EMPERYALİST KÜRESELLEŞMENİN
PANORAMASI
OKUYUCUYA NOT
“Küreselleşme” sorunu üzerine kamuoyuna
açık bir tartışma süreci başlatılmış durumda. Tartışma, “Pratik İçin Teorik Merak” isimli
yayın organı üzerinden geliştirilecek. Bu tartışma sürecine kendi sitemiz üzerinden
katkıyı amaçlayan yazılar yayınlayarak da katılacağız. Yayın organındaki yer
darlığı dikkate alındığında, bu durumda, site üzerinden de bir katkı yapmanın
gerekli ve yararlı olacağını düşündük. Ceylan-Akademi Yayıncılık tarafından baskısı
yapılmış “Emperyalist Küreselleşme ve Dünya Devrimi- Değişen Ne?” başlıklı
kitabımızın tartışmaya katılacak nispeten geniş bir kesimin eline geçememiş
olmasını da ayrıca dikkate alarak, kitabımızdan yararlanarak hazırladığımız
yazılarımızı belli bir düzen içerisinde yayınlayacağız.
Bir bilgi notu olarak ekliyoruz: Bu
satırların yazarı, uzun yıllardan bu yana, teorinin, programın, stratejinin,
taktiğin temel sorunlarında tartışmaların kamuoyu önünde açıkça yapılmasını
gerekli görmüş ve bunun mücadelesini vermiştir. Dolayısıyla kamuoyu önünde
başlatılmış olan bu girişimi olumlu karşılamaktadır.
“Küreselleşme” sorunu da, geride
kalan tarih içerisinde çoktan incelenmesi, tartışılması, çözülmesi; böylece bu
bakımdan da teorinin, programın, stratejinin, taktiklerin; propaganda, ajitasyon,
örgütleme ve eylem hattının daha yüksek bir donanıma kavuşturulması gerekirdi.
Çünkü öncülük, önderlik, önderleşme misyon ve iddiası bunu gerektirmekteydi. Ama
ne yazık ki bu doğrultudaki girişimler hep sınırlı, yetersiz, istikrarsız,
başarısız girişimler olarak kalmıştır. Bu durumun komünist hareketin
gelişmesini yüzeyselleştirerek engellediği ise kesindir.
Bu tablonun rastlantılarla, başarılı
önderlik ve çalışma tarzıyla vb. izah edilemeyeceği açık olsa gerek. Hele de,
40 yılı aşan devrimci hareketin deneyimi, 30 yılı aşan komünist devrimcilik
tarihinin, 20 yıla varmakta olan birlik devriminden bu yana geçen tarihsel
tecrübeden sonra, bunu elbette ki kimse iddia edemez ya da iddia etmemelidir. Önderlik
anlayışı ve çalışma tarzı, teoriye karşı ilgi zayıflığı, iç ve uluslararası
politik iktidar mücadelesinde iddia zayıflığı bu vb. sorunların oldukça
gecikilerek ele alınmasının ana nedenini oluşturmaktadır. Burada işin temeline
ve başına idareimaslahatçı önderlik anlayışı ve çalışma tarzını oturmak gerekmektedir.
Kuşkusuz ki (küçümsenmemesi gereken) diğer faktörler sonra gelir. Tüm bir iç ve
uluslararası tarihsel deneyimden öğrenmek de içerisinde olmak üzere, yeni ve
bütünlüklü bir atılıma, komünist devrimci eleştirel yenilenmeye, yeni bir
Birlik Devrimi zihniyetine ve irade gücüne gereksinim olduğu ise bizce açık ve
kesindir. Ki bu süreç, tek bir atılımdan ya da bir iki atılımdan ibaret bir
süreç değildir ve olamaz da! Bu yenilenme gereksinimi, komünizme dek sürecek
kesintisiz devrim sürecinin asli temelidir. Bu bağıntıda, herhangi bir emekçi
sınıf ve tabakanın değil, ezilenlerin değil, yalnızca proletaryanın sınıfsal
öncüsü/önderliği olarak misyon üstlenen bir hareketin Marksizm-Leninizm’e tam
bir sadakatle tarihin çağrısına yanıt vermesi gerektiği açıktır. Uluslararası
Komünist Hareketin, SBKP (B)’nin, başta SSCB olmak üzere sosyalist kampın
bürokratik tasfiyeci çürümesi tarihsel deneyimi bu bakımdan da özel olarak
Marksist Leninist Komünistleri uyarması ve aydınlatması gerekir.
İlkeli, yapıcı, geliştirici bir
tartışma dileğiyle tartışmalara katılacakları selamlıyoruz ve başarılar
diliyoruz.
EMPERYALİST KÜRESELLEŞMENİN
PANORAMASI
I.
BÖLÜM
1)KAPİTALİZM, EMPERYALİZM VE KÜRESELLEŞME
Emperyalist
küreselleşme (kapitalist emperyalizmin
küresel çapta ivmelenmiş olan yoğunlaşması, merkezileşmesi; uluslararasılaşması),
kapitalist emperyalizmin gelişme yasalarına dayanmaktadır. Emperyalist
küreselleşmeyi hazırlayan şey, genel olarak kapitalizmin tarihi özel olarak da
kapitalizmin emperyalizm aşamasıdır. Kapitalist emperyalizmin daha hızlı
küreselleşmesi (uluslararasılaşması!), 1950’ler, 1960’lar sonrası ve özellikle
son çeyrek asırda daha da artan yoğunlaşma ve merkezileşmesiyle ilgili bir
olgudur. Üretici güçlerin dünya çapındaki büyümesi, dünya
kapitalist ekonomisinin daha hızlı ve daha yoğun uluslararasılaşmasının
maddi temelini oluşturmaktadır. Bu, aynı zamanda, üretimin dünya
ölçeğinde daha yüksek bir temel ve düzeyde toplumsallaşmasını
ifade etmektedir. Keza bu, dar burjuva
ulusal sınırlar ve burjuva ulus devletle üretici güçlerin küresel
ölçekte gelişmesi arasındaki açık ve keskin çelişki ve çatışmanın da
ifadesidir. Bu olgu, toplumsal üretici güçlerle kapitalist üretim ilişkileri
arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın, kapitalist üretim ilişkilerinin üretici
güçlerin özgürce gelişimini engellediğini, artan oranda önlediğini açıkça
göstermektedir. Emperyalist küreselleşmenin son atılımıyla söz konusu çelişki
de daha fazla uluslararasılaşmıştır.
Üretici güçlerin küresel ölçekte gelişmesiyle
dar burjuva ulusal sınırlar ve burjuva ulusal devlet arasındaki çelişkinin daha
da keskinleşmesi, emperyalist dünya sisteminin üretici güçlerin özgürce gelişiminin önündeki ana engeli oluşturduğunu
kanıtlamaktadır. Bu maddi temel ve gelişme olgusu, kabına sığmayan ve kapitalist mülk edinme biçimi
tarafından özgürce gelişimine ket vurulan üretici güçlerin küresel ölçekte örgütlenmesi gerektiğini; küresel ölçekte proleter kamusal/toplumsal
mülkiyetin ve buna bağlı küresel merkezi planlı ekonominin gerekliliğinin
kaçınılmazlığının açık kanıtını oluşturmaktadır.
Kapitalist küreselleşme (uluslararasılaşma), kapitalizmin doğasında
yatan bir olgudur. Bu tarihsel olgunun yok sayılmasıyla yapılan ve yapılacak
her türlü “küreselleşme” analizinin yanlış olduğu ve olacağı açık olsa gerek.
Marx’ın dediği gibi, “Dünya
piyasası yaratma eğilimi doğrudan doğruya sermayenin kavramında verilidir.
Her sınır üstesinden gelinecek bir ayakbağıdır.” (Grundrısse, s. 445, açM, Birinci Baskı, Birikim Yay., Baskı tarihi:
Ekim 1979) “Dünya pazarının yaratılması”, “kapitalist üretimin üç temel
olgusu”ndan birisidir” (Kapital, C.III,
s. 235, Sol Yay.) “Kapitalist üretim tarzı… dünya piyasası yaratılmasının
tarihsel bir aracı”dır. ( age, s. 222)
Kapitalizmin uluslararasılaşması olgusu, kapitalizmin doğuşu
ve yükselişiyle
başlayan
ve gelişen, kapitalizmin emperyalizm aşamasında daha yüksek bir ekonomik
ve toplumsal düzene geçişle ve yeni bir nitelikle belirlenen ve
böylece daha yüksek tipte ortaya çıkan bir olgudur. Bu bağlamda, sermayenin
küreselleşmesi olgusu, ne sadece kapitalizmin doğuş ve gelişmesinin bir
evresiyle ne de sadece son çeyrek asrıyla ilgili bir konu ve olgudur. Aksine,
tarihsel olarak, tüm kapitalist evrimin bir olgusu ve bu olgunun artan oranda
derinleşmesi, gelişmesi, genelleşmesi; artan oranda yoğunlaşması ve
merkezileşmesiyle bağlı bir olgudur. Bilimsel-teknik devrim (kuşkusuz kar ve
azami karın izin verdiği çerçevede), söz konusu uluslararasılaşmada çok önemli
bir etkeni, öncü dinamoyu oluşturmaktadır.
Sorunun
daha iyi kavranabilmesi için, kapitalizmin
tarihsel evrimi bağlamında kapitalist
küreselleşmenin tarihçesine,
kısaca da olsa, bir göz atmakta yarar vardır.
Kapitalizm, pre-kapitalist üretim tarzlarından farklı olarak,
üretimi, ticareti, ulaşımı vb. bir bütün içerisinde küresel çapta örgütleme
yeteneğine sahip; geliştiği, yayıldığı, derinleştiği oranda dünyayı kendine
benzetme niteliğine sahip bir üretim tarzıdır. Dağınık yerel pazarları tek bir
ulusal pazar olarak örgütleyen, ulusal pazardan uluslararası pazara
genişleyerek ilerleyen kapitalist üretim tarzı, yalnızca iç pazarı tek bir
ulusal pazar olarak birleştirmez, aksine o, tüm dünyayı, tüm kıtaları, tüm
ülkeleri uluslararası kapitalist pazar içerisine çekerek örgütler,
uluslararasılaştırır. Marx’ın dediği gibi, “Dış ticaret olmaksızın kapitalist
üretim var olamaz.” (Kapital, C.II, s.
418) “Bizzat dünya pazarı, bu üretim tarzı için temel teşkil eder… bu
üretim tarzının, gitgide büyüyen bir ölçekte üretimde bulunma yolunda kendi
özünde bulunan zorunluluk, sürekli olarak dünya pazarını genişletme eğilimini
yaratır.” (age, C.III, s. 292)
Kapitalist üretim tarzı, pazar için üretime, artı-değer
ve kar için üretime dayanır ve tüm
yer küreyi adım adım kapitalist dünya pazarı halinde birleştirir. Bu gelişme
kapitalizmin doğuşu, yükselişi ve yayılışı tarihsel serüveninin temel olgusunu
oluşturur. Dünyanın paylaşımının tamamlanmasıyla, dünya kapitalist sistemin maddi temelini oluşturan kapitalist
dünya ekonomisinin birliği de tamamlanmış olur.
Üretimin
ve sermayenin artan oranda yoğunlaşması ve merkezileşmesi
kapitalist üretim tarzının tipik olgularından birisidir. Üretimin ve
sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesi, kapitalizmin nesnel
karakterdeki gelişme yasalarından
birisidir. Özellikle sanayi devrimiyle,
sanayi kapitalizmiyle birlikte bu yasa, daha etkin bir şekilde hükmünü icra
etmeye başlamıştır. Üretim aletlerindeki gelişmeler, büyük bilimsel keşifler,
bilimsel keşiflerin üretim teknolojisine dönüştürülmesi ve uygulanması;
yalnızca ulusal değil uluslararası çapta iş bölümünün gelişmesi; yeni
kıtaların, yeni ticaret yollarının keşfi; buhar ve makinenin üretimi
alabildiğine geliştirmesi; iletişimin, ulaşımın denizde ve karada hızlı
gelişimi ve ucuzlaması; ülkelerin sömürgeleştirilmesi; meta değişim
alanlarının, sürüm pazarlarının büyümesi vb. tüm bunlar, kapitalist gelişim
sürecini hızlandırdı, dünya pazarlarını genişletti ve yaydı. Gerek ülke
içerisinde, gerekse de uluslararası alanda üretimin ve sermayenin yoğunlaşması
ve merkezileşmesi, bu yasa temelinde gelişmiştir.
Ulusal ve uluslararası çapta üretimin ve
sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesinin temel itici gücünü,
kapitalizmin serbest rekabetçi aşamasında artı değer yasası,
kapitalizmin emperyalizm aşamasında ise azami kar yasası oluşturmuştur.
Bilimsel ve teknik keşiflerin özel önemine ise, şimdilik, geçerken sadece
dikkat çekmekle yetiniyoruz.
Konu
bağlamında, Marx ve Engels’in şu tahlilleri oldukça aydınlatıcıdır ve günümüze
de ışık tutmaktadır:
“Burjuvazi, üstünlüğü ele geçirdiği her
yerde, bütün feodal, ataerkil, pastoral ilişkilere son verdi. İnsanı ‘doğal
efendiler’ine bağlayan çok çeşitli doğal bağları acımasızca kopardı, ve insan
ile insanın arasında, çıplak çıkardan, katı ‘nakit ödeme’den başka hiçbir bağ
bırakmadı. Dinsel tutkuların, şövalyece coşkunun, darkafalı duygusallığın
kutsal titreyişlerini, bencil hesapların buzlu sularında boğdu. Kişisel değeri,
değişim değerine dönüştürdü, ve sayısız yokedilemez ayrıcalıklı özgürlüklerin
yerine, o biricik insafsız
özgürlüğü, ticaret özgürlüğünü koydu. Tek sözcükle, dinsel ve siyasal
yanılsamalarla maskelenmiş sömürünün yerine, açık, utanmaz, dolaysız, kaba
sömürüyü koydu.”
“…Üretimin sürekli altüst oluşu, bütün toplumsal
koşullardaki kesintisiz sarsıntı, sonu gelmez belirsizlik ve hareketlilik,
burjuva çağını bütün öncekilerden ayırdeder. Bütün sabit, donmuş ilişkiler,
beraberinde getirdikleri eski ve saygıdeğer önyargılar ve görüşler ile birlikte
çözülüyorlar, bütün yeni-oluşmuş olanlar kemikleşmeden eskiyorlar. Yerleşmiş
olan ne varsa lanetleniyor, ve insan, kendi toplumsal durumlarına ve karşılıklı
ilişkilerine sonunda ayık kafa ile bakmak zorunda kalıyor.
“Ürünleri için sürekli genişleyen bir pazar
gereksiniminin itmesiyle, burjuvazi, yeryüzünün dört bir yanına yayılıyor. Her
yerde tutunmak, her yere yerleşmek, her yerde bağlantılar kurmak zorundadır.
“Burjuvazi, dünya pazarını sömürüsüyle, her
ülkedeki üretime ve tüketime kozmopolit bir nitelik verdi. Gericileri derin
kedere boğarak, sanayinin ayakları altından, üzerinde durmakta olduğu ulusal
temeli çekip aldı. Eskiden kurulmuş bütün ulusal
sanayiler yıkıldılar ve hala da her gün yıkılıyorlar. Bunlar, kurulmaları bütün
uygar uluslar için ölüm-kalım sorunu haline gelen yeni sanayiler tarafından,
artık yerli hammaddeleri değil, en ücra bölgelerden getirilen hammaddeleri
işleyen ve ürünleri yalnızca ülke içinde değil, yeryüzünün her kesiminde
tüketilen sanayiler tarafından yerlerinden ediliyorlar. Ülkenin üretimiyle
karşılanan eski gereksinimlerin yerini, karşılanmaları uzak ülkeleri gerektiren
yeni gereksinimler alıyor. Eski yerel ve ulusal yalıtımın ve kendi-yeterliliğin
yerini, ulusların çok yönlü karşılıklı-ilişkileri, evrensel
karşılıklı-bağımlılığı alıyor. Ve maddi üretimde olan, zihinsel üretimde de
oluyor. Tek tek ulusların zihinsel yaratıları, ortak mülk haline geliyor.
Ulusal tek yanlılık ve darkafalılık giderek olanaksızlaşıyor ve sayısız ulusal
ve yerel yazınlardan ortaya bir dünya yazını çıkıyor.
“Burjuvazi, bütün üretim araçlarındaki hızlı
iyileşme ile, son derece kolaylaşmış iletişim araçları ile, bütün ulusları,
hatta en barbar olanları bile, uygarlığın içine çekiyor. Metaların ucuz
fiyatları, bütün Çin setlerini yerlebir eden, barbarların inatçı yabancı
düşmanlığını teslim olmaya zorlayan, ağır toplar oluyor. Bütün ulusları,
yoketme tehditiyle, burjuva üretim tarzını benimsemeye yani bizzat burjuva
olmaya zorluyor. Tek sözcükle, kendi imgesinden bir dünya yaratıyor.
“Burjuvazi, kırı, kentin egemenliğine soktu… Kırı
nasıl kentlere bağımlı kıldıysa, barbar ve yarı-barbar ülkeleri de uygar
olanlara, köylü ulusları burjuva uluslara, Doğuyu Batıya bağımlı kıldı.” (Komünist
Parti Manifestosu, s. 13-14-15)
Yukarıdaki
tahlil adeta günümüzü anlatır gibi. Bu tahlil, kapitalist üretimin ve
sermayenin uluslararasılaşmasını (küreselleşmesini) adeta yeni(!) bir olguymuş
gibi yutturmaya çalışan tüm burjuva ve küçük burjuva kurnazı yeni liberaller
takımının sahtekarlığını da net bir biçimde açığa çıkarmaktadır.
Kapitalizmin ilk
uluslararasılaşması dalgası, serbest rekabetçi kapitalizmin ticari kapitalizm kesitinde
ortaya çıktı.
Marx’ın vurguladığı gibi, “16. yüzyılda dünyayı saran ticaret
ile yeryüzüne yayılan pazar, sermayenin modern tarihinin başlangıcı olmuştur.” (Kapital, C. I, s. 150) Kapitalist
üretim tarzının bu ilk “küreselleşme” atılımı, onun ilkel birikim ve manifaktür kapitalisti
dönemlerine dayanır. Bu süreçte emekçilerin mülksüzleştirilmesi, üreticinin
üretim araçlarından koparılması “insanlık tarihine, kandan ve ateşten harflerle
yazılmıştır.” “Doğrudan üreticilerin mülksüzleştirilmeleri, acımasız bir vahşetle
ve en bayağı, en rezil, en küçültücü, en çirkin tutkuların dürtüsü altında
gerçekleştirilmiştir.” “Sömürge sistemi, kamu borçları, ağır vergiler, himaye,
ticari savaşlar” köle ticareti vb, enerjik, sistematik araçlar olarak sermaye
birikiminin kaldıraçları olarak kullanılmıştır. “Avrupa dışında düpedüz talan
köleleştirme ve katillik yoluyla ele geçirilen servet, anayurda taşınarak
sermayeye çevril”miştir. “Amerika’da altın ve gümüşün bulunması, yerli halkın
kökünün kazınması, köleleştirilmesi ve madenlere gömülmesi, Doğu Hint
Adalarının ele geçirilmeye ve yağmalanmaya başlanması, Afrika’nın kara-deri
ticaretinin av haline getirilmesi, kapitalist üretim çağının pembe renkli şafak
işaretleri” olarak kapitalizmin doğuşu ve ilk küreselleşme atılımına eşlik etmiştir.
Örneğin “İhtiyatlı bir tahmine göre Latin Amerikanın talanı sonucunda 1492-1800
arasında Avrupa’ya taşınan servetin değeri 1914 öncesi altın/dolar kuruna göre
6 milyar dolara ulaşıyordu ki, bu rakam 1800 yılında Avrupa’da sanayiye
yatırılan toplam sermayeye eşitti.” (H.
Koning, 1992, 24, aktaran F.
Başkaya) “Hıristiyanlık konusunda uzman W. Howitt”ten “Hıristiyan
sömürgecilik sistemi hakkında” Marx’ın aktardığı şu sözler özü itibari ile
bugün de geçerlidir: “Hıristiyan denilen bu soyun, dünyanın dörtbir yanında
boyunduruğu altına alabildiği halklara karşı gösterdiği vahşet ve zulmün bir
benzerine, hiçbir çağda, ne kadar yabanıl, ne kadar kaba ve ne kadar
merhametsiz utanmaz olursa olsun, başka hiçbir soyda raslanamaz.” (Kapital, C. I, s. 716) Kuşkusuz ki
sorun soyla değil, kapitalizmin karakteri ile bağlı bir olgudur…
Kapitalizmin bu dönemi ticari
kapitalizm dönemidir. Ya da daha doğru bir anlatımla bu dönem, ticari üstünlüğün sınai üstünlüğü de
belirleyip yönettiği bir kapitalist tarih kestiydi. Sanayi devrimi, sanayi
kapitalizmi evresine geçiş bu süreçte mayalanıyor ve gelişiyordu.
Dış ticaretin ve dünya pazarlarının hızla gelişmesi,
derinleşmesi, büyümesi kapitalist üretimin ölçeğini genişletiyor, sermaye
birikimi sürecini ivmeliyor, manifaktüre dayanan teknik temeli
yetersizleştirerek daha yüksek bir teknik temele geçişi zorluyordu. Dış
ticaret, bir yandan kaçınılmaz olarak yurt içinde, kapitalizmin anavatanında
kapitalist üretim tarzının gelişimini ivmelerken, öte yandan, doğal ve
kaçınılmaz olarak, dış pazarları da genişletip büyütüyordu. Bu dönemde
kapitalist üretim tarzı henüz çocukluk
evresindeydi. Kapitalist dünya pazarı henüz oluşum sürecindeydi. Kapitalizmin
yayılması dünya pazarının oluşum sürecini ivmeliyordu. Bu dönemde, “dış
ticarette gelişme, çocukluk çağında kapitalist üretim tarzının temeli olmakla
birlikte, bu üretim tarzındaki daha ileri aşamalarda, kapitalist üretimin iç
zorunluluğu ve durmadan büyüyen piyasa gereksinimi nedeniyle, onun kendi ürünü
halini alır.” ve alıyordu.(Marx, age, s.
211)
Kapitalizmde iç pazar, doğal ve kaçınılmaz olarak dış pazara,
uluslararası pazara bağımlıdır. Değerin kendisini sürekli genişletme
gereksinimi; artı-değerin artan şekilde gaspı, kar oranlarının sürekli
büyütülmesi itkisi; sermaye birikiminin kendini genişletilmiş yeniden üretim
temelinde geliştirmesi gereksinimi, kapitalizmin bu nesnel gereği, kaçınılmaz
bir biçimde üretimin ulusal ve uluslararası arenada gelişmesine ve
genişlemesine yol açar. Pazar için üretim ekonomisi olan “kapitalizmin aynı üretim
süreçlerini eski boyutlarda ve değişmeyen koşullar altında (kapitalizm öncesi
ekonomik düzenlerde mümkün olduğu gibi) tekrarlayacak durumda olmaması” (Lenin, Seçme Eserler, C.I, s. 363, İnter
yay.) onun nesnel karakterinin tipik bir yansımasıdır.
Yukarıda özetlediğimiz birinci küreselleşme dalgasını ikinci bir küreselleşme dalgası, sanayi kapitalizmi dalgası izledi.
Bu dalga, “Onaltıncı yüzyıldan beri hazırlanmakta olup
Onsekizinci yüzyılda olgunluğa doğru dev adımlar atan burjuva toplumu” (Grundrisse, s. 140) tarafından haber
veriliyor ve giderek olgunlaştırılıyordu. Kapitalist küreselleşmenin bu ikinci dalgası “18. yüzyılda sanayi devrimi” ile “başlamıştır” ya da
sanayi devrimi temeline dayanarak gelişmiştir. Makine üreten makine sanayi,
sanayi kapitalizminin temel karakteristiğidir. Lenin’in de belirttiği gibi
“endüstrinin üç temel biçimi (basit elbirliği, manüfaktür, sanayi
kapitalizmi-bn.) her şeyden önce tekniğin farklı düzeyiyle birbirinden
ayrılır.” “Tekniğin çeşitli türleri, kapitalist gelişimin çeşitli aşamalarına
denk düşer.” (Seçme Eserler, C. I, s.
319-320) Sanayi devrimiyle sanayi kapitalizmi evresine giren kapitalist
üretim tarzıyla birlikte artık ticari
üstünlük sınai üstünlükten geçmekteydi. Böylece “sınai üstünlük ticari
üstünlük anlamını taşıyor. Oysa manüfaktür döneminde, sınai üstünlük sağlayan,
ticari üstünlüktür.” (Marx, Kapital, C.
I, s. 718)
Bu ikinci dalga, uluslararasılaşmaya daha derin ve geniş bir temel sağladı
ve çok güçlü bir uluslararasılaşma dalgası olarak
gerçekleşti. 18. yy. özellikle de 19. yy. ortalarından itibaren bu olgu çarpıcı
bir şekilde ortaya çıkmıştır. Öyle ki, kapitalizm el attığı, sömürgeleştirdiği
ülkelerin, kıtaların yerli ekonomilerinin temellerini hızla çökertti. Bağımlı
bir “çevre” yarattı. Bağımlı çevreyi kapitalizmin metropollerine (anavatana)
sımsıkı bağladı. Uluslararası kapitalist iş bölümü çarpıcı biçimler aldı. Üretim, iletişim, ulaşım, ticaret, hammadde
alımı, meta sürümü vs. güçlü bir ileri atılım kazandı Kapitalizmin eşitsiz
gelişme yasası giderek daha da keskinleşti. Dünyanın paylaşımı kavgası
sertleşip alabildiğine ivme kazandı. Üretim ve tüketim daha fazla kozmopolit
bir karakter kazandı.
Böylece sanayi kapitalizmi, “yeni ve uluslararası bir
işbölümü, büyük sanayinin başlıca merkezlerinin gereksinmelerine uyan bir
işbölümü ortaya çıkarır ve yeryüzünün bir bölümünü, temel olarak sanayi alanı
halinde kalan, öteki bölümünü hammadde sağlayan tarımsal üretim alanı haline
getirir.” (age, C. I, s. 431)
Kapitalizmin aşırı üretim krizi bu dönemde, sanayi
kapitalizmi döneminde patlak vererek gündemleşti ve 10 yılda bir periyodik
biçimde gerçekleşti. Sanayi kapitalizmi dönemi ağır sanayiye dayanan bir
kapitalizmdi. Bu kesitte, gelişme, adım adım sanayi sermayesinin banka
sermayesiyle kaynaşmasına, üretimin ve sermayenin yoğunlaşması ve
merkezileşmesiyle tekellerin uç verip ortaya çıkmasına, meta ihracı önde
olmakla birlikte sermaye ihracı gelişmeye, henüz paylaşımı tamamlanmamış
dünyanın paylaşımı rekabetinin oldukça keskinleşmesine doğru gitti. 1900-1903
ekonomik kriziyle birlikte sanayi kapitalizminin atılımına dayanan ikinci
kapitalist küreselleşme dalgasıyla serbest
rekabetçi kapitalizm tekelci kapitalizme (emperyalizme) dönüştü.
Emperyalizmle birlikte bölüşümü tamamlanan dünyanın yeniden paylaşımı emperyalist
genel savaşlar çağını da başlattı ve iki genel emperyalist savaş aracılığıyla
yer küremiz iki kere daha paylaşıldı.
Kapitalizmin
emperyalist aşamasında yeni bir
kapitalist küreselleşme dalgası (üçüncü
dalga), 1950’lerden sonra gündemleşti. Sosyalist kampın varlığı, daha sonra
revizyonist/kapitalist/sosyal emperyalist kamp ve pazarın varlığı üçüncü
kapitalist küreselleşme dalgasının önünde bir tür dalga kıran işlevi oynamış
olmasına karşın, 1900 ile 1950 arası tarihsel kesit ile karşılaştırıldığında,
kapitalizmin yeni bir genişleme, küreselleşme ve atılım dalgası 20. asrın
ikinci yarısında baş gösterdi. I. ve II. emperyalist paylaşım savaşları, Ekim
Devrimi, 1929-33 genel ekonomik krizi olguları, ilk 50 yıllık tarih kesitinde
dünya çapında kapitalizm gelişmesine ve uluslararasılaşmanın (zigzaklı)
artmasına karşın bu gelişmenin nispeten zayıf kalmasına yol açan nedenleri
oluşturdu.
Ama
1945-50’ler sonrası kapitalist emperyalizm, hem derinlemesine ve hem de
genişlemesine daha güçlü gelişti. 1950-70 arası tarihsel kesitte emperyalizmin
derin ve genel ekonomik krizlere düşmeden gelişmesi ve genişlemesi; bu süreçte
ÇUŞ’ların gelişimi ve öne çıkması; emperyalizme bağımlı çevrenin “ithal ikameci
sanayileşme”, “ulusal kalkınma”cı kapitalist stratejisi ile yol almaları;
klasik sömürgeciliğin çöküşüyle bir dizi yeni ulusal burjuva devletin ortaya
çıkması ve kapitalist sanayileşmeye önem veren bir çizgide ilerlemeleri vb.
olgularından da görülebileceği gibi, üçüncü dalga, derin ve güçlü bir dalgaydı.
Sosyal
emperyalist sistemin ve kapitalist/revizyonist kampın çözülerek dağılmasıyla
birlikte, kapitalist uluslararasılaşma
dalgası dördüncü bir atılım sürecine girdi. Bu dalga, 50-60’lardan
başlayarak gelen üçüncü dalganın hazırladığı, az-çok olgunlaştırdığı zemine basarak
yükseldi. Sosyal emperyalist pazarın tasfiyesi ile emperyalist dünya pazarı
yeniden bütünleşti. Şimdilik girmeyeceğimiz başkaca elverişli nedenlerle
birleşerek, yeni dalga, yeryüzünü yeniden yapılandırdı. Bu yeni yapılanmaya
damgasını basan olgu, tekelci kapitalizmin ÇUŞ’larla
(çokuluslu şirket) belirlenen bir
tekelci kapitalizm aşamasına (uluslararası tekellerin emperyalizmi
evresine) yükselmesi oldu. Ve bu süreç devam etmektedir.
Burada
önemli olan şey, üretimin ve sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesi
olgusunun tarihi temelleriyle, ekonomik temelleriyle birlikte kavranması ve bugün tartışılan “küreselleşmenin” tarihte ilk kez
ortaya çıkan bir olgu ya da kapitalizmin, emperyalizmin ilk kez ortaya çıkan
yeni bir aşaması olmadığının kavranabilmesidir. Buna bağlı olarak, yoğunlaşan
ve hızlanan kapitalist küreselleşmenin ulaştığı gelişme evresinin ve bu evrenin
özgün özelliklerinin bütünlüklü bir şekilde bilince
çıkarılmasıdır. Kapitalist ve emperyalist küreselleşmenin her bir
atılımı/dalgası üzerine vurgu ya da özet açılımımızın nedenleri bunlardır. Yani
“küreselleşme” bir evre değildir, kapitalizmin temel karakteristiğidir ya da
gelişme yasalarından birisidir. Böyle olunca da kapitalist küreselleşmenin her
bir aşamada aldığı içerik ve biçimin somut koşulları içerisinde incelenerek
aydınlatılması gerekmektedir.
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder