(ÜÇÜNCÜ BÖLÜM)
I. MAKALE
Değişik siyasi çevrelerin pek çoğunun seçim sonuçları üzerine yaptıkları açıklamalarda (“Muhasebe”) ortaklaşan bir vurgu var: İşçi sınıfından, işçi sınıfı hareketinden kopuğuz...
Bu çerçevede yapılan analizler temel bir gerçeğe işaret etmektedir. İşçi sınıfı burjuva partilere, sendika ağalarına, sarı sendikal çizgilere terk edilmiş durumda. Bu olgu, Türkiye ve Kürdistan’ın tarihsel ve yapısal gerçeğidir. İşçi sınıfı hareketinin ciddi tarzda canlanarak geliştiği dönemlerde işçi sınıfı üzerine kalem oynatan ve göreli olarak harekete yanaşanlar, şu veya bu şekilde hareketle bağ kurmaya yönelenler, hareketin gerilediği süreçlerde, adeta yazıp çizdiklerini unutmakta, bu yönelimlerinden esaslı bir tarzda kopmaktadır. Üstelik bu “bağ kurma” yönelimi esasen dışarıdan yardıma gitme ve dayanışmayla sınırlı kalmaktadır. Şu 15-16 Haziran büyük işçi direnişi üzerine yazılan-çizilenlere bakıyoruz. Oldukça iyi saptamalar var. Marksist-Leninist teorinin işçi sınıfı ve kapitalizm, sınıfın tarihsel rolü üzerine nitelikli değerlendirmelere de tanık oluyoruz. Fakat iş pratiğe gelince tablo değişiyor. Bu analizleri yapan siyasi yapıların yaşamdaki duruşlarına (eyleminin içeriği!) bakınca, ortaya içler acısı bir tablo çıkmaktadır. Bu çelişki sözün eylemin, eylemin sözün arkasında olmaması gerçeğini çok çarpıcı tarzda gözler önüne sermektedir. Zaten oportünizm, teori ile pratiğin birbirinden kopukluğu, çift kimliklilik durumudur...
“Sınıf çalışması”, “sınıf hareketi ile bağ kurma” sorununun küçük burjuva devrimciliği ile komünist devrimcilik bakımından anlamları farklıdır. Küçük burjuva devrimciliği için sorun, proletaryayı, nicelik olarak güçlü ama niteliksel olarak güçsüz bir çizgide kendi sınıf amaçları için seferber etmektir...
Küçük burjuva devrimci-demokrasisinin (halkçı devrimcilik) teorisi özel mülkiyetin tüm biçimlerine karşı değildir. Dolayısıyla küçük burjuva demokrasisinin devrimci kanadının program ve hedefi, küçük çaplı mülkiyeti her gün, her saat iflasa iten büyük çaplı mülkiyete (tekelci kapitalizm ve büyük burjuvazi) karşı olmakla sınırlıdır. Bu sınır küçük burjuvazinin azami sınırıdır. Bu olgu küçük burjuvazinin neden anti-kapitalist sosyalist karaktere sahip olmadığını ve olamayacağını gösterir. Bu sınır küçük burjuvazinin nesnel gerçeğidir. Bu nesnel olgu, küçük burjuvazinin küçük mülk sahibi sınıf olmasıyla bağlıdır. Dolayısıyla küçük burjuvazi anti-emperyalist demokratik halkçı devrimi kesiksiz sosyalist devrime dönüştürüp proletarya diktatörlüğünü kurarak, sosyalist inşayı sınıfsız toplum amacına bağlayarak geliştirme teori ve pratiğini temsil edemez. Bir diğer anlatımla, devrimci-demokrasinin programı onun azami politik hedefi olan devrimci-demokratik bir diktatörlükle, demokratik kapitalist sistem kurmakla sınırlıdır. Hatırlatmak bile gereksizdir ki, proletarya için, demokratik devrimci görevler (asgari program), onun sosyalist görevleri ve amaçları karşısında, geçici, kalıcı olmayan görevlerdir... Proletaryanın sosyalist görevleri ve azami programı gerek içeride gerekse de uluslararası arenada, kapitalizmin yıkılışı, dünya proletarya devriminin zaferi, komünizme (sınıfsız toplum) dek sürecek kesiksiz devrimin ifadesidir...
Küçük burjuvazi anti-kapitalist sosyalist bir sınıf olduğu için değil, kendi politik hedeflerine varmada işçi sınıfının gücüne gereksinim duyduğu için ona yanaşır, kazanmaya çalışır. Onun Marksizm-Leninizm’den, proletarya hareketinden etkilenerek kendisini “sosyalist”, “komünist, “proletarya partisi” olarak lanse etmesi, onu komünist yapmaya yetmez. O bu söyleminde samimi olabilir ama sınıf mücadelesinde belirleyici olan niyetler değil, kişi ve partilerin nesnel gerçeğidir ve bu nesnel gerçeğin sınıfsal içeriğidir. Marksizm-Leninizm’in, komünist işçi hareketinin güçlü olduğu dönemlerde küçük burjuvazi işçi sınıfının önemini vurgular, Marksist-Leninistlik iddiasını büyük bir güçle öne sürer fakat, yenilgi ve gericilik yıllarında ya bu iddiası zayıflar ya da bu iddiayı terk eder. Bu durumda da işin teorisi yapılır (tasfiyeci oportünizm), “proletaryayı abarttık”, “proletaryaya ezilenler karşısında ayrıcalıklı ve üstün rol verdik”, “halkı, ezilenleri, çokluğu, kimlik politikalarını ihmal ettik” vb. Bu olgu, küçük burjuvazinin sınıfsal gerçeğiyle bağlıdır. Küçük burjuvazi üretimdeki ikili karakteri nedeniyle bir elini burjuvaziye uzatır, diğer elini ise proletaryaya. Küçük burjuvazinin, proletarya ile burjuvazi arasında yalpalamasının nedeni de buradadır. Küçük burjuvazi, sürekli yalpalar, pragmatiktir, belkemiksizdir, eklektiktir, kağıt üzerinde kalan kararlar almada da maharetlidir, Bernsteinci “reel-politiker”dir. Bir uçtan diğer uca, sağ oportünizmden “sol” oportünizme veya tersine dönüşüm ve sıçramalarda yeteneklidir; ortacı oportünizm de bu yalpalamaların bir unsurudur. Bu uçlar arasında sallanma olgusu da küçük burjuvazinin söz konusu nesnel karakteriyle bağlıdır.
Bu bağlamda halkçı devrimciliğin, ezilenci devrimciliğin, “çokluk” siyasetinin sırası gelince işçi sınıfının önemine dair vurguları ve komünist olma iddiası, nesnel olarak proletaryayı aldatma, manipüle etme, silahsızlandırma çizgisinin ifadesidir. Küçük burjuva siyasi hareketlerin “proletarya ve halk”, “proletarya ve ezilenler” dilini kullanması, hatta işçi sınıfı hareketiyle bağlar kurması, yukarıda vurguladığımız küçük burjuvazinin teori ve pratiğinin içeriğini değiştirmez, sadece onu kamufle eder. Küçük burjuva devrimciliğinin eklektik söyleminden yola çıkarak yapılacak değerlendirmeler her zaman için yanıltıcı olacaktır.
Bu çerçevede baktığımızda, gerek sosyal reformist gerekse de devrimci-demokratik akımların “sınıf çalışması”nın esasları ve hedeflerinin sınırları bellidir. Dolayısıyla yalnız teorik, ilkesel açıdan değil, daha da önemlisi pratik-siyasal açıdan bu duruştan kopamayan herhangi bir parti kendisine hangi payeleri biçerse biçsin, (“Marksist”lik, “Leninist”lik, “Marksist-Leninist”lik, “komünist”lik vs.) Marksist-Leninist olamaz.
Sosyal reformizm (sosyalizm maskeli reformizm) ise, komünist olmayı geçtik, devrimci-demokratik bir hareket de değildir. Farklı biçimlerde kendilerini ifade etmelerine karşın sosyal reformist akımların ortaklaştığı program sosyal reform programı/çizgisidir. Bu program onların azami programıdır. Onlar, bu programı uygulayabilmek, burjuva demokrasisine dayanan burjuva diktatörlük kurma politik hedeflerine ulaşmak için işçi sınıfının gücüne gereksinim duyarlar. Bu akımların devrim, sosyalizm, proletarya diktatörlüğü, komünizm gibi bir derdi-tasası zaten yoktur. İşçi sınıfının en geri kesimlerinin bilincine tekabül eden, ekonomizmle, sendikalizmle belirlenen Menşevik kesimlerinin yanı sıra, post-modern kimlik politikalarını temel alan, (işçilere de bu çerçevede bakan, ezilenlerden biri işte!) ve sınıfı kimlik politikalarına tabi olacak bir güç olarak ele alan kesimleri hep birlikte işçi sınıfının tarihsel ve güncel rolü hakkında Marksizm-Leninizm karşıtlığında, sınıfı silahsızlandırmada birleşmektedir...
Bu renkli cephede yer alanların kimi daha az kimi daha keskin “Marksist”, “Marksist-Leninist”, “komünist”, “sosyalist” vs. olma iddiasında bulunmaktadır. Bilindiği gibi coğrafyamızda da devrimci-demokrasi ve sosyal reformizm halkçı, ezilenci, anti-proleter oportünist teori ve pratiklerini “Marksist”, “Marksist-Leninist”, “sosyalist”, “komünist” söylemini kullanarak kamufle etmektedir. Bu olgu, yeni değildir ve günümüz koşullarına kendini uyarlamış oportünist, post-Marksist söylemle ortaya çıkmaktadır. Bu renkli cephe, özellikle revizyonist/kapitalist blogun çöküşünden sonra, “Leninizm”, “Leninist” olma iddiasına daha az sahip çıkmakta, geniş kesimleri ise kendilerini Marksist-Leninist değil, “Marksist” olarak adlandırmaya önem vermektedir.
Özellikle 89/91 dönemecinden sonra, sosyal reformist tasfiyeci kesimleri geçelim, gerek devrimci harekette gerekse de komünist harekette “Leninizm”, “Leninist” olma iddia ve vurgusundan (teorik yayınlarına verdikleri adlarda, teorik yazılarında, propagandalarında, kurumlara verilen adlarda ortaya çıktığı gibi) uzaklaşma yönelimi vardır. Kimi az kimi çok ama ortak noktaları olarak bu yönelim dikkat çekmektedir. 1989-91 çöküşünden sonra, “Leninizm”, “Leninistiz” demek yerini, “Marksizm”, “Marksistiz” söylemine bırakmıştır büyük bir oranda. Burjuva tasfiyeci bataklığa batarak açıktan nedamet getiren berbat kesimleri geçiyoruz, sosyal reformistleri de geçiyoruz, bu olgu, kendilerini “Marksist-Leninist”, “komünist” olarak tanımlayan pek çok parti ve örgüt için de geçerli; bu burjuva liberal tasfiyeci fırtınanın devrimci hareketi ne denli ürkek hale getirdiğini, tasfiyeciliğin niteliksel olarak harekete ne denli derinden sızdığını, ilkeli, açık, net dil ve literatürü yerinden ederek “ideolojisizleşme”ye, oportünist kaypaklığın bataklığına götürdüğünü göstermektedir. Bu olguyu komünist hareketin gerçeğinde de görmekteyiz; 2000’ler sonrası bu olgu kendi Leninist gerçeğiyle kopuşma sürecinin evriminde uç vererek gelişmeye başladı; ideolojik tasfiyeciliğe kayış süreci Leninist dilin, literatürün aşınması, gerilemesi, belirsizleşmesi, bulanıklaşması, ideolojik liberalizmin etkisinin yankısıdır.
Açık ve kesin olan şudur: Marksizm-Leninizm demek yerine “Marksizm”, Leninistiz demek yerine “Marksistiz” demek ve adım adım bu dile geçiş süreci (evrim) rastlantısal değildir; aksine, post-Marksizme doğru gidiş ve geçişin ifadesidir. Bir dönemeç olarak alacak olursak, 1989-91 dönemeci ile özellikle ve başlıca Leninizm, Leninistlik her cephede açık bir saldırıya uğradı... Leninizm’e reddiye “Stalinizm”e reddiyeyle iç içe geliştirildi. “Marksist” olmak makul karşılanırken, “Marksist-Leninist” olmak, Marksizm-Leninizm iddiası canavarca saldırıya uğradı; bu burjuva ve küçük burjuva ideolojik ve siyasi saldırı “Elveda proletarya!”, “Elveda Leninizm!”, “Elveda Bolşevik parti!” diyen post-Marksist akıntının saldırısıyla iç içe geliştirildi...
Kısaca hatırlatmak ve sormak gereksiz olmayacaktır; özel bir tarihsel süreçten geçerken her cephede, (oportünizme has kıvraklıkla değil ama ilkeli tarzda) çağımızın Marksizmi olan Leninizm’in, Leninistliğin, (proletaryanın tarihsel ve güncel rolünün) bangır bangır vurgulanması gerekirken olan-bitenlere gözlerini kapayanlar ne kadar Marksist-Leninist olabilir acaba?!
DEVAM EDECEK
* Bu bölüm 3 makale halinde yayınlanacaktır. 2. makalede Marksist Leninist Komünist Hareket’in sınıf hareketi bağlamında tablosu; 3. makalede “Batıda 2. cephe açma” meselesi üzerinde duracağız.
Filistin direniş hareketinin askeri vuruşu ile başlayan İsrail soykırımı nedeniyle, Filistin-İsrail sorunu üzerine yazınca daha önce yayınlanmak için sırasını bekleyen üç makalenin yayınlanması gecikmiş oldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder