SİYASAL
DURUM VE GÖREVLERİMİZ
I
BÖLÜM’ün devamı
KÜRESEL
TABLONUN ÖZET SUNUMU
3)
Yeni Bir Emperyalist Paylaşım Savaşı Tehlikesi Büyüyor
Çok
kutuplu bir emperyalist dünya gerçeğinde yaşıyoruz. Uluslararası
tekellerin ve devletlerin gitgide keskinleşen ve keskinleşecek olan
hegemonya ve rekabet savaşlarından bu gerçeği görmekteyiz. Bu
savaşımın derinleşerek gelişmesine bağlı olarak çok
kutupluluk olgusu giderek daha çarpıcı biçimlerde ortaya
çıkacaktır...
‘’Global
düzeyde şirket birleşmeleri ve edinimlerinin 2015 yılının 4.7
trilyon dolarla, 2007 yılını da aşarak tarihsel bir rekoru
kırması (Wall
Street Journal,
03/12/2015)’’(aktaran
E. Yıldızoğlu, Cumhuriyet) emperyalist sermayenin
merkezleşmesinin,
kıran
kırana sürmekte olan emperyalist
rekabetin
görünümlerinden birisini
oluşturmaktadır.
‘’BOP’
alanınında yaşanan, bugün için en keskin biçimlerde Suriye’de
ortaya çıkan emperyalist hegemonya ve rekabet mücadelelerinden bu
gerçeği görmekteyiz.
Afganistan,
Ukrayna, İran, Yemen, Güney Kore-Kuzey Kore, Venezuella,
Hindistan-Pakistan etrafında yaşanan mücadeleler çok kutuplu
emperyalist dünya sisteminin sert rekabetiyle ve güç dengelerinin
hareket ve yönelimiyle ilgilidir.
İngiliz
emperyalizminin AB’den (Brexit) çekilme kararı aynı temel olgu
üzerinde yükselen bir diğer güncel olgudur.
ABD’nin
tek taraflı ve saldırganca ‘’Paris İklim Anlaşması’’ndan
çekilmesi söz konusu gerçekle bağlıdır.
ABD’nin
1987 yılında ‘’SSCB’’ ile imzaladığı ‘’Orta Menzilli
Füzelerin Nükleer Kuvvetler Anlaşması’’ndan çekilmesi
(‘’Askıya alma’’), ardından da Rusya’nın çekildiğini
açıklaması da bu olgunun bir diğer kanıtıdır.
ABD’nin
‘’Barış için’’ nükler savaş tehdidi gittikçe artıyor
ve artmaya da devam edecektir.
Nükleer
silahlanma yarışının ivme kazanması önümüzdeki sürecin
karakteristik özelliklerinden biri olacaktır. En ilkel biçimlerden
en ileri teknolojik özelliklere sahip nükleer silahlanmanın
yaygınlaşarak artacağı açıktır.
Bir
yandan Amerikan emperyalizminin başını çektiği blok, diğer
yandan Çin-Rusya’nın başını çektiği blok, öte yadan Alman
emperyalizminin başını çektiği blok... ABD-Çin, ABD-Rusya,
ABD-AB arasındaki gittikçe şiddetlenen ticaret savaşları da söz
konusu gerçeklerle bağlıdır.
Almanya’nın
başını çektiği, Alman ve Fransız emperyalist burjuvazilerinin
(aralarındaki
rekabete karşın)
bağlaşmasına dayan ‘’AB
Ordusu’’ kurma yönelimi ve
NATO içerisindeki iç çelişki ve çatışmalar söz
konusu olgunun
ifadesi.
Bütün
emperyalist, bölgesel, yerel burjuva devletlerinin hızla artmakta
olan silahlanması ve silahlanma yarışı bunun ifadesi.
Dünyamız
militarizmin hızlı yükselişine tanık. Her türden siyasal
gericilik, militarizm, faşizm atbaşı yükseliyor.
Siber
teknolojilerin ve ‘’yeni
nesil’’ eloktromanyetik silahların
hızla geliştirilmesi, uzayın paylaşımını da hedefleyen uzay
savaş gücünün kurulması vb. söz
konusu gerçekle ve yönelimle bağlıdır.
Stockholm
Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI)’nün
açıklanan raporuna
göre 2017 yılında dünya
çapında 2 trilyon dolara yaklaşan ‘’savunma harcamaları’’
bu konuda somut bir fikir vermeye yetmektedir. Bu
harcamaların 2018 itibari ile
yıllık 700 milyar dolarlık payının sadece ABD’ye ait olduğunu
ise hatırlatmaya bile gerek yok.
Emperyalist
hegemonya ve rekabet mücadelesi uzayın
denetlenmesi ve paylaşılmasını da kapsıyor ve
bu alandaki mücadeleler hızla
yeni bir aşamaya yükseliyor.
‘’Royal
United Services Institute'tan uzay güvenliği uzmanı Alexandra
Stickings ‘İnsanlar büyük olasılıkla bilmiyor ama uzay
şimdiden askeri bir ortam. Uzay 60'lı yıllardan itibaren
askerileştirildi’’
saptaması bir
gerçeği yansıtıyor.
ABD
Başkan Yardımcısı Mike
Amerikan emperyalizminin
‘’bu yeni uzay gücünün
tam olarak ne yapacağını anlatırken ‘Uzayın çehresi son
kuşakta çok değişti. Bir zamanlar barışçıl ve rekabetin
olmadığı uzay, artık kalabalık ve hasmane’’
(Reality Check BBC News, 18
Ağustos 2018) açıklaması
yine aynı gerçeği dile
getiriyor.
Amerikan
emperyalizminin lumpen, mafyatik, faşist başkanı Donald Trump’un
‘’Ulusal Uzay Konseyi’’ toplantısında ABD’nin ‘’Uzay
gücünü kuracağı’’, bu gücün ‘’ABD Hava Kuvvetleri'’’
ile eşdeğerde bir kuvvet olacağı’’, ‘’Çin'in ya da
Rusya'nın ya da başka ülkelerin bize liderlik etmelerini
istemeyiz. Biz her zaman lider olduk, bu liderliği daha da öne
çekeceğiz" açıklaması, ‘’Yeryüzünün ötesinde
sınırlar fethedilecek. ABD uzayda da egemen güç olmalı. Bu
ulusal kimlik sorunu değil yalnızca, ulusal güvenlik sorunu.
Ordumuz için son derece önemli. ABD'yi savunma söz konusu olunca,
uzayda Amerikan varlığı yeterli değil. Uzayda ABD egemenliği
kurmalıyız.’’ açıklama ve vurgusu uzayda emperyalist paylaşım
kavgasının da yeni bir aşamaya yükseleceğini açıkça
gösteriyor. Bu, sadece ABD’nin değil belli başlı emperyalist
devletlerin de bir hedefi ve yönelimidir.
Putin’in
yapay
zeka
‘’çalışmalarıyla ilgili olarak, ‘Bu
alanda kim lider olursa dünyayı
o
yönetir’ ’’,
“gelecekte
savaşlar
otonom
silah teknolojileriyle yapılacak.’”
açıklaması,
keza
‘’Bir
süredir yapay zekânın denetimsiz gelişme hızının getirmekte
olduğu risklere dikkat çeken Elon
Musk’’un
‘’ (Dünyanın
en büyük ve hızlı gelişen teknoloji şirketlerinden Tesla’nın
kurucusu ve CEO’su), Putin’in açıklamasıyla ilgili olarak
“Yapay
zekâ, daha
tekillik
(singularity: İnsan zekâsını geçtiği
an)
noktasına ulaşmadan III. dünya savaşının
çıkmasına
yol açabilir” (E.
Yıldızoğlu)
uyarısı
gelişmenin yönüne ve büyüyen savaş tehlikesine işaret
etmektedir.
ABD’li
Cumhuriyetçilerin önde gelen şahsiyetlerinden biri olan Ron
Paul’un D. Trump’u, eleştirirken ‘’İmparatorluğumuzun
sonu geliyor’’ açıklaması ABD’yi bekleyen sona işaret
ediyor. ABD’nin 1950’lerde dünya üretiminin % 50’sini tek
başına gerçekleştirirken bugün bu oranın % 23’e gerilemesi
ABD hegemonyasının geleceğini de gösteriyor...
Amerikan
emperyalizminin hegemonyasının ekonomik temelde gerilemesi ile
Çin’in yükselişi, Alman emperyalizminin yükselişi bir olgu.
Çin 21. yüzyılın en önemli emperyalist gücü olarak öne
çıkacak. İleride Pasifik’te, Uzakasya’da Japon emperyalizminin
de daha etkin bir emperyalist bir güç olarak rekabet mücadelesinde
önemli bir sözünün olacağı da açık...
21.
yy’da emperyalist rekabet ve hegemonya savaşı giderek
Asya-Pasifik’de yoğunlaşacaktır. ABD’nin 21. yy.
‘’Asya-Pasifik yüzyılı’’ olacağı açıklaması tesadüfi
değildir. Ki Ortadoğu, emperyalist hegemonya ve rekabet
mücadelesinin şimdilik en keskin alanı olarak bu Asya-Pasifik
mücadelesinin bir parçasıdır.
Asya-Pasifik
coğrafyası dünya nüfusunun çoğunluğunu (% 60’şın üstünde)
barındırıyor. Dünya ekonomisinin % 60’ı bu coğrafyada
bulunuyor. Geniş ve gelişmekte olan bir pazar alanı. Zengin
yeraltı ve yerüstü kaynaklarına sahip. Genç iş gücü itibari
ile gezegenimizin en önemli coğrafyası. Keza enerji kaynakları
hatlarının, geçiş yollarının, küresel ticaretin ve deniz
ticaretinin güvenliği bakımından da söz konusu coğrafyanın
jeopolitik önemi oldukça yüksek.
Daha
bugünden ‘’Dünya’nın Atölyesi’’ rolünü üstlenmiş,
Dünya’nın ikinci büyük ekonomisi ve 21. asrın en büyük
emperyalist gücü olmaya aday Çin’in, Çin-Rusya bağlaşmasının
bu geniş coğrafyada konumlanmış olması, Şangay İşbirliği
Örgütü (ŞİÖ) nün artan güç ve etkisi; Hindistan vb. gibi
ülkelerin gelişerek yükselmesi; Japonya’nın askeri
harcamalarının artışı, II. Dünya Savaşı’nın sonucu askeri
kapasitesine vurulan ketlerin aşılması ve nükleer güç haline
gelme çabası emperyalist tekeller ve devletler için
Asya-Pasifik’in önemini arttırmaya devam edecektir.
‘’Ekonomik
Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD)’nün 2012 yılında
yayımladığı ‘Ekonomik Görünüş’ adlı raporda ise; Çin ve
Hindistan’da 2060 yılına kadar kişi başına düşen gelirin 7
katını aşacağı; 2011-2030 yılları arasında ülkelerin dünya
GSYH içindeki payları bakımından Çin’in payının %17’den
%28’e; Hindistan’ın %6’dan %11’e çıkacağı; buna karşılık
ABD’nin %23’den %18’e, AB’nin %17’den %12’ye ve
Japonya’nın %7’den %4’e ineceği öngörülmektedir.’’
‘’ABD
Ulusal İstihbarat Konseyi tarafından Kasım 2012’de yayımlanan
‘Küresel Trendler 2030: Alternatif Dünya’ başlıklı raporda;
önümüzdeki 15-20 yılın büyük eğilimleri listelenmiştir.
Raporda; Çin’in 2030 yılına kadar ABD’yi geçerek dünyanın
en büyük ekonomisi olacağı ve Asya’nın, GSYİH, nüfus, askeri
harcama ve teknoloji yatırımları açısından Kuzey Amerika ve
Avrupa’yı geçeceği ifade edilmektedir. Söz konusu Rapor, 2030
yılında ABD ve Avrupa’dan Asya’ya; gelişmiş ülkelerden,
gelişmekte olan ülkelere doğru dinamik bir güç değişimi
olacağı öngörüsünde bulunmaktadır. Öngörünün gerçekleşmesi
halinde, Batı’nın 18. yüzyıldaki yükselişi tersine
çevrilerek, güç ve refah dağılımı Asya’ya intikal
edecektir.’’ (GÜNÜMÜZDE
KÜRESEL GÜÇ DENGESİ VE GÜÇLER ARASI İLİŞKİLER, MGK
Genel Sekreterliği Yayınları, Ankara 2014)
MGK’nın
da sunduğu bu veriler, dünyadaki güç dengelerinin gelişme yönünü
göstermektedir.
‘’ABD’nin
21. yy Strateji Belgesi’’ ni irdeleyen Bahadır Yücekaya’nın
‘’Belgede ABD’nin 2020 yılına kadar gemi ve uçaklarının
yaklaşık %60’ını bu bölgede konuşlandıracağı
açıklanmıştır.’’ (BİLGESAM - Bilge Adamlar Stratejik
Araştırmalar Merkezi-) aktarımı da işaret ettiğimiz yönelimi
göstermektedir.
1.
ve 2. emperyalist dünya savaşları gerçeklerinin, keza ‘’Soğuk
Savaş’’ ve ‘’küreselleşme’’ sürecininin
deneylerininin kanıtlandığı gibi, emperyalizm var oldukça,
emperyalist hegemonya ve rekabet savaşları, giderek dünya
savaşları kaçınılmazdır. Bu olgu, emperyalizmin doğasına
içseldir. Etki alanlarının, hammadde kaynaklarının, meta sürüm
sahalarının, sermaye ihraç pazarlarının, jeopolitik önemi
yüksek bölgelerin, kısacası dünya pazarlarının bölüşülmesi
ve yeniden bölüşülmesi emperyalizmin nesnel doğasıdır,
bu doğasının ürünüdür. Kapitalizmin özellikle emperyalizm
döneminde keskinleşmiş, ÇUŞ’larla daha da keskinleşmiş
eşitsiz gelişme yasası, bölüşülmüş dünyanın yeniden
bölüşülmesini kaçınılmaz kılmakta, bu da dünya savaşlarına
yolu açmaktadır...
Bugün
de ekonomik, siyasal, askeri alanlarda kıran kırana süren
emperyalist paylaşım kavgası yeni bir emperyalist dünya savaşı
tehlikesini büyütmektedir. Bu, 3. Dünya Savaşı tehlikesinin
patlak verme tehlikesidir; yerel ve bölgesel savaşlar ise bir dünya
genel savaşına gidişin basamaklarıdır. Ekonomik ve siyasal
rekabetin (‘’barışçıl rekabet’’in) giderek yetersiz
kaldığı koşullarda yeni bir emperyalist genel savaşın patlak
vermesi kaçınılmazdır. Kuşkusuz ki olası bir emperyalist dünya
savaşı dünyanın yeni koşulları ve teknolojisi ile
şekillenecektir... Ve yine kuşkusuz ki dünya proletaryasının ve
halkların mücadelesiyle önlenemezse...
Geçmeden
hatırlatmak isteriz; emperyalist ittifaklar ve kamplaşmalar durağan
değildir, aksine, ekonomik, siyasal, askeri güç dengelerinin
gelişimine bağlı olarak yeniden ve yeniden şekillenir...
4)
Neo-Faşist Dalga Dünya Çapında Yükseliyor
‘’Küreselleşme’’
atılımı, ‘’Doğu bloku’’nun çöküşü, dünya
ekonomisinin teknik temelindeki değişim emperyalist dünya
sisteminde, sistemin kendi iç ilişki ve dengelerinde, dünya devrim
ve karşı-devrim cephesinde köklü değişme ve gelişmelere yol
açtı. Bu süreç ve devam etmekte olan süreç dünya çapında
emperyalist siyasal gericiliğin yoğunlaşmasına, faşizm ve
gericiliğin dolu dizgin yükselişine yol açtı. İşçi sınıfının
ve halkların uzun
tarihsel süreçte
kazandığı bütün hak ve özgürlüklerin amansızca gaspı, bu
gerçeğin yansımasıydı, yansımasıdır.
Dünya
devriminin geçici yenilgisi, sosyalizmin itibar kaybı, burjuvazinin
başta ideolojik ve kültürel alan olmak üzere azgın gerici
saldırısının etkili olmasına yolu açtı. Neo-liberal,
postmodern, postmarksist liberal gerici ideolojik ve psikolojik
savaşın son derece etkili olmasının bu gerçeklerle bağlı
olduğu açıktır.
‘’Modern
Orta Çağ’’ gericiliğinin söz konusu sistematik ve kapsamlı
saldırılarının yarattığı yıkımların geçici olacağı o
günden de açıktı. Ancak bu açıklık ağır darbelere karşın
kendisini azçok korumayı başaran ve oldukça etkisizleşmiş
devrimci ve komünist tutarlı sol hareket içindi... Aynı süreçte,
yenilgi ve gericilik yıllarının ürünü olan ve küresel
gericiliğin ideolojik gerici saldırılarına eklenen tasfiyecilik
derin ve kapsamlı yıkımlara yol açtı. Mücadele eden kitlelerin
dizginlenmesinde, geriletilmesinde, umutsuzluğa itilmesinde vb.
etkin bir rol oynadı. Devrimci ve komünist hareketin yenilgisi,
küçülmesi, etkisiz bir güç haline gelişi ile neoliberal burjuva
gericiliğin ideolojik cephede de yıkıcı roller oynamasına kapıyı
iyice açtı.
Yenilgi
sürecinden bu yana gelen tarihsel politik süreçte
faşizm ve gericilik yoğunlaşarak, yükselerek yoluna devam
etmektedir. ‘’Hür dünya’’da (ABD, AB) ırkçı, savaşçı
faşist gericiliğin yükselişinden, neofaşist kliklerin hükümet
partileri haline gelmesinden (İtalya,
Hollanda, Macaristan, Ukrayna,
ABD); geleneksel burjuva partilerin, (‘’merkez partileri’’)
zayıflamasından, faşist
hareketin her yerde güç kazanmasından
bu gerçekleri görebilmekteyiz. Japonya
hükümetinin, 2017’de, A. Hitler’in otobiyografisini ve faşizmin
manifestosu olan ‘’Kavgam’’ kitabını ortaokul ve liselerde
ders kitapları olarak
okunması için aldığı
karar da çarpıcı bir diğer
örnek olarak
hatırlatılabilir. Siyasal
İslamcı faşist ve gerici akımın önünün (IŞİD gibi)
emperyalist burjuvazi tarafından açılarak sayısız biçimlerde
kullanılışı da anlatageldiğimiz gerçeklerle bağlıdır.
Emperyalist
dünya sisteminin açmazlarının büyümesi, emperyalizmin
genel bunalımının
keskinleşmesi, emperyalist genel savaş tehlikesinin yükselmesi,
dünya devrim dalgasının
2000’lerden bu yana yeniden canlanması ve giderek yükselecek
oluşu emperyalist tekelleri ve burjuva devletleri faşizme
itmektedir. Dünya çapında
faşizmin ve onun
‘’küreselleşme’’
koşullarındaki ‘’yeni yüzü’’ olan neofaşist
hareketin sayısız biçimlerde dirilişi ve gelişmesi bu olgularla
bağlıdır.
Emperyalist
burjuvazi bir yandan dünya devrimine karşı savaşırken öte
yandan da birbirleriyle
mücadele etmektedir. Bu
bağıntıda emperyalist burjuvazinin ve devletlerin birbirleriyle
dalaşının büyümesi dolaylı yedekler olarak dünya devriminin
gelişmesine göreli olarak hizmet ederken, öte yandan da bu dalaşın
dünya çapında faşizm ve savaş tehlikesini büyütmeye devam
ettiği gerçeğinin altının çizilmesi gerekmektedir.
Emperyalist
dünya devletlerinin, özellikle de en önemli emperyalist güçlerin
(ABD, Almanya, Fransa, İngiltere, Japonya, Çin, Rusya gibi) bir
yandan kendi aralarındaki hegemonya ve rekabet mücadelesinin, öte
yandan dünya devriminin gelişimini önlemek ve ezmek amacıyla
geliştirdiği bir yeni strateji var; bu strateji 11 Eylül
saldırısından sonra Amerikan emperyalizmi tarafından özellikle
geliştirildi; ki, bu strateji, ‘’Roma Zirvesi’’ (2002) ile
NATO stratejisine dönüştürülmüştü.
Bu
strateji, neo-faşist ve emperyalist yayılmacı ‘’Teröre Karşı
Küresel Savaş’’ doktrininde ifadesini bulmaktadır. Bu
strateji, ‘’Küresel terörizmle savaş’’, ‘’Terörizm
her yerde’’, ‘’Her yerde terörizme karşı savaş’’,
“Terörizmle sonsuz savaş” stratejisidir.
‘’Siber
terörizme karşı mücadele’’, ‘’Yaratıcı kaos’’,
‘’Önleyici savaş’’, ‘’Nükleer ve kimyasal silahların
yayılmasını önleme ve denetleme’’, ‘’Çevre sorunlarını
çözme’’, ‘’Göç hareketlerini kontrol etme ve insani
felaketleri önleme’, ‘’İnsani müdahale’’,
“Özgürleştirme”, “Demokrasi, insan hakları götürme”,
‘’Kriz yönetimi’’, ‘’Esnek savaş’’, ‘’Barışı
koruma ve destekleme’’, ‘’Ya benden yanasın ya da
terörizmden yana’’, ‘’Ortaya çıkan yeni tehditlere karşı
mücadele’’, ‘’Medeniyetler savaşı’’, ‘’Vekalet
savaşları’’, vb. gibi unsurlar söz konusu siyasi ve askeri
saldırgan stratejinin bileşenleridir. ‘’Kaba güç, yumuşak
güç, akıllı güç’ kullanımı söz konusu stratejinin
içselleşmiş argümanları ve saldırı politkasının
biçimleridir. ‘’Renkli devrimler’’ de keza.
Kuşkusuz
ki her bir emperyalist devlet kendi misyonu ya da kendine biçtiği
misyon çerçevesinde bu stratejiyi şekillendirmiştir. Burada da
emperyalist devletlerin ekonomik, siyasal, askeri çıkarları ve
hedefleri belirleyicidir. Bu temel üzerinde yükselen ve biçimlenen
strateji, iç politikada faşizme, dış politikada daha saldırgan
emperyalist yayılmaya ve askeri işgallere, vekalet savaşlarını
küstahça geliştirmeye vb. dayanmaktadır.
Benzer
bir stratejinin yükselen, kapitalizmin orta derecede geliştiği,
özellikle de bölgesel hegemonya peşinde koşan ülkeler tarafından
da açıkça ilan edilmiş olması, dünyanın gidiş yönünü
göstermesi bakımından da altı çizilmelidir
DEVAM
EDECEK