Kar İçin Üretim Yasası Ve Sosyalist Ekonominin Tasfiyesi
“Dış
görünüş ile şeylerin özü eğer doğrudan doğruya çakışsaydı, her türlü bilim
gereksiz olurdu.” (Marks)
SB’de
kapitalizmin restorasyonu özellikle Brejnev-Kosigin
yönetimiyle birlikte, hem daha derinleştirilerek geliştirildi hem de
uygulamanın ritmi oldukça yükseltildi. “1965
reformları” olarak nitelenen “reform programı” hakkında, Gazeteci J.M.
Chauvıer şu bilgileri verir:
“Ellili
yılların sonundan beri, birçok düşünce ekolü bu konu (reform yapma-bn.) üstünde
çalıştılar… Optimalist adı verilen ekolün ilk başkanı Nemçinov, düşünce
hocaları Novojilov, Kantoroviç birçok ana çizgisine seksenli yıllardaki
reformlarda rastlanan radikal bir reforum tasarısının temellerini 60’lı
yılların başlarında attılar. Ama o dönemde, özelikle Trapeznikov ve Liberman
gibi pragmatikler Başbakan Kosigin’in 1965’de desteklediği işletme reformu
kavramına damgalarını vurdular. Liberman reforumundan -Batı’da bu ad
verilmiştir- özelikle şu heyecan uyandıran haber dikkate alınır: Karın itibarına kavuşturulması,
bazıları da kapitalizme dönüş
derler.” (age., s.182, iya.)
Konuyla
ilgili A. Carlo’nun (ki yayınlanmış olan kitabımızın “V. Bölüm”ünde
görüşlerinin eleştirisi yapılmıştır) verdiği bazı bilgileri ve yaptığı bazı
değerlendirmeleri aşağıya aktarıyoruz.
“Revizyonist
ekonomicilerin şu sıra çok sayıda bilimsel tasarıları var. Birbirlerinden çoğu
zaman ancak ifadelerindeki ince farklar nedeniyle ayrıldıkları için, bütün bu
konumları burada tek tek ele almak gereksiz olur. Bunun yerine, Batı’da da
yayınlanmış ilgili yazıların en tutarlısı olan Polonya’lı Prof. Wlodzimiarz
Brus’un çalışması burada örnek olarak anlatılacak ve eleştirilecektir.
“Brus, daha
1950’lerin ortalarında yeni ekonomi teorilerinin hazırlanmasında önder bir rol
oynamış olan Oskar Lange’nin kurduğu Polonya okuluna dâhil. Daha sonra ünlenen
ekonomi profesörleri E. Liberman (SSCB) ve Ota Şik (Çekoslovakya) dikkatle
incelendiğinde, yalnızca Polonya okulunun geliştirdiği tutumları kaptıkları ve
popülarize ettikleri görülür (Yugoslavya’dan kaynaklanan bazı unsurları da
kısmen katarak). Tezleri öz olarak Brus’inkilerden pek farklı olmadığı gibi,
Brus’un en önemli kitabındaki kadar tutarlı açıklanmamış ve
temellendirilmemiştir de. Öyleyse en iyisi Polonyalı teorisyenler üzerinde
duralım.” (Sovyetler Birliği’nin Sosyo-Ekonomik Karakteri, s.135-136)
“…Onun için
temel problem, üretimin hedefi ve fiyatın oluşması sorunudur. Bu sorunsalı
Stalinist modele göre katı biçimde merkezileştirilmiş bir planla çözmek
istemek, ona bütün tecrübelerden sonra anlamsız gözükmektedir…
“…Kolomb’un
yumurtasının dik oturtulması yolu, yani bürokratik planlı ekonominin temel
problemlerinin çözümü, Brus’a göre tüketicilerin egemenliğinde ve tek tek
işletmelerin özerkliğinde aranmalıdır. Tüketicilerin gerçek egemenliğinin ancak
bütün emekçilerin sosyalist demokrasi temelinde mümkün olduğu görülmüyor… Oysa
bu önemli şart olmayınca, talep edilen egemenlik, ancak gelişmiş kapitalizmde
normal olan şu sahte egemenlik şeklinde (slogan: ‘müşteri velinimetimdir’)
ortaya çıkabilir ve o tür egemenliğin geniş ölçüde büyük tekellerin ön
kararlarıyla belirlendiği bilinir. Aynı şey, bir proleter demokrasisi temeli
olmaksızın, ancak üretim birimlerinin kapitalist özerkliği ve anarşik rekabet
biçiminde gerçekleştirilebilen, talep edilen işletme özerkliği için de
geçerlidir. Daha da ayrıntıya inilecek olursa, Brus, işletmelerin ürettikleri
malların tip ve miktarına özgürce karar vermelerini ve malı kimden alacaklarını
kendilerinin belirlemelerini, kendi mali kaynaklarına sahip olmalarını ve
üretim temposu ile çalışmanın iç örgütlenmesine kendilerinin karar vermesini
talep eder. İşletmenin yönetim ilkesi olarak, demokratik şekilde oluşturulan ve
tüm toplumsal kolektif kararlaştırılan hedeflerin gerçekleştirilmesinin sözünü etmez.
Tersine şöyle yazar: ‘Girişimlerin karar özgürlüğünün ölçütleri, faaliyetlerin karlılık ilkesine dayanmasından çıkar.
Bu, üretim hedefleri ve yöntemlerinin seçiminde özerk olarak hareket edebilen
girişimleri yönlendirebilecek, mümkün olan biricik ilkedir.’(Altını çizen W.
Brus) Brus bu şekilde belirlenen ekonomik işleyişi, dikkat edilirse bir bütün
halinde (kar, rekabet, riziko, mümkündür ki, bunların sonucunda işletmelerin
kapanması ve işsizlik) sosyalizm olarak anlıyor; çünkü tüm bu plan, bütünleştirici
bir güç ve ekonomik aklın bir tür koruyucusu olarak varlığını kesinlikle
sürdürecektir.”
76. dipnotta
şunlar yazılı yukarıdaki alıntıyla bağlı olarak: “Gerçi Brus, kendisinin,
sosyalist piyasa ekonomisi modeli çerçevesi içindeki azami kazanç kavramının,
kapitalizmdeki kar kavramı ile özdeşleştirilmesine şiddetle itiraz ediyor.
…fakat bu basit özdeşleştirme bize haklı olarak görünüyor. Brus’un açıklamaları
yalnız biçimsel farkla ilgilidir…” (age.,
s.136)
“Her ne kadar
tüm model taslağın üstünde ‘fiyat girişiminden bağımsızdır’ formülünün
bulunması gerektiği konusunda güvence veriliyorsa da, fiyatların tam anlamıyla
plan tarafından saptanması gerekmez. ‘Toplumsal öncelikleri yansıtan’
fiyatların saptanmasının plan yetkisine girmesi gerekirken, tüm bireysel
tüketim mallarında fiyat oluşumu, Brus’a göre ‘piyasa mekanizmasının serbest
işleyişine’ bırakılmalıdır Böylece fiyatların ‘girişim için parametre işlevi
gördüğü’ belirlenir. Gerçekten piyasa
mekanizmalarının bu ölçüde kuvvetle damgasını vurduğu bir sistemde plan iktidar
araçları ancak son derece zayıf olabileceği için, Brus da, yalnızca az sayıda
birkaç ürünün özel toplumsal öncelikleri ifade ettiğine işaret eder;
dolayısıyla yatırım mallarının fiyatları da büyük ölçüde piyasada oluşabilirdi.
Böylece planın yönetici ve bağlayıcı müdahalesi büyük ölçüde istisna niteliğini
kazanır.
“Böyle bir
ekonomi modelinin ancak adının sosyalist olabileceği, en azından bu noktada
berraklaşır. Üretim hedefleri, demokrasiyle merkeziyetçilik arasındaki
diyalektik bağ içinde hazırlanmayıp, piyasadaki rekabet durumu ölçüsüne göre ve
azami kar amacı altında bağımsız üretim birimleri altında oluşurlar…
“ ‘Sosyalist
piyasa ekonomisi’ modelinin (Brus, ‘piyasa mekanizmasının uygulandığı planlı
ekonomi modeli’ adını veriyor) çeşitli savunucuları yukarıdaki eleştiriyi çoğu
zaman, kapitalizmin böyle bir sistemde hiçbir zaman dirilemeyeceğini, çünkü
mülkiyetin ve kazancın ‘toplumsallaştırılmış’ olduğunu ileri sürerek kınarlar.
Marksistler arasında -Brus ve yandaşları kendilerini öyle sayıyorlar- üretim
araçları üzerinde mülkiyet kavramının toplumsal ilişkilerin mahiyetini
niteleyen bir kategori olduğu, yani ‘mülkiyetin’ mutlaka biçimsel hukuki tanıma
uygun olarak görünmek zorunda bulunmadığı konusunun kuşkusuz berrak olması
gerekirdi. Ancak önümüzdeki modelde olduğu gibi, piyasa ve rekabet yasaları
üretim ilişkilerine hâkim olursa, o zaman ‘sosyalist’ diye tanımlanan bir
girişimin de, ne pahasına olursa olsun, özellikle ücret düşürmeler pahasına da,
sırf kar uğruna üretim pahasına da olsa, üretimi ve kazancı yükseltmeye nesnel
olarak zorlanacaktır. Yatırımların ve kazancın azamileştirilmesi, ücretlere
göre öncelik kazanacak ve ücretleri üretimin geliştirilmesi için göreli olarak
adım adım geriletecektir. İnsan ihtiyaçlarının giderilmesi ve geliştirilmesi
için kullanım değerlerinin üretiminden (yani sosyalist üretimin her zaman ki
hedefinden) kar için üretime sapılacaktır. O zaman nihayet insan işgücünün
sömürüsüne dayanan çok sayıda bağımsız üretim biriminin anarşik rekabeti
içindeki piyasada gerçekleşen artı-değer için üretimden - yani yukarıda
tanımlandığı gibi (Bölüm I, Kısım 2) tamı tamına kapitalizmin merkezi
özelliklerinden- başta bir şeye sahip olmayacaktık… Piyasa ilişkisi, ister
sosyalist diye tanımlansın, sonuç olarak gerçekten de gelişmiş kapitalizmdeki
sömürü biçimlerini ve yabancılaşmayı yaratır.” (age., s.137-138-139)
56 sonrası
SSCB’de yürürlüğe giren, özellikle “1965 reformları” ile derinliğine ve
genişliğine hızlandırılarak uygulanan ekonomik program, Brus’un çizgisidir. Bu
çizgi, teoride ve pratikte tümüyle kapitalist
karaktere sahip bir çizgidir. Bu çizgiden çıkan ekonomik-toplumsal sistem,
sosyalizmin tasfiyesi kapitalizmin kurulması ve inşası çizgisidir. “Liberman reforumları”, “Brejnev-Kosigin
reforumları” olarak anılan “reformlar”,
işte Brus’un, Ota Şik’in “sosyalist
piyasa” çizgisidir.
Aynı
kaynaktan, “Liberman reformları”yla
ilgili bir kısım değerlendirmeleri kitabımıza almaya ve hep birlikte okumaya
devam edelim:
“…1962’de Liberman, planlı ekonomi ile piyasa ekonomisi ilişkisinde
sonuncu yararına açıkça köklü bir dönüşüm talep ettiği önemli makalesini
yayınladı. İşletme özerkliği, kazacın azamileştirilmesi, kendi kendini finanse
etmek, maddi teşvik, piyasa yönelişli fiyat esnekliği başka ekonomistlerin de
Liberman’dan aldıkları merkezi temalardı. Önerilen reformların doğrultusu
açıktı. Gösterilen çaba, W. Brus’ün önerdiği ‘piyasa ilkesinin uygulandığı
planlı bir ekonomi modeli’ içindir. Bu modelin gerçekte 180 derecelik bir
dönüşü ifade ettiğini, en açık bir şekilde kazanç kavramı gösterir. Sovyetlerin
geleneksel planlı sisteminde kazanç, yalnızca bir muhasebe kategorisiydi,
gelirlerle, giderler arasındaki farkı ifade ederdi. Kazanç, hiçbir zaman bir
işletmenin başarısının ya da kötü işleyişinin ölçüsü olmadı (hatta kuşkulu bir
durumda) muhasebe müdahalesiyle üretilebildi, … bölüşümde de hakim bir ölçüt
değildi. Çünkü ürünler piyasada satış için üretilmemişti. Üretimi yöneten
merci, her işletmenin gerçekleştirmek zorunda olduğu plandı. Yaratılan
artı-ürün, işletme yedeği olarak ayrılan küçük bir bölüm dışında, tüm ekonomiye
dâhil oluyordu. Öyleyse temel ilke şuydu: Plan için yararlı olan, tek tek
işletmeler için de iyi olmak zorundadır.
“Buna
karşılık Liberman işte bu temel ilkeyi tersine çevirdi. Ona göre, tek tek işletmeler
için yararlı olan, plan için de yararlı olmak zorundadır. Ortak çıkar, bireysel
çıkarların rekabeti yoluyla otomatik olarak gerçekleştirilir. Böylece 35 yıllık
Stalinci plan ekonomisinden sonra en sonunda mutlu bir şekilde yeniden Adam
Smith’in teorilerine erişildi.”
Yazar, bu
paragrafla birlikte dipnot 10’da şunları yazar:
“Liberman’ın
savunma girişimleri öğreticidir: Londra’da çıkan The Economist dergisine
yolladığı bir mektupta, kendi modelinde, özel sermayenin oluşmasının, her
işletmenin elde ettiği kazancı teslim etmesi zorunluluğu nedeniyle imkansız
olduğunu yazıyordu….
“Kazanç
sağlamak amacıyla piyasaya yönelik üretim yapan işletmeler, meta üretirler.
Kazançlarının bir kesimini devlete teslim etmek zorunda kalsalar bile, özünde
kar ve değişim değerine yönelik bir ekonominin mantığı o andan itibaren
kendisini gösterir. Liberman isterse inkâr etsin, modelin uzun süredeki sonucu
özü bakımından elbette böyledir…”
Kaldığımız
yerden aktarmalarımıza devam edelim.
“Liberman’ın
kazancın azamileştirilmesinin üretim sürecinin esas itici gücü olarak kabulünü
talep etmesinin sonuçları bellidir: İnsan emeği sömürüsünün, çalışma temposunun
sürekli yükseltilmesi yoluyla sürekli yoğunlaştırılması, tek tek işletmeler
arasında büyüyen rekabet, piyasa anarşisi, fiyat yükselişleri, kısaca
artı-değer için üretim, yani kapitalizm.
“Elbette bu
kavram, Liberman için tabudur. Kendi modelini yönelen eleştirilerde kapitalizm
kavramına rastlayınca, üretim araçları üzerinde özel mülkiyetin yokluğuna
işaret ederek, onu reddetmektedir.” (age., s.155-156-157)
Devam etmeden
hatırlatalım: Liberman’ın “üretim araçları üzerinde özel mülkiyetin yokluğuna
işaret ederek”, bunu bir kanıt olarak göstererek önerdiği ve uyguladığı
programın kapitalist olmadığı, kapitalizme dönüşü örgütlemediği gerekçesi,
Troçkistlerden modern revizyonistlere, orta yolcu oportünizmden komünist
saflarda ortaya çıkmış olan tasfiyeci sapmanın ortak tezidir.
“Reform
planlarının üç yıl açıkça tartışılmasından ve Liberman’ın modelinin 1964’te
deneme olarak iki işletmede devreye sokulmasından sonra, en sonunda 1965
yılında Kosigin’in önerisi üzerine, Liberman’ın görüşlerine büyük bölümü ile
uyan, geniş kapsamlı reform yasaları kararlaştırıldı. 1965’teki ademi
merkezileşme, ancak üretimin yönetimiyle sınırlı olan 1957 reformlarının
tersine gerçekten bizzat üretim ve bölüşüm süreciyle ilgiliydi ve bu nedenle
siyasal açıdan çok daha köklü sonuçlar getirdi: Karar yetkisi basit bir şekilde
merkezi devlet organından yerel organa aktarılmadı, fakat kısmen doğrudan
üretim birimine-yani işletme yöneticisine devredildi.” (age., s. 158)
Bu
“reformlar”la birlikte, devlet işletmeleri, tarımsal alanda da sovhozlar,
devletin ödünç para ve üretim araçları vermesi karşılığında, belli bir faiz
alma uygulamasına da girişti ve bu yöntem de geliştirildi.
Burada son
derece önemli birkaç noktaya okuyucuların dikkatini çekmek istiyoruz.
Birincisi,
Brus, Liberman, Oto Şik gibi revizyonist burjuvalar, savundukları fikirlerin
kapitalist karakterine ve uygulanması durumunda kapitalizmin kurulacağı
eleştirileri karşısında verdikleri yanıt dikkat çekicidir; her üçü de, “Hayır,
çünkü bizde özel mülkiyet yok, mülkiyet devlet mülkiyeti olarak
toplumsallaşmıştır” vb. diyerek eleştirileri savuşturmaya çalışmaktadırlar.
(Tabii aynı yanıtı ve savunma refleksini yeni burjuvazinin de sürekli
gösterdiğini çok iyi biliyoruz.) Bu
anlaşılır bir durumdur; çünkü sorunu ortaya koydukları ülkeler sosyalist
ülkelerdir, çözüm önerileri, programları sosyalist ülkelerde uygulansın diye
dile getirilmiştir; bu koşullarda kalkıp, “evet biz sosyalizmi tasfiye etmek ve
kapitalizmi kurmak istiyoruz” diyemezlerdi. Yani akıllıca davranıyorlardı. Ama
komünistler onlardan daha akıllı olmasını bilmeli ve onların sahte
gerekçelerine, sinsice arkasına saklandıkları demagojilere kanmamalı ve onların
gerekçelerini kendi gerekçeleri olarak üstlenmemeli ve Marksizm-Leninizm’e
sadık kalarak bu yeni tarihsel olguyu
tahlil etmelidirler. Orta yolcu, tasfiyeci ideolojik-politik cephede
mevzilenerek, üstelik Liberman türü modern revizyonist ideologların büyük bir
ustalıkla kullandığı kamuflaja tutunup, ardına düşüp, Marksizm-Leninizm’i
“dogmatizm”le, “teorik tutuculukla”, “yaratıcı Marksizm’e”, “yenilenmeye” karşı
çıkmakla eleştirip (!) sözde “açılım”lar yapmakla ilkeli, doğru, devrimci bir
mevzide durulamayacağı çok açıktır.
İkincisi,
Rusça’da “kar” kavramının kazanç anlamına da geldiği, dolayısıyla söz konusu
reformların dile getirdiği “azami kar” için üretim kavramıyla, gerçekte
kapitalist karın kastedilmediği ileri sürülebilir ve nitekim bu fikirlerin
temsilcileri, yeni burjuvazi bu izah tarzının da arkasına sığınmıştır, sığına
gelmiştir. Ama bu, adi bir burjuva demagojisidir. Eğer sorun böyle olsaydı,
sosyalizm ve Stalin’inin çizgisi ve Marksist-Leninist politik-ekonomi teorisi
ve uygulamasına karşı bu denli sınırsız nefret dolu saldırılara ve tasfiyeye de
gerek kalmazdı. Eğer böyle olsaydı, gece gündüz, Stalin döneminde karın rolünün
küçümsendiği, yok sayıldığı, bunun Lenin’in (!) ekonomi anlayışına ters olduğu,
kar için üretimin temel itici güç ve ekonominin amacı ilan edilip binlerce
sayfa, binlerce makale, kitap yazılmazdı vb. vb. Bu demagojik söylemin maskesi
zaten düşmüştür, düşürülmüştür ama yine de bilmeyenler için açıklamakta yarar
vardır.
Bilindiği
gibi, kapitalist emperyalizmin temel ekonomik
yasası, kar ve daha fazla kardır (tekel karı, azami kar). 56 öncesi
dönemde, sosyalizm döneminde, temel ekonomik yasa, toplumun ekonomik ve
kültürel gereksinimlerini azami derecede tatmin etme yasası idi. 56 sonrası
ise, kapitalist restorasyon sürecine bağlı olarak, azami kar yasası yeni kapitalist ekonominin temel ekonomik yasası
haline geldi. 56 sonrası süreçte,
kapitalizmin inşa edilip edilmediğinin temel kriteri, azami kar yasasının
ekonominin temel itici etkeni haline gelip gelmediğinin saptanmasıdır. Eğer
bu yasa işlemeye başlamışsa, ekonominin temel itici gücü haline gelmişse, o
zaman SB’yi sosyalizm maskeli kapitalist/emperyalist bir ülke olarak nitelemek
gerekecektir. Vurguluyoruz: Kar yasası
SB’de, 56 sonrası ekonominin temel yasası haline geldiği kanıtlanırsa, o zaman
herkesin, kepi masanın üstüne koyarak bu yeni olguyu, sosyalizmin tasfiyesi
temelinde ortaya çıkmış bir kapitalist/revizyonist sistem olarak nitelemesinde
anlaşması ve birleşmesi gerekir.
Çünkü bu
durumda, “teorik tutuculuğa”, “muhafazakârlığa”, “dogmatizme” saplanmaktan
kurtulacağımız için şu soruları sormaktan vazgeçmek zorunda kalacağız: Ama
SB’deki tablo Marks’ın Kapital’indeki kapitalizme hiç benzemiyor ki? Hani nerde
özel kapitalist mülkiyet? Hani nerde kapitalist sermayeler arasındaki rekabet?
vb. vb.
Çünkü bu
durumda, tarihte ortaya çıkan yeni bir olguyu, bütün boyutlarıyla, kendi özgün
koşulları içerisinde çözümleyecek, teorinin kapitalizm ve emperyalizm
çözümlemesinden ortaya çıkan kapitalist
ekonominin nesnel hareket yasalarından yola çıkarak, hem yeni olguyu doğru
kavramış ve hem de teoriyi yeni deneylerin ışığında geliştirmiş, eski bakış
açısındaki yetersizlikleri de aşmış olacağız.
Stalin
yoldaş, temel ekonomik yasa kavramı
üzerine dururken, temel yasasının hangi toplum biçimi olduğundan bağımsız
olarak, “üretimin gelişiminin herhangi bir yönünü veya herhangi bir sürecini
değil, tersine bu gelişimin tüm yönlerini ve tüm süreçlerini, dolayısıyla
üretimin esasını, özünü belirleyen bir yasa” olduğunu belirtir. (Eserler, C.
16) İşte sorun bu kadar önemli ve açıklayıcıdır.
Kar için
üretim, karı azamileştirme, merkezi planlamanın büyük ölçüde tasfiyesi, yerel
işletme özerkliğinin ısrarla geliştirilmesi, işletmelerin oto finansman
sistemine göre şekillendirilmesi, tüm üretim araçlarının meta olarak kabul
edilmesi, değer yasasının sosyalist toplumda genel geçerliliği olan bir yasa
olarak kabulü, maddi teşviklerin en önemli itici haline getirilmesi vb. yeni
kapitalist ekonomi programının birbirini bütünleyen unsurlarıydı. Bu program,
siyasal üst yapıyı gasp eden revizyonist burjuvazinin iktidar gücüne dayanarak
yeni dönemde uyguladığı ekonomik
programdı. Bu programın yürürlüğe koyulmasıyla, nesnel karaktere sahip
kapitalizmin hareket yasaları da harekete geçti ve giderek tüm ekonomiye damgasını bastı. Yukarıdaki aktarmalarımız, sorunun bu boyutuna ışık tutmaktadır;
ancak biz burada durmayacağız ve kanıtlarımızı daha etraflı olarak sergilemeye
devam edeceğiz.
Sosyalizmin
ekonomik sorunları üzerine yapılan tartışmalarda, Stalin, karı fetişleştiren
revizyonist burjuva eğilimleri mahkum eder. Ne var ki, Stalin’in ölümünün
üzerinden üç yıl gibi kısa bir süre sonra, Stalin’in önderliğinde Partinin
mahkum ettiği bu revizyonist burjuva eğilim, “Lenin’e dönüş”, “Leninci NEP’ten
öğrenme” “putlaştırma döneminin dogmatizmini” mahkum etme ve “yaratıcı
Marksizm” vb demagojileri altında
kutsanır ve kar yasası, “karın azamileştirilmesi” sosyalizmin bir yasası, genel
geçerli bir yasası olarak kabul edilir. Böylece sosyalizm döneminin Parti ve devlet
politikası ret ve mahkum edilir. Örneğin
yeni dönem politikaları üzerinde duran İktisatçı L. Gotovsk, konuyla ilgili
Stalin’i eleştirdikten sonra şunları söyler:
“Planlama ve
karlılığın bu şekilde birbirinden ayrılması, sosyalist ekonominin temel göreviyle
çelişir. Sosyalist birikimin temeli olarak münferit işletmelerin
karlılıklarının garantilenmesi, sosyalist planlamanın en önemli görevlerinden
birini oluşturur.”
“ ‘Kişilerin
putlaştırıldığı korkunç zamanlar’ı hatırlarken bu burjuva boş kafalı zatın
duyduğu dehşet, hissediliyor:
“ ‘O
zamanlar, karın objektif gerekliliği sorununu koymanın anlamı neydi? Bu dönemde
karın, normal olarak işleyen bir sosyalist işletmenin gerekli bir öğesi olarak
görülmemesinde şaşılacak bir şey yoktur… Durum o kerteye varmıştı ki, genel
olarak, zararla çalışmak normal bir ekonomik tezahür olarak ve hatta
sosyalizmin bir avantajının belirtisi olarak görülüyordu. Karlılık ilkesinin
genel olarak kapitalist ve sosyalizme yabancı bir ilke olduğu görüşü iyice
yaygındı: (karlılık ilkesi-çn) planlı ekonominin üstünlüğünü kısıtlıyordu ve bu
nedenle kaldırılmalıydı.” (SBKP’nin Teorik Yayın Organı Komünist’in 18/1962
sayısından aktaran Willi Dickhut, Sovyetler Birliği’nde Kapitalizmin
Restorasyonu, II. Kitap, s. 19-20, Komün Yay.)
“Stalin
nezdinde kişiye tapıcılık döneminde karakteristik olan, karın açıktan
küçümsenmesi ve bazen öneminin görmezden gelinmesi ve sadece biçimsel bir
kategori olarak görülmesidir. (Gatovski)” (Aktaran Wıllıam Bıll Bland,
Sovyetler Birliğinde Kapitalizmin Restorasyonu, s. 36, Ceylan Yay.)
SBKP 22.
Parti Kongresi (31 Ekim 1961) tarafından onaylanan yeni parti programında 20
yılda (1961-80) komünizme geçişin tamamlanacağı ilan edilir. Programın bitiş
cümlesi de şudur: “Parti ciddiyetle ilan eder ki, Sovyet halkının bugünkü
kuşağı komünizmi yaşayacaktır.” (SBKP
24. ve 25. Kongre Raporları İle Parti Programı, Belgeler 1, s. 397, Kızılırmak
Yayınevi) Sözde komünizme geçme programı olarak lanse edilen bu programda,
ekonomik işleyişte karın yeri ve rolü sorunuyla ilgili şunlar yazılıyor:
“Parti, daha randımanlı yatırımlara (açKongre), temel
inşada en karlı ve ekonomik yönelimlerin seçimine, yatırılan her ruble için
azami çıktı elde edilmesine, yatırım ile kara geçiş arasındaki zamanın
azaltılmasına büyük önem vermektedir…” (age., s. 342-343)
“Kuruluşların
karlı çalışmasını teşvik etmek; tasarruf ve tutumluluk için, zararların
azaltılması, düşük üretim maliyetleri ve yüksek karlılık için çalışmak
gereklidir…” (age., s. 346)
Açıkça görüldüğü gibi, Kruşçevciler, yeni burjuvazi azami kar yasasına dayanarak sözde
komünizme geçeceklerini programatik
olarak savunuyor ve formüle ediyorlar. Kraldan çok kralcı kesilip, “hayır böyle
değildir, yanılıyorsunuz, orda mülkiyet devlet mülkiyetidir, dogmatizme
düşüyor, muhafazakârlığa saplanıyor, teorik-ideolojik tutuculuk
sergiliyorsunuz” vb. demek komünistlerin işi olamaz ve olmamalıdır. Örneğin
Brejnev, açık ve kesin sözlerle, 30 Mart
1971’de gerçekleştirdikleri 24. Parti
Kongresi’nde, “Kar ve zarar temeli üzerinde yapılacak çalışma ilkelerinin
sürekli olarak uygulanması, endüstriyel girişimlerde, kolektif ve devlet
çiftliklerinde ve yüksek ekonomik düzeylerde ivedilikle yerine getirilmesi
gereken bir bir görevdir.” der. “Oy birliği” ile onaylanan Kongre Raporu ile
hem bu ilkenin Kruşçev ve Libermann “reformları”ndan beri gelen sürekliliği
vurgulanır, hem de bir kez daha kongrenin iradesi olarak, kar ilkesinin,
kar-zarar ilkesinin tüm ekonomik yaşamı daha derinden yönetmesi gerektiği
talimatı verilir. (SBKP 24. Ve 25. Kongre Raporları İle Parti Programı-
Belgeler 1, s. 91)
“V.I. Lenin, her işletmenin kar yapma temelinde çalışması gerektiğine,
yani bir işletmenin tamamıyla kendi gelirleriyle karşılaması ve kar yapması
gerektiğine işaret etmiştir. (Kosigin).” (Aktaran Wıllıam Bıll Bland, Sovyetler
Birliğinde Kapitalizmin Restorasyonu, s. 38-39)
Tekrarlıyoruz: Kraldan daha çok kralcı olmak komünistlerin ve tutarlı
devrimcilerin işi değildir. Yenilik, yaratıcı Marksizm adına, dogmatizme, muhafazakârlığa,
teorik tutuculuğa vb. karşı mücadele sosuna bulanmış sahte ve çöpe atılmış
anti-Marksist-Leninist, dahası devrimci bile olmayan sözde tahlillere, teori ve
tezlere zerre kadar değer verilmemelidir. Dahası, söz konusu tasfiyeci
oportünist, ilkesiz, komünist hareketi ve devrimci hareketi ideolojik ve siyasi
olarak silahsızlandıran,
revizyonizme, oportünizme, reformizme gömülmüş
teori ve pratikler, tam bir kararlılıkla mahkum edilmelidir.
Devam edelim;
“Sosyalizm”de
kar yasasının işleyen bir yasa, ekonominin itici gücü olan bir yasa olarak
yürürlükte olduğunu yeni burjuvazi ve
sözcüleri şöyle dillendirmektedir:
“ ‘…İşletme
faaliyetinin en yüksek derecesini karakterize eden ölçü… kardır.’
(Trapeznikov)”
“ ‘Kar
işletmenin tüm faaliyeti için en genel ölçü işlevi görmektedir.’ (Leontiev)”
“ ‘Sosyalizmde
kar… her bir sosyalist işletmenin ekonomik faaliyetinin verimliliğini ifade
eder.’(A. Komin) ” (Aktaran W.B.
Bland, age., s. 35)
“
‘Sosyalizmde karın azamileştirilmesi, sosyalist üretimin amacına -insanların
gereksinimlerini en iyi şekilde gidermek- ulaşmak için araçlardan birisidir.’
(Gatovski)”
“
‘Sosyalizmde kar, sosyalist işletmeleri geliştirmek ve faaliyetlerini maddi
olarak uyarmak için iktisadi araçlardan birisidir.
“Karın rolünü
vurgulayan tedbirler, ekonomiyi geliştirmeyi ve komünizmi inşa etmeyi amaçlayan
sosyalist tedbirlerdir.’ (Pravda Yazı Kurulu)” (Aktaran age., s. 43)
“
‘Sosyalizmde kar, insanların çıkarına dağıtılır.’ (Gatovski)”
“ ‘Kapitalist
kar… kapitalist sömürünün bir biçimidir…buna karşın sosyalizmde kar, çalışan
nüfusun yararınadır.’ (Pravda Yazı Kurulu)”
“
‘Kapitalizmin kötülüğü, kar peşinde koşması değil, aksine karın
dağıtımındadır.’ (Beklin ve Berman)” (Aktaran age., s.100)
“
‘…basınımızda bir tür otomatik öz –düzenleyici- ( ‘self-regulatör’) …
Karlılığın, böyle bir öz-düzenleme rolünü oynayabileceği iddia ediliyor…
karlılık üzerine tartışmalarında bazı ekonomistler, karlılığın toplumsal
üretimin düzenleyicisi olmasına karşı yükselttikleri itirazlarını, karın
kapitalist bir kategori olması iddiası temeline oturtuyorlar… Bu itiraz, tabii
ki tutarsızdır.’ (Sukarevski)”
“ ‘Üretim,
karlardaki değişimlere tabii kılınacaktır.’ (Sukarevski)” (Aktaran age., s. 40)
“ ‘Sosyalist
üretimin amaçlarına ulaşmak için karın kullanımı, ekonominin planlı
yönlendirilmesinde bunun benimsenmesi ve emeğe göre sosyalist dağıtıma hizmet
etmesi kaçınılmaz olarak, özel bir mekanizmanın geliştirilmesini
koşullamaktadır.’ (Sukarevski)” ”
“ ‘Ekonomik faaliyetler üzerinde etkili
olabilmek için, işletme faaliyetini en yüksek derecede karakterize eden ve hem ulusal
ekonominin ve hem de işletmelerin personelinin çıkarlarını karşılayan bir
kriter seçilmesi esastır… Kar, böylesine bir ölçüyü oluşturur.’ (Trapeznikov)”
( Aktaran age., s. 40)
“ ‘Tacikistan
SSCB Et ve Süt Ekonomisi Bakanlığı, 1970 ve 1971’de, işletmelerine yüksek kar
olanağı sağlamak amacıyla ucuz ürünlerin üretimin -halk arasında bu ürünler
için istikrarlı bir talep olmasına rağmen- azaltmış ve pahalı ürünlerin
üretimini arttırmıştır. Bunun sonucu, bu bakanlığa bağlı işletmelerin planı
aşarak milyonlarca ruble kar etmeleri olmuştur.’ (Starostin ve Emdin)” (Aktaran
age., s. 44)
Görüldüğü
gibi kar amacı yeni dönem politikasında iktisadi işleyişi belirleyen, üretimin temel itici gücüdür. Kar için üretim, işlevsel bir nesnel ekonomik kategori
olarak yürürlüktedir. Üstelik kar için,
azami kar için üretimin komünizmi inşa etmeyi amaçlayan sosyalist bir tedbir
olduğu vurgulanıyor.
Benediktov’un
şu açıklaması da, kar, plan ve uygulama, yönelim hakkında somut bir fikir
vermektedir.
“Evet, ben
ekonomik sistemimizin güncel onarımından yanayım ancak asla temelden
değişmesinden yana değilim. Tekrarlıyorum, bu sistemin muazzam potansiyeli
30’lu, 40’lı ve 50’lili yıllarda kanıtlanmıştır.
“Kosigin
reformlarına tek yanlı bakmıyorum. Kendisine derinden ve samimi bir saygı
duyduğum Aleksey Nikolayeviç (Kosigin- çev) kuşkusuz savaş sonrası yılların en
yetkin, en becerikli ve bilgili ekonomi yöneticisi idi ki, bu da, kendisinden
daha yetenekli insanlara organik olarak tahammül edemeyen Hruşçov’un bariz
düşmanca tavrına yol açtı. Kosıgin önerilerinde ekonominin mekanizmasına
içerilmesi gereken değerli ve yararlı öğeler vardır. Ancak sadece plan ilkesine
sıkı sıkıya bağlı öğeler olarak. Bütünde ise kara, mal-para ilişkilerinin
etkinleşmesine, ekonomik büyümenin temellerini regüle eden etkenler olarak
piyasa etkenlerinin dirilmesine yöneliş bizim koşullarımızda aşırı zararlı ve
tehlikelidir. Ekonomi stratejisinin böyle bir değişimi kaçınılmaz olarak
ekonominin planlı karakterinin azalmasına,
bütün halklarda devlet disiplininin düşmesine, ekonomik ve toplumsal
süreçlerin denetlenemezliğinin güçlenmesine, fiyat artışına, enflasyona ve
başka olumsuz gelişmelere yol açar ve açmıştır. Elbette ki belli ‘artılar’ da
vardır. Ancak saydığım muazzam ‘eksilerin’ yanında bunlar fazla bir şey ifade
etmez.” (agk., s. 20)
Benediktov’un
kapitalist yolun yolcusu Brejnev-Kosıgin-Liberman reforumları hakkındaki değerlendirmesinde bizi ilgilendiren yan, Stalin dönemindeki sosyalist ekonomiden kopulmuş olduğunun, yeni
dönemle birlikte geliştirilen yeni ekonomi perspektifine bağlı olarak plan ve
kar ilişkisinde de ortaya çıkmış olan köklü dönüşümdür. Plan ilkesi yerini kar
ilkesine bırakmıştır ve kar yasasına bağlı ekonominin yeniden
yapılandırılmasıyla birlikte veya o süreçle birlikte kapitalizme has hastalıkların
yeniden hortlamış olmasıdır. Benediktov’un tıpkı Molotov gibi, Stalin dönemi
politikalarına sıkı sıkıya bağlı kalmakla birlikte, Kruşçev’le başlayan yeni
dönemi, Marksist-Leninist açıdan bilince çıkaramadığı görülüyor. Eleştiri ve
değerlendirmeleri, ülkenin Leninist çizgiden saptığı sınırlı analizine
dayanmaktadır. Yanı sıra O’nun Molotov gibi, 56 ile başlayan tarihsel dönemecin
Stalin dönemine uzanan köklerini, öncüllerini de bilince çıkaramadığını
görüyoruz. Röportajın çerçevesiyle sınırlı olarak bizim gördüğümüz “şey” budur.
Brejnev’in
sağ kolu ve başbakan olan Kossigin, 1971
yılında toplanan SBKP XXIV. Parti Kongresi’nde, karın sözde sosyalist
ekonomideki yeri ve ağırlığıyla ilgili şu çarpıcı açıklamayı yapar:
“ ‘Kar ve
karlılığa, üretim verimliliğinin önemli karakteristikleri olarak bakmaktayız.
Aynı zamanda kar, yalnızca işletmelerin ve birliklerin işletme muhasebesine
dayanan fonların ana kaynağı değil, ayrıca, devlet bütçesinin en önemli gelir
kaynağıdır.’” (Aktaran W. Dickhut,
SBKR II. Kitap, s. 59-60)
Kossigin’in
bu açıklaması, en yetkili ağızdan, kar
yasasının SB’nin ekonomik yaşantısına damgasını bastığını, üretimin temel itici
gücünün ve amacının kar, azami kar
olduğunu aslında hiçbir tartışmaya olanak tanımaksızın kanıtlıyor. Tek tek işletmelerin ve merkezi devlet
bütçesinin ana gelir kaynağının karlardan
oluştuğu açık-seçik ifade ediliyor. Yani 60’ların sonu, 70’lerin
başına gelindiğinde, kapitalist restorasyon esasen tamamlanmış,
kapitalist/revizyonist sistem olgusu, SB’nin ekonomik-toplumsal yapısını
karakterize eden temel gerçeğe dönüşmüştür. Yani iddia edildiği gibi SSCB,
89-91 dağılışı ile birlikte kapitalist hale gelmemiştir veya sosyalizmden
kapitalizme geçiş SB’nin dağılışıyla tamamlanmamıştır. SB, 1970’lere
ulaştığında zaten kapitalist bir ülke, sosyal emperyalist bir ülke haline
gelmişti. SB’nin ve önderliğindeki kapitalist/revizyonist kampın dağılışı,
tekelci devlet kapitalizminin yerini klasik kapitalist biçimlere bırakışını
ifade ediyordu.
Ama biz devam edelim.
Yeni burjuvazinin
iktisadi programı “Yeni İktisadi
Politika”, önce belli işletmelerde, sektörlerde, bölgelerde pilot uygulamalar olarak yürürlüğe
konuldu ve adım adım geliştirilerek genelleştirildi. 1969’a gelindiğinde tablo şuydu:
“Sovyet
verilerine göre 1969 sonuna değin 36.000 endüstri işletmesi, kapitalist Yeni
Ekonomi Sistemi çerçevesinde çalışmaktaydı. 1969’da üretimin % 83.6’sı ve karın
% 91’inden fazlası bu işletmelere aitti.” (age., s. 52)
Bland
yoldaşın SB kaynaklarına dayanarak
verdiği bilgilere göre ise, 1967 yılında sanayi üretiminin % 37’sini ve sanayi
karının % 50’sini sağlayan 7200 işletme, “reforme edilmiş” sisteme göre
çalışıyordu; 1968 yılında, sanayi üretiminin % 35’ini, sanayi karının % 30’unu
sağlayan 19. 650 işletme; 1968’de, sanayi üretiminin % 12,5’ini, sanayi karının
% 11’ini sağlayan 9150 işletme; 1970 yılında sanayi üretiminin % 8’zini ve
sanayi karının % 5’ini sağlayan işletmeler de “reforme edilmiş” sisteme dâhil
oluyordu.
Her bir
okuyucunun görebileceği gibi, gerek Kosigin’in açıklaması, gerekse de bu
veriler, 70’lere varıldığında, SB’nin artık (sosyalizm vs. maskeli) kapitalist
bir ülke olduğunu kanıtlıyor. Ama biz burada durmayacağız.
Stalin
döneminde (sosyalizm dönemi) üretim, kar için değil emekçi kitlelerin maddi ve
manevi gereksinimleri için, bu gereksinimlerin en ileri düzeyde doyurulması
için yapılırdı. Bu, sosyalizmin temel ekonomik yasasıydı. Kar için üretim
yasası sosyalizme yabancıdır. Kapitalizmin kentte ve kırda tasfiyesiyle
birlikte, kar için üretimin maddi-sınıfsal temelleri de son kalıntıları ile
birlikte tasfiye edilmişti. Temel üretim araçlarının devletleştirilmesiyle
birlikte kar için üretim tarihe karışmıştı. Kapitalizmin tasfiyesiyle birlikte,
kapitalist iktisadi kategoriler de tasfiye edilmişti. Tek tek işletmelerde, iş
kollarında, tüm ekonomi çapında üretim, sosyalist ekonominin temel ekonomik
yasası üzerinde yükselen orantılı (planlı) gelişme yasasıyla sıkı bir bağ
içerisinde şekillendirilen merkezi bir planlamayla yönetiliyordu. Plan ve plan
hedef(ler)i, tüm SSCB çapında, hem merkezi ve hem de yerel düzeyde
bağlayıcıydı. Belirleyici olan şey, hedeflere kilitlenerek plan hedeflerini
tutturmaktı, dahası aşmaktı. Sosyalizm döneminde planlı ekonomi büyük bir
başarıyla uygulandı. Bu dönemde, devletin gelirlerinin asıl kaynağı “işlem vergisi”ydi (muamele vergisi). Bu
vergi, sözde bir vergiydi. “İşlem vergisi”, üretim vergisiydi. Bu vergi,
tüketim malları üreten ekonomi dallarında üretiliyordu. Ağır sanayi kural
olarak “işlem vergisi”nin dışında tutuluyordu. Üretim araçları üreten sanayinin
daha etkin geliştirilmesi ve ağır sanayiye yüklenen iktisadi ve toplumsal
yükümlülüklerini daha verimli yerine getirebilmesi için söz konusu vergi
kesintisi bu sektörde yapılmıyordu. “İşlem vergisi”, “Sanayinin teslim fiyatı,
fabrika ya da işletme fiyatıyla merkezileştirilmiş salt devlet gelirinin ‘işlem
vergisi’ biçiminde ortaya çıkan kesimini” içermekteydi. Yani ürünün fabrika ya
da işletme fiyatı ile tüketiciye ulaştığındaki fiyat arasındaki farkın bir
bölümü, devletin gelirinin en önemli kısmını oluşturan işlem vergisini
oluşturuyordu. Vergi emekçilerin ücretlerinden yapılan bir kesintiyi
oluşturmuyor, ürünün tüketiciye satışı aracılığıyla, fiyat mekanizması
üzerinden elde ediliyordu. “İşlem vergisi”, doğrudan devletin merkezi bütçesine
akan/toplanan bir vergiydi.
Ancak bu
uygulama, kapitalizmin restorasyonunun başlamasıyla değiştirildi; devletin merkezi gelirinin ana kaynağını giderek karlar oluşturdu. Aşağıdaki tablo,
kapitalizmin inşası süreciyle birlikte “işlem vergisi”nin merkezi bütçedeki
yerinin nasıl da giderek azaldığını ve yerini, karlarla beslenen bir bütçeye
dönüştüğünü sergilemesi bakımından önemli ve açıklayıcı bir tablodur.
Devlet işletmelerinde kar ve
muamele vergisinin mutlak büyüklükleri (milyar Ruble olarak)
|
Yıl Kar Muamele Vergisi
|
1940 3.3 10.6
|
1950 5.2 23.6
|
1960 25.2 31.3
|
1969 72.7 44.5
|
1970 87.0 49.4
|
1971 90.1 54.5
|
(age., s. 29)
“Sosyalizm
dönemi sırasında SSCB’de karın rolü, muamele vergisi lehine giderek daha da
kısıtlandı. Bütçeye kar nakli payı % 12.1’den (1940) % 9.5’e (1950) düştü.
İktidarın revizyonistlerce ele geçirilmesinden bu yana, gelişme tam ters yönde
olmaktadır. Bütçeye kar nakli payı % 9.5’ten (1950) % 24.2’ye (1960) ve %
34.3’e (1969) yükselmiştir. Muamele vergisi payı ise, % 55.8’den (1950) %
31.8’e (1969) düşmüştür. (Bakınız ‘Narodnoye hozaystvo SSSR w 1969 godu’, s.
770)” (age., s. 29)
Bu tablo, 70’lere gelindiğinde merkezi bütçenin ana
gelir kaynağının işletme karlarından oluştuğunu gösteriyor. Yani
Kossigin’in yukarıdaki açıklaması bir de bu bakımdan doğrulanmış oluyor. Bland
yoldaşın sunduğu verilere göre, karın işletmelere bırakılan oranı da sürekli
artmıştır. Buna göre: 1966’da bu oran, % 26, 1967’de % 29, 1968’de % 33,
1969’da % 40’tır. İşletme özerkliğinin geliştirilmesi, işletme yöneticileri eliyle azami kar için
üretim ve işletmelerin oto finansmanını sağlamalarını teşvik etme ve
güvenceleme politikasının bir gereği olarak, işletme karlarının %40’ı
işletmelere bırakılmıştır.
Bland yoldaş,
karın oransal olarak artışını sadece sabit sermayenin değeriyle ilgili
alındığında daha iyi görüleceğini söyler ve şu verileri bizlere sunar:
Yıl Kar (% olarak)
|
1965 30.1
|
1966 35.3
|
1967 39.0
|
1968 40.5
|
1969 43.8
|
(age., s.
175)
Tablodan da
görülebileceği gibi, 1965’de % 30.1 olan “kar oranı” 1969’a gelindiğinde %
43.8’e ulaşmıştır.*
“1971-75
döneminde toplam kar, ‘…neredeyse 500.000 milyon ruble’ tutarındaydı.” “Bu,
1966-1970’e göre ‘…% 50 oranında’” bir artıştı. (s.176)
Bland yoldaş,
işçi başına ortalama kar oranını ise aşağıdaki tablo ile bizlere sunar:
Yıl İşçi Başına Ortalama Kar(Ruble):
|
1965 1485
|
1966 1773
|
1967 2027
|
1968 2217
|
1969 2549
|
(s. 175-176)
Görüldüğü
gibi, 70’lere gelindiğinde, işçi başına kar miktarı nerdeyse iki misline yakın
artmıştır. Hemen eklemek gerekir ki, ücretlerdeki artış ise sınırlı kalmıştır.
Tüm bu veri
ve açıklamalar, SB’nin 70’lere ulaştığında kapitalist
bir ülke haline geldiğini yeterince ve çarpıcı bir şekilde kanıtlıyor.
Dolayısıyla, söz konusu veriler, SB’nin sosyalizmden kapitalizme geçiş
sürecinin SB’nin dağılışıyla gerçekleştiğini savunan akım ve bireylerin ne
denli ağır bir zaaf sergilediklerini de kanıtlamaktadır.
24 Şubat 1976 yılında yapılan SBKP 25. Kongresi’nde, kongreye rapor
sunan Brejnev, her kongre raporunda olduğu gibi, bir kez daha “1965 reforumları”na vurgu yaparak, bu reformların SSCB’nin
ekonomik ve toplumsal yaşamına damgasını
vurduğunu ve söz konusu politikaların geliştirilip yetkinleştirilmesinin parti politikası olduğunu, kazanılan büyük
başarıların söz konusu politikaların uygulanmasının eseri olduğunu vurgular.
Her zaman olduğu gibi rapor, “oy birliği” ile onaylanır.
SBKP’nin yeni
programı, SBKP’nin 22. Kongresi’de (31 Ekim 1961) kabul edilir. Yeni program,
1956 Kruşçevci kızıl maskeli karşı-devrimin yarı-resmi ve fiili olarak
benimsediği programın, özünde resmileşmesidir.
Programda benimsenen çizgi, Brejnev dönemi ile
derinleştirilmiş ve genişletilerek uygulanmıştır.
“Bugün,
Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP) Üçüncü Programını, komünist toplumun
kuruluşunu (öngören) bir programı kabul etmektedir.” (s. 262, ipa.) diyen, “PARTİ CİDDİYETİYLE İLAN EDER
Kİ, SOVYET HALKININ BUGÜNKÜ KUŞAĞI KOMÜNİZMİ YAŞAYACAKTIR.” (24. Ve 25. Kongre
Raporları İle Parti Programı- Belgeler 1, s. 397, büyük harflerle yazım partiye
aittir.) diye biten SBKP Programı, SSCB’nin ve önderliğindeki kampın utanç
verici dağılışıyla sonlandı.
Bu programda,
gerek SSCB’de gerekse de “Halk demokrasilerinde sosyalist üretim ilişkileri
egemendir ve kapitalizme geri dönüşün
sosyo-ekonomik ihtimali tasfiye edilmiştir.” (age., s. 276, iba.) iddiası da ileri sürülmektedir. Bu
iddialı iddialar, modern revizyonist karşı-devrim, yeni tip burjuvazi ve
hempaları tarafından da daima propaganda edilmişti. Oysa tarihsel deneyim bu
palavralara inanmamak gerektiğini çoktan açığa çıkarmıştır; hem de çok çarpıcı
ve yıkıcı bir tarzda!
Bu program,
baştan sona revizyonist burjuva bir programdır. Programda, “Parti, daha randımanlı yatırımlara, temel inşada en
karlı ve ekonomik yönelimlerin seçimine, yatırılan her ruble için azami çıktı
elde edilmesine, yatırım ile kara geçiş arasındaki zamanın azaltılmasına büyük
önem verilmektedir.” (age., s. 342-43, ipa.) denilmektedir. “Kuruluşların karlı
çalışmasını teşvik etmek; tasarruf ve tutumluluk için, zararların azaltılması,
düşük üretim maliyetleri ve yüksek karlılık için çalışmak gereklidir.” (age.,
s.346) deniyor ve gerçekte, dizginsiz bir “komünist”, “Marksist-Leninist”
demagoji ve manipülasyon sisi içinde, kar için üretim, sosyalist ekonominin
amacı ilan ediliyor.
Somut
verilerin ışığında inceleyerek geldiğimiz tablodan da açıkça görülebileceği
gibi, SSCB’de kapitalizm, 1956 dönemeci ile başlayan süreçle birlikte,
sosyalizm, komünizm maskesi altında inşa edilmiştir. Başta SSCB olmak üzere
eski sosyalist kamp revizyonist/kapitalist kampa dönüşmüştür. Bu dönüşüm, 70’li
yıllarla bir olguya dönüşmüştür. SSCB, sosyal-emperyalist bir ülke haline
gelmiştir.
Altını çizmek
isteriz:
Sosyalist
sistemde, kar kategorisi bulunmamaktadır. Çünkü kar, kapitalist sisteme özgü bir kategoridir. Sosyalizmde “kar”, bir muhasebe hesabı olarak, üretimin verimliliğini ölçmeye yarayan biçimsel bir işlemden ibarettir; üretim verimliliğinin göstergelerinden birisidir
sadece. Üretim tekniğinin yenilenmesi ve kesintisiz yetkinleştirilmesi, üretim
araçlarının dikkatli, özenli ve ekonomik kullanımı, üremin verimliliğini, emek
üretkenliğini yükseltmenin maddi temelidir. Kuşkusuz ki, emek üretkenliğini
sistemli geliştirmeden, maliyet masraflarını düşürmeden toplumun maddi ve
manevi gereksinimlerini en üst düzeyde sürekli doyurulması olanaklı
olmayacaktır. Ama bunun yolu kar için üretim, karı azamileştirme, planlı ekonominin
tasfiyesi, maddi teşvikler yolu değildir. Böyle bir yol burjuva teori ve
pratiğin, sosyalizmi tasfiye etme ve kapitalizmi kurma sınıf politikasının
ürünüdür; SB’nin sosyal emperyalist bir ülke ve Sosyalist Kamp’ın
kapitalist/revizyonist bir kamp haline gelmesi ve getirilmesi tarihsel
deneyiminden de görüldüğü gibi, yeni burjuvazinin damgasını taşır ve
uluslararası sermayenin de alkışladığı, desteklediği, teşvik ettiği bir yoldur.
Marx’ın dediği gibi: “Dış görünüş ile şeylerin özü eğer doğrudan doğruya çakışsaydı, her
türlü bilim gereksiz olurdu.” Temel üretim araçlarının devlet mülki olması,
klasik kapitalist görüngülerin olmaması Kruşçevlerin, Brejnevlerin,
Gorbaçovların SSCB’sini sosyalist olarak görmek için yeterli değildir. Dahası
bu, modern revizyonizmin, yeni tip burjuva karşı-devrimin, kapitalist
restorasyonun kavranmamasının; o saflara taze kan taşınmasının ifadesidir.
Yapılması gereken şey, görüntüden öze inmektir… Yeni tarihsel olguları
diyalektik materyalist yöntemle incelemek ve aydınlatmaktır. Teorik zenginleşme
yolundan ideolojik ve politik donanımı geliştirmektir.
*Geçerken hatırlatalım, kar oranı,
sabit sermayeye göre değil, artı değerin toplam sermayeye -değişmeyen ve
değişen sermayeye- oranını ifade eder ve ölçülür.
DEVAM
EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder