ZULÜM İLE ABAD OLANIN AKİBETİ BERBAT OLUR!
HER YER TAKSİM, HER YER DİRENİŞ…
Gezi Parkı
ekseninde 27 Mayıs’tan başlayarak gelişen direniş giderek Taksim’in
kuşatılmasıyla genişleyerek sürdü. Göstericiler 1 Haziran günü polisi yenilgiye uğratarak Taksim’e ve Gezi
Parkı’na girdi. Amerikancı hükümet ve polisi, yenilgiyi kabullenerek Taksim ve
çevresinden çekildi. Taksim’de tam 15 gün boyunca fiili politik özgürlük ortamı vardı. 15 gün boyunca Taksim’de bayram yaşandı. Bu 15 gün boyunca
Taksim muhteşemdi. İstanbul ve Taksim İstanbul ve Taksim olalı böylesine
görkemli günlere ilk kez tanık oluyordu. 1 Mayıs’ta faşist diktatörlüğün işgali
ve terörizmi altında olan Taksim (ve İstanbul), yiğitçe bir direniş ve
mücadeleyle kazanıldı. Taksim alanı 1
Mayıs Özgürlük Alanı’na dönüştürüldü; bu yıl alanda büyük kitlelerle kutlanamayan
1 Mayıs, 15 gün boyunca her gün kutlandı. 15 gün boyunca Taksim’de fiili
özgürlük ortamında kitlesel karargâhını kuran halk hareketi, 15 Haziran günü
akşam saatlerinde, diktatörlüğün Taksim’e ve Gezi Parkı’na Türkiye’nin dört bir
yanından getirilmiş takviye kuvvetler eşliğinde tomalarla, akreplerle, gaz
bombaları ve biber gazıyla, plastik mermilerle gaddarca saldırısının ardından
parktan geri çekilmek zorunda kaldı. Geri çekilme, Taksim’in, Beyoğlu’nun, Şişli’nin
her yanına yayılan ikinci günde de militanca süren direnişin, mücadelelerin
eşliğinde gerçekleşti; İstanbul un dört bir yanından on binler çatışarak,
şehirlerarası ana yolları keserek Taksim’e ve çevresine doğru aktı. Taksim’e
devletin müdahalesi İstanbul’un her yanında, Türkiye’nin dört bir yanında kitlesel
olarak protesto edildi; dünya çapında yaygın protesto hareketleri gelişti…
Direniş ve kavga yeni mücadele biçimleri eşliğinde hala devam etmektedir.
Taksim 1
Mayıs’tır. 1 Mayıs, dünya proletaryasının birlik, mücadele dayanışma günüdür.
Taksim, 1 Mayıs 1977 katliamının hesabını sorma çığlığıdır. Taksim,
sömürülenlerin, ezilenlerin, horlananların isyan çığlığı olageldi hep. Taksim, “Taksim
fetişizmi” üzerine yıllarca ukalaca sözde teori yapanların suratına inen
devrimci ve sosyalist bir tokat oldu. İşte bu Taksim, “Faşizme Karşı Omuz
Omuza!”, “Her Yer Taksim, Her Yer Direniş!”, “Yaşasın Halkların Kardeşliği!”,
“Bu Daha Başlangıç Mücadeleye Devam!”, "Hükümet İstifa!", "Tayyip İstifa!", "Ya Hep Beraber, Ya Hiçbirimiz!" şiarlarıyla Türkiye çapında patlak veren direnişin,
halk isyanın tutuşturucusu, beyni ve yüreği oldu. Batıda devrim Taksim’den
başlayarak “göz kırptı”. Taksim isyanı bir kez daha gösterdi ki sömürüye,
zulme, toplumsal adaletsizliğe karşı başkaldırı meşrudur, meşru bir haktır. Halk
meşru hakkını kullanmıştır. Cin şişeden çıkmıştır. Açıktır ki “Rüzgâr eken
fırtına biçer” ve biçmeye de devam edecektir.
Taksim’in
özgürleştirilmesiyle 1 Mayıs Özgürlük Alanı direniş ve isyanın merkezine
dönüştü. Her gün ortalama bir milyonluk kitle Taksim’e aktı, Taksim’i, Gezi
Parkı’nı ziyaret etti. Tüm ezilen kategoriler oradaydı. Bu rakam belli günlerde
ve hafta sonlarında bir buçuk iki milyona kadar da çıktı. Taksim tam bir politik
okula; politik, kültürel, sanatsal bir okula dönüştü. Taksim’in ve Gezi
Parkı’nın halk hareketi tarafından ele geçirilmesiyle ya da tam olarak
Taksim’in Gezi Parkı da dahil özgürleştirilmesiyle Türkiye çapında halkın genel
direnişi ve başkaldırısı atağa geçti. Gezi Parkı, genel demokratik halk
hareketinin beyni ve yüreği oldu. Taksim direnişi, Türkiye’yi kaplayan halk
hareketi, dünya çapında geniş bir sempati dalgasıyla alkışlandı, desteklendi;
direniş ve ayaklanma, uluslararası alanda toplumsal meşruiyetini kazandı ve
tarihe kaydını görkemli bir tarzda düştü. Diktatörlüğün Taksim’i saldırılarının,
komplo ve entrikalarının, kara propagandanın, psikolojik savaşın merkezine
alması, polisin (yurttaşları, halkı imha edilmesi gereken bir düşman olarak
gördüğünün de resmi belgesi ve
kanıtı olan) “İkinci Çanakkale destanı yazdığı” ajitasyonu, bilakis Başbakan
Erdoğan’ın inisiyatifiyle körüklenen gerici-faşist iç savaş kışkırtıcılığı
boşuna değildi yani… Sonuç ne olursa olsun; devlet, polis, hükümet, Erdoğan
ağır bir yara almıştır. Gerici ve faşist demagoji, devlet terörü, faşist iç
savaş kışkırtıcılığı ağır bir darbe alarak sahibini vurmuştur. Jandarmanın
devreye sokulması, “gerekirse orduyu göreve çağırırız” açıklaması, “sivil polis”
olarak lanse edilen AKP’nin “paramiliter güç”lerinin aynı zamanda bir gözdağının
ifadesi olarak sahneye çıkması polisin, polis terörünün yetersiz ve başarısız
kalmasının da çarpıcı bir ifadesi olmuştur. Başbakanın ve AKP’nin “MHP”lileşmesi,
MHP’nin paramiliter yöntemlerini, saldırı biçimlerini, sloganlarını kullanmaya
yönelmesi dikkat çekicidir. Ama ne olursa olsun siyasal özgürlük talebi ve
kavgası artık bir kez ayağa kalkmıştır. “Her Yer Taksim Her Yer Direniş!”
başkaldırısı bedelleri ve deneyimleriyle birlikte tarihe adını onurla yazdırarak
bundan sonraki mücadelelerin de önünü aydınlatmaya devam edecektir. Şimdi artık
Türkiye halkları, ilerici, devrimci-demokratik hareket ve komünist hareket
yaralı bir “hayvan”la karşı karşıyadır… Tek yol kavgayı büyütmektir…
Patlak veren
hareket, genel demokratik bir halk hareketidir. Hareket sadece şu veya ille,
ilçeyle, varoşla, bölgeyle vb. sınırlı bir hareket değildi, başta Batı olmak
üzere nerdeyse coğrafyamızın her yanına yayılarak gelişti. Hareketin “77 il”e
yayılmasından bu olguyu çarpıcı bir tarzda görmekteyiz. Hareket binlerden on
binlere, yüz binlerden milyonlara sıçradı. Hareket, faşist diktatörlüğe karşı politik özgürlük talebiyle açığa
çıkararak yürümüştür ve yürümektedir. Politik özgürlük talebi, bütün ezilenleri
etrafında birleştiren temel politik talep olarak öne çıktı. Kapitalist piyasa
ekonomisine, aşırı derecede bozulan gelir dağılımına, keskinleşen sınıfsal
uçurumlara; sistematik tarzda geliştirilmekte olan “toplumu
muhafazakarlaştırma”ya; gitgide yoğunlaşan “otoriterleşmeye”, “firavunlaşma”ya;
rantsal, pardon (!) kentsel dönüşüme, çevre ve doğanın yıkımına; yaşam tarzına
dinsel dayatmalar da dahil yapılan müdahalelere; “dindar ve kindar gençlik
yetiştirme”ye; kadını köleleştirmeye; dış politikada, en son örneği Suriye’de
ortaya çıkan (ve yarın da İran’a karşı tam bir seferlikle geliştirilecek olan)
emperyalist ve emperyal müdahale ile sürmekte olan terörist, işgalci, yıkıcı,
kan dökücü, maceracı ve savaşçı, saldırgan politikaya karşı bir başkaldırıdır. Patlak
vermiş olan hareket, “Türk-İslam sentezi”ne dayanan emperyal “Yeni Osmanlıcılık”
politikasına, bu politikayla kaynaşmış, iç içe girmiş “BOP Eşbaşkan”lığı
politikasına; “Yurtta da Cihanda da Savaş” politikasına karşı antifaşist
demokratik karaktere sahip genel bir
halk direnişi, barışçıl bir halk ayaklanmasıdır.
Geniş geri
kitleler, apolitik görünen geniş katmanlar, görünüşte olan biteni ilgisizlikle
izleyenler oldukça politikleşmiş bir çıkış yaptı. Birikmiş toplumsal tepki ve öfke patladı. Taksim
Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilmesi sadece bardağı taşıran bir son damladır.
Demokrasi ve özgürlük sokaktır, demokrasinin/özgürlüğün beyni de yüreği de
sokaktır. Taksim’in özgürleştirilmesi ve patlak veren halk hareketi bunu
çarpıcı bir şekilde ortaya koydu ya da bir kez daha, daha özgün bir tarzda,
ortaya koydu. Dikta ve hükümeti ağır bir darbe yedi. Uluslararası sermaye
tarafından parlatılarak pazarlanan Başbakan ve AKP Hükümeti’nin uluslararası
imaj ve karizması da derinden çizildi. Umut, öz güven, dayanışma, paylaşım, hak
ve özgürlükleri koparıp alma, mücadele etme vb. istek ve iradesi devasa bir
çıkış yaptı; bu çıkışın, bu deneyimin etkisi önümüzdeki dönemde daha zengin,
yaygın, güçlü biçimlerde açığa çıkarak gelişmeye devam edecektir. Amerikancı
faşist diktatörlük ve başı “sivil” din tüccarı faşist AKP Hükümeti bundan sonra
her atacağı adımı on kez ölçüp biçecektir. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı ya da
Başkan olma hırs ve hedefi de ağır bir yara aldı; geniş kitleler tarafından bu
denli nefret edilen birinin “Cumhurbaşkanı” ya da “Başkan” olması artık o kadar
kolay gerçekleşmeyecektir. Eğer gerçekleşirse, bu adım, ayrıca siyasal ve
toplumsal öfkeyi ivmeleyecek bir adım olacaktır. Öyle ya da böyle AKP ve başı
için sonun başlangıcı da başlamıştır. Kuzey Kürdistan’da zaten siyasal ve
toplumsal meşruiyetini kaybetmiş ve sömürgeci zora dayanan politikalarla ayakta
kalabilen diktatörlük ve hükümeti, Türkiye’nin “Batı”sında da siyasal
meşruiyetini kaybetmeye başlamıştır. Çekirdek halde bir devrimci durumun ortaya
çıktığından bahsedilebilir.
Binlerce, on
binlerce Kürt işçi ve emekçisi, yurtseveri içerisinde yer almakla birlikte harekete
damgasını basan Türk halkı olmuştur.
Türk halkı uzun bir sessizliğin ardından ilk kez bu denli kitlesel; on binler,
yüz binler, giderek milyonlar olarak sokaklara çıkmıştır. Sokağa çıkan kitleler
değişik sınıf ve tabakalardan emekçi kitlelerdir. Hareket içerisinde gençlik
kitlesi ağırlıktadır, gençlik ve kadınlar hareketin en önemli gücü
oluşturmuştur. “Orta sınıflar”ın geniş bir kesimi de hareket içerisinde yer
almaktadır. Hareketin işçi ve emekçi karakteri semtlerde daha keskin ve belirgindir.
Bu, varoşlarda daha keskin ve açık bir özelliktir. “Orta sınıflar”ın yerleşik
olduğu semtlere göre işçilerin, kent yoksullarının, emekçi kitlelerin ağırlıklı
olarak yaşadığı semtlerde daha kitlesel ve dirençli bir eylemliliğin göze
batması rastlantısal değildir yani…
Bu hareket,
12 Eylül askeri darbesinin ardından Batıda ortaya çıkan en kitlesel, en yaygın,
en kararlı, en renkli, en uzun süreli halk hareketi olmuştur. Zaafları ve güçlü
yanlarıyla birlikte yeni bir antifaşist
yükseliş başlamıştır. Bu bir dönemeçtir. Halk hareketi bakımdan bir
dönemeçten geçmekteyiz. Uğursuz mu uğursuz ve nesnel olmaktan uzak “yenildik!”
çığırtkanlığı yapan bazı çokbilmiş küçük burjuva aydınların sözde bilimsel
analizlerinin tersine, genel demokratik halk hareketi bir yükseliş evresine girmiş bulunuyor. Halk sokakta siyaset yapıyor,
gündem belirliyor, demagojileri boşa çıkarıyor, pratik olarak milyonlara
ulaşıyor, eylemli ajitasyon gücüyle daha geniş kitlelere ulaşıyor; başta
gençlik olmak üzere halk kitleleri sokaklarda savaşmayı öğreniyor ve öz güven
kazanıyor. Halk nezdinde korku duvarı aşılmıştır. Bu, politik değeri son
derece yüksek devrimci bir kazanımdır.
Patlak veren
hareket aynı zamanda Türkiye’nin mücadele tarihine yazılmış demokratik mücadele
geleneklerinin Türk halk yığınlarının kolektif belleğinde yaşamaya devam
ettiğini gösterdiği gibi, Türk halkının, Kürt halkının ulusal özgürlük
mücadelesinden de bir biçimde ya da özgün biçimde öğrendiğini göstermektedir.
Dünya çapında gelişen mücadelelerden, yanı başımızdaki Yunanistan halk
hareketinden, keza Tunus ve Mısır’da patlak veren Arap halk ayaklanmalarından da
etkilendiğini, öğrenmeye çalıştığını ve öğrendiğini göstermiştir.
Batının öne
çıkışında başlamış olan “barış süreci”nin nesnel olumlu etkisi vardır. Diktanın
ve başı AKP Hükümeti’nin Öcalan’la (ve yurtsever hareketle) başlamış olan
“müzakere süreci”nin Batıda sınıfsal nitelikli toplumsal öfkenin ve mücadele
arzusunun önünü açan bir rol oynadığı açıktır. “Doğuya barış, Batıya savaş”,
bir diğer ifadeyle, Kürdistan’ı faşist barış politikasıyla, Batıyı faşist
devlet terörüyle teslim alma politikası ağır bir darbe almıştır. Bu durum,
Türkiye’nin çeşitli milliyetlerden proletaryası ve halkları için önemli bir
kazanımdır. Ortak düşmana karşı ortak mücadele politikasıyla süreci geliştirmek
gerekir. Türk ulusundan işçi ve emekçi sınıf ve tabakaların, değişik ulusal
toplulukların vb. sokağa çıkması, özgürlük istemlerini dillendirilmesi, hak
verilmez alınır bilinciyle savaşıma atılması Kürt ulusal demokratik hareketini,
“barış süreci”ni zayıf düşürmek bir yana güçlendirecektir…
Patlayarak 77
kente yayılan hareket, kendiliğinden
bir harekettir. Patlak veren ve gelişen demokratik halk hareketi gücünü yasalardan değil, meşruiyetinden almıştır ve almaktadır. İşçi sınıfının, halkların, ezilenlerin
mücadele gücünü burjuva yasalardan değil, kendi meşruiyetinden, haklılığından,
sınıf mücadelesinin gelişme yasalarından alması anlaşılırdır, anlaşılırdır
çünkü burjuva yasal çerçeve, politik rejim tümüyle ekmek, özgürlük, sosyalizm
kavgasına karşı sert bir saldırganlığa ya da örgütlenmiş sistematik zora
dayanmaktadır. Geçtik temel insan haklarını ve özgürlük istemlerini var olan
politik rejim ve yasal sistem içinde kısmi ekonomik hakları kazanmak bile meşru ve fiili bir mücadeleyi gerektirmektedir. Ortada “Türkiye’ye
giydirilmiş bir deli gömleği” var. Türkiye ve Kürdistan’ın dört bir yanında
gelişen mücadelelerin deneyimlerinin gösterdiği gibi hak ve özgürlükler
mücadelesinin önü ancak fiili ve meşru mücadele ile açılabiliyor, ancak meşru
ve fiili mücadelelerle ilerlenebiliyor ve ilerlenebilmektedir. Var olan ve
oldukça kısıtlı olan “yasal haklar” ancak bu temelde az ya da çok
kullanılabiliyor. “Her Yer Taksim, Her Yer Direniş!” diyerek patlak veren ve
gelişen hareketin deneyimi de bir kez daha bu gerçeği açığa çıkarmıştır;
hareketin ileri sürdüğü basit somut taleplerin bile kabul edilmemesi, devlet
terörü ile yanıtlanması bu tablonun çarpıcı bir göstergesidir. Hatırlatmak
gereksiz olmasa gerek: Diktatörlüğün yasal-hukuksal ekseni ve temel çerçevesi
12 Eylül askeri faşist darbesiyle biçimlenmiştir… Dolayısıyla, özellikle de
işçi ve emekçilerin, ezilen ulusal, inançsal, cinsel kimliklerin her önemli
ileri atılımının diktatörlükle, politik rejimle, onun “sivilleşen”, gitgide
dinselleşen faşist yasal çerçevesiyle karşı karşıya gelerek çiğneyip aşması
kaçınılmazdır. Önümüzdeki süreçte de hareket gelişimine inişleriyle
çıkışlarıyla birlikte bu gerçek üzerinde ya da bu eksende devam edecektir. Bu
tarihsel ve güncel politik gerçekler göstermektedir ki, Amerikancı AKP’nin
“neoliberal”, “piyasacı”, “muhafazakar”, “dindar”, “otoriter”, emperyal “sivil
yeni anayasa” yapma iradesi ile işçi sınıfının, emekçilerin, ezilenlerin
siyasal özgürlük istem ve mücadeleleri arasındaki çelişki ve çatışmalar önümüzdeki
süreçte de keskinleşerek gelişecektir.
DEVAM EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder