte doğan, gelişen, iktidarlaşan bir revizyonist karşı devrimdir.


Lenin’e dönüş”, “kişi putlaştırmasına karşı mücadele”, “Marksizmin dogmatikleştirilmesine”, “Dogmatik Marksizme karşı mücadele”, “Yaratıcı Marksizm” adı altında, Stalin’in Komintern’e önderlik ettiği dönem de mahkum edilmeye çalışıldı. UKH içinde baş tehlike “dogmatizm” (“Stalinizm”) ilan edildi. Modern revizyonizme karşı tavır alan devrimci liderler ve komünist partiler, “dogmatik, sekter, bölücü, bürokrat, maceracı”, “yaratıcı Marksizm” düşmanları ve “kişiyi putlaştıran”lar olarak damgalandı. UKH, her türlü burjuva revizyonist baskıyla teslim alınmaya çalışıldı. AEP ve ÇKP’ye karşı yürütülen kirli revizyonist savaş aracılığıyla da uluslararası sermayeye güven telkin edildi, destek alınmaya çalışıldı. Revizyonist 20. Kongre çizgisi, keyfi bir biçimde UKH’nın genel çizgisi ilan edildi. Bu ideolojik ve siyasi çizgi içeride sosyalizmi tasfiye etme, dışarıda dünya proleter devrimine karşı savaş programıydı...

E. Hoca’nın aşağıdaki açıklaması tarihsel bir gerçeği dile getirmektedir.

Revizyonizm, Marksizm–Leninizm’e karşı yürüttüğü mücadeleyi başlıca üç demagojik sloganın ardına gizledi: ‘Marksizm–Leninizmin yaratıcı bir biçimde geliştirilmesi ve dogmatizme karşı mücadele’, ‘Marksizm–Leninizmin her ülkenin somut şartlarına yaratıcı bir biçimde uygulanması’ ve ‘Stalinizme’ ya da ‘kişi putlaştırılmasına karşı mücadele.’” (Enver Hoca, AEP Tarihi, C.2, s.179, Yurt Yay.)

Ekim Devrimi’nin ardından Troçki, Leninizm’i Troçkizm, Troçkizmi Leninizm olarak sundu. Stalin’i ve “Stalinizm”i Leninizm/Bolşevizm düşmanı olmakla suçladı.

Sıra Kruşçevciliğe gelince o da aynı koroya katıldı. Troçki de Kruşçev de “Kahrolsun Stalin(izm)!” sloganını bayraklaştırırken, ısrarla “Stalin’in Leninizm düşmanı” olduğu, Stalin’in “Leninizm’e ihanet” ettiği, “Stalinizm”e karşı mücadele için Lenin’e, Leninizm’e dönmek” gerektiği vs. çığırtkanlığı yaptılar. Aslında bu propagandanın kökleri çok eskilere dayanır, Engels’in Marks’a; Lenin’in Marks-Engels’e; Stalin’in Lenin’e ihanet ettiği gerici propagandasıdır bu. Bu propaganda ve ideolojik saldırı, giderek Marks’ın “modernizmden kopuşamadığı”na, Lenin’in II. Enternasyonal oportünizmden kopuşamadığına, “olgun Marks’ın genç Marks’a ihanet”ine, “Ekim Devrimi’nin modernizmle kopuşamadığı”na, “modernist bir devrim” olduğuna kadar uzanmakta ve kapsamaktadır.

Bir soğuk savaş aydını olan Moşe Levin ile yapılan bir röportajda, Sovyet Yüzyılı (İletişim Yayınları, 2011) adlı kitabımda, Lenin ve Stalin arasındaki mücadelenin, uzlaşmaz iki siyasi program arasındaki mücadele olup, aynı parti içindeki iki hizbin çatışması olmadığını ortaya koymuştum. Otantik Bolşevikliğin ortadan kalkışını hatırımızda tutarsak, esas mücadele, iç savaştan doğan yepyeni bir duruma uyum sağlayacak, yeni bir siyasi cephe açma programının tanımına girişmiş bir Lenin ile (başında kendisinin olacağı) devletin ne olması gerektiğine dair fikirlerini, Bolşevizmle yakından uzaktan ilgisi olmayan, Rusya’nın tarihini algılama biçiminden (geçmişte ne ifade ettiği ve şimdi için ne gerektirdiğiyle birlikte) beslenen ve kendi başına bir amaç olan kişisel bir iktidarın ifadesi niteliğindeki önermelere dayandıran bir Stalin arasındaydı. Birbirinin hasmı olan ve ilk olarak, 1922-1923 yıllarında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin oluşumuna dair tartışmayla karşı karşıya gelen bu programlar, birbirlerini dışlarlar ve hasmane karakterlerini örtbas etmeye çalışmazlar. Bu mücadele Lenin’in önce hastalanması, sonra da Ocak 1924’te vefat etmesiyle sona ermiştir.” derken, aynı tarihsel burjuva ideolojik ve siyasi çizgiye dayandığını, açıkça ortaya koymaktadır. “Lenin çizgisi” ve “Stalin çizgisi”. Birbirine düşman, “uzlaşmaz iki çizgi”. “Otantik Bolşevizm”i tasfiye eden Stalin”... Tipik bir Troçkist propaganda. Levin, Soğuk Savaş propagandasının Lenin ile Stalin bağını kopararak proletarya diktatörlüğünü, sosyalizmi, Bolşevik Parti’yi yıkma mücadelesinin nasıl geliştirildiğine ayna tutmaktadır. Bu demagojik ve manipülatif “analiz”ler, Troçki’ye, Kruşçev’e, emperyalist ideologlara, “sovyetologlar”a, “Batının saygın üniversiteleri”ne ve ideoloji üretim merkezlerine dayanmakta; aynı sınıfsal ve ideolojik temeller üzerinde yükselmektedir. “Komünizmi komünistler eliyle komünistsizleştirme”, “sosyalizmi komünizme en yakın görünen komünist akımlarla yıkmastratejisi, burjuvazinin sınıfsal politik ve ideolojik saldırısıdır. Troçkizm ve Kruşçevcilik emperyalizmin bu politikasının en çarpıcı örnekleridir. Birincisi, zamanla emperyalist gericilikle birleşerek SSCB’yi (“Stalinizm”i) yıkma politikasına yöneldi, ikincisi kaleyi içeriden fethederek SSCB’de Marksizm-Leninizm’i, proletarya diktatörlüğünü, sosyalizmi (“Stalinsizleşme”) ardılları ile birlikte tasfiye etti.

Deutscher haklıdır:

Troçki, aslında, eski Stalinci gurubun şeflerini, bir kısmının ancak yirmi yıl sonra uygulayacağı de-Stalinizasyon (Stalincilikten temizleme) hareketine daha 1932 yılında başlatmak istiyordu.

Bir kısmını” analizi, kısmen geçerlidir, bu ifade, Deutscher’in doğrudan, cesurca Troçki’nin modern revizyonistler tarafından savunulmaması nedeniyle yazılmıştır. Gerçekte Troçkist ve Buharinist ve eklemek gerekir, sosyal demokrasi ve Titoist çizgi özü itibari ile modern revizyonist karşı devrimin içeriğini oluşturdu. Bu öz, alt ve üst yapıda sosyalizmin tasfiyesi çizgisiydi. Stalinsizleşme” çizgisi dünya burjuvazisinin, Troçkizmin, Kruşçevciliğin çizgisiydi. Farklı gözüken, değişik uçlarda gözüken bütün bu akımların ortak temeli, değişik örtüler altında kapitalizm savunuculuğu, Marksizm-Leninizm, proleter devrim, enternasyonalizm ve sosyalizm düşmanlığıdır. Troçki’nin “Stalinsizleşme” programı ise, daha Lenin döneminde “Leninsizleşme” mücadelesi ile başlamış ve Stalin döneminde ise “Stalinsizleşme” olarak devam etmiştir. (Ekim öncesi Troçkizmin Lenin ve Leninizm’e saldırısı ile Ekim sonrası Troçki’nin Stalin’e saldırısının aynı olduğunu, aynı argümanları kullandığını başka bir makalede kanıtlayacağız.) Yani “Stalinsizleşme” 1932 ile değil, daha önce başlamıştı. Bu olgu, Leninizm’in yerine Troçkizmi geçirmeye çalışan Troçki’nin teori ve pratiğinin merkezindeydi. Troçki’nin “Leninsizleşme” çizgisi, Lenin’in ölümüyle “Leninist/Bolşevik” kılığına bürünerek Stalin, “Stalinizm” düşmanlığı, “Stalinsizleşme” çizgisi olarak devam etmiştir. Lenin’in Ekim Devrimi’ne giden süreçte “partisine karşı mücadele içerisinde kendini aşarak Troçki’ye gelmesi/katılması” (Troçkistleşmesi!) propagandası, Troçki’nin Leninizm’in yerine Troçkizmi geçirme operasyonunun kanıtıdır. Troçki’ye göre, Ekim Devrimi öncesi Leninizm, “Menşevizm”di, Ekim Devrimi sonrası “Leninizm” ise Troçkizmdi.

Deutscher bir kez daha haklıdır:

Böylece, tarihin garip bir cilvesi olarak, Stalinciliğin tasfiyesini Stalin’in dalkavukları yaptı; hiç istemedikleri halde, Troçki’nin bıraktığı vasiyetnamenin bir kısmını uyguladılar.” ( Agk., s. 370-371)

Ancak Deutscher’in “hiç istemedikleri halde” değerlendirmesi objektif değildir, ideolojik çarpıtmadan, tarih çarpıtıcılığından ibarettir. Üstelik “kısmen” değil, modern revizyonistler de tıpkı Troçki gibiBolşevik/Leninist” görüntüsüne bürünerek, sosyalizmi tasfiye etme, kapitalizmi kurmayı teori ve pratiğini uyguladılar; bu yol Troçki ve Troçkizm demekti. İtiraf etmeseler bile Troçki’yi, kendi liderlerinden biri olduğunu çok iyi biliyorlardı. Kruşçevler, Molotov’un ifade ettiği gibi, Troçki’nin itibarını iade etmek istemişlerdi ama bunu yapmaya cesaret edememişlerdi; çünkü Troçki’nin o kadar ağır suçları vardı ki ve Sovyet proletaryası ve halkı nezdinde o kadar teşhir olmuştu ki, bunu istemelerine karşın yapamadılar. Fakat, 1930’ların mahkemelerini rezilce “düzmece” ilan ederek, Troçki’nin de itibarını dolaylı ya da yarı-dolaylı iade ettiler. Böylece modern revizyonist burjuvazi, Troçki’ye borcunun bir kısmını ödemiş oldu. Ayrıca Kruşçevcilerin Batı emperyalizminin, Amerikan emperyalizminin hizmetinde SSCB’yi yıkma mücadelesini verdiği koşullarda Troçki’yi ve Troçkizmi doğrudan aklaması da söz konusu olamazdı...

Stalin yaşarken Stalin ve çizgisinin en büyük savunucusu gözüken revizyonistler, Stalin’in ölümünün ardından O’nu “en büyük cani”, “milyonları katleden bir katil”, “bir psikopat”, “demokrasi düşmanı”, “Lenin’in düşmanı” vs. ilan ettiler. “Gizli Rapor”da emperyalistlerin, sosyal demokratların, Troçkistlerin, faşistlerin, Titocuların Stalin ve SSCB ile ilgili bütün iftiraları kabul edilip Stalin suçlanıyor, burjuva iftira ve kara çalma misliyle tekrarlanıyordu.

Jakobenizmin, önderi Robespierre’ın başına gelenleri bir önceki yazımızda işlemiştik. Tarih tekerrür etmez ama adeta tekerrür etti Stalin ve “Stalinizm” hakkında...


On binlerce parti üyesine Trotskiyci diye işkence yapan ve mahrumiyetler yaşatan, sürgüne ve idama gönderen Khruşov, şimdi adalet ve hakkaniyetin temsilcisiymiş gibi, yendiği ‘şer gücü’ suçluyor, merhum Stalin'e ardı ardına yeni iftiralar ayor, onun adını taşıyan işletmelerin, sokak ve caddelerin, stat ve kasabaların, kolhoz ve kentlerin ismini değiştiriyor, onun heykellerini yıktıyordu. Sonunda Stalin'in naaşı da Mozole'den çıkarıldı, Stalin'in adı ülke ve parti tarihinden silindi. Khruşov, Trotskiy'den çoktan aylmış, ancak belki kendisi de farkında olmaksızın, onun 1938'de Meksika'da ilan ettiği destalinizasyon politikasını uyguluyordu.” (Stalin İktidarın Zirvesinde, s. 559, iba.)

Bu saptamayı yapan burjuva demokrat bir tarihçidir. Evet, doğrudur, Kruşçev, ama bilmeden değil, bilerek, “1938’de”, aslında 1920’lerden başlayarak geliştirilen Troçki’nin “Stalinsizleşme”, “deStalinizasyon politikasını uygula”dı.

DEVAM EDECEK

*Konu, bu ana başlık altında birkaç alt bölümde incelenecektir.

**Blogumuz teorinin sorunları ve ideolojik mücadelenin gereksinmelerine yanıt olma çabasıyla belirlenen bir blogdur. Dolayısıyla blogda başlı başına güncel siyasal gelişmeler işlenmemektedir.

*** Candan Badem’in “Molotov’un Savunması, Molotov’un Trajedisi” başlıklı 3.makalesinden (14-09-2022) bazı paragrafları aşağı aktaracağız.

Badem, Molotov’un 357 sayfa tutan “Savunması”nı inceleyerek makalelerini kaleme almış.

Makalelerin konusu olan savunma hakkında şu bilgileri verir:

1965 yılında SBKP MK’ye gönderdiği mektup ise Voprosı İstorii dergisinde 2011-2012 yıllarında yayımlandı. (Bkz. https://istmat.org/node/46724) Molotov’un bu 357 sayfalık el yazması mektubu kitap olarak da yayımlandı. (Vyaçeslav Molotov, V Zaşçitu Stalina: Pismo v TsK, Moskova: Rodina, 2021. 432 sf.). Bu yazıda Molotov’un mektubunu özetleyerek değerlendirmek istiyorum.”

Dileyen okur Badem’in makalelerine şu siteden ulaşabilir: Candan Badem : Molotov'un savunması - Gazete Manifesto

“ ‘Stalin’in zalimliği ve kuşkuculuğundan söz ediyorlar’, diyor, ‘ama nedense unutuyorlar ki, ta 1936 yılına dek, parti MK ve Politbüro üyelerinden ve yaşlı Bolşeviklerden birçoğu aynı Stalin’i parti genel çizgisini uygulamakta kararsız davranan ve hata yapanlara karşı aşırı yumuşak olmakla suçluyorlardı. Zinovyev, Kamenev, Radek, Preobrajenskiy gibi iki üç kez partiden ihraç edilen kişilerin rehabilitasyonundan ve Buharin, Rıkov, Tomskiy gibi daha 1930’da parti kongresinde Leninizmin dışına çıktıkları kabul edilen kişilerin parti ve devlette hala yüksek makamlarda bulunmalarından da aynı Stalin sorumluydu… 1936-38 siyasi kampanyalarında hatalar, sapmalar, suçsuz insanları mahkum etmeler olmadığını söylemiyorum ama bütün bu kasıtlı veya kasıtsız hataları sadece Stalin’e ve Politbüroya yıkmak doğru değil” diyor Molotov ve ekliyor;Molotov ve ekliyor; Parti ve devlet aygıtının tamamına, yerel yöneticilere de bakmak gerekir. Buralarda yıkıcı unsurlar vardı ve parti yönetimi de bunu biliyordu.

Molotov, daha 1934’teki parti kongresinde, yani Kirov cinayetinden önce, şimdi Stalin’in kurbanları diye anılan Postışev, Kosyor, Rudzutak gibi kişilerin ve bizzat parti Moskova komitesi sekreteri Hruşçov’un da sınıf mücadelesinin keskinleştiğini söylediklerini hatırlatıyor ve soruyor: Bu kişiler o zaman bu görüşlerinde samimi miydiler yoksa dalkavukluk veya ikiyüzlülük mü yapıyorlardı? Molotov’un dediği gibi, Hruşçov ve yandaşları 22. kongrede sanki kendileri Stalin, Molotov, Kaganoviç ve Voroşilov’un halk düşmanlarına karşı mücadeledeki hatalarından ve aşırılıklarından habersizlermiş, bunları düzeltmek için hiçbir şey yapamazlarmış gibi davrandılar. Hruşçov ve Mikoyan, o zaman parti ve devlette yüksek makamlarda oturanlar arasında mahkemede ceza alan herkes hakkındaki bütün dosyaları elbette biliyorlardı. Örneğin mayıs-haziran 1937’de yapılan Moskova parti şehir ve oblast konferanslarında konuşan Moskova sekreteri Hruşçov, bazı insanların suçsuz yere partiden atıldıklarını ve hataları düzeltmek gerektiğini söylemişti. Parti hatalar yapıldığını biliyordu ve düzeltmek için de çaba gösteriyordu. Hruşçov’un kendisi, asılsız iftiralarla partiden atılan 3810 kişinin partiye iade edildiğini söylemişti. Molotov soruyor: Bu Hruşçov’un kişisel cesareti miydi yoksa partideki nesnel durumun ifadesi miydi? Hruşçov’un kişisel görüşü müydü yoksa parti MK ve politbürosunun görüşü müydü? 1936-37’de Moskova parti ve sovyet makamlarında Hruşçov’un astlarının birçoğu ceza aldılar. O zaman diyor Molotov, ‘parti Moskova birinci sekreteri olarak Hruşçov’un bunlardan haberi yok muydu ve onun mantığına göre, bütün bu cezalar Hruşçov’un kendi kariyerist amaçları için miydi? Hruşçov’un mantığı bir Marksist-Leninistin mantığı değildir, sıradan, hınç dolu bir küçük burjuvanın mantığıdır’.

Parti içindeki bazı halk düşmanları özellikle dürüst ve hiçbir suçu olmayan parti üyelerini partiden ihraç ederek parti ve halkta hoşnutsuzluk yaratmayı amaçlamışlardı. 1939 yılında yapılan parti 18. kongresinde delegeler ve Politbüro üyesi Jdanov, 1937-38’de birçok keyfilik, hukuksuzluk ve hata yapıldığını ve bunları düzeltmek gerektiğini ifade etmişlerdi. Aynı kongrede Ukrayna KP MK birinci sekreteri olarak konuşan Hruşçov ise halk düşmanlarına karşı şiddet dolu sözler etmişti. Molotov Hruşçov’un konuşmasından bir bölümü alıntılıyor ve soruyor: Acaba Hruşçov o zaman da dalkavuk ve ikiyüzlü müydü?”

İkinci ve esas suçlamaya gelince, Molotov yine partinin 1956’da 20. kongrede oybirliğiyle aldığı kararı hatırlatıyor ve 30 Haziran 1956’da Pravda gazetesinde yayımlanmış olan bu karardan şu alıntıyı yapıyor:

« ‘Stalin’in ölümünden hemen sonra Merkez Komitenin Leninist çekirdeği, kişi kültüne ve onun ağır sonuçlarına karşı kararlı bir mücadele yoluna girdi. Denebilir ki, bu insanlar neden Stalin’e karşı çıkmadılar ve onu yönetimden almadılar? O zamanki koşullar altında bu yapılamazdı. Elbette olgular, Stalin’in, özellikle hayatının son döneminde işlenen birçok kanunsuzluktan sorumlu olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte unutmamalıyız ki Sovyet halkı Stalin’i her zaman SSCB’yi düşmanlarının entrikalarına karşı savunan, sosyalizm davası için savaşan biri olarak tanıyordu. O bu mücadelede bazen doğru olmayan yöntemler kullandı, parti yaşamının Leninist ilkelerini ve normlarını ihlal etti. Stalin’in trajedisi tam da bundan ibaretti. Fakat bütün bunlar aynı zamanda o zamanlar işlenen hukuksuzluklara karşı mücadeleyi de zorlaştırdı, çünkü sosyalizmin inşasının başarıları ve SSCB’nin güçlenmesi, kişi kültü ortamında Stalin’in adına yazıldı.

Bu şartlar altında ona karşı yapılan bir çıkış halk tarafından doğru anlaşılmazdı. Burada mesele kişisel cesaret eksikliği de değildi. Açıkçası, o ortamda Stalin’e karşı çıkan hiç kimse halkın desteğini alamazdı. Dahası, böyle bir çıkış, sosyalizmin inşasına karşı yapılan bir çıkış olarak, kapitalist bir ortamda partinin ve tüm devletin birliğini zayıflatmak için son derece tehlikeli bir durum olarak görülecekti. Buna ek olarak, Sovyetler Birliği emekçilerinin Komünist Parti önderliğinde kazandıkları başarılar, her Sovyet insanının yüreğinde meşru bir gurur yaratıyordu ve öyle bir atmosfer yaratıyordu ki bireysel hatalar ve eksiklikler büyük başarılar yanında önemsiz görünüyordu ve bu hataların olumsuz sonuçları da partinin ve Sovyet toplumunun muazzam büyüyen güçleri tarafından hızla telafi ediliyordu.’ »

Molotov bu pasajı okuduktan sonra kararın o dönemin koşullarını doğru biçimde aktardığını söylüyor ve soruyor: Bu karar oybirliğiyle alındı, karar alınırken MK, Stalin döneminin bütün belgelerine sahipti, o zamandan bugüne yeni olgular ortaya çıkmış da değil, o zaman şimdi ne değişti de beni sorumlu tutuyorsunuz? Molotov ayrıca Stalin dönemindeki kararların partinin yetkili organları tarafından oybirliğiyle alınmış veya onaylanmış olduğunu, bundan dolayı kendisinin kişisel olarak sorumlu tutulamayacağını söylüyor. Molotov şöyle diyor:

O zamanın hatalarından ve birçok masum kurbanından söz ettiğimizde, şunu da unutmamalıyız ki düşmanlar da vardı, onlarla mücadele gerekliydi, düşmanlarla mücadele etmeden, en rezil Sovyet karşıtı eylemcilere, aşağılık sabotajcılara ve doğrudan Japon-Alman ajanlarına dönüşen Troçkistlere ve başka düşmanlara karşı, Merkez Komitesinin kararında belirtildiği gibi, kararlı bir şekilde savaşmadan, işimize devam edemezdik. Yapılan hatalar ve yanlışlıklar ve Politbüro üyelerinin her birinin bu işteki payı elbette bellidir ve sadece kınanmayı değil, aynı zamanda gerekli sorumluluğu da hak ederler.

O zamanlar Politbüro’da Stalin, ben ve Kaganoviç’ten başka Kalinin, Voroşilov, Orconikidze, Kuybışev, Mikoyan, Andreyev gibi yoldaşlar olduğunu söylemek istiyorum. Gerçekten hiçbirimiz bu işlere tepki vermeye cesaret edemedik mi yani? Yoksa bunu, Merkez Komitesi’nin bu kararında vurgulanandan farklı bir şekilde mi ele almalıydık? O sırada Partinin Moskova komitesinin sekreteri Yoldaş Hruşçov, Leningrad komitesinin sekreteri de Yoldaş Jdanov’du. Sonuçta, bu olayların hepsi sadece bizim önümüzde değil, onların da önünde gerçekleşti. Her şey Merkez Komitesinin Genel Kurullarında, daha sonra Partinin 18. Kongresinde ve daha sonraki Merkez Komitesi Genel Kurullarında ele alındı ve onaylandı. Sonuçta, şimdi o dönem için sorumluluk hakkında konuşursak, elbette bu işten ilk sorumlu ben olmalıyım. Ama şunu söylemek istiyorum ki, aslında Merkez Komitesinde o zaman bu önlemlere karşı hiçbir ses yükselmemişti. Ve bunun nedeni, o zaman ki kişisel cesaretin yetersizliğinden değil, insanların bu hataları düzeltmek istemedikleri gerçeğinden değil, Merkez Komite’nin de belirttiği gibi, o dönemin özel ve hatta çok önemli koşullarından kaynaklanmaktadır.

Dün konuştum ve burada tekrar söylüyorum, kişisel olarak suçlandığım zaman, özellikle burada söz edilen baskı politikasından çıkarım olduğunu iddia ettikleri zaman bu yanlıştır ve haksızdır. Bu şeylere karşı sesimi yükselttiğime dair pek çok örnek verebilirim, zaten başka türlüsü mümkün değildi. 1948’in sonlarında, bu baskılar bir ölçüde yeniden yaşandı. Karım Polina Jemçujina’yı tutukladılar. 1918’den bu yana parti üyesi olan ve yıllarca partide ve ekonomik işlerde aktif olarak çalışmış olan karım tutuklandıktan beş yıl sonra, 13 Mart 1953’te, yani Stalin’in ölümünden sonra Lubyanka’daki hapishaneden çıkabildi. Çıktığında ağır bir şokun etkisi altındaydı. Çıktıktan hemen sonra, 1918’den beri bir parti üyesi olarak hakları iade edildi.

Merkez Komitesinde, Polina’nın tutuklanmasının şahsen beni de hedef aldığı iyi bilinmektedir. Bu benim işimi bitirmeye hazırlanmak için bir girişimdi. Yoldaş Hruşçov, partinin 20. kongresinde, kişi kültüyle ilgili bir raporunu okurken bu konuda konuştu.” (iba.)

-Kısa bir ek: Cehalet kötüdür. Yarı cehalet daha da kötüdür. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak kötüdür. Bilgi kırıntılarıyla fikir sahibi olmak daha da kötüdür. Her konuda her şeyi bilemeyiz. Bu iki hastalık yapısal hastalıktır yaşamımızda.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder