24 Mart 2019 Pazar

I BÖLÜM’ün devamı KÜRESEL TABLONUN ÖZET SUNUMU

SİYASAL DURUM VE GÖREVLERİMİZ
I BÖLÜM’ün devamı
KÜRESEL TABLONUN ÖZET SUNUMU
3) Yeni Bir Emperyalist Paylaşım Savaşı Tehlikesi Büyüyor
Çok kutuplu bir emperyalist dünya gerçeğinde yaşıyoruz. Uluslararası tekellerin ve devletlerin gitgide keskinleşen ve keskinleşecek olan hegemonya ve rekabet savaşlarından bu gerçeği görmekteyiz. Bu savaşımın derinleşerek gelişmesine bağlı olarak çok kutupluluk olgusu giderek daha çarpıcı biçimlerde ortaya çıkacaktır...
‘’Global düzeyde şirket birleşmeleri ve edinimlerinin 2015 yılının 4.7 trilyon dolarla, 2007 yılını da aşarak tarihsel bir rekoru kırması (Wall Street Journal, 03/12/2015)’’(aktaran E. Yıldızoğlu, Cumhuriyet) emperyalist sermayenin merkezleşmesinin, kıran kırana sürmekte olan emperyalist rekabetin görünümlerinden birisini oluşturmaktadır.
‘’BOP’ alanınında yaşanan, bugün için en keskin biçimlerde Suriye’de ortaya çıkan emperyalist hegemonya ve rekabet mücadelelerinden bu gerçeği görmekteyiz.
Afganistan, Ukrayna, İran, Yemen, Güney Kore-Kuzey Kore, Venezuella, Hindistan-Pakistan etrafında yaşanan mücadeleler çok kutuplu emperyalist dünya sisteminin sert rekabetiyle ve güç dengelerinin hareket ve yönelimiyle ilgilidir.
İngiliz emperyalizminin AB’den (Brexit) çekilme kararı aynı temel olgu üzerinde yükselen bir diğer güncel olgudur.
ABD’nin tek taraflı ve saldırganca ‘’Paris İklim Anlaşması’’ndan çekilmesi söz konusu gerçekle bağlıdır.
ABD’nin 1987 yılında ‘’SSCB’’ ile imzaladığı ‘’Orta Menzilli Füzelerin Nükleer Kuvvetler Anlaşması’’ndan çekilmesi (‘’Askıya alma’’), ardından da Rusya’nın çekildiğini açıklaması da bu olgunun bir diğer kanıtıdır.
ABD’nin ‘’Barış için’’ nükler savaş tehdidi gittikçe artıyor ve artmaya da devam edecektir.
Nükleer silahlanma yarışının ivme kazanması önümüzdeki sürecin karakteristik özelliklerinden biri olacaktır. En ilkel biçimlerden en ileri teknolojik özelliklere sahip nükleer silahlanmanın yaygınlaşarak artacağı açıktır.
Bir yandan Amerikan emperyalizminin başını çektiği blok, diğer yandan Çin-Rusya’nın başını çektiği blok, öte yadan Alman emperyalizminin başını çektiği blok... ABD-Çin, ABD-Rusya, ABD-AB arasındaki gittikçe şiddetlenen ticaret savaşları da söz konusu gerçeklerle bağlıdır.
Almanya’nın başını çektiği, Alman ve Fransız emperyalist burjuvazilerinin (aralarındaki rekabete karşın) bağlaşmasına dayan ‘’AB Ordusu’’ kurma yönelimi ve NATO içerisindeki iç çelişki ve çatışmalar söz konusu olgunun ifadesi.
Bütün emperyalist, bölgesel, yerel burjuva devletlerinin hızla artmakta olan silahlanması ve silahlanma yarışı bunun ifadesi.
Dünyamız militarizmin hızlı yükselişine tanık. Her türden siyasal gericilik, militarizm, faşizm atbaşı yükseliyor.
Siber teknolojilerin ve ‘’yeni nesil’’ eloktromanyetik silahların hızla geliştirilmesi, uzayın paylaşımını da hedefleyen uzay savaş gücünün kurulması vb. söz konusu gerçekle ve yönelimle bağlıdır.
Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI)’nün açıklanan raporuna göre 2017 yılında dünya çapında 2 trilyon dolara yaklaşan ‘’savunma harcamaları’’ bu konuda somut bir fikir vermeye yetmektedir. Bu harcamaların 2018 itibari ile yıllık 700 milyar dolarlık payının sadece ABD’ye ait olduğunu ise hatırlatmaya bile gerek yok.
Emperyalist hegemonya ve rekabet mücadelesi uzayın denetlenmesi ve paylaşılmasını da kapsıyor ve bu alandaki mücadeleler hızla yeni bir aşamaya yükseliyor.
‘’Royal United Services Institute'tan uzay güvenliği uzmanı Alexandra Stickings ‘İnsanlar büyük olasılıkla bilmiyor ama uzay şimdiden askeri bir ortam. Uzay 60'lı yıllardan itibaren askerileştirildi’’ saptaması bir gerçeği yansıtıyor.
ABD Başkan Yardımcısı Mike Amerikan emperyalizminin ‘’bu yeni uzay gücünün tam olarak ne yapacağını anlatırken ‘Uzayın çehresi son kuşakta çok değişti. Bir zamanlar barışçıl ve rekabetin olmadığı uzay, artık kalabalık ve hasmane’’ (Reality Check BBC News, 18 Ağustos 2018) açıklaması yine aynı gerçeği dile getiriyor.
Amerikan emperyalizminin lumpen, mafyatik, faşist başkanı Donald Trump’un ‘’Ulusal Uzay Konseyi’’ toplantısında ABD’nin ‘’Uzay gücünü kuracağı’’, bu gücün ‘’ABD Hava Kuvvetleri'’’ ile eşdeğerde bir kuvvet olacağı’’, ‘’Çin'in ya da Rusya'nın ya da başka ülkelerin bize liderlik etmelerini istemeyiz. Biz her zaman lider olduk, bu liderliği daha da öne çekeceğiz" açıklaması, ‘’Yeryüzünün ötesinde sınırlar fethedilecek. ABD uzayda da egemen güç olmalı. Bu ulusal kimlik sorunu değil yalnızca, ulusal güvenlik sorunu. Ordumuz için son derece önemli. ABD'yi savunma söz konusu olunca, uzayda Amerikan varlığı yeterli değil. Uzayda ABD egemenliği kurmalıyız.’’ açıklama ve vurgusu uzayda emperyalist paylaşım kavgasının da yeni bir aşamaya yükseleceğini açıkça gösteriyor. Bu, sadece ABD’nin değil belli başlı emperyalist devletlerin de bir hedefi ve yönelimidir.
Putin’in yapay zeka ‘’çalışmalarıyla ilgili olarak, Bu alanda kim lider olursa dünyayı o yönetir’ ’’,gelecekte savaşlar otonom silah teknolojileriyle yapılacak.’açıklaması, keza ‘’Bir süredir yapay zekânın denetimsiz gelişme hızının getirmekte olduğu risklere dikkat çeken Elon Musk’’un ‘’ (Dünyanın en büyük ve hızlı gelişen teknoloji şirketlerinden Tesla’nın kurucusu ve CEO’su), Putin’in açıklamasıyla ilgili olarak “Yapay zekâ, daha tekillik (singularity: İnsan zekâsını geçtiği an) noktasına ulaşmadan III. dünya savaşının çıkmasına yol açabilir” (E. Yıldızoğlu) uyarısı gelişmenin yönüne ve büyüyen savaş tehlikesine işaret etmektedir.
ABD’li Cumhuriyetçilerin önde gelen şahsiyetlerinden biri olan Ron Paul’un D. Trump’u, eleştirirken ‘’İmparatorluğumuzun sonu geliyor’’ açıklaması ABD’yi bekleyen sona işaret ediyor. ABD’nin 1950’lerde dünya üretiminin % 50’sini tek başına gerçekleştirirken bugün bu oranın % 23’e gerilemesi ABD hegemonyasının geleceğini de gösteriyor...
Amerikan emperyalizminin hegemonyasının ekonomik temelde gerilemesi ile Çin’in yükselişi, Alman emperyalizminin yükselişi bir olgu. Çin 21. yüzyılın en önemli emperyalist gücü olarak öne çıkacak. İleride Pasifik’te, Uzakasya’da Japon emperyalizminin de daha etkin bir emperyalist bir güç olarak rekabet mücadelesinde önemli bir sözünün olacağı da açık...
21. yy’da emperyalist rekabet ve hegemonya savaşı giderek Asya-Pasifik’de yoğunlaşacaktır. ABD’nin 21. yy. ‘’Asya-Pasifik yüzyılı’’ olacağı açıklaması tesadüfi değildir. Ki Ortadoğu, emperyalist hegemonya ve rekabet mücadelesinin şimdilik en keskin alanı olarak bu Asya-Pasifik mücadelesinin bir parçasıdır.
Asya-Pasifik coğrafyası dünya nüfusunun çoğunluğunu (% 60’şın üstünde) barındırıyor. Dünya ekonomisinin % 60’ı bu coğrafyada bulunuyor. Geniş ve gelişmekte olan bir pazar alanı. Zengin yeraltı ve yerüstü kaynaklarına sahip. Genç iş gücü itibari ile gezegenimizin en önemli coğrafyası. Keza enerji kaynakları hatlarının, geçiş yollarının, küresel ticaretin ve deniz ticaretinin güvenliği bakımından da söz konusu coğrafyanın jeopolitik önemi oldukça yüksek.
Daha bugünden ‘’Dünya’nın Atölyesi’’ rolünü üstlenmiş, Dünya’nın ikinci büyük ekonomisi ve 21. asrın en büyük emperyalist gücü olmaya aday Çin’in, Çin-Rusya bağlaşmasının bu geniş coğrafyada konumlanmış olması, Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) nün artan güç ve etkisi; Hindistan vb. gibi ülkelerin gelişerek yükselmesi; Japonya’nın askeri harcamalarının artışı, II. Dünya Savaşı’nın sonucu askeri kapasitesine vurulan ketlerin aşılması ve nükleer güç haline gelme çabası emperyalist tekeller ve devletler için Asya-Pasifik’in önemini arttırmaya devam edecektir.
‘’Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD)’nün 2012 yılında yayımladığı ‘Ekonomik Görünüş’ adlı raporda ise; Çin ve Hindistan’da 2060 yılına kadar kişi başına düşen gelirin 7 katını aşacağı; 2011-2030 yılları arasında ülkelerin dünya GSYH içindeki payları bakımından Çin’in payının %17’den %28’e; Hindistan’ın %6’dan %11’e çıkacağı; buna karşılık ABD’nin %23’den %18’e, AB’nin %17’den %12’ye ve Japonya’nın %7’den %4’e ineceği öngörülmektedir.’’
‘’ABD Ulusal İstihbarat Konseyi tarafından Kasım 2012’de yayımlanan ‘Küresel Trendler 2030: Alternatif Dünya’ başlıklı raporda; önümüzdeki 15-20 yılın büyük eğilimleri listelenmiştir. Raporda; Çin’in 2030 yılına kadar ABD’yi geçerek dünyanın en büyük ekonomisi olacağı ve Asya’nın, GSYİH, nüfus, askeri harcama ve teknoloji yatırımları açısından Kuzey Amerika ve Avrupa’yı geçeceği ifade edilmektedir. Söz konusu Rapor, 2030 yılında ABD ve Avrupa’dan Asya’ya; gelişmiş ülkelerden, gelişmekte olan ülkelere doğru dinamik bir güç değişimi olacağı öngörüsünde bulunmaktadır. Öngörünün gerçekleşmesi halinde, Batı’nın 18. yüzyıldaki yükselişi tersine çevrilerek, güç ve refah dağılımı Asya’ya intikal edecektir.’’ (GÜNÜMÜZDE KÜRESEL GÜÇ DENGESİ VE GÜÇLER ARASI İLİŞKİLER, MGK Genel Sekreterliği Yayınları, Ankara 2014)
MGK’nın da sunduğu bu veriler, dünyadaki güç dengelerinin gelişme yönünü göstermektedir.
‘’ABD’nin 21. yy Strateji Belgesi’’ ni irdeleyen Bahadır Yücekaya’nın ‘’Belgede ABD’nin 2020 yılına kadar gemi ve uçaklarının yaklaşık %60’ını bu bölgede konuşlandıracağı açıklanmıştır.’’ (BİLGESAM - Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi-) aktarımı da işaret ettiğimiz yönelimi göstermektedir.
1. ve 2. emperyalist dünya savaşları gerçeklerinin, keza ‘’Soğuk Savaş’’ ve ‘’küreselleşme’’ sürecininin deneylerininin kanıtlandığı gibi, emperyalizm var oldukça, emperyalist hegemonya ve rekabet savaşları, giderek dünya savaşları kaçınılmazdır. Bu olgu, emperyalizmin doğasına içseldir. Etki alanlarının, hammadde kaynaklarının, meta sürüm sahalarının, sermaye ihraç pazarlarının, jeopolitik önemi yüksek bölgelerin, kısacası dünya pazarlarının bölüşülmesi ve yeniden bölüşülmesi emperyalizmin nesnel doğasıdır, bu doğasının ürünüdür. Kapitalizmin özellikle emperyalizm döneminde keskinleşmiş, ÇUŞ’larla daha da keskinleşmiş eşitsiz gelişme yasası, bölüşülmüş dünyanın yeniden bölüşülmesini kaçınılmaz kılmakta, bu da dünya savaşlarına yolu açmaktadır...
Bugün de ekonomik, siyasal, askeri alanlarda kıran kırana süren emperyalist paylaşım kavgası yeni bir emperyalist dünya savaşı tehlikesini büyütmektedir. Bu, 3. Dünya Savaşı tehlikesinin patlak verme tehlikesidir; yerel ve bölgesel savaşlar ise bir dünya genel savaşına gidişin basamaklarıdır. Ekonomik ve siyasal rekabetin (‘’barışçıl rekabet’’in) giderek yetersiz kaldığı koşullarda yeni bir emperyalist genel savaşın patlak vermesi kaçınılmazdır. Kuşkusuz ki olası bir emperyalist dünya savaşı dünyanın yeni koşulları ve teknolojisi ile şekillenecektir... Ve yine kuşkusuz ki dünya proletaryasının ve halkların mücadelesiyle önlenemezse...
Geçmeden hatırlatmak isteriz; emperyalist ittifaklar ve kamplaşmalar durağan değildir, aksine, ekonomik, siyasal, askeri güç dengelerinin gelişimine bağlı olarak yeniden ve yeniden şekillenir...
4) Neo-Faşist Dalga Dünya Çapında Yükseliyor
‘’Küreselleşme’’ atılımı, ‘’Doğu bloku’’nun çöküşü, dünya ekonomisinin teknik temelindeki değişim emperyalist dünya sisteminde, sistemin kendi iç ilişki ve dengelerinde, dünya devrim ve karşı-devrim cephesinde köklü değişme ve gelişmelere yol açtı. Bu süreç ve devam etmekte olan süreç dünya çapında emperyalist siyasal gericiliğin yoğunlaşmasına, faşizm ve gericiliğin dolu dizgin yükselişine yol açtı. İşçi sınıfının ve halkların uzun tarihsel süreçte kazandığı bütün hak ve özgürlüklerin amansızca gaspı, bu gerçeğin yansımasıydı, yansımasıdır.
Dünya devriminin geçici yenilgisi, sosyalizmin itibar kaybı, burjuvazinin başta ideolojik ve kültürel alan olmak üzere azgın gerici saldırısının etkili olmasına yolu açtı. Neo-liberal, postmodern, postmarksist liberal gerici ideolojik ve psikolojik savaşın son derece etkili olmasının bu gerçeklerle bağlı olduğu açıktır.
‘’Modern Orta Çağ’’ gericiliğinin söz konusu sistematik ve kapsamlı saldırılarının yarattığı yıkımların geçici olacağı o günden de açıktı. Ancak bu açıklık ağır darbelere karşın kendisini azçok korumayı başaran ve oldukça etkisizleşmiş devrimci ve komünist tutarlı sol hareket içindi... Aynı süreçte, yenilgi ve gericilik yıllarının ürünü olan ve küresel gericiliğin ideolojik gerici saldırılarına eklenen tasfiyecilik derin ve kapsamlı yıkımlara yol açtı. Mücadele eden kitlelerin dizginlenmesinde, geriletilmesinde, umutsuzluğa itilmesinde vb. etkin bir rol oynadı. Devrimci ve komünist hareketin yenilgisi, küçülmesi, etkisiz bir güç haline gelişi ile neoliberal burjuva gericiliğin ideolojik cephede de yıkıcı roller oynamasına kapıyı iyice açtı.
Yenilgi sürecinden bu yana gelen tarihsel politik süreçte faşizm ve gericilik yoğunlaşarak, yükselerek yoluna devam etmektedir. ‘’Hür dünya’’da (ABD, AB) ırkçı, savaşçı faşist gericiliğin yükselişinden, neofaşist kliklerin hükümet partileri haline gelmesinden (İtalya, Hollanda, Macaristan, Ukrayna, ABD); geleneksel burjuva partilerin, (‘’merkez partileri’’) zayıflamasından, faşist hareketin her yerde güç kazanmasından bu gerçekleri görebilmekteyiz. Japonya hükümetinin, 2017’de, A. Hitler’in otobiyografisini ve faşizmin manifestosu olan ‘’Kavgam’’ kitabını ortaokul ve liselerde ders kitapları olarak okunması için aldığı karar da çarpıcı bir diğer örnek olarak hatırlatılabilir. Siyasal İslamcı faşist ve gerici akımın önünün (IŞİD gibi) emperyalist burjuvazi tarafından açılarak sayısız biçimlerde kullanılışı da anlatageldiğimiz gerçeklerle bağlıdır.
Emperyalist dünya sisteminin açmazlarının büyümesi, emperyalizmin genel bunalımının keskinleşmesi, emperyalist genel savaş tehlikesinin yükselmesi, dünya devrim dalgasının 2000’lerden bu yana yeniden canlanması ve giderek yükselecek oluşu emperyalist tekelleri ve burjuva devletleri faşizme itmektedir. Dünya çapında faşizmin ve onun ‘’küreselleşme’’ koşullarındaki ‘’yeni yüzü’’ olan neofaşist hareketin sayısız biçimlerde dirilişi ve gelişmesi bu olgularla bağlıdır.
Emperyalist burjuvazi bir yandan dünya devrimine karşı savaşırken öte yandan da birbirleriyle mücadele etmektedir. Bu bağıntıda emperyalist burjuvazinin ve devletlerin birbirleriyle dalaşının büyümesi dolaylı yedekler olarak dünya devriminin gelişmesine göreli olarak hizmet ederken, öte yandan da bu dalaşın dünya çapında faşizm ve savaş tehlikesini büyütmeye devam ettiği gerçeğinin altının çizilmesi gerekmektedir.
Emperyalist dünya devletlerinin, özellikle de en önemli emperyalist güçlerin (ABD, Almanya, Fransa, İngiltere, Japonya, Çin, Rusya gibi) bir yandan kendi aralarındaki hegemonya ve rekabet mücadelesinin, öte yandan dünya devriminin gelişimini önlemek ve ezmek amacıyla geliştirdiği bir yeni strateji var; bu strateji 11 Eylül saldırısından sonra Amerikan emperyalizmi tarafından özellikle geliştirildi; ki, bu strateji, ‘’Roma Zirvesi’’ (2002) ile NATO stratejisine dönüştürülmüştü.
Bu strateji, neo-faşist ve emperyalist yayılmacı ‘’Teröre Karşı Küresel Savaş’’ doktrininde ifadesini bulmaktadır. Bu strateji, ‘’Küresel terörizmle savaş’’, ‘’Terörizm her yerde’’, ‘’Her yerde terörizme karşı savaş’’, “Terörizmle sonsuz savaş” stratejisidir.
‘’Siber terörizme karşı mücadele’’, ‘’Yaratıcı kaos’’, ‘’Önleyici savaş’’, ‘’Nükleer ve kimyasal silahların yayılmasını önleme ve denetleme’’, ‘’Çevre sorunlarını çözme’’, ‘’Göç hareketlerini kontrol etme ve insani felaketleri önleme’, ‘’İnsani müdahale’’, “Özgürleştirme”, “Demokrasi, insan hakları götürme”, ‘’Kriz yönetimi’’, ‘’Esnek savaş’’, ‘’Barışı koruma ve destekleme’’, ‘’Ya benden yanasın ya da terörizmden yana’’, ‘’Ortaya çıkan yeni tehditlere karşı mücadele’’, ‘’Medeniyetler savaşı’’, ‘’Vekalet savaşları’’, vb. gibi unsurlar söz konusu siyasi ve askeri saldırgan stratejinin bileşenleridir. ‘’Kaba güç, yumuşak güç, akıllı güç’ kullanımı söz konusu stratejinin içselleşmiş argümanları ve saldırı politkasının biçimleridir. ‘’Renkli devrimler’’ de keza.
Kuşkusuz ki her bir emperyalist devlet kendi misyonu ya da kendine biçtiği misyon çerçevesinde bu stratejiyi şekillendirmiştir. Burada da emperyalist devletlerin ekonomik, siyasal, askeri çıkarları ve hedefleri belirleyicidir. Bu temel üzerinde yükselen ve biçimlenen strateji, iç politikada faşizme, dış politikada daha saldırgan emperyalist yayılmaya ve askeri işgallere, vekalet savaşlarını küstahça geliştirmeye vb. dayanmaktadır.
Benzer bir stratejinin yükselen, kapitalizmin orta derecede geliştiği, özellikle de bölgesel hegemonya peşinde koşan ülkeler tarafından da açıkça ilan edilmiş olması, dünyanın gidiş yönünü göstermesi bakımından da altı çizilmelidir
DEVAM EDECEK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder