9 Şubat 2017 Perşembe

II. BÖLÜM...



Kar İçin Üretim Yasası Ve Sosyalist Ekonominin Tasfiyesi
Dış görünüş ile şeylerin özü eğer doğrudan doğruya çakışsaydı, her türlü bilim gereksiz olurdu.” (Marks)
SB’de kapitalizmin restorasyonu özellikle Brejnev-Kosigin yönetimiyle birlikte, hem daha derinleştirilerek geliştirildi hem de uygulamanın ritmi oldukça yükseltildi. “1965 reformları” olarak nitelenen “reform programı” hakkında, Gazeteci J.M. Chauvıer şu bilgileri verir:
“Ellili yılların sonundan beri, birçok düşünce ekolü bu konu (reform yapma-bn.) üstünde çalıştılar… Optimalist adı verilen ekolün ilk başkanı Nemçinov, düşünce hocaları Novojilov, Kantoroviç birçok ana çizgisine seksenli yıllardaki reformlarda rastlanan radikal bir reforum tasarısının temellerini 60’lı yılların başlarında attılar. Ama o dönemde, özelikle Trapeznikov ve Liberman gibi pragmatikler Başbakan Kosigin’in 1965’de desteklediği işletme reformu kavramına damgalarını vurdular. Liberman reforumundan -Batı’da bu ad verilmiştir- özelikle şu heyecan uyandıran haber dikkate alınır: Karın itibarına kavuşturulması, bazıları da kapitalizme dönüş derler.” (age., s.182, iya.)
Konuyla ilgili A. Carlo’nun (ki yayınlanmış olan kitabımızın “V. Bölüm”ünde görüşlerinin eleştirisi yapılmıştır) verdiği bazı bilgileri ve yaptığı bazı değerlendirmeleri aşağıya aktarıyoruz.
“Revizyonist ekonomicilerin şu sıra çok sayıda bilimsel tasarıları var. Birbirlerinden çoğu zaman ancak ifadelerindeki ince farklar nedeniyle ayrıldıkları için, bütün bu konumları burada tek tek ele almak gereksiz olur. Bunun yerine, Batı’da da yayınlanmış ilgili yazıların en tutarlısı olan Polonya’lı Prof. Wlodzimiarz Brus’un çalışması burada örnek olarak anlatılacak ve eleştirilecektir.
“Brus, daha 1950’lerin ortalarında yeni ekonomi teorilerinin hazırlanmasında önder bir rol oynamış olan Oskar Lange’nin kurduğu Polonya okuluna dâhil. Daha sonra ünlenen ekonomi profesörleri E. Liberman (SSCB) ve Ota Şik (Çekoslovakya) dikkatle incelendiğinde, yalnızca Polonya okulunun geliştirdiği tutumları kaptıkları ve popülarize ettikleri görülür (Yugoslavya’dan kaynaklanan bazı unsurları da kısmen katarak). Tezleri öz olarak Brus’inkilerden pek farklı olmadığı gibi, Brus’un en önemli kitabındaki kadar tutarlı açıklanmamış ve temellendirilmemiştir de. Öyleyse en iyisi Polonyalı teorisyenler üzerinde duralım.” (Sovyetler Birliği’nin Sosyo-Ekonomik Karakteri, s.135-136)
“…Onun için temel problem, üretimin hedefi ve fiyatın oluşması sorunudur. Bu sorunsalı Stalinist modele göre katı biçimde merkezileştirilmiş bir planla çözmek istemek, ona bütün tecrübelerden sonra anlamsız gözükmektedir…
“…Kolomb’un yumurtasının dik oturtulması yolu, yani bürokratik planlı ekonominin temel problemlerinin çözümü, Brus’a göre tüketicilerin egemenliğinde ve tek tek işletmelerin özerkliğinde aranmalıdır. Tüketicilerin gerçek egemenliğinin ancak bütün emekçilerin sosyalist demokrasi temelinde mümkün olduğu görülmüyor… Oysa bu önemli şart olmayınca, talep edilen egemenlik, ancak gelişmiş kapitalizmde normal olan şu sahte egemenlik şeklinde (slogan: ‘müşteri velinimetimdir’) ortaya çıkabilir ve o tür egemenliğin geniş ölçüde büyük tekellerin ön kararlarıyla belirlendiği bilinir. Aynı şey, bir proleter demokrasisi temeli olmaksızın, ancak üretim birimlerinin kapitalist özerkliği ve anarşik rekabet biçiminde gerçekleştirilebilen, talep edilen işletme özerkliği için de geçerlidir. Daha da ayrıntıya inilecek olursa, Brus, işletmelerin ürettikleri malların tip ve miktarına özgürce karar vermelerini ve malı kimden alacaklarını kendilerinin belirlemelerini, kendi mali kaynaklarına sahip olmalarını ve üretim temposu ile çalışmanın iç örgütlenmesine kendilerinin karar vermesini talep eder. İşletmenin yönetim ilkesi olarak, demokratik şekilde oluşturulan ve tüm toplumsal kolektif kararlaştırılan hedeflerin gerçekleştirilmesinin sözünü etmez. Tersine şöyle yazar: ‘Girişimlerin karar özgürlüğünün ölçütleri, faaliyetlerin karlılık ilkesine dayanmasından çıkar. Bu, üretim hedefleri ve yöntemlerinin seçiminde özerk olarak hareket edebilen girişimleri yönlendirebilecek, mümkün olan biricik ilkedir.’(Altını çizen W. Brus) Brus bu şekilde belirlenen ekonomik işleyişi, dikkat edilirse bir bütün halinde (kar, rekabet, riziko, mümkündür ki, bunların sonucunda işletmelerin kapanması ve işsizlik) sosyalizm olarak anlıyor; çünkü tüm bu plan, bütünleştirici bir güç ve ekonomik aklın bir tür koruyucusu olarak varlığını kesinlikle sürdürecektir.”
76. dipnotta şunlar yazılı yukarıdaki alıntıyla bağlı olarak: “Gerçi Brus, kendisinin, sosyalist piyasa ekonomisi modeli çerçevesi içindeki azami kazanç kavramının, kapitalizmdeki kar kavramı ile özdeşleştirilmesine şiddetle itiraz ediyor. …fakat bu basit özdeşleştirme bize haklı olarak görünüyor. Brus’un açıklamaları yalnız biçimsel farkla ilgilidir…” (age., s.136)
“Her ne kadar tüm model taslağın üstünde ‘fiyat girişiminden bağımsızdır’ formülünün bulunması gerektiği konusunda güvence veriliyorsa da, fiyatların tam anlamıyla plan tarafından saptanması gerekmez. ‘Toplumsal öncelikleri yansıtan’ fiyatların saptanmasının plan yetkisine girmesi gerekirken, tüm bireysel tüketim mallarında fiyat oluşumu, Brus’a göre ‘piyasa mekanizmasının serbest işleyişine’ bırakılmalıdır Böylece fiyatların ‘girişim için parametre işlevi gördüğü’ belirlenir.  Gerçekten piyasa mekanizmalarının bu ölçüde kuvvetle damgasını vurduğu bir sistemde plan iktidar araçları ancak son derece zayıf olabileceği için, Brus da, yalnızca az sayıda birkaç ürünün özel toplumsal öncelikleri ifade ettiğine işaret eder; dolayısıyla yatırım mallarının fiyatları da büyük ölçüde piyasada oluşabilirdi. Böylece planın yönetici ve bağlayıcı müdahalesi büyük ölçüde istisna niteliğini kazanır.
“Böyle bir ekonomi modelinin ancak adının sosyalist olabileceği, en azından bu noktada berraklaşır. Üretim hedefleri, demokrasiyle merkeziyetçilik arasındaki diyalektik bağ içinde hazırlanmayıp, piyasadaki rekabet durumu ölçüsüne göre ve azami kar amacı altında bağımsız üretim birimleri altında oluşurlar…
“ ‘Sosyalist piyasa ekonomisi’ modelinin (Brus, ‘piyasa mekanizmasının uygulandığı planlı ekonomi modeli’ adını veriyor) çeşitli savunucuları yukarıdaki eleştiriyi çoğu zaman, kapitalizmin böyle bir sistemde hiçbir zaman dirilemeyeceğini, çünkü mülkiyetin ve kazancın ‘toplumsallaştırılmış’ olduğunu ileri sürerek kınarlar. Marksistler arasında -Brus ve yandaşları kendilerini öyle sayıyorlar- üretim araçları üzerinde mülkiyet kavramının toplumsal ilişkilerin mahiyetini niteleyen bir kategori olduğu, yani ‘mülkiyetin’ mutlaka biçimsel hukuki tanıma uygun olarak görünmek zorunda bulunmadığı konusunun kuşkusuz berrak olması gerekirdi. Ancak önümüzdeki modelde olduğu gibi, piyasa ve rekabet yasaları üretim ilişkilerine hâkim olursa, o zaman ‘sosyalist’ diye tanımlanan bir girişimin de, ne pahasına olursa olsun, özellikle ücret düşürmeler pahasına da, sırf kar uğruna üretim pahasına da olsa, üretimi ve kazancı yükseltmeye nesnel olarak zorlanacaktır. Yatırımların ve kazancın azamileştirilmesi, ücretlere göre öncelik kazanacak ve ücretleri üretimin geliştirilmesi için göreli olarak adım adım geriletecektir. İnsan ihtiyaçlarının giderilmesi ve geliştirilmesi için kullanım değerlerinin üretiminden (yani sosyalist üretimin her zaman ki hedefinden) kar için üretime sapılacaktır. O zaman nihayet insan işgücünün sömürüsüne dayanan çok sayıda bağımsız üretim biriminin anarşik rekabeti içindeki piyasada gerçekleşen artı-değer için üretimden - yani yukarıda tanımlandığı gibi (Bölüm I, Kısım 2) tamı tamına kapitalizmin merkezi özelliklerinden- başta bir şeye sahip olmayacaktık… Piyasa ilişkisi, ister sosyalist diye tanımlansın, sonuç olarak gerçekten de gelişmiş kapitalizmdeki sömürü biçimlerini ve yabancılaşmayı yaratır.” (age., s.137-138-139)
56 sonrası SSCB’de yürürlüğe giren, özellikle “1965 reformları” ile derinliğine ve genişliğine hızlandırılarak uygulanan ekonomik program, Brus’un çizgisidir. Bu çizgi, teoride ve pratikte tümüyle kapitalist karaktere sahip bir çizgidir. Bu çizgiden çıkan ekonomik-toplumsal sistem, sosyalizmin tasfiyesi kapitalizmin kurulması ve inşası çizgisidir. “Liberman reforumları”, “Brejnev-Kosigin reforumları” olarak anılan “reformlar”, işte Brus’un, Ota Şik’in “sosyalist piyasa” çizgisidir.
Aynı kaynaktan, “Liberman reformları”yla ilgili bir kısım değerlendirmeleri kitabımıza almaya ve hep birlikte okumaya devam edelim:
“…1962’de Liberman, planlı ekonomi ile piyasa ekonomisi ilişkisinde sonuncu yararına açıkça köklü bir dönüşüm talep ettiği önemli makalesini yayınladı. İşletme özerkliği, kazacın azamileştirilmesi, kendi kendini finanse etmek, maddi teşvik, piyasa yönelişli fiyat esnekliği başka ekonomistlerin de Liberman’dan aldıkları merkezi temalardı. Önerilen reformların doğrultusu açıktı. Gösterilen çaba, W. Brus’ün önerdiği ‘piyasa ilkesinin uygulandığı planlı bir ekonomi modeli’ içindir. Bu modelin gerçekte 180 derecelik bir dönüşü ifade ettiğini, en açık bir şekilde kazanç kavramı gösterir. Sovyetlerin geleneksel planlı sisteminde kazanç, yalnızca bir muhasebe kategorisiydi, gelirlerle, giderler arasındaki farkı ifade ederdi. Kazanç, hiçbir zaman bir işletmenin başarısının ya da kötü işleyişinin ölçüsü olmadı (hatta kuşkulu bir durumda) muhasebe müdahalesiyle üretilebildi, … bölüşümde de hakim bir ölçüt değildi. Çünkü ürünler piyasada satış için üretilmemişti. Üretimi yöneten merci, her işletmenin gerçekleştirmek zorunda olduğu plandı. Yaratılan artı-ürün, işletme yedeği olarak ayrılan küçük bir bölüm dışında, tüm ekonomiye dâhil oluyordu. Öyleyse temel ilke şuydu: Plan için yararlı olan, tek tek işletmeler için de iyi olmak zorundadır.
“Buna karşılık Liberman işte bu temel ilkeyi tersine çevirdi. Ona göre, tek tek işletmeler için yararlı olan, plan için de yararlı olmak zorundadır. Ortak çıkar, bireysel çıkarların rekabeti yoluyla otomatik olarak gerçekleştirilir. Böylece 35 yıllık Stalinci plan ekonomisinden sonra en sonunda mutlu bir şekilde yeniden Adam Smith’in teorilerine erişildi.”
Yazar, bu paragrafla birlikte dipnot 10’da şunları yazar:
“Liberman’ın savunma girişimleri öğreticidir: Londra’da çıkan The Economist dergisine yolladığı bir mektupta, kendi modelinde, özel sermayenin oluşmasının, her işletmenin elde ettiği kazancı teslim etmesi zorunluluğu nedeniyle imkansız olduğunu yazıyordu….
“Kazanç sağlamak amacıyla piyasaya yönelik üretim yapan işletmeler, meta üretirler. Kazançlarının bir kesimini devlete teslim etmek zorunda kalsalar bile, özünde kar ve değişim değerine yönelik bir ekonominin mantığı o andan itibaren kendisini gösterir. Liberman isterse inkâr etsin, modelin uzun süredeki sonucu özü bakımından elbette böyledir…”
Kaldığımız yerden aktarmalarımıza devam edelim.
“Liberman’ın kazancın azamileştirilmesinin üretim sürecinin esas itici gücü olarak kabulünü talep etmesinin sonuçları bellidir: İnsan emeği sömürüsünün, çalışma temposunun sürekli yükseltilmesi yoluyla sürekli yoğunlaştırılması, tek tek işletmeler arasında büyüyen rekabet, piyasa anarşisi, fiyat yükselişleri, kısaca artı-değer için üretim, yani kapitalizm.
“Elbette bu kavram, Liberman için tabudur. Kendi modelini yönelen eleştirilerde kapitalizm kavramına rastlayınca, üretim araçları üzerinde özel mülkiyetin yokluğuna işaret ederek, onu reddetmektedir.” (age., s.155-156-157)
Devam etmeden hatırlatalım: Liberman’ın “üretim araçları üzerinde özel mülkiyetin yokluğuna işaret ederek”, bunu bir kanıt olarak göstererek önerdiği ve uyguladığı programın kapitalist olmadığı, kapitalizme dönüşü örgütlemediği gerekçesi, Troçkistlerden modern revizyonistlere, orta yolcu oportünizmden komünist saflarda ortaya çıkmış olan tasfiyeci sapmanın ortak tezidir.
“Reform planlarının üç yıl açıkça tartışılmasından ve Liberman’ın modelinin 1964’te deneme olarak iki işletmede devreye sokulmasından sonra, en sonunda 1965 yılında Kosigin’in önerisi üzerine, Liberman’ın görüşlerine büyük bölümü ile uyan, geniş kapsamlı reform yasaları kararlaştırıldı. 1965’teki ademi merkezileşme, ancak üretimin yönetimiyle sınırlı olan 1957 reformlarının tersine gerçekten bizzat üretim ve bölüşüm süreciyle ilgiliydi ve bu nedenle siyasal açıdan çok daha köklü sonuçlar getirdi: Karar yetkisi basit bir şekilde merkezi devlet organından yerel organa aktarılmadı, fakat kısmen doğrudan üretim birimine-yani işletme yöneticisine devredildi.” (age., s. 158)
Bu “reformlar”la birlikte, devlet işletmeleri, tarımsal alanda da sovhozlar, devletin ödünç para ve üretim araçları vermesi karşılığında, belli bir faiz alma uygulamasına da girişti ve bu yöntem de geliştirildi.
Burada son derece önemli birkaç noktaya okuyucuların dikkatini çekmek istiyoruz.
Birincisi, Brus, Liberman, Oto Şik gibi revizyonist burjuvalar, savundukları fikirlerin kapitalist karakterine ve uygulanması durumunda kapitalizmin kurulacağı eleştirileri karşısında verdikleri yanıt dikkat çekicidir; her üçü de, “Hayır, çünkü bizde özel mülkiyet yok, mülkiyet devlet mülkiyeti olarak toplumsallaşmıştır” vb. diyerek eleştirileri savuşturmaya çalışmaktadırlar. (Tabii aynı yanıtı ve savunma refleksini yeni burjuvazinin de sürekli gösterdiğini çok iyi biliyoruz.)  Bu anlaşılır bir durumdur; çünkü sorunu ortaya koydukları ülkeler sosyalist ülkelerdir, çözüm önerileri, programları sosyalist ülkelerde uygulansın diye dile getirilmiştir; bu koşullarda kalkıp, “evet biz sosyalizmi tasfiye etmek ve kapitalizmi kurmak istiyoruz” diyemezlerdi. Yani akıllıca davranıyorlardı. Ama komünistler onlardan daha akıllı olmasını bilmeli ve onların sahte gerekçelerine, sinsice arkasına saklandıkları demagojilere kanmamalı ve onların gerekçelerini kendi gerekçeleri olarak üstlenmemeli ve Marksizm-Leninizm’e sadık kalarak bu yeni tarihsel olguyu tahlil etmelidirler. Orta yolcu, tasfiyeci ideolojik-politik cephede mevzilenerek, üstelik Liberman türü modern revizyonist ideologların büyük bir ustalıkla kullandığı kamuflaja tutunup, ardına düşüp, Marksizm-Leninizm’i “dogmatizm”le, “teorik tutuculukla”, “yaratıcı Marksizm’e”, “yenilenmeye” karşı çıkmakla eleştirip (!) sözde “açılım”lar yapmakla ilkeli, doğru, devrimci bir mevzide durulamayacağı çok açıktır.
İkincisi, Rusça’da “kar” kavramının kazanç anlamına da geldiği, dolayısıyla söz konusu reformların dile getirdiği “azami kar” için üretim kavramıyla, gerçekte kapitalist karın kastedilmediği ileri sürülebilir ve nitekim bu fikirlerin temsilcileri, yeni burjuvazi bu izah tarzının da arkasına sığınmıştır, sığına gelmiştir. Ama bu, adi bir burjuva demagojisidir. Eğer sorun böyle olsaydı, sosyalizm ve Stalin’inin çizgisi ve Marksist-Leninist politik-ekonomi teorisi ve uygulamasına karşı bu denli sınırsız nefret dolu saldırılara ve tasfiyeye de gerek kalmazdı. Eğer böyle olsaydı, gece gündüz, Stalin döneminde karın rolünün küçümsendiği, yok sayıldığı, bunun Lenin’in (!) ekonomi anlayışına ters olduğu, kar için üretimin temel itici güç ve ekonominin amacı ilan edilip binlerce sayfa, binlerce makale, kitap yazılmazdı vb. vb. Bu demagojik söylemin maskesi zaten düşmüştür, düşürülmüştür ama yine de bilmeyenler için açıklamakta yarar vardır.
Bilindiği gibi, kapitalist emperyalizmin temel ekonomik yasası, kar ve daha fazla kardır (tekel karı, azami kar). 56 öncesi dönemde, sosyalizm döneminde, temel ekonomik yasa, toplumun ekonomik ve kültürel gereksinimlerini azami derecede tatmin etme yasası idi. 56 sonrası ise, kapitalist restorasyon sürecine bağlı olarak, azami kar yasası yeni kapitalist ekonominin temel ekonomik yasası haline geldi. 56 sonrası süreçte, kapitalizmin inşa edilip edilmediğinin temel kriteri, azami kar yasasının ekonominin temel itici etkeni haline gelip gelmediğinin saptanmasıdır. Eğer bu yasa işlemeye başlamışsa, ekonominin temel itici gücü haline gelmişse, o zaman SB’yi sosyalizm maskeli kapitalist/emperyalist bir ülke olarak nitelemek gerekecektir. Vurguluyoruz:  Kar yasası SB’de, 56 sonrası ekonominin temel yasası haline geldiği kanıtlanırsa, o zaman herkesin, kepi masanın üstüne koyarak bu yeni olguyu, sosyalizmin tasfiyesi temelinde ortaya çıkmış bir kapitalist/revizyonist sistem olarak nitelemesinde anlaşması ve birleşmesi gerekir.
Çünkü bu durumda, “teorik tutuculuğa”, “muhafazakârlığa”, “dogmatizme” saplanmaktan kurtulacağımız için şu soruları sormaktan vazgeçmek zorunda kalacağız: Ama SB’deki tablo Marks’ın Kapital’indeki kapitalizme hiç benzemiyor ki? Hani nerde özel kapitalist mülkiyet? Hani nerde kapitalist sermayeler arasındaki rekabet? vb. vb.
Çünkü bu durumda, tarihte ortaya çıkan yeni bir olguyu, bütün boyutlarıyla, kendi özgün koşulları içerisinde çözümleyecek, teorinin kapitalizm ve emperyalizm çözümlemesinden ortaya çıkan kapitalist ekonominin nesnel hareket yasalarından yola çıkarak, hem yeni olguyu doğru kavramış ve hem de teoriyi yeni deneylerin ışığında geliştirmiş, eski bakış açısındaki yetersizlikleri de aşmış olacağız.
Stalin yoldaş,  temel ekonomik yasa kavramı üzerine dururken, temel yasasının hangi toplum biçimi olduğundan bağımsız olarak, “üretimin gelişiminin herhangi bir yönünü veya herhangi bir sürecini değil, tersine bu gelişimin tüm yönlerini ve tüm süreçlerini, dolayısıyla üretimin esasını, özünü belirleyen bir yasa” olduğunu belirtir. (Eserler, C. 16) İşte sorun bu kadar önemli ve açıklayıcıdır.
Kar için üretim, karı azamileştirme, merkezi planlamanın büyük ölçüde tasfiyesi, yerel işletme özerkliğinin ısrarla geliştirilmesi, işletmelerin oto finansman sistemine göre şekillendirilmesi, tüm üretim araçlarının meta olarak kabul edilmesi, değer yasasının sosyalist toplumda genel geçerliliği olan bir yasa olarak kabulü, maddi teşviklerin en önemli itici haline getirilmesi vb. yeni kapitalist ekonomi programının birbirini bütünleyen unsurlarıydı. Bu program, siyasal üst yapıyı gasp eden revizyonist burjuvazinin iktidar gücüne dayanarak yeni dönemde uyguladığı ekonomik programdı. Bu programın yürürlüğe koyulmasıyla, nesnel karaktere sahip kapitalizmin hareket yasaları da harekete geçti ve giderek tüm ekonomiye damgasını bastı. Yukarıdaki aktarmalarımız, sorunun bu boyutuna ışık tutmaktadır; ancak biz burada durmayacağız ve kanıtlarımızı daha etraflı olarak sergilemeye devam edeceğiz.
Sosyalizmin ekonomik sorunları üzerine yapılan tartışmalarda, Stalin, karı fetişleştiren revizyonist burjuva eğilimleri mahkum eder. Ne var ki, Stalin’in ölümünün üzerinden üç yıl gibi kısa bir süre sonra, Stalin’in önderliğinde Partinin mahkum ettiği bu revizyonist burjuva eğilim, “Lenin’e dönüş”, “Leninci NEP’ten öğrenme” “putlaştırma döneminin dogmatizmini” mahkum etme ve “yaratıcı Marksizm”  vb demagojileri altında kutsanır ve kar yasası, “karın azamileştirilmesi” sosyalizmin bir yasası, genel geçerli bir yasası olarak kabul edilir. Böylece sosyalizm döneminin Parti ve devlet politikası ret ve mahkum edilir.  Örneğin yeni dönem politikaları üzerinde duran İktisatçı L. Gotovsk, konuyla ilgili Stalin’i eleştirdikten sonra şunları söyler:
“Planlama ve karlılığın bu şekilde birbirinden ayrılması, sosyalist ekonominin temel göreviyle çelişir. Sosyalist birikimin temeli olarak münferit işletmelerin karlılıklarının garantilenmesi, sosyalist planlamanın en önemli görevlerinden birini oluşturur.”
“ ‘Kişilerin putlaştırıldığı korkunç zamanlar’ı hatırlarken bu burjuva boş kafalı zatın duyduğu dehşet, hissediliyor:
“ ‘O zamanlar, karın objektif gerekliliği sorununu koymanın anlamı neydi? Bu dönemde karın, normal olarak işleyen bir sosyalist işletmenin gerekli bir öğesi olarak görülmemesinde şaşılacak bir şey yoktur… Durum o kerteye varmıştı ki, genel olarak, zararla çalışmak normal bir ekonomik tezahür olarak ve hatta sosyalizmin bir avantajının belirtisi olarak görülüyordu. Karlılık ilkesinin genel olarak kapitalist ve sosyalizme yabancı bir ilke olduğu görüşü iyice yaygındı: (karlılık ilkesi-çn) planlı ekonominin üstünlüğünü kısıtlıyordu ve bu nedenle kaldırılmalıydı.” (SBKP’nin Teorik Yayın Organı Komünist’in 18/1962 sayısından aktaran Willi Dickhut, Sovyetler Birliği’nde Kapitalizmin Restorasyonu, II. Kitap, s. 19-20, Komün Yay.)
“Stalin nezdinde kişiye tapıcılık döneminde karakteristik olan, karın açıktan küçümsenmesi ve bazen öneminin görmezden gelinmesi ve sadece biçimsel bir kategori olarak görülmesidir. (Gatovski)” (Aktaran Wıllıam Bıll Bland, Sovyetler Birliğinde Kapitalizmin Restorasyonu, s. 36, Ceylan Yay.)
SBKP 22. Parti Kongresi (31 Ekim 1961) tarafından onaylanan yeni parti programında 20 yılda (1961-80) komünizme geçişin tamamlanacağı ilan edilir. Programın bitiş cümlesi de şudur: “Parti ciddiyetle ilan eder ki, Sovyet halkının bugünkü kuşağı komünizmi yaşayacaktır.” (SBKP 24. ve 25. Kongre Raporları İle Parti Programı, Belgeler 1, s. 397, Kızılırmak Yayınevi) Sözde komünizme geçme programı olarak lanse edilen bu programda, ekonomik işleyişte karın yeri ve rolü sorunuyla ilgili şunlar yazılıyor:
“Parti, daha randımanlı yatırımlara (açKongre), temel inşada en karlı ve ekonomik yönelimlerin seçimine, yatırılan her ruble için azami çıktı elde edilmesine, yatırım ile kara geçiş arasındaki zamanın azaltılmasına büyük önem vermektedir…” (age., s. 342-343)
“Kuruluşların karlı çalışmasını teşvik etmek; tasarruf ve tutumluluk için, zararların azaltılması, düşük üretim maliyetleri ve yüksek karlılık için çalışmak gereklidir…” (age., s. 346)
Açıkça görüldüğü gibi, Kruşçevciler, yeni burjuvazi azami kar yasasına dayanarak sözde komünizme geçeceklerini programatik olarak savunuyor ve formüle ediyorlar. Kraldan çok kralcı kesilip, “hayır böyle değildir, yanılıyorsunuz, orda mülkiyet devlet mülkiyetidir, dogmatizme düşüyor, muhafazakârlığa saplanıyor, teorik-ideolojik tutuculuk sergiliyorsunuz” vb. demek komünistlerin işi olamaz ve olmamalıdır. Örneğin Brejnev, açık ve kesin sözlerle, 30 Mart 1971’de gerçekleştirdikleri 24. Parti Kongresi’nde, “Kar ve zarar temeli üzerinde yapılacak çalışma ilkelerinin sürekli olarak uygulanması, endüstriyel girişimlerde, kolektif ve devlet çiftliklerinde ve yüksek ekonomik düzeylerde ivedilikle yerine getirilmesi gereken bir bir görevdir.” der. “Oy birliği” ile onaylanan Kongre Raporu ile hem bu ilkenin Kruşçev ve Libermann “reformları”ndan beri gelen sürekliliği vurgulanır, hem de bir kez daha kongrenin iradesi olarak, kar ilkesinin, kar-zarar ilkesinin tüm ekonomik yaşamı daha derinden yönetmesi gerektiği talimatı verilir. (SBKP 24. Ve 25. Kongre Raporları İle Parti Programı- Belgeler 1, s. 91)
“V.I. Lenin, her işletmenin kar yapma temelinde çalışması gerektiğine, yani bir işletmenin tamamıyla kendi gelirleriyle karşılaması ve kar yapması gerektiğine işaret etmiştir. (Kosigin).” (Aktaran Wıllıam Bıll Bland, Sovyetler Birliğinde Kapitalizmin Restorasyonu, s. 38-39)
Tekrarlıyoruz: Kraldan daha çok kralcı olmak komünistlerin ve tutarlı devrimcilerin işi değildir. Yenilik, yaratıcı Marksizm adına, dogmatizme, muhafazakârlığa, teorik tutuculuğa vb. karşı mücadele sosuna bulanmış sahte ve çöpe atılmış anti-Marksist-Leninist, dahası devrimci bile olmayan sözde tahlillere, teori ve tezlere zerre kadar değer verilmemelidir. Dahası, söz konusu tasfiyeci oportünist, ilkesiz, komünist hareketi ve devrimci hareketi ideolojik ve siyasi olarak silahsızlandıran, revizyonizme, oportünizme, reformizme gömülmüş teori ve pratikler, tam bir kararlılıkla mahkum edilmelidir.
Devam edelim;
“Sosyalizm”de kar yasasının işleyen bir yasa, ekonominin itici gücü olan bir yasa olarak yürürlükte olduğunu yeni burjuvazi ve sözcüleri şöyle dillendirmektedir:
“ ‘…İşletme faaliyetinin en yüksek derecesini karakterize eden ölçü… kardır.’ (Trapeznikov)”
“ ‘Kar işletmenin tüm faaliyeti için en genel ölçü işlevi görmektedir.’ (Leontiev)”
“ ‘Sosyalizmde kar… her bir sosyalist işletmenin ekonomik faaliyetinin verimliliğini ifade eder.’(A. Komin) ” (Aktaran W.B. Bland, age., s. 35)
“ ‘Sosyalizmde karın azamileştirilmesi, sosyalist üretimin amacına -insanların gereksinimlerini en iyi şekilde gidermek- ulaşmak için araçlardan birisidir.’ (Gatovski)”
“ ‘Sosyalizmde kar, sosyalist işletmeleri geliştirmek ve faaliyetlerini maddi olarak uyarmak için iktisadi araçlardan birisidir.
“Karın rolünü vurgulayan tedbirler, ekonomiyi geliştirmeyi ve komünizmi inşa etmeyi amaçlayan sosyalist tedbirlerdir.’ (Pravda Yazı Kurulu)” (Aktaran age., s. 43)
“ ‘Sosyalizmde kar, insanların çıkarına dağıtılır.’ (Gatovski)”
“ ‘Kapitalist kar… kapitalist sömürünün bir biçimidir…buna karşın sosyalizmde kar, çalışan nüfusun yararınadır.’ (Pravda Yazı Kurulu)”
“ ‘Kapitalizmin kötülüğü, kar peşinde koşması değil, aksine karın dağıtımındadır.’ (Beklin ve Berman)” (Aktaran age., s.100)
“ ‘…basınımızda bir tür otomatik öz –düzenleyici- ( ‘self-regulatör’) … Karlılığın, böyle bir öz-düzenleme rolünü oynayabileceği iddia ediliyor… karlılık üzerine tartışmalarında bazı ekonomistler, karlılığın toplumsal üretimin düzenleyicisi olmasına karşı yükselttikleri itirazlarını, karın kapitalist bir kategori olması iddiası temeline oturtuyorlar… Bu itiraz, tabii ki tutarsızdır.’ (Sukarevski)”
“ ‘Üretim, karlardaki değişimlere tabii kılınacaktır.’ (Sukarevski)” (Aktaran age., s. 40)
“ ‘Sosyalist üretimin amaçlarına ulaşmak için karın kullanımı, ekonominin planlı yönlendirilmesinde bunun benimsenmesi ve emeğe göre sosyalist dağıtıma hizmet etmesi kaçınılmaz olarak, özel bir mekanizmanın geliştirilmesini koşullamaktadır.’ (Sukarevski)” 
 “ ‘Ekonomik faaliyetler üzerinde etkili olabilmek için, işletme faaliyetini en yüksek derecede karakterize eden ve hem ulusal ekonominin ve hem de işletmelerin personelinin çıkarlarını karşılayan bir kriter seçilmesi esastır… Kar, böylesine bir ölçüyü oluşturur.’ (Trapeznikov)” ( Aktaran age., s. 40)
“ ‘Tacikistan SSCB Et ve Süt Ekonomisi Bakanlığı, 1970 ve 1971’de, işletmelerine yüksek kar olanağı sağlamak amacıyla ucuz ürünlerin üretimin -halk arasında bu ürünler için istikrarlı bir talep olmasına rağmen- azaltmış ve pahalı ürünlerin üretimini arttırmıştır. Bunun sonucu, bu bakanlığa bağlı işletmelerin planı aşarak milyonlarca ruble kar etmeleri olmuştur.’ (Starostin ve Emdin)” (Aktaran age., s. 44)
Görüldüğü gibi kar amacı yeni dönem politikasında iktisadi işleyişi belirleyen, üretimin temel itici gücüdür. Kar için üretim, işlevsel bir nesnel ekonomik kategori olarak yürürlüktedir. Üstelik kar için, azami kar için üretimin komünizmi inşa etmeyi amaçlayan sosyalist bir tedbir olduğu vurgulanıyor.
Benediktov’un şu açıklaması da, kar, plan ve uygulama, yönelim hakkında somut bir fikir vermektedir.
“Evet, ben ekonomik sistemimizin güncel onarımından yanayım ancak asla temelden değişmesinden yana değilim. Tekrarlıyorum, bu sistemin muazzam potansiyeli 30’lu, 40’lı ve 50’lili yıllarda kanıtlanmıştır.
“Kosigin reformlarına tek yanlı bakmıyorum. Kendisine derinden ve samimi bir saygı duyduğum Aleksey Nikolayeviç (Kosigin- çev) kuşkusuz savaş sonrası yılların en yetkin, en becerikli ve bilgili ekonomi yöneticisi idi ki, bu da, kendisinden daha yetenekli insanlara organik olarak tahammül edemeyen Hruşçov’un bariz düşmanca tavrına yol açtı. Kosıgin önerilerinde ekonominin mekanizmasına içerilmesi gereken değerli ve yararlı öğeler vardır. Ancak sadece plan ilkesine sıkı sıkıya bağlı öğeler olarak. Bütünde ise kara, mal-para ilişkilerinin etkinleşmesine, ekonomik büyümenin temellerini regüle eden etkenler olarak piyasa etkenlerinin dirilmesine yöneliş bizim koşullarımızda aşırı zararlı ve tehlikelidir. Ekonomi stratejisinin böyle bir değişimi kaçınılmaz olarak ekonominin planlı karakterinin azalmasına,  bütün halklarda devlet disiplininin düşmesine, ekonomik ve toplumsal süreçlerin denetlenemezliğinin güçlenmesine, fiyat artışına, enflasyona ve başka olumsuz gelişmelere yol açar ve açmıştır. Elbette ki belli ‘artılar’ da vardır. Ancak saydığım muazzam ‘eksilerin’ yanında bunlar fazla bir şey ifade etmez.” (agk., s. 20)
Benediktov’un kapitalist yolun yolcusu Brejnev-Kosıgin-Liberman reforumları hakkındaki değerlendirmesinde bizi ilgilendiren yan, Stalin dönemindeki sosyalist ekonomiden kopulmuş olduğunun, yeni dönemle birlikte geliştirilen yeni ekonomi perspektifine bağlı olarak plan ve kar ilişkisinde de ortaya çıkmış olan köklü dönüşümdür. Plan ilkesi yerini kar ilkesine bırakmıştır ve kar yasasına bağlı ekonominin yeniden yapılandırılmasıyla birlikte veya o süreçle birlikte kapitalizme has hastalıkların yeniden hortlamış olmasıdır. Benediktov’un tıpkı Molotov gibi, Stalin dönemi politikalarına sıkı sıkıya bağlı kalmakla birlikte, Kruşçev’le başlayan yeni dönemi, Marksist-Leninist açıdan bilince çıkaramadığı görülüyor. Eleştiri ve değerlendirmeleri, ülkenin Leninist çizgiden saptığı sınırlı analizine dayanmaktadır. Yanı sıra O’nun Molotov gibi, 56 ile başlayan tarihsel dönemecin Stalin dönemine uzanan köklerini, öncüllerini de bilince çıkaramadığını görüyoruz. Röportajın çerçevesiyle sınırlı olarak bizim gördüğümüz “şey” budur.
Brejnev’in sağ kolu ve başbakan olan Kossigin, 1971 yılında toplanan SBKP XXIV. Parti Kongresi’nde, karın sözde sosyalist ekonomideki yeri ve ağırlığıyla ilgili şu çarpıcı açıklamayı yapar:
“ ‘Kar ve karlılığa, üretim verimliliğinin önemli karakteristikleri olarak bakmaktayız. Aynı zamanda kar, yalnızca işletmelerin ve birliklerin işletme muhasebesine dayanan fonların ana kaynağı değil, ayrıca, devlet bütçesinin en önemli gelir kaynağıdır.’” (Aktaran W. Dickhut, SBKR II. Kitap, s. 59-60)
Kossigin’in bu açıklaması, en yetkili ağızdan, kar yasasının SB’nin ekonomik yaşantısına damgasını bastığını, üretimin temel itici gücünün ve amacının kar, azami kar olduğunu aslında hiçbir tartışmaya olanak tanımaksızın kanıtlıyor. Tek tek işletmelerin ve merkezi devlet bütçesinin ana gelir kaynağının karlardan oluştuğu açık-seçik ifade ediliyor. Yani 60’ların sonu, 70’lerin başına gelindiğinde, kapitalist restorasyon esasen tamamlanmış, kapitalist/revizyonist sistem olgusu, SB’nin ekonomik-toplumsal yapısını karakterize eden temel gerçeğe dönüşmüştür. Yani iddia edildiği gibi SSCB, 89-91 dağılışı ile birlikte kapitalist hale gelmemiştir veya sosyalizmden kapitalizme geçiş SB’nin dağılışıyla tamamlanmamıştır. SB, 1970’lere ulaştığında zaten kapitalist bir ülke, sosyal emperyalist bir ülke haline gelmişti. SB’nin ve önderliğindeki kapitalist/revizyonist kampın dağılışı, tekelci devlet kapitalizminin yerini klasik kapitalist biçimlere bırakışını ifade ediyordu.
 Ama biz devam edelim.
Yeni burjuvazinin iktisadi programı  “Yeni İktisadi Politika”, önce belli işletmelerde, sektörlerde, bölgelerde pilot uygulamalar olarak yürürlüğe konuldu ve adım adım geliştirilerek genelleştirildi. 1969’a gelindiğinde tablo şuydu:
“Sovyet verilerine göre 1969 sonuna değin 36.000 endüstri işletmesi, kapitalist Yeni Ekonomi Sistemi çerçevesinde çalışmaktaydı. 1969’da üretimin % 83.6’sı ve karın % 91’inden fazlası bu işletmelere aitti.” (age., s. 52)
Bland yoldaşın SB kaynaklarına dayanarak verdiği bilgilere göre ise, 1967 yılında sanayi üretiminin % 37’sini ve sanayi karının % 50’sini sağlayan 7200 işletme, “reforme edilmiş” sisteme göre çalışıyordu; 1968 yılında, sanayi üretiminin % 35’ini, sanayi karının % 30’unu sağlayan 19. 650 işletme; 1968’de, sanayi üretiminin % 12,5’ini, sanayi karının % 11’ini sağlayan 9150 işletme; 1970 yılında sanayi üretiminin % 8’zini ve sanayi karının % 5’ini sağlayan işletmeler de “reforme edilmiş” sisteme dâhil oluyordu.
Her bir okuyucunun görebileceği gibi, gerek Kosigin’in açıklaması, gerekse de bu veriler, 70’lere varıldığında, SB’nin artık (sosyalizm vs. maskeli) kapitalist bir ülke olduğunu kanıtlıyor. Ama biz burada durmayacağız.
Stalin döneminde (sosyalizm dönemi) üretim, kar için değil emekçi kitlelerin maddi ve manevi gereksinimleri için, bu gereksinimlerin en ileri düzeyde doyurulması için yapılırdı. Bu, sosyalizmin temel ekonomik yasasıydı. Kar için üretim yasası sosyalizme yabancıdır. Kapitalizmin kentte ve kırda tasfiyesiyle birlikte, kar için üretimin maddi-sınıfsal temelleri de son kalıntıları ile birlikte tasfiye edilmişti. Temel üretim araçlarının devletleştirilmesiyle birlikte kar için üretim tarihe karışmıştı. Kapitalizmin tasfiyesiyle birlikte, kapitalist iktisadi kategoriler de tasfiye edilmişti. Tek tek işletmelerde, iş kollarında, tüm ekonomi çapında üretim, sosyalist ekonominin temel ekonomik yasası üzerinde yükselen orantılı (planlı) gelişme yasasıyla sıkı bir bağ içerisinde şekillendirilen merkezi bir planlamayla yönetiliyordu. Plan ve plan hedef(ler)i, tüm SSCB çapında, hem merkezi ve hem de yerel düzeyde bağlayıcıydı. Belirleyici olan şey, hedeflere kilitlenerek plan hedeflerini tutturmaktı, dahası aşmaktı. Sosyalizm döneminde planlı ekonomi büyük bir başarıyla uygulandı. Bu dönemde, devletin gelirlerinin asıl kaynağı “işlem vergisi”ydi (muamele vergisi). Bu vergi, sözde bir vergiydi. “İşlem vergisi”, üretim vergisiydi. Bu vergi, tüketim malları üreten ekonomi dallarında üretiliyordu. Ağır sanayi kural olarak “işlem vergisi”nin dışında tutuluyordu. Üretim araçları üreten sanayinin daha etkin geliştirilmesi ve ağır sanayiye yüklenen iktisadi ve toplumsal yükümlülüklerini daha verimli yerine getirebilmesi için söz konusu vergi kesintisi bu sektörde yapılmıyordu. “İşlem vergisi”, “Sanayinin teslim fiyatı, fabrika ya da işletme fiyatıyla merkezileştirilmiş salt devlet gelirinin ‘işlem vergisi’ biçiminde ortaya çıkan kesimini” içermekteydi. Yani ürünün fabrika ya da işletme fiyatı ile tüketiciye ulaştığındaki fiyat arasındaki farkın bir bölümü, devletin gelirinin en önemli kısmını oluşturan işlem vergisini oluşturuyordu. Vergi emekçilerin ücretlerinden yapılan bir kesintiyi oluşturmuyor, ürünün tüketiciye satışı aracılığıyla, fiyat mekanizması üzerinden elde ediliyordu. “İşlem vergisi”, doğrudan devletin merkezi bütçesine akan/toplanan bir vergiydi.
Ancak bu uygulama, kapitalizmin restorasyonunun başlamasıyla değiştirildi; devletin merkezi gelirinin ana kaynağını giderek karlar oluşturdu. Aşağıdaki tablo, kapitalizmin inşası süreciyle birlikte “işlem vergisi”nin merkezi bütçedeki yerinin nasıl da giderek azaldığını ve yerini, karlarla beslenen bir bütçeye dönüştüğünü sergilemesi bakımından önemli ve açıklayıcı bir tablodur.

Devlet işletmelerinde kar ve muamele vergisinin mutlak büyüklükleri (milyar Ruble olarak)
Yıl                   Kar                 Muamele Vergisi
1940                  3.3                 10.6
1950                  5.2                 23.6
1960                25.2                 31.3
1969                72.7                 44.5
1970                87.0                 49.4
1971                90.1                 54.5
(age., s. 29)

“Sosyalizm dönemi sırasında SSCB’de karın rolü, muamele vergisi lehine giderek daha da kısıtlandı. Bütçeye kar nakli payı % 12.1’den (1940) % 9.5’e (1950) düştü. İktidarın revizyonistlerce ele geçirilmesinden bu yana, gelişme tam ters yönde olmaktadır. Bütçeye kar nakli payı % 9.5’ten (1950) % 24.2’ye (1960) ve % 34.3’e (1969) yükselmiştir. Muamele vergisi payı ise, % 55.8’den (1950) % 31.8’e (1969) düşmüştür. (Bakınız ‘Narodnoye hozaystvo SSSR w 1969 godu’, s. 770)” (age., s. 29)
Bu tablo, 70’lere gelindiğinde merkezi bütçenin ana gelir kaynağının işletme karlarından oluştuğunu gösteriyor. Yani Kossigin’in yukarıdaki açıklaması bir de bu bakımdan doğrulanmış oluyor. Bland yoldaşın sunduğu verilere göre, karın işletmelere bırakılan oranı da sürekli artmıştır. Buna göre: 1966’da bu oran, % 26, 1967’de % 29, 1968’de % 33, 1969’da % 40’tır. İşletme özerkliğinin geliştirilmesi,  işletme yöneticileri eliyle azami kar için üretim ve işletmelerin oto finansmanını sağlamalarını teşvik etme ve güvenceleme politikasının bir gereği olarak, işletme karlarının %40’ı işletmelere bırakılmıştır.
Bland yoldaş, karın oransal olarak artışını sadece sabit sermayenin değeriyle ilgili alındığında daha iyi görüleceğini söyler ve şu verileri bizlere sunar:

Yıl                   Kar (% olarak)
1965                30.1
1966                35.3
1967                39.0
1968                40.5
1969                43.8
(age., s. 175)

Tablodan da görülebileceği gibi, 1965’de % 30.1 olan “kar oranı” 1969’a gelindiğinde % 43.8’e ulaşmıştır.*
“1971-75 döneminde toplam kar, ‘…neredeyse 500.000 milyon ruble’ tutarındaydı.” “Bu, 1966-1970’e göre ‘…% 50 oranında’” bir artıştı. (s.176)
Bland yoldaş, işçi başına ortalama kar oranını ise aşağıdaki tablo ile bizlere sunar:

Yıl                   İşçi Başına Ortalama Kar(Ruble):
1965                1485
1966                1773
1967                2027
1968                2217
1969                2549
(s. 175-176)

Görüldüğü gibi, 70’lere gelindiğinde, işçi başına kar miktarı nerdeyse iki misline yakın artmıştır. Hemen eklemek gerekir ki, ücretlerdeki artış ise sınırlı kalmıştır.
Tüm bu veri ve açıklamalar, SB’nin 70’lere ulaştığında kapitalist bir ülke haline geldiğini yeterince ve çarpıcı bir şekilde kanıtlıyor. Dolayısıyla, söz konusu veriler, SB’nin sosyalizmden kapitalizme geçiş sürecinin SB’nin dağılışıyla gerçekleştiğini savunan akım ve bireylerin ne denli ağır bir zaaf sergilediklerini de kanıtlamaktadır.
24 Şubat 1976 yılında yapılan SBKP 25. Kongresi’nde, kongreye rapor sunan Brejnev, her kongre raporunda olduğu gibi, bir kez daha “1965 reforumları”na vurgu yaparak, bu reformların SSCB’nin ekonomik ve toplumsal yaşamına damgasını vurduğunu ve söz konusu politikaların geliştirilip yetkinleştirilmesinin parti politikası olduğunu, kazanılan büyük başarıların söz konusu politikaların uygulanmasının eseri olduğunu vurgular. Her zaman olduğu gibi rapor, “oy birliği” ile onaylanır.
SBKP’nin yeni programı, SBKP’nin 22. Kongresi’de (31 Ekim 1961) kabul edilir. Yeni program, 1956 Kruşçevci kızıl maskeli karşı-devrimin yarı-resmi ve fiili olarak benimsediği programın, özünde resmileşmesidir.
Programda benimsenen çizgi, Brejnev dönemi ile derinleştirilmiş ve genişletilerek uygulanmıştır.
“Bugün, Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP) Üçüncü Programını, komünist toplumun kuruluşunu (öngören) bir programı kabul etmektedir.” (s. 262, ipa.) diyen, “PARTİ CİDDİYETİYLE İLAN EDER Kİ, SOVYET HALKININ BUGÜNKÜ KUŞAĞI KOMÜNİZMİ YAŞAYACAKTIR.” (24. Ve 25. Kongre Raporları İle Parti Programı- Belgeler 1, s. 397, büyük harflerle yazım partiye aittir.) diye biten SBKP Programı, SSCB’nin ve önderliğindeki kampın utanç verici dağılışıyla sonlandı.
Bu programda, gerek SSCB’de gerekse de “Halk demokrasilerinde sosyalist üretim ilişkileri egemendir ve kapitalizme geri dönüşün sosyo-ekonomik ihtimali tasfiye edilmiştir.” (age., s. 276, iba.) iddiası da ileri sürülmektedir. Bu iddialı iddialar, modern revizyonist karşı-devrim, yeni tip burjuvazi ve hempaları tarafından da daima propaganda edilmişti. Oysa tarihsel deneyim bu palavralara inanmamak gerektiğini çoktan açığa çıkarmıştır; hem de çok çarpıcı ve yıkıcı bir tarzda!
Bu program, baştan sona revizyonist burjuva bir programdır. Programda, “Parti, daha randımanlı yatırımlara, temel inşada en karlı ve ekonomik yönelimlerin seçimine, yatırılan her ruble için azami çıktı elde edilmesine, yatırım ile kara geçiş arasındaki zamanın azaltılmasına büyük önem verilmektedir.” (age., s. 342-43, ipa.) denilmektedir. “Kuruluşların karlı çalışmasını teşvik etmek; tasarruf ve tutumluluk için, zararların azaltılması, düşük üretim maliyetleri ve yüksek karlılık için çalışmak gereklidir.” (age., s.346) deniyor ve gerçekte, dizginsiz bir “komünist”, “Marksist-Leninist” demagoji ve manipülasyon sisi içinde, kar için üretim, sosyalist ekonominin amacı ilan ediliyor.
Somut verilerin ışığında inceleyerek geldiğimiz tablodan da açıkça görülebileceği gibi, SSCB’de kapitalizm, 1956 dönemeci ile başlayan süreçle birlikte, sosyalizm, komünizm maskesi altında inşa edilmiştir. Başta SSCB olmak üzere eski sosyalist kamp revizyonist/kapitalist kampa dönüşmüştür. Bu dönüşüm, 70’li yıllarla bir olguya dönüşmüştür. SSCB, sosyal-emperyalist bir ülke haline gelmiştir.
Altını çizmek isteriz:
Sosyalist sistemde, kar kategorisi bulunmamaktadır. Çünkü kar, kapitalist sisteme özgü bir kategoridir. Sosyalizmde “kar”, bir muhasebe hesabı olarak, üretimin verimliliğini ölçmeye yarayan biçimsel bir işlemden ibarettir; üretim verimliliğinin göstergelerinden birisidir sadece. Üretim tekniğinin yenilenmesi ve kesintisiz yetkinleştirilmesi, üretim araçlarının dikkatli, özenli ve ekonomik kullanımı, üremin verimliliğini, emek üretkenliğini yükseltmenin maddi temelidir. Kuşkusuz ki, emek üretkenliğini sistemli geliştirmeden, maliyet masraflarını düşürmeden toplumun maddi ve manevi gereksinimlerini en üst düzeyde sürekli doyurulması olanaklı olmayacaktır. Ama bunun yolu kar için üretim, karı azamileştirme, planlı ekonominin tasfiyesi, maddi teşvikler yolu değildir. Böyle bir yol burjuva teori ve pratiğin, sosyalizmi tasfiye etme ve kapitalizmi kurma sınıf politikasının ürünüdür; SB’nin sosyal emperyalist bir ülke ve Sosyalist Kamp’ın kapitalist/revizyonist bir kamp haline gelmesi ve getirilmesi tarihsel deneyiminden de görüldüğü gibi, yeni burjuvazinin damgasını taşır ve uluslararası sermayenin de alkışladığı, desteklediği, teşvik ettiği bir yoldur.
Marx’ın dediği gibi: “Dış görünüş ile şeylerin özü eğer doğrudan doğruya çakışsaydı, her türlü bilim gereksiz olurdu.” Temel üretim araçlarının devlet mülki olması, klasik kapitalist görüngülerin olmaması Kruşçevlerin, Brejnevlerin, Gorbaçovların SSCB’sini sosyalist olarak görmek için yeterli değildir. Dahası bu, modern revizyonizmin, yeni tip burjuva karşı-devrimin, kapitalist restorasyonun kavranmamasının; o saflara taze kan taşınmasının ifadesidir. Yapılması gereken şey, görüntüden öze inmektir… Yeni tarihsel olguları diyalektik materyalist yöntemle incelemek ve aydınlatmaktır. Teorik zenginleşme yolundan ideolojik ve politik donanımı geliştirmektir.

*Geçerken hatırlatalım, kar oranı, sabit sermayeye göre değil, artı değerin toplam sermayeye -değişmeyen ve değişen sermayeye- oranını ifade eder ve ölçülür.
DEVAM EDECEK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder