III.
BÖLÜM
İSRAİL
DEVLETİNİN DOĞUŞU VE SİYONİZM
"Arapların
Yahudilerden kişisel, dinsel ya da ırksal nedenlerden ötürü
nefret ettikleri
doğru değildir. Onlar bizi -kendi açılarından pekala haklı
olarak- bir Arap ülkesini bir Yahudi devletine dönüştürmek
amacıyla ele geçirmiş Batılılar, yabancılar, işgalciler
gözüyle değerlendiriyorlar."
(Siyonizm
ve Irkçılık, L.
Humphrey, s. 17, İkinci
Baskı: Mart 1985,
çeviren Prof. Dr. Türkkaya Ataöv, Birey ve Toplum Yayınları)
Bu
sözler, Moşe Dayan’a aittir. Moşe Dayan kariyerine ırkçı
terörist Haganah örgütünde başlamış, İsrail devletinin
kuruluşundan sonra Genelkurmay Başkanlığına kadar yükselmiş,
İsrail hükümetlerinde savunma bakanlığı, dışişleri bakanlığı
yapmış bir “devlet adamı”dır.
M.
Dayan’ın açıklaması önemlidir, Filistin sorununun tarihsel
gerçeğine, keza sürmekte olan Filistin ulusal kurtuluş savaşının
gerçek nedenine ışık tutmaktadır. Filistin direniş hareketi
tarafından 7 Ekim 2023 tarihinde İsrail’in askeri olarak
vurulmasının nedeni de bu açıklamada yatmaktadır... Filistin
halkı Yahudi düşmanı olduğu için değil, toprakları işgal
edildiği, soykırıma uğratıldığı için İsrail sermaye
devletine ve arkasındaki emperyalist devletlere ve işbirlikçi Arap
rejimlerine karşı mücadele etmektedir. Öncesi bir yana, 76 yıldır
Filistin sömürgeleştirilmiş, Filistin halkı yok edilmeye
çalışılıyor. Filistin halkı kendi ulusal demokratik hakları
için direniyor; meşru müdafaa hakkını kullanıyor. İsrail’in
“meşru müdafaa hakkı” diye yırtınanlar, İsrail
burjuvazisinin sömürgeciliğini, soykırım harekatını
meşrulaştırmaya çalışmaktadır.
“Birkaç
yüz silahlı Filistinli o korkunç seti aştı ve hiçbir
İsraillinin hayal bile edemeyeceği bir şekilde İsrail’i işgal
etti. Birkaç yüz kişi, acımasız bir bedel ödemeden 2 milyon
Filistinliyi sonsuza kadar hapsetmenin imkânsız olduğunu
kanıtlamış oldu.”(Haaretz
gazetesi yazarı Gıdeon Levy)
Açık
ki, ezilen, sömürgeleştirilen, topraklarında sürgün yaşayan,
sürgün edilen bir halk için imkansız denen bir şey yoktur, bir
burjuva demokrat olan Levy bu bilinçle yazıyor. Filistin davası
haklı, meşru bir davadır, Filistin halkı eni-sonu kendi haklarını
kazanacaktır. Bu tarihin dersidir.
Yazımızın
3. Bölüm’ünde bazı belgelere “dipnot” olarak yer
vermekteyiz. Bu belgeler incelediğimiz konunun daha iyi kavranmasına
hizmet edecektir.
Birinci
dipnotta,
10 Kasım 1975’de
“BM
Genel Kurulu’nun Siyonizmin Irkçılığın Bir Türü Olduğuna
İlişkin 3379 Sayılı Kararı”nın
tam metni yer almaktadır. Söz
konusu kararda Siyonizm
şöyle mahkum edilmektedir:
BM
“Siyonizmin,
ırkçılığın ve ırk ayrımcılığının bir türü olduğuna
karar verir.” (Garbis
Altınoğlu, Filistin Dosyası,
s. 254-55)
Ki bu karar 1991 yılında
ırkçı ABD tarafından iptal ettirilir.
İkinci
dipnotta, 27 Temmuz 1918’de Lenin’in
başkanlığındaki “Halk Komiserleri Kurulunun,
Yahudi Düşmanlığı Hareketinin Kökünün Kurutulmasına İlişkin
Kararı” yer almaktadır.
Üçüncü
dipnotta, 31 Temmuz 1935 tarihinde
Üçüncü Enternasyonal‘in Yedinci Kongresi’nde
konuşan Filistin
Komünist Partisi delegesi
Rıdvan el Hilv’in (Yusuf)
konuşmasına
yer vermekteyiz.
Her
üç belge de G. Altınoğlu’nun
hazırladığı Filistin Dosyası
başlığı taşıyan çalışmada
yer almaktadır. İsteyen okur, bu dosyayı
PDF formatında, Google’den
indirip inceleyebilir.
Bu vesileyle de devrimci
ve komünist hareketin yüz akı Ermeni kökenli Garbis
Altınoğlu yoldaşı sevgi ve saygıyla anıyoruz.
Aynı
dosyada, 29 Kasım 1974, “BM Genel Kurulu’nun Ezilen Halkların
Bağımsızlık ve Silahlı Savaşım Hakkına İlişkin 3246 Sayılı
Kararı (parça)” yer almaktadır. Bu kararda, örneğin Güney
Rodezya, Güney Afrika Apartheid rejimleri mahkum edilir. Ki bir dizi
kararda İsrail ırkçı devletinin Afrika’daki ırkçı
devletlerle sıkı bağları da kınanır.
Dördüncü
dipnotta “İsrail Bağımsızlık Bildirgesi” tam metin
olarak yer almaktadır. Belgenin yer aldığı link dördüncü
dipnotta verilmiştir.
BM’de
pek çok karar alınır. Ama bu kararlar daima Amerikan
emperyalizminin, İsrail Siyonizminin ve pek çok ABD’ci devletin
ve yandaşlarının sert saldırılarına maruz kalır...
Ancak
BM’de ırkçı, sömürgeci boyunduruk altında olan ülkelerin
bağımsızlık haklarının kayıtsız şartsız tanınması, bu
amaçla halkların silahlı direnme ve mücadele haklarının meşru
ilan edilmesi önemlidir.
Kuşkusuz
ki bu kararlar öyle durup dururken alınmamıştır. Stalin
önderliğinde faşist kampın ezilmesi, sosyalist kampın doğması,
(sosyalist ülkelerin dünyanın altıda birinden üçte birine
yükselmesi) emperyalist sömürge tekelinin hızla çözülmesine ve
yıkılışa gitmesine yol açtı. Dünya çapında yükselen,
anti-emperyalist ve devrimci mücadele, halkların ulusal kurtuluş
savaşının atılıma geçmesinin baskısı BM’ye bu vb. kararları
aldırttı. Bu kararların BM Genel Kurulu’nda çıkarılabilmesinde
iki kamp arasında sürmekte olan hegemonya ve rekabet mücadelesinin
de rolü inkar edilemez.
“BM
Genel Kurulu’nun Ezilen Halkların Bağımsızlık ve Silahlı
Savaşım Hakkına İlişkin 3246 Sayılı Kararı”nın
7. maddesinde, “Sömürge ve yabancı
egemenliği ve boyunduruğu altında bulunan halkların ve özellikle
Afrika ve Filistin halklarının kendi yazgılarını belirleme ve
bağımsızlık haklarını tanımayan bütün Hükümetler şiddetle”
kınanır.
8.
maddesinde, “Güney Afrika‘daki ve başka yerlerdeki ırkçı
rejimlerle askeri, ekonomik, sportif ve siyasal ilişkiler sürdürmek
suretiyle bu rejimlerin, halkların kendi yazgılarını belirleme ve
bağımsızlık özlemlerini ezmelerini teşvik eden NATO üyelerinin
ve diğer ülkelerin politikaları da şiddetle” kınanır.
2.
maddesinde, “Bütün Devletlere, sömürge ve yabancı
egemenliği ve boyunduruğu altındaki halkların kendi yazgılarını
belirleme ve bağımsızlık haklarını tanımaları ve kendi
yazgısını belirleme ve bağımsızlık bağlamındaki vazgeçilmez
haklarını tam olarak yaşama geçirme savaşımlarında onlara
maddi, manevi ve diğer yardımları sunmaları yolundaki çağrısı”
yinelenir.
3.
maddesinde, “Halkların,
silahlı savaşım da içinde olmak üzere her türlü aracı
kullanarak sömürge ve
yabancı egemenliği ve
boyunduruğundan kurtulma savaşımlarının meşruiyetini yeniden
doğrular”, doğrulanır.
Kendi
ulusal kaderini
özgürce tayin etme hakkı her
ulusun tartışılamaz
hakkıdır.
Ulusal hakları gaspedilmiş
her halk silahlı direnme
ve ayaklanma hakkına
sahiptir. Bu
haklarını kullanan her halk haklıdır. Tıpkı bugün
Filistin ve Kürt halklarının kendi
sömürgecilerine karşı yürüttükleri haklı, meşru mücadele
gerçeğinde olduğu gibi...
I
Siyonizm
Yahudi burjuvazisinin ideolojisidir. Politik
Siyonizm, 19. yüzyılın
ikinci yarısında gelişen Yahudi sermayesinin yönelimidir.
Yahudi burjuvazisi Tanrının
değil, kapitalizmin ürünüdür. Zaten
böyle bir tarihsel gerçeklik olmasa, ortada burjuva ideolojisi
olarak Siyonizmden
de bahsedilemez. Yahudi
burjuvazisi suni
bir şekilde yaratılmış bir sınıf değildir. O, uzun bir
tarihsel geçmişe sahip, anayurdundan 2000 yıldır kopmuş olmakla
birlikte, Yahudi milliyetinin sınıfsal
parçalanması gerçeği bağlamında kapitalizmdeki
gerçeğidir.
Siyonizm,
Yahudiliğin gerek tarihte, gerekse de kapitalizm çağında uğradığı
özel baskı ve aşağılanmaya karşı Yahudilerin ve Yahudi
sermayesinin tepkisini de
içeren bir gelişme
üzerinde uç vererek gelişmiş burjuva ideolojisi ve politik
hareketidir. Bu bağlamda Siyonizm,
doğuşunda nesnel olarak ilerici-demokratik bir içeriğe
sahiptir. Ancak salt bunu söylemek yanıltıcıdır. Siyonizm
gelişimi içerisinde ırkçı, sömürgeci bir ideolojiye ve politik
harekete dönüşmüştür. Dahası,
sömürgecilik daha baştan siyonist ideolojiye (politik
Siyonizm) içseldir.
(Siyonizmin
değişik formasyonlarının
varlığı, Yahudiliğin
sınıfsal bölünmüşlüğüyle ilgilidir, fakat
biz bu
yazımızda başlıca olarak
Yahudi burjuvazisinin ideolojisi olarak Siyonizm
üzerinde durmaktayız.)
“Topraksız halka boş topraklar, boş topraklara halk
verme” siyasal stratejisi
bunu ifade eder. Tarihsel olarak “Tanrı tarafından bahşedilmiş
kutsal topraklara geri dönme”, Yahudi devletini kurma, Kudüs’ü
başkent yapma, tapınağı yeniden kurma düşü, anayurdundan
koparak tarihsel yaşamını sürdüren Yahudilerin birleştirici
çimentosu olmuştur daima. Yahudi burjuvazisine göre, bu “boş
topraklar”, “halkı olmayan boş topraklar” Filistin’dir...
Emperyalizmin Yahudi burjuvazisiyle kurduğu stratejik ittifak ve
sınırsız destek Filistin ulusal gerçeğini ve tarihini yok sayma
üzerinde kurulmuş bir ittifaktır. Doğal
olarak, emperyalizm ve Yahudi burjuvazisi, Filistin topraklarını
ilhak etmeden, Filistinlileri anayurtlarından sürmeden, öncesi
soykırımcı bir politika izlemeden söz konusu emperyalist ve
siyonist politikayı
yaşama geçiremeyecekti... Bu
politik Siyonizmin temel tarihsel gerçeğidir.
Şu
sözler de durumu açıkça ortaya koymaktadır:
“Filistin’de
toprak satın almakla görevli
Yahudi Acentesi’nin
görevlilerinden
R. Weitz
1940'da şöyle yazmıştır:
‘Kendi
aramızda açıkça bilmeliyiz
ki
bu ülkede iki
ulus için
yer yoktur... Bağımsız bir
ulus
olmak hedefimiz bu küçük ülkede Araplar var oldukça başarıya
ulaşamayacaktır. Tek çözüm Arapların bulunmadığı bir
Filistin
veya en azından bir
Batı
Filistin yaratmaktır... Bunun da tek yolu Arapları buradan komşu
ülkelere
transfer etmektir: Tümünü
transfer etmektir, tekbir
köy, tek
bir
aşiret
kalmamalıdır... Ancak böylesi
bir transferden sonradır ki
bu ülke
milyonlarca ırkdaşımızı
içine
alabilir
hale gelecektir.’
“ (Sosyalizm
ve Toplumsal
Mücadeleler
Ansiklopedisi,
s. 1603)
İki
ayı aşkındır süren İsrail soykırımı ve Filistinlileri
Sina’ya, çevre ülkelere sürme politikası tesadüfi olmadığı
açıktır.
II
“Araplar
artık en azından 1300 yıldır Filistin’dedirler, buna karşılık
Yahudilerin çoğunluğu en azından 2000 yıldır artık Filistin’de
değildirler. Filistin’de son bağımsız Yahudi devleti,
Makbeerler devleti zamanında, artık Yahudilerin çoğunluğu
Filistin’de değildi.”
(O. Heller)
Yahudi
devletinin kurulması politikası özel bir projedir. Bu
proje/strateji Yahudi burjuvazisi ile başta İngiltere, ABD gibi
emperyalist devletler olmak üzere emperyalizmin Ortadoğu gibi
ekonomik, jeopolitik önemi yüksek, vazgeçilmez öneme sahip bir
coğrafyayı denetleme ve yeniden yapılandırma stratejisiyle
ilgilidir. Evet, İsrail devleti özel bir projenin ürünüdür.
Binlerce yıldır kendi anayurdunda yaşayan bir halkı zor, terör,
soykırım yoluyla sürme, yok etme saldırısı “Filistin
sorunu”nu yarattı. Filistin sorunu Siyonist sömürgeci projenin
ürünüdür. Bir halkı, bir ulusu kendi topraklarından sürme
projesi Batılı emperyalist devletlerin ve bu devletlerin başını
çeken İngiltere, Fransa, ABD gibi devletlerin Yahudi sermayesi ile
işbirliğine dayanan soykırım üzerinde yükselen kirli tarihinin
çarpıcı ifadesidir. Bu projeye karşı çıkan ve mücadele
edenlerin “anti-Semitizm”le suçlanması ise sınır tanımayan
emperyalist ve siyonist demagoji ve manipülasyonun rafine
gerçeğidir.
SSCB’yi
yıkmak için Hitler faşizmine sınırsız destek veren İngiltere,
Fransa, ABD, Nazist Yahudi soykırımının suç ortaklarıdır.
Diasporada oldukça yaygın, güçlü, birleşik bir güç olan
Yahudi sermayesi de, anti-komünist, SSCB düşmanı politikalarıyla
Hitler’e suç ortaklığı yapan güçler içerisinde yer
aldı. Kaderini İngiliz, Fransız, Amerikan emperyalizmine bağlayan
Yahudi sermayesi, ne kadar üstü örtülmeye çalışılırsa
çalışılsın, Nazist Yahudi soykırımın da suç ortağıdır.
Yahudi halkının da baş düşmanı olan Siyonist Yahudi
burjuvazisi, İsrail devleti, Yahudi işçi ve emekçilerin değil,
uluslararası sermayenin dostu ve müttefiğidir. Emperyalist ve
siyonist sermaye, Yahudi halkının tarihsel acılarını sadece ve
sadece başta Yahudi halkı olmak üzere dünya halklarını
manipüle etmek, yedeklemek, kirli, haksız, sömürgeci savaşımını
gözlerden gizlemek için kullanmaktadır.
Kapitalizmin
doğuşundan emperyalist çağ da içinde olmak üzere, kapitalizmin
tarihi yüz milyonlarca insanın, sayısız halkın ırkçı,
sömürgeci, soykırımcı politika ve saldırılarla yok edildiği
bir tarihtir. Irkçılık, soykırımcılık, sömürgecilik
kapitalizm ve emperyalizme içkin bir politika ve saldırıdır.
Yahudi burjuvazisinin ırkçı, sömürgeci karakteri ve
soykırımcılığı aynı zamanda söz konusu tarihsel birikime
dayanmakta, kendi özgül gerçeği içerisinde yeniden biçimlenerek
Filistin ve Arap soykırımcılığı olarak devam etmektedir.
İsrail-Filistin sorunu, uluslararası bir sorundur; Filistin
halkının kahramanca mücadelesi, dünya halklarının ortak
mücadelesinin bir parçasıdır...
III
Siyonist
sömürgeci proje belli
tarihsel, politik
aşamalardan geçerek
ete-kemiğe büründü.
İlk
Siyonist
Kongre,
29 Ağustos 1897 yılında İsviçre’nin Basel
kentinde toplanır.
Kongre’yi örgütleyen
Theodor Herzl’dir.
(Theodor
Herzl ve
Haim
Weizmann isimleri
Siyonizmin
doğuşu ve gelişimi sürecinde özel önem taşımaktadır.)
Theodor
Herzl, kongrenin bitiminden üç gün sonra anı defterine şu
sözleri yazar:
“Ben
Basel’de bir Yahudi devleti tesis ettim. Ben bunu bugün yüksek
sesle söylesem bütün dünyadan bir kahkaha tufanı yükselir.
Fakat bundan beş sene sonra belki elli sene sonra ise muhakkak
herkes bunun böyle olduğunu anlayacaktır.” (İslam
Ansiklopedisi, bkz. Siyonizm –
maddesi-)
Nitekim,
o tarihlerde bir hayal olarak görülen bu proje, (Filistin
topraklarında bir Yahudi devleti kurma politikası) zamanla bir
gerçeğe dönüşür. Herzl’in şu sözleri çarpıcıdır:
“Yahudiler, bu en asil
rüyayı tarihlerinin bütün uzun geceleri boyunca gördüler.
‘Gelecek yıl Kudüs’te’ bizim eski deyimimizdi. Artık, bu
rüyanın yaşayan bir gerçeğe dönüşmesinin gösterisi meselemiz
oldu.” (Yahudi
Devleti, s. 28, Ataş
Yayınları, 2017, PDF )
1948’de
Apartheid
Yahudi devletinin
kuruluşu şu
açıklamayla duyurulur:
“İsrail
Bağımsızlık Bildirgesi İsrail Devleti’nin Kuruluşu Bildirgesi
Eretz-İsrail Yahudi halkının doğum yeridir. Burada ruhani, dini
ve siyasi kimlikleri biçimlenmişti. Burada ilk kez devlet olmak
haklarını aldılar, ulusal ve evrensel öneme sahip
kültürel değerler yarattılar ve dünyaya ölümsüz Kitapların
Kitabını kazandırdılar...
----
5657
yılında (1897), Yahudi devletinin ruhani lideri çağrısında,
Theodor Herzl, ilk Siyonist Kongresi toplandı ve Yahudi halkının
kendi ülkelerinde ulusal yeniden doğuş hakkını ilan etti. Bu hak
2 Kasım 1917 tarihli Balfour Deklerasyonunda tanındı ve Milletler
Cemiyeti’nin, belirgin şekilde, Yahudi halkı ve Eretz-İsrail
arasındaki tarihi bağlantıya ve Yahudi halkının kendi milli
evini tekrar inşa etme hakkına uluslararası tasdik veren
Mandasında tekrar doğrulandı.
----
Buna
uygun olarak bizler, Bireylerin Konseyi üyeleri, Eretz-İsrail’in
Yahudi topluluğunun ve Siyonist hareketinin temsilcileri, burada
Erezt-İsrail üzerindeki İngiliz Mandasının sonlandığı
bugünde, kendi doğal ve tarihi hakkımızın vasıtasıyla ve
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu çözümünün gücüne dayanarak,
bu vesileyle İsrail Devleti olarak bilinecek Eretz-İsrail’de bir
Yahudi devletinin kurulmasını beyan ediyoruz. Mandanın sonlandığı
andan itibaren, bu akşam, Sebt günü arifesi, 6 Iyar 5708 (15 Mayıs
1948) seçili Kurucu Meclis tarafından en geç 1 Ekim 1948’e kadar
kabul edilecek anayasaya uygun olarak devletin seçilmiş, düzenli
otoritelerinin kurulmasına kadar, ‘İsrail’ olarak
adlandırılacak Yahudi Devleti’nde Bireyler Konseyi geçici Devlet
Konseyi olarak hareket edecek ve yürütme organı, Bireylerin
Yönetimi, devletin Geçici Hükümeti olacaktır.
Geçici
İsrail Hükümeti
Resmi
Gazete: 1 Numara; Tel Aviv, 5 Iyar 5708, 14.5.1948 Sayfa 1
David
Ben-Gurion”
Her
egemen sınıf gibi İsrail egemen sınıfı da kendi tarihini kendi
yazar. Onların propagandistlerine, eğitmenlerine, ideolojik
uşaklarına düşen görev de bu çarpıtılmış tarihi her yerde
meşrulaştırmaktır...
Şu
açıklamayı birlikte okuyalım:
“Hayfa
Üniversitesi siyasal bilim kıdemli doçenti ve İsrail‘de bulunan
Givat Haviva eğitim, araştırma ve dokümantasyon merkezine bağlı
Barış İçin Araştırma Enstitüsünün akademik direktörü olan
Pappe‘nin, Montreal‘daki McGill Üniversitesinde yaptığı
konuşmanın başlığı ―İsrail, Gerçekleri Yadsıyan Devlet
idi.”
“Pappe,
İsrail ders kitaplarının, medya organlarının ve politikacıların
bu öyküyü tümüyle sildiğini ve onun yerine, Filistin‘deki
Filistinlilerin İsrail devletinin kuruluşunu hoşnutlukla
karşıladıklarını ileri süren yeni bir öykü geçirdiklerine
işaret ediyor. (İsrail‘in versiyonuna göre- G. A.) diğer
ülkelerdeki Arap liderleri yerel halka ülkeyi terk etme çağrısı
yaparken, Yahudiler onlardan kalmalarını rica etmişti.”
“İsrail
halkı, ancak 1980‘lerin sonlarına doğru Pappe‘nin ve İsrailli
tarihçi Benny Morris‘in çalışmaları sayesinde değişik bir
öyküyü, aslında Filistinlilerin 1948‘den beri anlattığı
öyküyü duyma olanağı buldu.”
(Garbis
Altınoğlu, Filistin Dosyası,
İsrail,
Gerçekleri Yadsıyan Bir Devlet,
Yahya Abdülrahman, Catholic New Times, 23 Şubat 2004,
s. 159)
Emperyalist,
Siyonist, burjuva propaganda aygıtı dünyanın her yerinde böyle
işler: Demagoji,
manipülasyon, tarihsel ve güncel gerçeklerin tersyüz
edilerek
çarpıtılması,
üstünün
örtülerek servis edilmesi... İttihatçılıktan,
tek
parti diktatörlüğünden
bugüne uzanan
Türkiye gerçeğinde de aynı
şeyi görmekteyiz...
“Bu
devletin, barbarlığın karşına dikilen uygarlığın ileri
karakolu olacağı"
(Theodor
Herzl)
propagandası
Siyonist
projenin ve
stratejinin
daha baştan ırkçı karakterini gösterir. Oysa bu demagojinin
aksine,
Yahudi
burjuvazisinin
Filistin’i
sömürgeleştirme eyleminden
başlayarak
İsrail
devletinin
kuruluşuyla devam edegelen süreçte barbarlığı,
kapitalist
barbarlığı Siyonizm
ve İsrail devleti
temsil
etmektedir.
Ama
zaten sorunun “barbarlığın bağrında uygar bir devlet kurma”
sorunu olmadığı,
daha
baştan emperyalizmin Ortadoğu’da sağlam bir kale inşa etme, bu
devleti ileri karakol olarak kullanma, Arap halklarının devrime,
sosyalizme gitmesini, SSCB ile ittifak kurmasını önleme sorunu
olduğundan kuşku duyulamaz.
T.
Herzl, kitabında şunları
yazar:
“Yahudi
meselesi, ulusal bir meseledir ve bu sorunu gidermek için büyük
milletler tarafından düzenlenmiş bir konsey dahilinde
tartışılarak, bunun bir dünya meselesi haline dönüştürülmesi
gerekir.”
(Yahudi
Devleti,
s.
21, Ataş
Yayınları, 2017, PDF)
Bu
sözler, “büyük milletler”in, “uluslararası toplum”un
desteğini almadan
Ortadoğu’da (bir
zamanlar itibar bulmayan
Arjantin, Uganda isimleri de
geçer) bir Yahudi
devletinin
kurulamayacağının açık
vurgusu ve itirafıdır.
Herzl ve destekçileri,
süreci organize ederek geliştirenler bunun bilincindedir.
Filistin’de Yahudi devleti kurma projesinin
daha baştan emperyalizme
bağımlı
bir proje olması
gerektiğinin farkındadır Siyonist öncüler.
Peki
zamanının bu “büyük
milletleri” kimlerdi? Açık
ki İngiltere, Fransa, Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu’dur.
Siyonistler, bir yandan emperyalist devletlerden, öte yandan da
Filistin’i işgal altında tutan
Osmanlı teokratik devletinden destek almak için hareket halindedir.
Bilindiği
gibi Almanya yükselen, dünyanın yeniden paylaşımı talep eden
emperyalist bir güçtü. Osmanlı devleti giderek İngiliz
(ve Fransız) devletinin hegemonyasından uzaklaşır ve
Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı öncesi Alman emperyalizminin
yarı-sömürgesi haline gelir. Osmanlı İmparatorluğu Avrupa’nın
“hasta adamı”dır; savaşın
sonucu onun da kaderini belirleyecektir...
Filistin’de Yahudi devleti
kurma projesi hedefine bağlı olarak Siyonistler Almanya ile de
güçlü bağlar kurar.
Öte
yandan dünya sömürge tekeli İngiliz emperyalizminin (ikinci
sırada Fransa yer alır)
elinde bulunmaktadır. Siyonistlerin İngiliz emperyalizmi ile de çok
güçlü bağları bulunmaktadır.
Başını
Alman emperyalizminin çektiği emperyalist kampla (“İttifak
Devletleri”)
İngiltere ve Fransa’nın
çektiği emperyalist kamp (“İtilaf
Devletleri”)
arasındaki hegemonya ve
rekabet mücadelesi kızışmaktadır. Her iki kampın başını
çeken devletler, Araplara
olduğu gibi Yahudilere de
çeşitli sözler vermektedir... Bu dönem Siyonist burjuva akım
İngiliz
yanlıları ile Alman yanlıları olarak ikiye bölünmüştür.
Ancak Almanya’nın dünya
savaşından yenilmesi ile, İngiltere hızla Siyonistlerin ana
kliklerini hegemonyası altında birleştirir ve Yahudi
devletleşmesine
önderlik etmeye başlar... Herzl’in
Osmanlı İmparatorluğu ile görüşmelerinden bir sonuç
alamadığını biliyoruz. “Avrupalı güçlerin himayesi”ni
arayan Herzl, ünlü
kitabı “Yahudi Devleti”nde
Osmanlı’dan beklentilerini şöyle
dile getirir 1886’da:
“Filistin
bizim her zaman hatırlayacağımız tarihi evimiz. Filistin ismi
halkımıza olağanüstü bir kuvvetle çekici görünebilir. Eğer
Sultan Hazretleri bize Filistin’i verseydi, biz Türkiye’nin
bütün maliyesini yeni baştan düzenleme görevini üstlenebilirdik.
Biz Türkiye’de Asya’dan gelen barbarlığa karşı koyan bir
sınır karakolu, bir kale oluşturabilirdik. Biz varlığımızın
garantisini verebilecek bütün bir Avrupa’yla ilişki halinde
kalacak tarafsız bir Devlet olarak kalmalıyız.”
(Age.,
s. 46)
Nitekim
Herzl 1901’de Osmanlı Sarayı (Sultan Abdülhamit) ile görüşür,
fakat görüşmede istediği destek çıkmaz.
İslam
Ansiklopedisi’nde
ise bu
konu hakkında
şu bilgiler verilir:
“Bu
siyasî hareket doğduğunda Filistin’in Osmanlı yönetiminde
bulunuşu, siyonistlerin diplomatik çabalarını öncelikle
Osmanlılar üzerinde yoğunlaştırmasını gerektirdi. Giriştikleri
müzakerelerle önce belirli bir meblağ karşılığında Filistin’i
satın almayı, daha sonra Osmanlı borçlarının konsolidasyonunu
üstlenmeyi önerdiler. Siyonistler bu iki teklifle Herzl
önderliğinde iki defa II. Abdülhamid nezdinde girişimde
bulundular.” (Bkz.
SİYONİZM maddesine)
Herzl’in
Osmanlı borçlarını ödeme karşılığı Filistin’de Yahudi
devleti kurma önerisinin “Sultan” tarafından kabul görmemesi
İslamcı demagogların göstermek istediği gibi, “Sultanımız”ın
“Millet-i İslamiye’ye,
Ümmet’i Muhammediye’ye”,
“İslam davasına” yüce
bağlılığından değil,
böyle bir projeyi
onaylamanın
“Avrupa’nın hasta
adamı” Osmanlıyı daha
erken bir çöküşe götüreceği gerçeğidir.
Ortadoğu’da sürmekte olan emperyalist rekabet, Arapların ulusal
direniş ve ulusal bağımsızlık arayışı ve İngiliz
emperyalizminin Osmanlıyı, Osmanlı’nın Ortadoğu ve Araplar
üzerindeki egemenliğini yıkma mücadelesi içinde
olduğu koşullarda “Sultanımız”ın
Filistin’de bir Yahudi devleti kurmaya izin vermesi zaten pek
olanaklı değildi. Ayrıca
o dönem Yahudilerin oldukça
fazla nüfusa sahip olduğu Osmanlı İmparatorluğu’nda
(Çarlık Rusyası ilk sıradadır) yaşayan Yahudilerin hiç olmazsa
büyük çoğunluğu Filistin’de bir Yahudi devleti kurulması
fikrine sıcak bakmamaktaydı.
IV
İsrail
devletleşmesine giden süreçte İngiliz emperyalizminin politikası
üzerinde özellikle durmak gerekmektedir.
Dillere
destan zenginliğiyle bilinen Yahudi Rothschiller ailesinin
mensubu olan ve İngiltere Siyonist Dernekleri Başkanlığı
yapan Lord Rothschild, İngiltere’de (ve dünya
ölçeğinde) siyonist hedeflerin gerçekleşmesi için çalışan
önde gelen figürlerdendir. İngiltere nezdinde yaptığı
girişimler etkilidir. “Balfour Deklarasyonu” İngiliz
emperyalist burjuvazisinin “Yahudi sorunu”nun “çözümü”
politikasını dile getirmektedir.
Deklarasyonu
birlikte okuyalım:
“Dışişleri
Bakanlığı 2 Kasım 1917
Saygıdeğer
Lord Rothschild,
Yahudilerin
Siyonist özlemlerine sempatisini dile getiren aşağıdaki
deklarasyonun Kabineye sunulmuş ve onun tarafından onanmış
olduğunu Majestelerinin Hükümeti adına size bildirmekten mutluluk
duyuyorum:
Majestelerinin
Hükümeti, Filistin‘de Yahudi halkı için bir ulusal yurt
kurulmasına olumlu bakmaktadır ve Filistin‘de bulunan
Yahudi-olmayan toplulukların yurttaş ve dinsel haklarına ya da
herhangi bir başka ülkedeki Yahudilerin sahip oldukları haklara ve
siyasal statüye zarar verebilecek herhangi bir şeyin yapılmaması
kaydıyla bu hedefe erişilmesi için elinden gelen tüm çabaları
harcayacaktır. Bu deklarasyonu Siyonist Federasyonun bilgisine
sunarsanız, size minnettar olacağım.
Saygılarımla,
Arthur
James Balfour”
(Aktaran
Garbis
Altınoğlu, Filistin Dosyası,
s. 211, PDF)
Görüldüğü
üzere deklarasyon “Saygıdeğer
Lord Rothschild”e
cevaben yazılmıştır;
çünkü öncesinde Rothschild
sorun hakkında çözüm
önerilerini iletmiş ve destek istemiştir.
Bu
deklarasyon Siyonist burjuvazinin taleplerine ikircimsiz verilen
İngiliz yanıtıdır ve bu yanıt, Yahudi sermayesinin Filistin’i
İngiliz emperyalizmi desteği ile sömürgeleştirme politikasına
ivme kazandırır.
“Majestelerinin
hükümeti, Filistin’de Yahudi halkı için bir ulusal yurt
kurulmasına olumlu bakmaktadır” dendikten
sonra devamla,
“ve Filistin’de bulunan Yahudi olmayan toplulukların yurttaş ve
dinsel haklarına ya da herhangi bir başka ülkedeki Yahudilerin
sahip oldukları haklara ve siyasal statüye zarar verebilecek
herhangi bir şeyin yapılmaması kaydıyla bu hedefe erişilmesi
için elinden gelen tüm çabaları harcayacaktır.” sözleri
diplomatik kılıftır. Kuşkusuz ki, bu sözler aynı zamanda Yahudi
burjuvazisine “fazla ileri gitmeyin, akıllıca davranın,
Arap dostlarımız var, onları da kaybetmek istemeyiz” mesajıdır
aynı zamanda.
Bilindiği
gibi o tarihlerde İngiliz emperyalizmi Fransız emperyalizmiyle
birlikte dünyanın patronudur; dahası İngiltere dünya sömürge
tekelini de elde tutan bir numaralı süper devlettir. İngiltere’nin
“Balfour
Deklarasyonu” öyle
masum amaçlarla ortaya
çıkmadı.
Deklarasyon,
Birinci emperyalist Paylaşım Savaşı’nda başını Alman
emperyalizminin çektiği rakip emperyalist kamp ve bağlaşıklarının
yenileceğinin belirginleştiği bir kesitte yazıldı.
İngiliz
ve Fransız emperyalist devletleri 16 Mayıs 1916’da Sykes-Picot
Antlaşması’nı
kapalı kapılar arasında imzalar. Bu antlaşma daha sonra
Ortadoğu’nun da kaderini belirler. Ki
bu antlaşma (diğer
gizli antlaşmalar da dahil)
Rusya’da 1917
Ekim
Sosyalist Devrimi’nin hemen ardından dünyaya açıklanır ve
emperyalist devletler teşhir edilir. Ekim
Devrimi yalnızca bu antlaşmayı değil, bütün gizli antlaşmaları
dünyaya duyurur. Bu
sosyalist devlet olmanın gereğidir.
Osmanlı
İmparatorluğu, Alman emperyalizmine
bağımlılığın sonucu
olarak Almanya’nın yanında savaşa katılır. Bu savaşta Alman
emperyalizmi yenilir. İliklerine
dek çürümüş, çöküş çağında olan Osmanlı
İmparatorluğu da aynı
kaderi paylaşır.
Ki Osmanlı İmparatorluğu üç
kıtaya
yayılmış, 600 yıllık geçmişi olan feodal teokratik
askeri bir devlettir. Savaştan
yenilgiyle
çıkan monarşist
Osmanlı
İmparatorluğu
emperyalist
devletler
arasında paylaşılır. İmparatorluğun yenilgisiyle Ortadoğu’da
ortaya çıkan boşluk İngiliz ve Fransız devletleri tarafından
doldurulur. Filistin Osmanlıdan İngilizlere geçer.
Savaşın
sonucu ortaya çıkan yeni güç dengelerinde İngiliz emperyalizmi
bir kez daha bir numaralı dünya gücü olarak at koşturmaya
başlar.
Fakat,
emperyalizm ve proleter devrimler çağını pratik olarak açan (ki
Çarlık Rusyası, dünya savaşına İngiliz-Fransız blokunun
müttefiği olarak katılır) Büyük
Ekim Sosyalist Devrimi
1917’de zafere erişmiş, emperyalizmi ve dünya sömürge tekelini
temellerine dek sarsan emperyalizmin genel bunalım çağını da
başlatmıştır. Bolşevik Devrim
bütün dünyada
dev bir etki yaratır. Devrim
yangını Avrupa’ya sıçrar... Emperyalizm
ve gericiliğin paçaları tutuşmuştur; dünyanın devrime
gidişinin önün kesilmesi gerekmektedir...
Bu
hatırlatmanın ardından hemen vurgulamak isteriz ki, emperyalist
devletler, genel savaşın ardından devrimci patlamaların
gerçekleşebileceğini hesaba katacak kadar siyasi ön görüye ve
uyanıklığa, deneyime ve
ideolojik donanıma
sahiplerdi...
Zaten emperyalist savaş öncesinde dünya komünistleri savaşın
engellenemediği koşullarda emperyalist
savaşı iç
savaşa ve devrime
dönüştürme politikasını daha 1912 yılında Basel
Manifestosu’yla dünyaya ilan
etmişti.
İngiliz
emperyalizmi “Balfour
Deklarasyonu” ile
Yahudi sermayesinin devlet kurmasını desteklediğini duyurmuştu.
Fakat
1917’de
Ekim Sosyalist Devrimi zafere erişince, bölgede İsrail burjuva
devletinin kurulmasına daha güçlü destek verilmeye
başlandı.
Bu desteğin arkasında, ABD’de de dahil uluslararası sermaye
vardı.
Kurulacak
bu devlet, Ortadoğu’da ulusal kurtuluşçu savaşlara ve
devrimlere, büyümeye başlayan SSCB etkisine karşı anti-komünist
bir barikat ve ileri saldırı üssü de olacaktı. Ekim
Devrimi, SSCB,
III. Enternasyonal ve
dünya çapında büyüyen komünizmin etkisini kavranmadan
Ortadoğu’da
sömürgeci
Siyonist burjuva bir devletin kurulması politikasının yeterince
kavranamayacağı açıktır.
Ekim
Devriminin zaferi, SSCB’nin kurulması, 1919’da
dünya devrim partisi olarak Komintern’in
(III. Enternasyonal) doğuşu, dünya çapında aynı zamanda
emperyalist sömürge
tekeline karşı ulusal kurtuluşçu devrimleri de ivmelemişti.
Emperyalist dünya sistemi ve önderi İngiltere büyük bir tehditle
karşı karşıyaydı. 1917 Devrimi’nden
sonra başta önde gelen emperyalist devletler olmak üzere bütün
emperyalist ve gerici devletler adımlarını
bu gerçeği göz
önünde tutarak
atmak zorunda kalmıştı. Bu Ortadoğu’da kurulacak bir Yahudi
devleti politikası
bakımından da geçerliydi.
Yahudi
sermayesi ve Siyonizm daha baştan anti-komünist, halklar için
siyasal özgürlüklere düşmandı; onun anti-komünizmi,
anti-Marksizmi Ekim Devrimi’nden çok öncesine dayanır...
Herzl
Yahudi ulusal devleti kurma projesi bakımından sosyalizm ve sınıf
mücadelesini bir tehdit olarak görür. Şu sözleri laf olsun diye
yazmıyor kitabında:
“Dar
gelirli eğitimli Yahudiler hızla sosyalist oluyor böylece. Bu
yüzden hem sosyalist hem de kapitalist kampların her ikisinde de
tecrit edilmeye hazır bir durumda kaldığımız için sınıflar
arası çatışmada en çok acı çeken biz oluyoruz.” (Age.,
s. 33-34)
Proletarya
ile burjuvazi arasındaki mücadelede sermayenin “böl ve yönet”
politikasıyla farklı milliyetlerden işçileri parçalarken
anti-Semitik propaganda ve saldırılarla Yahudileri ve Yahudi
işçileri özel olarak hedef tahtasına yerleştirdiği açıktır...
Fakat sorun bunun ötesindedir Herzl için... O, “Gemimizi
batırdığımızda, devrimci partilerin emrinde birer memur olarak
devrimci birer proleter haline geleceğiz.” (s. 39) uyarısını
durup dururken yapmıyor... Devrim ve sosyalizme, sınıf
mücadelesine karşı olan yalnızca Herzl ve taifesi değildir, onun
hemen yanı başında Hristiyan sermayesi durmaktadır: “Hıristiyan
burjuvaları, her ne kadar büyükçe bir önem taşımasa da, bizi
Sosyalizme kurban etme niyetinde değildiler.” (Age., s. 38)
Anti-Semitizme karşın, Yahudi işçilerini (ve emekçilerini)
“sosyalizme kurban etmeme” politikası Yahudi sermayesi, Yahudi
devleti kurma projesi ile dünya sermayesinin anti-komünist
ittifakının temelidir aynı zamanda.
“Bundcular,
Bolşevikler
ve Menşeviklerle
kıyaslandığında, Siyonistler Rusya ve Polonya'da Yahudilerin çok
küçük bir azınlığını örgütleyebilmişlerdi.
Siyonist liderlerden Weizmann
1903’de Herzl'e gönderdiği bir raporda ‘Siyonist hareket Yahudi
gençliğin en iyi unsurlarını kendine çekmeyi başaramadı..’.
Yahudi öğrenci kitlesinin
neredeyse tümü
devrimci
hareketi destekliyor" diye
yakınıyordu.’ ”
(Sosyalizm
ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi C. 5,
s. 1602)
Politik
siyonizmin bir dönemeç olarak, 1897’de bir eylem planı ve
girişimine dönüşmesi, (öncesini geçiyoruz) dünya çapında
proletarya ve devrimci hareketi parçalama, Yahudi burjuva
milliyetçiliğini geliştirmenin de aracı oldu. Bu bir olguydu.
Bunun rolünü ve etkisini Rusya somutunda Bundçuların çizgisinden
de bilmekteyiz.
Ortadoğu’da
bir Yahudi devletinin kurulması Arap dünyasını bir karmaşaya
sürüklemenin, halklar arası düşmanlıkları körüklemenin,
sınıfsal ve ulusal kurtuluşçu devrimleri boğmanın, yolundan
saptırmanın aracı olacaktı.
1.
Dünya Siyonist
Kongresi’nden
sonra, Yahudi sermayesinin
ve dünya burjuvazisinin,
Yahudi proletaryası (ve emekçileri) içerisinde devrimci ve
komünist politika ve çözümün etkili olmasını, yaşadıkları
ülkelerin proleter ve emekçi kitleleri ile
birlikte mücadele etmesini
önlemek
için her yerde anti-komünist,
anti-Marksist
gerici politikayı aktif
bir şekilde geliştirdiğini
biliyoruz.
Buna
rağmen ezilen bir milliyet olarak Yahudi
emekçilerinin,
Yahudi
devimci ve komünistlerinin yaşadıkları ülkelerin proletaryası
ve halklarıyla
birlikte mücadelesinin gelişmesini önleyemediğini
de biliyoruz.
Tarih, uluslararası devrimci ve komünist hareket içerisinde yer
alan sayısız Yahudi
devrimci
ve komünistin, hem de önde gelen rollerine tanıklık etti... Bu,
Yahudi işçi ve emekçileri adına da gurur veren
devrimci bir
mirastır.
Tarih,
Ekim
Devrimi sonrası,
çok uluslu ve çok
milliyetli
SSCB’de, Çarlık Rusyası döneminde bir uluslar hapishanesi olan
Rusya’da, ulusal sorunların sosyalist çözümüne tanık oldu; bu
çözüm iç savaşlar, emperyalist müdahaleler, Hitler faşizmine
ve faşist kampa karşı mücadelenin ateşi
içinde
sınanarak başarıyla çıktı.
Bu
Yahudi milliyeti için de geçerliydi. Tarihte Yahudileri sömürüden,
sınıfsal ve ulusal zulümden, toplumsal adaletsizlikten kurtaran
sosyalist devrim, proletarya diktatörlüğü ve sosyalist inşa
oldu. Bu
Yahudilerin tarihinde de bir ilkti. Yahudi
milliyeti, dilini, kültürünü özgürce geliştirdi.
Lenin ve Stalin önderliğindeki SSCB’de egemen ulus şovenizminin
ciddi kalıntılarına, anti-Yahudi gerici eğilimlere karşı her
cephede sistematik
mücadele yürütüldü.
Bu
konuda O.
Heller’in,
I. Rennan’ın
kitapları da
oldukça
aydınlatıcıdır.
Yahudi
sorunun sosyalist çözümü emperyalistlerin yanı sıra Yahudi
burjuvazisini de kudurttu. Bu
gerçeği, SSCB’nin,
Marksizm-Leninizm’in, Marks’ın,
Lenin
ve özellikle Stalin’in anti-Semitik
politikayı temsil
ettikleri
rezil
demagojisinin
özel tarzda örgütlenmiş olmasından
da biliyoruz.
Anti-Semitizmin
rantını
yemeğe bakan Yahudi
sermayesi ve
dünya
emperyalizmi ve
işbirlikçileri,
uzantıları tüm kuvvetleriyle
bu propagandayı, psikolojik hareketi, özel harbi sürdüregeldiler.
“Nazi
zulmünden kaçan 2,562,000 Yahudiden sadece 170,000‘i (yüzde 6.6)
ABD ve 50,000‘i (yüzde 1.9) Britanya tarafından kabul edilirken
Filistin bu göçmenlerin 220,000‘ini (yüzde 8.5) ve SSCB
1,930,000‘ini (yüzde 75.2)
aldı.”
(Filistin
Dosyası,
“Arkaplan:
İşçiler*”, Hasan Kanafani,
1972,
s. 220)
Rakamlara
dikkat edin, Yahudileri faşist imhadan kurtaran Stalin ve SSCB Nazi
zulmünden kaçan iki
buçuk milyon Yahudinin
%
75.2’sini
ülkesine kabul ediyor.
Yukarıda
anlattığımız tarihsel gerçeklere karşın,
“Demokratik Batı”, yani Hitler’i besleyip büyüten, Yahudi
soykırımının suç ortağı “Batı demokrasileri”
(ve Siyonist burjuvazi) Lenin
ve Stalin’i,
SSCB’yi
anti-Semitik, Yahudi soykırımı
yapan
suçlular çetesi olarak yansıttılar, yansıtmaya da
devam
ettiler.
Alın
işte size “Batı demokrasisi”nin gerçek yüzü.
Siyonist
İsrail devleti 1948’den bu yana (ve
şu iki
ayı
aşkındır
tanık
olduğumuz) dünyanın
gözleri önünde Filistin soykırımı yapmaktadır.
Soykırıma
karşı çıkanlar ise
kesintisiz
“anti-Semitik”
olarak damgalanmaktadır.
Bu düpedüz çuvala sığmayan yalandır, ırkçı propagandanın ta
kendisidir.
Hatırlayalım,
geçmişte Lenin,
Stalin, SSCB ve sosyalist kamp devletleri anti-Semitik,
Yahudi soykırımcısı olarak damgalandı.
Bu burjuva sistemin ve onun egemeni burjuvazinin sınıf karakterini
göstermesi
bakımından daima
akılda tutulmalıdır. Bakın, İngiliz emperyalizminin ve
emperyalist dünyanın “Yahudi sorunu”na
çözüm adına
uyguladıkları
politika 100 yıldır kan ve barut, soykırım ve sürgünden başka
bir şey sunmadı dünyamıza ve halklara. Bu gerçeğe karşın,
emperyalist dünya, İsrail sermayesi, Apartheit
devleti hala ulusal sorunların sosyalist çözümüne de saldırmaya
devam etmektedir; oysa Lenin ve Stalin’in SSCB’sinde Yahudiler
özgürdü, halklar kardeşti, ortada halkların birbirini
boğazlaması yoktu... Bu
sosyalist dünyayla emperyalist, kapitalist arasındaki farktır
işte.
Devam
edelim.
Filistin
İngiltere’nin denetimine girince İngiliz sömürgeci devleti
Filistin’de sömürge yönetimi (Manda)
kurdu.
Manda
yönetimiyle birlikte Filistin-Yahudi
sorununun temelleri
güçlü bir şekilde atıldı. Manda yönetimiyle birlikte
Filistin’e
Yahudi
göçünün
önü güçlü
bir şekilde açıldı.
1918-20’den
sonra İngiliz emperyalizminin denetiminde Filistin topraklarına
kesintisiz
ve sistematik
Yahudi göçü örgütlendi. Bu süreç 1948 yılına dek
yoğunlaşarak sürdü. Sonrasında
da Yahudiler sayısız
baskıyla dünyanın
dört bir yanından yapay
olarak kurulan İsrail
devletine taşındı.
1918’den
1948’e, İsrail devletinin ilanına dek geçen süreçte, Filistin
toprakları zorla gaspedilerek alan genişletildi. Bu süreç İngiliz
emperyalizminin koruyucu kanatları altında Siyonist ırkçı,
sömürgeci terörist Yahudi örgütler (Hagana, Irgun,
Leyhı, Stren vb.) eliyle gerçekleştirildi. Bu
süreçte sayısız Filistinli katledildi...
Burada
durup emperyalizm ve Siyonizmin sahte ama
etkili bir
propagandasına dikkat çekmek isteriz. İnanacak olursak, zorla
alınan topraklardan bahsedilemez, Filistinliler
gönüllü olarak topraklarını Yahudilere
satmıştır.
Yani
ortada bir sorun yoktur, dahası Yahudiler Filistinli “teröristler”in
iftirasına maruz kalmıştır...
Bu
ikiyüzlü, sahte bir propagandadır.
Filistin toprakları soykırım yapılarak zorla ilhak edilmiştir.
Filistinlilerin
Yahudilere sattıkları toprakların oranı % 3’tür. Bu
oran son derece cüzi bir oran olduğu gibi,
olduğu
kadarıyla toprak satan esas güç, Filistin
halkının da dostları
olmayan
Filistin
büyük toprak sahipleri ya
da onların bir kısmıdır.
Filistin
topraklarına Yahudi göçünü ivmeleyen en büyük dönemeç
Hitler faşizminin gerçekleştirdiği soykırımdır. Hitler
faşizmi altı milyon Yahudiyi, (devrimci ve komünisti, Çingeneyi,
Slavı) imha kamplarında topluca yok etti. Bu korkunç insanlık ve
savaş suçu, emperyalizmin ve Siyonizmin Filistin’i
sömürgeleştirme politika ve saldırısına meşruiyet kazandırmak
için fütursuzca kullanıldı. Üstelik bunu yapanlar da SSCB’yi
yıkmak amacıyla Hitler faşizmini ekonomik, siyasi, mali, askeri,
teknolojik olarak semirten emperyalistler ve işbirlikçileriydi.
Siyonist burjuvazi de bu politikayı sonuna dek destekledi. Holokost
yalnızca Nazizmin eseri değildi, işin diğer yanında da
ABD-İngiltere-Fransa emperyalist bloku ve Yahudi sermayesi
durmaktaydı... Bu tarihsel gerçekler hep özenle gizlenmeye,
unutturulmaya çalışıldı. Ayrıca eklemek isteriz ki, Nürnberg
Mahkemeleri sürecinde yargılanıp cezalandırılması gereken
sayısız soykırımcı Nazi yetkilisinin yargılanmasını bizzat
ABD, İngiltere, Fransa engelledi. Dahası sayısız Hitlerci katil
ABD’ye kaçırıldı ve ABD’nin devlet aygıtında önemli
görevlere getirildi; burada geçerken sadece Nazi Gehlen’i
hatırlatmak isteriz. Keza Nazi savaş suçluları Alman sermaye
devletinin yeniden inşasında bilakis görevlendirildi...
Faşist
blokun karşısında olan emperyalist blok, Hitler eliyle SSCB’yi
yıkmak, bu ara savaşta bir hayli yıpranmış, zayıflamış
Almanya’yı da kolayca yenip çifte zafer kazanmayı planlamıştı;
ama bilindiği gibi, evdeki hesap çarşıda boşa çıktı; Stalin
önderliğindeki Kızıl Ordu ve SSCB hem faşizmi ezdi, hem de
sosyalist bir kampın doğuşuna önderlik etti... SSCB Hitler’i
ezerken, toplama kamplarında kalabilen Yahudileri de kurtardı.
Bunlar unutturulmaya çalışılan tarihsel gerçeklerdir. Ama
biliyoruz ki, 2. Dünya Savaşı’ndan zaferle ve güçlenerek
çıkan SSCB’ye karşı özel Soğuk Savaş Strateji’sine
dayanan topyekün saldırı kampanyası örgütlendi. Bu
kampanyanın sac ayaklarından birisi de “SSCB’de Yahudi
mezalimi” yalanı oldu. Başta dünyanın patronu haline gelen ABD
olmak üzere emperyalizm ve gericilik ve Yahudi sermayesi bu
propagandayı sınırsız bir iğrençlikle geliştirdi.
İsrail
sömürgeciliği nüfus yerleştirme temeline dayanan
sömürgeciliktir. Siyonist burjuvazi uluslararası sermayenin
desteği ile taşıma nüfusla Filistin’in demografik
yapısını sürekli değiştirmeye çalışarak devletleşti. İsrail
devletinin kurulmasından sonra bu politika sistematik sürdürüldü.
Şu iki ayı aşkın süreden beri süregelen İsrail soykırım
hareketi aynı zamanda demografiyi değiştirme
harekatıdır; soykırımcı faşist Netanyahu tarafından da
açık açık dile getirildiği gibi, Gazze’deki 2 milyonu aşkın
Filistinli kendi öz anayurdundan Mısır Sina çölüne sürülmek
istenmektedir. Gazze’ye atom bombası atarak bu işi bir çırpıda
çözmeyi öneren kişi bilakis Netanyahu Hükümeti’nin azgın
faşist bir bakanıdır. Eğer koşullar uygun görülseydi İsrail
devleti ve yönetici eliti hiçbir tereddüt göstermeden Gazze’de
Atom Bombası kullanacaktı. Bu açıklama salt bir bakanın
düşüncesi ya da “gaf”ı falan değil, eğer önlenemezse günü
geldiğinde İsrail devleti bunu da yapacaktır.
1914-18
Savaşı’ndan önce Filistin’e sınırlı bir Yahudi göçü ve
birkaç tarımsal koloni mevcuttu. Osmanlı hakimiyetinin yıkılması
ve İngiltere’nin egemenlik kurmasıyla birlikte “göç” (nüfus
yerleştirme sömürgeciliği) harekatı kolaylaştırıldı.
İngiltere Filistin’de 1920’de paravan bir sömürgeci rejim
(“Manda yönetimi”) kurarken Siyonist projenin
gereksinmelerine bağlı olarak çok sayıda Siyonisti Manda
yönetiminde görevlendirdi. İngiliz Mandası 1922 yılında
Cemiyeti Akvam (Milletler Cemiyeti) tarafından da resmen
onandı. Manda devletinin ilk çıkardığı yasalar (örneğin Göç
Yönetmeliği, Toprak Transferi Yönetmenliği) Siyonist projenin ve
harekatın önünü açan, kolaylaştıran, güvenceler sağlayan
yasalar oldu. Siyonist burjuvaziye ve Yahudi Ulusal Fonu’na
özel ayrıcalıklar sağlayan ekonomik tedbirler alındı...
Yahudi
Ulusal Fonu Başkanı Usşiskin 1930’da büyük bir küstahlıkla
şunları yazarken arkasındaki emperyalist desteğe güveniyordu:
“Ülkemizi
geri talep ettiğimizi açıklamamız gerekirdi. Boşsa, her şey
yolunda demektir. Ama eğer boş değilse, orada yerliler varsa, o
zaman onlar herhangi bir yere nakledilmelidir. Ama ülkeyi
elde etmeliyiz. Yüzlerce, binlerce Fellahın sahip olduğundan çok
daha büyük, çok daha yüksek olan savunulacak bir ideale sahibiz.”
(Aktaran O. Heller, age., s. 134)
Bugün
Gazze’de soykırım yapan İsrail devletinin 2 milyonu aşkın
Filistinliyi Gazze’den Sina’ya ve başka ülkelere sürme
operasyonu aynı ırkçı faşist politika ve saldırganlığın
ürünüdür. Sömürgeci İsrail devletinin yüksek perdeden
sınırsız bir küstahlıkla dünyanın efendisi gibi Arap
devletlerine “alın insan kılıklı bu hayvanları buradan,
finansmanını da siz üstleneceksiniz” ırkçı çağrısı
Siyonizmin karakterine bir kez daha ışık tutmaktadır.
Filistin’de
İngiliz Manda Yönetimi 1948 yılına dek sürdü; 1948 yılında,
İngiltere’nin Filistin’den çekilmesinden hemen önce, Siyonist
İsrail devletinin kuruluşu ilan edildi. 1948 öncesi Yahudi
Siyonistlerin hamiliğini yapan İngiltere, yerini Amerikan
emperyalizmine bıraktı ve ABD, kayıtsız-şartsız ırkçı
sömürgeci İsrail devletinin bir numaralı sarsılmaz dostu olarak
kaldı. Siyonizm daha baştan (19. yy sonlarından) emperyalizmle bağ
içindeydi; emperyalizmin desteğini kazandıkça, destekleyen
emperyalist devletlerin stratejik çıkarları ve politikalarıyla
birleştikçe, aşırı gerici bir harekete dönüştü;
politik-maddi bir hareket olarak Filistin’de yaşam bulmaya
başladıkça ırkçı, soykırımcı bir harekata dönüştü.
Milyonlarca Yahudi yerleşimci taşınmadıkça, bu “yerleşimci”lere
kendilerini güvencede görecek imkanlar sunulmadıkça ve güven
duygusu yaratılmadıkça Filistin toprakları gaspedilemez, Siyonist
bir devlet kurulamazdı. Bu strateji ve operasyon için her türlü
olanak kullanıldı, kirli, sömürgeci savaş uluslararası arenada
ve Filistin ülkesinde kapsamlı bir plan ve harekat olarak
acımasızca yaşama geçirildi.
Filistin’de
Yahudi nüfusu 1850’de 12.000, 1880’lerde 30-35.000’dir. 1931
nüfus sayımına göre Yahudi nüfusu 175. 000’dir.
Filistin
mandası İngiltere’ye verildiği sırada 1918’lerde nüfusun %
93’ünü (708.000) Araplar, % 7’sini (57.000) Yahudiler,
İngilizler, Avrupalılar vb. oluşturuyordu. Bu dönemde Yahudilerin
toplam toprak mülkiyetindeki payı % 2.47’dir (650. 000 dönüm).
1945’e gelindiğinde, Filistin topraklarının hala sadece % 5.
67’i Yahudilere aitti; yani Yahudi toprakları 1920’de % 2.47’den
% 5. 67’ye, dönüm olarak, 650. 000 dönümden 841. 699 dönüme
çıkabilmiştir. Bu tablo, Arapların para için topraklarını
gönüllü olarak Yahudilere satarak vatanlarını sattıkları
yalanını açığa çıkarmaktadır. İngiltere, ABD vbg.
devletlerin aktif desteğine, Siyonistlerin ırkçı terörizmine
karşın gasp edebildikleri topraklar bu kadardır. Bu veriler, 1946
yılında İngiliz ve ABD Araştırması Komisyonu’na sunulan ama
1945’de yapılan incelemelere/rapora aittir. Bu sonuç, emperyalizm
ve Siyonizm ittifakına karşı çeşitli defalar ayaklanan Filistin
halkının (en önemlisi, en örgütlü ayaklanma 1936’da patlak
veren ayaklanmadır) ve Arap halklarının gösterdiği
anti-emperyalist, anti-Siyonist, anti-sömürgeci direnişinin
sonucudur.
Kuşkusuz
ki, 30’lu yıllarda dünya çapında sürmekte olan emperyalist
hegemonya ve rekabet keskinleşiyordu. Gezegenimiz hızla yeni bir
dünya savaşına doğru gidiyordu. İngiliz-Fransız-ABD ittifakına
karşı Ortadoğu’da Alman ve İtalya yayılmacılığı ve etki
gücü gelişiyordu. İngiltere Arap müttefiklerini kaybetmeyi göze
alamazdı... 30’lu yılların sonlarına doğru İngiltere ile
Siyonistler arasında baş gösteren ciddi politik ve askeri
çatışmalar (İngiltere’nin şu ünlü “Beyaz Kitap”ında
ortaya koyulan yeni Yahudi politikası) aynı zamanda bu olguyla
bağlıydı. Fakat baş köşede duran Arap Filistin halkının
direnişiydi.
“1920'de
Yahudiler Filistin toprağını % 2.5'una sahipti. Manda dönemindeki
alımların sonucunda bu oran 1948'de %
6-7'ye yükseldi.
1948'de
İsrail'in kuruluşundan sonra, İsrail topraklarını
genişletti. Bu genişletmenin bir kısmı ama sınırlı bir kısmı
satın alınan, çoğu da askeri işgallerle
el koyulan topraklardı. Bugün, İsrail devleti
‘Yahudi halkı’ adına 1967-öncesi toprakların % 75'ine ve
Yahudi Ulusal Fonu ile Yahudi toprak sahibi kişiler % 20'sine
sahip bulunmakta, Arapların elinde ise % 5'i
kalmaktadır.” (Siyonizm ve Irkçılık, Siyonizm ve
Filistin Toprakları, Samc Hadawı, Walter Lehen, s.
85-86)
Görüldüğü
üzere, İsrail Filistin topraklarını esasen 1948’de İsrail
devletinin kurulmasından sonra elde edebilmiştir.
Filistinliler, 15 Mayıs'ı "El Nakba" diye anarlar,
yani "Felaket" günü. 1948-49 savaşı ve 1967 savaşında
İsrail devletinin Arap devletleriyle askeri çatışmasından
başarıyla çıkması, Yahudi sermayesinin Filistin topraklarını
ele geçirmesinde önemli ve belirleyici dönemeçler oluşturur.
1947’de
BM Filistin’i bölme kararı verir:
“Mandater
olarak üstlendiği ancak birbirine ters düşen
yükümlülüklerini bağdaştırabilmek ve Filistin’de
büyüyen çatışmayla başa çıkabilmek için bütün
çabalarını harcayıp tüketen İngiltere, sorunu
‘Şubat 1947'de Birleşmiş Milletler'e
devretti . Çeşitli komite ve alt komite raporlarından sonra, sonuç
olarak, B.M. Genel Kurulu 29 Kasım 1947'de Filistin'i bir Yahudi
devleti ve bir Arap devleti ile Kudüs, Bethlehem ve
çevresi için uluslararası yönetim altında bir corpus
separatum olarak üçe bölen 181 (II)
numaralı tavsiye kararını benimsedi.” (Siyonizm ve
Irkçılık, s. 78-79)
1948’de
Siyonist devletin kuruluşu ilan edilince, 1. Arap İsrail Savaşı
patlak verir. Bu savaşta Mısır, Suriye, Lübnan, Irak, Suud
orduları yenilir. Bu yenilgi, İsrail’in topraklarını işgal
yoluyla % 78’e çıkarmasını sağlar. Bu oran Filistin’in
bölünmesi yoluyla kurulacak İsrail devleti için BM tarafından
teklif edilen % 56’nın ötesinde bir orandır.
1967
“Arap İsrail Savaşı”nda İsrail bir kez daha topraklarını
genişletir. Wikipedia’dan okuyalım:
“İsrail'in
Golan tepelerinde elde ettiği nihai zaferin ertesinde ateşkes
imzalandı. Bu antlaşmada İsrail; Doğu Kudüs, Golan
Tepeleri, Gazze
Şeridi ve Sina
Çölü'nü ele
geçirdi. 68 bin 300 kilometrekarelik bir alanı, Ürdün, Suriye ve
Mısır topraklarını işgal eden İsrail sınırlarını altı
günde iki buçuk kat genişletmiş oldu. Birleşmiş Milletler
kararlarına rağmen de İsrail bu toprakları elinde tutmaya devam
ediyor.”
(Daha
sonra örneğin 1978 yılında İsrail ve Mısır arasında imzalanan
Camp Davit Antlaşması ile Sina yarım adası Mısıra
devredilmiştir... )
İsrail’in
1948 sınırlarına, sonra 1967 sınırlarına çekilmesi istemleri
ve baskısı her zaman için boş bir kubbede hoş bir seda olmanın
ötesine taşmadı.
Sömürgeleştirme,
sömürgeci savaşla toprak gaspı İsrail devletinin kuruluşu,
gelişmesi sürecinin karakteristiğidir. İsrail sermaye devleti
yıkılmadığı sürece sömürgeci saldırganlık ve yayılma
İsrail’in karakteristiği olmaya devam edecektir.
1948’de
kuruluşu ilan edilen İsrail devleti ve
İsrail Siyonistleri
nezdinde Filistinliler ve
Araplar katli
vacip, barbar, ilkel
bir ırk, bir
sürüdür. Filistin direniş
hareketinin 7 Ekim askeri vuruşunun ardından İsrail ordu
sözcüsünün, “insan kılıklı hayvanlarla savaşıyoruz”
açıklaması da söz konusu ırkçı faşist gerçeğin rafine
ifadesidir.
Diğerlerini
bırakıyoruz bir tarafa, hatırlayalım: İsrail devleti sadece 1948
yılı içinde “500 köy”ü ve “11 kent”i yok eder “ve
750,000 Filistinliyi topraklarından etnik olarak temizle”r. Yıkım
ve ölüm İsrail sermaye devletinin gerçeğidir. Bu veriler İsrail
devlet yöneticilerinin ve sözü geçen açıklamayı yapan askeri
sözcünün insan kılıklı faşist-ırkçı-barbar yaratıklar
olduğunu haddinden fazlasını göstermektedir.
V
1920’de
terörist ‘Haganah’ örgütünü kuran ırkçı faşist
Siyonist Vladimir Jabotinsky’in şu sözleri dünden bugüne
İsrail Siyonizminin karakterini ve politika ve yöntemlerini
kavramak bakımından aydınlatıcıdır:
"Filistin
Yahudilere ait olmalıdır. Etnik bakımdan temiz bir Yahudi
devletinin yaratılması amacıyla gerekli yöntemlerin uygulanması
her zaman zorunlu ve güncel olacaktır. Araplar, şimdi bile, onları
ne yapacağımızı ve onlardan ne istediğimizi biliyorlar. Durmadan
oldu-bittiler yaratmalı ve Araplara bizim topraklarımızdan
çekilerek çöle dönmeleri gerektiğini söylemeliyiz.’
“ (Siyonizm
ve Irkçılık,
Sami
Hadawı,
Walter
Lehn, s. 73-74)
Filistin’i
tümüyle Filistinsizleştirme, bu toprakları Batı Şeria dahil
Yahudileştirme, dahası “Nil’den Fırat-Dicle’ye” kadar olan
bölgeyi (“Vaad edilmiş topraklar”) İsrail toprağı yapma,
İsrail Siyonizminin politikası ve hedefidir.
“Siyonizm'e
göre, dünyadaki her Yahudi İsrail'e gelinceye kadar Galut, yani
sürgündedir.” Yahudi sermayesi ve Siyonist hareket, gerek İsrail
devleti kurulmadan önce gerekse de devletleştikten sonra, sömürgeci
politikasına meşruiyet kazandırmak için dinsel kılıflı ırkçı
politikayı sürekli kullandı.
Ben-Gurion’un
şu açıklamasını, Siyonizme, Siyonist ırkçılığa,
sömürgeciliğe karşı çıkan ilerici, devrimci Yahudileri, dahası
İsrail’e gelip yerleşmeyi benimsemeyen sıradan Yahudileri de
hedef alan açıklamasını birlikte okuyalım:
“Ve
Haziran 1962'de Kudüs'te düzenlenen Amerikan Yahudileri Kongresi
Sempozyumunda yaptığı bir konuşmada hep aynı temayı vurgulamış,
İsrail'in dışında yaşayanlar ‘Tanrısız Yahudiler’lerdir.”
(Age.,
s. 51-52,
Alfred M. Lılıenthal)
Filistin’e
yerleşme projesinin pratikleşmesinden başlayarak bugünlere dek
gelen tarihsel kesitte, Yahudi göçü Siyonistlerin bilinçli,
planlı baskı ve provokasyonlarıyla, açık ya da kapalı Siyonist
terör silahının da kullanılmasıyla özel olarak kışkırtılmıştır;
yani Filistin’e “göç” eden Yahudi nüfusunun çoğu
emperyalist ve Siyonist ekonomik, politik, toplumsal baskı ve
kuşatmayla özel olarak buna zorlandılar. Yoksa insanlar öyle
davul zurna eşliğinde oynayarak, mutluluktan kendinden geçerek
Filistin’e gelmediler, aksine, fanatik kesimler hariç, düpedüz
sayısız biçimlerde örgütlenmiş zor ve baskıyla getirildiler.
Özellikle de bu işleri dışarıdan idare eden zengin Yahudiler,
aileleri, çocukları “Batı demokrasileri”ni, başta da ABD’yi
bırakıp “anayurdumuz” dedikleri İsrail’e gelmediler. Bu hem
devlet kuruluşundan önceki hem de sonraki sürecin dikkat çeken
bir olgusudur.
Yahudilerin
ırkçı baskı ve pogromlara karşı “güvenli bir sığınak”
arayışı anlaşılırdır; ama unutmayalım, anti-Semitizmin
sorumlusu ve suçlusu olanlar Batılı emperyalist devletlerdir, Doğu
Avrupa ve Çarlık Rusyası’dır. Yahudi burjuvazisi,
anti-Semitizme karşı duyulan haklı öfke ve güvenlik talebini
sınırsızca istismar ederek oyununu oynadı. 30’lardan itibaren
merkezinde faşist kampın bulunduğu faşist yükseliş uluslararası
bir dalgaydı ve SSCB hariç neredeyse her ülkede ırkçı,
anti-Semitik faşist siyasal hareket bir atılım içerisindeydi.
Hitlerin merkezinde olduğu korkunç boyutlara ulaşan Yahudi
soykırımı Siyonist projeyi yaşama geçirmede olağanüstü bir
ortam ve olanak sundu. Siyonist burjuvazi ve hamileri, özellikle 20.
asırdaki anti-Semitizme çok şey borçludur ve “vadedilmiş
topraklarda Yahudi devleti” kurma projesini gerçekleştirmek için
bilakis anti-Semitist kışkırtmalarla, provokasyonlarla bu eğilimi
güçlendirerek işin rantına oynadılar.
İsrail
devletinin kurucu babası kabul edilen “Theodor Herzl, günlüğünde
şunları yazıyordu: "Anti-semitizm büyümüştür ve
büyümeye devam
etmektedir ve ben de büyümeye
devam ediyorum."; “Dünya
Siyonist Örgütü Başkanı Nahum Goldmann” 1958 yılında,
"Anti-semitizmin
gerilemesi Yahudilerin bekası için yeni bir tehlike oluşturabilir.”
sözleri
dikkat
çektiğimiz gerçeğin
Siyonist
ağızlardan açık itiraftır.
Şu
sözler de bu konuda açık fikir verecektir bizlere:
“Başbakan
David Ben-Gurion ... Bir grup Amerikalının ziyareti nedeniyle, 31
Ağustos 1949'da yaptığı bir konuşmada şunları söylemektedir:
"Bir
Yahudi Devleti kurma rüyamızı gerçekleştirmiş olmamıza karşın
henüz işin başındayız. Yahudi halkının
büyük bir kısmı hala dışarda; bugün İsrail'de
yalnız 900,000 Yahudi var. Gelecekte bütün Yahudiler
lsrail'de toplanmalıdırlar. Ana babaları,
çocuklarını buraya getirmeye çağırıyoruz. Yardım
etmeyecek olurlarsa, gençliği İsrail'e biz getireceğiz;
ancak umarım buna gerek kalmayacak." (Age., agY., s.
51, iba.)
1959’da
Amerikan Yahudi Kongresi üyesi Leo Pfcffer’in, “Yahudiliğin
bekası sağlamak için bir miktar anti-semitizm gerekli”dir
açıklaması aynı politikaya açıklık kazandırmaktadır.
Emperyalist
ve Siyonist hedeflere ulaşmak için terörist örgütler
örgütlemek, terörist saldırılar düzenleyerek kendi halkını
yönlendirmek, provokasyonlar örgütlemek bütün burjuva
devletlerin kullandığı yöntemlerdir. “Vaiz” Siyonist
Klausner’in şu açıklamasını birlikte okuyalım:
“Vaiz
Klausner 2 Mayıs 1948'de toplanan Amerikan Yahudi
Konferansına sunduğu ünlü raporda şunları
bildiriyordu: ‘Halkın Filistin'e gitmeğe zorlanması
gerektiği kanısındayım. Bunlar ne kendi durumlarının,
ne de geleceğin neler vadettiğini kavramaya
hazır değiller. En büyük hedefleri bir Amerikan doları. ‘Zor'
sözünden bir programı kasdediyorum.’
” “ ‘Yahudileri tedirgin edecek Haganah türünde bir örgüt
kurmak gerekebilir.’ ” (Age., s. 54,
bba.)
Bilindiği
gibi Haganah İsrail devleşmesine giden süreçte 1920-48
arası dönemde, İngiliz Manda yönetimi döneminde kurulmuş
terörist bir örgüttü...
Yukarıda
aktardığımız sözler durumu açıklamaya yetmektedir. Filistin’e
Yahudi göçü sistematik demagoji, manipülasyon ve baskı, zor,
terör politikası kullanılarak örgütlenmiştir. Bu, Siyonizmin ve
sonra Siyonist İsrail devletinin emperyalist devletlerin yardımı
ile gerçekleştirdiği politikanın gerçekleridir. Anti-Semitizm ve
anti-Semitik baskı, katliam ve baskılar bu amaçla fütursuzca
kullanılmıştır. Hemen ekleyelim: Irkçı, sömürgeci, soykırımcı
İsrail devleti dünya çapındaki anti-Semitizmin ana kaynaklarından
birisidir. Anti-Semitizme karşı mücadele İsrail Siyonist
devletine karşı mücadeleyle mutlaka birleşik ele alınmalı ve
teşhir edilmelidir. İsrail siyonist sermaye devleti ve ABD, (AB
vb.) dünya çapında Yahudi nefretini sistemli kışkırtarak
rantını yemeğe devam etmektedir.
VI
Filistin
Kurtuluş Örgütü (FKÖ) 1964'de Kudüs'te kurulur. Filistin ulusal
devrimci mücadelesinin merkezi haline gelir. Ulusal meşruiyetini de
uluslararası arenada kabul ettirir. 20 Ağustos 1993’de imzalanan
Oslo Barış Antlaşması, 13 Eylül 1993’de, Washington’da
şatafatlı gösterilerin eşliğinde ilan edilir*.
Filistin-Yahudi sorununun “askeri değil, politik çözüm”ü,
“şiddetten arınmış, barışçıl, demokratik çözümü”
adına FKÖ’nün imzaladığı bu anlaşma, gerçekte bir ihanet
anlaşmasıydı. ABD, İsrail, işbirlikçi hain Arap devletlerinin
FKÖ’yü çürüterek teslim alma programı bu anlaşmayla
ete-kemiğe büründü. Bir kısım ulusal devrimci Filistin örgütü
haklı olarak bu anlaşmayı ret ve mahkum etti.
Kapitalist/revizyonist bloğun çökmesi, sosyalizmin itibarının
dibe vurması, dünya devriminin yenilgisi koşulları FKÖ’yü
çürüterek teslim alma, İsrail Siyonist devletinin egemenliğini
garantiye alma operasyonuna olağanüstü ortam sağladı, imkanlar
sundu...
Bugün
karşılaştığımız Filistin tablosu aynı zamanda bu anlaşmanın,
FKÖ’nün ulusal devrimci çizgiden kopuşunun,
ulusal reformizme savrulmasının sonuçlarıdır aynı zamanda.
Özellikle de Yaser Arafatın öldürülmesinden (iki
yıldan beri Ramallah’da İsrail kuşatması
altındayken zehirlenerek öldürülmesi, haklı
olarak kuşkuyu
hemen yanı başındaki Abbas’a yöneltti;
Arafat, 11 Kasım
2004’de 75 yaşındayken,
“tedavi” amacıyla
götürüldüğü Paris’te, askeri
hastahanede öldü,
cesedi otopsi yapılmadan gömüldü) sonra İsrail
işbirlikçisi (Abbas rejimi) haline gelişinin trajik tablosudur. Bu
“demokratik barışçıl paradigma”nın iflasının da çıplak
kanıtıdır. Özellikle Ortadoğu söz konusu olunca gerek devrimci
ve komünist, gerekse de ulusal kurtuluşçu devrimler bakımından
şu postmodern “demokratik paradigma”, “barışçıl demokratik
çözüm paradigması”, “demokratik modernite” propagandasına
karşı daha yüksek bir uyanıklık gereklidir. Kuşkusuz ki bu,
salt Ortadoğu için geçerli değildir...
VII
“Bir
ulusu ezen ulus da özgür olamaz.” (K. Marks)
Gettoda
yaşamak asırlarca Yahudinin kaderi oldu. İsrail devleti modern bir
gettodur. İsrail devletinin ve Yahudi sermayesinin Yahudi halkına
dayattığı şey, düpedüz modern getto yaşamıdır. Yahudi halkı
bir kez daha gettoya mahkum edilmiştir. Bunun sorumlusu emperyalizm
ve Siyonist burjuvazi ve devletidir. Dünya halklarından, çevresini
kuşatan halklardan uzak, yalnızlaşmış bir halktır Yahudi halkı.
İnanacak olursak Yahudiler üstün ırktır. İsrail Siyonizmi böyle
diyor. İsrail burjuva devleti, Arap halklarını barbar, uygarlıktan
nasibini almamış, katli vacip bir yığın görmektedir. İsrail
sermayesi ve Apartheid devleti, kılık değiştirmiş Hitlerciliktir
demek haksızlık olmayacaktır. İsrail’i gettoya çevirmiş olan
emperyalizm ve Siyonizmdir. İsrail halkı gettoya tıkılmış,
tecrit olmuş, emperyalizm ve Siyonist sermaye tarafından sömürülen,
ezilen bir halktır. Yalnızca İsrail halkı değil, sınırsız bir
baskı ve zulümle Filistin halkı da getto yaşamına (Gazze, Batı
Şeria) mahkum edilmiştir. Şu küçücük toprak parçası halinde
harita gösterilen Gazze’ye bakın, Gazze dünyanın en yüksek
güvenlikli cezalandırma ve soykırım evine dönüştürülmüş
durumda.
Ama
son (7 Ekim) Filistin birleşik direniş hareketinin İsrail’in
güçsüzlüğünü açığa çıkaran vuruşundan da görüleceği
üzere, direniş, meşru mücadele engel tanımıyor. Filistin ulusal
direnişi Birinci ve İkinci İntifada örneklerinde olduğu gibi
boyun eğmeyi ret etmektedir. Arap işbirlikçi devletlerin İsrail
Siyonizmi ile geliştirdiği iyi ilişkiler de direnişi
engelleyememektedir.
Açık
bir gerçek daha var: Filistin’in sömürgeleştirilmiş olması,
Filistin soykırımı nedeniyle Yahudi halkı da güven içinde
yaşayamamaktadır. Ortadoğu’nun en büyük ordusuna sahip olmak,
nükleer güç olmak, en ileri savaş makinesine, kimyasal, biyolojik
silah stokuna sahip olmak İsrail’in güvende olmasını
sağlayamamaktadır. Örneğin o “yenilmez” ilan edilen İsrail
ordusu ve savaş mekanizması Hizbullah gibi bir güç karşısında
yenilmekten (2006 İsrail Lübnan Savaşı) kurtulamamıştı.
Sömürgeci
getto başta Gazze olmak üzere Batı Şeria’nın da gerçeğidir.
Batı Şeria toprakları Yahudi yerleşimcilerle delik deşik
edilmiştir. Filistin halkı Apartheid devletinin zalimce kontrolü
altında tutulmakta; ve Apartheid devleti, henüz tam olarak işgal
edemediği Filistin topraklarından da Filistinlileri sürmek
istemekte, her fırsatı bu amaçla değerlendirmektedir. Filistin
Özerk Yönetimi ve kokuşmuş elebaşı Abbas rejimi ise Batı
Şeria’da İsrail’in polisliğini yapmaktadır.
Emperyalizm
ve Yahudi sermayesi Yahudi halkına öl ya da öldür
ideolojisini, politikasını, kültürünü, dinciliğini,
ırkçılığını, şovenizmini, sömürgeciliği, halklara
düşmanlığı, militarizmi dayatıyor ve Yahudi halkını
hiçleştiriyor. Uzun bir tarih boyunca her türlü mezalime maruz
kalmış, faşizmin soykırımına uğramış Yahudilerin, kendi
egemen sınıfları ve ırkçı-askeri devletiyle aynı baskı ve
soykırımı bu kez başta Filistin halkı olmak üzere Arap
halklarına karşı uygulaması göz çıkaran bir olgudur. Tarihte
ezilen bir halk olan Yahudi halkı Filistin halkı karşısında ezen
bir halk olarak boynundaki halkayı iki kere daha ağırlaştırmaktadır.
Elbet bu durum devrimci ve sosyalist mücadeleyle bir gün
değişecektir, ama bugün, Yahudi halkının oldukça büyük bir
çoğunluğu sömürgecilikle, ırkçılıkla, dincilikle güçlü
bir şekilde zehirlenmiş bulunuyor. Bu zehir olmadan sömürgeci
İsrail devletinin ayakta kalması mümkün değildir.
Emperyalizm ve gericilik, Siyonist ırkçı sermaye bunu iyi
bilmektedir.
”Milli
güvenlik devleti”, “olağanüstü kesintisiz kriz yönetimi
devleti”, “sürekli savaş devleti” olarak örgütlenmiş
saldırgan İsrail devleti dünyaya terör ihraç eden bir devletir
de. Kesintisiz sürdürdüğü iç ve dış düşmanlar
propagandasıyla, sürekli savaş yoluyla bekasını güvence altına
almaya çalışmaktadır. Ama getto yaşamı, getto devleti hiçbir
zaman güvende olmayacaktır. İsrail sömürgeciliği izlediği
politikayla İsrail halkının da güvenliğini hiçe saymaktadır.
Sömürgeci savaş, işgaller emperyalist hedefler ve yayılma sadece
ve sadece bu güvende olmama durumunu büyütmeye devam edecektir.
Uluslararası sermayenin, ABD’nin AB’nin ve gerici devletlerin
desteği ise ona gerekli güvenliği sağlamaya yetmediği gibi
yetmeyecektir de.
Her
şeye karşın gerek diasporada, gerekse de İsrail’de yaşayan
Yahudi halkının önemli bir kısmı, barışçıl siyasi çözümle
Filistin-Yahudi sorununun çözülmesini talep etmektedir ve bu
eğilim zaman zaman güçlenmekte zaman zaman zayıflamaktadır; ama
bir eğilim olarak varlığını korumaktadır; üstelik Siyonist
devletin, İsrail toplumunun en gerici, en ırkçı, en dindar
kesimlerinin aşırı saldırganlığına rağmen...
İsrail
ordu ve istihbarat, “güvenlik” örgütlerinde çalışan,
özelikle de emekli olduktan sonra konuşan yöneticiler, yaşadıkları
öz deneyime dayanarak, bu iş böyle gitmez, bu politikalar dönüp
bizi vuruyor vb. açıklamaları, durup dururken değil,
Filistin-İsrail sorununa askeri değil, politik çözüm talep eden
bir kamuoyunun, barışçıl çözümden yana olan önemli bir
kitlenin varlığı nedeniyle yapabilmektedir. Ezilemeyen Filistin
direnişi, haklı ulusal mücadelenin baskısı ve deneyimi söz
konusu açıklamaların yapılmasının nedenidir.
14
Kasım 2003’de, Washington Post’ta Şin Bet’in
emekli şefi ile yapılan röportajda söylenenleri birlikte
okuyalım:
“Birinci
Filistin ayaklanmasını, yani İntifada‘yı kapsayan 1988 ile 1995
yılları arasında güvenlik örgütünün şefi olarak görev yapan
Yakov Perry şöyle diyor: ‘Neden güvenlik örgütlerinde uzun
süre hizmet veren herkes -[Şin Bet‘teki] direktörler,
genelkurmay başkanı, eski güvenlik personeli- Filistinlilerle
uzlaşmayı savunur hale geliyorlar? Çünkü onlar orada bulundular.
Biz malzemeyi, gerçek insanları ve belki şaşıracaksınız ama,
iki tarafı da biliyoruz.’ “ (Filistin Dosyası, s.
152)
Şin
Bet’in İsrail‘in, “terörizm”e karşı mücadelesinde
birinci derecede sorumlu en önemli “iç güvenlik” örgütü
(istihbarat) olduğunu hatırlatmak isteriz.
Benzer
açıklamaların sonraki yıllarda da yapılmaya devam edildiğini
biliyoruz.
VIII
Google’den
aldığımız bilgilere göre;
“Tarihi
Filistin topraklarında 1948'de İsrail devletinin kurulmasıyla
topraklarından sürülen Filistinliler, bugün ‘dünyanın devleti
olmayan en kalabalık halkını’ oluşturuyor. 2022 verilerine göre
dünyada yaklaşık 14 milyon 300
bin Filistinli var. 14 milyonun
sadece 5 milyon 350 bini Filistin topraklarında yaşıyor.”
Yani
Filistin nüfusunun büyük bir çoğunluğu sürgünde yaşamaktadır.
Hoş ama Filistinliler kendi yurdunda bile sürgün yaşamaktadır.
(Örneğin Gazze’de kurulmuş olan
Filistin mülteci kampları.) Bu
satırların
yazıldığı
anda da Gazze’de Filistin soykırımı devam etmektedir.
Müslüman ve Arap dünya soykırımı durdurmak için laf üretmek
dışında bir şey yapmayarak ABD’nin, İsrail sömürgeciliğinin
dostu, Filistin halkının
kahramanca süren savaşına düşman olduklarını bir kez daha
kanıtlamaktadırlar.
Dünyanın çok sayıda ülkesinde, Avrupa,
İngiltere,
ABD’de de gelişmekte olan halkların tepkisi, sokak eylemleri
halkların dostunun yine halklar olacağını kanıtlamaktadır...
Emperyalizm ve sermaye devletleri her zaman
halkların düşmanları olmaya devam edecektir, buna kuşku yok.
Sömürgeci,
dinci-faşist Türk burjuva devleti ve dinci-ırkçı Erdoğancı
diktatörlük, bir yandan keskin dinci
demagoji yaparken diğer yandan İsrail’le
olan ittifakını her cephede, ekonomik, ticari,
siyasi, askeri olarak hızla geliştirmeye
devam etmektedir. İsrail ile ilişkiler Erdoğancı faşist
diktatörlükle sıçrama yaptı. Sözde “Siyonizm” karşıtı
Erdoğan, özellikle iç politikaya oynayarak dış politikasını
süslemeye devam etmektedir. Erdoğancı rejim, ABD’nin, İsrail’in
yakın ve güvenilir dostu, Filistin halkının düşmanıdır.
Hatırlatalım: İsrail devletinin
kuruluşunun ardından bu devleti tanıyan tek Müslüman ülke
Türkiye’ydi o tarihlerde...
Türk,
Arap, Fars gericiliğine karşı savaşmayan,
bu savaşı Amerika ve Siyonist devlete karşı mücadeleye tabi
kılarak ele almayan bir Filistin ulusal kurtuluşunun olanaklı
olamayacağını görmek gerekir. İran
devleti kendi özgün çıkarları gereği, Filistin-İsrail
sorununu, Filistin ulusal davasını araçsallaştırmaktadır. Bu
Çin ve Rusya için de geçerli. Bu olgu, bölgedeki her devlet için
de geçerlidir. Bu bağlamda ABD’ci, İsrailci bağlaşmada Türk
ve Arap gericiliğinin ve devletlerinin rolünün İran ile
kıyaslanmayacak kadar negatif, iki yüzlü olduğunun altı
çizilmelidir. Filistin halkının ve direnişinin baş düşmanı
ABD ve Siyonist İsrail sermaye devletidir. Arap
ve Türk sermaye devletleri
tam da bu baş düşmanların saflarında yer almakta ve görüntüyü
bir yana attığımızda Filistin halkının
ve ulusal davasının düşmanları, İsrail’in
ise gerçek
dostları oldukları kesindir.
Sömürgeci
modern Siyonist devlet, MÖ 722’de
İsrail
devletini yerle bir eden, Yahudi
halkını kılıçtan geçiren,
topraklarından süren, köleleştiren Asur
devletinin Antik
Çağ’daki mirasını Filistin’de uyguluyor.
Siyonist
sömürgeci İsrail devleti, MÖ 586’da Yehuda
devletini yıkan, halkı kılıçtan
geçiren, topraklarından süren Babil
devleti politikasını 1948’den beri
(75 yıldır) Filistin’de, Filistinlilere
karşı soysuzca uyguluyor. Dahası modern
burjuva bir devlet olarak İsrail devleti, o tarihlerde düşünülmesi
bile olanaklı olmayan teknolojilere, manipülasyona, uluslararası
sermayenin desteğine dayanarak kapitalist
sömürgeciliği ve modern soykırımı
uyguluyor.
Asur’un,
Babil’in, Roma’nın barbar mirası modern kapitalist sistem
koşullarında Siyonist ve emperyalist sermayenin saldırganlığın
elinde bayrak olarak dalgalanıyor.
“Amerikanın keşfi”yle Avrupa’dan
Amerika kıtasının dört bir yanına gelerek
yerleşen Beyazların, kapitalist
sömürgecilikle yerli halkları başta soykırım olmak üzere nasıl
yok ettiği, yer altı ve yer üstü kaynaklarını nasıl
yağmaladığını biliyoruz. Şu ABD’nin
(ve Batılı devletlerin) tarihine
bakın, ırkçılık, sömürgecilik,
soykırımlar, Ku Klux Klan... Bu modern
canavarlık ABD ve “Batı
demokrasileri”nin, İsrail Siyonizminin, İsrail Devleti’nin
ruhudur...
Uzun
bir tarih boyunca pogromlara,
her türlü aşağılanmaya maruz kalan Yahudiler Hitler’in,
Nazizmin yolunda ilerleyerek Filistini yok
etmeye çalışıyor.
Bu politika Yahudi sermayesinin
politikasıdır. Hitler faşizminin modern
soykırımı, Yahudilerin tarifsiz acıları, ırkçı İsrail
devletinin yaptıklarını haklı çıkarmanın örtüsü olarak
kullanılıyor. Oysa Hitler, Nazizm, Filistin gerçeğinden de
görüleceği üzere İsrail devleti ve yöneticilerinin kılık
değiştirmiş karakteri olarak bütün dünyanın gözleri önünde
durmakta ve
soykırıma devam etmektedir.
Bir halkın çektiği tarihsel acılar
başka halklara aynı acıları çektirmenin, soykırımdan
geçirmenin aracı olamaz. Oysa
çekilen tarihsel (ve güncel) acılar, kazanılan deneyimler,
halklar arası kardeşleşmenin, emperyalizm ve Siyonizme karşı
mücadelenin aracı olmalıdır ve olmalıydı. Kuşkusuz
ki burjuvazi ve Siyonist burjuvazi nerede, ne zaman, nasıl olursa
olsun, ulusları, halkları birbirine düşmanlaştırarak
egemenliğini koruyabilir;
ta ki kapitalizm,
emperyalizm, gericilik yeryüzünden yok edilinceye dek bu
hep böyle olacaktır.
İsrail
ırkçı, sömürgeci kapitalist barbarlığın Ortadoğu’daki
temsilcisi, kalesi
ve saldırı
gücüdür... Modern emperyalist barbarlık
Siyonist Apartheid devletinin ve sermayesinin barbarlığıyla etle
tırnak gibi iç içedir...
Filistin-Yahudi
sorunun çözümü
halkların kardeşliğine, enternasyonal mücadeleye dayanarak,
demokratik, devrimci ve giderek sosyalist bir Ortadoğu
Federasyonunun
yaratılmasından geçmektedir...
Hatırlatıp
geçiyoruz; Kürtler devletsiz halk olarak Ortadoğu’da 45-50
milyonluk bir halkı oluşturmaktadır. 1923 Lozan Antlaşması’yla
Kürdistan dört parçaya bölünmüş, sömürgeleştirilmiş
bir ülkedir.
Türk, Fars, Arap sömürgeci devletleri emperyalizmle işbirliği
içerisinde Kürt ulusunu boyunduruk altında tutmaktadır. Filistin
ulusal kurtuluş savaşı da Kürt ulusal kurtuluş savaşı da
sömürgeciliğe karşı yürütülüyor. İhtiyaç iki halkın
cephesel birliği olmalıdır Ortadoğu halklarıyla birlikte. Ve
hatırlatmadan geçemeyeceğiz, Kürtlerin önemli bir kesiminde
görülen İsrail sempatisi, asla anlayışla
karşılanamaz, karşılanmamalıdır da...
X
Siyonist
devlet kendi iç politikasında da ırkçıdır; yani iç ve dış
politikadaki ırkçılık birbirini tamamlamaktadır.
Son
olarak hatırlatmak isteriz; İsrail nüfusunun % 20’si Araplardan
oluşmaktadır. Bunlar İsrail vatandaşıdır. Bu kesimler,
İsrail’de 3., 5. sınıf yurttaştır. İsrail güvenliğine
tehdit olarak görülmekte her davranışı 24 saat gözlenmektedir.
İsrail
nüfusunun çoğunluğunu Yahudi olmayan, değişik kıta ve
ülkelerden gelmiş farklı ulusal kökenlere sahip ama Musevilik
dinini benimsemiş kesimler oluşturmaktadır. Bu kesimler de İsrail
Siyonist devleti tarafından İsrail yurttaşı kabul edilmiş
Araplar gibi küçümsenmekte ve ayrımcı baskıların altında
yaşamaktadır. Yani İsrail’de “safkan”, “üstün ırk”
olarak homojen bir Yahudilik bulunmamaktadır. Toplama, taşıma bir
kitleden, birleştirici paydası Musevilik olan bir kitleden oluşan
bir ulustur Yahudiler.
İsrail
işçi ve emekçileri üzerindeki emperyalist ve Siyonist sömürüye,
zulme, toplumsal adaletsizliğe, özelde de Siyonist sömürgeciliğe
karşı çıkan herkes terörist, “anti-Semit” olarak
damgalanmaktadır.
Siyonizm
Yahudilikle bir ve aynı şey değildir. Siyonizm Yahudi
burjuvazisinin saldırgan, ırkçı, sömürgeci ideolojisi ve
politikasıdır. İlerici, demokratik, halkçı, devrimci
anti-Siyonizm, Yahudi düşmanlığına varan gerici anti-Siyonizmden
farklı olarak, ırkçı, soykırımcı, işgalci, terörist İsrail
devletine ve Siyonist ve emperyalist gericiliğe karşı çıkmaktan
ve mücadele etmekten ibarettir. Yahudi düşmanlığına karşı
çıkarken ırkçı, faşist Siyonizmle sistemli bir şekilde
hesaplaşılmalıdır.
İsrail
sömürgeciliğine ve ırkçı Siyonizme karşı çıkmayı
“anti-Semitizm” olarak damgalamak, Nazist propagandadan,
Nazizmin Siyonist sermaye ve devleti somutunda üretilmesinden
ibarettir. Gerek İsrail Siyonist devlet ve siyasi yaşamın
temsilcileri, gerekse ırkçı İsrail sermayesi ve devletinin
arkasında olan ABD, AB, İngiltere, Almanya vbg. emperyalist
devletler olsun, hep birlikte devrime, ulusal kurtuluş savaşımına,
sosyalizme, proletarya ve halklara karşı Nazi-Hitlerci psikolojik
hareket ve faşist propaganda geliştirmektedirler. Şu on
milyonların 1., 2. emperyalist dünya savaşlarında katledilmesinin
bir numaralı temsilcisi, Yahudi soykırımın ruhunu taşımaya
devam eden Alman devleti ve sermayesi, sözde “tarihsel utancından”
dolayı, Yahudi halkına karşı özel borcu varmış numarası
çekip, en aşağılık biçimlerde Siyonist kılıklı Nazisist
propagandaya sığınarak, ülkesindeki İsrail soykırımını
protesto gösterilerini yasaklamakta, suç saymakta, akademisyenleri,
yazarları üniversitelerden, kitap fuarlarından kovarak
anti-Siyonist sola ve emekçilere göz dağı vermektedir... Bu
saldırıları yapan Alman sermaye devleti (ve hükümeti)
Almanya’da alabildiğine güçlenerek gelişen, Nazist, neo-faşist
hareketi bizzatihi arka planda yönetmektedir. Dahası başta Avrupa
olmak üzere dünya çapında gelişen faşist ve neo-faşist
hareketle sıkı bağlara sahiptir...
Nazizm
“Batı demokrasileri”nin, emperyalist sermayenin özüne
içseldir; bu ruh sırası gelince kendini her fırsatta
göstermektedir. Emperyalist ve Siyonist Nazi ruhu ve propagandası
kendini “anti-Semitizme karşı çıkma” sahtekarlığıyla
maskelemektedir.
Son
bir not: Filistin sorununun demokratik çözümü, nüfusunun %
70-75’nin Filistinli olduğu Ürdün’ü de kapsayacak demokratik
bir çözümü de içine alacaktır...
ÜÇ
BÖLÜMLÜK YAZI DİZİMİZ BURADA SONLANMIŞ BULUNUYOR.
*
“24 Eylül'de 2. Oslo diye anılan anlaşma Mısır'ın Taba
şehrinde ve Washington'da ayrı törenlerle imzalandı.
Bu
anlaşma Batı Şeria'yı üçe bölüyordu.
1
- A Bölgesi: Batı Şeria'nın yüzde 7'sini oluşturan bu bölge,
Doğu Kudüs ve El Halil haricindeki belli başlı yerleşim
merkezlerini tam olarak Filistin idaresine bırakıyor.
2
- B Bölgesi: İsrail ve Filistinlilerin ortak kontrolüne bırakılan
bu bölge Batı Şeria'nın yüzde 21'ini oluşturuyor.
3
- C Bölgesi: İsrail bu bölgeyi kontrol altında tutacak, ama aynı
zamanda Filistinli tutukluları serbest bırakacaktı.” (BBC,
News Türkçe, İsrail-Filistin
sorunu: 1799'dan günümüze Filistin tarihi, 15
Mayıs 2018)
DİPNOT
1:
BM
Genel Kurulu‟nun Siyonizmin Irkçılığın Bir Türü Olduğuna
İlişkin 3379 Sayılı Kararı
10
Kasım 1975
Genel
Kurul,
Irk
ayrımcılığının bütün biçimlerini ve özellikle ―Irk ayrımı
ya da üstünlüğü ile ilgili tüm öğretilerin bilimsel açıdan
yanlış, ahlaki bakımdan kınanması gereken, toplumsal bakımdan
adaletsiz ve tehlikeli olduğunu yineleyen ve ―dünyanın bazı
bölgelerinde ırk ayrımının belirtilerine hala tanık olunması
ve bazı Hükümetler tarafından yasal, yönetimsel ve başkaca
metotlarla uygulanmakta bulunmasından duyduğu kaygıyı dile
getiren 20 Kasım 1963 günlü ve 1904 (XVIII) sayılı kararını
anımsatarak;
Genel
Kurulun, diğer şeylerin yanısıra Güney Afrika ırkçılığı
ile Siyonizm arasındaki aşağılık bağlaşmayı da kınayan 14
Aralık 1973 gün ve 3151 G (XXVIII) sayılı kararını anımsatarak;
19
Haziran-2 Temmuz 1975 tarihleri arasında Mexico City‘de toplanan
Uluslararası Kadın Yılı Dünya Konferansının ―Kadınların
Eşitliği ve Onların İlerleme ve Barışa Katkılarına İlişkin
Bildirgesinde, ―uluslararası işbirliği ve barışın, ulusal
kurtuluş ve bağımsızlığa ulaşılmasını, sömürgecilik, yeni
sömürgecilik, yabancı işgali, Siyonizm, Apartheid ve ırk
ayrımının bütün biçimleriyle ortadan kalkmasını olduğu gibi,
halkların onurunun ve kendi geleceklerini belirleme haklarının
tanınmasını gerektirdiği ilkesini ilan ettiğini not ederek;
28
Temmuz-1 Ağustos 1975 tarihleri arasında Kampala‘da yapılan
Afrika Birliği Örgütü Devlet ve Hükümet Başkanları Kurulunun
12. olağan toplantısında kabul edilen, ―işgal altında bulunan
Filistin‘deki ırkçı rejim ile Güney Afrika ve Zimbabve‘deki
ırkçı rejimlerin ortak emperyalist kökenden geldikleri, aynı
ırkçı yapıya sahip oldukları ve insan onur ve varlığını
ezmeyi amaçlayan siyasetleri arasında organik bir bağ bulunduğu
yolundaki 77 (XII) sayılı kararını da dikkate alarak; Bağlantısız
Ülkeler Dışişleri Bakanlarının 25-30 Ağustos 1975 tarihleri
arasında Lima‘da toplanan Konferansında kabul edilen, Siyonizmi,
dünya barış ve güvenliğine tehdit oluşturduğu için en ağır
biçimde kınayan ve bütün ülkeleri bu ırkçı ve emperyalist
ideolojiye karşı çıkmaya çağıran Uluslararası Barış ve
Güvenliği Güçlendirme ve Bağlantısız Ülkeler Arasında
Dayanışma ve Karşılıklı Yardımlaşmayı Arttırmaya İlişkin
Siyasal Bildirgesini de göz önünde tutarak;
Siyonizmin,
ırkçılığın ve ırk ayrımcılığının bir türü olduğuna
karar verir. (AgD.,
s. 254-255)
Ek
Bilgi Notu:
“Birleşmiş
Milletler Genel Kurulu'nun 10 Aralık 1948'de kabul ettiği İnsan
Hakları Evrensel Bildirisi herkesin ‘ırk, renk, cins, dil, din,
siyasal 'ya da farklı düşünce, ulusal ya da toplumsal köken,
mülk, doğum ya da başka statü’ farkı gözetmeden, tüm haklara
ve özgürlüklere sahip olduklarını belirtir. Genel Kurul'un 9
Aralık 1948'de Soykırım Suçunu Engelleme ve Cezalandırma
Konvansiyonunu kabulü ırkçılığın bu en büyük belirtisine
karşı büyük bir zaferdi. Gene Genel Kurul'un 14 Aralık 1960
tarihli Sömürge Ülkeleri ve Halklarına İlişkin Bağımsızlık
Verilmesi Bildirisi istikrar ve dostluk ilişkilerinin ancak kişiler
arasında farklılık gözetmeyen bir hak anlayışıyla
gerçekleşebileceğini söylüyor. Dünya kamu oyunun eğilimini
açıkça gösteren bu bildiriden üç yıl sonra, 20 Kasım 1963'de,
Irk Ayrımının Tüm Biçimlerinin Ortadan Kaldırılmasına İlişkin
Bildiri yayınlandı. 21 Aralık 1960'da da aynı ilkeler bir
Konvansiyon durumuna getirildi. Daha önemlisi, Ekonomik, Sosyal ve
Kültürel Haklar ile Medeni ve Siyasal Haklara ilişkin Uluslararası
Andlaşmalar (16 Aralık 1966) 1948 İnsan Hakları Evrensel
Bildirisindeki ilkeleri bağlayıcı hukuksal biçime soktular.”
(Siyonizm ve Irkçılık, s. 10-X)
“ ‘Hür
Dünya’ ‘nın önderi Amerika Birleşik Devletleri, 1965 tarihli
Irk Ayrımının Her Biçiminin Ortadan Kaldırılmasına ilişkin
Uluslararası Sözleşmeyi onaylamamıştır. Onun koruduğu İsrail,
bir adım daha ileri gitmiş, Sözleşmeyi reddetme kararı almıştır.
Ve hala, Siyonizm ve İsrail'in ırkçı olmadığını ileri
sürenler vardır.” (Age., s. 11)
DİPNOT
2:
Halk
Komiserleri Kurulunun, Yahudi Düşmanlığı Hareketinin Kökünün
Kurutulmasına İlişkin Kararı*
27
Temmuz 1918
Halk
Komiserleri Kuruluna ulaşan haberlere göre, karşı-devrimciler bir
çok kentte, özellikle sınır bölgesinde genel Yahudi kırımına
girişilmesi için halkı kışkırtıyorlar. Bu kışkırtılar
sonucu, emekçi Yahudi nüfusa karşı yer yer saldırılara tanık
olunmuştur. Burjuva karşı-devrim, çarın elinden kayıveren
silaha sarılmış bulunuyor.
Mutlakiyetçi
hükümet, gerek gördükçe, bilisiz yığınlara, bütün
yoksunluklarının Yahudilerden ötürü olduğunu söyleyerek,
halkın, hükümete yönelmiş olan öfkesini Yahudilere çevirmiştir.
Zengin Yahudiler her zaman kendilerini korumanın yolunu bulmuşlar,
kışkırtmadan ve şiddetten hep yoksul Yahudi zarar görmüştür,
hep o kıyılmıştır.
Şimdi
karşı-devrimciler, en geri bırakılmış halk yığınlarının
açlığını, bitkinliğini ve geriliğini olduğu kadar, halk
arasında mutlakiyetin ektiği Yahudi nefretinin kalıntılarını da
kullanarak, Yahudilere karşı nefreti yeniden canlandırıyorlar.
Bütün
emekçi halk yığınlarının kendi kaderlerini tayin hakkı
ilkesinin ilan edildiği Rus Sosyalist Federe Sovyet Cumhuriyetinde,
herhangi bir ulusal-topluluğa baskı yapılmasına yer yoktur.
Yahudi burjuva, Yahudi olduğu için değil, burjuva olduğu için
düşmanımızdır. Yahudi işçi, bizim kardeşimizdir.
Herhangi
bir ulusa karşı herhangi bir tür nefret utanç vericidir,
hoşgörülemez
Halk
Komiserleri Kurulu, Yahudi aleyhtarı hareketin ve Yahudilere dönük
genel kırımın, işçi ve köylü devriminin çıkarları açısından
öldürücü olduğunu ilan eder ve Sosyalist Rusya‘nın emekçi
halkını, elindeki bütün olanaklarla bu musibete karşı savaşa
çağırır.
Ulusal
düşmanlık, bizim devrimcilerimizin saflarını zayıflatır,
emekçilerin herhangi bir ulusal ayrım gözetmeyen birleşik
cephesini parçalar ve yalnızca düşmanlarımıza yardım eder.
Halk
Komiserleri Kurulu, bütün Sovyet milletvekillerinin, Yahudi
aleyhtarı hareketi kökünden kazıyıp atmak üzere hiçbir ödün
vermeyen önlemler almalarını emreder. Genel Yahudi kırımına
girişenler ve kırım kışkırtıcıları suçlu tutulacaklardır.
Halk
Komiserleri Kurulu Başkanı ULYANOV (LENİN);
Halk
Komiserleri Kurulu İdare Amiri BONÇE BUREVİÇ;
Kurul
Sekreteri N. GORBUNOV
*V.
I. Lenin‘in yazılarından oluşan ve 1979‘da SOL Yayınları
tarafından yayımlanan Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları
adlı kitaptan alınmıştır. (G. A.)
DİPNOT
3:
Üçüncü
Enternasyonal‘in Yedinci Kongresi
Filistin
Delegesi Rıdvan el Hilv‟in (Yusuf) Konuşması (parça)
31
Temmuz 1935
“...
Yoldaşlar, bilindiği gibi Filistin, İngiliz emperyalizmi açısından
büyük bir siyasal, askeri-stratejik ve ekonomik önem taşımaktadır.
İngiliz emperyalizmi Filistin‘e; Kızıldenize giden yolları
bloke etmek, Arap yarımadasına ve özellikle Mezopotamya‘ya giden
yolları kesmek ve son olarak da onun elverişli jeografik konumunu
ve özellikle Hayfa limanını Akdeniz‘de, Süveyş Kanalı
üzerindeki denetimini güvence altına alacak önemli bir askeri üs
kurmak amacıyla kullanmak için gereksinim duymaktadır. Musul-Hayfa
boru hattının döşenmesinden sonra Filistin‘in, İngiliz
emperyalizmi açısından önemi daha da artmıştır. Bu boru hattı
onların, sömürge petrolünü olanaklı olan en kısa sürede
almasını sağlamaktadır. Böylece Filistin, İngiliz
emperyalizminin en önemli ileri karakolu haline gelmiş oluyor.
Filistin‘deki siyasal durumun özgünlüğü, İngiliz
emperyalizminin bu ülkede kendi sömürge aygıtı ve feodal
sınıftan aldığı toplumsal desteğin yanısıra, esas olarak,
Yahudi ulusal azınlığını kendi emperyalist politikasının
çıkarları için kullanmak suretiyle Siyonist burjuvaziye
yaslanması olgusunda yatmaktadır.
İngiliz
emperyalizmi tarafından desteklenen Filistin‘deki Yahudi ulusal
azınlığı , esas olarak sömürgeci ve egemen bir milliyettir.
Filistin‘e karşı saldırısını yoğunlaştırmaya başladığı
1921‘den bu yana AngloSiyonist finans kapital, Arap emekçilerinin
ulusal kurtuluş savaşımına karşı kendisi için bir kitle temeli
oluşturmak ve sömürge politikasını güçlendirmek için
Filistin‘e 250,000 Yahudi göçmen göndermeyi başarabilmiştir.
Aradan geçen yıllarda Siyonistler Arap topraklarının en verimli
ve en bereketli olan 2,000,000 dönümlük bir bölümünü ellerine
geçirmişlerdir. Sadece son üç yıl içinde Siyonist çeteler,
İngiliz süngülerinin de yardımıyla 22,000 Arap fellahını*
topraklarından kovmuşlardır. Bu fellah kitleleri baba ocaklarını
ve yüzyıllardır kendilerine ait olan toprakları yitirmiş, iflasa
ve yokolmaya mahkum edilmişlerdir. Ülkenin ekonomik yaşamı hızla
Siyonist sömürgecilerin ellerine geçmiştir. Siyonist sermaye eşit
olmayan bir rekabet sonucunda Arap sermayesini kapı dışarı
etmekte ve küçük burjuvaziyi yoketmektedir. Bankalardaki Siyonist
para sermayesi mevduatı her geçen gün hızla artmaktadır.
Hükümetin resmi rakamlarına göre bugün Filistin‘deki banka
mevduatının yüzde 80‘i Siyonistlere aittir. Onlar merkezi
kentlerdeki arsaların yüzde 70‘ini, kırsal bölgelerdeki
plantasyon arazilerinin yüzde 70‘ini, dış ticaretin yüzde
80‘ini, iç ticaretin çok büyük bir kısmını, tüm ekilebilir
arazinin yüzde 30‘unu ve ülke sanayisinin yüzde 80‘ini
ellerine geçirmişlerdir. Halbuki, Yahudi ulusal azınlığı
tüm ülkedeki nüfusun sadece yüzde 25‘ini oluşturmaktadır. Bu
yolla Siyonist sermaye, Arap emekçi kitlelerini doğrudan ezmekle
kalmamakta, küçük burjuvaziyi acımasızca yoketmekte ve Arap
ticaret ve sanayi burjuvazisinin orta ve hatta en üst katmanlarını
köşeye sıkıştırmaktadır.
Kentlerde,
Arap işçilerinin Yahudi işçilerinden daha uzun süre
çalışmalarına rağmen onların yarısı ya da üçte biri kadar
ücret aldıkları bir durumla karşı karşıyayız. Arap işçileri
günde 10-13 saat çalışırken, Yahudi işçilerinin çalışma
saatleri bu süreyle karşılaştırılamayacak denli kısadır.
Siyonistler, Yahudilere ait işyerlerinde ve plantasyonlarda çalışan
Arap işçileri zorla işten atmakta ve yerlerine Yahudi göçmenleri
almaktadırlar. Siyonist şiddet sadece bu metotlarla sınırlı
değil. Onlar Arap işçilerine karşı en aşağılık ve adi
küçümseme metotlarına başvuruyorlar. Arap işçileri sürekli
olarak dövülüyorlar; onların ulusal duygularının aşağılanması
ülkede artık olağan hale gelmiş bulunuyor.
Arap
nüfusunun çoğunluğu en temel yurttaş özgürlüklerinden
yoksunken ve özellikle işçi-köylü kitleleri mesleki örgütlenme,
basın, toplanma özgürlüklerine sahip değilken, işçiler de
içinde olmak üzere Yahudi kitleleri geniş ayrıcalıklardan
yararlanıyorlarlar ve onlar mesleki örgütlenme, basın ve
seçimlere katılma özgürlüklerine vb. sahipler. Ekonomik
faktörlere ek olarak, bu durum da Arap ve Yahudi kitleleri arasında
keskin bir ayrıma yol açıyor.
Yahudi
sermayesinin partileri -Siyonistler ve Poalei-Siyonistler**-
emperyalizmin sömürge politikasının silahları durumundadırlar.
Onlar bu politikalarını, Yahudi işçilerini aldatarak
yürütüyorlar. Biz, bütün dünya işçilerinin ve özellikle
dürüst Yahudi işçilerinin bu gerçekleri öğrenmelerini ve
Siyonist göçmenlerin maceracı ve kriminal politikalarına karşı
durmalarını istiyoruz.
Siyonist
kampta her şeyin yolunda gittiği söylenemez. Daha şimdiden,
işsizliğin artmasına bağlı olarak Yahudi işçileri arasında
hoşnutsuzluğun artışının belirtileri var. Şimdiden 5,000‘den
fazla işçi işsiz durumda. Bu işsizlik; artan göç akınının,
yeni inşaat hacminin kısıtlı oluşunun ve özellikle de Arap
kitlelerinin, topraklarının ve işlerinin Yahudiler tarafından
ellerinden alınmasına karşı direnişinin büyümesinin sonucudur.
İngiliz emperyalizminin, Yahudi işçilerini Siyonizmin zindanına
itmek için daha şimdiden Arap kitleleri üzerindeki basıncı,
sömürüyü ve aşağılamayı arttırdığından kuşku duyulamaz.
İngiliz
emperyalizminin bu politikası ve ekonomik bunalım nedeniyle Arap
emekçi kitlelerinin durumu hızla kötüleşmektedir. İşsiz
Arapların sayısı her geçen gün artmaktadır. Hiçbir yardım
alamayan işsizler yoksulluğa batmakta ve açlıktan ölmeye mahkum
edilmektedirler. Ödenmesi olanaksız vergilerin, ürettikleri tarım
ürünlerini karşılığında ellerine geçen çok düşük
fiyatların ve bankaların ve tefecilerin yağması nedeniyle tükenen
köylülerin tarım ekonomisi sürekli olarak gerilemektedir. Arap
fellahı, kendi yoğun emeğiyle, ailesinin minimum gereksinimlerini
karşılayamamaktadır. Burada, (İngiliz emperyalizminin
ajanlarından biri olan) John Crosby‘nin komisyonunun rakamlarına
göndermede bulunacağım. Filistin‘de tarım ekonomisinin durumunu
araştıran Crosby, 100 dönüm toprağı bulunan bir köylünün
gelirinin 51 Filistin pound‘u olduğu sonucuna vardı. Bu toplam
rakamdan 22 Filistin pound‘u üretim maliyetleri için
çıkarılacaktır. Rant ödemeleri, köylünün eline geçen parasal
gelirin yüzde 30‘unu bulmaktadır. Böylece fellah‘ın elinde,
içinden ayrıca din adamlarına vb. olan borçlarını ödemesi
gereken 24 Filistin pound‘u kalmaktadır. Demek ki, bütün
harcamaların çıkarılmasından sonra köylünün elinde en fazla
16 Filistin pound‘u kalmaktadır. Ama öte yandan bay Crosby,
―kendi işinde çalışan bir yerleşimci ailesinin yıllık
ortalama harcamasının 162 Filistin pound‘u olduğunu
saptamaktadır. Görebileceğiniz gibi, 16 Filistin pound‘uyla 162
Filistin pound‘u arasında 10 kattan biraz daha fazla bir fark
vardır. Dahası Crosby, 100 dönüm toprağı olan bir köylüyü
esas almaktadır. Fakat bu kadar toprağı olan köylüler epey
azdır; bunların oranı yüzde 18-20 dolayındadır. Köylü
kitlesinin geriye kalan kısmı ya daha küçük arazilere sahiptir
ya da tümüyle topraksızdır. Sömürgeciliğin ajanı köylülüğün
bu kesimlerine değinmeyi ―unutmuştur. Gene de, Bay Crosby‘nin
sunduğu materyel bile Arap fellahlarının nasıl yaşadıklarını
göstermeye yeter. Dahası, Crosby‘nin rakamlarının 1931 yılına
ait olduğu, o yıldan sonra Arap fellahlarının durumunun önemli
ölçüde kötüleştiği de kaydedilmelidir.
Emperyalizmin
ve onun Siyonist ajanlarının Filistin emekçi kitleleri üzerindeki
baskısının ve vahşi sömürüsünün yoğunlaşmasına bağlı
olarak Arap kitlelerinin direnişi güçlenmektedir. Ülkedeki
antiemperyalist hareket, Filistin‘in sömürgeleştirilmesinin ilk
günlerinden bu yana büyümektedir. 1920, 1921 ve 1922 yıllarında
olduğu gibi 1929, 1931 ve 1933 yıllarında da Arap kitleleri güçlü
gösteriler gerçekleştirdiler. Bütün halkın ayaklandığı 1929
anti-emperyalist savaşımı, sömürgecilere gözle görülür
darbeler indirdi. Ajanları aracılığıyla İngiliz emperyalizminin
bu güçlü anti-emperyalist harekete karşılıklı bir Arap-Yahudi
katliamı karakteri kazandırmaya çalıştığı doğrudur; ancak
onların bu girişimi başarısızlığa uğradı. 1929 halk
ayaklanması güçlü bir anti-emperyalist harekete dönüştü. Bu
hareket, Filistin‘le sınırlı kalmadı ve diğer Arap ülkelerinde
de yansımasını buldu. Başka sömürgelerden getirilen çok sayıda
İngiliz emperyalist askeri, devrimci Arap kitlelerini acımasızca
cezalandırdılar İngiliz emperyalizminin ve Siyonist silahlı
birimlerin korkunç misillemeleri ve ulusal reformistlerin gerici
kanadının ihaneti sonucunda devrimci hareket kanla bastırıldı;
ama onlar 1929‘dan sonra da devam eden savaşımı boğamadılar.
Arap işçilerinin sendikalar örgütleme istekleri özellikle
dikkate değer görünüyor ve bir grev savaşımı büyümeye
başlıyordu. Siyonist çetelerle ve polisle sokak çatışmaları
giderek daha sıklaştı.
Öte
yandan, Arap köylerinde de huzursuzluk dinmedi. Vergilerin
ödenmesinin reddi, polise karşı direniş, gerilla birimlerinin
büyümesi, 1931 Nablus gösterisi, köylülerin Siyonist
elkoyuculara karşı toprak savaşımı (Vadi Havares, Şatta,
Zübeyde vb.) ve 1933‘ün büyük eylemleri hep, Arap kitlelerinin
kurtuluş hareketinin ne denli etkili ve ne denli büyümekte
olduğunu göstermektedirler. 1935‘te Hayfa‘da petrol şirketinin
işletmelerinde gerçekleştirilen grev özel bir önem taşımaktadır.
650 işçinin yoğun bir bunalım ve işsizlik yılında
gerçekleştirdikleri bu grev 16 gün sürdü ve bu sınıf
çarpışması, işçilerin zaferiyle sonuçlandı. İşçiler,
ekonomik taleplerini kabul ettirmelerinin yanısıra sendikalarının
şirket tarafından tanınmasını da sağladılar. Bu grevi daha da
dikkate değer kılan onun, Filistin-Arap işçi hareketinin
tarihindeki ilk güçlü grev olmasının yanısıra, Filistin
Komünist Partisi‘nin tarihinde önemli bir yer tutması,
örgütlenmesi ve yürütülmesinin Partinin güçlü desteğiyle ve
onun hegemonyası altında gerçekleştirilmiş olmasıdır. Böylesi
bir başarı Partinin, Araplaştırma politikası sayesinde kitle
çalışması yolunda öne çıkmakta olduğunun bir göstergesidir.
Grev, Filistinli Arap işçilerin diğer kesimleri üzerinde derhal
etkisini gösterdi. Limanda 130 işçinin katıldığı bir grev
patlak verdi. Bunu, Hayfa şoförlerinin grevi, demiryolu işçileri
ve belediye işçileri arasında huzursuzluk izledi. Bu kendiliğinden
gelme grevler, muazzam bir heyecanın esin kaynağı oldu, Filistinli
Arap işçilerin sınıf savaşımına büyük bir itilim verdi ve
kent emekçi kitlelerinin geniş kesimleri arasında sempati yarattı.
Hayfa‘daki son grev sırasında, hareketin komşu köylere de
sıçraması olgusu, Filistin devrimci hareketinin yeni bir evreye
vardığını gösteriyor. Harsile‘de köylülerle jandarmalar
arasında altı saat süren ve çok sayıda köylünün yaralanması
ve birinin ölümüyle sonuçlanan bir çatışma yaşandı.
Filistin‘de işçi hareketiyle köylü hareketinin birliği ve işçi
sınıfının hegemonyası olanağı bu yolla yaşama geçiyor.
Kentlerdeki zanaatkarların ve küçük burjuvazinin yoksulluğu
gözönüne alındığında, nüfusun bu katmanları da devrimci
savaşımın dışında kalamazlar. Bütün bunlar, Filistin‘de
proletaryanın partisinin devrimci çalışmasının geliştirilmesi
için çok geniş alanlar olduğunu gösteriyor...
*Fellah:
Mısır‘da ve diğer Arap ülkelerinde çiftçileri ve köylüleri
tanımlamak için kullanılan bir terim. (G. A.)
**Poalei-Siyonizm,
Siyonizmle sosyalizmi ―bağdaştırmaya ve Siyonizme bir
işçi-emekçi görünümü vermeye çalışan Siyonist bir akım.
(G. A.) (s. 216)
DİPNOT
4:
İsrail
Bağımsızlık Bildirgesi
İsrail
Bağımsızlık Bildirgesi, 14 Mayıs 1948 tarihinde açıklanmıştır.
İngiliz Mandasının sonlandığı günde, yeni bağımsız İsrail
devleti resmi olarak ilan edilmiştir. Bildirgeyi hukukçu David
Ben-Gurion
okumuş ve yeni ülkenin ilk başbakanı olmuştur.
İsrail
Bağımsızlık Bildirgesi İsrail Devleti’nin Kuruluşu Bildirgesi
Eretz-İsrail Yahudi halkının doğum yeridir. Burada ruhani, dini
ve siyasi kimlikleri biçimlenmişti. Burada ilk kez devlet
olmaklıklarını aldılar, ulusal ve evrensel öneme sahip kültürel
değerler yarattılar ve dünyaya ölümsüz Kitapların Kitabını
kazandırdılar. Zorla topraklarından sürgüne yollandıktan sonra,
insanlar bununla dağılımları süresince inançlarını korudular
ve buraya geri dönüşleri için ve burada siyasi özgürlüklerini
tekrar kurmak için hiçbir zaman dua ve umut etmeyi bırakmadılar.
Bu tarihi ve geleneksel bağlılıkla harekete geçen Yahudiler antik
anavatanlarında tekrar hayatlarını kurmak için her yeni nesilde
mücadele ettiler. Geçtiğimiz on yıllarda yığınlar halinde
geldiler. Öncüler, Ma’apilim ve savunucular, çölleri
verimleştirdiler, İbranice dilini canlandırdılar, köyler ve
kasabalar kurdular, ve kendi ekonomisini ve kültürünü kontrol
eden, barışı seven; ancak kendini savunmayı bilen, ilerlemenin
nimetlerini tüm ülke halkına getiren ve bağımsız bir milliyete
doğru ilerleyen bir başarılı bir topluluk oluşturdular.
5657
yılında (1897), Yahudi devletinin ruhani lideri çağrısında,
Theodor Herzl, ilk Siyonist Kongresi toplandı ve Yahudi halkının
kendi ülkelerinde ulusal yeniden doğuş hakkını ilan etti. Bu hak
2 Kasım 1917 tarihli Balfour Deklerasyonunda tanındı ve Milletler
Cemiyeti’nin, belirgin şekilde, Yahudi halkı ve Eretz-İsrail
arasındaki tarihi bağlantıya ve Yahudi halkının kendi milli
evini tekrar inşa etme hakkına uluslararası tasdik veren
Mandasında tekrar doğrulandı.
Yahudi
halkının yakın zamanlarda yaşadığı facialar ve Avrupa’daki
milyonlarca Yahudi’nin katliamı, evsizlik meselesini çözmenin
aciliyetini gösteren başka açık bir kanıttı; bu Eretz-İsrail’de
anavatanın kapılarını her bir Yahudi’ye açacak ve Yahudi
halkına milletlerarası nezaketi üyesinin saygınlık statüsünü
verecek Yahudi devletini tekrar kurarak gerçekleşecektir.
Zorluklardan,
kısıtlamalardan ve tehlikelerden yılmayan Avrupa’daki Nazilerin
Yahudi Soykırımı’ndan kurtulanlar ve ayrıca dünyanın diğer
yerlerinden gelen Yahudiler Eretz-İsrail’e göç etmeye devam
ettiler ve kendi ulusal anavatanlarında saygınlık, özgürlük ve
dürüst çalışma hayatı haklarını aramayı asla bırakmadılar.
İkinci
Dünya Savaşı’nda, bu ülkenin Yahudi nüfusu özgürlük ve
barış seven ülkelerin Nazi güçlerinin kötülüklerine karşı
mücadelesine tam katkıda bulundular, ve askerlerinin kanıyla ve
savaş çabasıyla Birleşmiş Milletleri kuran kişiler arasında
tanınma hakkını kazandılar.
29
Kasım 1947’de, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, Eretz-İsrail’de
bir Yahudi devletinin kurulması çağrısında bulunan bir çözüm
sundu; Genel Kurul, Eretz-İsrail sakinlerinin bu çözümün
uygulanması için kendilerine düşenlerle ilgili gerekli adımları
atmalarını istiyordu. Birleşmiş Milletlerin bu Yahudi halkının
kendi ülkelerini kurma hakkını tanıması değiştirilemez. Bu hak
Yahudi halkının, tüm diğer ülkelerde olduğu gibi, kendi
bağımsız ülkelerinde kendi kaderlerinin efendileri olmalarıyla
ilgili doğal hakkıdır.
Buna
uygun olarak bizler, Bireylerin Konseyi üyeleri, Eretz-İsrail’in
Yahudi topluluğunun ve Siyonist hareketinin temsilcileri, burada
Erezt-İsrail üzerindeki İngiliz Mandasının sonlandığı
bugünde, kendi doğal ve tarihi hakkımızın vasıtasıyla ve
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu çözümünün gücüne dayanarak,
bu vesileyle İsrail Devleti olarak bilinecek Eretz-İsrail’de bir
Yahudi devletinin kurulmasını beyan ediyoruz. Mandanın sonlandığı
andan itibaren, bu akşam, Sebt günü arifesi, 6 Iyar 5708 (15 Mayıs
1948) seçili Kurucu Meclis tarafından en geç 1 Ekim 1948’e kadar
kabul edilecek anayasaya uygun olarak devletin seçilmiş, düzenli
otoritelerinin kurulmasına kadar, “İsrail” olarak
adlandırılacak Yahudi Devleti’nde Bireyler Konseyi geçici Devlet
Konseyi olarak hareket edecek ve yürütme organı, Bireylerin
Yönetimi, devletin Geçici Hükümeti olacaktır.
İsrail
Devleti, Yahudi göçüne ve sürgündekilerin toplanmasına açık
olacaktır; ülkenin kalkınmasını tüm bireylerinin yararına
olacak şekilde teşvik edecektir; İsrail’in Peygamberlerinin
öngördüğü gibi özgürlüğe, adalete ve barışa dayanacaktır;
din, ırk ve cinsiyet ayrımı olmadan tüm vatandaşlarının sosyal
ve siyasi haklarında eşitliği garanti edecektir; din, vicdan, dil,
eğitim ve kültür özgürlüğü sağlayacaktır; tüm dinlerin
Kutsal Yerlerini koruyacaktır; ve Birleşmiş Milletler
Sözleşmesi’nin ilkelerine bağlı olacaktır.
İsrail
Devleti, 29 Kasım 1947 Genel Kurul çözümünün uygulanması için
Birleşmiş Milletlerin tüm örgütleriyle ve üyeleriyle işbirliği
yapmaya hazırdır ve Eretz-İsrail’in tümünde ekonomik birliği
kurmak için gerekli adımları atacaktır.
Birleşmiş
Milletlere ülkesini kurmakta ve İsrail Devleti’nin milletlerarası
nezakete kabul edilmesini sağlamakta Yahudi halkına yardımcı
olması çağrısında bulunuyoruz. Aylardır bize yönelik yapılan
saldırılar esnasında İsrail Devleti’nin Arap sakinlerine barışı
koruma ve tam ve eşit vatandaşlık ve tüm bölgesel ve kalıcı
kurumlarında gereken temsil temelinde ülkenin inşa edilmesine
katılmaları çağrısında bulunuyoruz.
Tüm
komşu ülkelerimize ve vatandaşlarına barış ve iyi komşuculuk
teklifiyle elimizi uzatıyoruz ve kendi ülkelerine yerleşmiş
bağımsız Yahudi halkıyla işbirliği ve ortak yardım bağları
oluşturma çağrında bulunuyoruz.
İsrail
Devleti, Orta Doğu’nun tamamının kalkınması için üzerine
düşeni gerçekleştirmeye hazırdır. Diasporadaki Yahudi halkına,
Eretz-İsrail’deki Yahudilere göç ve inşa etme görevlerinde
yardım etmeleri ve çok eski bir hayali gerçekleştirmede İsrail’in
kurtarılmasında karşılaşılacak zorluklarda destek çıkmaları
çağrısında bulunuyoruz. Tanrı’ya güvenerek, anavatan
toprağında, Tel Aviv şehrinde, bu Sebt Günü arefesinde, 5 Iyar
5708 (14 Mayıs 1948) tarihinde Devlet Geçici Konseyi’nin bu
oturumunda bu beyannameye imzalarımızı atıyoruz.
Geçici
İsrail Hükümeti
Resmi
Gazete: 1 Numara; Tel Aviv, 5 Iyar 5708, 14.5.1948 Sayfa 1
David
Ben-Gurion
Daniel
Auster Mordekhai Bentov Yitzchak Ben Zvi Eliyahu Berligne Fritz
Bernstein Haham Kurt Altın Meir Grabovsky Yitzchak Gruenbaum Dr.
Abraham Granovsky Eliyahu Dobkin Meir Wilner-Kovner Zerach Wahrhaftig
Herzuria Vardi Rachel Cohen Haham Kalman Kahana Saadia Kobashi Haham
Yitzirchak Meir Levin Levin Meirchak Meir Nachum Nir Zvi Segal Rabbi
Yehuda Leib Hacohen Balıkçı David Zvi Pinkas Aharon Zisling Moshe
Kolodny Eliezer Kaplan Abraham Katznelson Felix Rosenblueth David
Remez Berl Repetur Mordekhai Shattner Ben Zion Sternberg Bekhor
Shitreet Moshe Shapira Moshe Shertok
Kaynak
Linki
: https://hukukbook.com/israil-bagimsizlik-bildirgesi/