''Bu noktada, Atinalılar, Anytos'a ister inanın ister inanmayın, hakkımda ister aklanma kararı verin ister vermeyin; her halde, iyice bilin ki, bir değil bin kere ölmem gerekse bile, yolumu asla değiştirmeyeceğim.''
SOKRATES'İN SAVUNMASI*
PLATON
DÜNYA KLASİKLERİ DİZİSİ: 1**
BİRİNCİ BÖLÜM
Atinalılar! Beni suçlayanların üzerinizdeki etkisini bilemiyorum; fakat sözleri o kadar kandırıcıydı ki ben kendi adıma onları dinlerken az daha kim olduğumu unutuyordum. Böyle olmakla birlikte, inanın ki bir tek doğru söz bile söylemediler. Ancak, uydurdukları birçok yalan arasında, beni usta bir konuşmacı gibi göstererek sözlerimin güzelliğine kanmamak için sizi uyanık olmaya çağırmalarına çok şaştım. Ağzımı açar açmaz hiç de güzel konuşan bir adam olmadığım ortaya çıkacak ve yalancılıkları kesinlikle anlaşılacak olduğu halde, bunu söylemek için insan doğrusu çok utanmaz olmalı. Eğer onlar her doğru söyleyen adama “konuşmacı” diyorlarsa, diyeceğim yok. Bunu demek istiyorlarsa ben öyle olduğumu kabul ederim; ama onların anladığından bambaşka anlamda. Herhalde, az önce de dediğim gibi, söylediklerinde doğru bir yan hemen hemen yoktur; ben ise size tüm gerçeği söyleyeceğim. Ancak, Atinalılar, ben onlar gibi baştan başa parlak ve gösterişli sözlerle bezenmiş hazır bir söylev yapacak değilim; Tanrı korusun! Hayır, şu anda iyi kötü dilim döndüğü kadar söyleyeceğim; çünkü bütün diyeceklerimin doğru olduğuna inanıyorum. İçinizde kimse benim doğrudan başka bir şey söyleyeceğimi sanmasın. Toy delikanlılarımız gibi huzurunuzda bir takım süslü cümlelerle konuşmak, benim yaşımdaki bir adama yakışmaz. Sizden yalnızca şunu dileyeceğim; kendimi savunurken öteden beri alışık olduğum gibi konuştuğumu, agorada, sarraf tezgâhlarında ve benzeri yerlerde nasıl konuşuyorsam burada da öyle konuştuğumu görürseniz şaşmayın, o yüzden de sözümü kesmeyin. Çünkü ben yetmişimi aştığım halde ilk kez yargıç huzurunda bulunuyorum; bu yerin diline tümüyle yabancıyım. Bunun için, bir yabancının ana diliyle kendi yurdunun geleneklerine göre konuşmasını nasıl doğal karşılarsanız beni de tıpkı bir yabancı sayarak alışık olduğum gibi konuşmama izin verin. Bu dileğimi yersiz bulmayacağınızı umarım. Söyleyiş iyi ya da kötü olmuş, bundan ne çıkar? Siz yalnızca benim doğru söyleyip söylemediğime bakın, asıl buna önem verin. Zaten yargıcın asıl üstünlüğü buradadır; nasıl ki konuşmacınınki de doğruyu söylemektir.
Atinalılar!
Önce bana yöneltilmiş olan daha eski suçlamalara ve beni çok
daha eskiden beri suçlayanlara yanıt vermek isterim. Bundan sonra
daha yenilerini yanıtlayacağım. Çünkü Atinalılar, yıllardan
beri haksız yere beni size karşı suçlayıp duran birçok kimse
olmuştur.
Anytos
ile arkadaşları benim için daha az tehlikeli olmamakla birlikte,
ben bunlardan daha çok korkarım. Evet, yargıçlarım, bunlar daha
tehlikelidirler; çünkü bunlar birçoğunuzu ta çocukluğunuzdan
beri yalanlarla kandırarak güya göklerde olup bitenlerle uğraşan,
yerin altında neler geçtiğini araştıran, yanlışı doğru gibi
göstermeyi beceren Sokrates adlı bir bilgin olduğuna sizi
inandırmışlardır. Beni suçlayanlar içinde en çok korktuklarım
işte bu masalı yayanlardır; çünkü bunları dinleyenler, bu gibi
konularla uğraşanlar tanrılara inanmaz sanıyorlar. İnanın, bu
adamlar çoktur; eskiden beri beni bununla suçluyorlar. Üstelik
bunları, çocukluğunuzda olsun, gençliğinizde olsun, daha çok
etki altında kalabileceğiniz yaşlardayken, kulaklarınıza
doldurmuşlardı. Hem bu suçlamalar, karşılarında kendilerini
yanıtlayacak kimse yokken, benim arkamdan oluyordu. Bir komedya
yazarını bir yana bırakırsak, ötekilerinin ne adını biliyorum,
ne de size söyleyecek durumdayım, işin en korkunç yanı işte bu.
Kıskançlıkları, kötülükleri yüzünden bazen ilkin kendilerini
bile inandırmaya varacak kadar, sizi tüm suçlamalara inandıran bu
adamlar, uğraşılması en güç olanlardır, çünkü bunları ne
buraya getirmek ne de söylediklerini çürütmek olanaklıdır… Bu
yüzden kendimi savunurken yalnızca gölgelerle çarpışmak,
karşımda yanıt verecek biri olmadan savlarının yanlışlığını
göstermek zorunda kalıyorum. O halde, demin de dediğim gibi,
düşmanlarımın iki türlü olduğunu görüyorsunuz; bir beni
şimdi suçlayanlar, bir de eskiden suçlamış olanlar. Umarım ki,
ilkin ikincileri yanıtlamamı siz de yerinde bulursunuz; çünkü
bunları hem ötekilerden daha önce, hem de daha sık
duymuşsunuzdur.
O
halde, Atinalılar, artık savunmama başlayabilirim. Yıllardan beri
kafanızda kökleşmiş olan bir suçlamayı kısa bir zamanda söküp
atmaya çalışmalıyım. Eğer hakkımda ve hakkınızda hayırlıysa,
bunu başarmayı ve kendimi temize çıkarmayı dilerim. Ama bunun
kolay bir iş olmadığını da iyice biliyorum. Her neyse, bunu
tanrının buyruğuna bırakalım; bana düşen görev, yasanın
emrine göre kendimi savunmaktır.
Baştan
başlayarak, benim kötülenmeme yol açan ve Meletos'u bana karşı
bu davayı açmak için yüreklendiren suçlamanın ne olduğunu
araştıralım. Öncelikle, bana haksız yere suçlama yöneltenler
bakalım ne diyorlar. Beni dava ettiklerini varsayarak bunların
suçlamalarını şöyle kısaca bir toplayacağım; “Sokrates
kötü bir insandır; yeraltında ve gökyüzünde olup bitenlere
karışıyor, eğriyi doğru diye gösteriyor, bunları başkalarına
da öğretiyor”;
suçlamanın aşağı yukarı özü bu. Aristophanes'in
komedyasında gördüğünüz gibi; sahnede Sokrates adlı bir adam
dolaştırılıyor, havada gezdiğinden, benim hiç ama hiç
anlamadığım şeylerden dem vurarak bir sürü saçma sapan söz
söylüyor. Bunu, böyle bir bilgisi olanlar varsa, onları küçültmek
için söylemiyorum. Atinalılar, Meletos'un bana açtığı bu
davadan kurtulamayayım ki, gerçekte benim bunlar üzerinde en küçük
bir fikrim bile yoktur. Burada bulunanların çoğu bunun doğruluğuna
tanıktır. Onlara sesleniyorum: Beni dinleyenler, içinizde bu
konular hakkında şimdiye kadar tek söz söylediğimi bilen varsa
buradakilere söylesin… Yanıtlarını işitiyorsunuz. Suçlamanın
bu kısmına verdikleri bu yanıt karşısında, geri kalanının
doğruluğu hakkında da bir yargıya varabilirsiniz.
Bunun
gibi, benim parayla ders vermekte olduğuma ilişkin dolaşan sözün
de hiçbir temeli yoktur; bu da ötekiler kadar asılsızdır.
Doğrusu, bir kimsenin insanlara gerçekten bir şey öğretmesi
olanaklı olsaydı, buna karşılık para alması bence o kimse için
bir onur olurdu. Leontinoili Gorgias gibi, Keoslu Prodikos gibi,
Elisli Hippias gibi kent kent gezerek ders veren; gençlerin kendi
hemşerilerinden parasız ders almaları olanağı varken, onları bu
kişilerden ayırarak kendilerine çekecek kadar kandıran, dersleri
için para almakla kalmayıp üstelik bu parayı lütfen kabul
ettiklerinden dolayı bir de teşekkür ettiren kimseler var! Şimdi,
Atina'da Paroslu bir bilgin vardır.
Bu adamı tanımam şöyle olmuştu: Bir gün, bilgicilerin (sofist) uğruna dünya kadar para harcayan Hipponikosoğlu Kallias'a rastlamıştım; bu kişinin iki oğlu olduğunu biliyordum, onun için kendisine sordum: Kallias, dedim, iki oğlun olacağına iki tayın veya buzağın olsaydı, bunları eğitecek birini bulmakta zorluk çekmezdik; onları kendi doğalarının olanaklı kıldığı ölçüde yetiştirecek ve olgunlaştıracak bir seyis veya bir çiftçi tutardık; mademki birer insandırlar, onları eğitimleri için kime gönderebileceğini biliyor musun? Onları bir insan ve bir yurttaş olarak yetiştirecek biri var mıdır? Herhalde, oğulların olduğuna göre bu konuyu düşünmüşsündür? Ne dersin, böyle bir kimse var mı? Kallias bana, evet var, dedi. Öyleyse kim? Nereli? Derslerini kaça veriyor? diye sorunca, “Paroslu Evenos dersine beş mina 1) alıyor” yanıtını verdi. O zaman kendi kendime düşündüm ve dedim ki: Evenos gerçekten böyle bir bilgin ise, bu bilgisini bu kadar ucuza öğretiyorsa, doğrusu mutluymuş. Bende de böyle bir bilgi olsaydı, gerçekten ben de gurur ve sevinç duyardım; fakat, Atinalılar, doğrusu benim böyle bir bilgim yoktur.
Belki
içinizden biri bütün bunlara karşı diyecek ki: “Sokrates,
bunların hepsi güzel ama uğradığın bu suçlamalar nereden
çıkıyor? Herhalde alışılanın dışında bir şey yapmış
olacaksın ki sana karşı bu gibi suçlamalar var. Sen de herkes
gibi olsaydın bütün bu dedikodular çıkmazdı; o halde, hakkında
acele bir hüküm vermemizi istemiyorsan bize bunların nedenini
anlat.” Bu
karşı çıkışının haklı ve yerinde olduğunu kabul ederim;
onun için ben de size bu kötü ünümün nereden çıktığını
anlatacağım. Lütfen dikkatle dinleyin. Bazılarınız belki şaka
ediyorum sanır; ama inanın ki tamamıyla doğru söylüyorum.
Atinalılar, bu ün bende bulunan bir tür bilgiden, yalnızca ondan
çıkmıştır. Bunun ne biçim bir bilgi olduğunu sorarsanız,
derim ki, bu, herkesin elde edebileceği bir bilgidir; ben de ancak
bu anlamda bir bilgim olduğunu sanıyorum. Oysa sözünü ettiğim
kimselerin, bende olmadığı için size anlatamayacağım insanüstü
bilgileri var. Benim böyle bir bilgimin olduğunu söyleyen yalan
söyler, bana kara çalmış olur. Atinalılar, size belki
abartıyorum gibi gelecek, fakat sözümü kesmemenizi dilerim. Çünkü
size şimdi söyleyeceğim sözler benim sözlerim değildir. Size
güvenilir bir tanık göstereceğim. Benim bir bilgim varsa, bunun
nasıl bir bilgi olduğunu Delphoi Tanrısından dinleyin.
Khairephon'u tanırsınız; çok eski bir arkadaşımdı; sizin de
dostunuzdu, geçen sürgünde o da sizinle birlikteydi, dönerken de
birlikte gelmiştiniz. Khairephon'un huyunu bilirsiniz, kafasına
koyduğu şeyi kesinlikle yapardı. Bir gün Delphoi'ye gitmiş
-lütfen sözümü kesmeyin- benden daha bilgin bir kimse olup
olmadığını tanrıya çekinmeden sormuş; Pytholu tanrı sözcüsü
de benden daha bilgin bir adam olmadığını söylemiş. Khairephon
bugün sağ değil, ama kardeşi burada, mahkemededir;
söylediklerimin doğruluğunu onaylayabilir.
Bunu
size sırf bu kötü ünümün nereden geldiğini göstermek için
söylüyorum.
Tanrının bu yanıtını öğrenince düşündüm: Tanrı bu sözüyle ne demek istemiş? Bu bilmece nedir? Çünkü, az olsun, çok olsun, bende böyle bir bilgi olmadığını biliyorum. Böyle olduğu halde insanların en bilgini olduğumu söylemekle ne demek istiyor? Tanrı yalan söylemez, yalan onun sözüyle uzlaşır bir şey değil. Ne demek istediğini uzun zaman düşündüm; en sonunda işin aslını bir araştırayım dedim. Bilgisi belli birini bulup tanrıya gider, sözünü çürütmek için derim ki: “İşte benden bilgili bir adam; oysa sen benim için en bilgili demişsin.” Bunun üzerine bilgisiyle ün salmış birine gittim, kendisine iyi baktım. Adı gerekmez, denemek için seçtiğim bu adam devlet işleriyle uğraşır. Vardığım sonuç şu oldu: Bu adam çok kimselere ve kendisine bilgin gibi gözüküyor ama gerçekte hiçbir bilgisi yok. Bunun üzerine kendisini bilgin sandığını, gerçekte ise olmadığını anlatmaya çalıştım. Bunun sonucu, onun da, üstelik orada bulunup beni dinleyen birçok kimsenin de düşmanlığını kazanmam oldu. Yanından ayrılırken kendi kendime dedim ki: doğrusu belki ikimizin de iyi, güzel bir şey bildiğimiz yok; gene de ben ondan bilgiliyim; çünkü o hiçbir şey bilmediği halde bildiğini sanıyor; ben ise bilmiyorum ama bildiğimi de sanmıyorum. Daha doğrusu, bilmediğimi biliyorum; demek ki ondan biraz daha bilgeyim.
Bundan
sonra başka birine, daha da bilgili tanınan başka birine gittim.
Gene aynı sonuca vardım; onun da, daha birçoklarının da
düşmanlığını kazandım.
Böylece,
birçok düşman edindiğimi bile bile, birini bırakıp ötekine
gidiyor, gittikçe umutsuzlaşıyor ve kederleniyordum. Artık
boynumun borcu oldu, her şeyden önce tanrının sözünü göz
önünde tutmalıyım diyordum. Bilgili denen kim varsa ona
başvurarak tanrının ne demek istediğini anlamam gerekiyordu. Size
doğruyu söylemeliyim. Atinalılar, köpek hakkı için, bütün o
araştırmalarımda baktım, asıl bilgisizler, bilgilidir diye
tanınmış olanlar! Boştur denenlerde ise daha çok akıl var. Size
bütün o dolaşıp durmalarımı anlatayım. Atinalılar; o kadar
didindim, tanrının sözünü çürütemedim. Devlet adamlarından
sonra tragedya yazanlara, övgücülere, 1) her
türden ozana başvurdum. Kendi kendime, artık bu kez göreceksin,
kendinin onlardan çok daha bilgisiz olduğunu anlayacaksın
diyordum. Yazılarından, bence en iyi işlenmiş parçaları seçtim,
ne demek istemiş olduklarını gidip kendilerine sordum, bir şey
öğreneceğimi umuyordum. Yargıçlar, inanır mısınız? Doğruyu
söylemeye utanıyorum; ama söylemeliyim. O ozanların, yapıtları
hakkında dedikleri, orada bulunan hemen herkesin diyebileceğinden
daha iyi değildi. O zaman anladım ki ozanlar yapıtlarını
bilgilerinden değil, bir çeşit iç güdüyle, tanrıdan gelme bir
esinle yazıyorlar, tıpkı bir sürü güzel şey söyleyip de
dediklerinden bir şey anlaşılmayan tanrı sözcüleri, biliciler
gibi. Ozanlar için de öyle olduğunu gördüm; üstelik onlar,
kendilerinde ozanlık var diye, bilmedikleri şeylerde de insanların
en bilgini olduklarını sanıyorlar. Yanlarından ayrılırken
anlamıştım ki, devlet adamları karşısında nasıl bir
üstünlüğüm varsa, onlardan da öylece üstünüm.
En
son, ustalara gittim; çünkü kendim bir şey bilmediğimin farkında
olduğum gibi, onların da hem çok, hem de iyi şeyler
bildiklerinden emindim. Bu kez aldanmamışım; onlar benim
bilmediğim birçok şeyleri gerçekten biliyorlardı ve bunda hiç
kuşkusuz benden daha bilgindiler. Ama Atinalılar, gördüm ki iyi
ustalarda da ozanlardaki özür var; kendi işlerinin eri oldukları
için en yüksek şeylerden de anladıklarını sanıyorlar, böyle
sandıkları için de asıl bilgileri gölgede kalıyor; o kadar ki
Tanrının sözüne geldim, onlar gibi bilgin, onlar gibi de bilgisiz
olmaktansa, bilgilerini de, bilgisizliklerini de edinmeyip “Olduğum
gibi kalmak daha iyi değil mi?” diye düşündüm; gerek kendime,
gerek Tanrı sözüne yanıt vererek, benim için olduğum gibi
kalmak daha iyi dedim.
Atinalılar,
bütün bu araştırmalarım birçok düşman, hem de en kötü, en
tehlikeli türünden düşmanlar edinmeme neden oldu; birçok
karalamaya yol açtı; adım bilgeye çıktı, çünkü beni
dinleyenler, başkalarında bulunmadığını gösterdiğim bilginin
bende bulunduğunu sandılar. Asıl bilen, Atina Yargıçları, belki
yalnızca tanrıdır; o sözüyle de insan bilgisinin büyük bir şey
olmadığını, hatta bir şey olmadığını göstermek istemiştir;
“Sokrates” demiş olması ancak bir söz gelişidir: “Ey
insanlar! Aranızda en bilgeniz, Sokrates gibi bilgeliğinin gerçekte
bir hiç olduğunu bilendir” demek istemiştir. İşte böylece
tanrının sözünü düşünerek yer yer dolaşıyor, yurttaş
olsun, yabancı olsun bilge sandığım kimi bulursam konuşup
soruyorum; bilge olmadıklarını anlayınca da, tanrı sözüne hak
vererek bilge olmadıklarını kendilerine gösteriyorum. Bu iş
bütün zamanımı alıyor; bu yüzden devlet işleriyle de, kendi
işlerimle de yeterince uğraşacak zaman bulamıyorum; o kadar ki,
tanrıya hizmet edeceğim diye yoksul kaldım
.
Dahası
var: Birtakım gençler kendiliklerinden başıma toplanıyor;
babaları zengin, zamanları bol; ben önüme aldığım adama
sorular sorarken durup dinliyorlar; üstelik bilgiçlerin sorguya
çekilmesini dinlemekten hoşlanıyorlar, çoğu kez bana benzeyerek
başkalarını da denemeye kalkışıyorlar; az bir bilgiyle, üstüne
üstlük büsbütün bilgisiz, kendilerini bilgin sananlar sayısız;
bunu o delikanlılar da biliyorlar.
Sıkıştırdıkları
adamlar kendilerine kızacaklarına bana kızıyor, “Ah! Alçak
Sokrates! Gençleri baştan çıkarıyor!..” diyorlar. Oysa biri
çıkıp da kendilerine sorsa “Peki ama bunun için ne yapıyor? Ne
öğretiyor?” dese, ne yanıt vereceklerini bilemezler; fakat
şaşkınlıklarını belli etmemek için de her zaman filozoflara
karşı çevrilen “bulutlarda, yerin dibinde olup bitenleri
öğretmek”, “tanrılara inanmamak”, “iyiyi kötü göstermek”
gibi beylik sözleri sayıp dökerler; çünkü bir şey bilmedikleri
halde biliyor görünmek istediklerinin açığa vurulduğunu
söylemeye bir türlü dilleri varmaz. Onlar, iyi tanınacağız,
sözümüz geçecek diyen, kalabalık bir grup insandır; benim sözüm
açılınca, bir ağızdan konuşup karşılarındakini kandırmayı
bildikleri için, öteden beri, ağır karalamalarla kulaklarımızı
doldurdular, gene de dolduruyorlar. Meletos'a, Anytos'a, Lykon'a bana
saldırmak cesaretini veren, işte bu karalamalardır. Meletos,
şairlerin, Anytos, ustalarla politikacıların, Lykon da
konuşmacıların düşmanlıklarına tercüman olmuştur. Sözüme
başlarken de dediğim gibi, böyle kök salmış bir karalamadan
kendimi böylesine az bir zamanda temize çıkarabileceğimi sanmam.
İşte, Atinalılar, size doğruyu söyledim; büyük küçük, bir
şeyi saklamadım, bir şeyi değiştirmedim. Biliyorum ki bu yüzden
gene düşmanlıklarıyla karşı karşıya kalacağım; bu da
gösterir ki ben doğruyu söylüyorum, bana haksızlık ediliyor,
nedeni de budur. Şimdi arayın, sonra arayın, bulacağınız hep
budur.
Beni
suçlayan birinci gruba karşı savunmam için bu kadarı yeter;
şimdi ikincilere dönüyorum. Bunların başında Meletos; kendi
sözüyle iyi, yurdunu gerçekten seven Meletos var. Bunlara karşı
da kendimi savunmaya çalışacağım. Nelerden yakındıklarını
bir okuyalım. Aşağı yukarı şöyle deniyor: Sokrates, gençleri
doğru yoldan ayırmakla, devletin tanrılarına inanmamakla,
bunların yerine yeni yeni tanrılar koymakla suçludur. İşte bana
yükledikleri suçlar; bunların hepsini ele alalım.
Gençleri
doğru yoldan ayırmak suçunu işliyormuşum. Ben de ileri sürüyorum
ki; Meletos ciddi şeyleri alaya alarak herkesle eğlenmekten,
gerçekte üzerinde hiç uğraşmadığı işlere sözümona bağlılık
ve ilgi göstererek herkesi mahkemeye sürüklemekten suçludur.
Bunun böyle olduğunu size kanıtlamaya çalışacağım.
Meletos,
şöyle gel, bana yanıt ver: Gençlerimizin olabildiğince erdemli
olmalarına çok önem veriyorsun, değil mi?
Tabii veriyorum.
O halde, onları daha iyi kılanın kim olduğunu da yargıçlara söyle. Mademki onları doğru yoldan ayıranı ortaya çıkarmak güçlüğüne katlanmışsın ve yargıçların karşısında beni göstererek bu suçlunun ben olduğumu ortaya atıyorsun, o halde şunu da bilmen gerekir. Onları eğitenler kim? Yargıçlara adlarıyla söyle… Gördün mü? Meletos, susuyorsun işte. Bir şey söylemiyorsun, ama bu susman, senin için utanılacak bir şey değil mi? Konuyla hiç bir ilişiğin yoktur dememin, bu, açık bir kanıtı değil mi? Söyle dostum, söyle, gençleri daha iyi kılan kimdir?
- Yasalar.
- Fakat, delikanlım, bu benim soruma yanıt değil ki. Ben şunu bilmek istiyorum: Her şeyden önce bu yasaları bilen kim?
- İşte bu mahkemedeki yargıçlar, Sokrates.
- Ne dedin? Nasıl, Meletos? Onlar gençleri yetiştirebilir, daha iyi kılar mı diyorsun?
Elbette.
- Hepsi mi, yoksa bazıları mı?
- Hepsi.
- Hera hakkı için ne güzel söz! Demek gençleri daha iyi kılanlar birçok kişiymiş. O halde, söyle bakalım, burada bizi dinleyenler de gençliği eğitiyorlar mı?
- Evet onlar da.
- Peki, ya senato üyeleri?
- Onlar da.
- Acaba Meclis halinde toplanmış yurttaşlar, gençliği doğru yoldan ayırıyorlar mı, yoksa eğitiyorlar mı dersin?
- Onlar da eğitiyorlar.
- O halde, bundan başka, bütün Atinalılar onları güzel ve iyi kılıyorlar; onları yalnızca ben doğru yoldan ayırıyorum. İleri sürdüğün bu, değil mi?
- Tam bu işte.
- Sen haklıysan, ben gerçekten, çok mutsuz bir adamım… Ama de ki, sana şöyle bir şey soruyorum; acaba sana göre atlar için de bu böyle mi? Atlara da herkesin iyilik ettiğine, yalnızca bir kimsenin kötülük ettiğine mi inanıyorsun? Gerçek bunun tam tersi değil mi? Atları, bir veya birkaç kişi, yani seyisler eğitebiliyor; binenler ise onları bozuyorlar, değil mi? Atlar için de, başka hayvanlar için de böyledir, değil mi, Meletos? Bu, kuşkusuz böyledir; Anytos ile sen, ne derseniz deyin, gençleri yalnızca bir kişinin yanlış yola sürüklediği, ondan başka herkesin daha iyi kıldığı doğru olsaydı, bu onlar için gerçekten eşsiz bir mutluluk olurdu. Ama hayır, Meletos, gençler üzerinde hiç kafa yormadığını yeterince gösterdin; senin kayıtsızlığın, başıma açtığın işleri hiç umursamamış olmandan da açıkça anlaşılıyor.
Şimdi sana bir sorum daha var. Zeus hakkı için yanıtla! Sence kötü kimselerle birlikte yaşamak mı, yoksa iyi kimselerle birlikte yaşamak mı daha iyi? Yanıtlasana, dostum; zor bir şey sormuyorum. İyi insanlar yanlarındakilere hep iyilik, kötüler de kötülük ederler, değil mi?
- Kuşkusuz.
- Şimdi, bir arada yaşadığı kimselerden yarardan çok zarar görmek isteyen var mı?.. Yanıtla, dostum, yasa, yanıtlamanı emrediyor. Zarar görmek isteyecek kimse var mıdır?
- Kesinlikle yoktur.
- Peki, gençleri doğru yoldan çıkarıyor, kötülüğe götürüyor diye beni suçluyorsun; sence ben bu suçu bilerek mi, bilmeyerek mi işliyorum?
- Bilerek, diyorum.Demek ki, Meletos, iyilerin, yanlarındakilere iyilik, kötülerin ise kötülük ettikleri, şu genç yaşında senin yüksek zekânca bilinen bir gerçek olduğu halde, ben bu yaşımda, birlikte yaşamak zorunda olduğum bir kimseyi doğru yoldan ayırırsam, ondan bana zarar geleceğini bilmeyecek kadar karanlık ve bilgisizlik içindeyim; hem de bunu, savına göre, bile bile yapıyorum. Meletos, buna ne beni inandırabilirsin, ne de başkalarını.
Öyleyse ya ben onları doğru yoldan çıkarmıyorum yahut da çıkarıyorsam, bunu bilmeyerek yapıyorum; her iki halde de yalan söylüyorsun. Bundan başka, işlediğim suç bilmeyerek işlenmişse, yasa onu suç saymaz; beni bir yana çekerek ayrıca anımsatman ve öğüt vermen gerekirdi; çünkü öğütle, bilmeyerek işlediğim suçu herhalde işlemekten vazgeçerdim: oysa sen benimle konuşmaktan, bana öğretmekten kaçındın; bunu istemedin; beni mahkemeye, yasanın, aydınlatılması gerekenleri değil, cezalandırılması gerekenleri gönderdiği mahkemeye sürükledin.
Atinalılar, artık anlaşılıyor ki Meletos bu işlerle, az olsun çok olsun, kafa yormamıştır; ama Meletos sen gene söyle; ben gençleri nasıl yanlış yola sürüklüyorum? Yazdığın suçlamadan anladığıma göre, gençlere devletin tapındığı tanrıları tanımamayı, onların yerine başka tanrılara inanmayı öğretiyormuşum; gençleri bozan derslerim bunlardır diyorsun, değil mi?
- Evet, bunu bütün gücümle ileri sürüyorum.
- Öyleyse, Meletos, sözünü ettiğimiz tanrılar hakkı için ne demek istediğini bana ve bu yargıçlara daha açıkça anlat. Sence ben birtakım tanrılara inanmayı öğretiyormuşum; öyle ise o tanrılara ben kendim de inanıyorum, demek ki büsbütün tanrı bilmez değilim, böyle bir suç işlememişim; şimdi şunu anlayalım: sen beni devletin tanrılarını bırakıp başka tanrılara inanmakla mı suçluyorsun? Yoksa tanrılara büsbütün inanmayıp bunu başkalarına da aşılamakla mı?
- Evet, ben senin hiçbir tanrıya inanmadığını söylüyorum.
- Şaşılacak şey! Meletos, bunu nereden çıkarıyorsun? Herkes gibi, güneşin ya da ayın tanrılığına inanmadığımı mı söylemek istiyorsun?
- Emin olun yargıçlar, inanmaz; çünkü güneşin taş, ayın toprak olduğunu söylüyor.
- Fakat, dostum Meletos, sen beni Anaksagoras sanmışsın da buraya çıkarmışsın. Buradaki yargıçları Klazomenaili Anaksagoras'ın kitaplarının bu kuramlarla dolu olduğunu bilmeyecek kadar boş ve bilgisiz mi sanıyorsun? Gençler bu kitapları orkestrada en çok bir drahmiye satın alabilirlerse, Sokrates de bu düşünceleri sahiplenince delikanlılar onunla alay edebilirlerse, bunları neden gelip benden öğrensinler? 1) Doğru söyle, Meletos, sen gerçekten benim hiçbir tanrıya inanmadığımı mı sanıyorsun?
- Zeus'a yemin ederim ki, hiçbir tanrıya inanmıyorsun.
- Buna kimse inanmayacak. Atinalılar, bu Meletos azgını küstahın biri; beni suçlaması da gençliğinden, aşağılama olsun diye. Kim bilir, belki de beni denemek için bu bilmeceyi uydurmuştur. Belki de kendi kendine, “Bakalım bilgin Sokrates işi alaya alıp birbirini tutmaz sözler söylediğimi bulacak, ortaya çıkaracak mı; yoksa onu da, bizi dinleyenleri de aldatabilecek miyim?” demiştir. Bana öyle geliyor ki suçlamasında bir dediği bir dediğini tutmuyor. Sanki şöyle demiş: “Sokrates, tanrıların varlığına inanmamaktan, tanrılar olduğuna da inanmaktan suçludur.” Buna düpedüz alay derler.
Atinalılar, Meletos'un düştüğü çelişkileri benimle birlikte gözden geçirin! Ve sen Meletos, bizi yanıtla. Siz de benim ta baştaki dileğimi anımsayın da alışık olduğum gibi konuşursam, ses çıkarmayın. Dünyada bir kimse var mıdır ki, Meletos, insanlara özgü işler olduğuna inansın da insanların varlığına inanmasın? Şuna söyleyin, Atinalılar, kaçamaklı yollara sapmadan beni yanıtlasın. Bir adam bulunur mu ki at yoktur, ama atın kullanıldığı işler vardır; flavtacılar yoktur, ama flavtacılık vardır desin? Bulunmaz, dostum, bulunmaz. Mademki sen yanıtlamaktan kaçınıyorsun; sana da, buradakilere de ben karşılık vereyim; ama sen hiç olmazsa şunu yanıtla: bir kimse var mıdır ki tanrılara özgü işlere inansın da tanrılara inanmasın? Daimonlara inanmasın da, daimonların gücüne inansın?
Hayır, yoktur.
- Çok şükür, yargıçların zoruyla ağzından bu yanıtı alabildim. Demek daimonluk işlere, bu işler yeni olsun eski olsun, inandığımı ve bunları öğrettiğimi ileri sürüyorsun. O halde, söylediğine göre, ben daimonluk işlere inanıyorum. Suçlamanda buna ant bile içiyorsun. Bu işlere inanıyorsam, onların varlığına da ister istemez inanmam gerekir, öyle değil mi? Hiç şüphesiz, yanıtlamadığına göre senin de aynı düşüncede olduğunu kabul ediyorum. Peki, daimonları tanrı veya tanrı oğulları olarak alabiliriz, değil mi?
- Evet, şüphesiz.
- Öyle ise, söylediğim gibi, daimonların varlığına inanıyorsam, öte yandan da ne adla olursa olsun, daimonlar bir tür tanrı iseler, bilmeceler uyduruyorsun ve bizimle eğleniyorsun demekte haksız mıyım? Hem tanrılara inanmadığımı ileri sürüyorsun, hem de biraz sonra daimonlara inandığımı söylemekle tanrılara inandığımı kabul etmiş oluyorsun! Denildiği gibi daimonlar, tanrıların nymhalar ya da başka analardan doğma piçleri iseler, tanrılar olmadığı halde, tanrıların çocukları olduğuna kim inanabilir? Bu, katırın eşekle atın yavrusu olduğuna ama eşeğin de, atın da var olmadığına inanmak kadar yersiz olur. Hayır, Meletos, sen bütün bu saçmaları ya beni denemek için kasten çıkarmışsındır, yahut da bana karşı ciddi bir suç bulamadığından suçlamana koydun. Fakat inan ki, aynı kimsenin daimonlara özgü işlere inandığı halde, daimonlara, tanrılara, kahramanlara inanamayacağına, biraz anlayışı olan hiç kimseyi inandıramazsın.
Meletos'un
suçlamalarını yeterli ölçüde yanıtladım sanıyorum; daha
fazla savunmaya gerek yok. Bununla birlikte, üzerime ne kadar çok
kin çekmiş olduğumu düşünüyorum ve yargılanmam gerekirse,
beni yok edecek olanın bu olduğunu; Meletos, Anytos değil, şimdiye
kadar birçok iyi insanın ölümüne neden olmuş, belki ileride de
olacak olan karalama ve çekememezlik olduğunu düşünüyorum;
çünkü bu kurbanların sonuncusu her halde ben olmasam gerek.
Belki
biri şöyle diyecek: “Sokrates, seni böyle zamansız bir sona
sürükleyen bir ömürden utanç duymuyor musun?” Bana bunu
soracak olana açıkça yanıt verebilir ve diyebilirim ki: Dostum,
yanılıyorsun. Değeri olan bir kimse, yaşayacak mıyım yoksa
ölecek miyim, diye düşünmemelidir; bir iş görürken yalnızca
doğru mu eğri mi, yürekli bir adam gibi mi yoksa tabansızca mı
davrandığını düşünmelidir. Oysa sizin gözünüzde, Troia'da
ölen kahramanların, hele namussuzluğa karşı her türlü
tehlikeyi küçümseyen Thetisoğlunun bir değeri olmaması
gerektir. Hektor'u öldürmek için sabırsızlanırken, anası tanrı
ona, yanılmıyorsam, aşağı yukarı şu sözleri söylemişti:
“Oğlum, arkadaşın Patroklos'un öcünü alacak ve Hektor'u
öldüreceksin, ancak bil ki onun arkasından sen de hemen öleceksin;
çünkü tanrı yargısı böyle emrediyor.” Halbuki o, bu öğüde
aldırmayıp her şeyi göze alarak, arkadaşının öcünü almadan
namussuzca yaşamaya ölümü ve tehlikeyi üstün gördü:
“Burada şu eğri gemilerin yanında, dünyaya gereksiz bir yük olarak, maskara gibi durmaktansa, düşmanımdan öcümü alayım, arkasından da öleyim.” Onun bu davranışında hiç ölüm ve tehlike korkusu var mıydı? En doğru davranış, Atinalılar, bir kimsenin yeri neresi olursa olsun, ister kendinin seçtiği, ister komutanının gösterdiği yer olsun, tehlike karşısında direnmek; ölümü, başka tehlikeleri değil, ancak namusu göz önünde bulundurmaktır.
Atinalılar,
benim için de bundan başka türlü davranmak gerçekten çok garip
olurdu; çünkü Potidea'da, Amphipolis'te, Delion'da, seçtiğiniz
komutanların gösterdikleri her yerde, her türlü ölüm tehlikesi
karşısında bütün yürekliliğiyle duran ben, şimdi, kendi
düşünce ve sanımca, tanrı tarafından, kendimi ve başkalarını
denemek için filozofluk göreviyle gönderildiğim zaman, ölüm
veya başka bir şey korkusuyla nasıl görevimi bırakıp kaçardım?
Böyle bir davranış gerçekten ağır bir suç olurdu. Kendimi
bilge sanarak ölüm korkusuyla tanrı sözüne baş eğmeseydim, o
zaman mahkemeye pek haklı olarak çağrılabilir, tanrıların
varlığını yadsımakla suçlanabilirdim. Çünkü, yargıçlar,
ölüm korkusu, gerçekte bilge olmadığın halde kendini bilge
sanmak değil midir? Bilinmeyeni bilmek savı değil midir?
İnsanların, korkularından, en büyük kötülük saydıkları
ölümün en büyük iyilik olmadığını kim bilir? Bilmediğimiz
bir şeyi bildiğimizi sanmak gerçekten utanılacak bir bilgisizlik
değil midir? İşte yargıçlar, ancak bu noktada başkalarından
farklı olduğuma inanıyorum. Belki de onlardan daha bilge olduğumu
ileri sürebilirim: Ben, öteki dünyada olup bitenler hakkında pek
az bir şey bildiğim halde, bir şey bildiğime inanmıyorum; fakat,
tanrı olsun, insan olsun, belki, kendinden daha iyi olanlara
haksızlık ve başkaldırının bir kötülük, bir namussuzluk
olduğunu biliyorum; ben kötülük olduğunu iyice bildiğim
şeylerden korkarım, ama iyilik olmadığını kestiremediğim
şeylerden ne korkar, ne de sakınırım. Onun için siz beni şimdi
serbest bırakın; Anytos'un size: “Sokrates
mademki böyle suçlanmaktadır, ona her halde ölüm cezası vermek
gerekiyor, yoksa bütün çocuklarınız onun öğütlerini
dinleyerek büsbütün bozulacaktır.” demesine
bakmayıp “Sokrates, biz Anytos'un düşüncelerine inanmak
istemiyoruz, seni serbest bırakacağız, ama artık bir daha böyle
herkesi sorguya çekmeyeceğine ve filozofluk etmeyeceğine söz
vermek koşuluyla; bunları yapmakla bir daha suçlandırılırsan,
öleceksin” dersiniz, kurtulmam için ileri sürülebilecek böyle
bir koşula karşı derim ki: Atinalılar, size saygı ve sevgim
vardır; ancak, ben size değil, yalnızca tanrıya baş eğerim,
ömrüm ve gücüm oldukça da iyi bilin ki felsefe ile uğraşmaktan,
karşıma çıkan herkesi buna yöneltmekten, felsefeyi öğretmekten
vazgeçmeyeceğim; karşıma çıkana, her zaman dediğim gibi yine
şöyle diyeceğim: “Sen
ki, dostum, Atinalısın. Dünyanın en büyük, gücüyle ve
bilgeliğiyle en ünlü kentinin hemşerisisin; paraya, onura, üne
bu kadar önem verdiğin halde bilgeliğe, akla, hiç durmadan
yükseltilmesi gereken ruha bu kadar az önem vermekten sıkılmaz
mısın?” Kendisiyle
tartıştığım bir adam bu saydıklarıma önem verdiğini
söylerse, yakasını bırakacağımı ve salıvereceğimi
sanmayınız; hayır, gene soracağım, onu gene sorguya çekeceğim,
onunla gene tartışacağım; erdemli olmasının bir sözden başka
bir şey olmadığını anlarsam, kendisini, değeri büyük olana
az, değeri küçük olana ise çok değer verdiği için
utandıracağım. Aynı sözleri genç, yaşlı, yurttaş, yabancı,
herkese, hele benim kardeşlerim olmalarından dolayı bütün
hemşerilerime tekrarlayacağım. Çünkü biliniz, bu bana Tanrının
bir buyruğudur; şuna inanıyorum ki kentimizde, şimdiye kadar
tanrıya benim bu hizmetimden daha büyük bir iyilik yapılmamıştır.
Çünkü ben, genç, yaşlı hepinizi, vücudunuza, paranıza değil,
her şeyden önce ruhun en yüksek eğitimine önem vermeniz
gerektiğine inandırmaya çalışmaktan başka bir şey yapmıyorum…
Evet, benim görevim, size parayla erdemin elde edilemeyeceğini;
paranın da, genel olsun özel olsun, her türlü iyiliğin de, ancak
erdemden geldiğini söylemektir. Ben bunları öğretmekle gençleri
doğru yoldan ayırıyorsam, zararlı bir insan olduğumu kabul
ederim. Ama biri gelip öğrettiğim şeylerin bunlar olmadığını
ileri sürerse, yalan söylemiş olur.
Bu noktada, Atinalılar, Anytos'a ister inanın ister inanmayın, hakkımda ister aklanma kararı verin ister vermeyin; her halde, iyice bilin ki, bir değil bin kere ölmem gerekse bile, yolumu asla değiştirmeyeceğim.
Atinalılar,
sözümü kesmeyin, beni dinleyin; sonuna kadar dinleyeceğinize söz
vermiştiniz. Söyleyecek bir şeyim daha kaldı. Öyle bir şey ki,
işitince, korkarım ki, haykırmak isteyeceksiniz; fakat beni
dinlemek sizin için daha doğru olacaktır, onun için, yalvarırım,
sakin olun. Bilmelisiniz ki, benim gibi bir adamı öldürmekle, bana
değil, kendinize zarar vermiş olacaksınız. Bana kimse ne Meletos
ne Anytos, zarar verebilir; kötü bir kimse iyi bir adama nasıl
zarar verebilir? Ancak kendine zarar vermiş olur. Onlarda kuşkusuz
beni öldürtmek, sürdürmek ya da hemşerilik haklarından yoksun
bırakmak gücü vardır; onlar herkesle birlikte böyle bir cezanın
bana karşı büyük bir kötülük olduğunu sanabilirler. Fakat,
burada onlarla bir düşünemem; çünkü, onların şimdi yaptıkları
gibi, başka bir kimsenin yaşamını haksız yere yok etmek daha
büyük bir kötülüktür.
O
halde, Atinalılar, size tanrının bir vergisi olan beni mahkûm
ederek ona karşı bir günah işlemeyin dediğim zaman, sizin
sandığınız gibi kendimi değil, sizi düşünüyorum. Çünkü,
gülünç bir benzetme yapmama izin verin; beni öldürürseniz, hem
büyük hem cins ama büyüklüğünden dolayı ağır ve dürtülmek
isteyen bir ata benzeyen devleti yerinden oynatmak için, tanrının
başına bela ettiği benim gibi bir atsineğinin bir benzerini kolay
kolay bulamazsınız. Ben tanrının, devletin başına sardığı
bir atsineğiyim, her gün her yerde sizi dürtüyor, uyarıyor,
azarlıyorum; peşinizi bırakmıyorum. Benim gibi bir kimseyi kolay
kolay bulamayacaksınız. Onun için, size, kendinizi benden yoksun
bırakmamanızı öneririm. Belki de, ansızın uykusundan
uyandırılan biri gibi, canınız sıkılarak, Anytos'un öğüdüne
uyar, beni kolayca vurup öldürebileceğinizi sanır ve tanrı size
acıyıp başka bir atsineği gönderinceye kadar, yaşamınızın
geri kalanında gene uykuya dalarsınız. Size tanrı tarafından
gönderildiğimin kanıtını mı istiyorsunuz? Ben başkaları gibi
olsaydım, yıllarca sizi erdeme yöneltmekle, bir baba, bir ağabey
gibi teker teker sizin sorunlarınızla uğraşmakla kendi işlerimi
boşlamaz, onlara sabırla seyirci kalmazdım; böyle bir durum,
sanırım ki, insan doğasına uygun bir şey değildir. Bundan bir
şey kazansaydım ya da yol gösterme ve aydınlatmalarımın
karşılığında para alsaydım, bu davranışımın belki bir
anlamı olurdu; fakat şimdi, kendiniz de görüyorsunuz ki, beni
suçlayanların küstahlığı bile, bir kimseden para aldığımı
ya da almak istediğimi söylemeye varamıyor; çünkü böyle bir
şeyi hiç görmemişlerdir. Bu sözümün doğruluğuna, yeteri
kadar tanıklık edecek bir şeyim var: yoksulluğum.
Devlet
işlerine girerek düşüncelerimi oradan söylemek varken herkese
ayrı ayrı öğüt vermeye, başkalarının işlerine karışmaya
kalkışmam belki size şaşılacak bir şey gibi geliyor. Bunun
nedenini de söyleyeceğim. Bir tanrının ya da tanrısal bir ruhun
bana göründüğünden, çok kez ve birçok yerde söz açtığımı
işitmişinizdir. Meletos'un suçlamasında, bununla alay ettiğini
de bilirsiniz. Bir tür ses olan bu işaret, bana çocukluğumda
gelmeye başlamıştı; bu ses hep beni göreceğim işlerden alı
kor, ama hiçbir zaman “Yap!” diye emretmezdi. İşte beni
politikaya girmekten alıkoyan da budur. Bu alıkoymanın da çok
yerinde olduğuna inanıyorum. Çünkü, Atinalılar, ben politikayla
uğraşsaydım, besbelli ki çoktan yok olurdum ve ne size, ne
kendime hiçbir iyilikte bulunamazdım. Canınız sıkılmasın ama,
gerçek şu: Devlette görülen birçok yasa dışı ve haksız işe
karşı doğrulukla savaşarak, size ya da herhangi bir başka kurula
karşı gelen hiç kimse ölümden kurtulamıyor. Evet, ancak hak
yolunda çalışan bir kimsenin, kısa bir zaman olsun yaşayabilmesi
için, devlet adamı değil, yalnızca yurttaş olarak kalması
gerekiyor. Size, -hem yalnız sözle değil, daha çok değer
verdiğiniz işle de- söylediklerimi kanıtlayabilirim. Başımdan
geçen bir olayı anlatayım; o zaman ölüm korkusu yüzünden
haksızlığa hiçbir zaman boyun eğmemiş, boyun eğmeye ölmeyi
üstün tutmuş bir adam olduğumu görürsünüz.
Size mahkemeler hakkında, belki pek önemli gözükmeyen, ama gerçekten olmuş bir olayı anlatacağım.
Atinalılar!
Şimdiye kadar üzerime aldığım biricik devlet görevi, Halk
Kurulu üyeliği olmuştur: Üyesi olduğum Antiokhis Oymağı, deniz
savaşından sonra ölenlerin cesetlerini toplamayan on komutanın
duruşmasında pritanlık 1) makamında
bulunuyordu; hepinizin sonraları kabul ettiğiniz gibi yasaya aykırı
olarak onları toptan yargılamayı önermiştiniz. O zaman yasaya
aykırı bu öneriye karşı koyan biricik üye ben olmuş, oyumu
sizden yana kullanmamıştım. Konuşmacılar beni suçlayıp hapse
sokmakla korkutmaya çalıştıklarında; sizler de bağırıp
çağırdığınızda; ben ne hapsolmaktan, ne de öldürülmekten
korkarak, haksızlıklara ortak olmaktansa yasanın ve doğruluğun
yanında tehlikeye atılmaya karar vermiştim. Bu olay, şehrimiz
demokratlıkla yönetildiği zamanlarda olmuştu. Otuzlar oligarklığı
erki ele alınca, benimle birlikte öbür dört kişiyi Tholos'a
çağırarak, öldürmek istedikleri Salaminli Leon'u Salamin'den
getirmemizi istediler. Bu, onların, işledikleri cinayetlerden
ellerinden geldiği kadar çok kişiyi sorumlu tutmak için verilmiş
emirlerinden biriydi; o zaman bu şartlar altında, sözüm
yerindeyse, ölüme kıl kadar önem vermediğimi, en çok, hatta
biricik önem verdiğim şeyin haksızlıktan, günah işlemekten
sakınmak olduğunu yalnızca sözle değil, eylemle de gösterdim. O
zorlu yönetimin güçlü kolu beni haksızlık suçu işletecek
kadar korkutamadı; Tholos'tan çıkar çıkmaz öteki dört kişi
Salamin'e gidip Leon'u getirdikleri halde, ben yalnızca evime
döndüm. Otuzların erki çok geçmeden sona ermeseydi, bu
davranışımı belki de yaşamımla ödeyecektim. Bu sözlerimin
doğruluğuna birçok kimse tanıklık eder.
O
halde, politika yaşamına girdiğim halde, iyi bir adam gibi hep hak
gözetip doğal olarak doğruluğu her şeyden üstün tutsaydım,
şimdiye kadar sağ kalabilir miydim, sanıyorsunuz? Hayır,
Atinalılar, hayır; bu ne bana, ne de başka bir kişiye kısmet
olurdu. Oysa tüm yaşamımda; özel olsun, genel olsun, bütün
davranışlarımda hiç değişmedim; öğrettiklerimi lekeleyenlere
de, başkalarına da, doğruluktan ayrılarak, alçakçasına boyun
eğmedim. Sürekli öğrencilerim olduğu savı da doğru değildir.
Ben, bana düşeni yerine getirmeye çalışırken, genç, yaşlı,
beni dinlemek isteyenleri geri çevirmedim. Yalnızca bana para
verenlerle konuşmadım; varsıl, yoksul, herkes bana soru sorabilir,
yanıt verebilir, sözlerimi dinleyebilir; fakat bundan sonra, o
kimse iyi ya da kötü bir insan olduğunda, her ikisini de bana
yüklemek haksızlık olur; çünkü ben ona ne bir şey öğrettim,
ne de öğreteceğime söz verdim. Bir kimse, benden, başkalarının
işitmediği, değişik bir şey öğrendiğini ya da duyduğunu
ileri sürerse, bilin ki, yalan söylüyor.
Öyleyse,
birçok kimse benimle konuşmak için zaman harcamaktan neden
hoşlanıyor? Bunun asıl nedenini, Atinalılar, size açıkça
söyledim: bu kimseler, hiçbir bilgelikleri olmadığı halde bilge
olduklarını ileri süren kimselerin sorguya çekilmesini
dinlemekten hoşlanıyorlar; gerçekten, bu pek de tatsız bir şey
değildir. Başkalarını sorguya çekmeyi bana tanrı emretmiştir;
bu yol bana tanrı sözleriyle, gözüme gözüken düşlerle, tanrı
buyruğunun insanlara göründüğü her durumla gösterilmiştir.
Atinalılar bu sözüm gerçektir; olmasaydı, şimdiye kadar karşıtı
kanıtlanırdı. Ben gençleri bozmuşsam, hâlâ da bozuyorsam,
şimdiye dek büyümüş olanlar, gençliklerinde kendilerine kötü
öğütler verdiğimi anlamış olanlar ortaya çıkarak beni suçlar,
benden öç alırlardı. Bunu yapmak istemeseler bile, hiç olmazsa
yakınlarından biri, babaları, kardeşleri ya da akrabaları benim
yüzümden ailelerinin ne büyük dertlere uğradığını söylerdi.
Şimdi tam zamanıdır. Onların birçoğunu burada görüyorum. İşte
çocukluk arkadaşım, benim bölgemden olan Kriton, işte oğlu
Kritobulos. Sonra, Aeschines'in babası da, Sphettoslu Lysanias da
burada; bunlardan başka Epigenes'in babası Kephisialı Antiphon'u
ve benimle birlikte bulunmuş olan birçok kimsenin kardeşlerini de
görüyorum.
Theozotides'in oğlu ve Theodotos'un kardeşi Nikostrates (Theodotos şimdi sağ değil, onun için o engel olamaz), Demodokos'un oğlu ve Theages'in kardeşi Paralos; Ariston'un oğlu ve şurada gördüğümüz Platon'un kardeşi Adeimatos hazır bulunuyorlar; Apollodoros'la kardeşi Aiantodoros'u da görüyorum, daha birçoklarını sayabilirim. Meletos bunların bazılarını, suçlamasında tanık göstermeliydi. Unutmuşsa şimdi yapsın, kendisine yol gösteriyorum. Bu türden, istediği tanığı göstersin. Fakat Atinalılar, gerçek bunun tam tersidir. Çünkü bunların hemen hepsi Meletos'la Anytos'un savına göre arkadaşlarını bozmuş, baştan çıkarmış olan benden yana tanıklık edeceklerdir; hem yalnızca bozulan gençler değil, benden yana tanıklık etmelerine hiç gerek olmayan, bozulmamış daha yaşlı akrabaları da. Bunlar tanıklıkta niçin benim yanımı tutarlar? Sanırım, yalnızca gerçek ve doğruluk adına; doğru söylediğimi, Meletos'un ise yalan söylediğini bildikleri için.
Sözün
kısası, Atinalılar, savunmam için bütün söyleyeceklerim buna
ve buna benzer şeylere varır. Bir sözüm daha var. Belki,
içinizde, buna benzer ya da bundan daha az önemli bir sorunla bile
karşılaştığında, gözyaşları dökerek yargıçlara yalvarıp
yakaran, onları yumuşatmak için çocuklarını, akraba ve
dostlarıyla birlikte mahkemeye getiren birini anımsayarak bana
kızanlar olacaktır. Oysa ben, belki de yaşamım tehlikede olduğu
halde, bunların hiçbirini yapmadım. Bunun tam tersi davrandığımı
görünce, belki kızgınlıkla oyunu benden yana vermeyecektir.
Aranızda böyle biri varsa -yüzde yüz vardır demiyorum- ona
açıkça yanıt verir ve derim ki: “Dostum, herkes gibi ben de bir
insanım; Homeros'un dediği gibi tahtadan ya da taştan değil;
etten, kandan yapılmış bir varlığım; benim de çoluğum çocuğum
var; evet, Atinalılar, biri hemen hemen yetişmiş, erkek olmuş,
ikisi henüz çocuk, üç oğlum var; böyle olduğu halde, sizden
aklanmamı dilemeleri için, hiçbirini buraya getirmeyeceğim.
Niçin? Küstahlıktan ya da size karşı saygısızlıktan dolayı
değil. Ölümden korkup korkmadığım da ayrı bir konudur, şimdi
burada bundan söz açacak değilim. Ancak, bence böyle bir
davranış, kendimin, sizin ve devletin onuruna aykırıdır. Benim
yaşıma gelmiş, bilgeliğiyle tanınmış bir kişinin böyle bir
aşağılığa düşmemesi gerekir. Sanırım herkes Sokrates'in şu
ya da bu bakımdan başkalarından ayrı olduğuna inanıyor. Halkın
bu düşüncesi bana uyuyormuş, uymuyormuş, bunu burada
araştırmıyorum. Aranızda bilgeliği, yürekliliği ya da herhangi
bir erdemiyle sivrilmiş olduğu söylenen kimselerin, böyle
aşağılık bir davranış göstermeleri ne kadar utanılacak bir
şeydir! Cezaya çarptırıldıkları zaman birtakım garip
davranışlarda bulunan nice tanınmış adam gördüm; bunlar, sanki
ölümle korkunç bir acıya düşeceklerini, sanki yalnızca
yaşamalarına izin verilmekle ölümsüz olacaklarını sanıyorlar.
Kanımca bu gibi şeyler devlete karşı saygısızlıktır; bunların
bu gibi davranışları dışarıdan gelen bir yabancıya, Atina'nın
en ünlü adamlarının, gene kendi hemşerilerinin ün ve mevki
verdiği bu kimselerin, kadınlar kadar bile yürekli olmadıkları
kanısını verir. O halde, Atinalılar, bu gibi şeyleri hiç
olmazsa bizim gibi ünlü kişilerin yapmaması gerekir; tersi
durumda, sizin de onlara göz yummamanız; soğukkanlılık
göstereceği yerde, acıklı sahneler yaratarak kenti gülünç
duruma sokan bu gibi kişileri daha fazla cezalandıracağınızı
göstermeniz gerekir.
Bundan
başka, -halkın düşüncesi sorununu bırakalım- yargıcı
aydınlatmak ve kanıksatmak yerine, onun büyüklük yapmasını
rica ederek aklanmak da doğru bir şey değildir. Çünkü yargıcın
görevi, doğruluğu bağışlamak değil, herkesin hakkını ölçerek
karar vermek; kendi keyfine göre değil, yasalara göre hüküm
vermektir. Yalan yere ant içmeye alışarak sizi etki altında
bırakmamalıyız, siz de buna göz yummamalısınız; bu, dine uymaz
bir davranış olur.
O
halde, Atinalılar, -hele şimdi, Meletos'un ileri sürdüğü sava
göre, burada dinsizlikten yargılandığım bir sırada- onursuz,
dine uymaz ve yanlış saydığım bir şeyi yapmamı benden
beklemeyin. Çünkü, sizi rica gücüyle kandırmaya, yeminlerinizi
bozmaya çalışsaydım, tanrıların olmadığına inanmayı size
öğretmiş, kendimi savunurken, tanrıları reddetmek suçlamasına
karşı yalnızca kendi kendimi kandırmış olurdum.
Ama gerçek bunun tam tersidir; ben, tanrıların varlığına, ey Atinalılar, tüm beni suçlayanların inandığından daha yüksek bir anlamda inanırım; bundan dolayıdır ki sizin için ve benim için iyisi neyse ona karar vermek üzere, davamı size ve tanrıya bırakıyorum.
İKİNCİ BÖLÜM
Atinalılar, benim için verdiğiniz mahkûmluk kararına üzülmememin birçok nedeni var. Bunun böyle olmasını bekliyordum; yalnızca, oyların birbirine bu kadar, denk denecek kadar yakın olmasına şaştım; çünkü bana karşı olan çokluğu daha da fazla sanıyordum. Oysa şimdi, öbür tarafa otuz oy gitmiş olsaydı aklanmış olacaktım. Bu yüzden diyebilirim ki, Meletos'un suçlamasından aklanmış sayılırım; hatta üstelik, Anytos ile Lykon beni suçlamak için buraya gelmeselerdi, Meletos oyların beşte birini alamayacak ve yasa uyarınca bin drahmi para cezasına çarptırılacaktı.
O
şimdi ölüm cezası öneriyor. Bense kendi adıma neyi ileri
süreyim, Atinalılar? Kuşkusuz, değerim neyse onu. O halde hakkım
nedir? Bütün yaşamında herkesin düşkün olduğu birçok şeye;
zenginliğe, aile bağlarına, askerlik rütbelerine, halk
kurullarında söylevler vermeye, yargıçlığa, başkanlıklara,
taraflara hiç aldırmamış bir adama verilecek karşılık ne
olabilir? Ben bir siyaset adamı olmak için fazla dürüst olduğumu
düşünerek, size ve kendime iyilik etmeme engel hiçbir yola
sapmadım! Tam tersine, hepinize iyilik etmemi olanaklı kılan bir
yola girdim, herkesin kendini düşünmekten, kendi işlerinin
peşinde koşmaktan önce, erdemi, bilgeliği araması gerektiğini,
devletin sırtından geçinmeye bakmazdan önce devlete bakması
gerektiğini sizlere kabul ettirmeye çalıştım. Böyle bir kimseye
ne yapılır? Atinalılar, her halde, ona bir ödül vermek
gerekirse, iyi bir şey verilmeli ve bu, ona yakışır bir şey
olmalıdır. Sizi yetiştiren, sizi aydınlatmak için işini gücünü
bırakmayı her şeyden üstün gören yoksul bir adama yakışan
ödül ne olabilir? Atinalılar, ona Priytaneon'da beslenmekten daha
yakışan bir ödül verilemez; böyle bir ödül, Olympia'da at
yarışlarında, bilmem kaç atlı araba yarışında ödül kazanan
bir yurttaştan çok ona yaraşır. Çünkü ben yoksulum, oysa onun
yetecek kadar geliri vardır: o, sizi yalnızca görünüşte mutlu
ediyor, bense gerçekten. Bana vereceğiniz cezanın uygun ve yerinde
bir ceza olması isteniyorsa, diyeceğim o ki, Prytaneon'da beslenmek
en doğrusudur.
Belki,
daha önce, gözyaşları ve yalvarmalar hakkında söylediğim gibi,
bu sözlerimle de size boyun eğmediğimi göstermek istediğimi
sanacaksınız; ama öyle değil; hiç öyle değil; bunları,
isteyerek hiçbir yanlış davranışta bulunmadığıma inanarak
söylüyorum. Böyle olduğu halde sizi de buna inandıramam, çünkü
zaman çok az; başka kentlerde olduğu gibi, Atina'da da büyük
davaların bir günde görülmemesi için bir yasa olsaydı, o zaman
sizi kandırabileceğime inanırdım. Fakat bu kadar az bir zamanda
bu kadar büyük suçlamaları dağıtamam. Nasıl şimdiye kadar
kimseye kötülük etmemişsem, kendime de elbette etmeyeceğim;
kendimin bir kötülüğe layık olduğumu söylemeyeceğim, kendim
için bir ceza önermeyeceğim. Niçin edeyim? Meletos'un ileri
sürdüğü ölüm cezasından korktuğumdan mı? Ölümün bir
iyilik mi yoksa bir kötülük mü olduğunu bilmediğim halde,
mutlaka kötülük olan bir cezayı neden önereyim? Hapis cezası
mı? Niçin, tutukevlerinde, yılın yargıçlarının, On birlerin
kölesi olayım? Para cezası mı diyeceksiniz, yoksa para cezası
ödeninceye kadar hapislik mi diyeceksiniz? Buna karşı da aynı şey
söylenebilir; çünkü beş param olmadığından ve cezayı da
ödeyemeyeceğimden, tutukevinde öleceğim. O halde, sürgünlüğü
mü önereyim? Belki siz de bu cezayı kabul edeceksiniz. Ama benim
kendi hemşerilerim olan sizler bile, artık benim konuşmalarıma,
sözlerime dayanamazken, bunları çekemez ve iğrenç bulurken,
başkalarının bana dayanacağını umacak kadar düşüncesiz olmak
için, yaşama hırsının gerçekten gözlerimi bürümüş olması
gerek
.
Hayır, hayır, Atinalılar, bu hiç de böyle değil. Yer yer dolaşarak, sürgün yerim hep değiştirilerek, her gittiğim yerden kovularak yaşamak, benim yaşımda bir adam için ne acı bir şey olur! İyi biliyorum ki burada olduğu gibi, her gittiğim yerde gene gençler beni dinlemek için çevremi saracaklar; onları yanımdan uzaklaştırsam daha yaşlı hemşerilerini ayaklandırarak beni dışarı attıracaklar; çevreme toplanmalarına izin versem babaları, dostları gene onların yüzünden beni yurtlarından kovacaklar.
Belki
bana denecek ki: “Sokrates;
çeneni tutamaz mısın, sana kimse karışmadan yabancı bir kente
giderek, yaşayamaz mısın?” Buna vereceğim
yanıtı bazılarınızın anlaması çok güç. Çünkü dediğinizi
yapmanın tanrıya karşı bir başkaldırı olacağını, onun için
çenemi tutamayacağımı söylersem ciddi bir söz söylediğime
inanmayacaksınız; erdemi, üzerinde hem kendimi, hem başkalarını
sınadığım daha birçok sorunları her gün tartışmanın insan
için ne büyük iyilik olduğunu, sınavsız bir ömrün, yaşanmaya
değer olmadığını söylersem bana gene inanmayacaksınız. Size
kabul ettirmek kolay olmamakla birlikte, söylediklerim doğrudur.
Kendimi hiçbir cezaya değer görmeye de alışmadım. Param
olsaydı, beni aklayacak bir para cezasını önerirdim; bundan bana
bir kötülük gelmez. Ama ne yapayım, yok; onun için bu para
cezasını, ancak benim verebileceğim kadar kesmenizi dilerim. Evet,
belki bir mina verebilirim, onun için, bu cezayı öneriyorum.
Buradaki dostlarım Platon, Kriton,
Kritobulos ve Apollodoros otuz mina önermem için beni
sıkıştırıyorlar; onlar üstlerine alacaklar. Haydi otuz olsun;
bu para için onlar size yeterli güvence olacaklardır.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Atinalılar, Sokrates'i, bir bilgeyi öldürmekle, kentinizi ayıplayacak olanlar nedeniyle kazanacağınız kötü ünün dışında, büyük bir kazancınız olmayacak; ben gerçekte hiçbir şey bilmeyen bir adam olduğum halde onlar sizi kötülemek istedikleri zaman, benim bilge olduğumu söyleyecekler. Oysa biraz daha beklemiş olsaydınız, istediğiniz, doğanın gidişiyle kendiliğinden yerine gelmiş olacaktı. Çünkü, gördüğünüz gibi, yaşım çok ileri; ölümden çok uzak değilim. Şimdi tümünüze değil, yalnızca bana ölüm cezasını verenlere sesleniyorum. Onlara söyleyecek bir sözüm daha var: belki aklanmamı kolaylaştıracak şeyler söylemediğimden, suçluluk kararından kurtulmak için gereken şeyleri söylemeyi ve yapmayı kabul etmediğimden dolayı mahkûm edildiğimi sanıyorsunuz. Hayır, cezalandırılmama neden olan eksiklik, sözlerimde değil. Sizin istediğiniz gibi; ağlayarak, sızlayarak, haykırarak, bence bana yakışmayan, fakat başkalarından sürekli duymaya alıştığınız birçok şeyi söylemememde ve yapmamamdadır. Fakat ben, tehlikeye düştüğüm zaman, ne böyle aşağılık davranışlara, alçaklıklara saparım, ne de kendimi böyle savunmadığım için pişman olurum. Asla! Böyle bir şey yapmaktansa, sizin alıştığınız gibi kendimi savunmaktansa, kendi alıştığım gibi konuşarak ölmeyi üstün görürüm. Çünkü, savaş alanında olduğu gibi adalet karşısında da, hiç kimse -ben de- kendini ölümden kurtaracak araçları kullanmaya kalkışmamalıdır. Evet çok kez, bir kimse savaşta silahlarını bırakmakla, düşmanlarının önünde diz çökmekle ölümden kurtulabilir; her şeyi söylemeyi, her şeyi yapmayı kabul eden bir kimse için her türlü tehlike karşısında ölümden kurtulmanın daha birçok yolu vardır. Yalnızca, şuna iyice inanın, yargıçlarım, asıl sorun, ölümden sakınmak değil, haksızlıktan sakınmaktır; çünkü kötülük ölümden daha hızlı koşar. Ben yaşlı ve ağır olduğumdan, bana yavaş koşan ölüm yetişti; oysa beni suçlayanlar güçlü ve çevik olduklarından, onlara da çabuk koşan kötülük yetişti. Şimdi ben, tarafınızdan ölüm cezasına, onlarda gerçek tarafından kötülüğün ve haksızlığın cezasına çarptırılarak ayrılıyoruz.
Ben cezama boyun eğerim, onlar da cezalarına boyun eğsinler. Herhalde böyle olması yazgıymış; belki de yerindedir…
Şimdi,
ey beni mahkûm edenler! Size bir kehanetimi söylemek isterim; çünkü
ben şimdi yaşamın öyle bir anında bulunuyorum ki, bu anda
insanlar ölmeden önce sezgi gücüne erişirler. O halde benim
katillerim olan sizlere haber vereyim ki, ölümümüm üzerinden çok
geçmeden, bana verdiğiniz cezadan daha ağır bir ceza sizi
beklemektedir. Beni öldürmekle yaşamınızın hesabını
soranlardan kurtulacağınızı sanıyorsunuz. Fakat, bana inanın,
sandığınızın tam tersi olacaktır. Evet, hiç kuşku duymayın,
şimdiye kadar öne atılmalarına engel olduğum birçok kimse
karşınıza çıkacak, sizi şiddetle suçlayacaklardır; bunlar
daha genç oldukları için sizi daha çok incitecekler, sizinle daha
çok uğraşacaklardır. Atinalılar, insanları öldürmekle,
herkesi kötü yaşamınızı kınamaktan alıkoyacağınızı
sanıyorsanız yanılıyorsunuz; bu, olası bir kaçış yolu,
bilinen bir kaçış yolu değildir: en kolay, en soylu yol,
başkalarını hiçbir şey yapamayacak hale getirmek değil,
kendinizi yüceltmektir. İşte, buradan ayrılmadan önce, beni
cezalandıran yargıçlara söyleyeceğim kehanet budur.
Beni
aklayan dostlar, yargıçlar meşgulken, öleceğim yere gitmeden,
sizlerle de olup bitenler hakkında konuşmak isterim. Onun için
azıcık daha durun, birbirimizle görüşebilecek kadar zaman var.
Siz benim dostlarımsınız, onun için başıma gelenin anlamını
size açıklamak isterim. Ey yargıçlarım! (çünkü ancak sizlere
gerçekten yargıç diyebilirim), size gerçekten şaşılacak bir
olayı anlatmak istiyorum. Şimdiye kadar gündelik işlerde bile,
kötü ya da yanlış bir iş yapmak tehlikesi karşısında, içimden
gelen tanrısal bir ses beni alıkoyuyordu; şimdiyse, gördüğümüz
gibi, herkese göre belki de kötülüklerin en kötüsü ve en
sonuncusu başıma gelmiştir. Oysa sabahleyin evimden ayrılırken
de, mahkeme karşısına çıktığımda da, burada söz söyleyeceğim
anlarda da tanrının sesi beni durdurmamıştı; başka durumlarda,
birçok kez söz söylememe engel olurken, bugün bu konu üzerinde
söylediğim ve yaptığım şeylerin hiçbirinin önüne geçmedi.
Bu susmanın anlamı nedir? İşte size bunu söyleyeceğim: kuşkusuz
bu, başıma gelenin iyilik olduğuna ve ölümün bir kötülük
olduğuna inananlarımızın yanıldıklarının bir göstergesidir.
Çünkü iyiliğe değil, kötülüğe doğru gitmiş olsaydım, her
zamanki uyarı sanırım beni durduracaktı.
Bir başka yönden
bakarsak; ölümün, iyilik olduğunu umduracak bir neden olduğunu
da görürüz. Ölüm iki şeyden biridir; ya bir hiçlik, büsbütün
bilinçsizlik halidir yahut da herkesin dediği gibi, ruhun bu
dünyadan ayrılarak başka bir dünyaya geçmesidir. Ölüm bir
bilinçsizlik, deliksiz ve düşsüz uyuyan bir kimsenin uykusu gibi
bir uykuysa, o ne eksiksiz, ne tam bir kazançtır! Bir kimse,
uykusunda hiç düş görmediği bir gecesini düşünerek bunu
yaşamının öteki günleri ve geceleriyle karşılaştırsaydı,
bütün yaşamında bundan daha iyi ve daha hoş kaç gün ve kaç
gece geçirmiş olduğunu da bize söyleseydi; sanırım ki herkes,
değil yalnız sıradan kimseler, Büyük Kral bile yaşamında böyle
pek az gündüz ve gece bulurdu. Ölüm bu tür bir uykuysa, büyük
bir kazançtır; çünkü öyle olunca, zamanın bütün akışı,
tek bir gece gibi gözükecekti. Ama ölüm bizi bu dünyadan başka
bir dünyaya götüren bir yolculuksa ve herkesin dediği gibi bütün
ölenler başka bir dünyada yaşıyorlarsa, yargıçlarım, bizim
için bundan daha büyük ne iyilik olabilir? Gerçekten, öteki
dünyaya vardığımızda, bu dünyada doğru olduğunu ileri süren
kimselerden kurtularak, denildiği gibi asıl doğrular olan gerçek
yargıçları, Minos'u, Rhadamanthes'i,
Aeakos'u, Triptolemos'u,
doğru yaşamış olan yarı tanrıları bulacaksak, bu yolculuk
hiçbir zaman bir ceza olamaz. Bir kimse orada, Orpheus'a,
Musatos'a, Hesiodos'a, Homeros'a
kavuşacaksa, bunun için ne vermez ki? Hayır, bu doğruysa bırakın
bir daha, bir daha öleyim.
Hele Palamedos ile
Telmonoğlu Aias ile haksız bir ceza yüzünden ölen eski
kahramanlarla buluşmak bizim için ne yüce şeydir! Kendi sonumu
onların sonuyla karşılaştırmak benim için ne büyük bir
mutluluk!
Hepsinin üstünde, burada olduğu gibi öteki dünyada
da, öz ve yanlış bilgeliği araştırmamı ilerletebileceğim;
kimin bilgiç, kimin bilgisiz olduğunu anlayabileceğim. Yargıçlar!
Büyük Troia seferinin önderi Odysseus'u, Sisyphos'u,
kadınlı erkekli daha birçoklarını sınayabilmek ne büyük bir
mutluluk! Onlarla konuşmak da, onların arasında yaşamak da,
onlara sorular sormak da ne sonsuz bir zevk olacak! Orada hiç
kuşkusuz, soru sormak yüzünden ölüm cezasına çarptırılmak
tehlikesi de yoktur. Doğruyu söyleyen orada bizden daha mutlu
olduktan başka, ölümsüz de olacaktır.
O
halde yargıçlar! Siz de benim gibi ölümden korkmayın. Şunu
bilin ki, iyi bir insana, ne yaşamda ne de öldükten sonra, hiçbir
kötülük gelmez. Onu ve onun gibileri tanrılar her zaman korur.
Benim yaklaşan sonum, yalnızca bir rastlantı işi değildir; tam
tersine, apaçık görüyorum ki ölmek ve böylece bütün acılardan
tümüyle kurtulmak benim için daha değerlidir. İşte içimden
gelen işaretin beni alıkoymamasının nedeni budur. Gene bunun
için, beni cezalandıranlara, beni suçlayanlara asla kızmıyorum.
Onlar bana iyilik etmeyi bile bile istememişlerse de, bana hiç de
kötülük etmemişlerdir. Onları ancak bana bilerek kötülük
etmek istediklerinden dolayı kınayabilirim.
Sizden
dileyeceğim bir şey daha kaldı: Çocuklarım büyüdükleri zaman
Atinalılar, erdemden çok zenginliğe ya da benzeri herhangi bir
şeye düşkünlük gösterecek olurlarsa, ben sizinle nasıl
uğraşmışsam, siz de onlarla öyle uğraşın, onları
cezalandırın; kendilerine, kendilerinde olmayan bir değeri verir,
önem vermeleri gereken şeye önem vermez, bir hiç oldukları halde
kendilerini bir şey sanırlarsa, ben sizi nasıl azarlamışsam, siz
de onları öyle azarlayın. Bunu yaparsanız, bana da, oğullarıma
da doğru davranmış olursunuz.
Artık
ayrılık zamanı geldi, yolumuza gidelim; ben ölmeye, siz yaşamaya.
Hangisi daha iyi? Bunu Tanrıdan başka kimse bilemez.
*Dil
ve Tarih-Coğrafya Fakültesi doçentlerinden Niyazi
Berkes tarafından, Jowett'in
İngilizce çevirisi temel alınarak dilimize çevrilmiş; E. Chambry
ile M.
Croiset'nin Fransızca ve O. Apelt'in
Almanca çevirileri ile de karşılaştırmıştır.
Bu kitabın
hazırlanmasında, Sokrates'in
Savunması'nın M.E.B. Yunan Klasikleri
dizisinde 1942'de yayımlanan ilk baskısı temel alınmış ve
çeviri dili günümüz Türkçesine uyarlanmıştır.
** Cumhuriyet Gazetesi Salı Kitapları » Sokrates'in Savunması : 01
http://mcuma.com/doku.php/cumhuriyet_gazetesi_sali_kitaplari/sokratesin_savunmasi_01
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder