“POSTKAPİTALİZM”LE PROLETARYA BUHARLAŞTI
MI?
III
“Postkapitalizm”
ve “Evrensel Emek”
1950’lerden
bu yana geçen tarihsel kesitte bilim ve teknikte devasa sıçramalar yaşandı.
Bilimin ilerlemesi, teknik keşiflerin gelişmesi; bilimin üretimle daha derinden
kaynaşması, bilimin artan oranda üretici güç haline gelmesi sermayenin organik
bileşimini yükseltti. Enformasyon teknolojisi, komünikasyon teknolojisi,
ulaştırma teknolojisi, nükleer teknoloji, biyoteknoloji (nanoteknoloji, ki henüz
sınırlı bir gelişme aşamasında) modern üretim teknolojileri olarak sıçrama
yaptı.
II. Dünya
Savaşı’ndan bu yana geçen süreçte emperyalist kapitalizmin teknik temeli
sürekli yenilenmeyi sürdürdü. Kuşkusuz ki söz konusu yenilenme öncelikle
kapitalizmin ana vatanlarında başladı ve giderek bağımlı “çevre”ye,
yeni-sömürge ülkelere doğru yayıldı…
Kapitalizmin
gelişmesi, üretimin uluslararasılaşması, P-M-P’ hareketinin küreselleşmesi,
sermayenin organik bileşimindeki yükselme “kolektif işçi” olarak proletaryayı
küresel ölçekte büyüttü, genişletti. Bu gelişme sürecinde kafa emeğinin payı da
artararak ilerledi.
P-M-P’ hareketinin küreselleşmesi, sermayenin
organik bileşiminin yükselmesi “evrensel emek” kategorisini de hızla geliştirdi.
Konu bağlamında, öncelikle en büyük Marksiste, Marx’a başvuralım.
“Yeri
gelmişken evrensel emek ile oraklaşa emek arasında bir ayrımın yapılması
yerinde olur. Her iki emek de, üretim sürecinde kendi rollerini oynar, birbiri
içerisine geçer, ama her ikisi gene de farklıdır. Evrensel emek, her tür
bilimsel emek, keşifler ve buluşlardır. Bu emek kısmen, canlı emeğin
elbirliğine, kısmen de daha önce yaşamış kimselerin emeklerinden yararlanmaya
dayanır. Öte yandan da, ortaklaşa emek ise, bireylerin doğrudan doğruya
elbirliği yapmalarıdır.” (Kapital, C.III, s.96)
Bugün,
ÇUŞ’ların hegemonyası ile belirlenen emperyalist kapitalizm döneminde,
proletarya, çok daha büyümüş, gelişmiş bir “kolektif işçi”dir. Bugün, “evrensel
emek ve ortaklaşa emek” çok daha fazla küreselleşerek, çok daha fazla “evrensel
emek ve ortaklaşa emek” haline gelmiş, bu iki emek türü her zamankinden daha
fazla “birbirinin içerisine” geçmiş durumdadır. Kuşkusuz ki, “evrensel emek”
kafa emeğidir ve kalifiye emektir. Proletarya içerisinde ve toplumsal emek
sürecinde “evrensel emek”in artan ağırlığı ve gelişimi, kapitalizmin
gelişiminin içsel eğilimidir.
Bugün
“evrensel emeğin”, bilimsel emeğin; kafa emeğinin bu en kalifiye bölümünün üst katmanları kapitalizmin safına geçerek
sermaye ile kaynaşmıştır. Fakat geniş bir tabakası, alt katmanları giderek
işçileşmiş, ücretli işçi haline gelmiştir ve gelmektedir. Bu kesim “beyaz
yakalı” işçilerin (kafa emekçilerinin) bir bölümünü, “bilgi işçileri”ni
oluşturmaktadır.
Olgular
bunlardır. Kuşkusuz ki bu olguları çarpıtmak, revize etmek, belkemiksiz
oportünizm ve tasfiyeciliğe uygun bir kıvraklıkla pazarlamak da burjuva, küçük
burjuva “sol” aydınların, yenik aydınların, ÇUŞ’ların sofrasına kurulmuş
Negrilerin işi olmaktadır.
Marx,
“ortaklaşa emek” ile “evrensel emek” arasındaki farklılıkları ve birliği ortaya
koyarken, bir başka açıdan da bu ilişkide “ortaklaşa emeğin”, “kolektif
işçi”nin rolünü şöyle ifade eder:
“Ensonu,
neden ve nasıl tasarruf sağlanacağını, buluşları uygulamada en yalın yöntemleri
ve teorinin uygulama alanına konulmasında – üretim sürecinde uygulamaya
geçilmesinde ortaya çıkan sürtüşmelerin nasıl yenileceğini vb. ancak kolektif
çalışan emekçinin deneyimleri bulur ve ortaya çıkarır.”
Burada teori
ile pratiğin, kafa emeği ile kol emeğinin birliğinin yaşamsal önemini
görmekteyiz…
Bugün
“çekirdek işgücü” olarak nitelenen işçi katmanı gerçekte kafa ve kol emeğini
birleştiren kalifiye emek kategorisine giren işçi bölüğünü oluşturmaktadır.
“Bilimsel emek” ise kalifiye emeğin en eğitimli en kültürlü, en yaratıcı
kategorisini ifade etmektedir.
Temelde kafa
ve kol emeğini en derin, en geniş çapta ayrıştıran kapitalizm, diğer yandan da,
üretimin gereksinimleri ekseninde kafa ve kol emeğini birleştiren kalifiye bir
emek kategorisi de yaratarak, yapılandırarak geliştirmektedir. Açık ki burada
kapitalizmin çelişkili eğilimleriyle yüz yüzeyiz. Bu çelişik eğilimlerin
temelinde de üretimin toplumsal karakteri ile; toplumsal üretici güçlerle
kapitalist üretim ilişkileri arasındaki temel çelişki yatmaktadır. Her türlü
emeği kalifiye haline getirebilecek, kafa ve kol emeğini en gelişkin teknoloji
ve kültür, donanım üzerinde birleştirecek ve giderek bu iki emek türü
arasındaki farklılığa da son verecek tek toplumsal sistem/üretim tarzı ancak
komünizm olabilir. Kapitalizmde bu, asla olanaklı değildir…
Yeni tip
uluslararası işbölümünde ve yeni tip sermaye birikimi stratejisinde gerek
“bilimsel emek” gerekse de “çekirdek işçi” yaşamsal bir yerde durmaktadır.
Tekelci karı güvenceleyebilmek, sınır tanımaz emperyalist rekabette ayakta
kalmak ve büyüyebilmek için, “evrensel emek”, bugün dünden çok daha stratejik
önem taşımaktadır. Keza, kafa ve kol emeğini birleştiren, üretimdeki, üretim
sürecindeki değişikliklere hızla yanıt verebilen ve üretimin sürekliliğinin
güvencesi olan “çekirdek işçi” kategorisi de bugün dünden daha fazla bir önem
ve ağırlığa sahiptir. Kuşkusuz ki üretim süreci, salt “çekirdek işgücü”yle
gerçekleşmemektedir, hemen çevresinde yer olan yarı-kalifiye ve kalifiye
olmayan (vasıfsız) geniş bir işgücü kategorisiyle birliktedir ve birlikte düşünülmelidir…
Marx, “Büyük
sanayinin mevcut üretim sürecini hiçbir zaman son ve değişmez biçim” olarak
görmediğini, üretim teknolojisinin, üretim aletlerinin gelişmesinin yalnızca
“üretimin teknik temelinde sürekli değişikliklere” yol açmakla kalmayacağını;
bu gelişmenin “işçilerin görevleriyle, emek sürecinin toplumsal bileşiminde de
köklü değişiklikler”e yol açacağını; bu sürecin “sermaye ile işçi kitlelerini
durup dinlenmeden bir üretim sürecinden diğerine” atacağını ve attığını saptar.
Marx’tan bu yana, 1950’lerden bu yana, son çeyrek yüzyılda bu saptamaların çok
çarpıcı bir tarzda doğrulandığını ise en kör gözler bile görmektedir.
Marx, işteki
çeşitliliğin, kapitalizmin temel bir niteliği olduğunu, bunun sayısız türde
yeni ücretli emek kategorileri oluşturduğunu vurgular. Keza O, devamla “işin
çeşitliliğinin kabul edilmesi zorunluluğu”nun “işçilerin bu çeşitli işler için
yatkın duruma gelmesini ve bu yeteneklerinin en geniş ölçüde gelişmesini
sağlamıştır. Üretim tarzını, bu yasanın normal olarak işlemesine uydurmak,
toplum için ölüm kalım sorunu” haline getirdiğini kuvvetle vurgular.
Marx, “Büyük
sanayi, gerçekte, toplumu, bütün yaşamı boyunca bir ve aynı işi yineleyerek
güdükleştiren ve böylece bir ‘parça insan’ haline gelen bugünün parça işçisinin
yerini, çeşitli işlere yatkın, üretimdeki herhangi bir değişmeyi karşılamaya
hazır ve yerine getirdiği çeşitli toplumsal görevleri kendi doğal ve sonradan
kazanılmış yeteneklerine serbestçe uygulama alanı sağlayan bir şey olarak
benimseyen tam anlamıyla gelişmiş bir bireyi koymayı, bir ölüm kalım sorunu
halinde zormaktadır.” (Kapital, C.I, s.497-498) saptamasını yapar.
Kapitalizmin
gelişmesi bir yandan kafa ve kol emeğini daha keskin bir biçimde sürekli daha
üst derecede ayrıştırmaya devam etmektedir. Vasıflı ve vasıfsız emek ayrımını
derinleştirmektedir. Ama öte yandan da üretici güçlerin gelişmesi, üretimin
toplumsallaşması, kafa ve kol emeği arasındaki çelişkileri aşabilmenin,
“bütünlüklü işçi”yi geliştirebilmenin maddi ve tarihsel önkoşullarını artan
oranda yaratmıştır, yaratmaktadır. Yaratmakla da kalmamış, sermayenin sınırlı
çerçevesi içerisinde de olsa bunu bir ölüm-kalım sorunu olarak dayatmıştır, dayatmaktadır.
Politeknik eğitim-öğretim sistemlerinden, “çekirdek işçi” kategorisinin artan
ve öne çıkan öneminden bu olguyu açıkça görebilmekteyiz. “Çekirdek işçi”,
“bütünlüklü işçi”dir; kapitalist üretimin gereksinmelerini çok yönlü
karşılamaya, yanıt vermeye yatkın ve yetenekli işgücü kategorisidir. Tabii ki
“büyük sanayinin teknik zorunlulukları ile, bu kapitalist biçim içinde yatan
toplumsal niteliği arasındaki mutlak çelişki”, bu çelişkiden kaynaklanan
çatışma, söz konusu gelişmeyi sınırlayıp sakatlamaktadır…
“Evrensel
emek”, “çekirdek işçi” kategorisindeki büyüme; hizmet sektörünün öne çıkışı,
daha eğitimli, kültürlü bir proletarya bölüğünün hizmet sektöründe artışı ve
yükselişi; yeni teknolojiler (enformasyon, komünikasyon, biyogenetik) ve bu
teknolojilere dayanan yeni sektörlerin gelişmesi ve bu gelişmeyle yeni ve
nitelikli işgücü kategorilerinin doğuşu, gelişimi, yükselişi; proletaryanın
bileşimindeki değişme ve yeniden yapılanma, proletaryanın yeni bölüklerle
büyümesini, niteliksel güçlenmesini ifade etmektedir. Bu gelişmeleri
kapitalizmin, proletaryanın sonu vs. olarak teorileştirmek, propagandasını
yapmak ancak burjuvazinin, ÇUŞ’ların, “İmparatorluk”un gönüllü bilinçli
ideolojik uşakları olan Hardt ve Negri vb. gibilerin işi olabilir. Bu gelişme
ve değişmeler proletaryayı proletarya olmaktan çıkarmadığı gibi, asli devrimci
görevi kapitalizmi yıkmak sosyalizmi kurmak ve komünizme ulaşmak olan
enternasyonal proletaryanın tarihsel devrimci görevinde de en ufak bir
değişiklik yaratmaz. Postmodernistlerin, Negricilerin asli işlevi, işte tamda
bu yaşamsal alanda ortaya çıkmakta; proletaryaya gönüllü uşaklığı dayatmakta ve
devrimci tarihsel görevinden vazgeçmeyi öğütlemektedir.
Bir dizi
tasfiyeci revizyonist akımın, o arada Negrici sol liberal akıntının
proletaryanın bileşimindeki değişiklikleri bir gerekçe haline getirerek
proletaryanın bittiğine dair teori ve tezleri bilimin, tarihsel ve güncel gerçeklerin
fütursuzca, ilkesizce ret ve inkarından, kapitalizm ve ÇUŞ’lu emperyalist dünya
sisteminin savunulmasından başka bir anlama gelmemektedir.
Örneğin
“postkapitalizm”in, “enformatik toplum”un en gelişkin simgelerinden olan Ar-Ge
sektörü bağlamından da sorunu ele alabiliriz. Ar-Ge, uzun bir zamandan beridir
başlı başına bir sektöre dönüşmüştür. “Silikon Vadisi”, “teknopark” vb.
biçimlerde de ifade edilen Ar-Ge sektörü kalifiye emeğe, kalifiye emeğin kafa
emeği kategorisine, kafa emeğinin en seçkin kesimine dayanmaktadır. Ar-Ge ve
“evrensel emek” kategorisi birbirine çok yakışmaktadır.
Bu sektör
(gerek tekellerin bünyesinde gerekse de özel olarak bu alanda uzmanlaşmış
şirketler biçiminde) “küreselleşme”yle küreselleşmiştir. Yılda, 600 milyar
dolarlık gibi dev bir bütçeye dayanan ve 400 milyar dolarlık bölümünün uluslararası
pazarın gereksinmelerine ayrılan bir sektörden bahsediyoruz. Ve bu sektör,
burjuva devletlerin-ÇUŞ’ların- üniversitelerin birleşik çalışmasıyla işliyor ve
geliştiriliyor. Ki, bu devasa sektör uluslararası tekellerin denetiminde
bulunmaktadır.
Ar-Ge
sektöründe çalışanların üst tabakaları sermayeyle bütünleştirmiştir. Ama gerisi
modern proletaryaya dahildir. Proletaryanın kalife, seçkin emek kategorisini
oluşturmaktadır. Örneğin Samsung tekelinin Ar-Ge bölümünde 26.000, Simens
tekelinin Ar-Ge’sinde 44.000 ücretli çalışmaktadır. Bu rakamlar çarpıcı olduğu
gibi, Ar-Ge’lerde çalışan ücretlilerin büyük bir çoğunluğunun işçi sınıfının
bir parçası olduğundan kuşku duymak için bir neden de yoktur. Amasız küresel
tekelci rekabet ve hızlı teknolojik yenilenmenin Ar-Ge sektörünü ve bu sektörde
istihdam edilen işgücünü hızla geliştirmiş olduğu ve geliştirmeye devam edeceği
açıktır.
Ar-Ge sektörü
kapitalist maliyet fiyatlarını düşürmek, emek üretkenliğini yükseltmek, yeni
teknoloji ve tasarım üretmek, kapitalist rekabetin temposu yükselen ritmine
ayak uydurup öne geçmek, hızlı teknolojik yenilenmede geride kalmamak vb. için
etkin bir tarzda geliştirilmektedir.
AB’nin “7.
Çerçeve Programı” çerçevesinde Ar-Ge’ye ayırdığı bütçe 50 milyar eurodur. 20
Kasım 2009 tarihli Milliyet gazetesi “EK’inde yayınlanmış olan şu tablo oldukça
anlamlıdır:
“Bölgelere göre Ar-Ge harcamaları
(milyar dolar)
Bölge Harcamalar
Kuzey Amerika 215
Avrupa 170
Japonya 116
Hindistan ve
Çin 5
Dünyanın geri
kalanı 27
Kaynak:
Bloomberg, Booz & Company
Not: Rakamlar
yuvarlanmıştır.”
Bu tablo,
sermayenin Ar-Ge sektörüne verdiği önemi yansıtmaktadır. Bu tablo, emperyalist
hegemonya ve rekabet mücadelesinde en önemli güç merkezlerinin şimdilik ABD-Japonya-Avrupa
olduğunu göstermektedir. “Evrensel emek”in bir bölümünü, en nitelikli kesimini
bağrında toplamış olan “Ar-Ge”nin sermaye bakımından vazgeçilmez olduğu çok
açıktır. “Enformatik”, “postkapitalist”, “gayri maddi emek” olarak, bu sektör
ve emek türünün doğrudan tekellerin ve tekelci devletlerin denetiminde, tekelinde
olduğu da açıktır. Yani postmodern burjuva liberal demagojinin tersine, ne
sermayeden bağımsızdır ne de kendi değerini kendi belirleyebilmektedir.
“Küreselleşme”yle,
“yeni teknoloji”lerle yeniden yapılanıp biçimlenen üretim, dolaşım, pazarlama sistemleri
ile ÇUŞ’lar bir dizi avantaj kazanmış, yeni yöntemler geliştirmiştir.
Örneğin
“Toyota, stoksuz çalışma politikası uygulayarak, 15 günde üretilebilecek bir
arabayı, bir günde üreterek, çok önemli bir zaman tasarrufu sağlayabilmiştir.”
Japonların “stoksuz üretim sistemi”nin, “Amerikan endüstrisine bir rekabet
saldırısı olarak” nitelendirilmiş olması da ayrıca anlamlıdır. (Bkz Genel
İşletme, s.254-55, Anadolu Ünv. Yay.)
“Rekabetçi
üstünlük”ü elde tutabilmek ile “sürekli yeni ürün”lerin piyasaya sürülebilmesi
sıkı sıkıya birbirine bağlıdır. Burada teknoloji, tasarım, yenilikçilik, emek
üretkenliği, kafa emeği, Ar-Ge bölümü ve pazarlamada üretkenlik, hız,
realizasyon baş köşede durmaktadır. Aynı kaynakta, BMW’nin “2003 ve 2005
yılları arasında” “her üç ayda bir yeni ya da güncellenmiş bir modeli piyasaya”
sürmeyi hedefleyen bir “iş planı” geliştirdiği söyleniyor.
“Postmodern-enformatik ekonomi”yi anlamak bakımından devamını birlikte okumakta
yarar vardır.
“Yeni
modellerin piyasaya sunulmasının bir süreç olduğunun farkında olan BMW’nin
imalat süreçleri Avrupa’daki en esnek süreçlerdir: BMW ayrıca oldukça kalifiye
iş gücüne sahiptir. Üretim süreçlerinin esnekliği pazardaki dalgalanmalara
hızlı yanıt verme imkanı getirmektedir. Rakiplerde olduğu gibi, katı olan
üretim hatlarının değiştirilmesindeki yüksek maliyetler de önlenmiş olmaktadır.
“İmalat
süreçlerinin esnekliği internet ile birleştirilerek artık alıcılara kişisel
otomobil sipariş etme imkanı vermektedir. Bu durum BMW’nin otomobil montaj
hatlarının etkinliğinde bir azalmaya da neden olmamaktadır. Alıcılar artık 350
farklı model çeşidi, 500 seçenek, 90 dış renk, 170 farklı iç oto döşeme
paketinden seçim yaparak, kendi BMW’lerini tasarlayabilmektedir. Bir sipariş,
alıcı kişinin BMW’nin Web temelli sipariş sistemine girmesinden sonra, beş
saniye içinde onaylanabilmektedir. Otomobil bayiye 11-12 gün içinde
ulaştırılmaktadır, bu süre çevrim içi sisteminden önceki sürenin üçte biri
kadardır. Bugün BMW’nin Almanya’daki fabrikalarında üretilen otomobillerin yüzde
98’i kişisel sipariş üzerine oluşturulmaktadır. ABD’de alışılmadık bir durum
olsada, burada satılan BMW’lerin de yüzde 60’ı da sipariş üzerine
üretilmektedir.
“BMW’nin
üretim stratejisinin başarıyla uygulayabilmesi fabrikaların ve zamanlama
sisteminin daha çok kontrol altında tutulmasını gerektirmektedir. Alıcıya
zamanında teslimatın yapılabilmesi çapraz işlevli bir çabaya bağlıdır. Diğer
bir deyişle, gerektiğinde çalışanlar farklı bölümlerle de iş yapabilmeli ve
sorun çözebilmelidir.” (s.262)
“Örneğin,
Hewlett-Packard (HP), satış gelirlerinin yaklaşık yüzde 55’ini son üç yılda
geliştirdiği ürünlerden elde etmiştir. Aynı şekilde IBM, pazara sunduğu yeni
ürünlerin ortalama ömrünü, 6 ay olarak öngörmüştür. Sony, pazara son 10 yılda,
160 farklı Walkman model sürmüştür.” (s.264)
Bu örnekler
günümüzün tablosunu pek çok açıdan yansıtmaktadır. Ve burada üretim ve dolaşım
sürecinde yeni teknolojilerin, yeni yapılanma ve çalışma tarzının önemini
çarpıcı bir tarzda görebilmekteyiz. Esnek üretim, esnek tasarım, esnek
pazarlama, esnek işgücü, kalifiye emek, bilgisayar destekli imalat sürecinin
internetle birleştirilmesi, müşteri memnuniyeti, “stoksuz” çalışma; üretim ve
dolaşım süreçleri üzerinde daha sıkı kontrol vb birbirini tamamlamaktadır.
Rekabette geride kalmak, kaybetmek ve ölüm demektir, daima en önde olmak
gerekmektedir, vb.
İster Toyota,
ister BMW, isterse Hewlett Packart ve IBM olsun, bu tekeller kapitalist
tekellerdir. Amaçları azami kardır. Karlarının kaynağı artı-değerdir.
Artı-değeri üreten işçilerdir. Temel üretim araçları kapitalist özel
mülkiyettir. Üretim toplumsaldır, metalar “kolektif işçi” tarafından
üretilmektedir; bilim insanıyla, mühendisi ve teknisyeniyle, montaj hatlarının
başında duran işçisiyle “kolektif işçi”dir. Metaları (otomobili, bilgisayarı,
yazılımı, tasarımı) üreten işçi ürettiği metalara yabancılaşmaktadır ve bir
ücretlidir. Buradaki maddi ve “maddi olmayan emek” “kolektif işçi”nin emeğidir
ve bu “emek” sermayeye tutsaktır. Buradaki temel çelişki de emek-sermaye
çelişkisidir.
“Enformatikleşme”
ve “gayrimaddi emek” adına kapitalizmin, emek ve sermayenin, emek değer
teorisinin, artı-değer sömürüsünün aşıldığının herhangi bir kanıtı var mı bu
tabloda? Yok. Açık ki, postmodernlerimiz, tasfiyeci revizyonistlerimiz, Negri
gibi bilinçli emperyalist kapitalizm savunucularının teori ve tezleri sözde
teori ve tezlerdir. Ve kuşkusuz ki enternasyonalist proletaryaya karşı uluslararası
sermayenin, Marksizm-Leninizm’e karşı burjuva liberal emperyalist ideolojik
saldırısını ifade etmektedir.
DEVAM EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder