Translate

18 Mart 2013 Pazartesi

EMPERYALİST KÜRESELLEŞMENİN PANORAMASI



EMPERYALİST KÜRESELLEŞMENİN PANORAMASI
OKUYUCUYA NOT
“Küreselleşme” sorunu üzerine kamuoyuna açık bir tartışma süreci başlatılmış durumda. Tartışma, “Pratik İçin Teorik Merak” isimli yayın organı üzerinden geliştirilecek. Bu tartışma sürecine kendi sitemiz üzerinden katkıyı amaçlayan yazılar yayınlayarak da katılacağız. Yayın organındaki yer darlığı dikkate alındığında, bu durumda, site üzerinden de bir katkı yapmanın gerekli ve yararlı olacağını düşündük. Ceylan-Akademi Yayıncılık tarafından baskısı yapılmış “Emperyalist Küreselleşme ve Dünya Devrimi- Değişen Ne?” başlıklı kitabımızın tartışmaya katılacak nispeten geniş bir kesimin eline geçememiş olmasını da ayrıca dikkate alarak, kitabımızdan yararlanarak hazırladığımız yazılarımızı belli bir düzen içerisinde yayınlayacağız.
Bir bilgi notu olarak ekliyoruz: Bu satırların yazarı, uzun yıllardan bu yana, teorinin, programın, stratejinin, taktiğin temel sorunlarında tartışmaların kamuoyu önünde açıkça yapılmasını gerekli görmüş ve bunun mücadelesini vermiştir. Dolayısıyla kamuoyu önünde başlatılmış olan bu girişimi olumlu karşılamaktadır.
“Küreselleşme” sorunu da, geride kalan tarih içerisinde çoktan incelenmesi, tartışılması, çözülmesi; böylece bu bakımdan da teorinin, programın, stratejinin, taktiklerin; propaganda, ajitasyon, örgütleme ve eylem hattının daha yüksek bir donanıma kavuşturulması gerekirdi. Çünkü öncülük, önderlik, önderleşme misyon ve iddiası bunu gerektirmekteydi. Ama ne yazık ki bu doğrultudaki girişimler hep sınırlı, yetersiz, istikrarsız, başarısız girişimler olarak kalmıştır. Bu durumun komünist hareketin gelişmesini yüzeyselleştirerek engellediği ise kesindir.
Bu tablonun rastlantılarla, başarılı önderlik ve çalışma tarzıyla vb. izah edilemeyeceği açık olsa gerek. Hele de, 40 yılı aşan devrimci hareketin deneyimi, 30 yılı aşan komünist devrimcilik tarihinin, 20 yıla varmakta olan birlik devriminden bu yana geçen tarihsel tecrübeden sonra, bunu elbette ki kimse iddia edemez ya da iddia etmemelidir. Önderlik anlayışı ve çalışma tarzı, teoriye karşı ilgi zayıflığı, iç ve uluslararası politik iktidar mücadelesinde iddia zayıflığı bu vb. sorunların oldukça gecikilerek ele alınmasının ana nedenini oluşturmaktadır. Burada işin temeline ve başına idareimaslahatçı önderlik anlayışı ve çalışma tarzını oturmak gerekmektedir. Kuşkusuz ki (küçümsenmemesi gereken) diğer faktörler sonra gelir. Tüm bir iç ve uluslararası tarihsel deneyimden öğrenmek de içerisinde olmak üzere, yeni ve bütünlüklü bir atılıma, komünist devrimci eleştirel yenilenmeye, yeni bir Birlik Devrimi zihniyetine ve irade gücüne gereksinim olduğu ise bizce açık ve kesindir. Ki bu süreç, tek bir atılımdan ya da bir iki atılımdan ibaret bir süreç değildir ve olamaz da! Bu yenilenme gereksinimi, komünizme dek sürecek kesintisiz devrim sürecinin asli temelidir. Bu bağıntıda, herhangi bir emekçi sınıf ve tabakanın değil, ezilenlerin değil, yalnızca proletaryanın sınıfsal öncüsü/önderliği olarak misyon üstlenen bir hareketin Marksizm-Leninizm’e tam bir sadakatle tarihin çağrısına yanıt vermesi gerektiği açıktır. Uluslararası Komünist Hareketin, SBKP (B)’nin, başta SSCB olmak üzere sosyalist kampın bürokratik tasfiyeci çürümesi tarihsel deneyimi bu bakımdan da özel olarak Marksist Leninist Komünistleri uyarması ve aydınlatması gerekir.
İlkeli, yapıcı, geliştirici bir tartışma dileğiyle tartışmalara katılacakları selamlıyoruz ve başarılar diliyoruz.

EMPERYALİST KÜRESELLEŞMENİN PANORAMASI
                              I. BÖLÜM
1)KAPİTALİZM, EMPERYALİZM VE KÜRESELLEŞME
Emperyalist küreselleşme (kapitalist emperyalizmin küresel çapta ivmelenmiş olan yoğunlaşması, merkezileşmesi; uluslararasılaşması), kapitalist emperyalizmin gelişme yasalarına dayanmaktadır. Emperyalist küreselleşmeyi hazırlayan şey, genel olarak kapitalizmin tarihi özel olarak da kapitalizmin emperyalizm aşamasıdır. Kapitalist emperyalizmin daha hızlı küreselleşmesi (uluslararasılaşması!), 1950’ler, 1960’lar sonrası ve özellikle son çeyrek asırda daha da artan yoğunlaşma ve merkezileşmesiyle ilgili bir olgudur. Üretici güçlerin dünya çapındaki büyümesi, dünya kapitalist ekonomisinin daha hızlı ve daha yoğun uluslararasılaşmasının maddi temelini oluşturmaktadır. Bu, aynı zamanda, üretimin dünya ölçeğinde daha yüksek bir temel ve düzeyde toplumsallaşmasını ifade etmektedir. Keza bu, dar burjuva ulusal sınırlar ve burjuva ulus devletle üretici güçlerin küresel ölçekte gelişmesi arasındaki açık ve keskin çelişki ve çatışmanın da ifadesidir. Bu olgu, toplumsal üretici güçlerle kapitalist üretim ilişkileri arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın, kapitalist üretim ilişkilerinin üretici güçlerin özgürce gelişimini engellediğini, artan oranda önlediğini açıkça göstermektedir. Emperyalist küreselleşmenin son atılımıyla söz konusu çelişki de daha fazla uluslararasılaşmıştır.
 Üretici güçlerin küresel ölçekte gelişmesiyle dar burjuva ulusal sınırlar ve burjuva ulusal devlet arasındaki çelişkinin daha da keskinleşmesi, emperyalist dünya sisteminin üretici güçlerin özgürce gelişiminin önündeki ana engeli oluşturduğunu kanıtlamaktadır. Bu maddi temel ve gelişme olgusu, kabına sığmayan ve kapitalist mülk edinme biçimi tarafından özgürce gelişimine ket vurulan üretici güçlerin küresel ölçekte örgütlenmesi gerektiğini;  küresel ölçekte proleter kamusal/toplumsal mülkiyetin ve buna bağlı küresel merkezi planlı ekonominin gerekliliğinin kaçınılmazlığının açık kanıtını oluşturmaktadır.
Kapitalist küreselleşme (uluslararasılaşma), kapitalizmin doğasında yatan bir olgudur. Bu tarihsel olgunun yok sayılmasıyla yapılan ve yapılacak her türlü “küreselleşme” analizinin yanlış olduğu ve olacağı açık olsa gerek.
Marx’ın dediği gibi, “Dünya piyasası yaratma eğilimi doğrudan doğruya sermayenin kavramında verilidir. Her sınır üstesinden gelinecek bir ayakbağıdır.” (Grundrısse, s. 445, açM, Birinci Baskı, Birikim Yay., Baskı tarihi: Ekim 1979) “Dünya pazarının yaratılması”, “kapitalist üretimin üç temel olgusu”ndan birisidir” (Kapital, C.III, s. 235, Sol Yay.) “Kapitalist üretim tarzı… dünya piyasası yaratılmasının tarihsel bir aracı”dır. ( age, s. 222)
Kapitalizmin uluslararasılaşması olgusu, kapitalizmin doğuşu ve yükselişiyle
başlayan ve gelişen, kapitalizmin emperyalizm aşamasında daha yüksek bir ekonomik ve toplumsal düzene geçişle ve yeni bir nitelikle belirlenen ve böylece daha yüksek tipte ortaya çıkan bir olgudur. Bu bağlamda, sermayenin küreselleşmesi olgusu, ne sadece kapitalizmin doğuş ve gelişmesinin bir evresiyle ne de sadece son çeyrek asrıyla ilgili bir konu ve olgudur. Aksine, tarihsel olarak, tüm kapitalist evrimin bir olgusu ve bu olgunun artan oranda derinleşmesi, gelişmesi, genelleşmesi; artan oranda yoğunlaşması ve merkezileşmesiyle bağlı bir olgudur. Bilimsel-teknik devrim (kuşkusuz kar ve azami karın izin verdiği çerçevede), söz konusu uluslararasılaşmada çok önemli bir etkeni, öncü dinamoyu oluşturmaktadır.
Sorunun daha iyi kavranabilmesi için, kapitalizmin tarihsel evrimi bağlamında kapitalist küreselleşmenin tarihçesine, kısaca da olsa, bir göz atmakta yarar vardır.
Kapitalizm, pre-kapitalist üretim tarzlarından farklı olarak, üretimi, ticareti, ulaşımı vb. bir bütün içerisinde küresel çapta örgütleme yeteneğine sahip; geliştiği, yayıldığı, derinleştiği oranda dünyayı kendine benzetme niteliğine sahip bir üretim tarzıdır. Dağınık yerel pazarları tek bir ulusal pazar olarak örgütleyen, ulusal pazardan uluslararası pazara genişleyerek ilerleyen kapitalist üretim tarzı, yalnızca iç pazarı tek bir ulusal pazar olarak birleştirmez, aksine o, tüm dünyayı, tüm kıtaları, tüm ülkeleri uluslararası kapitalist pazar içerisine çekerek örgütler, uluslararasılaştırır. Marx’ın dediği gibi, “Dış ticaret olmaksızın kapitalist üretim var olamaz.” (Kapital, C.II, s. 418) “Bizzat dünya pazarı, bu üretim tarzı için temel teşkil eder… bu üretim tarzının, gitgide büyüyen bir ölçekte üretimde bulunma yolunda kendi özünde bulunan zorunluluk, sürekli olarak dünya pazarını genişletme eğilimini yaratır.” (age, C.III, s. 292)
 Kapitalist üretim tarzı, pazar için üretime, artı-değer ve kar için üretime dayanır ve tüm yer küreyi adım adım kapitalist dünya pazarı halinde birleştirir. Bu gelişme kapitalizmin doğuşu, yükselişi ve yayılışı tarihsel serüveninin temel olgusunu oluşturur. Dünyanın paylaşımının tamamlanmasıyla, dünya kapitalist sistemin maddi temelini oluşturan kapitalist dünya ekonomisinin birliği de tamamlanmış olur.
Üretimin ve sermayenin artan oranda yoğunlaşması ve merkezileşmesi kapitalist üretim tarzının tipik olgularından birisidir. Üretimin ve sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesi, kapitalizmin nesnel karakterdeki gelişme yasalarından birisidir. Özellikle sanayi devrimiyle, sanayi kapitalizmiyle birlikte bu yasa, daha etkin bir şekilde hükmünü icra etmeye başlamıştır. Üretim aletlerindeki gelişmeler, büyük bilimsel keşifler, bilimsel keşiflerin üretim teknolojisine dönüştürülmesi ve uygulanması; yalnızca ulusal değil uluslararası çapta iş bölümünün gelişmesi; yeni kıtaların, yeni ticaret yollarının keşfi; buhar ve makinenin üretimi alabildiğine geliştirmesi; iletişimin, ulaşımın denizde ve karada hızlı gelişimi ve ucuzlaması; ülkelerin sömürgeleştirilmesi; meta değişim alanlarının, sürüm pazarlarının büyümesi vb. tüm bunlar, kapitalist gelişim sürecini hızlandırdı, dünya pazarlarını genişletti ve yaydı. Gerek ülke içerisinde, gerekse de uluslararası alanda üretimin ve sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesi, bu yasa temelinde gelişmiştir.
 Ulusal ve uluslararası çapta üretimin ve sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesinin temel itici gücünü, kapitalizmin serbest rekabetçi aşamasında artı değer yasası, kapitalizmin emperyalizm aşamasında ise azami kar yasası oluşturmuştur. Bilimsel ve teknik keşiflerin özel önemine ise, şimdilik, geçerken sadece dikkat çekmekle yetiniyoruz.
Konu bağlamında, Marx ve Engels’in şu tahlilleri oldukça aydınlatıcıdır ve günümüze de ışık tutmaktadır:
Burjuvazi, üstünlüğü ele geçirdiği her yerde, bütün feodal, ataerkil, pastoral ilişkilere son verdi. İnsanı ‘doğal efendiler’ine bağlayan çok çeşitli doğal bağları acımasızca kopardı, ve insan ile insanın arasında, çıplak çıkardan, katı ‘nakit ödeme’den başka hiçbir bağ bırakmadı. Dinsel tutkuların, şövalyece coşkunun, darkafalı duygusallığın kutsal titreyişlerini, bencil hesapların buzlu sularında boğdu. Kişisel değeri, değişim değerine dönüştürdü, ve sayısız yokedilemez ayrıcalıklı özgürlüklerin yerine, o biricik insafsız özgürlüğü, ticaret özgürlüğünü koydu. Tek sözcükle, dinsel ve siyasal yanılsamalarla maskelenmiş sömürünün yerine, açık, utanmaz, dolaysız, kaba sömürüyü koydu.”
“…Üretimin sürekli altüst oluşu, bütün toplumsal koşullardaki kesintisiz sarsıntı, sonu gelmez belirsizlik ve hareketlilik, burjuva çağını bütün öncekilerden ayırdeder. Bütün sabit, donmuş ilişkiler, beraberinde getirdikleri eski ve saygıdeğer önyargılar ve görüşler ile birlikte çözülüyorlar, bütün yeni-oluşmuş olanlar kemikleşmeden eskiyorlar. Yerleşmiş olan ne varsa lanetleniyor, ve insan, kendi toplumsal durumlarına ve karşılıklı ilişkilerine sonunda ayık kafa ile bakmak zorunda kalıyor.
Ürünleri için sürekli genişleyen bir pazar gereksiniminin itmesiyle, burjuvazi, yeryüzünün dört bir yanına yayılıyor. Her yerde tutunmak, her yere yerleşmek, her yerde bağlantılar kurmak zorundadır.
“Burjuvazi, dünya pazarını sömürüsüyle, her ülkedeki üretime ve tüketime kozmopolit bir nitelik verdi. Gericileri derin kedere boğarak, sanayinin ayakları altından, üzerinde durmakta olduğu ulusal temeli çekip aldı. Eskiden kurulmuş bütün ulusal sanayiler yıkıldılar ve hala da her gün yıkılıyorlar. Bunlar, kurulmaları bütün uygar uluslar için ölüm-kalım sorunu haline gelen yeni sanayiler tarafından, artık yerli hammaddeleri değil, en ücra bölgelerden getirilen hammaddeleri işleyen ve ürünleri yalnızca ülke içinde değil, yeryüzünün her kesiminde tüketilen sanayiler tarafından yerlerinden ediliyorlar. Ülkenin üretimiyle karşılanan eski gereksinimlerin yerini, karşılanmaları uzak ülkeleri gerektiren yeni gereksinimler alıyor. Eski yerel ve ulusal yalıtımın ve kendi-yeterliliğin yerini, ulusların çok yönlü karşılıklı-ilişkileri, evrensel karşılıklı-bağımlılığı alıyor. Ve maddi üretimde olan, zihinsel üretimde de oluyor. Tek tek ulusların zihinsel yaratıları, ortak mülk haline geliyor. Ulusal tek yanlılık ve darkafalılık giderek olanaksızlaşıyor ve sayısız ulusal ve yerel yazınlardan ortaya bir dünya yazını çıkıyor.
Burjuvazi, bütün üretim araçlarındaki hızlı iyileşme ile, son derece kolaylaşmış iletişim araçları ile, bütün ulusları, hatta en barbar olanları bile, uygarlığın içine çekiyor. Metaların ucuz fiyatları, bütün Çin setlerini yerlebir eden, barbarların inatçı yabancı düşmanlığını teslim olmaya zorlayan, ağır toplar oluyor. Bütün ulusları, yoketme tehditiyle, burjuva üretim tarzını benimsemeye yani bizzat burjuva olmaya zorluyor. Tek sözcükle, kendi imgesinden bir dünya yaratıyor.
“Burjuvazi, kırı, kentin egemenliğine soktu… Kırı nasıl kentlere bağımlı kıldıysa, barbar ve yarı-barbar ülkeleri de uygar olanlara, köylü ulusları burjuva uluslara, Doğuyu Batıya bağımlı kıldı.” (Komünist Parti Manifestosu, s. 13-14-15)
Yukarıdaki tahlil adeta günümüzü anlatır gibi. Bu tahlil, kapitalist üretimin ve sermayenin uluslararasılaşmasını (küreselleşmesini) adeta yeni(!) bir olguymuş gibi yutturmaya çalışan tüm burjuva ve küçük burjuva kurnazı yeni liberaller takımının sahtekarlığını da net bir biçimde açığa çıkarmaktadır.
Kapitalizmin ilk uluslararasılaşması dalgası, serbest rekabetçi kapitalizmin ticari kapitalizm kesitinde ortaya çıktı.
Marx’ın vurguladığı gibi, “16. yüzyılda dünyayı saran ticaret ile yeryüzüne yayılan pazar, sermayenin modern tarihinin başlangıcı olmuştur.” (Kapital, C. I, s. 150) Kapitalist üretim tarzının bu ilk “küreselleşme” atılımı, onun ilkel birikim ve manifaktür kapitalisti dönemlerine dayanır. Bu süreçte emekçilerin mülksüzleştirilmesi, üreticinin üretim araçlarından koparılması “insanlık tarihine, kandan ve ateşten harflerle yazılmıştır.” “Doğrudan üreticilerin mülksüzleştirilmeleri, acımasız bir vahşetle ve en bayağı, en rezil, en küçültücü, en çirkin tutkuların dürtüsü altında gerçekleştirilmiştir.” “Sömürge sistemi, kamu borçları, ağır vergiler, himaye, ticari savaşlar” köle ticareti vb, enerjik, sistematik araçlar olarak sermaye birikiminin kaldıraçları olarak kullanılmıştır. “Avrupa dışında düpedüz talan köleleştirme ve katillik yoluyla ele geçirilen servet, anayurda taşınarak sermayeye çevril”miştir. “Amerika’da altın ve gümüşün bulunması, yerli halkın kökünün kazınması, köleleştirilmesi ve madenlere gömülmesi, Doğu Hint Adalarının ele geçirilmeye ve yağmalanmaya başlanması, Afrika’nın kara-deri ticaretinin av haline getirilmesi, kapitalist üretim çağının pembe renkli şafak işaretleri” olarak kapitalizmin doğuşu ve ilk küreselleşme atılımına eşlik etmiştir. Örneğin “İhtiyatlı bir tahmine göre Latin Amerikanın talanı sonucunda 1492-1800 arasında Avrupa’ya taşınan servetin değeri 1914 öncesi altın/dolar kuruna göre 6 milyar dolara ulaşıyordu ki, bu rakam 1800 yılında Avrupa’da sanayiye yatırılan toplam sermayeye eşitti.” (H. Koning, 1992, 24, aktaran F. Başkaya) “Hıristiyanlık konusunda uzman W. Howitt”ten “Hıristiyan sömürgecilik sistemi hakkında” Marx’ın aktardığı şu sözler özü itibari ile bugün de geçerlidir: “Hıristiyan denilen bu soyun, dünyanın dörtbir yanında boyunduruğu altına alabildiği halklara karşı gösterdiği vahşet ve zulmün bir benzerine, hiçbir çağda, ne kadar yabanıl, ne kadar kaba ve ne kadar merhametsiz utanmaz olursa olsun, başka hiçbir soyda raslanamaz.” (Kapital, C. I, s. 716) Kuşkusuz ki sorun soyla değil, kapitalizmin karakteri ile bağlı bir olgudur…
Kapitalizmin bu dönemi ticari kapitalizm dönemidir. Ya da daha doğru bir anlatımla bu dönem, ticari üstünlüğün sınai üstünlüğü de belirleyip yönettiği bir kapitalist tarih kestiydi. Sanayi devrimi, sanayi kapitalizmi evresine geçiş bu süreçte mayalanıyor ve gelişiyordu.
Dış ticaretin ve dünya pazarlarının hızla gelişmesi, derinleşmesi, büyümesi kapitalist üretimin ölçeğini genişletiyor, sermaye birikimi sürecini ivmeliyor, manifaktüre dayanan teknik temeli yetersizleştirerek daha yüksek bir teknik temele geçişi zorluyordu. Dış ticaret, bir yandan kaçınılmaz olarak yurt içinde, kapitalizmin anavatanında kapitalist üretim tarzının gelişimini ivmelerken, öte yandan, doğal ve kaçınılmaz olarak, dış pazarları da genişletip büyütüyordu. Bu dönemde kapitalist üretim tarzı henüz çocukluk evresindeydi. Kapitalist dünya pazarı henüz oluşum sürecindeydi. Kapitalizmin yayılması dünya pazarının oluşum sürecini ivmeliyordu. Bu dönemde, “dış ticarette gelişme, çocukluk çağında kapitalist üretim tarzının temeli olmakla birlikte, bu üretim tarzındaki daha ileri aşamalarda, kapitalist üretimin iç zorunluluğu ve durmadan büyüyen piyasa gereksinimi nedeniyle, onun kendi ürünü halini alır.” ve alıyordu.(Marx, age, s. 211)
Kapitalizmde iç pazar, doğal ve kaçınılmaz olarak dış pazara, uluslararası pazara bağımlıdır. Değerin kendisini sürekli genişletme gereksinimi; artı-değerin artan şekilde gaspı, kar oranlarının sürekli büyütülmesi itkisi; sermaye birikiminin kendini genişletilmiş yeniden üretim temelinde geliştirmesi gereksinimi, kapitalizmin bu nesnel gereği, kaçınılmaz bir biçimde üretimin ulusal ve uluslararası arenada gelişmesine ve genişlemesine yol açar. Pazar için üretim ekonomisi olan “kapitalizmin aynı üretim süreçlerini eski boyutlarda ve değişmeyen koşullar altında (kapitalizm öncesi ekonomik düzenlerde mümkün olduğu gibi) tekrarlayacak durumda olmaması” (Lenin, Seçme Eserler, C.I, s. 363, İnter yay.) onun nesnel karakterinin tipik bir yansımasıdır.
Yukarıda özetlediğimiz birinci küreselleşme dalgasını ikinci bir küreselleşme dalgası, sanayi kapitalizmi dalgası izledi.
Bu dalga, “Onaltıncı yüzyıldan beri hazırlanmakta olup Onsekizinci yüzyılda olgunluğa doğru dev adımlar atan burjuva toplumu” (Grundrisse, s. 140) tarafından haber veriliyor ve giderek olgunlaştırılıyordu. Kapitalist küreselleşmenin bu ikinci dalgası “18. yüzyılda sanayi devrimi” ile “başlamıştır” ya da sanayi devrimi temeline dayanarak gelişmiştir. Makine üreten makine sanayi, sanayi kapitalizminin temel karakteristiğidir. Lenin’in de belirttiği gibi “endüstrinin üç temel biçimi (basit elbirliği, manüfaktür, sanayi kapitalizmi-bn.) her şeyden önce tekniğin farklı düzeyiyle birbirinden ayrılır.” “Tekniğin çeşitli türleri, kapitalist gelişimin çeşitli aşamalarına denk düşer.” (Seçme Eserler, C. I, s. 319-320) Sanayi devrimiyle sanayi kapitalizmi evresine giren kapitalist üretim tarzıyla birlikte artık ticari üstünlük sınai üstünlükten geçmekteydi. Böylece “sınai üstünlük ticari üstünlük anlamını taşıyor. Oysa manüfaktür döneminde, sınai üstünlük sağlayan, ticari üstünlüktür.” (Marx, Kapital, C. I, s. 718)
Bu ikinci dalga, uluslararasılaşmaya daha derin ve geniş bir temel sağladı ve çok güçlü bir uluslararasılaşma dalgası olarak gerçekleşti. 18. yy. özellikle de 19. yy. ortalarından itibaren bu olgu çarpıcı bir şekilde ortaya çıkmıştır. Öyle ki, kapitalizm el attığı, sömürgeleştirdiği ülkelerin, kıtaların yerli ekonomilerinin temellerini hızla çökertti. Bağımlı bir “çevre” yarattı. Bağımlı çevreyi kapitalizmin metropollerine (anavatana) sımsıkı bağladı. Uluslararası kapitalist iş bölümü çarpıcı biçimler aldı.  Üretim, iletişim, ulaşım, ticaret, hammadde alımı, meta sürümü vs. güçlü bir ileri atılım kazandı Kapitalizmin eşitsiz gelişme yasası giderek daha da keskinleşti. Dünyanın paylaşımı kavgası sertleşip alabildiğine ivme kazandı. Üretim ve tüketim daha fazla kozmopolit bir karakter kazandı.
Böylece sanayi kapitalizmi, “yeni ve uluslararası bir işbölümü, büyük sanayinin başlıca merkezlerinin gereksinmelerine uyan bir işbölümü ortaya çıkarır ve yeryüzünün bir bölümünü, temel olarak sanayi alanı halinde kalan, öteki bölümünü hammadde sağlayan tarımsal üretim alanı haline getirir.” (age, C. I, s. 431)
 Kapitalizmin aşırı üretim krizi bu dönemde, sanayi kapitalizmi döneminde patlak vererek gündemleşti ve 10 yılda bir periyodik biçimde gerçekleşti. Sanayi kapitalizmi dönemi ağır sanayiye dayanan bir kapitalizmdi. Bu kesitte, gelişme, adım adım sanayi sermayesinin banka sermayesiyle kaynaşmasına, üretimin ve sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesiyle tekellerin uç verip ortaya çıkmasına, meta ihracı önde olmakla birlikte sermaye ihracı gelişmeye, henüz paylaşımı tamamlanmamış dünyanın paylaşımı rekabetinin oldukça keskinleşmesine doğru gitti. 1900-1903 ekonomik kriziyle birlikte sanayi kapitalizminin atılımına dayanan ikinci kapitalist küreselleşme dalgasıyla serbest rekabetçi kapitalizm tekelci kapitalizme (emperyalizme) dönüştü. Emperyalizmle birlikte bölüşümü tamamlanan dünyanın yeniden paylaşımı emperyalist genel savaşlar çağını da başlattı ve iki genel emperyalist savaş aracılığıyla yer küremiz iki kere daha paylaşıldı.
Kapitalizmin emperyalist aşamasında yeni bir kapitalist küreselleşme dalgası (üçüncü dalga), 1950’lerden sonra gündemleşti. Sosyalist kampın varlığı, daha sonra revizyonist/kapitalist/sosyal emperyalist kamp ve pazarın varlığı üçüncü kapitalist küreselleşme dalgasının önünde bir tür dalga kıran işlevi oynamış olmasına karşın, 1900 ile 1950 arası tarihsel kesit ile karşılaştırıldığında, kapitalizmin yeni bir genişleme, küreselleşme ve atılım dalgası 20. asrın ikinci yarısında baş gösterdi. I. ve II. emperyalist paylaşım savaşları, Ekim Devrimi, 1929-33 genel ekonomik krizi olguları, ilk 50 yıllık tarih kesitinde dünya çapında kapitalizm gelişmesine ve uluslararasılaşmanın (zigzaklı) artmasına karşın bu gelişmenin nispeten zayıf kalmasına yol açan nedenleri oluşturdu.
Ama 1945-50’ler sonrası kapitalist emperyalizm, hem derinlemesine ve hem de genişlemesine daha güçlü gelişti. 1950-70 arası tarihsel kesitte emperyalizmin derin ve genel ekonomik krizlere düşmeden gelişmesi ve genişlemesi; bu süreçte ÇUŞ’ların gelişimi ve öne çıkması; emperyalizme bağımlı çevrenin “ithal ikameci sanayileşme”, “ulusal kalkınma”cı kapitalist stratejisi ile yol almaları; klasik sömürgeciliğin çöküşüyle bir dizi yeni ulusal burjuva devletin ortaya çıkması ve kapitalist sanayileşmeye önem veren bir çizgide ilerlemeleri vb. olgularından da görülebileceği gibi, üçüncü dalga, derin ve güçlü bir dalgaydı.
Sosyal emperyalist sistemin ve kapitalist/revizyonist kampın çözülerek dağılmasıyla birlikte, kapitalist uluslararasılaşma dalgası dördüncü bir atılım sürecine girdi. Bu dalga, 50-60’lardan başlayarak gelen üçüncü dalganın hazırladığı, az-çok olgunlaştırdığı zemine basarak yükseldi. Sosyal emperyalist pazarın tasfiyesi ile emperyalist dünya pazarı yeniden bütünleşti. Şimdilik girmeyeceğimiz başkaca elverişli nedenlerle birleşerek, yeni dalga, yeryüzünü yeniden yapılandırdı. Bu yeni yapılanmaya damgasını basan olgu, tekelci kapitalizmin ÇUŞ’larla (çokuluslu şirket) belirlenen bir tekelci kapitalizm aşamasına (uluslararası tekellerin emperyalizmi evresine) yükselmesi oldu. Ve bu süreç devam etmektedir.
Burada önemli olan şey, üretimin ve sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesi olgusunun tarihi temelleriyle, ekonomik temelleriyle birlikte kavranması ve bugün tartışılan “küreselleşmenin” tarihte ilk kez ortaya çıkan bir olgu ya da kapitalizmin, emperyalizmin ilk kez ortaya çıkan yeni bir aşaması olmadığının kavranabilmesidir. Buna bağlı olarak, yoğunlaşan ve hızlanan kapitalist küreselleşmenin ulaştığı gelişme evresinin ve bu evrenin özgün özelliklerinin bütünlüklü bir şekilde bilince çıkarılmasıdır. Kapitalist ve emperyalist küreselleşmenin her bir atılımı/dalgası üzerine vurgu ya da özet açılımımızın nedenleri bunlardır. Yani “küreselleşme” bir evre değildir, kapitalizmin temel karakteristiğidir ya da gelişme yasalarından birisidir. Böyle olunca da kapitalist küreselleşmenin her bir aşamada aldığı içerik ve biçimin somut koşulları içerisinde incelenerek aydınlatılması gerekmektedir.
.
 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder