24 Mart 2014 Pazartesi

“POSTKAPİTALİZM”LE PROLETARYA BUHARLAŞTI MI? III



“POSTKAPİTALİZM”LE PROLETARYA BUHARLAŞTI MI?
                              III
“Postkapitalizm” ve “Evrensel Emek”
1950’lerden bu yana geçen tarihsel kesitte bilim ve teknikte devasa sıçramalar yaşandı. Bilimin ilerlemesi, teknik keşiflerin gelişmesi; bilimin üretimle daha derinden kaynaşması, bilimin artan oranda üretici güç haline gelmesi sermayenin organik bileşimini yükseltti. Enformasyon teknolojisi, komünikasyon teknolojisi, ulaştırma teknolojisi, nükleer teknoloji, biyoteknoloji (nanoteknoloji, ki henüz sınırlı bir gelişme aşamasında) modern üretim teknolojileri olarak sıçrama yaptı.
II. Dünya Savaşı’ndan bu yana geçen süreçte emperyalist kapitalizmin teknik temeli sürekli yenilenmeyi sürdürdü. Kuşkusuz ki söz konusu yenilenme öncelikle kapitalizmin ana vatanlarında başladı ve giderek bağımlı “çevre”ye, yeni-sömürge ülkelere doğru yayıldı…
Kapitalizmin gelişmesi, üretimin uluslararasılaşması, P-M-P’ hareketinin küreselleşmesi, sermayenin organik bileşimindeki yükselme “kolektif işçi” olarak proletaryayı küresel ölçekte büyüttü, genişletti. Bu gelişme sürecinde kafa emeğinin payı da artararak ilerledi.
P-M-P’ hareketinin küreselleşmesi, sermayenin organik bileşiminin yükselmesi “evrensel emek” kategorisini de hızla geliştirdi. Konu bağlamında, öncelikle en büyük Marksiste, Marx’a başvuralım.
“Yeri gelmişken evrensel emek ile oraklaşa emek arasında bir ayrımın yapılması yerinde olur. Her iki emek de, üretim sürecinde kendi rollerini oynar, birbiri içerisine geçer, ama her ikisi gene de farklıdır. Evrensel emek, her tür bilimsel emek, keşifler ve buluşlardır. Bu emek kısmen, canlı emeğin elbirliğine, kısmen de daha önce yaşamış kimselerin emeklerinden yararlanmaya dayanır. Öte yandan da, ortaklaşa emek ise, bireylerin doğrudan doğruya elbirliği yapmalarıdır.” (Kapital, C.III, s.96)
Bugün, ÇUŞ’ların hegemonyası ile belirlenen emperyalist kapitalizm döneminde, proletarya, çok daha büyümüş, gelişmiş bir “kolektif işçi”dir. Bugün, “evrensel emek ve ortaklaşa emek” çok daha fazla küreselleşerek, çok daha fazla “evrensel emek ve ortaklaşa emek” haline gelmiş, bu iki emek türü her zamankinden daha fazla “birbirinin içerisine” geçmiş durumdadır. Kuşkusuz ki, “evrensel emek” kafa emeğidir ve kalifiye emektir. Proletarya içerisinde ve toplumsal emek sürecinde “evrensel emek”in artan ağırlığı ve gelişimi, kapitalizmin gelişiminin içsel eğilimidir.
Bugün “evrensel emeğin”, bilimsel emeğin; kafa emeğinin bu en kalifiye bölümünün üst katmanları kapitalizmin safına geçerek sermaye ile kaynaşmıştır. Fakat geniş bir tabakası, alt katmanları giderek işçileşmiş, ücretli işçi haline gelmiştir ve gelmektedir. Bu kesim “beyaz yakalı” işçilerin (kafa emekçilerinin) bir bölümünü, “bilgi işçileri”ni oluşturmaktadır.
Olgular bunlardır. Kuşkusuz ki bu olguları çarpıtmak, revize etmek, belkemiksiz oportünizm ve tasfiyeciliğe uygun bir kıvraklıkla pazarlamak da burjuva, küçük burjuva “sol” aydınların, yenik aydınların, ÇUŞ’ların sofrasına kurulmuş Negrilerin işi olmaktadır.
Marx, “ortaklaşa emek” ile “evrensel emek” arasındaki farklılıkları ve birliği ortaya koyarken, bir başka açıdan da bu ilişkide “ortaklaşa emeğin”, “kolektif işçi”nin rolünü şöyle ifade eder:
“Ensonu, neden ve nasıl tasarruf sağlanacağını, buluşları uygulamada en yalın yöntemleri ve teorinin uygulama alanına konulmasında – üretim sürecinde uygulamaya geçilmesinde ortaya çıkan sürtüşmelerin nasıl yenileceğini vb. ancak kolektif çalışan emekçinin deneyimleri bulur ve ortaya çıkarır.”
Burada teori ile pratiğin, kafa emeği ile kol emeğinin birliğinin yaşamsal önemini görmekteyiz…
Bugün “çekirdek işgücü” olarak nitelenen işçi katmanı gerçekte kafa ve kol emeğini birleştiren kalifiye emek kategorisine giren işçi bölüğünü oluşturmaktadır. “Bilimsel emek” ise kalifiye emeğin en eğitimli en kültürlü, en yaratıcı kategorisini ifade etmektedir.
Temelde kafa ve kol emeğini en derin, en geniş çapta ayrıştıran kapitalizm, diğer yandan da, üretimin gereksinimleri ekseninde kafa ve kol emeğini birleştiren kalifiye bir emek kategorisi de yaratarak, yapılandırarak geliştirmektedir. Açık ki burada kapitalizmin çelişkili eğilimleriyle yüz yüzeyiz. Bu çelişik eğilimlerin temelinde de üretimin toplumsal karakteri ile; toplumsal üretici güçlerle kapitalist üretim ilişkileri arasındaki temel çelişki yatmaktadır. Her türlü emeği kalifiye haline getirebilecek, kafa ve kol emeğini en gelişkin teknoloji ve kültür, donanım üzerinde birleştirecek ve giderek bu iki emek türü arasındaki farklılığa da son verecek tek toplumsal sistem/üretim tarzı ancak komünizm olabilir. Kapitalizmde bu, asla olanaklı değildir…
Yeni tip uluslararası işbölümünde ve yeni tip sermaye birikimi stratejisinde gerek “bilimsel emek” gerekse de “çekirdek işçi” yaşamsal bir yerde durmaktadır. Tekelci karı güvenceleyebilmek, sınır tanımaz emperyalist rekabette ayakta kalmak ve büyüyebilmek için, “evrensel emek”, bugün dünden çok daha stratejik önem taşımaktadır. Keza, kafa ve kol emeğini birleştiren, üretimdeki, üretim sürecindeki değişikliklere hızla yanıt verebilen ve üretimin sürekliliğinin güvencesi olan “çekirdek işçi” kategorisi de bugün dünden daha fazla bir önem ve ağırlığa sahiptir. Kuşkusuz ki üretim süreci, salt “çekirdek işgücü”yle gerçekleşmemektedir, hemen çevresinde yer olan yarı-kalifiye ve kalifiye olmayan (vasıfsız) geniş bir işgücü kategorisiyle birliktedir ve birlikte düşünülmelidir…
Marx, “Büyük sanayinin mevcut üretim sürecini hiçbir zaman son ve değişmez biçim” olarak görmediğini, üretim teknolojisinin, üretim aletlerinin gelişmesinin yalnızca “üretimin teknik temelinde sürekli değişikliklere” yol açmakla kalmayacağını; bu gelişmenin “işçilerin görevleriyle, emek sürecinin toplumsal bileşiminde de köklü değişiklikler”e yol açacağını; bu sürecin “sermaye ile işçi kitlelerini durup dinlenmeden bir üretim sürecinden diğerine” atacağını ve attığını saptar. Marx’tan bu yana, 1950’lerden bu yana, son çeyrek yüzyılda bu saptamaların çok çarpıcı bir tarzda doğrulandığını ise en kör gözler bile görmektedir.
Marx, işteki çeşitliliğin, kapitalizmin temel bir niteliği olduğunu, bunun sayısız türde yeni ücretli emek kategorileri oluşturduğunu vurgular. Keza O, devamla “işin çeşitliliğinin kabul edilmesi zorunluluğu”nun “işçilerin bu çeşitli işler için yatkın duruma gelmesini ve bu yeteneklerinin en geniş ölçüde gelişmesini sağlamıştır. Üretim tarzını, bu yasanın normal olarak işlemesine uydurmak, toplum için ölüm kalım sorunu” haline getirdiğini kuvvetle vurgular.
Marx, “Büyük sanayi, gerçekte, toplumu, bütün yaşamı boyunca bir ve aynı işi yineleyerek güdükleştiren ve böylece bir ‘parça insan’ haline gelen bugünün parça işçisinin yerini, çeşitli işlere yatkın, üretimdeki herhangi bir değişmeyi karşılamaya hazır ve yerine getirdiği çeşitli toplumsal görevleri kendi doğal ve sonradan kazanılmış yeteneklerine serbestçe uygulama alanı sağlayan bir şey olarak benimseyen tam anlamıyla gelişmiş bir bireyi koymayı, bir ölüm kalım sorunu halinde zormaktadır.” (Kapital, C.I, s.497-498) saptamasını yapar.
Kapitalizmin gelişmesi bir yandan kafa ve kol emeğini daha keskin bir biçimde sürekli daha üst derecede ayrıştırmaya devam etmektedir. Vasıflı ve vasıfsız emek ayrımını derinleştirmektedir. Ama öte yandan da üretici güçlerin gelişmesi, üretimin toplumsallaşması, kafa ve kol emeği arasındaki çelişkileri aşabilmenin, “bütünlüklü işçi”yi geliştirebilmenin maddi ve tarihsel önkoşullarını artan oranda yaratmıştır, yaratmaktadır. Yaratmakla da kalmamış, sermayenin sınırlı çerçevesi içerisinde de olsa bunu bir ölüm-kalım sorunu olarak dayatmıştır, dayatmaktadır. Politeknik eğitim-öğretim sistemlerinden, “çekirdek işçi” kategorisinin artan ve öne çıkan öneminden bu olguyu açıkça görebilmekteyiz. “Çekirdek işçi”, “bütünlüklü işçi”dir; kapitalist üretimin gereksinmelerini çok yönlü karşılamaya, yanıt vermeye yatkın ve yetenekli işgücü kategorisidir. Tabii ki “büyük sanayinin teknik zorunlulukları ile, bu kapitalist biçim içinde yatan toplumsal niteliği arasındaki mutlak çelişki”, bu çelişkiden kaynaklanan çatışma, söz konusu gelişmeyi sınırlayıp sakatlamaktadır…
“Evrensel emek”, “çekirdek işçi” kategorisindeki büyüme; hizmet sektörünün öne çıkışı, daha eğitimli, kültürlü bir proletarya bölüğünün hizmet sektöründe artışı ve yükselişi; yeni teknolojiler (enformasyon, komünikasyon, biyogenetik) ve bu teknolojilere dayanan yeni sektörlerin gelişmesi ve bu gelişmeyle yeni ve nitelikli işgücü kategorilerinin doğuşu, gelişimi, yükselişi; proletaryanın bileşimindeki değişme ve yeniden yapılanma, proletaryanın yeni bölüklerle büyümesini, niteliksel güçlenmesini ifade etmektedir. Bu gelişmeleri kapitalizmin, proletaryanın sonu vs. olarak teorileştirmek, propagandasını yapmak ancak burjuvazinin, ÇUŞ’ların, “İmparatorluk”un gönüllü bilinçli ideolojik uşakları olan Hardt ve Negri vb. gibilerin işi olabilir. Bu gelişme ve değişmeler proletaryayı proletarya olmaktan çıkarmadığı gibi, asli devrimci görevi kapitalizmi yıkmak sosyalizmi kurmak ve komünizme ulaşmak olan enternasyonal proletaryanın tarihsel devrimci görevinde de en ufak bir değişiklik yaratmaz. Postmodernistlerin, Negricilerin asli işlevi, işte tamda bu yaşamsal alanda ortaya çıkmakta; proletaryaya gönüllü uşaklığı dayatmakta ve devrimci tarihsel görevinden vazgeçmeyi öğütlemektedir.
Bir dizi tasfiyeci revizyonist akımın, o arada Negrici sol liberal akıntının proletaryanın bileşimindeki değişiklikleri bir gerekçe haline getirerek proletaryanın bittiğine dair teori ve tezleri bilimin, tarihsel ve güncel gerçeklerin fütursuzca, ilkesizce ret ve inkarından, kapitalizm ve ÇUŞ’lu emperyalist dünya sisteminin savunulmasından başka bir anlama gelmemektedir.
Örneğin “postkapitalizm”in, “enformatik toplum”un en gelişkin simgelerinden olan Ar-Ge sektörü bağlamından da sorunu ele alabiliriz. Ar-Ge, uzun bir zamandan beridir başlı başına bir sektöre dönüşmüştür. “Silikon Vadisi”, “teknopark” vb. biçimlerde de ifade edilen Ar-Ge sektörü kalifiye emeğe, kalifiye emeğin kafa emeği kategorisine, kafa emeğinin en seçkin kesimine dayanmaktadır. Ar-Ge ve “evrensel emek” kategorisi birbirine çok yakışmaktadır.
Bu sektör (gerek tekellerin bünyesinde gerekse de özel olarak bu alanda uzmanlaşmış şirketler biçiminde) “küreselleşme”yle küreselleşmiştir. Yılda, 600 milyar dolarlık gibi dev bir bütçeye dayanan ve 400 milyar dolarlık bölümünün uluslararası pazarın gereksinmelerine ayrılan bir sektörden bahsediyoruz. Ve bu sektör, burjuva devletlerin-ÇUŞ’ların- üniversitelerin birleşik çalışmasıyla işliyor ve geliştiriliyor. Ki, bu devasa sektör uluslararası tekellerin denetiminde bulunmaktadır.
Ar-Ge sektöründe çalışanların üst tabakaları sermayeyle bütünleştirmiştir. Ama gerisi modern proletaryaya dahildir. Proletaryanın kalife, seçkin emek kategorisini oluşturmaktadır. Örneğin Samsung tekelinin Ar-Ge bölümünde 26.000, Simens tekelinin Ar-Ge’sinde 44.000 ücretli çalışmaktadır. Bu rakamlar çarpıcı olduğu gibi, Ar-Ge’lerde çalışan ücretlilerin büyük bir çoğunluğunun işçi sınıfının bir parçası olduğundan kuşku duymak için bir neden de yoktur. Amasız küresel tekelci rekabet ve hızlı teknolojik yenilenmenin Ar-Ge sektörünü ve bu sektörde istihdam edilen işgücünü hızla geliştirmiş olduğu ve geliştirmeye devam edeceği açıktır.
Ar-Ge sektörü kapitalist maliyet fiyatlarını düşürmek, emek üretkenliğini yükseltmek, yeni teknoloji ve tasarım üretmek, kapitalist rekabetin temposu yükselen ritmine ayak uydurup öne geçmek, hızlı teknolojik yenilenmede geride kalmamak vb. için etkin bir tarzda geliştirilmektedir.
AB’nin “7. Çerçeve Programı” çerçevesinde Ar-Ge’ye ayırdığı bütçe 50 milyar eurodur. 20 Kasım 2009 tarihli Milliyet gazetesi “EK’inde yayınlanmış olan şu tablo oldukça anlamlıdır:



“Bölgelere göre Ar-Ge harcamaları (milyar dolar)
Bölge                                                             Harcamalar
Kuzey Amerika                                               215
Avrupa                                                           170
Japonya                                                          116
Hindistan ve Çin                                                  5
Dünyanın geri kalanı                                          27

Kaynak: Bloomberg, Booz & Company
Not: Rakamlar yuvarlanmıştır.”
Bu tablo, sermayenin Ar-Ge sektörüne verdiği önemi yansıtmaktadır. Bu tablo, emperyalist hegemonya ve rekabet mücadelesinde en önemli güç merkezlerinin şimdilik ABD-Japonya-Avrupa olduğunu göstermektedir. “Evrensel emek”in bir bölümünü, en nitelikli kesimini bağrında toplamış olan “Ar-Ge”nin sermaye bakımından vazgeçilmez olduğu çok açıktır. “Enformatik”, “postkapitalist”, “gayri maddi emek” olarak, bu sektör ve emek türünün doğrudan tekellerin ve tekelci devletlerin denetiminde, tekelinde olduğu da açıktır. Yani postmodern burjuva liberal demagojinin tersine, ne sermayeden bağımsızdır ne de kendi değerini kendi belirleyebilmektedir.
“Küreselleşme”yle, “yeni teknoloji”lerle yeniden yapılanıp biçimlenen üretim, dolaşım, pazarlama sistemleri ile ÇUŞ’lar bir dizi avantaj kazanmış, yeni yöntemler geliştirmiştir.
Örneğin “Toyota, stoksuz çalışma politikası uygulayarak, 15 günde üretilebilecek bir arabayı, bir günde üreterek, çok önemli bir zaman tasarrufu sağlayabilmiştir.” Japonların “stoksuz üretim sistemi”nin, “Amerikan endüstrisine bir rekabet saldırısı olarak” nitelendirilmiş olması da ayrıca anlamlıdır. (Bkz Genel İşletme, s.254-55, Anadolu Ünv. Yay.)
“Rekabetçi üstünlük”ü elde tutabilmek ile “sürekli yeni ürün”lerin piyasaya sürülebilmesi sıkı sıkıya birbirine bağlıdır. Burada teknoloji, tasarım, yenilikçilik, emek üretkenliği, kafa emeği, Ar-Ge bölümü ve pazarlamada üretkenlik, hız, realizasyon baş köşede durmaktadır. Aynı kaynakta, BMW’nin “2003 ve 2005 yılları arasında” “her üç ayda bir yeni ya da güncellenmiş bir modeli piyasaya” sürmeyi hedefleyen bir “iş planı” geliştirdiği söyleniyor. “Postmodern-enformatik ekonomi”yi anlamak bakımından devamını birlikte okumakta yarar vardır.
“Yeni modellerin piyasaya sunulmasının bir süreç olduğunun farkında olan BMW’nin imalat süreçleri Avrupa’daki en esnek süreçlerdir: BMW ayrıca oldukça kalifiye iş gücüne sahiptir. Üretim süreçlerinin esnekliği pazardaki dalgalanmalara hızlı yanıt verme imkanı getirmektedir. Rakiplerde olduğu gibi, katı olan üretim hatlarının değiştirilmesindeki yüksek maliyetler de önlenmiş olmaktadır.
“İmalat süreçlerinin esnekliği internet ile birleştirilerek artık alıcılara kişisel otomobil sipariş etme imkanı vermektedir. Bu durum BMW’nin otomobil montaj hatlarının etkinliğinde bir azalmaya da neden olmamaktadır. Alıcılar artık 350 farklı model çeşidi, 500 seçenek, 90 dış renk, 170 farklı iç oto döşeme paketinden seçim yaparak, kendi BMW’lerini tasarlayabilmektedir. Bir sipariş, alıcı kişinin BMW’nin Web temelli sipariş sistemine girmesinden sonra, beş saniye içinde onaylanabilmektedir. Otomobil bayiye 11-12 gün içinde ulaştırılmaktadır, bu süre çevrim içi sisteminden önceki sürenin üçte biri kadardır. Bugün BMW’nin Almanya’daki fabrikalarında üretilen otomobillerin yüzde 98’i kişisel sipariş üzerine oluşturulmaktadır. ABD’de alışılmadık bir durum olsada, burada satılan BMW’lerin de yüzde 60’ı da sipariş üzerine üretilmektedir.
“BMW’nin üretim stratejisinin başarıyla uygulayabilmesi fabrikaların ve zamanlama sisteminin daha çok kontrol altında tutulmasını gerektirmektedir. Alıcıya zamanında teslimatın yapılabilmesi çapraz işlevli bir çabaya bağlıdır. Diğer bir deyişle, gerektiğinde çalışanlar farklı bölümlerle de iş yapabilmeli ve sorun çözebilmelidir.” (s.262)
“Örneğin, Hewlett-Packard (HP), satış gelirlerinin yaklaşık yüzde 55’ini son üç yılda geliştirdiği ürünlerden elde etmiştir. Aynı şekilde IBM, pazara sunduğu yeni ürünlerin ortalama ömrünü, 6 ay olarak öngörmüştür. Sony, pazara son 10 yılda, 160 farklı Walkman model sürmüştür.” (s.264)
Bu örnekler günümüzün tablosunu pek çok açıdan yansıtmaktadır. Ve burada üretim ve dolaşım sürecinde yeni teknolojilerin, yeni yapılanma ve çalışma tarzının önemini çarpıcı bir tarzda görebilmekteyiz. Esnek üretim, esnek tasarım, esnek pazarlama, esnek işgücü, kalifiye emek, bilgisayar destekli imalat sürecinin internetle birleştirilmesi, müşteri memnuniyeti, “stoksuz” çalışma; üretim ve dolaşım süreçleri üzerinde daha sıkı kontrol vb birbirini tamamlamaktadır. Rekabette geride kalmak, kaybetmek ve ölüm demektir, daima en önde olmak gerekmektedir, vb.
İster Toyota, ister BMW, isterse Hewlett Packart ve IBM olsun, bu tekeller kapitalist tekellerdir. Amaçları azami kardır. Karlarının kaynağı artı-değerdir. Artı-değeri üreten işçilerdir. Temel üretim araçları kapitalist özel mülkiyettir. Üretim toplumsaldır, metalar “kolektif işçi” tarafından üretilmektedir; bilim insanıyla, mühendisi ve teknisyeniyle, montaj hatlarının başında duran işçisiyle “kolektif işçi”dir. Metaları (otomobili, bilgisayarı, yazılımı, tasarımı) üreten işçi ürettiği metalara yabancılaşmaktadır ve bir ücretlidir. Buradaki maddi ve “maddi olmayan emek” “kolektif işçi”nin emeğidir ve bu “emek” sermayeye tutsaktır. Buradaki temel çelişki de emek-sermaye çelişkisidir.
“Enformatikleşme” ve “gayrimaddi emek” adına kapitalizmin, emek ve sermayenin, emek değer teorisinin, artı-değer sömürüsünün aşıldığının herhangi bir kanıtı var mı bu tabloda? Yok. Açık ki, postmodernlerimiz, tasfiyeci revizyonistlerimiz, Negri gibi bilinçli emperyalist kapitalizm savunucularının teori ve tezleri sözde teori ve tezlerdir. Ve kuşkusuz ki enternasyonalist proletaryaya karşı uluslararası sermayenin, Marksizm-Leninizm’e karşı burjuva liberal emperyalist ideolojik saldırısını ifade etmektedir.
DEVAM EDECEK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder