ÖNDERLİK
VE ''ÖNDERLİK'' ÜZERİNE
V
Devam
edelim.
MLKH
içerisinde oportünist II. Enternasyonal'in, Troçkizm'in, IV.
Enternasyonal'in ayak izlerine basarak, teorilerini temel alarak
Avrupa merkezli devrim teorisi ve programını savunarak
''yenilenmek'' gerektiğini ateşli bir şekilde ileri sürenler var.
Fakat bildiğimiz kadarıyla MLKH'in Avrupa merkezli devrim yaparak
Türkiye'yi, dünyayı kurtarma çizgisi yok. Peki o halde kabul
edilemeyecek tarzda Avrupa'ya ''yığınak'' yapılmasının mantığı
ne?!!! Ve bu seçimler neye göre yapılıyor??? Aranır olmak,
cezalar almış olmak bir ölçüt olabilir mi? Peki devrim yapma
iddiasında olduğumuz coğrafyada aranmayanlar üzerinde mi illegal
ve yasadışı partiyi kurup geliştireceğiz? Böyle bir yaklaşımın
Marksizm Leninizm ile, Uluslararası Komünist Hareketin tarihsel
deneyimleriyle, coğrafyamızın gerçekleriyle, tarihsel
geleneğimizle bağdaşır bir yanı olabilir mi?
Denebilir
ki elbette ki böyle düşünmüyoruz, yazdıklarımıza vs. bakın.
Peki
gerçeğimiz ne? Pratikleşmeyen sözler ölçü olabilir mi? Neden
aranan, hapis cezası alan kadrolar kolaycı bir şekilde yurtdışına
çekiliyor? Yıllardır Türkiye'de ve Kuzey Kürdistan'da ciddiye
alınabilecek bir illegal-yasadışı partinin olmaması ya da
tasfiye olmuş ve edilmiş olmasının buradaki rolü ne?
Bu
tablo en baştada ''stratejik önderler''in ''adanmış
devrimcilik'le, ''eleştirinin devrimci şiddeti''yle en önde
dağılmış çalışmaları toparlayıp geliştirmesi gerekmez mi?
Her fırsatta ''adanmış devrimcilik'', ''parti tarzı'',
''devrimci romantizm'' üzerine lafazanlık yapanların, başka
kadrolara ve Türkiye ve Kürdistan'da binbir emekle, bedelle
mücadele yürüten kadro ve örgütlerimize kendilerini feda
etmesini öğütlerken hangi ilkelere, hangi ahlaki ve vicdani
değerlere göre davranıyorlar acaba? Tüm bu gerçeklerin
sorgulanması ve gerekli derslerin çıkarılması gerekmiyor mu!!!
Kuşkusuz
ki bu durum tipik tasfiyeci oportünist, tasfiyeci bürokrat zihniyet
ve duruşla izah edilebilir yalnızca.
Peki
bu çözülüşe, bu çürümeye karşı ilkeli ve sonuna dek giden
bir mücadele yürütmeyen kadroların da bu tablonun sorumluluğunu
paylaşmadığı iddia edilebilir mi? Elbette ki bu soruya verilecek
cevabımız hayırdır, aksine son tahlilde suç ortaklığı
yapılmaktadır. Peki bu durumun da eleştiri, özeleştiri konusu
yapılması gerekmiyor mu!!!
Bizce
bu tablonun ana
nedeni
tasfiyeciliktir, tasfiyeci kaçış ya da yöneliştir; kendi dar
çıkarcı/klikçi iktidarını koruma vb. hesabına dayanan politik
ve örgütsel teori ve pratiktir.
Bu
temel üzerinde yurtdışı parti örgütlerinin eleştiri dinamiğini
kırarak yandaşa göre partiyi yeniden yapılandırmaktır.
Yurtışını kendi dar klikçi hesabına göre cephe gerisi olarak
örgütleme planıdır. Bu gerçeğin az ya da çok yurtdışı parti
örgütleri ve parti tabanımız tarafından görülmediğini
düşünmek ise politik saflık olacaktır.
Bu
gerçekler de göstermektedir ki ortada gerçek bir önderlik yok ama
''önderlik'', ''stratejik önderlik'' var.
Avrupa'da
derin (!) illegalite gösterisi ya kara cahillikten ya da oportünist
gösterişten ibarettir. Başınızı kuma gömebilirsiniz ama
gerçekler farklıdır. Eğer bunun farkında değilsek geriye
söylenecek bir şey de kalmamaktadır. Avrupa'da da belli sınırlar
içerisinde işin gereklerine göre illegalite/yasadışılık
kaçınılmazdır ama bu, başı kuma gömerek olmaz. Kendimizi
kandırmayalım...
SBKP'nin
19. Parti Kongresi'nde de dile getirilen ve Juvkov'un da tanıklığıyla
açıkladığı şu bürokratik ekipçi/klikçi zaafiyet her zaman
için eleştirel bir uyanıklığa sahip olmayı gerektirdiği
açıktır; bizim kendi özgün gerçeğimiz içerisinde benzer bir
yönelimin
olduğu ama henüz bunun oturmamış olduğunu söylemeliyiz.
"Jukov,
Stalin'in, cumhuriyet, bölge, yöre örgütlerinin birinci
sekreterlerini, kendilerine bağlı ve yaltakçılık yapan
kişilerden oluşma 'şahsi klanlar' kurmakla eleştirdiğini
hatırlatmaktadır. Stalin, ayrıca, bu parti liderlerinin, diğer
cumhuriyetlere veya bölgelere atandıklarında, 'şahsi klanlarını'
da beraberlerinde götürdüklerini söylüyordu." (Yuriy Jukov,
ÖTEKİ STALİN, Lena Yayınları)
Yine
bildiğimiz kadarıyla Ortadoğu devrimini merkezimize
koyarak Türkiye'yi, Kürdistan'ı ve dünyayı kurtarmak gibi bir
çizgimiz de yok. O halde insanlar neden ya Avrupa'ya ya da
Ortadoğu'ya yönlendiriliyor?
Vurgulamak
gerekir ki, bölgesel devrim olasılığı politik duruşumuzun
merkezi
değildir; perspektifimizin merkezinde Türkiye ve Kürdistan devrimi
duruyor. Bölgesel devrimi temel
almıyoruz. Bölgesel devrim olasılığının ''küreselleşme''yle
daha da artığını saptıyoruz. Devrim ve sosyalizm iddiamız
bakımından bölgesel devrimi de hesaba katan, bunun gereklerini de
öncülük perspektifine, pratik duruşuna yediren bir perspektife
sahibiz. Partinin esas gücünü Ortadoğu'ya yığmıyoruz. Bu
bağlamda esas güç Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da ve bu bağlamda
da en önemli merkezlerde yoğunlaşmalıdır. Aynı şey,
''stratejik önderlik'' için de geçerli olmalıdır. Türkiye ve
Kuzey Kürdistan'da ciddiye alınabilecek bir maddi güç olmaktan
çıkılmış olduğu ve yapılması gerekenler yapılmadığı
ve bundan da kaçınıldığı için, nasılsa
kolayı da bulunmuş,
çek insanları Ortadoğu'ya ve yurtdışına...
Böyle
önderlik ve önderler, böyle ''parti tarzı'', böyle ''devrimci
romantizm'', böyle ''adanmış devrimcilik'' olmaz olsun.
Rojava
devriminde komünist ve enternasyonalist duruşumuz, mevzi tutmuş
olmamızın temel
zaafların üstünün örtülmesinin aracı
haline getirilmesine karşı etkin mücadele etmeliyiz. Bu duruş,
temel devrimci komünist görevlerden kaçışın, kaçışın
teorize edilmesinin kamuflajı haline getirilmesine komünistler
olarak izin vermemeliz, verilmemelidir. Eğer MLKH'in bunca
gerilemesine ve ağır kan kaybına rağmen hala belli bir siyasal
presteji varsa o da özellikle Birlik
Devrimi atılımı
sayesinde, Batıda ikinci
bir cephe
açmaya, ''Doğu'' ve ''Batı''yı birleştirme duruşu sürecinde
maddi bir güç olarak gösterdiği başlangıçtaki devrimci
gelişmelerin etkisi sayesindedir. Zaten son derece sınırlı, sınıf
ve kitleler içerisinde ciddiye alınabilecek bir çalışmanın
olmadığı, ortada ciddi bir illegal temelin olmadığı ve güçlerin
son derece dağınık bulunduğu bir süreçte sen bütün gücünü
Rojava'ya yığsan ne olabilir ki? Rojava devrimi devrimimizdir,
militanca yer alacağız ama bilmeliyiz ki Kürt ulusal demokratik
hareketine, Ortadoğu devrimine yapılacak öncülük ve öncü
katkı Türkiye
devrimine önderlik gücü kazanmaktan
geçiyor ve geçmektedir.
Kürt
hareketinin ''Türk solu''ndan beklediği ana katkı da budur. Onlar
sorunu katkı ve dayanışma olarak formüllendiriyorlar, biz ise
öncülük/önderlik misyonumuz ekseninde... Hatırlatmak bile
gereksizdir ki, Türkiye'de yaşayan Kürt nüfus Kuzey Kürdistan'da
yaşayan Kürt nüfustan daha fazladır ve Türkiye'de gerek işçi
sınıfı gerekse de kent yoksulları daha fazla ''Kürtleşmiş''
bulunuyor...
Türkiye'de
ciddiye
alınabilecek bir maddi güç olmaktan çoktan çıkmışsın,
esasen HDP çatısı altında durumu kurtarmaya çalışıyorsun.
Tablo bu ama gerçek dünyadan kopmuş, duygulara hitap eden bir
basitlik içerisinde kalkıp ''Öncü Türkiye ve Kürdistan'da
görevlerini yerine getirmeye hazırdır.'' açıklamasını
yapacaksın vb. Burada bir tutarlılık, komünist bir partinin ve
onun birinci derece yöneticilerinin ciddiyetinden bir iz var mı?!!!
Üstelik söz konusu açıklamadan sonra ve benzer çok sayıda
açıklamalardan sonra, bugün çok daha kötü bir duruma
sürüklendiğimizi de dünya alem biliyor. Biliyor ama sınıf
mücadelesinin gereklerinde kopmuş, kendini başka alemlerde gören
ya da buna göre davranan zihniyetin gerçeği bu işte.
Yeniden
hatırlatmak gerekiyor; boş ajitasyon hiçbir zaman karın doyurmaz.
Demişler ya, ''Aça
dokuz yorgan örtmüşler ama yine de üşüyorum demiş.''
Son
söz Lenin'indir;
“İnsanlar
her zaman siyasetteki aldatmaların ve aldanmaların aptal kurbanları
olmuşlardır ve bütün ahlâksal, dinsel, siyasal ve toplumsal
sözler, bildiriler ve vaatler arkasındaki şu ya da bu sınıfın
çıkarlarını aramayı öğrenmedikleri sürece de, böyle
kalacaklardır.”
İrfan
AZADKILIÇ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder