EMPERYALİST KÜRESELLEŞMENİN
PANORAMASI
2-
Emperyalist
Küreselleşme Ve Uluslararası Tekeller
I
Lenin, “Emperyalizm, Kapitalizmin En
Yüksek Aşaması” başlıklı yapıtında, emperyalizm olgusunu ayrıntılı bir şekilde
çözümler ve emperyalizmin tekelci kapitalizm olduğunu; “yoğunlaşma”nın
“gelişmenin belli bir düzeyine ulaştığı zaman, kendiliğinden, doğruca tekele
götür”eceğini, tekelciliğin emperyalizmin ekonomik özünü oluşturduğunu saptar.
Lenin, “…üretimin yoğunlaşmasının bir sonucu olarak tekellerin” doğduğunu ve
tekellerin “kapitalizmin gelişmesinin içinde bulunduğumuz evresinde genel ve
temel bir yasa” olduğunu, tekellerin, “kapitalizmin gelişmesinin en yeni
aşamasının son sözü” olduğunu vurgular. O, emperyalizmin temel karakteristik
ekonomik özelliklerini içeren ünlü tanımlamasını yaparken, “Üretimde ve
sermayede görülen yoğunlaşma öyle yüksek bir gelişme derecesine ulaşmıştır ki,
ekonomik yaşamda kesin rol oynayan tekelleri yaratmıştır.” der. Lenin, Ağustos
1917’de, Devlet ve Devrim” isimli ünlü eserine yazdığı “İlk Baskıya Önsöz”de,
“Emperyalist savaş, tekelci kapitalizmin tekelci devlet kapitalizmine dönüşmesi
olgusunu kuvvetlendirdi ve alabildiğine hızlandırdı”ğını vurgular.
Demek
ki, emperyalizm ve tekeller, üretimin ve sermayenin yoğunlaşmasının ürünüdür ve
tekelci kapitalizm, emperyalizm aşamasına ulaşmış kapitalizmdir. Tekellerin
öncülleri, uluslararası tekellerin öncülleri, örnekleri, rüşeym halinde,
istisnai bir olgu da olsa, serbest
rekabetçi kapitalizmin bağrında, 1860-1880’lerde uç verip gelişmeye başlar.
1900-1903 ekonomik krizi tekellerin, tekelci kapitalizmin “baştan başa ekonomik
yaşamın temellerinden biri haline” geldiğini ortaya çıkarır. Böylece, sermaye
düzeninin uzun bir tarihsel evriminin ürünü olarak serbest rekabetçi kapitalizm
emperyalizme dönüşür.
Gerek
özetlemeye çalıştığımız boyutu bakımından, gerekse de genel olarak emperyalizm
teorisi bakımından olsun, Leninizm’in emperyalizm teorisi ÇUŞ’lu emperyalizm
evresinin de çözümlenmesinde bizlere yol göstermeye devam etmektedir. Lenin’in
emperyalizm teorisi anlaşılmadan günümüzün emperyalizm olgusu da bilimsel
bakımdan bilince çıkarılamaz…
Tartışılmaz
gerçek şudur: Emperyalist küreselleşme denen
şey, tekelci kapitalizmin ta
kendisidir; tekellerin ve mali sermayenin egemenlik çağının ta kendisidir. Üretim ve sermayenin daha
yüksek tipten bir yoğunlaşma ve
merkezileşmesinin ÇUŞ’lu (çok uluslu, uluslararası tekelci) tipte şekillenmesinin ta kendisidir.
II
Görünüşte
çok uluslu olan uluslararası tekeller
(ÇUŞ’lar), 20. asrın ilk yarısında henüz egemen ve belirleyici tekeller
konumunda değildiler. 20. asrın ikinci yarısında ise ÇUŞ’lar (uluslararası
tekeller; “ulus ötesi tekeller”; “transnasyonal tekeller”), tekelci kapitalist
örgütlenmenin egemen ve başat biçimleri olarak öne çıkıp iktisadi
yaşantıda belirleyici olguya dönüştüler.
19.
yy. sonlarına doğru uluslararası tekel sayısı 40, I. Emperyalist Genel Paylaşım
Savaşı’nın öngününde 100, II. Dünya Savaşı öncesi ise 300 dolayındaydı. 1969’a
gelindiğinde uluslararası tekel sayısı 7200’ye, 2001 yılında ise 65. 000’ne
ulaşmıştır.
Bu
tablodan da görülebileceği gibi, uluslararası
tekeller, artık tekelci kapitalist örgütlenmenin başlıca biçimi
haline gelmişlerdir. Kapitalizmin serbest rekabetçi aşamasının sonlarında
ortaya çıkan, kapitalizmin emperyalizme dönüşmesiyle daha da gelişmeye
başlayan, ama 60-70’lere kadar ekonomik yaşamda belirleyici roller oynamaktan
uzak olan ÇUŞ’lar, emperyalist kapitalizmin ikinci 50 yılında ikincil biçimler olmaktan çıkarak, belirleyici hale gelmişlerdir.
Kuşkusuz
ki, ÇUŞ’ların ekonomik ve politik egemenliğiyle belirlenen bu
süreç, henüz tamamlanmaktan uzaktır ve eşyanın doğası gereği, emperyalist
küreselleşmedeki (uluslararasılaşmadaki) yoğunlaşma ve merkezileşme süreci,
diyalektik bir gelişme hattında, değişik biçimler ve yöntemlerle devam
etmektedir ya da edecektir. Lenin, “Ulusal ve özellikle de uluslararası
değişimlerin artması, kapitalizmin belirgin çizgilerinden biridir.” der.
Üretimin temel bir özelliği, sürekli hareket ve değişme içerisinde
bulunmasıdır. Üretim asla bir noktada donup durmaz. Tarihteki en hareketli
üretim tarzı, kapitalist üretim tarzıdır. 500 yıllık kapitalizmin tarihsel
evrimi ve gerçekleri bu olguyu açık ve çarpıcı bir tarzda ortaya koymaktadır.
Kapitalist üretimin
diyalektiği, kapitalizmin emperyalizm aşamasında da işlemeye ve
tekelci kapitalizmden ÇUŞ’ların (görünüşte çok uluslu uluslararası tekellerin)
hegemonyası ile belirlenen tekelci kapitalizm düzeyine yükselme örneğinde de
görülebileceği gibi, işlemeye devam etmektedir. Uluslararası tekellerin
hegemonyası ile belirlenen emperyalizm olgusuyla birlikte, üretimin sınırsız
gelişme eğilimiyle kapitalizmin dar amacı (kar) arasındaki uzlaşmaz karşıtlık
da alabildiğine keskinleşerek çözümünü dayatmıştır ve dayatmaya devam
edecektir.
ÇUŞ
tipi tekelci kapitalist örgütlenme biçiminin maddi temelini, üretim ve sermayedeki yoğunlaşma ve merkezileşme
oluşturmaktadır. Tıpkı, üretim ve sermayedeki yoğunlaşmanın (ve merkezileşmenin) kaçınılmaz ve
zorunlu olarak emperyalist tekelleri doğurması gibi, kapitalizmin
emperyalizm aşamasındaki üretimin ve sermayenin artan ve hızlanan
yoğunlaşması da uluslararası tekelleri artan oranda yaratmış
ve giderek emperyalist kapitalizmin genel bir görünümü haline
getirmiştir.
ÇUŞ’lar,
Lenin’in emperyalizm olgusunu tahlil ettiği tarih kesitinde, emperyalizmin
egemen ve belirleyici görüngüsünü oluşturmuyorlardı. Dolayısıyla Lenin’in
yapıtlarında başlı başına yer almayan tekelci örgütlenmenin bu yeni düzey ve
şekillenmesini, Leninist emperyalizm
teorisine dayanarak tahlil etmek ise tümüyle olanaklıdır. Ayrıca
vurgulamakta yarar var: Lenin’in “Emperyalizm” yapıtını veya 1954 tarihinde
yayınlanmış olan “Ekonomi Politik Ders
Kitabı C. I” i inceleyecek her okur, henüz istisnai bir olguyu oluşturmasına
karşın, uluslararası tekellerin oluşum ve gelişimine karşı komünistlerin
ilgisiz kalmadıklarını da açıkça görecektir.
Uluslararası
tekellerin gelişip dünya emperyalist sisteminin başat bir görünümü haline gelmesi,
kapitalizmin doğasında olan uluslararasılaşma
olgusunun daha yüksek bir temelde ortaya çıkmasının, üretici güçlerin
daha yüksek bir düzeyde toplumsallaşmasının, proleter devrimin uluslararası
maddi temelinin daha da güçlenmesinin, emperyalist sistemi çöküşe
götürecek içsel çelişkilerinin alabildiğine uluslararasılaşarak keskinleşmesinin ifadesidir. Kapitalist
uluslararasılaşmanın daha yüksek bir temel ve biçimde gelişiyor oluşu, tümüyle
emperyalist kapitalizmin nesnel gelişme yasaları temelinde ortaya çıkan bir
olgudur. Yani, tekelci kapitalist uluslararasılaşmanın ÇUŞ’larla birlikte daha
çarpıcı biçimler almış ve gelişiyor oluşu, ne emperyalizmden sonra ortaya
çıkan yepyeni bir üretim tarzına tekabül ediyor ne de sadece
emperyalist tekelci burjuvazinin öznel isteğiyle gerçekleşen ve
gerçekleştirilen bir süreç ve olguyu ifade ediyor. Her iki saptama da nesnel
tarihsel olgularla ve bilimsel teori ile çelişen, tümüyle subjektif bir tutum
ve duruşu ifade eder.
III
“Neo-liberalizm”
olarak ifade edilen yeni birikim “paradigma”sı, esnek kapitalist
birikim karakterine sahiptir. “Esneklik” yeni değildir ve daha baştan
kapitalizme içselleşmiş bir özelliktir. Ama bugün karşımıza çıkan esneklik
olgusu, dipten doruğa yeni tip uluslararası
iş bölümünün, yeni birikim modelinin karakteristiği ve
belirleyicisidir. Yeni kapitalist birikim “paradigma”sı (model), küreselleşmiş
sermaye ve üretimdeki yoğunlaşmanın ürünüdür. Bu yoğunlaşma sürecinin gereksinmelerine
yanıttır. Yoğunlaşma ve merkezileşmenin bugünkü aşamasının ürünüdür.
Emperyalist küreselleşme sürecini daha da ivmeleyen, önünü açan hızlandıran
yeni bir birikim modelidir. Yeni kapitalist esnek birikim modeli/stratejisi,
gelişimi hızlanan emperyalist küreselleşmenin bir yansıması, bir aracı ve tepe
noktasıdır. ÇUŞ tipi örgütlenme aşamasına ulaşmış olan emperyalist tekelci
kapitalizmin (ilerde daha geniş ele alacağımız gibi), düşen kar oranlarına
müdahale etmesinin, uluslararası tekellerin ulaşmış olduğu gelişme
aşamasının gereksinmelerini yanıtlayan bir model ve politikadır. Bu
politika, emperyalizmin içsel evriminin ürünü olan emperyalist
kapitalizmin yeni aşamasının (ÇUŞ’lu tekelci aşamanın) gereksinmelerine
yanıt vermektedir. Tekeller ve emperyalist devletler bu model aracılığıyla, iradi
müdahale yoluyla, yeni sürecin önünü etkin bir şekilde açmakta ve yolu
düzlemektedirler. Kısaca, “neoliberalizm” uluslararası tekellerin yeni tip
saldırı programıdır.
Devam
etmeden temel bir gerçeği okuyucuya hatırlatmakta yarar var sanırız. Bugün sözü
edilen “serbest piyasa ekonomisi” ve buna bağlı olarak tanımlanan “liberalizm”,
sadece ve sadece bir palavradan ibarettir.
Serbest rekabetçi kapitalizm, 1873’lerden, 1900’lerin başından beri, çoktan
tarih olmuş ve yerini tekelci kapitalizme, tekeller arası rekabete çoktan
bırakmıştır. Emperyalist dünya ekonomisinde geçerli ve belirleyici olan
tekeldir, tekeller arası rekabettir, tekelci hakimiyettir. Bugün çok sözü
edilen o “serbest piyasa”, “serbest rekabet” ve “neo-liberalizm”, gerçekte, uluslararası
tekellerin, emperyalist tekelci devletlerin, yer küreyi ve emekçi insanlığı
özgürce soyma ve aldatma sanatından başka bir şey değildir. Dolayısıyla dünya
çapındaki söz konusu yeni yapılanma, olmayan bir serbest piyasa ekonomisine
göre biçimlenmemektedir.
Devam edecek olursak: Azami kar yasası, kapitalist emperyalizmin temel
ekonomik yasasıdır. Bu temel yasa, yeni sermaye birikimini de
belirlemektedir. Esnek sermaye birikim modeli/stratejisi, uluslararası
kapitalist tekellerin azami kar dürtüsünü azami derecede tatmin etmenin en
elverişli ve en saldırgan aracıdır. Burada, emperyalist küreselleşmenin
ulaştığı düzey ve boyut ile yeni kapitalist birikim modeli arasındaki dolaysız
içsel bağı, azami kar yasası ile yeni birikim modeli arasındaki temel
bağı bilince çıkarmak ve saptamak gerekir. Uluslararası tekeller tarafından
“Elveda sınıf mücadelesi!” (vb.) şiarı maskesi altında örgütlenen emperyalist
küresel saldırganlık, burjuvazinin proletaryaya, uluslararası proleter devrime,
Marksizm-Leninizm’e, devrime ve halklara karşı örgütlediği ve tarihin gördüğü
en kapsamlı sınıf saldırısı, sınıf mücadelesidir. 1980-90’lardan sonra değişmiş
olan politik güçler dengesinin; uluslararası burjuvazinin, emperyalizmin ve
dünya karşı-devrim cephesinin lehine dönmüş olan güçler dengesinin de elverişli
zemini ve konjonktüründe, burjuvazinin örgütleyip yönettiği katmerli sınıf
savaşıdır.
IV
Kapitalist
emperyalizmin ÇUŞ tipi örgütlenmesi olgusunu irdeleyen Enver Hoca yoldaş, şunları söyler:
“Lenin, kendi döneminde, uluslararası tekel
biçimlerini incelerken kartellerden ve sendikalardan söz ediyordu. Üretimin ve
sermayenin yoğunlaşmasının çok büyük boyutlara ulaştığı bugünkü koşullarda,
tekelci burjuvazi emekçileri sömürmenin başka biçimlerini buldu. Bunlar
çokuluslu şirketlerdir.
“Dış görünümleriyle bu şirketler, birçok ülkenin
kapitalistlerinin ortak mülkiyetindeymiş gibi bir izlenim uyandırmak
istiyorlar. Gerçekte ise, ellerindeki sermaye ve uyguladıkları denetim göz
önünde tutulduğunda çokuluslu şirketler, esas olarak tek bir ülkeye aittirler;
ancak birçok ülkede faaliyet gösteriyorlar. Onlar, vahşi rekabet karşısında
ayakta kalmayı başaramayan küçük ve orta büyüklükte yerel firma ve şirketleri
emerek gittikçe yayılıyorlar.
“Çokuluslu şirketler, azami kar sağlama
olanağı en çok güvence altına alınmış olan ülkelerde şubelerini açıyorlar ve
işletmelerini bu ülkelere yayıyorlar. Örneğin; Amerikan çokuluslu şirketi
‘Ford’ değişik ülkelerde çeşitli uluslardan 100. 000 işçinin çalıştığı 20 büyük
fabrika kurdu.”
“Ülkenin yaşamında oynadıkları büyük ekonomik
rol ve sahip oldukları önemden ötürü bazı çokuluslu şirketler tek tek büyük bir
ekonomik güç oluşturuyorlar. Bu güç, birçok durumda birkaç gelişmiş kapitalist
ülkenin bütçesinin ya da üretiminin toplamına ulaşıyor ya da onu aşıyor.
Amerika Birleşik Devletleri’nin en güçlü çokuluslu şirketlerden biri olan
‘General Motors Corporaiton’ın üretimi Hollanda’nın, Belçika’nın ve İsviçre’nin
sanayi üretiminin toplamını aşıyor. Bu şirketler kendilerine özel yarar ve
ayrıcalıklar sağlamak için faaliyet gösterdikleri ülkelere müdahale ediyorlar.
Örneğin ABD elektronik sanayi patronları, 1975 yılında Meksika hükümetinden
işçilerin korunmasına ilişkin bazı önlemleri öngören iş yasasının
değiştirilmesini talep ettiler. Aksi taktirde sanayilerini Kosta Rika’ya
aktaracaklardı. Baskı uygulayabilmek amacıyla yaklaşık 12. 000 Meksikalı
işçinin çalıştığı çok sayıda işletmeyi kapattılar.
“ Çokuluslu şirketler, emperyalizmin kaldıraçları
ve onun yayılmacılığının başlıca biçimlerinden biridir. Onlar, yeni
sömürgeciliğin dayandığı direklerdir…” (Emperyalizm ve Devrim, s. 55-56, Yıldız Yay.)
Görüldüğü
gibi E. Hoca, 70’li yılların ortasında yazdığı eserinde, ÇUŞ’ların egemen ve
belirleyici rolünü saptıyor.
“Litton Industries’in eski başı, sonradan
Nixon’un bütçe direktörü ve yönetim işleri danışmanı olan Roy Ash için,
evrensel şirket (ÇUŞ kastediliyor-bn.) ‘transandantal bir birlik’ temsilidir.
Geleceğin akımıdır, ‘çünkü hiçbir şey zamanı gelmiş olan bir fikri durduramaz.’
…Birkaç yıl önce (1971-72 olsa gerek-bn.) işadamlarına yaptığı bir konuşmada,
Pfizer’in başkanı John H. Powers bize gerekli olanın ‘dünya şirketinin
getireceklerini’ açıklayacak ‘eylemci feylesoflar’ olduğunu söylemiştir. Chasa
Manhattan Bankası’nın yönetim kurulu başkanı Davit Rockefeller, zamanı gelmiş
fikri kavramaktan yoksun kafalarda kıpırdaşan dev şirketler hakkındaki
‘kuşkuları’ dağıtacak kütlesel bir kamu ilişkileri kampanyası çağrısında
bulunmaktadır…
“Evrensel şirketlerin başındaki adamlar, evrensel
planlamada siyaset adamlarından çok ileride bulunduklarına inandırmışlardır
kendilerini; çünkü siyasi yöneticiler coğrafyanın tutsağıdırlar…
“Davit Rockefeller, evrensel şirketlerin, ulusal
devletlerin araya girmeden dünya üzerinde mal, sermaye ve teknoloji
hareketlerinde neden daha özgür olması gerektiğini açıklayacak bir ‘anlayış
seferberliği’ çağrısında bulunmuştu. Ama böyle bir haçlı seferi, kamu
ilişkileri alanında asrın kampanyasını gerektirecektir…”( Rıchard J. Barnet-Ronald E. Müller,
Evrensel Soygun-çokuluslu şirketlerin gücü, s. 26-27, E yay, kitabın basım
tarihi, 1974- Türkçe basım tarihi, Ağustos 1976)
Kitabın
yazarlarının anlatımıyla, “…Evrensel şirket(ler), dünyanın kaynaklarını
geliştirecek en etkin ve akılcı güç olduğunun kamu tarafından kabul edilmesi;
kısacası siyasal meşruluk.” (s. 32) istemektedir.
“Evrensel şirketlerin başındaki adamlar,
dünyayı bileşik bir bütün olarak yönetmeye kalkışan ilk örgüt, teknoloji, para
ve ideoloji sahibi insanlardır tarihte…
“Dünyanın dev şirketlerinin yöneticileri,
istilaların başaramadığını, özel şirketlerin başarabileceğine inanmaktadırlar.
‘Kırklarda Wendell Wilkie Tek Bir Dünyadan söz etmişti; yetmişlerde amansız bir
şekilde oraya doğru sürükleniyoruz.’ demektedir IBM’den Jacpues G. Maisonrouge.
Fiat’ın direktörlerinden ve Roma Klübü’nün orgazinatörlerinden Aurelid Peccie,
evrensel şirketin ‘insan toplumunun uluslararası nitelik kazanmasında en güçlü
aracı’ olduğunu açıkça söylemektedir. Eski Amerikan Dışişleri Bakanlığı
Müşteşarı ve Lehman Brothers İnternationel şirketinin yönetim kurulu başkanı
George Ball, ‘dünyayı arşınlayan büyük şirketlerde çalışan adamlar, ilk kez
dünyanın kaynaklarını, karın nesnel mantığının gerektirdiği bir verimlilikle
kullanmak olanağını bulmaktadırlar.’ demektedir.” (age., s. 17-18)
“Evrensel şirket, insanlık tarihinde evrensel
ölçüde merkezi planlamaya bağlı ilk kurumdur. Birincil amacı dünyanın her
tarafındaki iktisadi faaliyeti, evrensel karlarını en yükseğe çıkaracak biçimde
örgütlemek ve kaynaştırmak olduğundan, her parçasının bütüne hizmet etmesi
beklenen organik bir yapıdır. Böylece sonuçta başarısı tek bir dalın bilançosu
ya da bazı ürünlerinin kullanışlığı ya da belli bir ülkede meydana getirdiği
sosyal etkiyle değil, evrensel karlarının ve evrensel pazardaki paylarının büyümesiyle ölçülür. Temel varsayım,
bütünün büyümesiyle tüm parçaların refahının arttığı, temel iddiası ise
verimliliğidir.” (age., s.18)
Birinci olarak, burjuvazinin dilinde
“neo-liberalizm” olarak ilan edilen ve bizim dilimizde yeni kapitalist esnek
birikim modeli olarak ifade ettiğimiz ÇUŞ’lu tekelci kapitalizmin saldırıları,
60’lardan başlayarak, 70’li yıllarla birlikte devasa ölçeklere dönüşen bir
kampanya olarak yürütülmüştür. Bu kampanyanın Rockefeller’in isteği gibi
örgütlenip geliştirildiğini ve bir dizi başka nedenlerle birleşerek ve son
derece elverişli koşulların daha fazla oluşması ya da olgunlaşmasıyla amacına
ulaştığını biliyoruz. Yani tekellerin, sermaye birikimini, başlıca olarak,
dünya pazarını (tek bir pazar
gibi) temel alarak örgütledikleri tekelci kapitalizm evresinde,
bu süreç, yeni kapitalist sermaye birikiminin gereksinimlerine yanıt veren
devasa bir ideolojik ve siyasal saldırı kampanyasıyla iç içe geçerek
örgütlenmiştir. Tekellerin yeni bir ideolojik hegemonya kurma hareket planının
büyük bir oranda başarıya ulaştığını görmek gerekir.
İkincisi, ÇUŞ’ların başından beri istedikleri
“siyasal meşruluk” talebini zorla,
bin bir hile yoluyla vb. kazandıklarını, dünyanın yeni fiili siyasal yönetim
merkezleri konumuna ulaştıkları ve bunu da ÇUŞ’lu tekelci kapitalizm aşamasının
gereksinimleri doğrultusunda elde ettiklerini dünyayı yeniden şekillendirerek
göstermişlerdir. İdeolojik, siyasal ve iktisadi hegemonyayı elde tutan uluslararası
tekeller kesitinden geçtiğimiz olgusu, genel bir olgudur ve çağımızın
temel olgularından birisidir.
Üçüncü olarak, üretim ve sermayenin daha yüksek düzeyde yoğunlaşmasının ve merkezileşmesinin,
uluslararasılaşmasının ürünü olan ÇUŞ’lu tekelci kapitalizm dönemi, tekelci kapitalizmin kendi hareket
yasaları temelleri üzerinde gelişen iç evriminin daha yüksek
bir aşamasıdır. Ama bu yeni aşama, ne emperyalizm sonrası
ortaya çıkan yeni bir üretim tarzıdır ne de emperyalizmin (serbest rekabetçi
kapitalizmin emperyalizme dönüşürken ortaya çıktığı gibi) yeni ve daha yüksek
bir ekonomik ve toplumsal bir düzene geçiş aşamasıdır. Bu yeni
aşama, emperyalist tekelci kapitalizmin temel karakteristik özelliklerinin doğrudan devamı ve gelişmesi olan ve örneğin 1960’lar
öncesi tekelleşme düzeyinden kat be kat daha yüksek bir tekelcilik aşamasıdır.
Burada, dünya pazarını temel alan, dünyaya tek bir pazar gözüyle bakan, azami karı gerçekleştirmede dünya
pazarını eksen alarak hareket eden bir tekelci kapitalizm
olgusuyla karşı karşıyayız. Yani, “istilaların başaramadığını başaran”, “
birincil amacı dünyanın her tarafındaki faaliyeti, evrensel karlarını en
yükseğe çıkaracak biçimde” örgütleyen, ulusal değil, ulusal pazarı tek dünya
pazarına tabi kılarak, artık dünyayı
kendi “ulusal” pazarı kabul eden, “evrensel
karlarının ve evrensel pazardaki paylarının büyümesiyle” güçlerini ölçen, güç
haline gelen, güç üreten, “üretimi dünya çapında birleştirerek kapitalizmin
eski rüyası olan tek bir büyük pazarı gerçekleştirmek yolunda” yürüyen bir
tekelci kapitalizm, ÇUŞ’lu bir tekelci kapitalizm gerçeği var karşımızda. “Evrensel şirketi eşsiz yapan, daha birkaç
yıl öncesinin şirketlerinden farklı biçimde, denizaşırı fabrika ve pazarlarını
ülkesindeki işletmelerine ek olarak görmemesidir. Tersine, Maisonrouge’un
ifadesiyle evrensel şirket dünyayı ‘tek bir ekonomik birim’ halinde
görmektedir. Ona göre bu görüşün temel öğelerinden biri ‘evrensel ölçüde bir
planlama, örgütleme ve yönetme gereksinimidir.’” (age., s. 24) Bu olgu,
üretici güçlerin dünya ölçeğinde daha yüksek bir gelişme aşamasına yükseldiğinin,
üretimin kapitalizmin tarihinde görülmemiş ölçekte uluslararasılaşarak
toplumsallaştığının kanıtıdır. Bu olgu ve itiraflar, üretimin toplumsal
karakteriyle mülk edinmenin kapitalist biçimi arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın
proleter devrim yoluyla çözülerek mülkiyetin karakteriyle üretimin toplumsal
karakterinin uyumlu hale getirilmesinin kaçınılamaz bir tarihsel görev olduğunun
açık seçik ifadesidir. Açık ve kesin olan şey şudur: Üretimin küresel ölçekte
planlanarak yönetilmesi için bütün maddi-teknik temel tamamen olgunlaşmıştır.
Demek ki sosyalizmin maddi teknik temeli küresel ölçekte emperyalist dünya
sisteminin bağrında olgunlaşmıştır.
V
Konuyu
değişik açılardan incelemeye devam edelim.
ABD’de
kar oranları 1965’lerden itibaren düşmeye başlar. Ama ABD tekellerinin dünya
pazarında daha fazla konumlanma yönelimi de bu tarihlerden sonra hızlanır. ABD
Ticaret Bakanlığı, ABD’nin önde gelen şirketlerinin “dış karlara bağımlılığının
1964’ten beri ivmeli olarak arttığını”, “son on yıl içinde dışarıdan kar etmek,
Amerikan ekonomisi içinde olduğundan çok daha kolaylaşmıştır.” saptamasını
yapar. “Sonuç, ABD şirketlerinin
toplam varlıklarından gittikçe daha fazlasını dışarıya kaydırmaları
olagelmiştir; kimya sanayinin toplam varlığının yaklaşık üçte biri, tüketim
malları sanayinin tüm varlığının yaklaşık % 40’ı, elektrik endüstrisinin % 75’i
ve ilaç endüstrisinin üçte bir kadarlık varlığı artık Amerika dışında
konumlanmıştır. Amerikan petrol sanayinin bütün dünyadaki yatırım tutarı olan
100 milyar doların kaba hesapla yarısı Amerikan ötesinde bulunmaktadır.
Amerikan ithalat ve ihracatının % 30’dan çoğu çok uluslu şirketlerin dış
kolları aracılığıyla yapılmaktadır. İngiliz mali analisti Hugh Stephenson’un
tahminine göre 1970 yılı ortalarında Amerikan kökenli şirketlerin denizaşırı
satılan mallarının % 90’ı ‘yabancı ülkelerde, Amerikan mülkiyetindeki ya da
denetimindeki alt şirketler tarafından yapılıyor olacaktır.’ ‘Dışarıya yatırım,
Amerika’ya yatırım demektir’ ilkesi, evrensel şirketlerin yeni sloganı olmuştur.”
(age, s.22)
“Ticaret Bakanlığı’nca incelenen en büyük 298
Amerikan kökenli evrensel şirketin toplam net karlarının % 40’ı Amerika dışında
kazanılmıştır. Evrensel şirketlerin hizmet örgütü olan Business Internatıonal Corporation
1972 yılında yaptığı bir araştırma, başta Amerikan kökenli çok uluslu
şirketlerden 122’sinin yurt dışı işletmelerden daha yüksek kar elde ettiğini
göstermektedir. Örneğin büro gereçleri alanında 1971 yılı denizaşırı karlar %
25,6 iken, yurtiçi oranı % 0,2 idi. İlaç sanayinin yabancı işletmelerden
gösterdiği ortalama kar % 22,4; ABD’deki ise % 15,5 idi. Gıda sanayi, %
11,5’luk yurtiçi karına karşılık, % 16,7’lik yurt dışı kar bildirilmiştir…1973
yılında, Amerika’nın en büyük yedi bankası toplam karlarının % 40’ının (1971’de
% 23) dışarıdan kazanmaya başlamıştır.” (s. 21-22)
Bu somut veriler o gün için bile çok çarpıcı ... Bugün olduğu
gibi, 60 ve 70’li yıllarda da Amerikan ÇUŞ’ları en güçlü ve önder ÇUŞ’ları
oluşturuyorlardı. Daha 1970 başında, Gilette, Woolworth’s, Pfizer, Mobil, IBM,
Coca Cola ve First National City Bank gibi “bazı en büyük ABD şirket ve
bankalarının, karlarının % 50’sinden fazlasını denizaşırı ülkelerde”
kazanıyorlardı.
Hatırlatmak isteriz: ÇUŞ olarak ifade edilen uluslararası
emperyalist tekellerin hızla öne çıkarak yükselişleri 1950’li yıllar sonrasına
ait bir olgudur. Uluslararası emperyalist tekeller içerisinde öne çıkan, temel
ve belirleyici olan ÇUŞ’lar, ABD kökenli ÇUŞ’lar olmuştur. ABD’li tekellerin
öne çıkarak lider ÇUŞ’lar olarak hegemonya kurması Amerikan emperyalizminin II.
Dünya Emperyalist Savaşı’ndan bir numaralı emperyalist güç olarak çıkmasıyla,
emperyalist/kapitalist dünya sisteminin patronluğunu üstlenmesiyle bağlıdır.
ABD emperyalizmi, 1950-70 arası tarihsel kesitte toplam dünya
üretiminin yarısını tek başına
gerçekleştiriyordu. Emperyalist dünyanın jandarması olan ABD, dünyanın en güçlü
ekonomik, politik, askeri ve ideolojik gücü ve lideri konumundaydı. ABD
ÇUŞ’ları işte bu dev güce dayanıyor, bu süper gücü temsil ediyorlardı. Dünyanın
en büyük, en güçlü tekelleri olarak, gerek iç pazarda gerekse de dünya
pazarında azami kara dayanan kapitalist ve yeni-sömürgeci sömürü yapıyorlardı.
Azami kardan aslan payını alan ABD tekelleriydi. Bu tekeller, ABD’nin dev ekonomisine,
tekelci devlet kapitalizmine, askeri-sınai kompleksine, dizginsiz militarizmine
dayanarak yerküremizi bir ahtapot gibi sarmışlardı. ABD’li ÇUŞ’lar, ABD
liderliğinde kurumsallaştırılan Bretton
Woods’un ve NATO’nun güvenli şemsiyesi altında hızla yükseldiler. Öyle ki,
1970’lerin başında “yeryüzündeki toplam yatırımların %54’ü Amerikalı şirketlere
ait hale gelmişti.” (ABD için bu oran 1914 yılında %6, 1930 yılında ise sadece
%35’tir.) “Batı Avrupalı ülkeler ve Japonya tekrar kendi ayakları üzerinde durabilir
hale gelince bu ülkelere ait dev şirketler de ulusal sınırların ötesine taşan
bir sermaye birikimine girişti. İngiliz şirketleri zayıf bir ikincilik elde
ederken Fransız firmaları çok daha zayıf bir üçüncülükle ABD’yi izledi. Bu iki
ülkenin dış yatırımlar içindeki toplam oranı 1970’lerin başında %20’nin biraz
üstündeydi. Açıkça ortada olan nedenlerden ötürü, Almanya ve Japonya bu yarışta
bir hayli geç kaldılar. 1971 yılında bu iki ülkenin toplam dış yatırımlar
içindeki payı sırasıyla %4 ve %3’dü. Ancak bu iki ülkenin yurtdışı üretiminde
oynadıkları rolün büyük ölçüde değişebileceğinin ipuçlarını da vermekteydi.
1966 ile 1971 yılları arasında Almanya’nın yabancı yatırımları %190,
Japonya’nın kilerde %280 oranında artmıştı.” (Harry Mogdoff, Sömürgecilikten Günümüze Emperyalizm, s. 204-205,
Kalkedon Yay.)
Bu veriler, kapitalizmin eşitsiz
gelişme yasasının çarpıcı bir yansıması olduğu gibi, aynı zamanda II. Dünya
Savaş’ının ardından yeniden şekillenen dinamik emperyalist güçler dengesi
içerisinde ABD’nin ve ABD’li ÇUŞ’ların hegemonik güç ve rolüne de ışık
tutmaktadır.
Bugün de emperyalist dünya ekonomisi (ve politikası) üzerinde
ABD’li ÇUŞ’ların hegemonyası devam etmektedir. Ama eşitsiz gelişme yasası
temelinde ABD hegemonyasının iktisadi temeli bir hayli aşınmış/gerilemiş olarak
ve farklı emperyalist rekabet merkezlerinin yükselişlerinin sürüyor/gelişiyor
oluşuyla birlikte!
Konu bağlamında James
Petras’ın, Financal Times’in 10 Mayıs 2002 tarihli ilavesinde yayınlanan
dünyanın en büyük 500 şirketi anketi analizine dayanarak sunduğu şu veriler de
oldukça çarpıcıdır.
“Eğer anahtar ekonomik sektörleri incelersek bu (ABD’nin
başat ekonomik gücü-bn) net bir şekilde ortaya çıkar. Tepedeki 10 bankanın 5’i
Amerikandır, tepedeki 10 eczacılık/işbilim şirketlerinin 6’sı, tepedeki 10
telekomünikasyon şirketinin 4’ü, tepedeki 10 enformasyon teknolojisi şirketinin
7’si, tepedeki 10 gaz ve petrol şirketinin 4’ü, tepedeki 10 software şirketinin
9’u Amerikandır.” (Küreselleşme ve İmparatorluk, s. 49, Cosmopolitik Kitaplık)
Alan
Woods, Komünist Parti Manifestosu’nun 1997 yılı baskısı için yazdığı önsözde,
ABD’de 500 tekelin tüm gelirin % 92’sine sahip olduğunu; ABD’de toplam nüfusun
0,5’lik gibi küçücük bir dilimini oluşturan en zengin ailelerin tüm nüfusun
mali varlığının toplamının yarısına sahip olduğunu yazar. ABD’li uluslararası
tekellerin arkasındaki güç işte (aynı zamanda) böylesine bir güçtür…
Bugün,
dünyanın ilk 10 büyük ekonomisi içinde 5’ini ÇUŞ’lar oluşturmaktadır. Dünyanın
ilk 100 büyük ekonomisi içinde 51’ini ÇUŞ’lar oluşturmaktadır.
Birgün gazetesinde yayınlanmış olan şu haberi
hep birlikte okuyalım:
“Sabancı Kültür Sitesi’nde düzenlenen
söyleşiye katılan Rahmi Koç, dünyada yeni bir global sistem oluştuğunu
belirterek, dünyanın en büyük 5 ekonomisinin devletler değil, şirketler
olduğunu kaydetti. 200 büyük şirketin dünya ekonomisinin yüzde 28’ini, 500
büyük şirketin dünya ticaretinin yüzde 70’ini kontrol ettiğini vurgulayan Koç,
‘Türkiye elini iyi oynamalı. Dünyada o kadar keskin bir rekabet vardır ki, herhangi bir konuda ya birinci, ya
ikinciyseniz şansınız vardır; üçüncüyseniz ortadasınız, dördüncü ve
beşinciyseniz hiç şansınız yoktur. Yani erozyona ve yok olmaya mahkumsunuzdur’
dedi. Rahmi Koç, global ve bilinen markaların dünyayı sardığını belirtirken,
mahalli markaların ise dünyada yerinin olmadığını söyledi. Her ülke ve her
şirketin kendilerine marka yaratmaya çalıştığını ancak dünyanın güçlü
markalarını yakalamalarının imkansız olduğuna dikkat çeken Koç, ‘Coca Cola’nın
fabrikası, şişesi ve içinde meşrubatı olmadan sadece ‘Coca Cola’ markasının
piyasa değeri 80 milyar dolardır’ diye konuştu…”
Evet,
nasıl mahalle bakkalı dev marketler karşısında tutunamıyorsa, nasıl küçük
üretim büyük çaplı üretim karşısında tutunamıyorsa, ulusal tekeller de uluslararası
tekeller karşısında tutunamaz hale gelmiştir. Çünkü günümüz tekelci
kapitalizmi, ÇUŞ’ların egemen olduğu ve ÇUŞ’ların bu egemenliklerini gittikçe
daha da yetkinleştirdikleri bir tekelci kapitalizm dönemidir...
UNCTAD (BM Ticaret ve Gelişme
Konferansı/Örgütü)’ın ÇUŞ olgusuyla ilgili açıkladığı bir raporda yer alan şu
verilere biraz daha yakından bakalım:
Yıllar Ana şirket Bağımlı şirket
1969 7.200 27.000
1990 37.000 170.000
1995 44.000 280.000
2000 60.000 820.000
2001’de ise ÇUŞ sayısı 65.000’ne,
bağımlı şirket sayısı 850.000’ne ulaşmıştır.
Yukarıdaki
tablo, ÇUŞ olgusunun özellikle 70’ler sonrası hızla geliştiğini göstermektedir.
65.000
ÇUŞ içerisinde 500 ÇUŞ, 500 ÇUŞ içerisinde de 150-200 uluslararası tekel özel
bir ağırlığa ve güce sahiptir. 2000 yılındaki 500 uluslararası tekel içerisinde
56 banka, 48 sigorta şirketi yer almaktaydı. Lenin ve Enver Hoca yoldaşların
örnek verdikleri ve inceledikleri ÇUŞ’ların (bkz. Lenin’in “Emperyalizm” ve E.
Hoca’nın “Emperyalizm ve Devrim” yapıtlarına) ekonomik gücü bugünkü ÇUŞ’larla
özellikle de en büyük süper uluslararası tekellerle sanırız kıyaslanamaz bile.
Bu özellikle Lenin dönemi için çok ama çok daha fazla geçerlidir.
J.
Petras’ın 2000 yılı itibari ile açıkladığı verilere göre (bkz. Bilim ve
Gelecek, Sayı 13, Mart 2005), en büyük 500 ÇUŞ’un 244’ü (% 48’i) Amerikalılara;
173’ü (% 35’i) Avrupalılara; 58’i (% 12’si) Asyalılara aittir. Asya grubundaki
58 çokuluslu şirketin 46 ise Japonlara aittir. Bir başka veriye göre, en büyük uluslararası
200 tekel içinde AB’nin uluslararası tekel sayısı 67’dir. Bunlardan 22’sini
Alman tekelleri oluşturmaktadır.
Yukarıdaki
verilerden görülebileceği gibi, ÇUŞ’lar içerisinde Amerikan, Japon ve Alman
kaynaklı ÇUŞ’lar ağırlıkta. Bunlar içerisinde de en büyük gücü ABD ÇUŞ’ları
oluşturmaktadır.
“Financals
Times”ın “Global 500 Raporu”na göre, en büyük 10 ÇUŞ arasında ABD’nin payı %
80, Avrupa’nın payı % 20’dir. En büyük 20 ÇUŞ içerisinde ABD’nin payı % 75,
Avrupa’nın payı % 20, Japonya’nın payı ise % 5’dir. En büyük 50 ÇUŞ içerisinde
ABD’nin payı % 60, Avrupa’nın payı % 32, Japonya’nın payı % 6, diğer ülkelerin
payı ise % 5’dir.
Sanırız
hatırlatmaya bile gerek yok, bu üç ülke, çok
kutuplu dünyamızın küresel çapta en önemli emperyalist rekabet merkezleri
durumundadır; yukarıdaki veriler de bu gerçeği ayrıca kanıtlamaktadır. ABD
dışındaki emperyalist rekabet merkezlerinin yükselişlerinin sürmesine bağlı
olarak, ABD’nin egemenliğinin gerilemesinin süreceğini, artan
oranda inisiyatif kaybedeceğini ise sanırız hatırlatmaya bile gerek yok…
Prof.
Dr. Muammer Kaya’nın, 2003 yılı ekiminde Evrensel gazetesinde yayınlanan bir yazısında, “Wall Steeret Jornal Pazar
Veri Grubu”’nun yayınladığı verilere dayanarak yaptığı açıklamaya göre,
firmaların dünya pazarındaki değerlerine göre, dünyanın en büyük 100 halka açık
şirketi ve finans kurumları sıralamasında ABD firmalarının hakimiyeti var. En
büyük halka açık şirketler sıralamasında ABD şirketleri ilk sekiz ( General
Electric, Microsoft, Wall-Mart-Stores, Exxon Mobil, Pfizer, City Group, Intel,
American Internatıonal) içerisinde
bulunmaktadır. Sırasıyla bu şirketlerin değeri, 294.2, 283.6, 259. 5, 251.8,
236.2, 222.8, 187.0, 155.4 milyar dolardır. Bu listenin 9. sırasında 154.2
milyar dolarlık değeri ile Royal Dutch (Hollanda/İngiltere ortaklığı), 10.
sırada ise 151.4 milyar dolar ile BP (İngiltere) bulunmaktadır. “En büyük halka
açık finans kurumları” içerisinde ilk on sırada bulunan firmalar ise şunlardır:
Mizuho (Japonya), Citigroup (ABD), Allianz (Almanya), Fannie Mae (ABD),
Sumitomo Mitsui (Japonya), UBS (İsviçre), Mitsubishi (Japonya), Deutsch Bank
(Almanya), HSCB (İngiltere), J.P. Morgan (ABD). Bu şirketlerin piyasa
değerleriyle varlıkları sırasıyla şöyledir: 1128.2, 1097.2, 893.7, 887.5,
880.5, 852. 6, 834.8, 791.3, 759.2, 758.8.
500 uluslararası
tekel, dünya üretiminin % 27’sini, dünya ticaretinin % 75’ini gerçekleştiriyor.
500 ÇUŞ’un dolaylı olarak kontrol ettiği ve yönlendirdiği üretim ve ticaret
oranının ise çok daha ileri boyutlarda olduğunu ise sanırız hatırlatmaya bile
gerek yok. Yani dünya üretimini, teknolojisini, ticaretini, finansmanını,
dağıtımını fiilen yönetenler gerçekte ÇUŞ’lardır. Onlar yer küremizin gerçek
efendileridir. Emperyalist uluslararasılaşmanın önderleri ve en önemli itici
gücüdürler.
500
ÇUŞ’un üretim, yatırım, karlılık ve istihdamının çoğu ise (% 50’nin üstünde) uluslararası
ölçekte-yurtdışında gerçekleştirilmektedir. En büyük 100 mega tekelin 2000
yılında gerçekleştirdiği ekonomik faaliyetinin % 56’sı yurtdışında
gerçekleştirilmiştir. Oysa 1969’da 7200 ÇUŞ’un kendisine bağlı 270 000 şirketle
gerçekleştirdiği ticaretin, dünya ticareti içindeki payı % 25, dünya
üretimindeki payı ise sadece % 10’du. Sadece bugün 500 süper/mega uluslararası
tekelin dünya çapındaki üretimin % 27’sini (toplam istihdamın ise % 0.5’ini!)
gerçekleştirmektedir. ÇUŞ’ların çalıştırdığı işçi oranı, toplam dünya iş gücü
oranının ise ancak % 3’nü oluşturmaktadır. Kapitalist emperyalizmin
uluslararasılaşması olgusu, öncelikle üretimin uluslararasılaşması
temelinde yükselmektedir. Verilerden de görülebileceği gibi, üretimin
yoğunlaşması, işçi yoğunlaşmasından daha keskin, daha
yoğundur. Üretimin ve sermayenin yoğunlaşması, sermayenin yükselen organik
bileşimine (değişmeyen sermayenin değişen sermayeye göre artışı) ve yeni uluslararası
kapitalist iş bölümüne bağlı olarak daha keskin biçimler alırken, işçi
yoğunlaşması daha düşük ve aradaki çelişki ya da açı farkı oldukça büyümüştür
ve büyümeye de devam edecektir.
2000
yılında 500 en büyük uluslararası tekelin toplam cirosu 14 trilyon dolar
civarındadır. Bu miktar, aynı yıl dünya
çapında gerçekleşen toplam dünya üretiminin (28/30 trilyon dolar) yarısına
tekabül etmektedir. Uluslararası tekellerin %1’ini oluşturan “mega” tekeller,
bütün yurtdışı doğrudan yatırımlarının %50’sini; dünya üretiminin %30’unu,
dünya ticaretinin %70’ini, uluslararası yatırımların %80’inin kontrol ediyor.
“ÇUŞ yatırımları 1983’ten bu yana dünya ticaretinden 5 defa, dünyanın toplam
üretiminden 10 defa daha hızlı büyüdü.” (Ergin Yıldızoğlu) Bu kıyaslamadan da
görülebileceği gibi, ÇUŞ’ların büyümesi aritmetik değil geometrik bir
şekilde gerçekleşmektedir. Bu durumda da, “üretim toplumsal hale geliyor”.
Gitgide daha da toplumsal hale geliyor, “ama mülk edinme özel kalmakta devam
ediyor.” Üretim, sermaye, mülk edinme artan oranda “küçük bir azınlığın” elinde
toplanıyor; “küçük azınlık” kendi içinde de daha da küçülerek yoğunlaşıp,
merkezileşip yeniden şekilleniyor. Kapitalizmin ekonomik (ve siyasi)
bunalımları dün olduğu bugün de artan oranda “yoğunlaşmaya ve tekele eğilimi artırıyor.” Bugün de “kapitalizmin gelişmesi öyle bir noktaya
varmıştır ki, meta üretimi henüz egemenliğini korumak ve ekonomik
yaşamın temeli sayılmakla birlikte, aslında, sarsılmakta ve karların büyük kısmı para
oyunları yapan ‘dehalara’ akmaktadır. Bu para oyunlarının, bu
düzenbazlıkların temelinde ise üretimin
toplumsallaşması yatmaktadır.” (Lenin, age., s.30-31, abç.)
Yeni
verilerle de destekleyebileceğimiz yukarıdaki tablodan önemli sonuçlar
çıkmaktadır. Bu sonuçlar, emperyalist kapitalizmin hareket yasalarına
dayanmakta ve bu hareket yasaları ekseninde yükselip billurlaşmaktadır.
Billurlaşan şey, yeni emperyalist ilişki ve şekillenmenin, emperyalist
kapitalizmin daha olgunlaşmış halidir. Yani bu süreç genel olarak
kapitalizmin özel olarak da kapitalizmin emperyalizm aşamasının tarihsel
hareketi tarafından hazırlanmış ve olgunlaştırılmıştır.
Olgular,
tekelci kapitalizmin, bugün, 20 asrın başlarından farklı olarak, daha yüksek
düzey ve tipte bir tekelcileşme
aşamasına ulaştığını gösteriyor. Bu olgu, tekelci kapitalist evrim temeline dayanmaktadır. Üretimin
ve sermayenin artan oranda yoğunlaşması ve merkezileşmesi yasası
temelinde yükselmektedir. Üretim ve
sermaye, ticaret ve yatırımlar artan oranda uluslararasılaşmıştır.
Emperyalizmin ve uluslararası tekellerin temel itici gücü azami kar
yasası, bu süreci de
belirlemektedir. Genişletilmiş kapitalist yeniden üretim süreci, artan
oranda, dünya pazarını temel alarak gerçekleşmektedir. Açık ki, yer küremiz daha yüksek tipten
kapitalist bir küreselleşme olgusuyla karşı karşıyadır.
Özellikle
son birkaç on yılda alabildiğine hızlanmış tekelci kapitalist uluslararasılaşmanın
ürünü olan ÇUŞ’lar, bu sürecin motorudur. ÇUŞ’lar, yeni tipteki/biçimdeki
emperyalist küreselleşmenin başlıca biçimi, ana kaldıraçlarıdır;
kuşkusuz ki, ÇUŞ’lar içerisinde 500 süper uluslararası tekelci şirket ( “ulus
ötesi”, “transnasyonal”, “mega”, “ulusüstü” şirket) bu sürecin öncü gücüdür, en
önemli dinamosudur.
Artık
sermaye hareketleri; üretim, yatırım, ticaret, dağıtım, sermaye ihracı, rekabet
işlevi küresel kapitalist pazarı temel
alarak, küresel çapta gerçekleştirilmektedir. Ulusal pazar uluslararası
pazara tabi, onun bir bileşeni olarak ele alınmaktadır. Yani tekeller, artık,
dünya pazarındaki yatırımlarını vs. iç pazarın yan bir işlevi/uzantısı
olarak değil, aksine dünya pazarını doğrudan kendi tek ulusal pazarı olarak görmekte ve gerçekleştirmektedirler.
Sermaye, burjuvazi tarafından el konulmuş artı değer ve birikmiş
emektir; yeniden ve yeniden artı değer üreten bir sermaye
hareketidir. Kapitalist emperyalizmin artı değer üretimi ve artı değerin
paylaşılması artık örneğin 1960’lar öncesinden farklı olarak ve esas olarak
uluslararası çapta gerçekleşmekte ve gerçekleştirilmektedir. Bu duruş ve
yönelim artarak sürmektedir.
Bu
gelişme, nesnel bir değişmedir. Tekelci kapitalizmin ulaştığı gelişme
düzeyinden, kapitalist emperyalizmin daha geri bir düzeyine dönüş artık nesnel olarak da mümkün değildir.
Örneğin, III. Emperyalist Genel Paylaşım Savaşı’nın patlak verdiğini ve üretici
güçlerin derin bir yıkıma uğradığı bir an’ı düşünelim ya da tekelci
kapitalizmin genel ekonomik krizinin patlak vererek emperyalist sistemi
derinden hırpaladığı vb. koşulları düşünelim; tüm bu vb. durumlarda ya da
koşullarda yıkımdan çıkmaya çalışacak herhangi bir emperyalist devlet ya da
ÇUŞ, yeniden toparlanma ve çıkış sürecine (ulusal pazardaki çabaları vs. ne olursa
olsun) doğal ve kaçınılmaz olarak, işe ulusal pazarda başlasa da, çıkışı
küresel çapta gerçekleştirmek zorundadır. Yani çıta, ulusal değil uluslararası
düzeydir; küresel alandır.
IBM
World Trade Corporatıon’ın başkanının şu açıklamaları oldukça aydınlatıcıdır:
“Ticaret söz konusu olduğu zaman, bir milleti
diğerinden ayıran sınır, ekvator hattından daha gerçek değildir; sadece ırksal,
dilsel ve kültürel varlıkları ayırddetmenin elverişli yoludur. Ne ticari
ihtiyaçları, ne de tüketici eğilimlerini belirlerler. Yöneticiler bir kere bu
dünya ekonomisini anlar ve kabul ederlerse, piyasa görüşleri-ve planlamaları-
zorunlu olarak genişleyecektir. Anavatanlarının dışındaki dünya artık
birbirinden kopuk bir müşteriler ve şirketin malları için olası bir pazarlar
dizisi olarak değil tek bir pazar olarak görülecektir.” (Evrensel
Soygun, s.19, abç.)
“Uluslararası
ekonomi alanında önde gelen Amerikalı otoritelerden Charles Kindleberger”in şu
sözleri ne kadar da açıklayıcı ve aydınlatıcı:
“Uluslararası şirket hiçbir ülkeye ötekinden
daha çok bağlılık borcu taşımadığı gibi, kendini tamamen vatanında hissedeceği
bir ülke yoktur.”
“İngiliz maliye yazarı ve Parlamento üyesi Christopher Tugandhat’ın işaret ettiği
gibi, dünya şirketinin evrensel çıkarları, kendi hükümetlerinin çıkarlarından
ayrı ve seçkindir. Yönetim ve mülkiyet bakımından evrensel şirketlerin her biri
ya ABD, Hollanda, Alman, Fransız, İsviçre, İtalyan, Kanada, İsveç ya da Japon
uyrukluysa da (çoğu tabii Amerikalıdır) görüş ve bağlılık açısından vatansız şirketler
olma yolundadırlar.” (age., s. 21)
Sermayenin
dini, imanı, vicdanı, ruhu, tanrısı, anavatanı artı değer ve azami kardır.
Azami kar, tekelci kapitalizmin, uluslararası tekellerin varlık nedeni
ve yaşam kaynağıdır. Sermaye kar oranları nerde yüksekse,
oraya akar. Sermayenin tek ilkesi, kar ve daha fazla kardır. Azami kar
için satmayacağı hiçbir değer yoktur. Azami kar için “vatanı” da, “millet”i de,
hükümetlerini de satar. En kozmopolit sınıf, burjuvazidir. Milliyetçilik ve
şovenizm demagojisi de azami kar ve egemenlik ilişkileri adına kullandığı
iğrenç silahlardır. Burjuvazinin tek sadakat göstereceği ve gösterdiği şey,
azami kardır. Tekellerin vatanı da, milleti de azami kardır. Gerisi palavradır,
gerisi aşağılık demagojidir…
Serbest
rekabetçi kapitalizmin emperyalizme dönüşmesiyle birlikte, dünya pazarlarının,
etki alanlarının, hammadde kaynaklarının, stratejik bölgelerin, sermaye ihraç
alanlarının vb. bölüşümü tamamlanmıştı. Böylece tek tek ülkelerin ulusal
ekonomileri emperyalist dünya ekonomi zincirinin bir parçası haline gelmişti.
“Merkez” (kapitalizmin metropolleri) ile “çevre”( emperyalizme bağımlı ülkeler)
arasındaki ilişkiler tekelci kapitalizm olgusuna bağlı olarak (uluslararası
kapitalist iş bölümü) yeniden
biçimlenmişti. Bu dönem, 1960-70’ler öncesi emperyalist tekeller, esas olarak ulusal
alanda örgütlenmiş (artı değer sömürüsünü esas olarak ulusal pazarda elde
eden) ama uluslararası sömürü yapan kuruluşlardı. ÇUŞ örnekleri ise hala
istisnaydı. Bugün ise, ÇUŞ’lar ulusal alanı uluslararası alana/dünya pazarına
bağlı kılarak örgütlemiş ve tekelci kapitalist örgütlenmenin başlıca biçimleri
ve kaldıraçları düzeyine gelmiş tekelci birliklerdir. Ulusal alanı temel alan tekellerden uluslararası
alanı temel alan tekellere, tekelci kapitalist örgütlenme düzeyine
geçilmiştir. Böylece yeni bir uluslararası iş bölümü de gerçekleşmiştir.
Açık
olan gerçek şudur: Emperyalizm, kapitalist tekeller yapısal bir dönüşüme uğrayarak, yeniden yapılanmıştır Yeni tipten bir
kapitalist küresel iş bölümü gerçekleşmiştir; bu süreç derinliğine ve genişliğine, farklı boyut ve biçimler alarak
sürmektedir. Serbest rekabetçi kapitalizmin tekelci kapitalizme dönüşümüyle
bölüşümü tamamlanan dünya pazarı, insanlık tarihinde görülmemiş ölçekte entegre
olmuştur. Ama gelinen aşamada, günümüzde, dünya ekonomisinin bütünleşmesi, 20.
yy. başlarıyla kıyaslanmayacak düzeyde yapısal bir değişim de geçirerek çok
daha ileri temel, düzey ve tipten yeniden şekillenmiştir.
Evet,
emperyalizm, tekelci kapitalizm olmaya, emperyalist ekonominin gelişme
yasaları işlemeye devam etmektedir. Ama bu emperyalizm, basitçe 20. yy. başlarındaki tekelci
kapitalizm değildir artık. Günümüzün tekelci kapitalizmi, yapısal bir değişme geçirmiş, yeniden
yapılanmış, uluslararası tekeller tarafından yönetilen, çok daha
yüksek bir tarz ve tipte
yoğunlaşmış bir tekelci kapitalizmdir. Uluslararası çapta sömürü yapan
ulusal çaptaki tekeller, bugün ulusal alanı uluslararası alana tabi kılarak
artı değer sömürüsü yapan tekellere dönüşmüştür. Bunun basit ve önemsiz bir değişim
olduğunu söylemek ise olanaklı değildir. Uluslararasılaşma bağlamında 20.
yüzyılın başlarındaki (diyelim 1910’lar) üretim ve ticaretteki istatistiki
verileri günümüzün verileriyle karşılaştırarak, günümüzdeki
uluslararasılaşmanın o günkü düzeye ancak ulaştığına dikkat çekerek,
günümüzdeki “küreselleşme”nin önemini nesnel olarak küçümseyen, yeterince
bilince çıkaramayan yaklaşımlar yanlıştır. Bu yaklaşım kaba materyalist,
ekonomist bir yaklaşıma tekabül etmektedir. Ve günümüzün “küreselleşme dalgası”
ile 1910’ların küreselleşme/uluslararasılaşması arasındaki çok temel
farklılıkları yeterince bilince çıkaramamayı ifade etmektedir. Bugün
dünyamız çok daha küresel. Artık yerküreye, dünya ekonomisine hükmeden, dünya
pazarını temel alan tekeller döneminden geçiyoruz. Kapitalist genişletilmiş
yeniden üretim süreci dünya pazarını temel alarak gerçekleşmektedir. Üretici
güçlerin gelişme düzeyi, dünya ekonomisinin bütünleşme düzeyi, üretimin
toplumsallaşma düzeyi vs. bugün çok daha yüksek bir gelişme düzeyine ulaşmış
bulunmaktadır…
VI
Rekabet,
kapitalizmin doğasında vardır. Emperyalizmle birlikte, serbest rekabetçi kapitalizm tarih
olmuştur. Ama tekelci kapitalizm, kapitalist rekabeti ortadan kaldırmamış, yeni
döneme uygun bir tarzda yeniden biçimlendirerek, rekabeti tekeller arası,
tekelci devletler arası rekabete dönüştürmüştür. (Belirtmek gereksiz ki,
tekellerle tekelleşmemiş kapitalistler arası rekabet de, kapitalist rekabetin
bir biçimini oluşturmaktadır…) ÇUŞ egemenliği ile belirlenen günümüzde, tekelci
kapitalist rekabet, örneğin bir 20. yy. ilk yarısıyla kıyaslanamayacak bir
küreselliğe, keskinliğe ve derinliğe de ulaşmıştır. Emperyalizmdeki yapısal
değişime bağlı olarak, kapitalist rekabet uluslararası
tekeller arası rekabete dönüşmüş ve dünya arenası, ÇUŞ’lar arası kıran
kırana süren rekabet olgusunun alanı haline gelmiştir. Burada yeni olan şey, kapitalist rekabet ve
hegemonya mücadelesi değildir; yeni olan şey, tekelci rekabetin, dünya pazarını temel alarak küresel
ölçekte örgütlenmiş olan ÇUŞ tipi tekelci kapitalist gruplar, bloklar, tekeller
arasında gerçekleşiyor olmasıdır. Emperyalist küreselleşme ile kapitalist
rekabet de küreselleşerek, emperyalist rekabet blokları arasındaki hegemonya ve
rekabetle, bloklaşmalarla el ele gitmekte ve gidecektir de… Ve bu yeni süreçte,
tekelleşmemiş ve henüz esas veya ağırlıklı olarak kendi sermaye gücüne dayanan
küçük ve orta çaplı burjuvazinin yaşama şansı geçmişle kıyaslanamayacak derece
zayıflamış ve zayıflamaktadır. Bu kategoriye giren burjuva katmanlar hızlı bir
tasfiye süreci yaşamaktadır…
Son
çeyrek asırda gerçekleştirilen uluslararası
tekelci birleşmeler ve yutmalar da,
yukarıdaki saptamamızın doğruluğunu
açıkça kanıtlamaktadır. E. Hoca,
daha 70’lerde konuyla ilgili şunları yazar:
“Artan ve gittikçe artmaya devam eden
tekellerin ekonomik gücü ve sermayenin artan yoğunlaşması yalnızca ‘emzik
çocuklarını’, yani geçmişe özgü tekelleşmemiş işletmeleri değil, büyük mali
işletmeler ve grupları da rekabet mücadelesine kurban ediyor. Tekellerin yüksek
tekel karlarına karşı duydukları sınırsız arzu ve rekabetin keskinleşmesi
nedeniyle bu süreç son yirmi yıl içinde dev boyutlara ulaştı. Bugün kapitalist
dünyada şirketlerin birleşmesi ve diğerlerini yutması, İkinci Dünya Savaşı’ndan önceki yıllara
oranla yedi ila on kat daha
fazladır.” (age., s. 53)
E.
Hoca’nın 70’li yıllarda vurguladığı bu gerçek 90’lar sonrası daha da devleşerek
sürmektedir. Uluslararası tekeller, “her
yerde kendine yol açmaktadır; rakiplerini ‘mütevazi’ bir bedelle satın almaktan
Amerikan usulü dinamit kullanmaya değin her türlü yola ‘başvurarak’.” (Lenin)
Ulusal ve uluslararası ölçekte gerçekleşen birleşmeler ve yutmaların temelinde azami
kar yasası durmakta ve gittikçe daha da şiddetlenen ve şiddetlenmesi kaçınılmaz
olan rakip emperyalist devletler ve ÇUŞ grupları/blokları arası kapitalist rekabet,
birleşmeleri, yutmaları kaçınılmaz kılmaktadır. Emperyalist küreselleşmenin
yoğunlaşması emperyalist rekabeti de keskinleştirirken, öte yandan da
kaçınılmaz olarak değişik türden bloklaşmaları, bölgeselleşmeyi de geliştiriyor
ve geliştirmeye de devam edecektir. NAFTA, APEC, AB, Kuzey ve Güney Amerika
kıtalarını içine alacak serbest ticaret bloğu kurma çabaları bu olgunun
yansımalarıdır.
Küresel ölçekte kapitalist rekabette başarılı olmanın başlıca yollarından birisidir tekelci birleşme ve yutmalar.
Birleşme ve yutma pratikleri, sermayenin merkezileşme
eğiliminin de çarpıcı biçimler aldığını göstermektedir. Küresel ölçekte söz
sahibi olabilmek, ayakta kalabilmek, etki alanlarını genişletebilmek, hegemonik
güç olabilmek ya da hegemonik gücün hegemonyasını yıkabilmek ya da hegemonik
bir güçse hegemonyayı koruyabilmek ve güçlendirmek için, öteki şeylerin yanı
sıra, tekelci birleşmeler, yutmalar vs. kaçınılmazdır. Sadece ulusal pazarda
rakipsiz bir güç olmak ve bu gücü korumak yetmiyor, aynı zamanda, küresel
ölçekte azgın kapitalist rekabet cangılında her türlü yöntemi kullanarak
acımasızca yolu düzlemek, yol almak gerekiyor. Rahmi Koç’un yukarda
aktardığımız açıklaması bu bilinçle yapılmıştır aynı zamanda. ÇUŞ’ların
gelişiminde ulusötesi satın alma ve birleşmelerin, dev devlet tekellerinin
özelleştirilerek uluslararası tekellere devredilmesinin burada çok temel bir
rol oynadığının da altı çizilmelidir.
Business
Internaticnal’in 1967 yılında
yayınlanan bir araştırma raporunda çok çarpıcı bir şekilde ifade ettiği “yarın… özde ulusal kalan şirket de anlamını
yitirecektir.” saptaması burjuva ileri görüşlülüğü yansıtmaktadır. 30 Eylül
2005 tarihli Milliyet gazetesinde yer alan haberde, UNCTAD (BM Ticaret ve
Kalkınma Konferansı) tarafından yayınlanan “2005 Yılı Dünya Yatırım Raporu”nda,
dünya çapında yapılan toplam AR-GE harcamalarının miktarının 677 milyar dolar
olduğu saptanıyor ve bu harcamanın yarısının ÇUŞ’lar tarafından
yapıldığı açıklanıyor. Bu veri bile, tek başına ÇUŞ’ların gücünü anlamamız
bakımından yeterli bir veridir. Dünya çapında gerçekleşen AR-GE yatırımlarının beşte dördünün uluslararası işletmeler çerçevesinde
gerçekleştiriliyor olması, yıllık AR-GE harcamalarının 677 milyar dolar gibi
devasa bir miktara ulaşması ÇUŞ’ların gerçeğine ışık tutmaktadır.
Tekelleşmenin
ulaştığı düzeyde, uluslararası tekeller için yerel pazar, ulusal pazar, artık
dünya pazarıdır. “Küreselleşme” üzerinde çalıştığım günlerde, rastlantı eseri,
ilaç aldığım bir eczanede, ilaç kutusunun içerisine konulduğu küçük poşetin
üzerindeki yazılı reklam dikkatimi çekti; “Küçülen
Dünyanın Büyüyen Firması!” Bu sloganını kullanan Avrupa kökenli dev ilaç
şirketi “Actavis”in çarpıcı reklamı
hemen göz çıkarıyordu. Daha da önemlisi, devamında yazılan ve günümüzün
gerçeğini dile getiren şu açıklamadır; birlikte okuyalım:
“Dünya çapında jenerik ilaçlar sunan, Avrupa
kökenli firma Actavis, jenerik ilaç alanında uluslararası düzeyde uzman
dokuz şirketin birleşmesiyle oluşmuştur.
“Yüksek kaliteli jenerik ilaçların
geliştirilmesi, üretimi ve satışı konusunda bir lider olan Actavis, ilaç
üretimi ve ticaretinde uzmanların güçlerini birleştirdikleri bir
firmadır.
“Yerel pazarını dünya olarak tanımlayan Actavis, hızlı ve dinamik yapısı ile
sürekli yeni sınırlar keşfetmeye devam etmektedir.”(abç.)
Emperyalist
rekabet cangılında azami kar için birleşme, bir veya birkaç ürün üzerinde
uzmanlaşma ve dünya pazarını ulusal pazar görme ve temel alma, artık yer
küremizin temel bir gerçeğidir. “Yerel pazarını dünya olarak tanımlayan”
ve sermaye birikiminin başlıca arenasının artık “yerel pazar” düzeyine gelmiş
ve öyle kabul edilen dünya pazarı olduğu bir dünya gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Actavis ÇUŞ’unun reklamı o kadar çarpıcı bir şekilde yeni olguyu anlatıp
formüle ediyor ki, burada daha fazla söze gerek bile kalmıyor. Fordların,
Renaultların, Fiatların, Mazdaların, Mersedeslerin vb. gerçeği işte böyle bir
gerçektir. Morganların, City Bankların, CNBC’lerin, Deutsch Bankların vb.
gerçeği işte bu gerçektir. IBM’lerin, ITT’lerin, Standart Oil New Jerseylerin,
General Motorsların, General Electriclerin, Olivettilerin, Kruppların,
Simenslerin, Theysssenlerin, British Steel Corporionların gerçeği işte böyle
bir gerçektir. Texacoların, Shellerin, Totalların, BP’lerin gerçekleri işte bu
gerçeklerdir…
Bir
veriye göre, 1992’de birleşen sermaye miktarı 249 milyar dolar iken 1999’da
3.435 milyar dolara çıkmıştır. Bir başka veriye göre, 1990-2000 arasında
birleşen sermaye miktarı 81 milyar dolardan 1444 milyar dolara çıkmıştır. Aynı
tarih kesitinde küresel ölçekte toplam firma birleşmelerinin değeri, 450 milyar
dolardan 3.500 milyar dolara çıkmıştır.
“Bazı örnekler vermek gerekirse, Exxon ve
Mobil şirketleri birleşerek dünyanın en büyük sanayi şirketini yarattılar.
Deutschebank, Bank Trust’u aldı ve dünyanın en büyük bankası oldu. Bunlara ek
olarak Rhone Poulenc ve Hoetsch birleşerek dünyanın ikinci büyük ilaç şirketini
oluşturdular. Total Petrofina’yı alıyor. Daha önce de Daimler ile Chrysler
birleşmişti. Mali analistler bankacılık ve petrol sanayinde birleşmelerin,
‘düşman ele geçirmelerin’ devam edeceğini, benzer gelişmelerin diğer alanlarda
da yaşanacağını söylüyor.” (Ergin Yıldızoğlu, 97-99 Petrol İşYıllığı, s.
55)
“Bu ÇUŞ’lar aralarında hızlı bir şekilde
birleşme, merkezileşme ve büyümeye devam ediyorlar: Telekomünikasyon şirketleri
medya ve eğlence şirketleriyle, uçak şirketleri, otellerle, sanayi şirketleri,
bankalarla birleşiyorlar: Ve son yıllarda şirket birleşmelerinde büyük bir
artış gözleniyor.” (agy., s. 59)
“”Şimdi ortada iki elin parmaklarıyla
sayılabilecek kadar az ve gittikçe azalan ama gücü artan medya imparatorlukları
var: News Corparation (Murdoch); Walt
Disney, Time Warner (CNN), Berlusconi. Bu dördü dünyanın neredeyse tümünü
kapsayan bir medya imparatorlukları ağını kontrol ediyorlar…” (E. Y.)
Yine
Yıldızoğlu’nun verdiği bir bilgiye göre, “Soğuk Savaş” bittiğinde ABD’de 20
büyük silah üreticisi vardı. “Birkaç yıl önce bu rakam 12’ye daha sonra da üçe”
inmiştir.
Walt
Disney, Capital Cities/ABC’yi satın alarak, dünyanın en büyük eğlence tekelini
kurdu. Scoot Kağıtçılık Kimberley Clark tarafından alınarak dünyanın en büyük
kağıt temizlik malzemesi üreten tekeli haline geldi.
Özelleştirilecek
Erdemir’i almaya talip olan tekellerden biri olan Mittal tekelinin ABD’li
CEO’su Lou Schorsch, çelik sektöründe birleşmelerin sürdüğünü ve 10 yıl sonra
dünyada üç çelik tekelinin kalacağını açıklıyor. Birleşmelerin hammadde bulma
sıkıntısını da aşmanın önemli bir aracı olduğunu söylüyor. Bu açıklamaların
anlamı şudur: Birleşme ve büyüme yoluyla, demir-çelik piyasasında dünya çapında
birkaç süper tekel kurulacak. Demir-çelik sektöründeki pek çok firma tasfiye
edilecek. Ayakta kalmayı başaran firmalar ise kaçınılmaz olarak bu süper
tekellerin hegemonyası altına girecek ve uzantıları haline getirilecek.
E. Hoca yoldaş, “Sınai,
ticari, tarımsal ve bankacılık işletmelerinin birbirine katılması ve birleşmesi
yeni tekel biçimleri, büyük sınai-ticari ya da sınai-tarımsal kompleks
biçimleri ” (age., s.53) yarattığına, “Tekelci birlikler geçmişte
mallarının nakliyesini ve satışını başka bağımsız firmaların yardımıyla
gerçekleştiriyorlardı. Bugün tekeller yalnızca üretimi değil, nakliyeciliği ve
pazarlamayı da kontrol altına aldılar” biçimindeki olgulara 70’li yıllarda
dikkat çekmişti.
Tekelci birleşme ve yutma harekatı kapitalist dünya
ekonomisinin sadece şu veya bu sektörüyle sınırlı değildir. Aksine, kapitalist
ekonominin bütün dallarını kapsamaktadır. Bilişim, iletişim, teknoloji,
biyoteknolojiyi, ilaç, medya, finans, tarım, vb. gibi sektörlerde bu olgu
çarpıcı bir şekilde yaşanmaktadır. İnişler- çıkışlar vb. bir yana, bir eğilim
olarak birleşme ve düşmanca yutma eylemlerinin süreceğini, giderek
keskinleşeceğini söyleyebiliriz. İçerisinde bulunduğumuz 21. asırda küresel
emperyalist hegemonya ve rekabet mücadelesinin sertleşerek gelişiyor ve
gelişecek oluşundan da bunu görebiliriz.
Sadece ABD’nin de 1998 yılında “birleşme ve ilhakların
değeri” 1.6 trilyon doları aşmıştır. “Şirket evlilikleri ve ilhaklar 1992 ile 1998
arasında bir yıl hariç her yıl nerdeyse (yüzde) 50’lik bir hızla büyütmüştür.
Küresel olarak, 1999’un ilk üç çeyreği içinde iki trilyon dolardan daha fazla
birleşme değeri ilan edilmiş”tir. (J. B. Foster, Emperyalizmin Yeniden Keşfi,
s. 2000, Kalkedon yay.) “Mc Gravuttill İş dünyası analizcilerine göre,
dünyadaki önde gelen otomobil şirketlerinin sayısının, bu yüzyılın ilk on
yıllarında, yarı yarıya, kırktan yirmiye düşmesinin beklenmesiyle birlikte, oto
endüstrisi içinde dünya çapında böyle bir konsolidasyon kaçınılmazdır.” (age.,
s. 203)
“Küresel iletişimin Politik Ekonomisi” başlıklı makalesinde
R.W. Mc Chesney, “Nihai birleşmeler
ve ortaya çıkan ittifaklar medya şirketleri kadar küresel medyada da korkunç
bir etki yaratarak bunları dijital medya imparatorluğuna dönüştürecektir”
iddiasında bulunmaktadır. Kıran kırana süren emperyalist rekabet dünyasında
medya tekellerinin gücü hakkında yazarın sunduğu şu veriler de önemlidir.
“Küresel medya pazarları, belirgin on büyük holding
tarafından yönetilir: Bunlar, Disney, Time Warner, Brertelsmonn, Viocom, New
Corparation, TCI, Sony, General Electric, (NBC’nin sahibi), Poly Gram (sahibi
Alman elektronik alatler üreticisi Philips’tir) ve (Universal’ın sahibi)
Seogram’dır. Pek çok medya sektöründe holdingleşen bu şirketler dünyanın her
köşesine hakimdirler… ikinci tabakada yer alan kırk ya da daha fazla şirket bu
küresel medya sistemini tamamlar.” (Küresel İletişimin Politik Ekonomisi, s.
33, Epos Yay)
Soros da “Küreselleşme”yle endüstrilerin
küresel ölçekte birleşme ve devralmalarla “benzeri görülmemiş seviyelere ulaştığı”nı,
Avrupa’da tek para birimine geçilmesiyle birlikte “Avrupa genelindeki
birleşmelerin çok büyük bir ivme kazandı”ğını ve şirketlerin bu yeni duruma
gelmeleri kimsenin hayal dahi edemeyeceği bir hızla gerçekleş”tiğini, “küresel
monopoller ve oligopoller”in ortaya çıktığını; bu gelişmelerin sonucu bugün
“dünyada yalnızca 4 büyük denetim şirketi kaldığı”nı vurgular. (Açık Toplum,
Küresel Kapitalizmde Reforum, s. 186, Truva Yay.)
Yukarıdaki veriler ve analizler de eşitsiz gelişme yasasının daha da keskinleşeceğine, uluslararası
tekellerin uluslararası tekelleri de yutmaya devam edeceğine, merkezileşme
eyleminin daha da keskinleşeceğine açıkça işaret etmektedir.
Birleşme ve yutma hareketi, Marx’ın vurguladığı “sermayenin
merkezileşmesi” eylemini ifade eder. Kapitalist üretimdeki yoğunlaşma, merkezileşmeden farklı olarak işletmelerin artı-değer
birikiminin artmasına bağlı olarak üretimin çapının genişletilmesini;
“artı-değerin durmadan tekrar sermayeye dönüştürülmesi”ni ifade etmektedir;
“yoğunlaşma, yalnızca, büyük boyutlu yeniden üretime verilen bir başka addır.” (Marx,
Kapital, C. I, s. 598) Burada, “her birikim, yeni bir birikimin aracı olur.” (age.,
s. 596) Merkezileşme ise,
“Kapitalistin kapitalist tarafından mülksüzleştirilmesi”, birçok sermayenin
birkaç “büyük sermayeye dönüştürülmesidir… birçok kapitalistin elinden çıkan
sermayeler, burada, tek bir kapitalistin elinde büyük bir kitle halinde
toplanır. İşte bu, birikim ve yoğunlaşmadan farklı olarak, gerçek anlamda
sermayenin merkezileşmesidir.” (s. 597) Burada, karşımızda, “sermayenin böylece
tek elde merkezileşmesi ya da sermayenin sermaye tarafından çekilmesi” olgusu
durmaktadır. Merkezileşme birikim ve yoğunlaşma sürecini de ivmeler, toplumsal
birikimin etkin bir kaldıracı işlevini yerine getirir. “Merkezileşme, bir
yandan böylece birikimi arttırır ve hızlandırırken, bir yandan da sermayenin
teknik bileşiminde değişmeyen kısmını değişen kısım aleyhine genişleten ve
böylece emeğe olan nispi talebi azaltan köklü değişiklikleri genişletir ve
hızlandırır.” “Merkezileşme yoluyla bir gecede bir araya toplanıveren sermaye
kitleleri, tıpkı diğer sermayeler gibi, ama daha büyük bir hızla yeniden ürer
ve çoğalır ve böylece toplumsal birikimde yeni ve güçlü kaldıraçlar halini
alırlar.” (s. 599)
Sermayenin merkezileşme eyleminde, rekabet ve kredi, “en
güçlü iki mekanizma” olarak gelişir. “Rekabet savaşı, meta fiyatlarının
ucuzlatılması ile verilir. Meta fiyatlarının ucuzluğu…emeğin üretkenliğine ve
bu da, üretimin boyutlarına bağlıdır. Bunun için, büyük sermaye, daha küçüğünü
yener… Burada rekabet, birbirine düşman sermayelerin sayılarıyla doğru,
büyüklükleri ile ters orantılı bir şiddetle devam eder.” Kapitalist üretimin
sahneye çıkışı ile kredi silahı ortaya çıkar ve kredi sistemi, giderek
başlangıçtaki “birikimin alçakgönüllü bir yardımcısı” olma görünümünü bir yana
atarak, “rekabet savaşında yeni ve müthiş bir silah halini alır ve en sonu
sermayenin merkezileşmesi için, dev bir toplumsal mekanizmaya dönüşür.” (s.
597) Kapitalizm geliştiği, sermaye birikimi ilerlediği, sermayenin organik
bileşimi yükseldiği oranda, kapitalist rekabet ve sermayenin sermayeyi çekme
yasası, “sermayenin çekim gücü ve merkezileşme eğilimi her zamandan daha
kuvvetli” (s. 598) hale gelir. Merkezileşme eylemi hangi biçime bürünürse
bürünsün, “burada, sermaye, pek çok bireysel elden çekilip tek bir elde
toplandığı için, güçlü bir kitle halini alabilir. Belli bir sanayi kolunda eğer
buna yatırılmış bulunan bütün bireysel sermayeler, tek bir sermaye halinde
kaynaştırılırsa, merkezileşme en son sınırına ulaşır. Bir toplumda bu sınıra
ancak, bütün toplumsal sermayenin, ya tek bir kapitalistin ya da tek bir
kapitalist şirketin elinde toplanması halinde ulaşılmış olunur.” (s. 598)
Tekelci kapitalizm olgusundan, giderek uluslararası tekelci
kapitalizm olgusu ya da tekelci devlet kapitalizmi olgusundan ya da yeni bir tarihsel deneyim olarak
sosyalizmin yeni tipten restorasyonu ile SSCB ve öteki sosyalist ülkelerde
ortaya çıktığı gibi tekelci devlet kapitalizmi olgusundan da bu saptamanın
çarpıcı bir doğrulanışını görmekteyiz. Geçerken hatırlatmak yararlı olacaktır:
“Her ne kadar, merkezileşmeye doğru olan hareketin nispi genişliği ile hızı,
bir dereceye kadar, kapitalist servetin büyüklüğü ve ulaşılmış bulunan ekonomik
mekanizmanın üstünlüğü ile belirlenir ise de, merkezileşme hareketinin
gelişmesi hiçbir zaman, toplumsal sermayenin büyüklüğündeki pozitif artışa
bağlı değildir. Ve bu durum, merkezileşme ile yoğunlaşma arasındaki özgül
farktır; yoğunlaşma, yalnızca, büyük boyutlu yeniden-üretime verilen bir başka
addır. Merkezileşme, zaten varolan sermayelerin dağılımındaki bir
değişiklikten, toplumsal sermayeyi oluşturan kısımların nicel
gruplanmalarındaki basit bir değişmeden meydana gelebilir.” (s. 598)
Özellikle 1990’lardan bu yana genel bir eğilim olarak
süregelen tekelci birleşmeler ve yutmalar, uluslararası sermayenin
hareketindeki merkezileşme yöneliminin hızlanarak arttığını kanıtlıyor. Küresel
kapitalist pazarda kıran kırana süren azami kar savaşı; pazarda en büyük güç
haline gelme, azami kardan aslan payını kapma, paylarını büyütme, rakibin
gelişimini dizginleme, etkisizleştirme, yutma, birleşerek büyüme gereksinimi ve
yönelimi; eşitsiz gelişmenin daha bir keskinleşmesi uluslararası sermayeninin
merkezileşme eylemini de ivmelemiştir. “Küresel kapitalist sistem”in filozof ve
hayırseverlerinden (!) Soros’un şu değerlendirmeleri de dikkate değerdir; hep
birlikte okuyalım:
“Küresel kapitalist sistem rekabete dayanır ve rekabet o
kadar yoğundur ki, en başarılının bile hayatta kalmak için savaşması gerekiyor.
Gerçekte, Microsoft örneğinin gösterdiği gibi, en başarılı olan en yoğun baskı
altındadır.” (Açık Toplum, s. 151) “Rekabet, şirketleri birleşmeye” zorluyor.
“Gerçekte, rekabet piyasa mekanizmasına bırakılsaydı, rekabet ortadan kalkardı.
Firmalar rekabeti korumak için değil, kar elde etmek için rekabet ederler ve
eğer yapabilselerdi, bütün rekabeti ortadan kaldırırlardı. Karl Marx, 150 yıl
önce bu noktayı işaret etmiştir” (agk, s. 147)
Serbest rekabetçi kapitalizm tekelci kapitalizme dönüşmüştür.
Tekelci kapitalizm emperyalist devletler ve tekeller arasındaki hegemonya ve rekabet mücadelesiyle daima parçalıdır, parçalanmıştır. Tekel,
serbest rekabetten doğmuş ve kapitalist rekabet, tekeller arası hegemonya ve
rekabet mücadelesi olarak süregelmektedir.
Lenin’in dediği gibi, “küçük üreticinin emeği üzerine kurulu özel mülkiyet,
serbest rekabet, demokrasi- kapitalistlerin ve kapitalist basının işçileri ve
köylüleri aldatmak için kullandığı bütün bu şiarlar çok gerilerde kalmıştır.
Kapitalizm, dünya nüfusunun büyük çoğunluğunun bir avuç ‘ileri ülke’ tarafından
sömürgeci baskının ve mali açıdan boğulmasının bir dünya sistemine
dönüşmüştür.” (Emperyalizm, s. 12-13) “Serbest piyasa ekonomisi”, “küresel serbest
rekabet” üzerine uluslararası tekellerin ve her renkten “neoliberal”in
demagojik çığırtkanlığına karşın, söz konusu olan şey, “serbest rekabetçi
kapitalizm” değil uluslararası tekellerin tekelci rekabetidir, tekeller ve mali
sermayeler arası süregelen rekabetidir, azami kar yasasına dayanan rekabettir.
Küçük sermayenin büyük sermaye tarafından yutulması, tekel dışı sermayenin
tekeller tarafından, ulusal tekellerin uluslararası tekeller, zayıf
uluslararası tekellerin süper uluslararası tekeller tarafından yutulması
kapitalist sistemin, küresel emperyalist sistemin doğası gereğidir. Hangi
biçimi alırsa alsın, hangi biçimde nitelendirilirse nitelendirilsin, uluslararası
tekellerin son çeyrek asırda çarpıcı biçimler almış olan merkezileşme eylemi
tümüyle tekelci karaktere sahiptir.
Emperyalist küreselleşmenin bu son atılımında birleşme ve yutma eyleminde belirleyici ve temel öğe, 20. asrın
başında keskin biçimler alan tekelci birleşme ve yutmalardan/merkezileşme
eyleminden farklı/ayırdedici niteliği bunun, ulusal değil uluslararası
pazarda gerçekleşmesi; esas olarak doğrudan küresel ölçekte gerçekleşiyor oluşudur. Söz konusu birleşmeler küresel ölçekte bir merkezileşme ve
uluslararasılaşma eylemi olarak
ulusal ölçekteki birleşmeleri de kapsamakla birlikte dünya pazarını temel alan ve
gelişen bir harekattır. Vurgulanması,
altı çizilmesi gereken şey de budur işte.
Küresel ölçekte birleşme ve yutma eylemleri yeni bir olgu
olmamakla, uluslararası tekellerin gelişim sürecinde ortaya çıkıp gelişmekle
birlikte, bu eğilim, ÇUŞ'ların hegemonya kurmasından, özellikle de 90'lar
sonrası süreçte, çok çarpıcı biçimler, düzeyler kazanarak ilerlemiştir.
Örneğin, 2006 yılında dünyada toplam birleşme işlemi altı (6) trilyon dolar
büyüklüğüne erişmiştir. Oysa bu miktar, 1992'de sadece 250 milyar dolar
civarındadır. Öteki şeylerin yanı sıra, bu olgu da, küresel emperyalist
hegemonya ve rekabet mücadelesinin keskinliğini göstermektedir.
Özelleştirme politikası, "neoliberal" emperyalist
birikim saldırısının sacayaklarındandır. Özelleştirme politikası, uluslararası
tekelci merkezileşme eyleminin çok önemli bir kaldıracı olmuştur. Küresel çapta
küçük ve orta ölçekli işletmelere el konulması, ulusal, dahası uluslararası
tekellerin daha güçlü tekeller tarafından tasfiyesi ve yutulması küresel
emperyalist sermayenin merkezileşme sürecinin değişik görüngülerini
oluşturmaktadır.
Kapitalist maddi üretimde düşen kar oranları, uluslararası
sermayenin artan oranda malileşmesi
eğilimini de belirleyip yönlendirmiştir. Aşırı birikim, bu birikimin sermaye
değerini yitirmesi tehlikesi, sermayenin "malileşerek", yanı sıra
yeni yöntemler bularak değerlenmesine, kendisini genişletmesine yol açmıştır.
Özelleştirme politikası da işte söz konusu yönelimin araçlarından birisi
olagelmiştir. Birleşmeler, hem aşırı birikmiş sermayenin (artı-değer ve karın)
değerlenmesinin bir yolu, hem de birleşmeler yoluyla yeni, daha büyük
vurgunlar/spekülasyon yapmanın güçlü bir aracı haline getirilmiştir. Şirket
birleşmeleri, her zaman olmasa da, çoğu durumda hisse senetlerinin tavan
yapmasının, değerlerinin şişirilerek borsa oyunlarıyla vurgun yapılmasının
alanı haline de dönüştürülmüştür. Zor durumda olan işletmelerin ya da yüksek
kar vurgunları için müsait görülen firmaların alınarak piyasa değerini yapay
olarak yükseltip aşırı karlar kazanan, bu işlerde uzmanlaşmış vurguncu bir
sektörün gelişmesi de emperyalist kapitalizmin sınır tanımaz asalaklığının,
çürümesinin çok çarpıcı olgularından birisini oluşturmaktadır.
Tekelci
birleşme ve yutmaların % 90’ından fazlası emperyalist ülkelerde
gerçekleşmektedir. Peki, ama birleşme ve yutmaların özellikle bu ülkelerde
keskin olması neyle izah edilmelidir?
Bu
birleşme ve yutmalar, farklı emperyalist rekabet merkezlerinde ve rakip
emperyalist devlete karşı güçlenebilmek için emperyalist devlet(ler) tarafından
da teşvik edilmekte ve finanse edilmektedir. Tekelci kapitalist birleşme ve
yutmaların ezici bir oranının bu ülkelerde gerçekleşmesi ise bir rastlantı
değildir, aksine, bu ülkelerin dünyanın en güçlü ülkeleri olmaları, dünya egemenliği
için süren ve şiddetlenen emperyalist hegemonya ve rekabetin bu ülkeler
tarafından yürütülebilmesi olgusuyla bağlıdır…
Kapitalist
emperyalizmin temel itici gücü, azami kardır. Tekeller ayakta kalabilmek,
gelişmek ve pazarda rakipsiz bir güç olabilmek için devasa karlara ve sürekli
katlanan devasa karlara gereksinim duymaktadırlar. Uluslararası tekeller, bu
karı yalnızca kapitalist pazarda “tam tekele” ulaşmakla sağlayabilir ve
hegemonya mücadelesindeki başarılarını güvence altına alabilirler. Dolayısıyla,
birleşmeler, rakibi yutmalar, azami kar ve tartışmasız tekel kurma olgusunun
olmazsa olmaz koşullarından bir tanesidir. 90’lar sonrası artan oranda hızlanan
birleşme ve yutmaların temelinde işte bu olgu yatmaktadır. Bu süreç hızlanarak
devam edecektir. Geçerken hatırlatalım: Birleşme ve yutmalar, salt metropollere
özgü bir olgu değildir, aksine benzer süreç bağımlı ülkelerde de artarak
gelişmektedir ve gelişecektir...
Uluslararasılaşma,
yoğunlaşma ve merkezileşme kapitalist üretim tarzına has olgulardır. Bu
olgular, kapitalizme has gelişme yasalarının değişik görünümlerini
oluşturmaktadır. Üretim ve sermayenin yoğunlaşması, sermayenin merkezileşmesi,
üretim ve sermayenin uluslararasılaşması otomatik
bir süreç, kendiliğinden ve otomatik
olarak gelişen ve ilerleyen bir süreç değildir. Veya bu süreç, salt burjuvazinin tanrısal irade gücüyle yaratılan bir süreç değildir. Söz konusu olgular kapitalist
gelişme yasalarına dayanmakta ve bu yasalara tekabül eden burjuva sınıf
iradesinin aktif müdahalesiyle birleşerek işlevsellik kazanmaktadır. Örneğin (mekanik
ve tek yanlı bakmamak koşuluyla) sermayenin merkezileşme eğilimi yasası,
ekonomik kriz, genel savaşlar gibi koşullarda karmaşık biçimler alabilir, duraklar,
geriler; süreç bir biçimde kesintiye uğrar. Söz gelimi, 2008 genel ekonomik
kriziyle, “küreselleşme” eğilimi kesintiye uğramış, hatta bazı bakımlardan
gerilemeye uğramıştır. Üretim ve sermayenin yoğunlaşması, merkezileşmesi;
küresel çapta aynı sürecin gelişmesi kaçınılmazdır. Bu süreç, kapitalizmin bir
gelişme yasasıdır ya da bunlar, kapitalizmin gelişme yasalarıdır ama bu mutlak bir doğrusallık, kesiksiz ilerleyen bir süreç, otomatiğe
bağlanmış bir hareket olarak gerçekleşmez. Örneğin, kriz koşulları bir yandan
söz konusu eğilimi şu veya bu biçimde kesintiye uğratırken vb., öte yandan kriz
sürecinden çıkış sermayenin merkezileşme eğilimini de keskinleştirir. Toplumsal
maddi hareketin diyalektiği burada da geçerlidir… Diyalektik sarmal gelişme ya
da helezonik hareket söz konusu gelişme sürecinin de karakteristiğidir.
Kapitalist gelişmenin çelişik eğilimleri
unutularak ya da çarpıtılarak yapılacak analizlerin ise bir değerinin
olmayacağı açık olsa gerek…
Bu
ön uyarıcı açıklamayla birlikte, sorunu kaldığımız yerden incelemeye devam
edelim.
Bu
süreçte, başlıca üç emperyalist rekabet merkezi (ABD, AB, Japonya) ve o arada
Çin ve Rusya gibi emperyalist devletleri de unutmadan, arasında sürmekte olan
ve 21. asrın temel olgularından biri olan ve olacak olan yer kürenin yeniden emperyalist
bölüşümü kavgası daha da keskinleşecektir.
Bu olgu, emperyalist devletler ve arkalarında kendi tekelci devletlerinin yer
aldığı ÇUŞ’lar arası tekelci rekabet ve hegemonya mücadelesini daha yırtıcı
hale getirerek, tekeller arası birleşmeleri, yutma ve tasfiye eylemlerini de
daha yıkıcı ve saldırgan hale getireceği ise açık olsa gerek. Henüz yakın bir tehlike olmamakla birlikte,
dünyamızın yeniden emperyalist paylaşımı mücadelesinin yeni bir dünya savaşı
(3. Emperyalist Paylaşım Savaşı) tehlikesini de yükselttiği ve
yükselteceği gerçeği de gözden kaçırılmamalıdır.
Lenin,
emperyalizmin tekelci kapitalizm olduğunu, tam tekele ulaşmak için yalnızca
belli bir devletin iç pazarında değil ama aynı zamanda dış pazarlarda, tüm
dünyada her türlü rekabetin saf dışı bırakılması gerektiğini vurgular. Ki, bu
nitelik ve eğilim emperyalist kapitalizmin ve kapitalist tekellerin nesnel
doğasından kaynaklanır. Lenin, yabancı bir pazarda, tam tekelin kurulmasının
mali sermaye çağında olanaklı olduğunu söyler ve bunun “Bu rakibin mali bakımdan bağımlı hale getirilmesiyle, hammadde
kaynaklarının ve sonunda bütün işlemelerinin ele geçirilmesiyle”
yapılabileceğini (Emperyalist
Ekonomizm, s. 40, Sol yay.) söyler. Bunun salt ekonomik olarak mümkün olduğunu
ve tekellerin, bu uğurda, her türlü kirli yöntem ve aracı kullandığını ve
kullanmakta da hiçbir tereddüt göstermeyeceğini vurgular. Emperyalist
tekellerin ve devletlerin tam tekel kurma hedefi, tekelci kapitalizmin azami
kar yasasına dayanır. Ancak, kapitalizmin eşitsiz gelişimi yasası, kalıcı bir
mutlak tam tekelin kurulmasını önler; ortaya çıkan yeni güç dengelerine bağlı
olarak, yeni mücadeleler gündemleşir vb.
Yeni
sömürgecilik olgusu, siyasal ilhak olmaksızın herhangi bir ülkenin emperyalist
devletler ve emperyalist tekeller tarafından ekonomik ilhak (ekonomik sömürgecilik) yoluyla
köleleştirilebileceğinin tipik örneğidir.
Küresel
çapta DB, IMF, WTO (DTÖ), OECD, G-8, Davos toplantıları gibi emperyalist kurum,
kuruluşlar, platformlar eliyle uygulanan tek tip ekonomi politika (yeni
kapitalist esnek birikim tarzı/modeli) ve bu temele bağlı pratikleştirilen
ekonomik politikalar, geri ve bağımlı ülkelerin nasıl köleleştirilebileceğinin
(örneğin özelleştirmeler aracılığıyla bu ülkelerin hammadde kaynaklarına,
işletmelerine, fabrikalarına doğrudan el koyulduğunun) çok çarpıcı ve göz
çıkarıcı tipik bir olgusunu oluşturmaktadır. (Türkiye’deki özelleştirme
furyasını hatırlayalım.)
Emperyalizmin
asıl eğilimi, doğrudan sömürgeleştirmedir. Çünkü sömürgecilik, siyasal ilhak
yoluyla ekonomik ilhakı tam hale getirir ve sömürgeleştirilen ülkenin pazarında
mutlak hakimiyeti garantiler. Ama emperyalizm, kadir-i mutlak bir güç değildir.
Emperyalizmin karşısında bir de ezilen ulusların ve halkların, proletaryanın mücadeleci
gerçeği vardır. 20. asrın tarihi gerçeklerini hepimiz biliyoruz. Dolayısıyla
işin bu yanına girmek pekte gerekli değildir...
Burada
vurgulanması gereken şey, şudur: Tekelci kapitalizmin ulaştığı yeni gelişme
düzeyinde, yer küremiz yeniden yapılanmaktadır. Uluslararası kapitalist iş
bölümü yeniden şekillenmiştir. Emperyalist merkez ve emperyalizme bağımlı çevre
ilişkisi yeni temeller üzerinde yeniden biçimlenmiştir. Bu değişiklik, yeniden
yapılanmaya, yapısal bir değişikliğe tekabül etmektedir. Emperyalist sermayenin
önündeki her türlü engel temizleniyor. Emperyalist ekonomik dünya sistemi
ÇUŞ’ların gereksinimi doğrultusunda yapılandırılıyor. Bu yeniden yapılanma
süreci, emperyalist devletler ve uluslararası tekeller arasında kıran kırana
süren kapitalist rekabet ortamında, proletarya ve halkların sayısız biçim alan
mücadele ve direnişi koşullarında gerçekleşiyor. Emperyalist devletler ve uluslararası
tekeller güçleri oranında dünyayı (dağılan revizyonist/kapitalist kampın
paylaşımı hatırlansın) bölüşüyor; bölüşülmüş dünyanın yeniden bölüşülmesi
kavgası keskinleşerek tırmanıyor. Emperyalist hegemonya ve rekabet
mücadelesinde her bir rakip devlet ve ÇUŞ, bu kavgada üstünlük kurmak için,
geçmişte görülmemiş ölçekte stratejik bölgeleri, hammadde kaynaklarını, etki
alanlarını, enerji kavşaklarını, sermaye ihraç arenalarını ele geçirme ve
giderek tam tekel kurma, rakibi saf dışı bırakma uğraşı içinde.
Tekelci
kapitalizmin ÇUŞ tipi aşamasında, uluslararası tekeller ve bu tekellerin
arkasında olan emperyalist devletler, artık, örneğin bir 50’ler, 60’lar,
80’ler, 90’lardaki rekabet ve hegemonya mücadelesi düzeyiyle karşı karşıya
değildirler; o günler çoktan geride kaldı. Artık emperyalist devletler ve uluslararası
tekeller etki alanlarını vb. ele geçirme ve rakibi saf dışı bırakma ve
ülkelerin ulusal yer altı ve yer üstü kaynaklarını ele geçirme mücadelesinde daha
dolaysız hareket etme, doğrudan el
koyma gereksinimini duyuyorlar; büyük bir açlık duygusu ve acımasız bir
vahşetle gereksinim duydukları kaynakları elde etme mücadelesini yürütüyorlar,
ki bu kavga daha vahşi biçimler alarak gelişecektir. Öteki şeylerin yanı sıra,
yeni kapitalist esnek birikim modeli bunun aracıdır.
Emperyalist
mali kuruluşlar olan IMF, DB gibi kurumlar artık neredeyse köleleştirdikleri
ülkelerin emekçilerinin ne zaman, nasıl, nerde, ne kadar yatağa gireceğine
kadar ülkelerin iç işlerine müdahale ediyor ve belirleyip yönlendiriyorlar.
Örneğin, Asya krizi döneminde, bir Güney
Kore örneğinde olduğu gibi iflas eden ülkelerin sanayi işletmeleri doğrudan
sudan ucuza ele geçiriliyor. Örneğin, Arjantin’in
20 tekelinin 15’i yabancılara ait; geri kalanları da ortak işletmeler halinde
ele geçiriliyor. Örneğin baba Bush’un başında olduğu leş kargalığında
uzmanlaşmış bir emperyalist kuruluş (vb. kuruluşlar) iflas eden ülkelerin
işletmelerini sudan ucuza kapatmak için her an tetikte bekliyor(lar). Örneğin,
dünyada yalnızca iki ülkede olan ve bu iki ülkeden biri ve en önemlisi olan
Türkiye’nin bor madenlerini
özelleştirme yoluyla doğrudan ele geçirmek için uluslararası tekeller kıyasıya
bir mücadele içerisinde…
Kısacası,
ülkelerin doğal ve toplumsal zenginliklerini doğrudan ele geçirme ve tam tekele ulaşma ve böylece azami karları
garantileme mücadelesi yeni olmamakla birlikte, bugün dünden farklı olarak,
tekelci kapitalizmin daha yüksek bir aşaması olan süper/mega kapitalizm
aşamasında, küresel ölçekte ulusal zenginlikleri ele geçirme mücadelesi,
tekelci rekabet ve hegemonya mücadelesinin olmazsa olmazı, vazgeçilmez, ihmal
edilemez olgusu ve geçmişten çok daha yüksek tipten bir mücadelenin konusu
haline gelmiştir. Ulusal pazarda rakipsiz tekel haline gelme, bugün dünya
pazarını “ulusal pazar” kabul edip, böyle bir “ulusal” pazarda tam tekele
ulaşma gereksinimi, bu olgunun maddi temelini oluşturmaktadır.
VII
Yeni
sömürgeciliğin daha da biçimsel hale geliyor oluşu, gelişen himayeci
sömürgecilik (Afganistan, Irak, Bosna-Hersek vb. örnekler hatırlansın); AB gibi
oluşumlar içinde yer alan özellikle Polonya vb. ülkelerin kendi halklarını da
yedekleyerek gönüllü bir biçimde, adeta açık ve gönüllü sömürgeler haline
getirilişi, NAFTA gibi bölgesel oluşumlar yoluyla, örneğin bir Meksika’nın
Amerikan emperyalizminin açık sömürgesi haline getirilişi gibi oluşumlar hem
keskinleşen tekelci rekabeti ve hem de özellikle bağımlı ülkeleri açık sömürgeler
haline getirmenin yeni yöntemlerini oluşturmakta ve bu yolla da
ülkelerin ulusal zenginliklerine ve geleceklerine açıkça ve doğrudan el
konulmaktadır. Yeni tip küresel hukuk olan uluslararası yönetişimci hukuk da
buna göre biçimlendiriliyor ve etkinleştiriliyor.
Emperyalist
ülkeler özellikle de en güçlüleri, ÇUŞ’lar özellikle de en güçlüleri,
“neo-liberalizm” olarak tanımlanan yeni kapitalist esnek birikim saldırısı ile dünya
pazarlarını uluslararası tekellere sınırsız ve dizginsiz bir biçimde açmaktadırlar. “refah kapitalizmi”nin, kapitalist “sosyal
devlet”in ve kapitalist “ulusal kalkınmacı model”in tasfiyesi, gümrük
duvarlarının kaldırılması, ekonomik liberalizasyon, özelleştirme, esnek üretim-ticaret-dağıtım,
döviz kurunun dalgalanmaya bırakılması, özellikle de yabancı tekellerin
gırtlağına akan ve sayısız biçimler alan teşvik tedbirleri, iş gücünün
fütursuzca ucuzlatılması, kuralsız çalıştırmanın ve serbest üretim ve ticaret
bölgelerinin hızla yaygınlaştırılması, yüksek faizle borçlandırma, borçlandıkça
daha çok borçlandırma, borcun, yeni yüksek oranlı faizle alınan borçla ödenmesi
vb. yol ve yöntemlerle, hem emperyalist sermayeye yol düzlenmekte, hem de bağımlı
ülkelerin pazarlarına, yer altı ve yer üstü kaynaklarına uluslararası
tekellerin doğrudan el koymasına olanaklar sunulmakta, kapılar ardına dek
açılmaktadır. Merkezinde emperyalizmin ve uluslararası tekellerin durduğu bir
dünyada yaşıyoruz ve dünya açık sömürge haline getiriliyor. “İstilaların
başaramadığını, özel şirketler” (uluslararası tekeller) başarıyor.
Emperyalizmin
klasik sömürge sistemi II. Dünya Savaşı sonrasında yıkıldı. Sömürge sistemi
yerini ekonomik sömürge sistemine bıraktı. Yeni sömürgecilik emperyalist
sömürgeciliğin başlıca biçimi haline geldi. Bugün ise, yer küremiz, küresel bir
açık sömürgeye dönüştürülmüş ve dönüştürülmektedir. Küresel çapta örgütlenen
artı değer gaspı ve kapitalist genişletilmiş yeniden üretim sürecinde, uluslararası
tekeller, dünya pazarını temel alarak üretimi, ticareti, maliyeyi, yatırımları,
dolaşımı vb. örgütlüyor. Uluslararası çapta üretemeyen, satamayan, ulusal
zenginliklere el koyamayan, rekabeti götüremeyen, rakibini ezemeyen vb. bir
tekelin ve ÇUŞ’un ayakta kalması artık olanaklı değildir. ÇUŞ’lar, küçük ve
orta boy işletmeleri, dev tekelleri aç bir kurt gibi yutuyor. Zaten pratikte
tekellerin uzantıları haline getirilmiş olan küçük ve orta boy işletmeler
emperyalist ülkelerde de daha geniş çaplı siliniyor. Kalanlar ise, dev
tekellerin dağıtım araçları/uzantıları, yan işletmeleri işlevini görüyor.
Bu
bağıntıda daha da önemlisi, dünyayı bir örümcek ağı gibi saran ÇUŞ’lar, geri ve
bağımlı ülkelerin küçük ve orta boy işletmelerinin geleneksel temellerini
çökertip tasfiye ediyor. ÇUŞ’lu dönemin gereksinmelerine bağlı olarak, uluslararası
tekellere bağımlı hale getiriyor. Modern kapitalist KOBİ’ler, OSB sistemi
içerisinde örgütlenebilenler, ÇUŞ’lara sımsıkı bağlanıyor. ÇUŞ’ların hizmetinde
üreten yan sanayiler, çeşitli türden uzmanlaşmış işletmeler ağı olarak yeniden
yapılandırılıyor. IMF, DB, AB, UNIDO (BM Sınai Kalkınma Örgütü), OECD gibi
emperyalist kurumların, burjuva devletlerin KOBİ’lere destek programları boşuna
değildir. Kaşıkla verirken dev kepçelerle geri alan emperyalizmden tersi bir
beklenti içerisinde olmak zaten aptallık olacaktır. Bağımlı ülkelerin ulusal
pazarı her zerresine kadar denetim altına alınıyor; uluslararası tekellerin
uzantıları haline getiriliyor. Böylece 80’ler öncesi tarih kesitinde, göreli
bir ekonomik bağımsızlığa sahip olan ulusal burjuva işletmeler, göreli
bağımsızlıklarını kaybederek iflas ediyor, yeni dönemin gereksinmelerine yanıt
veren yeni bir ekonomik biçimlenme oluşuyor. Ulusal ekonomiler emperyalist
dünya ekonomisine artan oranda bağımlı hale getiriliyor; kapitalist bütünleşme,
kapitalist ekonomiler tekelci kapitalizmin daha yüksek aşamasının
gereksinmelerine göre yeniden biçimlendirilmiş oluyor. “Ulusal ekonomi”ler,
dünya pazarı için üretiyor. Ulusal ekonomiler ve dünya pazarı ise ÇUŞ’ların
hegemonyası ve yönetimi altında.
Kuşkusuz
ki, emperyalist devletler, ÇUŞ’lar, yabancı bankalar, OECD, DB’sı gibi vb.
kurumlar küresel KOBİ’ler sistemini boşuna finanse etmiyor. Söz konusu olan
şey, KOBİ’lerin emperyalist tekellerin, emperyalist sermayenin çıkarları ekseninde
yeniden yapılandırılmasıdır. Küresel çapta uygulanan esnek birikim modelinin
temel sacayaklarından biri de üretimin küçük birimler halinde “esnek
uzmanlaşma”ya, “esnek iş bölümü”ne bağlı parçalanması, esnek, hareketli, ucuz
ve kaliteli üreten işletme tipinin yaygınlaşması ve yaygınlaştırılmasıdır. Tam
da bu noktada, KOBİ’lerin önemi ortaya çıkmaktadır. Taşeron ve fason üretimin
ne denli yaygınlaştırıldığını biliyoruz. Bu bağlamda KOBİ’ler yeniden
yapılandırılıyor ve emperyalist küreselleşmenin gereksinimleri temelinde ve
ekseninde KOBİ sistemi, emperyalist tekellerin ve işbirlikçi yerli holdinglerin
uzantıları, yan kolları olarak geliştiriliyor. Uluslararası sermaye bir de bu
yoldan (KOBİ türü modernize edilen ve yeniden yapılandırılan kapitalist
işletmeler sisteminin ürettiği) artı değere ayrıca el koymaktadır.
Faaliyeti
çok uluslu, fakat sermayesi, mülkiyet hakkı ve kontrolü esas olarak
ulusal (Amerikalı, Alman, İngiliz, Japon vb.) olan ÇUŞ’lar, küresel ölçekte piramitsel
bir örgütlenmeye sahiptirler. Piramidin tepesinde ana şirket
oturmaktadır. Bugün piramidin tepesindeki kral koltuğunda 65.000 ana şirket
oturmaktadır. 65. 000 ana şirketin tepesinde/doruğunda ise belirleyici olabilen
asıl büyük kralları oluşturan 500, 500 içinde de 200 ana şirket bulunmaktadır.
VIII
Üretimin
plansız ve anarşik karakteri, kapitalizmin nesnel ekonomik
yasalarından birisidir. Kapitalizmin bu yasası, emperyalist kapitalizmin de bir
yasası olmaya devam ediyor. Ancak, kapitalizmin anarşik ve plansız üretim
yasası, serbest rekabetçi kapitalizmin tekelci kapitalizme dönüşmesiyle, bazı değişiklikler
geçirmiştir. Lenin, konuyla ilgili şunları söyler:
“Rekabet tekele dönüşüyor. Bu da, üretimin
toplumsallaşmasında büyük bir ilerleme sonucunu doğuruyor. Özellikle de teknik
yetkinleşme ve buluşlar alanın da.
“Bu durum, birbirini tanımayan ve bilinmeyen bir
pazar için üretimde bulunan dağınık patronların o eski rekabetine hiç
benzememektedir. Yoğunlaşma öyle bir noktaya gelmiştir ki, artık bir ülkede,
hatta, göreceğimiz gibi, birçok ülkedeki, hatta hatta, bütün dünyadaki bütün
hammadde kaynaklarının (örneğin demir cevheri rezervlerinin) yaklaşık bir
dökümünü yapmak olanaklı olmaktadır. Yalnızca döküm yapılmakla kalmıyor, aynı
zamanda, bütün bu kaynaklar, dev tekel grupları tarafından ele geçiriliyor. Bu
grupların sözleşmeleriyle ‘bölüştükleri’ pazarların emme kapasitesi de,
yaklaşık olarak, tahmin edilmektedir…” (Emperyalizm, s. 28-29)
Tekelci
kapitalizmin evriminin vardığı bugünkü daha yüksek düzeyde, Lenin’in söz konusu
saptamaları ve tahlili çok daha açık ve keskin bir biçimde geçerlidir. Bugün,
ÇUŞ’lar, dünya pazarını temel alarak üretim, dolaşım ve birikim yapmaktadırlar.
Tüm faaliyetlerini, küresel ölçekte planlamaktadırlar. Bugün dünyamız, küçülmüş
küresel kapitalist bir kente (bizce “köy” benzetmesi yerinde değildir)
dönüşmüştür. Emperyalist tekeller,
“küçülmüş küresel kapitalist köy” döneminin tekelleridir, oysa ÇUŞ’lar,
“küresel kent”in, küçülmüş bir kapitalist küresel kente dönüşmüş olan günümüz
dünyasının tekelleridir. Tekeller, gerek ulusal ekonomilerin emperyalist
dünya ekonomisiyle birleşme düzeyi, gerek dünya ekonomisine hâkimiyet
dereceleriyle, gerekse de teknolojik atılımlar sayesinde bugün Lenin dönemiyle
kıyaslanamayacak derecede “bütün hammaddelerin” tam dökümünü yapmakta,
“pazarların emme kapasitesini” hesaplamakta vb. vb. Örneğin, uydu aracılığıyla,
yer altı kaynakları daha doğru ve bütünlüklü saptanabiliyor. Örneğin tüm
veriler ve yeni veriler anında bilgisayarlara yüklenip hızla değerlendirilerek geliştirilebilmektedir.
Örneğin tüketici gereksinmeleri, yeni yaratılan meta türlerinin sürüm ve
tüketilmesi olasılığı veya olasılıkları aşağı yukarı doğru olarak
hesaplanabiliyor, vb. vb. “Sıfır stokla”, “talebe göre üretim” esasıyla
çalışma, esnek piyasanın esnek yapısına uygun meta sürümünü planlama ve pazara
sürme yönelimi dikkat çekiyor. Yeni ve sahte gereksinmeler yaratarak
tüketicilere kabul ettirme ve pazarın emebilme kapasitesini tahmin etme, yeni
birikim modelinin bir gereği olarak tanımlanıyor. Açık ki Lenin’in yaşadığı
dönemle kıyaslanamayacak bir küresel dijital kapitalist dünya gerçeğiyle karşı
karşıyayız. Elbette ki emperyalizmin bu dönemini de ancak ve yalnızca Marksizm-Leninizm’in
kapitalizm ve emperyalizm teorisiyle, diyalektik materyalist yöntemiyle
anlayabiliyoruz. Burada, Marksizm-Leninizm’in yaşayan ruhunun “somut koşulların
somut çözümlenmesi” olduğu gerçeğini ise hatırlatmaya bile gerek yok.
Serbest
rekabetçi kapitalizmin tekelci kapitalizme, tekelci kapitalizmin tekelci devlet
kapitalizmine artan oranda dönüşmesi sürecinde Lenin’in değerlendirmesi çok
daha geçerli hale gelmişti. Bugün, emperyalist küreselleşmenin son dalgasının
atılımıyla, tekeller ve tekelci kapitalizm, tekelci devlet kapitalizmi yeni
dönemin gerekleri temelinde yeniden yapılanarak dönüşüm geçirdi. Ve bugün,
kapitalizmin anarşik ve plansız karakteri de buna bağlı olarak değişimler
geçirdi. Fakat dün olduğu gibi bugün de kapitalizm, üretim anarşisine ve aşırı
üretime krizine son verebilmiş, tam bir planlılığa geçebilmiş değildir ve bu,
kapitalizm koşullarında nesnel olarak da olanaklı değildir. Hatırlatmak bile
gereksizdir ki, üretimin sınırsız gelişme eğilimiyle kapitalizmin sınırlı
amacı, kar için üretim, kar, kar ve daha fazla kar için üretim amacı arasındaki
uzlaşmaz karşıtlık zaten buna olanak da tanımamaktadır…
Uluslararası
tekellerin, arkalarına aldıkları kendi ulusal devletleriyle birlikte, üretimi,
tüketimi, ticareti, dağıtımı, birikimi uluslararası çapta planlama
yeteneğinin gelişmiş olması, üretici güçlerin dünya çapında ulaştığı yüksek
gelişme düzeyini, üretimin dünya çapında ulaştığı yüksek toplumsallaşma
derecesini göstermektedir. Yanı sıra bu olgu, sosyalizmin ister güçlü bir
sosyalist kampın ortaya çıktığı koşullarda, isterse dünya çapında zafer
kazandığı koşullarda olsun, üretimin, toplumun maddi ve kültürel gereksinmeleri için
yapılmasının; üretimin, dünya çapında planlanmasının, maddi temelinin
tümüyle ve güçlü bir şekilde
olgunlaştığını açık-seçik kanıtlamaktadır. Keza bu olgu, emperyalist
dünya sisteminin bağrında, sosyalizmin nesnel temellerinin, maddi
öncüllerinin keskin bir tarzda oluştuğunu; üretici güçlerle kapitalist
üretim ilişkileri arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın/çelişkinin alabildiğince
keskinleşerek çözümünü çok keskin bir biçimde dayattığını ve artan
oranda dayatacağını göstermektedir. Kuşkusuz ki tarih, “ezilenler”i değil ama,
çelişkinin çözümü için enternasyonal proletaryayı
görev başına çağırmaktadır.
Tekrarlayarak
vurgulamak isteriz: Kapitalizmin emperyalizm aşamasında ve tekelci kapitalizmin
ÇUŞ’lu egemenlikle belirlenen kesitinde, tekellerin artan planlama yeteneği,
kapitalist üretimin anarşik karakterinin son bulduğu tezine dek geliştirilemez;
bu somut tarihsel gerçeğe, emperyalist ekonominin karakterine aykırıdır. Böyle
bir tez, hem teoriye, hem tarihsel deneyime, hem de hergün karşılaştığımız
kapitalizmin güncel gerçeklerine aykırı ve tümüyle oportünist ve
post-modernist, post-marksist bir tezdir. Bu saçma ve gerçek dışı teori ve tez,
Brenstein’dan Kautsky’e, Avrupa Komünizmi’nden günümüzün yeni burjuva
liberallerine dek uzanan tarihsel çizgide ileri sürülen ve savunulan, 19. yy
sonlarından başlayarak tekelci kapitalizmin bunalımlara son verdiği ya da
1950’den sonra, son verdiği iddiasının sözde yeni bir tez olarak, yeni dönemde de
bir savunusunu ifade eder. Kapitalizm
bugün pazarların emme kapasitesini vs. yaklaşık olarak doğru hesaplamasına
karşın, pazar için üretim, kar ve daha fazla kar için üretim tarzı olmaya devam
ediyor. Dolayısıyla, aşırı üretim, kapitalizmin onulmaz yarası
olmaya devam ediyor ve edecek de.
Konuyla
ilgili bizlere yol gösteren tez ve tahlil şöyledir:
“…Tröstler elbette tam planlılığa yol
açmamıştır, bugüne kadar da yol açmamaktadırlar ve açamazlar da. Fakat
planlılığa yol açtıkları ölçüde, sermaye kodamanları ulusal ya da hatta uluslararası
ölçekte üremin boyutunu önceden hesapladıkları ölçüde, üretimi planlı olarak
düzenledikleri ölçüde, her şeye rağmen kapitalizm içinde kalırız, yeni
bir aşamasında da olsa, yadsınamaz biçimde kapitalizm içinde kalırız. Böyle
bir kapitalizmin sosyalizme ‘yakınlığı’, proletaryanın gerçek temsilcileri için
sosyalist devrimin yakınlığı, kolaylığı, uygulanabilirliği, zorunluluğunun bir
kanıtı olmalıdır, yoksa tüm reformistlerin uğraştığı bu devrimin reddi ve
kapitalizmin şirin gösterilmesi karşısında hoşgörülü davranmanın bir gerekçesi
asla olmamalıdır.” (Lenin, Devlet ve Devrim, s. 84-85 açL.)
IX
Uluslararası tekeller, bu yeni dönemde, yeni tip bir yönetici
kuşak da yetiştirmiştir. Yeniden yapılanarak işlevli, azami karı geliştiren
yeni bir çalışma tarzı, yönetim tarzı, önderlik tarzı geliştirmiştir. Bu kuşak
ve yeni önderlik tarzı, yeni dönemin gereksinmelerini kavrayan ve yanıtlayan
profesyonel elit bir kuşak ve önderlik tarzıdır. Yeni yönetim tarzı, yönetim
kademelerini azaltmaya, ara kademeleri ortadan kaldırmaya ya da sınırlamaya, en
son teknolojik donanımla kuşanmış olarak, küresel çapta ve stratejik düşünen,
hareketli ve esnek bir yönetim ve çalışma tarzıyla şekillenmiştir. Azami karın
vahşi gaddarlıkla, dizginsiz Makyavelizm’le belirlenen ruh ve bilinci, bu
kuşağın, söz konusu elitin iliklerine dek işlemiştir. Bu elit yönetici kuşak,
olağanüstü yüksek ücretler almakta ve geniş ayrıcalıkla donanmış olarak tipik
bir burjuva yaşam tarzı sürdürmektedir. Bu kuşağın doruğuna yükselmiş CEO’ları
hatırlatmaya bile gerek yok sanırız. Kuşkusuz ki ÇUŞ’lar, bu yeni yönetici
tabakasını burjuvazinin en yetenekli ve nitelikli kadroları içerisinden
devşirmekte ve yetiştirmektedir. Teknik temeli mikroelektronik olan bilim ve
teknolojideki devasa sıçramalar sayesinde bilgisayar, telekomünikasyon,
enformasyon ve ulaştırmadaki olağanüstü gelişmeler sayesinde, ana şirketler ve
yeni yönetici elit kesim, gezegenimizin herhangi bir yanına dağılmış olan
binlerce, ama on binlerce şirketi, üretim ve dağıtım süreçlerini (planlama, tasarım, montaj, fiyatlandırma,
reklam, pazar payı vs.) ayrıntılı bir şekilde izlemekte, denetlemekte,
yönetmektedir. Bilgisayar, telekomünikasyon ve enformasyon teknolojisindeki
sıçramalar ve yetkinleşmeler nedeniyle ÇUŞ’lar uzak mesafelerdeki gelişmeleri
kolayca izlemekte, bilgi akışını ve denetimi kolay ve hızlı bir tarzda
gerçekleştirebilmekte, dünyanın en uzak köşesindeki üretim birimlerini,
firmalarının uzantılarını yönlendirebilmektedirler.
Konu bağlamında N. O. Witheford'un şu açıklamaları da aydınlatıcıdır.
"Bütün bu stratejik yer değiştirmeler, çok gelişmiş
nakliye ve iletişim araçlarına bağlıdır. Özellikle elektronik enformasyon
sistemleri, ulus ötesi şirketlere denetimi merkezileştirirken, işlemlerini
merkezsizleştirme olanağı tanır. Toronto'daki bürolarında idareciler bilgisayar
monitörlerinde Windows programlarını açarak, Seul'deki fabrikalarda makine
operatörlerinin performansını izlerler. Ford'un 'dünya otomobili' gibi ürünler
için imalat stratejileri, modüler parçaların standardizasyonunu
kusursuzlaştırmak kadar, farklı kıtalardaki işletmedeki üretim akışlarını
koordine etmek için de telekomünikasyona bel bağlarlar. Bunlar, hızlı, ucuz
nakliye ve basit rutinlerin vasıfsız işçiler tarafından gerçekleştirebileceği bilgisayarlı
otomasyona bağlıdırlar. Benetton gibi küresel ev sanayileri, satıcıları
alıcılara bağlamak, üretim ile stokları uyumlulaştırmak, dağınık yerlerdeki
işçileri gözetlemek ve hiyerarşilerin her halkasının arz ettiği ürünün
kalitesini ve hızını kontrol etmek için bilgisayar ağı kurmuşlardı. Aynı mantık
değişik ölçülerde, kanada süpermarketlerinin Afrika'dan gelen yeni kesilmiş
çiçekleri satmasına ya da Bonn ve Tokyo'daki seyahat acentalarının Tayland ve
Filipinler'deki seks turları satmalarına olanak tanır. Tüm alanlarda, Meksika
otomobil fabrikaları, Kenya tarım plantasyonları ya da Bankok genelevlerinde
üretim hala zahmetli, uzun süreli, fiziksel emeğe bağımlı olsa da koordinasyon
ve kontrol, uzaklıkları aşan ve maddi ufukları hiçe sayan hızdaki iletişim
akışları yoluyla sağlanır." (Siber Marx, Yüksek Teknoloji Çağında Sınıf Mücadelesi,
s. 204-205, Aykırı Yay.)
Burada, üretimin, sermayenin, teknolojinin,
yönetimin yeni dönemin gereksinmeleri ekseninde yeniden şekillenmesinde, esnek
ve hızlı hale gelmesinde ve getirilmesinde en büyük rolü, mikro-elektronik
teknolojisindeki sıçrama oluşturmuştur. Buna bağlı olan enformasyon ve
telekomünikasyon, ulaştırma sektörlerindeki sıçramalar, üretim, dolaşım ve yönetim
tarzını kolaylaştırmış ve ucuzlatmıştır. Bu yüksek teknik temel ve düşük maliyet, ÇUŞ’ların her
türlü bilgiyi yer küremizin dört bir yanına ulaştırabilmesine ve tüm süreçleri
denetleyebilmesine olanak sunmuştur. Bu olgu, merkezi denetim ve yönetimi
zayıflatmadan, üretimin değişik evrelerini esnek ve etkin bir şekilde denetlenebilmesini
ve üretimin coğrafi uzaklık önem taşımaksızın etkin bir tarzda
yönlendirilmesini güvencelemiş ve pratikleştirmiştir.
X
1995
yılında hazırlanan bir rapora göre (bkz., Petrol İş Yıllığı, 1995-96, s.752), ÇUŞ’ların istihdam ettiği kişi sayısı,
ÇUŞ’ların büyümesine bağlı olarak, son 20 yıl içinde “neredeyse iki katına
çıkarak 80 milyona ulaş”tığı, fakat “yine de bu sayının dünyadaki toplam
işgücünün (yaklaşık 2,4 milyar) ancak % 3’ünü” oluşturabildiği vurgulanmıştır. BM Avrupa Ekonomik Komisyonu ve Uluslararası
Robot Bilim Federasyonu’nun verilerine göre, “1991 yılında 81,000 birime ulaşan dünya
robot satışları yıllık yüzde 15 artış hızıyla devam” etmektedir. Dünya
üretiminin % 30’una yakınını doğrudan gerçekleştiren ÇUŞ’ların, toplam dünya
çalışanların ancak % 3’ünü istihdam ediyor oluşu, kapitalist sömürünün devasa
düzeyini ve yoğunluğunu sergilemektedir. Keza aynı veriler, sermayenin organik
bileşiminin büyümesinin önemini, üretim teknolojisindeki değişme ve atılımların
emek üretkenliğini, üretim verimliliğini ne denli yükselttiğini ve kronik
işsizliği de ne denli üreterek geliştirdiğini ortaya koymaktadır.
Bu
veriler, ÇUŞ’ların istihdamı arttırdığı demagojisinin süslü-püslü maskesini
yırtarak gerçeği gözler önüne sermektedir. Yine 1995 yılında BM’nin yayınladığı bir raporda yer alan
“120 milyon insan (daha sonra açıklanan bir raporda bu sayının 180
milyona ulaştığı saptanmıştır-bn.) açık
işsizlik yaşarken 750 milyondan fazla insanın iş gücü fazlası olarak” değerlendirilmesi, kronik
işsizlik olgusunu çarpıcı bir şekilde gösterdiği gibi, Marx’ ın “kapitalist nüfus yasası” olarak
tanımladığı kapitalist gelişme yasasını ne denli çarpıcı bir öngörüyle ortaya
koymuş olduğunu da kanıtlamaktadır.
XI
21.
asırda, nano teknoloji öne çıkacak gibi gözüküyor. Üretim mühendisliği,
yeni madde türleri yaratma mühendisliği, biyo-genetik mühendisliği,
telekomünikasyon mühendisliği, uzay mühendisliği, enformasyon mühendisliği,
siber pazarlamacılık (e-ticaret), insan kaynakları yönetimi, reklamcılık
sektörü, mekatronik mühendisliği (makine ve elektronik teknolojisinin,
bilgisayar ve yazılım teknolojisi ile birleştirilmesine dayanan akıllı makine;
düşünen, karar veren, verdiği karaları uygulayan yetenekli otomatik makineler
sistemi), devrimci ve komünist muhalefeti ve mücadeleyi etkisizleştirmek için
ileri teknoloji kullanımına dayanan hümanist(!) asimilasyon ve sistematik
işkence merkezleri olarak yeni tip cezaevleri, askeri teknoloji mühendisliği
vb. teknolojiler, ekonomik dallar, meslekler öne çıkacak veya daha özgül bir
yetkinleşme, yenilenme ve yetkinleşmeye dayalı bir tarzda uluslararası
emperyalist tekellerin hizmetine koşulacaktır. Kuşkusuz ki, tüm bunlar
emperyalist kapitalizmin azami karının hizmetinde olacak ve toplumsal
muhalefeti, devrimci başkaldırıları ezmek vs. için kullanılacaktır.
XII
Uluslararası
tekellerin ana şirketlerine bağımlı küçük, orta ve büyük boy işletme sayısı
850.000’i bulmaktadır. Taşeron kullanma ( taşeron üretimde, iş yapan firma,
işveren firmanın belirlediği özelliklere göre, işveren firmanın ürünlerinde
kullanılacak parça imal edilir) ve fason üretim (fason üretim, fason işveren iş
yerinin malzemesi kullanılarak, işveren firmanın belirlediği özelliklere uygun
olarak yapılan üretim ya da sunulan hizmettir) bu devasa ağın çok temel bir
sacayağını oluşturmaktadır. ÇUŞ’lar, piramitsel örgütlenme ağı ile yer küremizi
bir ahtapot gibi sarmış ve kanını emmektedirler. Üretim ve sermayenin devasa
boyutlarda yoğunlaşma ve merkezileşmesinin ürünü olan ÇUŞ’lar, üretimin
toplumsallaşmasında günümüzde ulaşılan en yüksek düzeydir; tepe noktasıdır ve
bu toplumsallaşma, bir eğilim olarak diyalektik bir hatta artan oranda sürmekte
ve sürecektir.
ÇUŞ
tipi yapılanmanın uluslararası tekeller için bir dizi avantajı bulunmakta ve
yeni tekelci kapitalist aşamanın gereksinmelerine yanıt vermektedir. Taşeron
kullanılması, fason üretim gibi yöntemler, burada, son derece temel bir role
sahip olgulardır. Bu yöntemler, yüksek
kar oranları yaratmaktadır. Ana firmaya doğrudan yönelebilecek işçi sınıfının
tepkisini dışsallaştırarak ana
firmanın söz konusu tepkinin muhatabı olması önlenmektedir. İşçilik maliyetini
aşırı derecede düşürmektedir. İşçinin iş ve çalışma koşullarının ve sosyal
haklarının üstlenilmesinden kaynaklanan ve kar oranını düşürecek tüm yüklerden ana firmayı kurtarmaktadır.
Hızlı teknolojik gelişmenin ve keskin rekabetin dayattığı teknolojik yenilenme,
sabit sermaye yenilenmesine ayrılması gereken devasa sermaye yükünden ana firmayı korumakta, kurtarmakta ya da bu
yükü uzun bir süre geciktirmektedir. Böylece, üretim için gerekli parçalar,
parça üretiminde uzmanlaşmış alt firmalardan karşılanmakta ve bu avantaj
sistemli bir şekilde kullanılmaktadır.
Konuyla
ilgili somut bir fikir verdiği için, tipik bir Japon otomobil firmasının uyguladığı “alt sözleşme” tablosunu aşağıya aktarıyoruz.
“Burada iş gücü piyasalarında esnekliğin en
çok kullanıldığı ve özellikle azgelişmiş ülke ekonomilerini belirleyen
alt-sözleşme ilişkileri üzerinde yoğunlaşmak gerekiyor. Alt-sözleşme ya da
taşeronlaşmanın ana firma için bir dizi avantajı vardır. Son zamanlarda Japon
sermayesini analiz eden çalışmalarda Japon sermayesini etkin kılan temel
değişkenin ana firmaların iki ve üç aşamaya varan alt-sözleşme ilişkilerine
girmesi gösterilmekte. R.A. Palat çalışmasında gösterdiği gibi tipik bir Japon
otomobil üreticisi 170 birincil alt-sözleşme ilişkisine girerken, birincil
alt-sözleşmeye dayalı üretim yapan firmalar ise 4700 firma ile alt-sözleşme
ilişkisini yürütmekte, ikinci alt-sözleşme ilişkisine bağlı bir diğer alt
sözleşme yapan firmaların sayısının ise 31.600 olduğu belirtilmekte. Son alt
sözleşme ilişkisine giren küçük ölçekli firmaların altında ise geniş sayılara
varan eve iş alan kadınlar yer almakta. (Palat, 1996)” (95-96 P.İ.Y.,
Tarihsel ve Toplumsal Bir Süreç Olarak Kapitalizm ve Esneklik, Dr. Fuat Ercan,
s. 682)
Şu
açıklama da konuyla ilgili oldukça aydınlatıcıdır:
“Büyük ana firmalarla onun etrafında çeşitli
halkalar teşkil eden tedarikçi firmalar üzerine yapılan bir araştırmada, bu
firmalardaki çalışma sürelerinin, ana firmalara göre % 10 daha fazla olduğu
görülmüştür. Bu dıştaki halkada yer alan tedarikçi firma sayısı 5000 iken, daha
sonraki halkada 40 000 küçük tedarikçi firma bulunmaktadır. Bu firmalarda resmi
çalışma süresi yılda 2500 saattir ve bu da ana firmadan atılan ya da ayrılan
işçi için, tedarikçi firmalarda
iş bulabildiği taktirde, % 33-44 oranında daha düşük ücretle, % 25 daha fazla
çalışmak anlamına geliyor (Altman, 1992; 27-28). Bu nedenle yalın üretim
sisteminde iş değiştirmek kesinlikle bir olanak değil, kabus halini almaktadır.”
(P:İ.Y., “Post-Fordist Emek Sürecinde Sermaye-Ücretli Emek İlişkisi”, Doç. Dr.
Hacer Ansal, s. 725)
Üretimdeki
yoğunlaşmanın ürünü olan yeni tipteki uluslararasılaşma, bilim ve teknikteki
sıçramalı gelişimin, ulaştırma ve iletişim sektöründeki ucuzlamanın da güçlü
itkisiyle şekillenmektedir. Sungur Savran’ın başka bir kaynaktan aktardığı
verilere göre (bkz. Sınıf Bilinci, Sayı.16, “Küreselleşme mi, Uluslararasılaşma
mı?”, s.37), sabit fiyatlar üzerinden hesaplandığında, 1920’den 1990’a kadar
geçen zaman diliminde “ortalama maliyetler deniz taşımacılığında yaklaşık %70,
hava taşımacılığında yaklaşık %80, uydu kullanımında yaklaşık %90, uluslararası
telefon kullanımında ise %99 düşmüştür.”
Bilişim ve iletişim, ulaştırma teknolojilerindeki sıçramalar,
teknolojinin giderek ucuzlaması uluslararası tekellerin yükselip yayılışında,
dünya pazarını temel alarak örgütlenmesinde; üretimi, ticareti, finansı vb
operasyonal tarzda optimal yönetmesinde gerekli maddi-teknik temeli
sağlamıştır.*
Kapitalizmin “teorik ve tarihsel” bir
tahlilini yaparak, serbest rekabetin üretimin yoğunlaşmasına yol açtığını,
bunun ise, belirli bir gelişme aşamasında, tekelciliğe götürdüğünü tanıtlayan Marx’ı
tamamlayan Lenin, şöyle der: “Rekabet tekele dönüşüyor. Bu da, üretimin
toplumsallaşmasında büyük bir ilerleme sonucunu doğuruyor. Özellikle de, teknik
yetkinleşme ve buluşlar alanında.” Açık ki, özellikle de teknik buluşlar ve
tekniğin yetkinleştirilmesi, bir yandan üretimin toplumsallaşmasına ivme
kazandırırken, öte yandan da üretim sürecine uygulanıp genelleştiği oranda,
üretim, ulaştırma, dolaşım, iletişim vb. sektörlerde maliyetleri düşürmekte ve
dünyamız artan oranda “küresel köy”e, daha doğrusu gitgide küçülen modern
“küresel kente” dönüşmektedir. Bir bilgisayar ve internet kullanımının veya
özellikle 1960 başlarından itibaren hızlı artan ve tüm yer küreyi kapsayan hava
ulaşımının bu alandaki etkisini, teoriye gerek duymaksızın da, her birey günlük
yaşamında rahatlıkla gözleyebilmektedir. Ya da herhangi bir uluslararası
tekelin CEO’su, dünyanın herhangi bir yerinden diz üstü bir bilgisayarla
üretim, dağıtım, dolaşım, tüketim aşamalarını rahatlıkla izleyebilmekte,
denetleyebilmektedir vb… Burada tek ölçü, azami kardır. Amaç:
Azami kar. Başarının tek ölçütü: Azami kar. Büyümenin tek hedefi:
Azami kar. ÇUŞ’ların temel sloganı şudur: Her Şey Azami Kar İçin! Her
Yerde Azami Kar İçin! Yaşasın Azami Kar!
Doğrudan
ve dolaylı olarak, dünya üretimini, finansmanını, ticareti, yatırımları büyük
ölçüde kontrol eden ÇUŞ’lar, dünyamızın gerçeğidir. Kapitalizmin mutlak bir
yasası olan ve emperyalizm çağı ile
birlikte çok daha keskin biçimlere bürünmüş olan kapitalizmin eşitsiz
gelişme yasası, bugün çok daha yüksek bir tekelci kapitalizm evresinde çok daha güçlü bir tarzda
tepkimektedir. Bu yasa, ÇUŞ’lar dünyasına da damgasını vurmaktadır.
Uzlaşmaz niteliğe sahip olan emperyalistler arası çelişkiler, uluslararası
tekeller arasındaki kapitalist rekabet, azami kar dürtüsüyle önümüzdeki on
yıllar içinde daha da keskinleşecek ve şiddetlenecektir. Bu olguya bağlı
olarak, karşı-devrim kampı içerisinde artacak olan parçalanmanın, devrimin dolaylı
yedeği olarak dünya devrimine daha fazla hizmet edeceğini söylemek için ise
müneccim olmaya gerek yoktur herhalde.
ÇUŞ’lar
kendi devletleriyle iç içe çalışırlar. Her türlü kirli işin içerisindedirler.
Kendi devletleri için casusluk yaptıkları gibi, kendi devletleri de ÇUŞ’ların
gerek duyduğu her türlü bilgiyi, istihbarat bilgilerini ÇUŞ’larına aktarırlar.
Kuşkusuz ki, kimi zaman ÇUŞ’lar ile ulusal devletleri arasındaki aktif ilişkide
önemli sorunlar, çelişkiler, çeşitli biçimler alan mücadeleler vs. yaşanmaktadır;
ama belirleyici olan çıkar ortaklığı ve kaynaşmadır… ÇUŞ’lar devletin stratejik
noktalarında yer alan pek çok devlet görevlisini devşirerek kendi aygıtlarında
örgütlerler. Keza, pek çok kadrosunu da devlet ve hükümet görevlerine
aktarırlar. Böylece devletle, hükümetle sıkı bağlar kurar, ÇUŞ’ların çıkarları
temelinde devlet ve hükümet politikalarını yönlendirmeye de çalışırlar.
Olağanüstü kudretleri sayesinde bunu kolayca da başarırlar. Son derece örgütlü
ve kurumlaşmış olan rüşvet çarkı da ÇUŞ’ların elinde her kapıyı açan sihirli
bir değnektir. Medya ve çeşitli türden lobiler her an emirlerine amadedir. Ki
küreselleşmenin son dalgası üzerinde yükselen “yönetişimci devlet”
yapılanmasıyla ÇUŞ’lar, eski klasik örtülere de gerek duymadan zaten burjuva
devletin açık ortakları ve yöneticileri haline gelmişlerdir…
ÇUŞ’lar, dünya çapında ve kendileri bakımından stratejik önem
taşıyan pazarlarda sistematik bir istihbarat örgütü gibi çalışırlar ve
ellerinin altında her türlü bilgi ve veriyi (hedef pazarların, sektörlerin,
devletlerin, ulusların vs. vb. tarihsel, ekonomik, siyasal, toplumsal, kültürel
yapısı, sınıfsal yapısı ve mücadeleye etkisi, mücadelenin gelişme yönü ve olası
sonuçları, güçlü-zayıf yanları, devletin kadro yapısı, sivil ve askeri bürokratik
görevlerde olan memurlar ve devlet aygıtında yükselen ve yükseltilmesi
gerekenler, siyasi partiler ve liderleri, memur ve siyasetçilerin özel yaşamı,
şantaja açık yönlerini, örneğin hedef ülkenin tuvalet kullanma alışkanlıklarına
kadar akla gelebilecek her şey için) el altında bulundururlar. Tüm bu
çalışmanın her bir unsurunun değerini ne yazık ki, ÇUŞ’lar genellikle ya da
çoğunlukla bizden daha iyi bilirler ve tepe tepe kullanırlar… Yani uluslararası
tekeller, işlerini, çıkarlarını, atacakları adımları ne Allah’a havale ederler
ne şansa bırakırlar ne de sadece kendi devletlerine ve istihbarat örgütlerine.
Yerküremizi bir ahtapot gibi saran, bir örümcek ağı gibi
örgütlenen uluslararası tekeller özellikle ABD, AB, Japonya kökenli ÇUŞ'lardır.
Ve herbir ÇUŞ'un arkasında da kendi emperyalist devleti durmaktadır. İleri
teknoloji desteği, AR-GE çalışmalarının devlet tarafından fonlanması, vergi
indirimleri, altyapı yatırımları, ihracat teşvik primleri, kredi kolaylıkları,
rakip tekellere yaptırım, elverişli yasal çerçevenin hazırlanması, kapitalist
maliyet fiyatlarının ucuzlatılması, bütçe olanaklarının artan oranda tekellere
kaydırılması, devlet-şirket-üniversite işbirliğinin teşvik edilmesi,
yağlı-ballı devlet işletmelerinin sudan ucuza tekellere devri, sosyal
hizmetlerin özelleştirilmesi, küresel pazarda kendi tekelleri lehine lobi
çalışması ve baskı kurma vb. gibi sayısız ekonomik, politik destek ve teşvik
burjuva devletlerin (ve hükümetlerin) kendi tekellerine sunduğu enerjik
olanaklardır.
H. Magdoff'un şu değerlendirmesi yalnızca ABD için değil,
genel olarak emperyalist devletler sisteminde burjuva ulus devlet-ÇUŞ ilişkisi
bakımından da özsel olarak geçerlidir.
"Parasal kaynakların ve insan kaynakların yoğun bir
biçimde silah geliştirilmesi çalışmalarına yatırılması, iletişim, taşımacılık
ve bilgisayar alanlarında büyük bir sıçrama yaşanmasına neden olarak iş
dünyasının önüne yeni fırsatlar açılmasını sağlamıştır. Savaş yıllarında
yaşanan teknolojik sıçrama, sonraki dönemde sürekli olarak gelen devlet desteğiyle
daha da gelişmiştir. 1950'lerin ortalarından bu yana Amerika Birleşik
Devletleri'nde yapılan araştırma-geliştirme çalışmaların %50 ila %60'ı federal
hükümet tarafından finanse edilmiştir." (Sömürgecilikten Günümüze
Emperyalizm, s. 208, Kalkedon Yay.)
Özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında tekelci devlet
kapitalizminin yükselişiyle birlikte emperyalist devletlerin AR-GE yatırımları
da ivme kazanmıştır. Gerek dünya savaşı sürecinde militarizmin
yetkinleştirilmesi için geliştirilen enformasyon ve telekomünikasyon, ulaştırma
teknolojileri, gerekse de savaş sonrası kapitalist üretimin gelişen
gereksinmeleri ve Amerikan emperyalizminin devasa askeri gücünü daha da
yetkinleştirerek hegemonyasını perçinlemek için geliştirdiği teknolojik
sıçramalar, mali sermaye devletinin teknolojik alanda da tekellere öncülük
yapmasına yol açmıştır. Bugün artık ucuzlayarak sıradanlaşan bilgisayarın,
internetin tarihsel öyküsünden de bu gerçeği bilmekteyiz.
Emperyalist devletler ve tekeller arası hegemonya ve rekabet
mücadelesi çağımızın temel karakteristik olgularından birisidir. Bu,
emperyalist kapitalizmin hem tarihsel hem de güncel bir gerçeğidir.
Uluslararası tekeller, bir yandan kıran kırana rekabet ederken, öte yandan da
çıkarların ortaklaştığı koşullarda, ileri teknoloji geliştirmek için ittifaklar
da yapmaktadırlar. Karlarını azamileştirmek, orta ve uzun vadede rakipleri
karşısında egemen hale gelmek, teknoloji üretiminde maliyetleri düşürmek,
teknolojik geriliği aşmak, kalifiye "bilimsel ve evrensel emek"lere daha
kolay ulaşmak, piyasada tekel konumunu korumak ya da tekel olan tekellerin
ayağını kaydırmak ya da hızla yükselen rakibi etkisizleştirmek, yeni pazarlara
açılmak, pazar paylarını daha da büyütmek vb. gibi gereksinimler, ortak paydada
bir araya geldiğinde, her bir tarafın özgün hesapları ve temel çıkarları,
geçici de olsa, çelişmediği ya da bu çelişkilerin geçici olarak önemsenmediği
koşullarda bu kategoride de ittifaklar kurulabilmektedirler. Günümüzde ileri
teknolojinin daha sofistike bir hal almış olması, onun geliştirilmesinin daha
büyük mali kaynakları gerektirmesi, en yetkin kafa emeklerinin bir araya
getirilmesi gereksiniminin bu bakımdan yaşamsal bir önem taşıdığına dikkat
çekmek gereksiz olmasa gerek.
"Firmalar Arası
Stratejik Teknolojik İttifaklar" bağlamında aşağıdaki tablo
aydınlatıcıdır.
“FİRMALAR
ARASI STRATEJİK TEKNOLOJİK İTTİFAKLAR- (1980-90)
Teknoloji Alanı İttifak
Sayısı Gelişmiş Ülkeler
Biyo-teknoloji 846 99,1
Yeni materyal
430 96,5
Bilgisayar 199 98,0
Endüstriyel 281 96,1
Mikro-elektronik 387
99,1
Software 346 97,3
Telekom 368 99,3
IT 148 84,3
Aviation 228
96,9
Kimyasal 410 87,6
Yiyecek 42
90,5
Ağır elektronik 141 96,5
MT/Araçlar 95 100
Diğerleri 66 9,9
TOPLAM 4192 95,7”
(Neoliberal
Saldırı, Kriz ve İnsanlık, s. 87, Ütopya Yay.)
Tablodan görülebileceği gibi, söz konusu teknolojik
ittifakların merkezinde ÇUŞ'lar duruyor. Söz konusu ÇUŞ'lar da emperyalist
Kuzey'in ÇUŞ'larıdır. “Bu şirketler de ağırlıklı olarak, AB, ABD ve Japonya
kökenlidir. Yapılan bir araştırmaya göre; dünyada stratejik işbirliğine giren
firmaların; %31'i AB kökenli firmaların kendi aralarında, %26'sı ABD ve AB
kökenli firmalar arasında ve %8'i de ABD ve Japonya firmaları arasında
gerçekleştiriliyor." Burada, yükselen emperyalist bir rekabet merkezi
olarak AB'li uluslararası tekellerin kendi iç rekabetine karşın %31'lik gibi
yüksek bir oranda kurduğu ittifak ile bir diğer emperyalist rekabet odağı olan
Japonya'nın ABD ve AB ile kurduğu ittifakların sınırlılığı dikkat çekiyor. Keza
ABD'nin dünya hegemonyasına meydan okuyan AB ile ABD'li ÇUŞ'lar arasındaki
%26'lık gibi yüksek bir oran da ayrıca dikkate değer bir olgudur…
Tablodan da görülebileceği gibi
sektörel bazda teknolojik ittifak alanı oldukça geniş alana yayılmıştır.
Geliştirilmek istenen teknolojilerin sektörel bazdaki dağılımı, 21. asırda
giderek daha fazla öne çıkacak sektörlere de ışık tutmaktadır. Kuşkusuz ki bu
ittifakların arkasında burjuva ulus devletler dizisi bulunmaktadır. Emperyalist
devletler devasa fonlarla, politik vb. destekleriyle kendi ÇUŞ'larını
semirtirken ileri teknoloji üretiminde de her an ÇUŞ'ların arkasında
durmaktadırlar.
Bitirmeden açıklayarak eklemek
gerekmektedir: ÇUŞ’ların, yani uluslararası emperyalist tekellerin
hegemonyasıyla belirlenen emperyalist kapitalizmin bu yeni evresinde tekelci
devlet kapitalizmi de yeniden yapılanmıştır. “Refah kapitalizmi” ve “sosyal
devlet ilkesi”nin tasfiyesini, özellikle de burjuva devlet mülkiyetinin
ÇUŞ’lara, yerli holdinglere devrinden yola çıkan bir teze göre,
“neoliberalizm”le birlikte tekelci devlet kapitalizmi de tasfiye edilmiştir,
edilmektedir. Bu değerlendirmeye göre, tekelci devlet kapitalizmi, kolektif
kapitalist mülkiyet olan devlet mülkiyetindeki işletmelerden vs. oluşuyor. Böyle
bir yaklaşımın tekelci devlet kapitalizmi olgusunun yüzeysel, yetersiz, çarpık
kavranışının sonucu olduğu açıktır. Devlet işletmelerinin doğuşu ve gelişimi
kuşkusuz ki tekelci devlet kapitalizminin görüngülerinden birisini
oluşturmaktadır ama bundan hareketle tekelci devlet kapitalizmini KİT türü
devlet mülkiyeti ve işletmeciliğine indirgemek, gerçekte, tekelci devlet
kapitalizmi olgusundan fazla bir şey anlamamak anlamına gelmektedir.
Öncelikle tekelci devlet kapitalizmi
olgusunun temel özelliğinin kolektif kapitalist mülkiyet olmadığını anlamak
gerekir. Tekelci devlet kapitalizminin temel karakteristiği, tekellerle devlet
aygıtının daha fazla iç içe geçişi, tekellerin devlet iktidarını ele geçirişi,
tekellerle devlet aygıtının kaynaşması; devletin tekellerin yürütme organı
haline gelişini ifade etmektedir. Yani, sorunu ele alır, incelerken kavranacak halka bu halka olmalıdır.
İkinci olarak, tekelci devlet
kapitalizminin, kapitalist emperyalizmin gelişmesine bağlı olarak, yeniden ve
yeniden biçimlenebileceğini bilince çıkarmak, sorunu mekanik, şematik, dogmatik
ölçülerde ele almaktan kaçınmak gerekir. Emperyalizm çağında, emperyalizmin ve
tekellerin ve burjuva devletin şu 100 yılı aşan tarihsel kesit içerisinde
değişerek, yeniden biçimlenerek, yeni biçimler alarak geliştiğini zaten
görüyoruz…
Bu ön uyarı ve açıklamaların
ardından, günümüzde tekelci devlet kapitalizmi olgusuna girebiliriz artık.
Lenin, I. Emperyalist Dünya Paylaşım
Savaşı’nın emperyalist tekelci kapitalizmin tekelci devlet kapitalizmine doğru
gelişimini ve dönüşümünü olağanüstü ölçüde hızlandırdığını vurgular. I. ve II. emperyalist
genel paylaşım savaşları, kapitalizmin 1929-33 dünya ekonomik krizi süreçleri,
1945-70/75 tarihsel kesitinde (“Keynesyen politikalar”, “refah kapitalizmi”, “sosyal
devlet”, “ulusal kalkınmacılık” süreçlerinde), tekelci devlet kapitalizmi “altın
yıllar”ını yaşadı. Üretim ve sermayenin yoğunlaşıp, merkezileşerek
uluslararasılaşmasında tekelci devlet kapitalizminin gelişimi çok temel
rollerden birisini oynadı.
Tarihin bu kesitinde, emperyalist
tekelciliğin ikincil biçimleri olan (değişik türden) uluslararası tekeller gelişerek
tekelciliğin ana biçimlerine dönüştü. Artık dönem ÇUŞ’ların dönemiydi.
Emperyalist dünya ekonomisi ve siyasi sistemi ÇUŞ’ların hegemonyasına bağlı
olarak köklü bir değişim sürecinden geçti. Bu sürece bağlı olarak tekelci
devlet kapitalizmi de yeniden biçimlenerek bu süreçte yapısal bir dönüşüme
uğradı. Keza, “neoliberal” politikalarla tekelci kapitalist devlet mülkiyetinin
özelleştirilmeler yoluyla tekellere devri ÇUŞ’ların ortaya çıkmasında çok
önemli bir yer tuttu.
Uluslararası tekellerin saldırı
programı, yeni birikim ve gelişme çizgisi olan “neoliberalizm”le birlikte
tekelci devlet kapitalizmi son bulmadı, aksine yeni dönemin gerekleri ekseninde,
dünya pazarı temeli üzerinde, yeniden yapılandı. Bu yeniden yapılanmanın ana
unsuru, burjuva devletin uluslararası tekellerle kaynaşmasının, bu tekeller
tarafından ele geçirilişinin “yönetişimci” açık ortaklık temelinde devletin
daha yüksek bir düzeyde ele geçirilişi, burjuva devletin tekellerin devleti,
yürütme organı olduğunun böylece daha çarpıcı ortaya çıkmasıdır. Şimdi devlet,
tüm ekonomik, siyasal, askeri gücü ile uluslararası tekellerin kontrolünde.
Şimdi devlet, açık seçik, ben ÇUŞ’ların devletiyim, diyerek haykırmaktadır.
Sorunun özü ve özeti de bu noktada yatmaktadır. Yoksa tekelci devlet mülkiyetin,
“devletin ekonomiden çekilmesi”, “ekonominin özel sektöre bırakılması”
politikasının bir gereği olarak ÇUŞ’lara bırakılması, tekelci devlet
kapitalizminin sonu falan değildir. Tekelci devlet kapitalizmi uluslararası
tekellerin emperyalizmi gerçekliğine göre yeniden, yeni bir biçimde
biçimlenmiştir. Son ekonomik kriz dalgasından da görülebileceği, krizin bütün
yükü saldırganca proletarya ve halkların sırtına yıkılırken, iflas eden
ÇUŞ’lar, kendi devletleri tarafından kurtarıldı, “neoliberal” burjuva devlet
her şey ÇUŞ’larım için diyerek kendini ortaya koydu vb.
*Söz konusu maddi-teknik temel ve
uluslararasılaşma düzeyi üretici güçlerin dar burjuva ulusal sınırlarla ne
denli keskin bir çelişki ve çatışma içerisinde olduğunu gösteriyor. Üretici
güçlerin küresel ölçekte gelişmesi ile dar burjuva ulusal sınırlar arasındaki
çelişkiyi sermaye, uluslararasılaşmayla, uluslararası tekeller aracılığıyla
aşma yönelimi içerisindedir. Üretimin ve sermayenin küresel ölçekte artan
yoğunlaşması ve merkezileşmesi ile burjuva ulus devlet ve dar burjuva ulusal
sınırlar; üretimin sınırsız gelişme eğilimiyle burjuvazinin dar, sınırlı amacı
arasındaki bu çelişki(ler), kapitalist üretim tarzının onulmaz nesnel bir içsel
çelişkisidir. Bu çelişkinin zora dayalı çözümünü ifade eden küresel/uluslararası
ekonomik ve mali krizler, dünya savaşları, sadece ve sadece çelişkinin zora
dayalı geçici çözümüdür ve her seferinde çelişkinin daha keskin biçimlerde
ortaya çıkarak daha yıkıcı bir güce dönüşmesinden başka bir şeye de
yaramamaktadır. Kuşkusuz ki çelişkinin çözümü uluslararası proleter sosyalist
devrimin zaferinde yatmaktadır.