Translate

22 Mart 2014 Cumartesi

“POSTKAPİTALİZM”LE PROLETARYA BUHARLAŞTI MI? II



“POSTKAPİTALİZM”LE PROLETARYA BUHARLAŞTI MI?
                             II
Kapitalizm, “Postkapitalizm” ve “Kolektif İşçi”
Yukarıda, proletaryanın dünya ölçeğinde büyümeye devam ettiğini saptamıştık. Burjuva ve küçük burjuva “küreselleşme”ci “teorisyen” ve propagandistlerin, üretim teknolojisinin yenilenmesini, yeni üretim yöntemlerinin geliştirilmesini, entegre dev üretim birimlerinin parçalanmasını, proletarya içi tabakalaşmanın artmasını, yeni proletarya kategorilerinin, iş ve mesleklerin gelişmesini proletaryanın değişerek yok olduğuna “kanıt” olarak gösterdiklerini; ideolojik saldırı ve mücadeleci kuvvetleri manipüle etmek için kullandıklarını görüyoruz. Toplumsal üretim sürecinde kafa emeğinin (“maddi olmayan emek” ve onun bir biçimi olduğu söylenen “duygulanımsal emek”) göreli artan rolü ve hizmet sektörünün büyüyen rolü de aynı yıkıcı ve kirli ideolojik saldırılarda kullanılmaktadır. Proletaryayı bir yandan “mavi yakalı” (kol) işçiye indirgerken, öte yandan da sınırsız bir iki yüzlülükle Marx’ı, Marksizm-Leninizm’i, proletaryayı salt kol işçisine indirgemekle de “eleştirme” aynı cenahın manevraları içerisinde yer almaktadır. Negricilik de aynı, benzer argümanlara sarılmaktadır.
Üretim teknolojisinin yenilendiği, yeni üretim yöntemlerinin geliştirildiği ve üretimin yeni bir biçimde örgütlendiği, dev entegre tesislerin parçalanıp tasfiye edildiği, kafa emeğinin öneminin artığı ve bu emek türünün üretim içerisindeki yaşamsal rolünün giderek büyüdüğü, proletarya içi katmanlaşmanın oldukça geliştiği, maddi üretim sektöründe çalışan “mavi yakalı” işçi sayısının göreli olarak düştüğü, hizmet sektörünün daha hızlı büyüdüğü ve bu sektörde istihdam edilen proletaryanın maddi üretim sektöründe çalışan işçilerden daha çok olduğu doğrudur. Fakat bu gerçeklerin saptanması bir şeydir, bu saptamalardan hareketle “Elveda proletarya!” tezlerini geliştirmek, onun “yok olduğu”nu söylemek farklı bir şeydir.
Kapitalizmde işgücü kapitalistçe sömürülür. Bu işgücü kol emeği olabileceği gibi kafa emeği de olabilir. Her iki biçimiyle işgücü metadır, ücretli emektir. Marx ve Lenin, Marksizm-Leninizm işçi sınıfını salt “mavi yakalı” işçilere indirgemediği gibi, kapitalizmin gelişimiyle birlikte kafa emeğinin (zihinsel emeğin) rolünün de artacağını açıklıkla ortaya koymuşlardır.
Bütün bölükleriyle proletarya “kolektif işçi”dir ya da “kolektif işçi” proletaryanın temel karakteristiğidir. Üretimin toplumsal karakteri proleter sınıfı da kolektif işçi olarak yapılandırır. Proletaryanın kapitalist üretimin gelişme seyrinde, üretim teknolojisindeki gelişmeyle bağlı bir şekilde yeniden ve yeniden yapılanması, değişik kategorilerinin varlığı bu gerçeği değiştirmez. Proletarya gerek manifaktür kapitalizmi, gerek sanayi kapitalizmi, gerek de 70-80’lerden bu yana “üretimin enformatikleşmesi” ile olsun, her bir aşamada yeniden şekillenirken, daima “kolektif işçi” karakterini korur. Dahası kapitalist üretim tarzının gelişmesiyle, bir yandan işçi sınıfı daha fazla büyümeye devam ederken, diğer yandan “kolektif işçi” olarak çok daha etkin ve güçlü bir sınıf olarak gelişir.
“Kolektif işçi”, manifaktür kapitalizminde “manifaktürün canlı mekanizmasını” oluşturmaktaydı ve “uzmanlaşmış parça işçilerden meydana” gelmekteydi. “Çok sayıda parça işçinin birleşmesi ile oluşan kolektif işçi manifaktür döneminin kendine özgü makinesidir.” (Marx, Kapital, C.1, s.338)
Kolektif işçinin, hem basit hem karmaşık, hem yüksek hem düşük düzeyde işlevleri” (age., s.339, iba.) bulunur ve bütün bunlar, üretim sürecinde kolektif işçinin işlevleri olarak işlevselleşir. Manifaktür kapitalizminde el emeği, parça işlerde uzmanlaşma ve aleti işçinin kullanması kolektif işçinin karakteristikleridir. Ama sanayi devrimi ile bu teknik temel değişir. Böylece “kolektif işçi” olarak işçi sınıfı da yapısal ve köklü bir değişiklik geçirerek yeniden yapılanır.
Konu bağlamında Marx, şunları söyler:
“Makine biçimine gelen emek araçları, insan kuvveti yerine doğal kuvvetlerin konulmasını, ve el alışkanlığı yerine bilimin bilinçli uygulanmasını gerektirir. Manifaktürde, toplumsal emek sürecinin örgütlenmesi tamamen özneldi, ve parça işçilerin bir bileşimiydi; makine sistemine dayanan büyük sanayide ise, tümüyle nesnel bir üretici organizma vardır ve işçi, zaten varolan maddi üretim koşullarına eklenen bir şey haline gelmiştir. Basit elbirliğinde ve hatta işbölümüne dayanan elbirliğinde, tek başına çalışan işçinin yerini kolektif işçinin alması, azçok rastlantıya bağlı bir şey gibi görünür. Oysa makineler, daha sonraki durumlarda, birkaç istisna dışında, yalnız birleşmiş emek ya da ortaklaşa emekle işletilir. Demek ki, burada, emek sürecinin ortaklaşa niteliği, emek aracının kendisinin zorladığı teknik bir gerekliliktir.” (age., s.372)
Demek ki, sanayi devrimi ile, sanayi kapitalizmi ile birlikte toplumsal emek sürecinin teknik temeli değişir. El emeğinin yerine makine geçer, emek süreci nesnel bir üretici organizmaya dönüşür; böylece işçi makinenin basit bir uzantısı haline gelir. Yüksek teknolojik temele dayanan bir işbölümü şekillenir. Bu sıçrama ve yapısal dönüşümle işçi sınıfının toplumsal bileşimi, emek sürecindeki görevleri ve konumu da değişerek yeniden yapılanır. Sanayi proletaryası doğar ve gelişir. Üretim çok daha toplumsallaşır. Ve “kolektif işçi” daha yüksek bir temelde, emeğin sermayeye biçimsel bağımlılığının yerini gerçek bağımlılığa bıraktığı aşamanın, çok daha vazgeçilmez, bir “kolektif işçi”sine dönüşür. Ve toplumsal üretim süreci artık istisna tanımadan ya da “birkaç istisna dışında” yalnızca “birleşmiş emek ya da ortaklaşa emekle işletilir” hale gelir.
Emperyalist küreselleşmenin son dalgasıyla üretim uluslararası ölçekte örgütlenmiş, böylece üretim çok daha toplumsallaşmış, daha yüksek bir teknolojik temel kazanmış ve işçi sınıfı, dünle kıyaslanmayacak kadar çok daha fazla “kolektif işçi” haline gelmiştir. Bugün işçi sınıfı, dünya pazarını temel alan uluslararası tekeller emperyalizminde, kapitalist dünya pazarındaki bütünleşmenin çok daha ileri düzeyde biçimlendiği koşullarda, düne göre çok daha ileri düzeyde “birleşmiş emek ya da ortaklaşa emekle” temsil edilen bir proletarya konumunu kazanmıştır. Üretimin esnek uzmanlaşma temelinde parçalanması, yerkürenin dört bir yanına dağılması, herhangi bir metanın parçalarının onlarca ülkede aynı anda üretilip hızla son biçimini alması ve dünya pazarına sürülebilmesi, üretici güçlerdeki ve üretimin toplumsal karakterindeki bir gerilemeyi değil, aksine daha yüksek bir gelişme düzeyini temsil etmektedir. Eğer sermaye birikimi bu aşamaya varmasaydı, eğer üretim teknolojisi, elektronikleşme, enformasyon, komünikasyon ve ulaştırma teknolojileri böyle bir gelişme düzeyine yükselmesiydi ve böylece, sermayenin dönüşüm hareketinin (dönüşüm devresini) hızlı bir tempoda çevrimini güvencelemeseydi ya da buna elvermeseydi, bu, zaten gerçekleşmeyecekti. Üretimdeki “parçalanma”yı, sınıf içi tabakalaşmanın artmasını, sermayenin organik bileşiminin yükselmesini, yeni teknolojileri işçi sınıfının sonu, sınıfın devrimin öznesi olmaktan çıktığının kanıtı, sınıfın önemsizleşmesinin göstergesi olarak görmek trajikomik bir çarpıtma ve tasfiyeci propagandadan ibarettir.
İşçi sınıfını, “kolektif işçi”yi sadece kol işçisine indirgeyen, kafa emeğini proletarya dışında gören bakış açısının Marksizm-Leninizm’le bir ilişkisi bulunmamaktadır. “Postmodernistler”in ve onun bir versiyonu olan “postMarsizmin” (ki ikisi de yeni tip burjuva liberalizmin versiyonudur), bir yanda “postkapitalizm”le işçi sınıfının yok olduğunu ya da yok olma yolunda olduğunu propaganda ederken öte yandan da Marx’ın, Marksizm-Leninizm’in proletaryayı “mavi yakalı” işçiyle sınırladığı demagojisini yaptığını biliyoruz. Burjuva ve küçük burjuva tasfiyecilerin her iki iddiası da gerçek dışı ve tümüyle demagojiktir.
Konu hakkında Marx’a başvuralım.
“Yalnızca sermaye üreten emek üretkendir” diyen, üretken ve üretken olmayan emek kategorilerini incelediği yerde Marx, kapitalistleri ilgilendiren “şey” üzerinde durur ve “metada onu ilgilendiren şey” der, “ödediğinden daha fazla değişim değerinin yaratılmış olmasıdır ve bu nedenle, onun açısından, emeğin kullanım değeri, ücret olarak ödediği emek zamanını daha fazla miktarda geri alıyor olmasındadır. Doğal ki, bu üretken işçiler, asıl makine işçisinden yöneticiye ya da mühendise kadar (kapitalistten farklı olarak) şu ya da bu biçimde metanın üretimine katkıda bulunanların hepsidir.” (Artı-Değer Teorileri, 1. Kitap, s.146-147) diyerek üretim sürecinde yer alan kafa emekçilerini, mühendisi, teknisyeni, yöneticileri de “kolektif işçi” kategorisinde gördüğünü ortaya koyar.
Yine Marx, aynı ölümsüz eserinde, konuya derinlikli ve çarpıcı bir şekilde şöyle ortaya koyar:
“Birçok emekçinin, aynı metanın üretiminde çalıştığı tam kapitalist üretim biçiminin gelişmesiyle, bunların emeğinin üretilen nesneyle doğrudan ilişkisi, doğal ki büyük ölçüde çeşitlilik gösterir. Örneğin, bir fabrikada, daha önce değinilen vasıfsız işçilerin, hammaddenin işlenmesiyle doğrudan görevli olanların üstünde bir tür nezaretçilik görevi yapan ustalar, bir adım daha ötededirler; iş mühendisi de daha başka bir tür ilişki içindedir ve esas olarak yalnızca beyniyle çalışır, vb. ancak sonucu, (her ne kadar çalıştırılanların tümü aynı düzeyi sürdürürse de) farklı değerde emek-gücüne sahip olan bu emekçilerin bütünü üretir; yalnızca çalışma sürecinin sonucu olarak görülen bu sonuç, ifadesini metada ya da maddi üretimde bulur; ve hepsi bir arada, bir işlik olarak, bu ürünlerin canlı üretim makineleridir-üretim süreci bir bütün olarak alındığında, emeklerini sermaye karşılığında değişirler ve kapitalistin parasını sermaye olarak yeniden üretirler; yani artı değer üreten değer olarak, kendini genişleten değer olarak yeniden üretirler” (s.384-385)
Marx’ın çizdiği tablo açıktır.
Maddi ve “maddi olmayan” ücretli emek biçimleriyle; sanayi, tarım, hizmet ve ticari sektörlerde çalışan proletarya (ve işsiz işçiler) modern ücretli köleler sınıfını, “kolektif işçi”yi oluşturmaktadır. Proletarya içi katmanlaşma ve emek türlerindeki çeşitlilik ne proletaryanın yok olduğunun ne de önemsizleştiğinin bir verisini vs. oluşturmaz. Kapitalizmin asli ve asıl ürünü olan enternasyonal proletarya kapitalizmin de mezar kazıcısı rolünün oynayacaktır. Bu misyon yalnızca proletaryaya özgüdür; çünkü özel mülkiyetle tüm bağlarını koparmış olan tek sınıf proletaryadır. Onun köleleşmesinin nesnel maddi koşulu kapitalist özel mülkiyet dünyasıdır. O, ancak kapitalist üretim ilişkilerini proleter devrimle yıkarak kurtulabilir. Oysa proletarya dışındaki tüm sınıflar özel mülkiyet tabanı üzerinde durur…
Proletaryayı salt kol işçiliğine indirgeyerek yapılan işçi sınıfı tahlili yanlıştır. Kapitalizm ve “küreselleşme” propagandistlerinin, Negriciliğin böylesine dar bir proletarya teorisini Marksizm-Leninizm’e ait bir tahlil ve teori olarak sunması onların Markzim-Leninizm’in, Ekim Devrimi’nin, III. Enternasyonal’in bilinçli ideolojik düşmanları olmasıyla; Hardt ve Negri gibilerinin bilinçli tahrifatçılığı bir yöntem olarak kullanarak devrime saldırırken emperyalizmi, özellikle de Amerikan emperyalizmini bilinçli bir şekilde savunmasıyla bağlıdır. Yoksa onların Marksizm-Leninizm’in, III. Enternasyonalin proletarya tanımından, proletaryanın kapsamı hakkındaki teori ve analizlerinden habersiz olduğunu düşünmek aptallık olur.
Onlar ÇUŞ’ları, emperyalizmi, özelde de ABD’yi savunmaya adanmış olan “imparatorluk” kitaplarında (ve Negri’nin çeşitli röportajlarında) söz konusu görüşü Marx-Lenin’e atfedip sözde eleştiriler yaparken aslında böyle bir görüşün modern revizyonist ve küçük burjuva sosyalist akımlar cephesinin bir bölümüne ait olduğunu biliyorlar. Biliyorlar ve Marksizm-Leninizm’in bilinçli düşmanları olarak, bu gerçeği gizleyip sermayenin lehine alçakça sömürüyorlar. Entelektüel yetilerini demagoji ve manipülasyon amacıyla fütursuzca kullanıyorlar.
Tarihi, teoriyi, güncel gerçekleri sınır tanımaz bir küstahlıkla okuyucularının gözlerinin içine baka baka tahrif etmekten, bile bile yalanlar söylemekten bir an olsun bile kaçınmayan Negri/Negricilik “Endüstriyel işçi sınıfı”nın “proletaryanın ve proleter devrimlerin tarihinde sadece kısmi bir uğrağı temsil” (İmparatorluk, s.403, açHveN) ettiğini ileri sürebilmektedir. Oysa 500 yıllık kapitalizm tarihinde maddi üretim proletaryası, sanayi devriminden 20. asrın nerdeyse ikinci yarısına dek sanayi proletaryası proletaryanın bel kemiğini, ana gövdesini oluşturmuştur. Bugün de sanayi proletaryası proletaryanın ana çekirdeğini, öncü ve temel bölüğünü; politik bilinç ve örgütlenmesi, politik mücadele deneyimi en gelişkin kesimini oluşturmaktadır.
Postmodernistlere ve “postmodernizmin doruğu” olarak Negriciliğe göre, “postkapitalizm” ile proletarya, başta da sanayi proletaryası zaten buharlaşmıştır. Kaldı ki zaten sanayi proletaryası “modernizm” çağında da “kısmi bir uğrağı” temsil etmekteydi. Oysa kapitalizm “sanayi toplumu”dur ve proletarya genel olarak kapitalizmin ama özellikle de sanayi kapitalizminin asli, özgül ve temel ürünüdür. Leninizm’in en bilinçli düşmanlarından olan Negri türü kapitalist emperyalizme iltihak etmiş aydınlar “çağımızın önemli sorunlarına kafa yoran” aydınlar kategorisine asla girmezler, giremezler; aksine, onlar, sermayenin bilinçli savunucusu “sol” liberal oportünist teori ve pratiğin propagandistleridir. Bu gerçek her fırsatta vurgulanmalıdır. “Postmodernizm”, “postMarksizm”, Negricilik, “neoliberal” emperyalist yeni tip ideolojik Haçlı Seferberliğinin ideolojik saldırı biçimleridir.
Endüstrinin yerini hizmet sektörüne, kol emeğinin yerini “gayrimaddi emeğe” bıraktığını; bu değişimin de “modernizmden postmodernizme”, “İmparatorluğa” geçiş olduğu; kapitalizm ve emperyalizmin yerini kendiliğinden yeni bir üretim tarzına, kendiliğinden komünist vb. bir üretim tarzına bıraktığı; dolayısıyla artık proletaryadan bahsedilmeyeceği postmodern liberal propagandası, tümüyle bilim dışı demagojik bir propagandadır.
Kapitalist saldırının “küreselleşme” ile dizginlerinden boşandığı bir tarih kesitinde proletaryanın bittiğinin ilan edilmesi trajikomik bir durum olsa da, bir olgu. Üstelik son çeyrek asırda bu tip neoliberal, postmodern, postMarksist teori ve tezler popüler hale de geldi. Son çeyrek asrın tarihsel konjonktürü bu bakımdan elverişli koşulları altın tepsi içinde sermaye cephesine ve yedeğindeki akımlara sunduğu ise kuşkusuz ki gözden kaçırılmamalıdır.
Bilimsel ve teknolojik devrimin küresel çapta atılımı, yeni teknolojilerin yaygınlaşması, hizmet sektörünün daha da büyümesi, kafa emeğinin artan önemi, bilimsel-entelektüel emeğin emek içerisinde artan ve büyüyen rolü vb. “elveda proletarya” teorileri ve burjuva propagandası için doludizgin çarpıtılarak kullanıldı. Maddi emeğin bittiği, gayri-maddi emeğin maddi emekle bir ilişkisi kalmadığı, artık emeğin kendi değerini kendi belirlediği, emeğin ölçülemeyeceği vbg. “teori” ve “tezler” de aynı burjuva ve burjuva revizyonist ideolojik saldırının argümanları olarak kullanıldı.
Kafa ve kol emeği bağlamında, soruna, kısaca da olsa, tarihsel ve güncel perspektiften şöyle bir bakacak olursak şunları görmekteyiz.
Maddi ve zihinsel işbölümü arasındaki ayrışmanın tarihsel kökleri sınıflı toplumun ortaya çıkışına dek uzar. Zihinsel işbölümünün ön koşulu maddi işbölümüdür. Maddi yaşamdaki işbölümü ne ise zihinsel işbölümü de öylece ayrışır ve şekillenir. Çünkü tarihte belirleyici olan zihinsel işbölümü değildir. Zihinsel üretim ve işbölümünün temeli de, son tahlilde, gerçek yaşamın/maddi yaşamın üretimi ve yeniden üretimidir. İnsanların kendi yaşamının temelini, o arada farklılaşmasının temelini de üretici güçler oluşturur. “Çünkü insanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır.” Toplumsal bilinci de, toplumsal işbölümünü de belirleyip biçimlendiren toplumsal maddi gerçektir. Artı-emeğe, artı-ürene el koyan sınıflar, daima zihinsel üretim ve yönetim işini de üstlenmiş, kafa emeğini de kontrol ede gelmişlerdir. Kol emekçiliği ise tarihte, daima ezilen emekçi sınıf(lar)a kalmıştır. 
Konuyu genişletmeden kafa ve kol emeği çerçevesinde ele alacak olursak, iki emek türünü en keskin biçimde ayrıştıran, arasına uçurum koyan sistem kapitalist üretim tarzı olmuştur. Oysa “emek süreci tamamen bireysel olduğu sürece” kafa ve kol emeği bireysel üreticide birleşmişti; böylece üretici emekçi kendi ürününe karşı yabancılaşmıyordu; kafa ve kol emeğini aynı üretici süreçte kullanıyor ve kendisini yönetiyordu. Ancak, “daha sonra başkalarının denetimi altına girer. Tek bir insan, kendi beyninin denetimi altında gene kendi kaslarını harekete geçirmeksizin doğa üzerinde bir iş yapamaz. Doğal beden de kafa ile elin birbirine bağlı olması gibi, emek-süreci de el emeğini kafa emeği ile birleştirir. Sonraları bunlar birbirlerinden ayrılırlar, hatta can düşmanı olurlar.” (Marx, Kapital, C. I, s.483-484) “Değişik emek türlerini ve dolayısıyla zihin emeğiyle kol emeğini – ya da bunlardan birinin daha hakim olduğu emek türlerin- birbirinden ayırmak ve farklı insanlar arasında dağıtmak, kapitalist üretim tarzının gerçekten ayırt edici özelliğidir.” (Marx, Artı Değer Teorileri, 1. Kitap, s.385)
Marx’ın dediği gibi, “üretimin zihinsel güçlerinin el emeğinden ayrılması ve bu güçlerin, sermayenin emek üzerindeki gücü haline dönüşmesi, daha önce gösterdiğimiz gibi, ensonu, makine temeli üzerinde yükselen büyük sanayi tarafından tamamlanmıştır.” (Kapital, C. I, s. 405)
“Fordizm” ve “Taylorizm” olarak tanımlanan üretimin ve işin örgütlenmesi sürecinde, bu tabloyu ama daha keskin bir şekilde görmekteyiz. Tablo, günümüzün de temel tablosudur. Kafa ve kol emeğinin birleştiren “çekirdek işçi” kategorisi, esnek üretim sisteminde yaşamsal bir yerde durmakla ve proletaryanın bu katmanı giderek büyümekle birlikte, bu kategori toplam dünya proletaryası içinde hala küçük bir yer tutmaktadır.
Günümüzde kafa emeğinin toplam üretimde tuttuğu yer, ne Marx ne de Lenin dönemindeki gibidir. Ki, bu eşyanın tabiatına aykırıdır. Bu tablo, örneğin 1950’ler, 1960’lardaki gibi de değildir. Başta kapitalizmin metropolleri olmak üzere kapitalist dünya ekonomisinde kafa emeğinin payı önemli ölçüde artmıştır ve artmaya da devam edecektir. Gerek maddi metalar gerekse de hizmet metalarının üretiminde kafa emeğinin artan payı ve rolü, postmodernist, post Marksist vb. akımların iddialarının aksine proletaryanın önemsizleşmesinin, dahası yok olmasının değil, aksine, daha eğitimli ve kültürlü bir sınıf haline geldiğinin kanıtıdır. Ve yeniden vurgulanması gerekir, kafa işçileri proletarya dışı bir sınıf, proletaryanın yok oluşuyla yükselen yeni bir sınıf, proletaryanın dışında bir katman değil, tersine, proletarya sınıfının bir bölüğü, daha eğitimli, kültürlü, donanımlı, kalifiye bir bölüğüdür; “kolektif işçi” dir, “kolektif işçi”nin bir bileşenidir. “Değişik emek türlerini ve dolayısıyla zihinsel emeğiyle kol emeğini- ya da bunlardan birinin daha hakim olduğu emek türlerini- birbirinden ayırmak ve farklı insanlar arasında dağıtmak, kapitalist üretim tarzının gerçekten ayırt edici özelliğidir.” “Tüm bu insanlar, yalnızca maddi zenginliğin üretilmesine doğrudan katılmakla kalmazlar, üstelik emeklerini doğrudan, sermaye olan parayla değişirler ve dolayısıyla ücretlerine ek olarak kapitalist için bir artı-değeri yeniden üretirler. Emekleri, ödenmiş emeği artı ödenmemiş artı-emeği içerir.” (age, s.385, açM.)
Soruna hizmet sektörü açısından baktığımızda da karşımıza çıkan tablo şudur: Hizmet sektörü maddi üretim sektöründen daha hızlı gelişmektedir. Gerek gelişme hızı, gerekse de kapsamı itibarı ile hizmet sektörünün ulaştığı gelişme aşaması Marx dönemiyle kıyaslanamaz bile. Bugün hizmet sektöründe çalışan proletarya bölükleri maddi üretimde çalışan proletarya bölüklerinden daha büyük bir niceliği oluşturmaktadır. Her iki sektörde de mavi ve beyaz yakalı işçilerin çalışmakta olduğunu ise herhalde hatırlatmak bile gerekmez.
Hizmet sektörünün büyümesini proletaryanın yok oluşu olarak lanse eden postmodern ve postMarksist propaganda tümüyle demagojiktir. Hizmet sektörünün genişlemesi, bu sektörde çalışan proletaryanın büyümesidir ve genelde de proletaryanın küresel ölçekte daha da büyümüş olduğunu gösterir. Hizmet sektörü de kapitalist ekonominin kapitalist sektörlerinden birisini oluşturmaktadır. Bu sektörde de temel çelişki emek sermaye çelişkisidir ve hizmet sektöründe çalışan proletarya, doğası gereği, kapitalistçe sömürülmektedir. Kapitalist üretim tarzının maddi temelini maddi üretim ekonomisi oluşturmaktadır. Kendi maddi üretim temelini yitirmiş bir kapitalizmden salt, “hizmet sektörüne” dayanan bir kapitalizmden bahsedilemez. Bu iddia, hangi biçimde kamufle edilirse edilsin, postmodern, postMarksist demagogların sahte savlarından ibarettir sadece. Modern sanayi, günümüz kapitalizminin de maddi temelini oluşturmaktadır. Tarımın sanayileşmesi, hizmet sektörünün sanayileşmesi de bunu gösterir.
Kapitalizm geliştiği oranda toplumun toplumsal ve kültürel gereksinimleri de artar, çeşitlenir, zengin biçimler kazanır. Doğal olarak bu olgu, hizmet sektörünü de geliştirip büyütecektir ve büyütmüştür de. Keza maddi üretimde düşen kar oranları, sermayenin daha yüksek kar oranlarını yakalayabileceği sektörlerden birisi olarak hizmet sektörüne yönelmesini de getirdi. Bu tablo, hizmet sektörünün büyümesine, hızlı bir tarzda büyümesine yol açtı. Şüphesiz, toplumsal yararlı işlerin, sosyal hizmetlerin gelişiminde işçi ve emekçi hareketinin, özelde sosyalist sistem ve kampın tarihsel ve politik baskısı gibi çok temel bir nedeni de unutmamak ve vurgulamak lazım…
Yeni kapitalist birikim stratejisi ile birlikte, gerek devletin kamusal yükümlülükler çevresinde sermaye lehine üstlendiği geniş çaplı alt yapı yatırımları gerekse de sosyal hizmetler, özelleştirilerek özel kapitalist sektöre, uluslararası tekellere devredildi. Yani söz konusu hizmetler metalaştırıldı, ticarileştirildi, sermayeleştirildi. Ve bu alan git gide artan oranda dolaysız kapitalist sömürüye; artı değer gaspına, kar üretimine açıldı. Kar amacı gütmeyen kamusal (toplumsal faydalı işler) olmaktan çıkarılan sosyal hizmetler (eğitim, sağlık vb.) bir yandan bu alanlarda çalışan geniş bir emekçi kitleyi işçileştirirken, öte yandan da üretken emek kategorisinin de genişlemesine yol açtı. Hatırlatmak gereksizdir ki burjuva devlet de “şirket devlet”e dönüşmeye, özel kapitalist sektöre henüz devretmediği bir dizi “kamusal” hizmeti (elektrik, doğalgaz, eğitim vs.) kar amacıyla işletmeye yöneldi…
Bu yönelim, bir yandan üretken emek kategorisini öte yandan proletaryanın niceliğini büyüttü, genişletti.
Uluslararası tekellere dayanan emperyalist küreselleşmenin atılım sürecinde küresel ölçekte yaygın, kapsamlı, hızlı bir mülksüzleşme süreci yaşandı ve yaşanmaktadır. Bu süreç, kent ve kır küçük meta ekonomisinin kapsamlı iflası ve tasfiyesine; küçük ve orta çaplı mülk sahipleri sınıflarının geniş kesimlerinin iflasına yol açtı ve açmaktadır. “Küreselleşme”nin son dalgası ile ara sınıfların, orta tabakaların bu çok hızlı çözülüşünün proletaryayı büyütmeye devam edeceği açıktır.
Günümüz dünyasında da kapitalizm derinlemesine ve genişlemesine gelişmekte, yeni tipte mülksüzleşme süreci hız kazanmakta, işgücü artan bir hızla ve daha kapsamlı metalaşmaktadır. İşgücünün daha eğitimli bir dizi kategorisi, “orta sınıf”, “yeni tip küçük burjuvazi” kategorisine tekabül eden kategorileri 50’lerden, 60’lardan farklı olarak proletarya saflarına atılmıştır, atılmaya da devam etmektedir. Yani proletarya küresel ölçekte büyümesini sürdürüyor, sürdürmektedir.
Tarımsal iş gücünün bir dizi ülkede gerilemesi, sanayisel işgücünün ve istihdamın göreli olarak gerilemesi, hizmet sektörünün gelişmesi ise zaten proletaryanın sonu anlamına gelmiyor ve gelmez de. Kurgu, gizem, dil oyunlarıyla bu gerçekler yok sayılabilir ama yok edilemez, “yok yer”e gönderilemez. Ayrıca hatırlatmak gerekir ki, hizmet sektörüne gitgide artan oranda girip biçimlendiren enformasyon, telekomünikasyon, ulaştırma, otomasyon vbg. teknik aygıtları ve sistemleri de üreten sanayi proletaryasıdır. “Kolektif işçi”yi yok sayarak, işçi sınıfının değişik katmanlarını birbirinin karşısına çıkarıp çarpıştırarak proletaryayı buharlaştıramazsınız. Gerek maddi üretim proletaryası gerekse de hizmet üretimi proletaryası, kapitalist üretim tarzının ürünüdür. Örneğin Negriciliğin iddia ettiği gibi hizmet sektörü yeni bir üretim tarzına tekabül etmemektedir. Aksine hizmet sektörü kapitalist ekonominin bir sektörüdür. Kapitalizmi kapitalizm yapan temel karakteristik nitelikler ve hareket yasaları hizmet sektörünü de belirleyip biçimlendirmektedir.
İşgücünü çeşitlendirmek; proletarya içi tabakalaşmaları geliştirmek; her teknolojik yenilenmeyle birlikte proletaryayı yeniden ve yeniden yapılandırmak; gelişmesi içerisinde bazı işgücü kategorilerini gereksizleştirirken bazı kategorilerini daha fazla geliştirmek ya da yeni teknolojilere, yeni yaratılan ekonomik sektörlere dayalı yeni proleter kesimler üretip şekillendirmek, kapitalist üretim tarzının doğasında vardır. Bu tip olguların kapitalizmin, proletaryanın aşılması, yeni bir üretim tarzı olarak lanse edilmesi herhangi bir bilimsel ve devrimci niteliğe sahip değildir ve olamaz da.
“Küreselleşme” ile yerküremiz bugün çok daha küçülmüş kapitalist bir topluma dönüşmüştür. “Küreselleşme” ile dünya kapitalist sistemi küresel kapitalist fabrikaya dönüşmüştür ya da “küresel bir fabrikalar” sistemi olarak tanımlayabiliriz. Ama bu emek ve sermayenin aşılmasını, yeni bir üretim tarzının doğuşunu, bir “postkapitalizmi” vs. ifade etmemektedir. Tıpkı hizmet sektörünün maddi üretim sektörlerine göre daha baskın hale gelmesinin kapitalizm dışı yeni bir üretim tarzı anlamına gelmediği gibi.
Üretimin teknolojik yapısında; işgücünün yapısal ve sektörel dağılımında; işgücünün ve istihdamın biçiminde; proletaryanın sosyal bileşiminde, toplumsal işbölümünde ortaya çıkan değişmeler kapitalist üretim tarzıyla, bu üretim tarzının gelişmesi sürecinin gereksinmeleriyle ortaya çıkan değişmelerle bağlıdır. Ve bu değişiklikler proletaryayı yok etmek, onun tarihsel ve politik misyonuna son vermek bir yana, hem onu nitelik ve nicelik olarak geliştirmiş hem de kapitalizmi yıkma misyonunu çok daha keskin hale, daha güncel hale getirmiştir. “Postmodern” pazarlama teknikleriyle nesnel, bilimsel, somut tarihsel gerçekleri ortadan kaldıramazsınız. Radikal anarşist çizgiden “post”anarşist, pasifist, sivil toplumcu liberal çizgiye kaymış olan Negri’ye gelince, o hayatının hiçbir döneminde Marksizm-Leninizm’e, işçi sınıfının devrimci nitelik ve yeteneğine, proleter devrime zaten inanmamış biriydi, biridir. O çoktan “İmparatorluğa” teslim olmuş, önünde diz çökmüş, İmparator hazretlerinin sofrasına kurulmuş biri olarak, yeni duruşunun teorisini yapmakta, “İmparatorluğa” kendince nitelikli hizmetler sunmak için can siperane çırpınıp durmaktadır.
                                                                                                                      DEVAM EDECEK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder