“POSTKAPİTALİZM”LE PROLETARYA BUHARLAŞTI
MI?
Proletaryanın
ve onun tarihsel devrimci rolünün açık ya da gizli ret ve inkarı, öteden beri
Marksizm-Leninizm’le her türden anti-proleter, anti-Marksist-Leninist akım
arasındaki ilkesel ayrılığın ana ayıracı olagelmiştir. Devrimci proletaryanın
yerine “yoksullar”ın, devrimci proletaryanın yerine aydınların, devrimci
proletaryanın yerine “halk”ın, devrimci proletaryanın yerine “ezilenler”in,
devrimci proletaryanın yerine “çalışanlar”ın, “üreticiler”in vb. geçirilmesi;
duruma göre birinin ya da ötekinin geçirilmesi, geçmişten beri süregelen bir
olgudur. Proletaryanın burjuvalaştığı, proletaryanın orta sınıfa dönüştüğü,
proletaryanın yeni teknolojilerle gereksizleştiği, söz gelimi yerini “çokluk”a
bıraktığı ya da dönüştüğü vb. gibi teorilerin, ideolojik saldırıların,
burjuvazinin ve küçük burjuvazinin işçi sınıfına ve Marksizm-Leninizm’e karşı
ideolojik ve siyasi saldırılarından başka bir anlamı bulunmamaktadır.
Emperyalist
küreselleşmenin son birkaç on yılda doludizgin gelişimi, başını SB’nin çektiği
kapitalist/revizyonist sistem ve kampın çöküşü, dünya devriminin dibe vurması,
politik güçler dengesinin dünya devrimi aleyhine değişmesi; teknolojik
gelişmeler, bilgi işlem teknolojilerindeki sıçrama, hizmet sektörünün kapitalist
maddi üretim sektöründen daha hızlı büyümesi, “ekonomilerin malileşmesi” vb.
gibi olgular, proletaryanın ve onun devrimci tarihsel rolünün yadsınmasına yol
açan, özü bir olmakla birlikte, sayısız teori ve tezin ortalığı kaplamasına yol
açtı.
Özellikle
hatırlatmak gerekiyor: “Neoliberal” emperyalist dünya sermayesinin “tarihin
sonu”nu ilan etmesine paralel, değişik türevleriyle birlikte “postmodernizm” ve
“postMarksizm” olarak tanımlanan akımlar da, “özne’nin sonu”, “kurtuluşçu
ütopyaların sonu”, “evrensel doğruların sonu”, “elveda proletarya” vb. diye haykırmaya ya da bu eski çığlığı
yeni dönem koşulları içerisinde yeni biçimlerde formüle ederek gürültülü bir
şekilde propaganda etmeye başladılar. Boşuna dememişler “sığ sular gürültülü
akar”…
Yeni bir çağa
girdiğimiz, bu yeniçağın “enformatik” (vb.) bir çağ, yeniçağa tekabül eden
toplum biçiminin “enformatik toplum” (vb.) olduğu; kapitalizmin, emek ve
sermayenin, artı-değer sömürüsünün aşıldığı; yeni bir üretim tarzına geçildiği
ya da kendiliğinden komünist bir dünyada yaşadığımız ileri sürüldü. Bu çağın,
görülemez, dokunulamaz, tanımlanamaz, hiç yerde, hiç yerötesi bir yerde, bir
yerötesi hiç yerde olduğu vs. ilan edildi.
Peki gerçekte
“küreselleşme”yle, “postkapitalizm”le, “sanayi sonrası toplum”la, “teknoloji çağı”
ile, “enformatikleşme”yle, “Üçüncü Bilimsel ve Teknik Devrim” (3BTD) ile
proletarya önemsizleşti mi? Buharlaştı mı?
Özet bir
biçimde de olsa, soruna biraz daha yakından bakalım.
“Buharlaşmak”
Yerine Proletarya Büyümeye Devam Ediyor
Kapitalizm,
modern ücretli kölelik düzenidir. Ve proletarya modern ücretli kölelerden
oluşan bir sınıftır. Proletarya, kapitalist üretim tarzının özgül ve temel
ürünü ve mezar kazıcısıdır. Kapitalizmde her şey gibi ücretli emek de metadır.
Marx’ın dediği gibi, “ücretli emek bir metadır. Hatta ürünlerin metalar olarak üretiminin, üstünde gerçekleştiği
temeldir.” (Artı-Değer Teorileri, İkinci Kitap, s. 380, Sol Yayınları) Bundan
dolayıdır ki Lenin, özellikle işgücünün hangi oranda metalaşıp metalaşmadığını
bir ülkede kapitalizmin gelişme derecesini ölçmede başköşeye oturtur.
Kapitalist
üretim tarzının gelişme süreci, sermaye ve ücretli emek ilişkisinin yeniden ve yeniden üretildiği tarihsel ve toplumsal bir süreçtir. Kapitalizm
geliştiği oranda, prekapitalist ilişkiler gerek ulusal gerekse de küresel çapta
çözülerek yerini kapitalist üretim ilişkilerine terk eder; toplumu, bir yanda
sermaye diğer yanda proletarya olarak saflaştırır. Bilindiği gibi, bu sürecin
en ileri biçime kavuştuğu ülkeler grubunu da “insan merkezli, çevreci
postmodern, enformatik, teknolojik” toplumlar olarak lanse edilen emperyalist
ülkeler kampı oluşturmaktadır…
Marx bu
gerçeği şöyle dile getirir:
“Tıpkı basit yeniden üretimin, sermaye
ilişkisinin kendisini, yani bir yandan kapitalistlerin, öte yandan ücretli
işçilerin ilişkilerini, sürekli olarak yeniden-üretmesi gibi, gittikçe büyüyen
bir ölçekte, yeniden üretimi, yani birikimi de, büyüyen bir ölçekte sermaye
ilişkisini, bir kutupta daha çok kapitalistleri ya da daha büyük
kapitalistleri, öteki kutupta da daha çok ücretli işçileri yeniden üretir.
Sermayenin kendisini genişletmesi için sermaye ile durmadan kaynaşmak zorunda
kalan ve sermayeden kopup ayrılması olanaksız bulunan, sermaye köleliği,
yalnızca kendisini sattığı bireysel kapitalistlerin başka başka olmalarıyla
gözlerden saklanan bu emek gücü
kitlesinin yeniden üretimi, aslında sermayenin
kendisini yeniden üretimin kökü ve esasıdır.
Bu yüzden sermaye birikimi, proletaryanın çoğalması
demektir.” (Kapital, C. I, s. 585-586, iba.)
Sermaye
birikimi, kapitalist üretim tarzının
içsel özelliğidir. Sermaye birikimi, artı-değerin bir bölümünün üretimin
genişletilmesi için yeniden
kullanımıdır. Kapitalist genişletilmiş yeniden üretim süreci bu temelde
şekillenir ve ilerler. Dolayısıyla kapitalizm, kapitalizmin gelişimi, sadece
bir yeniden üretim süreci değil, aksine kapitalist üretim ilişkilerinin sürekli
ve genişletilmiş ölçekte yeniden üretim sürecidir. “Bu yüzden sermayenin büyümesi ile proletaryanın sayısındaki artış,
karşılıklı birbirine bağlı olgular olarak aynı sürecin ürünüdürler. Bu ilişki sadece yeniden üretilmez, sürekli daha
kitlesel ölçekte üretilir; böylece sürekli yeni işçi kaynakları yaratır ve
önceden bağımsız olan üretim dallarına el atar.” (Marx, Kapital’e Ek: Dolaysız Üretim Sürecinin
Sonuçları, s.133-134, açM, Ceylan Yayınları)
Bugün
dünyanın hangi kıtasına, hangi ülkesine bakarsak bakalım, ne 19. yüzyılla ne de
20. yüzyılın örneğin 1920’leriyle, 30’larıyla vb. kıyaslanamayacak denli bir
proletarya varlığıyla karşı karşıya olduğumuzu rahatlıkla görebiliriz. Gezegenimiz
sözgelimi 19. yüzyılda ya da 20. asrın ilk yarısında henüz “köylü” sayılırdı;
kırsal nüfus, köylülük kentleşme ve proletarya karşısında egemen durumdaydı.
Oysa “Elveda proletarya!” diye yırtınanlara karşın bugün dünyamız, düne göre
daha burjuva ve daha proleter. Dünya kent nüfusu dünya kır nüfusunu geçmiş
durumda. 1990’ların sonu-2000’lerin başında 2,4, bugün ise 3,4 milyarlık devasa
bir ücretli emek ordusuyla karşı karşıyayız. Ve bu ordunun en büyük bölüğünü,
sanayide, tarımda, hizmet sektöründe çalışan proletarya oluşturmaktadır. Dünya
çapında 700 milyonluk bir sanayi proletaryası bulunmaktadır. Yani proletarya
buharlaşmak yerine büyümeye devam
etmektedir.
Kuşkusuz ki
bu gerçekler postmodernistlerimizin, postMarksistlerimizin; sözde “yeniçağ”ın
Marx-Engels’i ve yazdıkları “İmparatorluk” kitabı da “yeniçağın Komünist
Manifestosu” olarak lanse edilen Negri ve Hardt’ın, Negriciliğin umurunda bile
değildir. Onlar için önemli olan uluslararası tekeller dünyasına hizmet ve
emperyalist dünya düzenini proletaryadan, proleter devrimden,
Marksizm-Leninizm’den gelen tehditten korumaktır. Geçerken vurgulamak isteriz,
Negri “değerli fikirler üreten” bir aydın değil, Amerikan emperyalizminin,
emperyalist dünya sisteminin, (“İmparatorluk”un) bilinçli bir savunucusudur. Onun “devrimci” geçmişi, hapis yatmış,
ülkesinden kaçarak sürgün yaşamak zorunda kalmış olması vb. pek çok kişi
nezdinde son derece yanıltıcı bir rol oynamaktadır… Negri, açık ve kesin bir
şekilde “postmodern çağ”ın geçici “ikon”larından birisidir sadece; ama modanın
etki gücünün küçümsenemeyeceği, es geçilemeyeceği ise bilinen bir gerçektir…
Kapitalizm
geliştiği oranda, proletarya hem mutlak
(nicelik) hem de göreli (oransal)
olarak gelişir ve büyür. Örneğin diyelim ki bu sadece 19., 20. yüzyılın değil,
aynı zamanda 21. yüzyılın veya üçüncü bin yıla (“milenyum”) giren insanlık
tarihinin de günümüzdeki gerçeğidir. Örneğin proletaryanın dünya çapında maddi
üretim sektöründe mutlak olarak büyürken göreli olarak gerilemesi, hizmet
sektörünün daha hızlı büyümesi bu temel gerçeği değiştirmez ve
değiştirmemektedir.
“Buharlaşan
proletarya”, “önemsizleşen proletarya”, “devrimin öznesi olmaktan çıkan
proletarya” vb. üzerine süren tartışmalar bağlamında Marx’ın aşağıdaki sözleri
son derece önemlidir. “Ne var ki, ücretli emekçi sayısındaki nispi azalmaya
karşın, mutlak olarak artış, zaten kapitalist üretim tarzının bir
gereksinimidir.”
Kapitalist
genişletilmiş yeniden üretim sürecinde, proletarya bir yandan mutlak olarak büyür. Ama sermayenin
organik bileşiminin yükselmesiyle toplam sermayeye ve sermayenin gelişme hızına
göre proletarya göreli olarak
azalır. Bu kapitalizmin nesnel bir içsel eğilimidir. Toplam olarak dünya
ekonomisinde proletarya hem mutlak ve hem de göreli olarak büyür. Ancak
sermayenin organik bileşiminin yükselmesiyle canlı emeğe, işgücüne talep göreli
olarak azalır. Sermayenin organik bileşiminin yükseldiği fabrikada, işletmede,
dalda göreli olarak azalır. Kapitalist rekabet ve en fazla kar kavgası, kaçınılmaz
olarak diğer işletmelerin ve sektörlerin de yeni teknoloji kullanmalarına yol
açar. Böylece sermayenin organik bileşimi (eşitsiz gelişse de) giderek bütün
ekonomi sektörlerinde yükselir. Böylece göreli azalma gelişir, genelleşir. Ama
kapitalizm burada durmaz. Yeni sektörlere, yeni pazarlara vb. doğru kendisini
genişletir…
Marx,
yukarıdaki sözlerin devamında şunları söyler:
“Emek gücünü
günde 12-15 saat çalıştırmak artık zorunlu olmaktan çıkar çıkmaz, bu üretim
tarzı için emek gücü artık bollaşmış demektir. Üretici güçlerde mutlak işçi
sayısının azalmasına yol açabilecek yani bütün ulusun kendi toplam üretimini
daha kısa zamanda yapabilmesini sağlayacak bir gelişme, nüfusun büyük bir
kısmını işsiz bıraktığı için bir devrime neden olabilir. Bu, kapitalist
üretimin özgül sınırının bir başka belirtisidir ve bu, üretim tarzının, üretici
güçlerin gelişmesi ve servet yaratılması için hiçbir zaman mutlak bir biçim
olmadığını, daha çok, belirli bir noktada bu gelişmeyle çatışma haline
geldiğini de gösterir…” (Kapital, C.III, s. 233)
Emperyalist
kapitalizmin tarihsel sınırlarına dayandığını gösteren olgulardan birisi de
budur. Kapitalizmin aşıldığı, böylece artık proletaryadan bahsedilemeyeceğini
ileri süren burjuva ve küçük burjuva propagandanın düpedüz yalana, demagoji ve
manipülasyona dayanan iddialarına karşın, çalışan bölükleri bir yana,
kapitalizm 1 milyarı aşan işsiz yaratmıştır günümüzde. Yapısallaşmış,
kronikleşmiş, küreselleşmiş ve gittikçe de artması kaçınılmaz olan ve 2000-2004
genel ekonomik krizin ardından, sadece 4 yıl sonra, yeniden ve bu kez daha
ağır, şiddetli, keskin bir biçimde patlak veren ekonomik krizle 200-250 milyon
kadar işçinin işsizler kervanına katıldığı günümüz dünyasında, kapitalist
üretim tarzının zaten insanlığa verebilecek hiçbir şeyinin kalmadığı çok
çarpıcı bir şekilde bir kez daha açığa çıkmış bulunuyor…
“İşsizlik, verimlilik eğilimlerindeki olumsuz gelişmeler,
teknolojik gelişmelere bağlanan umutların da boş çıkmakta olduğunu gösteriyor. Oxford
Üniversitesi’nin bir araştırması, ABD’de gelecek 20
yılda, bugün var olan tüm işlerin yüzde
45’inin yok olacağını, otomasyonun insanların işlerini
elinden alacağını gösteriyor (Boston Globe,
26/01). Böylece oluşacak fazla nüfusa ise kapitalizmin sunabileceği hemen hiçbir olanak yok. Geçmişte olduğu gibi bunları gönderecek
boş alanlar, sömürgeler de yok. Geriye bunları savaşlara ya da
kurgubilimlerdeki gibi (Hunger
Games, Elysium, örneğin)
egemen sınıfın yaşam alanlarının dışına sürmek kalıyor...” (29 Ocak 2014 Çarşamba- Ergin Yıldızoğlu, Cumhuriyet)
Dünya
yoksullarının gözden çıkarılmış olduğu, toplumsal üretici güçlerin gelişmesinin
ileri düzeylere ulaştığı günümüz dünyasında, bir yıllık toplam dünya üretiminin
iktisaden faal nüfusun %15 ile gerçekleştirilebilecek kadar bir gelişme
düzeyine gelmiş bir dünya gerçekliğinde kapitalizmin yıkılışının kaçınılmaz
olduğu çok açıktır. Ama o kendiliğinden çökmeyecektir, ancak dünya proletaryası
ve proleter devrim aracılığıyla mezara gömülecektir. Uluslararası sermayenin
olduğu kadar, postmodernizmin, postMarksizmin, Negriciliğin de ana korkusu
budur işte. Sınır tanımayan bir demagoji ile tarihin, ideolojilerin, sınıflar
mücadelesinin, proletaryanın ve devrimlerin sonunun ilan edilmesinin nedeni de
budur.
DEVAM EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder