4 Haziran 2021 Cuma

III. ENTERNASYONAL'İN SOSYALİZM VE KOMÜNİZM TEORİSİ

 

Stalin ve III. Enternasyonal'in Marksizm'in sosyalizm ve komünizm teorisini reddettiği iddia ediliyor. Her fırsatta III. Enternasyonal'in ''Stalinist bürokratik karşı-devrimci milliyetçi sosyalizm ve diktatörlüğünün'' basit bir aracı haline geldiği vurgulanıyor. Ki bu gerici propaganda bir yandan dünya burjuvazisi, diğer yandan da bir dizi sosyal reformist, revizyonist akım tarafından yapılagelmiştir. Troçki ve Troçkizm, 20'li yıllarda geliştirilen bu burjuva propaganda ve iftiraya 1920'lerin sonlarında katılmıştır. 30 ve sonrası ise Leninizm, Stalin, SSCB, III. Enternasyonal düşmanlığında burjuvaziyi de geride bırakmıştır. Teori ve tarih çarpıtıcılığında, sosyalizme iftira atmada kimse Troçki ve Troçkizm ile yarışamamıştır. Ekim Devrimi'nde yer almış, iç savaş ve emperyalist işgale karşı Bolşevik saflarda savaşmış, MK üyeliği yapmış tarihsel bir figürün demagoji ve manipülasyonlarının açık emperyalist ve gerici iftiralardan ve propagandadan daha etkili olacağını ise hatırlatmaya bile gerek yok.


Bu iddia ve ideolojik saldırıyı yanıtlama işini Lenin'den sonra Stalin'in önderlik ettiği III. Enternasyonal'e (Komintern) bırakıyoruz. Ki bu program Stalin önderliğinde hazırlanmış, Komintern tarafından onaylanmış, Stalin'in Leninist görüşlerini de ifade etmektedir. Programın sadece sosyalizm ve komünizm bölümüne yer vermekle kendimizi sınırlayacağız. Keza bu makalemizin son kısmında bazı olgulara dikkat çekeceğiz.


''III-KOMÜNİST ENTERNASYONAL'İN NİHAİ HEDEFİ: DÜNYA KOMÜNİZMİ

Komünist Enternasyonal'in ulaşmaya çabaladığı nihai hedef, kapitalist dünya ekonomisinin yerine komünizmin dünya sisteminin geçirilmesidir. Tarihi gelişimin bütün akışı boyunca hazırlanan komünist toplum düzeni, insanlığın biricik çıkış yoludur. Çünkü ancak bu toplum, insanlığı yozlaşma ve çökmeyle tehdit eden kapitalist sistemin temel çelişkilerini ortadan kaldırabilir.


Komünist düzen, toplumun sınıflara bölünmesine son verir; yani üretim anarşisine son vererek, insanın insan tarafından ezildiği ve sömürüldüğü bütün biçimleri ortadan kaldırır. Mücadele eden sınıfların yerine, emeğin dünya çapındaki yekpare birliği geçer. Tarihte ilk kez insanlık, kendi kaderini kendi eline alır. Sınıfsal ve ulusal savaşlarda sayısız insan hayatını ve tahmini imkansız zenginlikleri ortadan kaldırmak yerine, insanlık, bütün enerjisini doğal güçlere karşı mücadelede, kendi kolektif gücünü geliştirip yükseltmede kullanır.


Komünist dünya sistemi, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti kaldırıp bunları kamu mülkiyetine dönüştürür dönüştürmez, dünya pazarının temel güçlerinin ve rekabetin plansız egemenliğinin, toplumsal üretimin körü körüne gelişmesi yerine, bütünün (toplumun bütününün -ç) hızla büyüyen ihtiyaçlarına uygun olarak üretimin toplumsal-planlı biçimde düzenlenmesi geçer. Üretim anarşisi ve rekabetin ortadan kaldırılması konusunda, yıkıcı bunalımlar ile ondan daha da yıkıcı olan savaşlar kaybolur. Üretici güçlerin muazzam ölçülerde israfı ve toplumun sancılı gelişmesi yerini, bütün maddi zenginliklerin düzenli kullanımına ve üretici güçlerin sınırsız, uyumlu ve hızlı bir biçimde serpilmesi sonucu ekonominin rahatça gelişmesine bırakır.


Özel mülkiyetin kaldırılması, sınıfların yok olması, insanın insan tarafından sömürülmesine son verir. Çalışma, sınıf düşmanına yarayan bir yaratma (işi -ç) olmaktan çıkar. Çalışma, salt bir yaşama aracı iken hayatın en başta gelen ihtiyacı durumuna gelir. Yoksulluk ortadan kaybolur, insan üretime hasredilen zamanın büyük ölçüde kısaltılmasını mümkün kılar ve böylelikle kültür alanında tarihte görülmemiş bir çiçek açma dönemini başlatır. Bütün devlet sınırlarını parçalayan, ilk kez birleşen insanlığın bu yeni kültürü, -kapitalizmin tersine­ insanlar arasında açık ve temiz ilişkilere dayanacaktır. Bu nedenle o, mistisizmi ve dini, önyargıları ve batıl inançları bir daha geri gelmemek üzere ortadan kaldıracak ve böylelikle zafere ulaşan bilimsel bilginin gelişmesine çok güçlü bir itilim sağlayacaktır.


Komünist toplumun artık kendi öz temeli üzerinde geliştiği, insanın çok-yönlü gelişmesiyle birlikte toplumsal üretici güçlerin de muazzam bir atılım gösterdiği ve toplumun, sancakları üzerine 'Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre' sloganını yazdığı, komünizmin en üst basamağı tarihi önkoşul olarak gelişiminin daha aşağı bir evresinden sosyalizm evresinden geçer. Komünist toplum kapitalist kabuğunu ilkin burada kırmağa başlar, her tür ilişki bakımından -ekonomik, ahlaki ve entelektüel­- o, henüz bağrından çıktığı eski toplumun izlerini taşımaktadır. Sosyalizmin üretici güçleri, emek ürünlerinin tek tek herkesin ihtiyaçlarına göre dağılımını mümkün kılacak ölçüde gelişmemiştir henüz. Dağılım daha çok, çalışmaya göre gerçekleşir. İşbölümü, yani belirli insan gruplarına belirli iş fonksiyonlarının yüklenmesi, burada henüz aşılmamıştır, özgül olarak, kafa ve kol emeği arasındaki karşıtlık temelde sürmektedir. Sınıfların kaldırılmasına rağmen toplumun eskiden sınıflara bölünüşünün kalıntıları, dolayısıyla, proleter devlet iktidarı zor ve hukukun kalıntıları sürmektedir. Böylelikle eşitsizliğin henüz yok olamamış belirli artıkları da varlığını sürdürmektedir. Ortadan kaldırılamamış ve aşılamamış bir karşıtlık da kent ile, kır arasındaki karşıtlıktır. Bununla birlikte eski toplumun bütün bu kalıntıları hiçbir toplumsal güç tarafından korunmaz ve savunulmaz. Bunlar üretici güçlerin belirli bir gelişim basamağına bağlı bulunduklarından, kapitalist toplumun zincirlerinden kurtulan insanlığın hızlı bir tempoyla doğa güçlerini boyunduruğu altına aldığı, kendisini komünizm ruhuyla yeniden eğittiği ve sosyalizmden tam komünizme doğru ilerlediği ölçüde ortadan kalkarlar.''


Stalin'in ve SBKP'nin önderlik ettiği Marksist-Leninist III. Enternasyonal'in Troçkizm'e, oportünizm ve revizyonizmin her türevine de yanıt olan değerlendirmesi şöyle devam eder;

''IV. KAPİTALİZMDEN SOSYALİZME GEÇİŞ DÖNEMİ VE PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜ


1. Geçiş Dönemi ve İktidarın Proletarya Tarafından Fethi

Kapitalist toplumla komünist toplum arasında, birinden ötekine devrimci dönüşüm dönemi yer alır. Bu döneme tekabül eden siyasal geçiş döneminde devlet, proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olamaz.


Emperyalizmin dünya diktatörlüğünden proletaryanın dünya diktatörlüğüne geçiş, proletaryanın mücadeleleri, yenilgileri ve zaferleriyle dolu uzun bir dönemi; kapitalist sistemin genel bunalımının sürdüğü ve sosyalist devrimlerin, yani proletaryanın burjuvaziye karşı giriştiği içsavaşların olgunlaştığı bir dönemi; devrimci proletaryanın sosyalist hareketleri niteliğinde olmadıkları halde emperyalizmin egemenliğini sarstıkları sürece nesnel olarak dünya proletarya devriminin bir öğesi haline gelen ulusal savaşlar ve sömürge ayaklanmalarıyla dolan bir dönemi; kapitalist ve sosyalist sosyo-ekonomik sistemlerin, dünya ekonomisi içinde, hem silahlı mücadelelere girişerek hem de 'barışçıl' ilişkiler kurarak yanyana varoldukları bir dönemi; sosyalist Sovyet devletleri birliğinin oluştuğu, emperyalist devletlerin onlara karşı savaşlar açtığı, bu Sovyet devletlerinin sömürge halklarla gitgide sıkılaşan bağlar kurduğu bir dönemi vb. kapsar.


Ekonomik ve siyasal gelişimin eşitsizliği, kapitalizmin mutlak bir yasasıdır. Emperyalizm döneminde bu yasa daha da şiddetlenir. Bu nedenle, uluslararası proletarya devrimi, aynı zamanda, her yerde birden gerçekleşecek tek bir eylem olarak görülmemelidir. Bu nedenle sosyalizmin zaferi, ilkin az sayıda hatta bir tek kapitalist ülkede mümkündür sadece. Fakat proletaryanın bu türden her zaferi, dünya devriminin temelini genişletir ve kapitalizmin genel bunalımını daha da şiddetlendirir. Kapitalist sistem böylece nihai çöküşüne yaklaşır. Finans-kapitalin diktatörlüğü yıkılır ve proletaryanın diktatörlüğü sahneye gelir.


Burjuva devrimleri, zaten oluşmuş ve ekonomik bakımdan egemen duruma gelmiş bulunan bir üretim ilişkileri sisteminin siyasal bakımdan da özgürlüğüne kavuşturulması ve iktidarın bir sömürücü sınıfın elinden bir başkasının eline geçmesi anlamını taşımaktayken, proletarya devrimi, proletaryanın burjuva toplumunun mülkiyet ilişkilerine zorla el atması, sömürücü sınıfların mülksüzleştirilmesi ve iktidarın, toplumun ekonomik temelini radikal biçimde yeniden biçimlendirme ve insanın insan tarafından her türlü sömürülmesini ortadan kaldırma görevini hedef alan sınıfın eline geçmesi demektir. Feodal soyluluğun, ancak bir devrimler zinciriyle parçalanabilen siyasal egemenliğine bütün dünya çapında son verebilmek için burjuva devrimlerine yüzyıllar gerekmişten, proletaryanın uluslararası devrimi, tek tek ülkelerin arasındaki daha sıkı bağıntıların sonucu olarak, görevlerini daha kısa vadede yerine getirecektir; kendisi kesinlikle tek bir eylem olmamasına ve bütün bir dönemi kaplamasına rağmen. Ancak proletaryanın bütün dünyada zaferi kazanmasından ve iktidarını sağlamlaştırmasından sonra, sosyalist dünya ekonomisinin kesintisiz inşa dönemi başlayabilecektir.


İktidarın proletarya tarafından fethedilmesi, sosyalist ekonomi biçimlerinin gelişmesinin ve proletaryanın kültürel büyümesinin önkoşuludur. Proletarya kendi öz doğasını değiştirir, olgunlaşarak insani faaliyetin bütün alanlarında toplumun yönlendiricisi haline gelir, bu yeniden eğitim sürecine öteki sınıfları da katar ve böylelikle sınıfların ortadan kaldırılması için gerekli temeli de yaratır.


Proletarya diktatörlüğü için verilen mücadele içinde ve daha sonra proletarya diktatörlüğünün temeli olarak toplumun yeniden biçimlendirilmesi sırasında, toprak -sahipleri ile kapitalistlerin blokuna karşı, işçi sınıfının fikri ve siyasal hegemonyası altında işçi köylü ittifakı oluşur.


Bir bütün olarak geçiş dönemi, sömürücülerin direncinin acımasızca kırılmasıyla, sosyalizm yapısının örgütlenmesiyle, insanların kitle halinde sosyalizm ruhuyla biçimlendirilmesiyle ve sınıf ayrımının adım adım aşılmasıyla karakterize edilir. Geçiş dönemi toplumu ancak bu büyük tarihi görevleri yerine getirdiği ölçüde komünist topluma doğru dönüşümüne başlamış demektir.


Dünya proletaryasının diktatörlüğü, bu nedenle, kapitalist dünya ekonomisinden sosyalist dünya ekonomisine geçişin en zorunlu ve belirleyici önkoşuludur. Ancak bu diktatörlük sadece, sosyalizmin tek tek ülke ya da ülke gruplarındaki zaferiyle gerçekleştirilebilir. 0, yeni oluşan proleter cumhuriyetlerin daha önceden varolanlarla birleşmesini, bu federasyonlar ağının -ki bu emperyalist boyunduruğu parçalayan sömürgeleri de içine alır­ sürekli büyümesini ve bu federasyonların nihayet insanlığın devlet olarak örgütlenmiş dünya proletaryasının hegemonyası altında biraraya gelmesini gerçekleştirecek olan Dünya Sosyalist Şura Cumhuriyetleri Birliği haline gelmelerini gerektirir.


İktidarın proletarya tarafından fethedilmesi, parlamento çoğunluğunu elde ederek mevcut burjuva devlet aygıtını barışçıl biçimde "fethetmek" demek değildir. Soygunla elde ettiği mülkiyetini ve siyasal egemenliğini güvence altına almak ve güçlendirmek için, burjuvazi, bütün zor ve terör

araçlarını kullanır. Bir zamanlar feodal soyluluğun yaptığı gibi, burjuvazi de en umutsuz, en acı verici mücadelelere girişmeden tarihteki yerini yeni sınıfa bırakmaz. Bu yüzden burjuvazinin zoru, ancak proletaryanın kararlı biçimde kullanacağı zorla kırılabilir. İktidarın proletarya tarafından ele geçirilmesi, burjuva iktidarının zorla imhası, kapitalist devlet aygıtının (burjuva ordusunun, polisinin, memurlar hiyerarşisinin, mahkemelerinin, parlamentolarının, vb.) parçalanması ve onun yerine, her şeyden önce sömürücüleri baskı altında tutma aracı olan, proletarya iktidarının yeni organlarının geçirilmesi demektir


4. Proletarya Diktatörlüğünün Ekonomik Politikasının Temel Hatları

Bütün bu önlemlerin yürütülüşü sırasında proletarya diktatörlüğü şu ilkeleri dikkate almak zorundadır:


1. Toprak mülkiyetinin tümüyle ortadan kaldırılması ve bütün toprak ve arazinin ulusallaştırılması en gelişmiş kapitalist devletlerde bir çırpıda gerçekleştirilemez, çünkü buralarda özel mülkiyet ilkesi, köylülüğün geniş tabakalarında derin kökler salmıştır. Bu ülkelerde bütün toprak ve arazinin ulusallaştırılması ancak yavaş yavaş, bir dizi geçiş önlemiyle gerçekleştirilebilir.


2. Üretimin ulusallaştırılması kural olarak, küçük ve orta işletmelere (köylü, zanaatçı, bağımsız ve işçileri -parça başına ücretle evlerinde çalışan işçiler-, küçük ve orta tüccarlar, küçük sanayiciler vb.) kadar uzanmaz; şu nedenlerle:


Birincisi, proletarya, sosyalist inşanın içine yavaş yavaş çekilebilecek olan ve çekilmesi gereken basit meta üreticisinin emeğe dayanan mülkiyeti ile, sosyalizmin inşasının zorunlu bir önkoşulu olarak ortadan kaldırılması gereken, kapitalistin sömürücü mülkiyeti arasında kesin bir ayrım gözetmek durumunda olduğu için. İkincisi iktidara ulaşmış proletarya, özellikle diktatörlüğünün ilk devresinde, sadece kapitalizmi ortadan kaldırmak açısından değil, orta ve küçük büyüklükteki tek tek üretim birimlerini, yeni bir sosyalist temel üzerinde derhal örgütlemek açısından da yeteri çapta örgütsel güce sahip bulunmadığı için. Bu küçük tekil ekonomiler (her şeyden önce köylü ekonomileri), üretim ve dağıtımın genel sosyalist örgütlenmesi içine ancak yavaş yavaş ve bunların her yoldan kollektifleştirilmesi için proletarya devletince geniş çaplı, temelden destek sağlanması ile çekilirler. Onların işletme biçimlerinin herhangi bir biçimde zor kullanılarak yok edilmesi ve zorla gerçekleştirilecek her kollektifleştirme, sadece olumsuz sonuçlar doğurabilir.


3. Sadece küçük-burjuva yığının nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturduğu sömürge, yarı-sömürge ve ekonomik bakımdan geri ülkelerde değil, kapitalist dünya ekonomisinin ana bölgelerinde de. (Birleşik Devletler, Almanya ve belirli bir dereceye kadar İngiltere) hatırı sayılır sayıda küçük üretim biriminin (her şeyden önce köylü ve çiftçi ekonomileri, zanaatçılar, küçük tüccarlar, vb.) varoluşu, gelişmenin başlangıç evresinde, ekonominin pazar ilişkilerinin, para sisteminin, vb. şu ya da bu ölçüde ayakta tutulmasını gerektirir. Ekonomi biçimlerinin, kaçınılmaz olarak bu biçimlerin birbirleriyle mücadelesi ile birlikte varolan çeşitliliği (sosyalleştirilmiş büyük sanayiden küçük köylü ve zanaatçı ekonomilerine kadar); değişik itilimlerle ekonomik faaliyete katılan sınıfların ve sınıf gruplaşmalarının buna tekabül eden çeşitliliği; değişik ekonomik çıkarların mücadelesi; nihayet burjuva toplum düzeninin mirası olarak birdenbire aşılamayacak alışkanlık ve geleneklerin ekonomik hayatın bütün alanlarında varolması -bütün bunlar proletaryanın ekonomi yönetiminin, pazar ilişkileri temeli üzerinde sosyalist büyük sanayi ile basit meta üreticilerinin küçük ekonomileri arasında doğru bağıntı kurmasını gerektirir; bu, hem sosyalist sanayiin önder rolünü hem de köylü ekonomilerinin büyük çoğunluğunun en hızlı biçimde ilerlemesini aynı anda güvence altına alan bir bağıntı olmalıdır. Demek ki, parçalanmış küçük köylü emeğinin bir ülkenin bütün ekonomisi içerisindeki özgül ağırlığı ne kadar büyükse, pazar ilişkileri o kadar geniş kapsamlı olacak, dolaysız, planlı yönetimin önemi o kadar azalacak, genel ekonomik plan doğal olarak ortaya çıkan ekonomik ilişkiler üzerine yürütülecek tahminlere o kadar fazla dayanacaktır. Ve tersine: Küçük ekonomilerin özgül ağırlığı ne kadar az, toplumsallaştırılmış çalışmanın payı, yoğunlaştırılmış ve sosyalleştirilmiş üretim araçlarının ekonominin bütünü içerisinde oranı ne kadar çoksa, pazar ilişkilerinin çapı o kadar küçük, anarşiye karşı düzenli ekonomik planın önemi o kadar büyük, üretim ve dağıtımın planlı yönetimi o kadar önemli ve geniş kapsamlı olacaktır.


Sosyalleştirilmiş büyük sanayiin teknik ve ekonomik üstünlüğü; bütün tayin edici ekonomik "üst komuta kademeleri"nin (sanayi, ulaşım, bankalar, tarımsal büyük işletmeler, vb.) proletarya devletinin elinde toplanması; planlı ekonomi yönetimi; bir bütün olarak devlet aygıtının gücü (devlet bütçesi, vergiler, yönetim yasaları yapma ve genelde yasa yapma), proletarya diktatörlüğünün doğru bir sınıf politikası uygulaması halinde, yani sınıf ilişkilerinin doğru değerlendirilmesi halinde, hem basit meta üreticilerinin serbest ticaret ve pazar koşullarında şu ya da bu ölçüde yaşadıkları ekonomik yükseliş sonucunda kentte ve kırda (büyük köylüler, "Kulaklar" ) ortaya çıkan yeni kapitalist filizlerin hem de özel sermayenin kalıntılarının sürekli, sistemli biçimde bastırılmasına yol açarlar. Aynı zamanda köylülüğün kooperatifleşerek birleşmesi ve kollektif ekonomi biçimlerinin büyümesi ile, köylü ekonomilerinin (yani küçük ve orta köylü ekonomileri) asıl büyük bölümü, gelişen sosyalizmin bütünsel sistemi içine çekilirler. Ekonomik faaliyetin pazar ilişkileriyle bağlantılı, kapitalist görünüşlü biçimleri ve yöntemleri (fiyat hesapları, paralı ücretler, alım ve satım, kredi ve bankalar, vb.), gitgide artan ölçüde, tam anlamıyla sosyalist tipte girişimlerin gelişmesini teşvik ettikleri, yani ekonominin sosyalist bölümünün hizmetinde çalıştıkları sürece sosyalist devrimin kaldıraçları rolünü oynarlar.


Bu biçimde, proletarya diktatörlüğü altında -şuralar devletinin doğru bir politika uyguladığı varsayılırsa­- pazar ilişkileri, gelişmeleri içinde kendilerini ortadan kaldıracak olan öğeleri taşırlar. Özel sermayenin bastırılmasına, köylü ekonomisinin dönüştürülmesine, üretim araçlarının gittikçe daha fazla proletarya devletinin ellerinde merkezileşmesine ve yoğunlaşmasına katkıda bulunmakla, genelde pazar ilişkilerinin aşılması sürecinin teşvik ederler.


Proletarya diktatörlüğüne karşı kapitalistlerin muhtemel bir silahlı müdahalesi veya karşı-devrimci bir savaşın sürmesi durumunda, ekonomi yönetimi, her şeyden önce, proletarya diktatörlüğünün savunma çıkarlarından hareket etmelidir. Burada savaş-komünisti bir ekonomi politikası ("savaş komünizmi") zorunlu olabilir. Bu, askeri savunmaya hizmet eden rasyonel bir tüketim örgütlenmesinden başka bir şey değildir ve kapitalist gruplar üzerinde baskının artırılmasıyla (zoralımlar, elkoymalar, vb.) bağlantılıdır. Burada serbest ticaret ve pazar ilişkileri az ya da çok tasfiye edilirler ve küçük üreticilerin bireysel ekonomik güdüleri büyük ölçüde zarar görür ki, bu, ülkenin üretici güçlerinin daha aşağı bir düzeye inmesiyle bağlantılıdır. Bu 'savaş komünizm' politikası, tarihi meşruluğunu, ülke içinde işçi sınıfına düşman olan tabakaların maddi temellerini ortadan kaldırmasında, eldeki stokların rasyonel bir dağıtımını güvence altına almasında ve proletarya diktatörlüğünün silahlı mücadele vermesini kolaylaştırmasında bulur. Fakat onun, proletarya diktatörlüğünün 'normal' ekonomi politikası sistemi gibi kabul edilmemesi gerektiği de unutulmamalıdır.


5. Proletarya Diktatörlüğü ve Sınıflar


Proletarya diktatörlüğü, onun sınıf mücadelesinin yeni koşullar altında devamıdır. Proletarya diktatörlüğü, eski toplumun güçlerine ve kalıntılarına karşı, dıştaki kapitalist düşmanlara, ülke içindeki sömürücü sınıfların kalıntılarına karşı ve henüz aşılmamış bulunan meta üretimi toprağında gelişen yeni bir burjuvazinin filizlerine karşı sert, kanlı ve kansız, zorla ve barışçıl biçimde sürdürülen, askeri ve ekonomik, eğitsel ve yönetsel bir mücadeledir.


İçsavaşın bitiminden sonra bu sert sınıf mücadelesi yeni biçimler, her şeyden önce de sosyalist ekonomi biçimlerinin eski ekonomi tarzlarına ve bunların yeni filizlerine karşı mücadelesi biçimini alır. Bu arada, sosyalist gelişmenin değişik aşamalarında bu mücadelenin biçimleri zorunlu olarak değişir; ilk aşamalarda bu mücadele belirli koşullar altında daha da şiddetlenebilir.


Proletarya diktatörlüğünün başlangıç evresinde proletaryanın öteki sınıf ve toplumsal gruplara karşı politikası aşağıdaki ilkelerce belirlenir:


1. Büyük burjuvazi ve büyük toprak sahipleri, onların hizmetindeki subaylar, generaller ve yüksek memurlar, mantıki olarak, işçi sınıfının, kendileriyle acımasızca mücadele edilmesi gereken düşmanlarıdır. Bu öğelerin belirli bir bölümünün örgütsel yeteneklerinden yararlanmak yine de mümkündür, ancak diktatörlüğün sağlam biçimde yerleştirilmesinden ve sömürücülerin bütün ayaklanma ve komploları bastırıldıktan sonra.



2. Burjuva gelenekleri içinde yetişmiş ve üst tabakaları sermayenin komuta aygıtına sıkı sıkıya bağlı bulunan teknik aydınlara karşı proletarya, -aydınların, kendisine düşman tabakalarının bütün karşı-devrimci eylemlerini enerjik biçimde bastırırken­- bu kalifiye toplumsal gücü sosyalist inşa çalışmaları için yanına çekme zorunluluğunu gözönünde tutmak ve onların arasındaki tarafsız, özellikle de işçi devrimine dost düşünceli gruplara her türlü yardımı yapmak durumundadır. Proletarya, sosyalizmin ekonomik, teknik ve kültürel alanda, inşası tablosunu, bütün toplumsal anlamı ile birlikte sergilerken, teknik aydınları sistemli biçimde yanına çekmeli, onu kendi manevi etkisi altına almalı ve toplumun dönüştürülmesinde onun yoğun yardımlarını garantilemelidir.



3. Köylülükle ilişkide, tarım proletaryasına dayanarak köyün bütün sömürülen ve emekçi tabakalarını yanına çekmek, komünist partilerin görevidir. Muzaffer proletarya, köylülük içindeki değişik gruplaşmaları birbirinden kesin olarak ayırmalı, onların önemlerini titizlikle tartmalıdır; köylülüğün mülksüz, yarı-proleter tabakalarına, toprak ağalarının topraklarının bir bölümünü onlara vererek, tefeci sermayesine karşı verdikleri mücadeleyi kolaylaştırarak, vb. her yoldan yardım etmelidir. Proletarya ayrıca köylülüğün orta tabakalarını tarafsızlaştırmalı ve büyük toprak sahipleriyle ittifak eden kır burjuvazisinin her türlü direncini acımasızca bastırmalıdır. Diktatörlüğünün güçlenmesi ve sosyalizmin inşasının ilerlemesi ölçüsünde, proletarya, orta köylülüğün tarafsızlaştırılması politikasından onunla sıkı bir ittifak kurma politikasına geçer, ancak bu arada iktidarın paylaşılması konusunda herhangi bir fikrin ortaya çıkmasına kadar vardırmaz işi. Çünkü proletarya diktatörlüğü, sadece sanayi işçilerinin bütün emekçi kitlelerine önderlik edebileceği olgusunun ifadesidir; fakat, proletaryanın tek başına egemenliği olmakla, proletarya diktatörlüğü aynı zamanda emekçilerin öncüsü olan proletarya ile sayıca hayli fazla proleter-olmayan emekçi tabakaları veya emekçilerin çoğunluğu arasındaki sınıf ittifakının özel bir biçimidir; proletarya diktatörlüğü, kapitalizmin nihai yıkılışı, burjuvazinin direncinin ve restorasyon girişimlerinin tümüyle bastırılması, sosyalizmin nihai olarak kuruluşu ve sağlamlaştırılması amacını güden bir ittifakın özel biçimidir.


4. En aşırı gericilik ile proletaryaya beslediği sempati arasında sürekli yalpalayan kent küçük-burjuvazisi, aynı biçimde tarafsızlaştırılmalı ve eğer mümkünse proletaryanın, davasına kazanılmalıdır. Bu, onun küçük mülkiyetine dokunmayarak, ekonomik değişimde belirli bir özgürlüğü ayakta tutarak, tefeci kredisini ortadan kaldırarak ve kapitalist baskının tek tek her biçimine karşı mücadelesinde proletaryanın ona her türden yardımda bulunmasıyla sağlanır


Proletarya Diktatörlüğü ve Kültür Devrimi


Yeni ve insani bir toplumun örgütleyicisi olma rolü, ön koşul olarak, proletaryanın kültürel bakımdan olgunlaşmasını, kendi özünü değiştirmesini ve sosyalizmi ve yeni sosyalist kültürü inşa edebilmek için, kendi içinden sürekli olarak, tekniğin, bilimin ve yönetimin bütün kazanımlarını özümleyebilecek yeni proleter kadrolar çıkartmasını gerektirir.


Feodalizme karşı burjuva devriminde, feodal toplumun bağrında kültürel olgunluk bakımından varolan egemen sınıftan daha üstün olan ve feodalizm koşulları altında bile ekonomik hayatta hegemonyasını kurmuş bulunan yeni bir sınıfın varlığı önkoşulken, proletarya devrimi başka koşullar altında gelişir. İşçi sınıfı kapitalist toplumda ekonomik bakımdan sömürülür, siyasal bakımdan baskı altında tutulur ve kültürel bakımdan geri bırakılır, ancak geçiş döneminde, ancak devlet iktidarını ele geçirdikten sonra proletarya burjuvazinin eğitim tekelini kırabilir, bütün bilgileri edinebilir ve muazzam inşa çalışmasında elde ettiği deneylerin yardımıyla kendi özünü değiştirebilir. Kitlelerde komünist bilinci geliştirmek ve bizzat sosyalizm davasını gerçekleştirebilmek için, insanların değişimi, (ancak pratik hareket içerisinde, devrimde gerçekleşebilecek olan) kitleleri saran bir değişim zorunludur. Yani devrim, sadece egemen sınıf başka türlü devrilemiyor diye değil, aynı zamanda onu deviren sınıf ancak devrimle kendini eski toplumun pisliğinden temizleyebileceği ve böylece yeni bir toplum kurma yeteneğini kazanabileceği için de zorunludur.


Üretim araçları üzerindeki kapitalist tekeli parçalarken, işçi sınıfı, burjuva eğitim tekelini de ortadan kaldırmalıdır, yani yüksek okullar da dahil bütün okul sistemini kendi malı yapmalıdır. İşçilerin arasından, hem üretim için (mühendisler, teknisyenler, organizatörler, vb.) hem de savaş, sanat ve bilim için kendi uzmanlarını yetiştirmek proletaryanın özellikle acil bir görevidir. Bundan başka, geniş proleter yığınların genel kültür düzeyini yükseltmek, onların siyasal bakımdan aydınlanmalarını teşvik etmek, bilgilerini ve teknik kalifiyeliklerini mükemmelleştirmek, onları kamusal faaliyetin ve yönetim çalışmalarının pratiğine yakınlaştırmak, burjuva ve küçük-burjuva önyargıların kalıntılarına karşı mücadele etmek, vb. de gereklidir.


Proletarya, ancak bütün toplumsal 'komuta konumları'na en ileri unsurlarını getirebildiği ölçüde, ancak bu unsurların (proletaryanın "ileri" ve "geri" tabakaları arasındaki ayrımını sonunda ortadan kaldıracak şekilde), proletarya sınıfının gittikçe daha fazla yeni öğesini kültürel dönüşüm süreci içine çekerek büyüdüğü ölçüde, sadece bu ölçüde, sosyalizmin muzaffer biçimde inşa edilmesini sağlayacak ve bürokratik çürümeye ve sınıfsal yozlaşmaya karşı set çekecektir.


Fakat proletarya, devrimin akışı içinde sadece kendi özünü yeniden biçimlendirmekle kalmaz, öteki sınıfların, öncelikle kentin ve kırın sayıca fazla küçük-burjuva tabakalarının, özellikle köylülüğün emekçi tabakalarının özünü de değiştirir. İşçi sınıfı en geniş yığınların kültür devrimine katılmalarını sağlar, onları sosyalizmin inşası (çabasının -ç.) içine çeker, onları biraraya getirir ve elindeki bütün araçları kullanarak onları komünizm ruhuyla eğitir, bütün anti­-proleter ve zümreci ideolojilere karşı en kararlı biçimde mücadele eder. Proletarya kırın genel ve kültürel geri kalmışlığına karşı sistemli biçimde mücadele etmeye özel dikkat gösterir. Böylelikle o, -gelişen kollektif ekonomi biçimleri temeli üzerinde-­ toplumun sınıflara bölünmesinin aşılması için gerekli önkoşulları yaratır.


Geniş kitleleri kapsayan kültür devriminin görevleri arasında, 'halkın afyonu'na, dine karşı verilecek mücadelenin özel bir yeri vardır. Bu mücadele sert ve sistemli biçimde sürdürülmelidir. Proletarya iktidarı, eski egemen sınıfın ajanı olan kilisenin devlet tarafından ne biçimde olursa olsun desteklenmesine son vermeli, devlet tarafından örgütlenen eğitim ve kültür sistemine kilisenin her türlü karışmasına engel olmalı ve kilise örgütlerinin karşı-devrimci faaliyetlerini acımasızca bastırmalıdır. Proletarya iktidarı inanç özgürlüğünü serbest bırakır, ama aynı zamanda elindeki bütün araçlarla din aleyhtarı bir propaganda yürütür ve bütün eğitim ve kültür sistemini bilimsel-materyalist dünya görüşünü temel alarak biçimlendirir.'' (Komünist Enternasyonal Programı, 1928, III. Enternasyonal 1919-1943, Belge Yayınları)


Leninizm'in (ve Stalin'in, ''Stalinizm'') sorunu ortaya koyuşu yukarıdaki gibidir. Bu koyuş, 1917-1928 yılları arasında sosyalist kurucu sürecin deneyimlerini de içermektedir. Komünistlere yol gösteren perspektif ve ilkeler bunlardır.


Marks'ın, Engels'in, Lenin'in teorisini fütursuzca revize edip farklı şekilde sunan Troçkist, revizyonist, tasfiyeci, orta yolcu akımlar, nesnel olarak Marksizm-Leninizm'e karşı savaşmaktadırlar. Sosyalizm ile komünizm arasındaki farklılıkları yadsıyan, sosyalizmi komünizmle eşitleyen akımlar, bunu rastlantıyla yapmıyorlar. Şunu diyorlar, sosyalizm sınıfsız komünist toplumdur, o halde SSCB'de, sosyalist kampta zaten sosyalizm kurulmamıştır; zaten bir ya da birkaç ülkede sosyalizm kurulamaz vs.


Neden peki?

Çünkü emperyalizmin en zayıf halka ve halkalarının kırılmasıyla sosyalist inşaya başlanamaz, sosyalizme geçilemez.

Çünkü ABD'de, İngiltere'de, Avrupa'da zamandaş/toptan bir devrim gerçekleşmeden sosyalizme geçişin yolu bile açılamaz, kaderimiz, dünyanın kaderi, bağımlı ülkelerin kaderi emperyalist ülkelerde gerçekleşecek/zafer kazanacak proleter devrimlere bağlıdır.

Çünkü üretici güçler gelişmemiştir.

Çünkü sosyalizmin nesnel ekonomik ve toplumsal temeli bu ülkelerde yoktur ya da olgunlaşmamıştır ya da bu koşullar sadece emperyalist ülkelerle sınırlıdır. Dolayısıyla kendini sosyalizm olarak lanse eden SSCB ve sosyalist kampın geçtik sosyalizme geçmeyi, sosyalist inşaya bile girişememiştir. Kurulan şey ''Stalinist rejimler''dir vs.


Peki bizim sosyalist gördüğümüz ülkelerde kurulan şey nedir diye sorduğumuzda başlanıyor peşpeşe özü bir değişik yanıtlar verilmeye;


tarihte daha önce olmayan yeni bir sömürücü toplum doğmuştur.

Devlet kapitalizmi kurulmuştur. Eski burjuvazinin yerine yeni burjuvazi geçmiştir. Proletarya ve halk üzerinde bir azınlık diktası kurulmuştur.


Sosyalizm devletsiz bir toplumdur, devlet derhal ortadan kaldırılmalıdır ya da kaldırılmalıydı. Oysa Ekim Devrimi ile yeniden bir devlet inşa edilmiştir. ''Bolşevik tirenlık kurulmuştur.'' Yeni bir sınıf otoriter devlet kapitalizmini inşa etmiştir.


Bürokratik kapitalizm kurulmuştur. Bürokrasiye dayanan Leninist ve Stalinist karşı-devrimci kanlı bir diktatörlük kurulmuştur. Tek ülkede sosyalizm zaten kurulamaz. Tek ülkede sosyalizm kurma gerçekte devlet kapitalizmidir ve bürokrasinin iktidarından başka bir anlama gelmez.


Proletarya zaten Rusya'da zayıf bir sınıftı, iç savaş gibi süreçlerde o da yok oldu, yerine Bolşevikler, eski rejim aydınları, teknokratları geçerek; eski bürokrasi ile yeni bürokrasi ittifak kurarak vs. kapitalizm inşa edilmiştir.


Ekim Devrimi bir burjuva devrimidir. Burjuva devrimi olarak karşı-devrime dönüşmüştür. Yeni tip burjuva diktatörlüğü kurulmuştur.

Başka?

SSCB ne sosyalisttir ne de kapitalisttir, bir ''geçiş toplumu''dur. Stalin'in iktidarı ele geçirmesiyle milliyetçi, gerici, terör ve katliamlara dayanan bir diktatörlük kurulmuştur. ''Sosyalist kamp'' dediğiniz de ''Stalinist rejimlerdir.'' Bu rejimler de kan dökücü terörist Stalinist diktatörlüklerden oluşmaktadır vs.


Ekim Devrimi bir karşı-devrimdir. Ekim Devrimi, devrim değil, Leninist/Bolşeviklerin darbeyle iktidarı ele geçirmesidir.


İktidara gelen proletaryayı, proletarya diktatörlüğünü proletaryaya ve sosyalizme düşman tek parti diktatörlüğü gören, inşa edilmeye çalışılan yeni toplumsal yapıyı proletarya ve halkın azgınca sömürülmesine, soyulmasına dayanan bir yapı gören ve ve sözde Sovyet proletaryasını ve halklarını ayaklanmaya ve ''Bolşevik diktatörlüğü'' yıkmaya çağıran ve bunu da açıkça ilan edenler Menşevik, Sosyalist Devrimci Parti ve II. Enternasyonal partileri, anarşist parti ve çevreler olmuştur. Troçki ve Troçkistler de bu Menşevik yola sonra girmiş ve yaşamını diğerleri gibi proletarya diktatörlüğünü ve sosyalizmi yıkmaya adamıştır...


Kuşkusuz ki 1956'lara kadar süren sosyalizmin başarılı inşası ve deneyimlerinin yanı sıra, 1956 sonrası sosyalizmin yeni tipten restorasyonu ve tasfiyesi sürecinin deneyimleri ışığında da teorinin geliştirilmesi, eskimiş yanlarının aşılması, zenginleştirilmesi gerekmektedir. Bu görev yerine getirilmeye çalışılmaktadır...


Keza, bugünlerin dünyası 1928 programında çizilen dünyanın somut tarihsel koşullarından bir hayli farklılaşmıştır. Bugün dünyayı uluslararası tekeller (ÇUŞ biçiminde) yönetmektedir. Dünya adeta proleterleşmiştir. Emperyalizme bağımlı çevre ülkeleri çoktan kapitalist dünya pazarının içinde geri, orta, ileri kapitalist ülkeler haline gelmiştir. Dünyada kentlerde yaşayan nüfus kırsal alanda yaşayan nüfusu aşmıştır. Küçük meta üretiminin, köylülüğün sınırları daralmıştır. Küresel çapta yarı-proleter nüfus, özellikle de kentlerde oldukça artmıştır. Emperyalist dünya ekonomisinin teknik temeli en ileri teknolojik temelde yenilenmiştir vb.


Dünya proleter devriminin nesnel ekonomik ve toplumsal temelleri dünle kıyaslanmayacak kadar olgunlaşmıştır. Bugün insanlık, nesnel olarak sosyalizme, komünizme daha yakın bulunmaktadır. Gerek tekil ülkelerde gerekse de küresel çapta proletarya devrimlerinin zaferiyle sosyalizme geçme, sosyalist inşayı gerçekleştirme ve komünizme daha hızlı geçme koşullarına sahiptir. Günümüz teknolojisi, tekniği ile sosyalist inşa süreci her bakımdan daha yetkince örgütlenecektir. Çağımızın bilimsel-teknik devrimin kazanımları üzerinde sosyalist demokrasi bürokratikleşmeye karşı mücadele içinde daha işlevsel ve aktif geliştirilecektir; milyonların, on milyonların sosyalist kurucu çalışmaya ve inşa sürecine, kültür devrimine, devlet yönetimine, merkezi planlamaya katılımı en yüksek düzeyde sağlanacaktır. On milyonların parti, devlet, ekonomi, kültür-sanat alanlarındaki yönetim aygıtları ve yöneticiler üzerindeki denetimi, eleştiri gücü, baskısı, kolektif katılımı, söz ve karar hakkı etkin, hızlı, üretken, yaratıcı ve yetkinleştirici hale gelecektir. Proletarya ve emekçi kitleler bugün sosyalist inşanın bütün alanlarında özgür iradeleriyle kurucu olarak katılmaya elverişli koşullara dünle kıyaslanmayacak kadar sahiptir ve sahip olacaktır...


Uzatmayalım, konu bağlamında Marks-Engels, Lenin-Stalin arasında ideolojik ve tarihsel bir süreklilik vardır ve teori, emperyalizm ve proleter devrimler çağı bağlamında ve sosyalizmin inşası deneyimleri ışığında geliştirilmeye de devam edilecektir. Yapılması gereken şey, zenginleşmiş teorinin ışığında gerekli dersleri pratik-politik bir silaha çevirerek kapitalizme karşı proleter devrim, sosyalizm ve proletarya diktatörlüğü ve komünizm amacına bağlanmış bir tarzda ilkeli bir kararlı yürümektir.


Stalin sosyalist inşanın deneyimlerine dayanarak teoriye bir dizi katkı yapmıştır. Stalin önderlik ettiği sürece SSCB ve sosyalist kamp gerilemek bir yana, emperyalizm ve dünya gericiliğini zayıflatan, sosyalizmin ve dünya devriminin kazanımlarını büyüten bir çizgide gelişmiştir. Stalin'in hata ve eksiklikleri ne olursa olsun Stalin'i mahkum etmek komünistlerin işi değil, emperyalizm ve gericiliğin ve bu cephenin bir parçası haline gelmiş sözde Marksist vs. çevrelerin ve aydınların işi olmuştur daima. Komünistlerin Stalin ve SSCB (Lenin ve Stalin'in SSCB'si) eleştirileri yoldaşça olabilir yalnızca. Her renkten gericiliğin saldırılarına rağmen Stalin ve SSCB dünya proletaryasının elinde burjuvazinin kökünü kazıyan, sosyalizmi başarıyla kuran, faşist kampı ezen bir savaş bayrağı olmaya devam edecektir.


Tüm kötülüklerin kaynağını Stalin'e, SSCB'ye bağlayan, varlık nedeni ''Stalinizm''e karşı mücadele olan, Stalin'i Hitlerden daha tehlikeli ve kan dökücü katil gören, II. Dünya Savaşı'nın çıkmasının nedenini Stalin'e bağlayan Troçkizm, Marksizm-Leninizm'e, Stalin'e, sosyalizmin başarılı inşasına, tarihte ilk defa burjuvaziyi yok eden ''Stalinizm''e karşı dünya burjuvazisinin sınırsız sınıf kinini temsil etmektedir.


Bir zamanlar komünist olan daha sonra Avro-Komünizmi benimseyen ve Stalin'i subjektif, gerçek dışı ve burjuva önyargılarla eleştiren tarihçi Eric J. Hobsbawm, ''Kısa 20. Yüzyıl 1914-1991 Aşırılıklar Çağı'' ünlü eserinde şöyle yazar;


''Hitler'in Almanyasına karşı zafer esas olarak Kızıl Ordu tarafından kazanıldı ve ancak onun tarafından kazanılabilirdi.''


Bu, SSCB proletaryasının, Stalin ve SBKP'nin, sosyalizmin, Marksizm-Leninizm'in gücüdür.


Troçki, Troçkizm bütün yaşam enerjisini Stalin'e, SSCB'nin yıkılmasına yöneltmiştir. Bu amaçla dünya çapında SSCB'nin ve önderi Stalin'in prestijini (dünya burjuvazisinin propaganda ve ideolojik saldırısının eşliğinde) sarsmaya, kirletmeye çalışıyordu. ''Politik devrim''le ''Stalinist totaliter diktatör''lüğü yıkmayı teori ve pratiğinin merkezine koymuş olan Troçki ve Troçkist harekete paralel, aynı dönemde emperyalizm ve faşizm de SSCB'yi yıkma stratejisi ve taktikleriyle davranıyordu. ABD, Fransa, İngiltere emperyalist ittifakı SSCB'yi yıkması için Hitler önderliğindeki faşist kampı destekleyerek teşvik ediyordu. Faşist kampın dünyayı kan deryasına boyama çalıştığı dönemde, Stalin ve SSCB'nin küresel ölçekte yarattığı dev sempati ve beklentiyi yansıttığı için, yazarın verdiği şu önemli bilgiyi de buraya aktaralım;


''Kamuoyu araştırmaları 1930'larda Amerika' da doğmuştur. Piyasa araştırmaları için kullanılan "örnek grup araştırması "nm siyaset alanını kapsaması, esas olarak 1936'da George Gallup'la başladı. Bu yeni tekniğin erken sonuçlarından biri Franklin D. Roosevelt'ten önceki bütün ABD başkanlarını şaşırtabilirdi ve İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yetişen bütün okurları şaşırtacaktır. Ocak 1939'da Amerikalılara Sovyetler Birliği ile Almanya arasında bir savaş çıkması halinde hangi tarafın kazanmasını istedikleri sorulduğunda Amerikalıların % 83’ünün Sovyet zaferinden, % 17' sinin ise Almanlardan yana olduğu anlaşıldı (Miller, 1989, s. 283-84). SSCB'nin temsil ettiği, Ekim Devrimi’nin anti-kapitalist komünizmi ile anti-komünist kapitalizm, ki baş savunucusu ve örneği ABD idi, arasındaki karşılaşmanın hâkim olduğu bir yüzyıl içinde, hiçbir şey bu sempati deklerasyonundan ya da dünya devriminin anavatanının ekonomisi herkesçe kapitalist kabul edilen son derece anti-komünist bir ülkeye tercih edilmesinden daha anormal görülmez. Dahası bu sırada SSCB'deki Stalinist tiranlığın en kötü döneminde olduğu genel olarak kabul ediliyordu.'' (Age., s. 170, iba.)


Önümüzdeki makalede Enver Hoca'nın sosyalizm, komünizm anlayışını ele alacağız.

DEVAM EDECEK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder