15 Ekim 2021 Cuma

TROÇKİZM BALTASI, MAHİR SAYIN, SAVRAN... V. BÖLÜM*

TROÇKİZM BALTASI, MAHİR SAYIN, SAVRAN... V. BÖLÜM*

''Perestroyka ilk günahı Lenin'e kadar geri götürmüştür. Marks'da sıradadır'' (Graham E. Fuller, Demokrasi Tuzağı)


Büyük Temizlik Operasyonu ve Çarpıtılan Tarihsel Gerçekler;


VI

''Milyonların kanını döken totaliter Stalinist diktatörlük!'', ''milyonların kanını döken Leninist ve Stalinist diktatörlük''', ''Bolşevikleri yok eden gaddar Stalin!'', ''Gulag komünizmi'', ''şeytanı Stalin!'', ''Stalinci barbarlık!'' vb. kampanyası öncelikle proletaryanın dünya görüşü Marksizm-Leninizm'i, proletarya sosyalizmini, devrim ve sosyalizm kavgasını mahkum etmenin ve yerine ''sosyalizm, Marksizm'' iddialı sosyal demokratlaşmış bir ideoloji ve hareket geliştirmenin aracı haline getirilmiştir. Teori ve tarihin dizginsizce tahrifatı bu tarihsel gerçekle ve hedefle bağlıdır. Emperyalist burjuvazi ve uluslararası sermaye ve ''Batının saygın üniversiteleri'' ve ''saygın entelektüelleri'', ''tarafsız aydınları'' bu operasyon ve psikolojik harekete daima özel önem vermektedir. Geçmişe reddiye harekatının post-modern ve post Marksist teorilerin eşliğinde yeni çağ, yeni sınıf, yeni toplum ideolojik saldırı kampanyasıyla birlikte geliştirilmesi bu ideolojik ve siyasal gerçekler bağlıdır. Dünya burjuvazisinin en gelişkin sınıf bilincini ve önderliğini temsil eden emperyalist burjuvazinin bu operasyonun özellikle ''sol'' maskeli, ''Marksçı'' ve ''sosyalizm'' maskeli akımlar ve aydınlar tarafından gerçekleştirilebileceğinin bilincindedirler. Brezenskilerin Lenin'i sosyal demokratlaştırmak, ''demokratik sosyalizm'' çizgisine çekmek gerektiği ve bunun da aklı başında aydınlar tarafından başarılması gerektiği vurgusu söz konusu burjuva sınıf bilincini ve yönelimini yansıtmaktadır. dünya burjuvazisi kapitalist/revizyonist kampın kolayca çöküşünün emperyalist küreselleşmenin atılımıyla iç içe geçmesinin sunduğu oldukça elverişli koşulların bilincinde olan işin sadece Stalin'le, ''Stalinizm''in mahkümiyeti ile sınırlandırılmaması; ''Stalinizm''e karşı yürütülen mücadelenin içeriden bir operasyonla Lenin'e kadar genişletilmesi gerektiğini, Stalin'i reddetmenin giderek Leninizm'in daha açık reddine kadar götüreceğini iyi bilmektedir. CİA görevlisi ve SSCB'ye, ''Stalinizm''e, ''Totaliterizme'' karşı mücadelede özel misyonlar üstlenmiş Graham F. Fuller ''Demokrasi Tuzağı'' isimli kitabında ''Gorbaçov şimdi onlara ihanet etmiştir. Perestroyka ilk günahı Lenin'e kadar geri götürmüştür. Marks'da sıradadır'' (s. 257, iba., Altın Kitaplar) derken bir gerçeğin altını çizmiştir.

Nitekim son 30 yılda gericilik ve yenilgi yıllarına, yenilgi ve gericilik dalgasının ürünü tasfiyeci dalgaya yaslanan inkarcı fırtına giderek Stalin'in reddi harekatını Lenin'in, dahası Marks'ın reddine ya da sosyal demokratlaştırılmasına dek ilerletmiştir. ''Put kırıcı'' rolüne soyunan pekçok sol aydın, tarihten ders çıkarma, teoriyi yenileme, Marksizmin rönensası, sosyalist aydınlanma, yeniden yapılanma, bir tarihsel dönemle kopuşma vb. sloganları ardına gizlenerek söz konusu çizgide konaklamıştır. Emperyalizmin, ''saygın'' entelektüellerin coşkun alkışları arasında beynini ve yüreğini kapitalizmin oluşturduğu teoriler sol piyasada bol miktarda alıcı bulmuştur. Sosyalist inşa sürecinde ortaya çıkan zaafların bu bağlamda fütursuzca kullanıldığını biliyoruz. Bu zaaaflar ve eksiklikleri aşırı abartarak sanki sistemi belirleyen şeymiş gibi gösterilerek sosyalizmin teori ve pratiği baştan aşağı suçlu ilan edilmiştir. Yenilen, iradesi kırılan, umudunu kaybederek burjuva ideolojisine teslim olan, ilerici, devrimci ve komünist pekçok aydının kapağı bu kulvara atmasının sırrı söz konusu politik tarihsel koşullarda aranmalıdır.

Bu irade kırılmasının öncelikle burjuvazi ve Troçkizmin, Kruşçevciliğin, post-modernizmin ''Stalinizm'' düşmanlığına yedeklenmesi tesadüfi değildir; burjuvazi bakımından hidayete ermiş olmanın ilk ölçütü anti-Stalinizmdir. ''Stalinizm putu''nu yıkma ''Lenin putu''nu yıkmaya, oradan ''Marx putu''nu yıkmaya kolayca geçmiştir. ''Stalin putu''nu yıkma teori ve pratiği Bernsteincılığın, Kaytskyciliğin, Troçkizmin, Buharinciliğin, sivil toplumculuğun, anarşizmin, post-Marksizmin, (açık ya da örtülü) kapitalizm ve burjuva demokrasisisinin bayraklaştırılmasıyla, putlaştırılması ve tapınmasıyla ele ele gelişmiştir. Bu kadar kapsamlı tarihsel deneyimin ardından her türlü anti-komünizm kampanyasının ısrarla Stalin, ''Stalinizm'' düşmanlığı merkezli geliştirilmesi üzerine aklı başında düşünmek yerine, burjuvaziyi aklayarak günahı Stalin'e yüklemek, faturayı burjuvazi yerine ''Stalinizm''e kesmek de ne devrimci ne de ilerici olan hiçbir yoktur. Marks ve Engels'in heykel ve simgelerinin ortadan kaldırılırken, Lenin'in, Stalin'in, Dimitrov'un, Enver Hoca'nın heykelleri dinamitlenirken özgürlük çığlıkları atanların saflarına geçenlerin dünya burjuvazisinin bağlaşıkları olduklarına kuşku yoktur. Görünüşte Stalin'i, ''Stalinizm''i soldan ve ''devrimci radikal'' eleştirisi burjuva ideolojik operasyonun en önemli silahı olagelmiştir. Kanıt olarak sözde bağımsız tarihçilerin sözde analizlerinin propagandası da aynı ideolojik saldırının değişik bir örtüsü oldu daima. Kuşkusuz ki Marksizmi, sosyalizmi, komünist hareketi ve teoriyi yenilemek, geliştirmek adına yapılan bu burjuva, küçük burjuva tasfiye harekatı her zaman açık düşmanlığa dayanan propagandadan daha da etkili olmuştur. Bu ideolojik ihanet, burjuvazi tarafından işte gördünüz, biz haklıydık ve haklıyız çığlıkları eşliğinde anti-komünist saldırıyı daha etkili hale getirmiştir.

Mutlak olarak sorulması gereken sorular var; bu saldırıların sınıfsal kaynağı nedir? Hangi sınıfa dayanıyor? Hangi sınıf tarafından ideolojik ve maddi olarak destekleniyor? Hangi sınıfa ve sınıflara hizmet ediyor?! Hangi sınıf ve ideoloji, teori ve pratik mahkum ediliyor ve neden? Tarihsel deneyim burjuvazinin proletaryaya ve ideolojisine karşı saldırılarda hangi yöntemleri ve nasıl kullanğını gösterdi? ''Stalinizm'' düşmanlığı tesadüfi mi? ''Stalinizm'' eleştirilerinden hangi devrimci pratik çıktı? Hangi gelişkin devrimci pratik inşa edildi? Evet hangi?!!! Sözde Stalincilik eleştirisi adına ortaya çıkan ağır sonuçlar sayısız devrimci ve komünisti burjuvazinin saflarına götürmedi mi? Bu rastlantısal mı?! ''Stalinizm'' eleştirisinden modern revizyonist Kruşçevci karşı devrim çıktı. ''Stalinizm'' sözde eleştirisinden Gorbaçovculuk çıktı. ''Stalinizm'' düşmanlığından yeni burjuvazinin önderliğinde revizyonist/kapitalist sisteminin dağılışı çıktı. Tüm bu süreçleri destekleyen, kışkırtan, organize eden iç ve dış güçlerin tarihsel eylemini görmeden yapılan ''Stalinizm'' (Marksizm-Leninizm, proletarya diktatörlüğü ve sosyalist inşa) ''eleştiri''lerinin gerçek içeriğini bilince çıkarmak olanaklı mı?

Dün Ekim Devrimi'ne, proletarya diktatörlüğüne, sosyalist inşaya, SSCB ve sosyalist kampa, Stalin'e, faşizmin ezilmesine karşı aynı saflarda açık veya gizli birleşenler bugün de aynı safların askerleri ve vurucu güçleridir. Dün bu saflarda bin bir kılıkla yer alanlar o safların lideri dünya burjuvazisini şöyle ya da böyle izleyenler bugün de dünya proleter devrimine ve Marksizm-Leninizm'e karşı yeni müttefikleriyle birlikte düşmanlığa, saldırganlığa devam etmektedirler. Dün sosyalizmi ve dev kazanımlarını gözden düşürmeye, bellekten silmeye ve bütün toplumsal kötülükleri Lenin ve Stalin'e kesenler bugün de, yarın da kapitalizmi aklamaya, faturayı bir kez daha proletaryaya kesmeye devam edecektir. Dün ikinci emperyalist dünya savaşının çıkmasının sorumlusu olarak Stalin'i gösterenler, bugün de sahte bir anti-kapitalizm görüntüsüne bürünmüş olarak emperyalist dünyanın pisliğini ''Stalinizm''e kesmeye devam edeceklerdir.

Sol liberaller dün olduğu gibi bugün de ve yarın da emperyalizmin liberal propagandistleri olmaya devam edecekler. Buna kuşku yok. ''Sol'' adına, ''Marksizm'' adına, ''perestroyka'' (''yeniden yapılanma'') peşinde koşarak dünya devrimine karşı ''yeni'' ideolojik kılıflar hazırlamaya çalışanlar (bizim sözde komünistler de dahil) tarihsel burjuva ve burjuva revizyonist çizginin hegemonyasında davranmaktadırlar. Son 30 yıldır devrim ve sosyalizmden, proletaryadan umudu kesmiş olanlar yeniden yapılanma (Gorbaçovcu perestroyka) peşinde koşan, komünistleri aldatmak için demagoji ve manipülasyon yapanlar yalnızca dışımızda yok, daha da tehlikelisi açık açık ''içimizde''dirler. Ya bu olgu bilince çıkarılır ya da kapitalizmin saflarına geçilir. Sorun bu kadar açıktır.

SSCB'de kızıl maskeli burjuva karşı devrimin Gorbaçovculuğa ulaşarak çökmesinin faturasını ''Stalinizm''e kesen profesyonel oportünizmle, revizyonizm ve tasfiyecilikle her düzeyde kopuşmak şarttır. İlkesizlerle ancak ilkelere sıkıca bağlı kalarak savaşılabilir onların etki gücüne yedeklenerek değil. Oportünizm ve tasfiyecilikle hesaplaşamayanlar kapitalizm ve burjuva ideolojisine karşı mücadele edemez. Bu konuda Leninizm'in II. Enternasyonal oportünizmine karşı savaşımın tarihi dersleri ile kuşanmak mutlak bir zorunluluktur. Kendi saflarındaki Kautskycilerle, Troçkistlerle, Buharincilerle, Kruşçevcilerle, Brejnevcilerle, Gorbaçovcularla, postlu küçük burjuva marksistçilerle hesaplaşmayan hiçbir komünist partinin geleceği yoktur; onların son evresi dünya burjuvazisinin saflarına geçiştir.

''Stalinizm'' düşmanlığı, anti-komünist ideolojik, politik, psikolojik savaşımın merkezi seçilmesi tesadüfi değildir, burjuvazi bu savaşı kazandığı yerde ve dönemeçte sıranın Mark ve Lenin'e de geleceğini ve geldiğini çok iyi bilmektedir. Tarihsel deneyim de bu olguyu çıplak bir tarzda kanıtlamaktadır. Stalin düşmanları, ''Gulag komünizmi'' düşmanları, ''Stalinizm'' düşmanları, Stalin'in, proletarya diktatörlüğünün hedef aldığı sınıf düşmanlarının başta SSCB olamak üzere eski sosyalist ülkelerde nasıl dirildiğini, gericilik fırtınasının öncüleri haline geldiklerini gördükleri halde hala ''Stalinizm''e nefret kusmaya devam etmektedirler. Peki ''Stalinizm'' düşmanlığı kimin hizmetindeydi ve hizmetindedir? Kuşkusuz ki bu olgu, burjuva sınıf bilinçli (''Marksizm'' maskelisi de dahil) Stalin düşmanlarının hiç umurunda değildir ve olmayacaktır ve bu anlaşılırdır da ancak ''Stalinizm'' düşmanlığına kayanların bu olguyu düşünmesi ve burjuvaziyle arasına sınır çizgisi çekmesi önem taşımalıdır. Fakat dünya devriminin ve dünya komünist hareketinin yeni bir atılımı olmaksızın bu sorgulamanın olmayacağı görülüyor.

VII

Sınıflı toplum, sınıflar mücadelesi, devlet, iktidar... Bunlar tarihsel gerçeklerdir. Eğer toplumsal tarihin gelişme yasaları varsa, eğer toplumsal tarihin gelişmesi bu yasalara dayanıyorsa, eğer devrimci komünist teori ve pratik, politika bu gelişme yasalarını ifadesi ve pratikleşmesiyse, eğer irade tarihsel gelişme sürecinin nesnel gelişme yasalarına dayanarak, tarihsel gelişmeyi hızlandıran işleviyle ilerici bir rol oynuyorsa, bu durumda, lekesiz bir gelişme sürecinin yaşanmayacağını da kabul etmek gerekiyor. Dinamik, sürekli yeni sorunlar ve çözüm üreten ve üretilmesini gerektiren sınıf mücadelesinin karmaşık gelişme süreci hakkında derin bir kavrayışı olmayanlar, kendi yüzeyselliklerini, körlüklerini, duygusal çığırtkanlıklarını, romantizmlerini, umut kırılmasını, teslimiyetlerini teori katına yükselterek sorunları ak ve kara ikilemi içerisine hapsedebilir. Ama bu diyalektik değildir, materyalist değildir. Bu, mekanik materyalizmden en kaba kaskatı felsefi idealizme kadar uzanan çizgide boğulmak demektir. Nesnel toplumsal maddi gerçekten yalıtılmış, gelişme sürecini etkileyen ve şekillendiren özsel ve dışsal faktörlerin, nesnel ve öznel nedenlerin bütünselliğini unutan, sözgelimi, sosyalizmin inşası, komünizme gidiş sürecini, tereyağından kıl çeker gibi kolayca ve kolay yoldan kurulabileceğini, geliştirilebileceğini, ağır bedeller ödenmeden gerçekleştirebileceğini düşünen, zaten daha baştan burjuvaziye ve burjuva revizyonist ideolojilere teslim olmaya hazır demektir. Kapitalist toplumdan doğmuş haliyle sosyalizm, kapitalizmin ve özel mülkiyet dünyasının bütün kirini, pasını, eşitsizliklerini bağrında taşır. Bu, objektif bir olgudur. Proletarya, emekçi kitleler, parti, devlet, liderler tüm bu kirliliğin, doğum lekelerinin, eşitsizliklerin ortamında hareket ederek nihai amaç olan komünizme doğru ilerler. Ve bu süreç, iç ve uluslararası arenada son derece karmaşık mücadeleler ve gelişmelerle şekillenecektir. Ki elimizde her duruma yanıt olan bir reçete olmadığı gibi bir sihirli deynek de bulunmamaktadır. Çok moda olan işkembe-i kübradan savurmakla da bu sorunlar çözülmez.


Dolayısıyla ''toplum'', parti ve devlet, cam bir fanusun içine hapsolarak eski dünyanın etkilerinden ve baskısından azade sosyalist kuruculuk yapamaz. Bu olguyu, SSCB ve sosyalist kamp gerçeğinde çarpıcı bir şekilde gördük. Hatasız, zaafsız, lekesiz, ağır sarsıntılar yaşanmadan, ağır bedeller ödenmeden, yenilgiler almadan kurulacak bir sosyalizm ve komünizme gidiş ütopik bir yaklaşımdır. SSCB'de kurulan, üstelik tek bir ülkede, köylü bir ülkede, üstelik geride hiçbir sosyalist kurucu deneyimin olmadığı, ciddi bir şekilde el yordamıyla da yürünen sosyalist yolda, olağanüstü koşullarla kuşatılmışlık koşullarında bazı ciddi yalpalamalar, zaaflar gösterilmeden yürünemezdi. Yani burjuva ve küçük burjuva aydınlarımız istiyor diye de kimse yürüdüğü yolu bırakacak değildi ve nitekim bırakılmadı da. Aklı burjuva, küçük burjuva akıl olanlar ise zaten sosyalizmi falan kuramaz. Bu akla sahip olanların, bu akla teslim olanların ''Stalinizm'' düşmanlığına batması ve karşı cepheden saldırılarını geliştirmesi kaçınılmazdır. Nitekim sosyalist tarihsel inşa ve mücadele sürecinde de bu oldu.

Bu ön kabullerin geride kalan sosyalist kurucu çalışmanın eleştirel derslerini kuşanarak geleceğe yürüme kabulüyle birleşerek geleceğe ışık tutması gerekir. Tarihsel gelişmenin yerine ütopik, romantik, mistik, idealist ya da kaba materyalist tasarımlarını geçirerek ''eleştiri'' yapanların, elbette ki geçmişin topyekün reddi ya da ana sosyalist programdan kopuşu kaçınılmazdır. 90'lardan bu yana yaşanan deneyimler de bu gerçeği çarpıcı bir tarzda doğrulamıştır. Akıntıya karşı yüzemeyenler akıntıya göre yön tayin edince kaçınılmaz olarak burjuva fırtınaya teslim olurlar ve oldular. Bu bağlamda sorulması gereken ana soru şudur; proletaryanın mı burjuvazinin mi, kapitalizmin mi sosyalizmin mi safındasın? Hangi ideoloji seni yönetiyor? Bu ana saflaşma noktası kavranmadığında ya da reddiye yazıldığında, burjuva saflara geçiş ya da yedeklenme kaçınılmazdır.

SSCB'de sosyalizmin başarıyla inşa sürecinin deneyimleri, her yapılan şeyin doğru olduğu anlamına gelmez ve bu yaklaşım saf bir safsatadan ibarettir. Gelecek sosyalist inşa deneyimleri geride kalan sosyalist inşa deneyiminden çok şey öğrenmeye devam edecektir ama onun tekrar ikinci baskısı olmayacaktır. Tarih tekerrür etmez, aynı nehirde iki kez yıkanılmaz. Her yeni deneyim eskiyi aşarak, sürece kendi tarihsel özgünlüğünü, zenginliklerini katacaktır. Her deneyde ve yeni deneyimde öğrenilecek yaşamsal dersler olacaktır. SSCB'de başarılı ve görkemli sosyalist inşa deneyimi aynı zamanda Marksist-Leninist teorinin sosyalizmin zaferi ve kesin zaferi teorisinin yetersizliğini gösterdi; kapitalizmin restorasyonu devrilmiş gericiliğin başkaldırılarıyla, emperyalist ve faşist istilalarla değil, kalenin içerden fethedilmesiyle gerçekleşti. Bu bağlamda en büyük tehlike ve tehditin yeni tip bir bürokratik yabancılaşma olduğu ortaya çıktı. Bu yabancılaşmanın önüne geçilmediği koşullarda, yeni tip bürokratik bir küçük burjuva tabakanın doğuşu, giderek bir kasta, giderek elverişli koşullara kavuşunca yeni tip burjuvaziye dönüşeceği gerçeği SSCB deneyimi tarafından kanıtlandı. Bu deneyim, masa başı çalışmaya değil, geride kalan tarihsel bir yaşanmışlığa dayanmaktadır. Teorinin yenilenmesinde, zenginleşmesinde, yeni ve daha güçlü bir donanım kazanılmasında dayanılacak tarihsel temel sosyalizmden kapitalizme geri dönüşün dersleridir. Bu ders çıkarma çalışmasına burjuva sosyalizmi, küçük burjuva sosyalizmi kafasından bakarsanız proletarya sosyalizminden kopmanız, tasfiyeci reddiye yazmanız, burjuva saflara, burjuva sosyalizminin değişik ekollerine geçmeniz kaçınılmazdır. Bütün olgular kendi objektif temelleri üzerinde yükselir, dolayısıyla her tercihinizin nesnel ve bilimsel bir anlamı ve içeriği vardır. Kendini sosyalist ilan etmekle Marksist-Leninist proleter devrim, devlet, sosyalizm ve komünizm teorisini savunmak bir ve aynı şey değildir; ideolojik gericiliğe dayanan sosyalizm teori ve pratiklerinde, sözde tarihten ders çıkarma adına yapılan ya da yapılacak eleştirinin proletarya sosyalizmi karşıtlığında somutlaşması kaçınılmazdır. Lenin'in dediği gibi, sosyalizm iddiasıyla ortaya çıkan küçük burjuva teoriler ideolojik bakımdan gericidir.

Kalenin içten fethedilmesine götüren bürokratik yabancılaşmanın giderek parti ve devleti hasta edeceği; kitlelerin ve yönetici aygıtların bağışıklık sistemini adım adım yok edeceğini; ideolojik ve siyasi uyanaklığın bürokratik aygıtların uyanıklığına dönüşeceği; sosyalist demokrasinin, demokratik merkeziyetçiliğin içinin giderek boşalacağı, proleter ve emekçi kitlelerin yönetime katılma, yönetmeyi öğrenmesini önleyerek nesneleştireceği; en geniş kitlelerin parti ve devleti eleştiri gücüyle, hatta grev vb. gibi direniş araçlarıyla yola getirmesi gerektiği; aksi taktirde bürokratik baskı gücünün ve ayrıcalıklı bürokratik aygıtın ve mekanizmalarının ağır tahribatlar yaratacağı, ayrıcalıklı katman ve kastların bürokratik aygıtlara, manipülasyona, baskıya dayanarak toplumsal ve siyasal dinamizmi, özgür insiyatifi, yaratıcı girişkenliği boğacağı açıktır. SSCB deneyiminde bunlar yaşandı ve bu, eleştirilmesi, gerekli derslerin çıkarılması gereken çarpıcı bir tabloya işaret etmektedir...

Geçmişten geleceğe ışık tutan, tutacak olan sosyalist inşa deneyiminin olumlu olduğu kadar olumsuz deneyimlerinin de yaşamsal ve devasa önemde eğitici rolü bilince çıkarılmalıdır. Bu kavranmadan tek taraflı bir kafayla tarihsel olarak geçici olan yenilgiye tutsak düşmek, (tıpkı Sayın gibi) keşke olmaz olsaydı böyle sosyalizm diye haykırmak, sorunlara, soruna dev bir tarihsel sürecin, kapitalizmden komünizme geçiş gibi tarihsel bir sürecin stratejik zaferi perspektifinden bakışın yitirildiğini gösterir. Yaygın bir şekilde tanık olduğumuz deneyimler de bunu doğrulamaktadır. Mahir Sayın'ın irade kırılmasının, aydın umutsuzluğunun, ideolojik tasfiyeciliğin ifadesi olan olmaz olsaydı bu sosyalizm, başımıza binbir dert açtı haykırışı da söz konusu gerçekle bağlıdır.

SSCB'de kazanılan devasa başarılar ve giderek yenilgi, tüm bir tarihsel gelişmenin diyalektiği içinde, önemli, yaşamsal ama yine de küçük bir uğrak ve geçiş dönemidir. Dünya proleter devriminin devasa hareketi ve zaferi karşısında SSCB'nin son bir nokta değil, tarihsel sıçramanın momentlerinden biri olduğu gerçeği asla unutulmamalıdır. Ve her devrim ve inşa süreci küresel zafere gidişte bir uğrak, bir sıçrama, yeni ve zengin deneyimler demektir. Tarihsel gelişmeyi, kendi amaçlarımızı salt yaşanmış ilk deneyimlerle, sınamalarla sınırlayamayız, geri çekemeyiz; en ince biçimlerden en kaba biçimlere kadar yenilgilerden geçmeden zafere erişen devrimler, sosyalist inşa beklentisi, tarihin, sınıflar mücadelesinin, dünya proleter devriminin diyalektiğine aykırıdır, dahası buna reddiye hareketidir.


VIII

Ön değerlendirme ve uyarıların ardından sorunu daha yakından incelemeye devam edelim.


Bilindiği gibi uluslararası sermayenin sözcüleri, burjuva tarihçileri ve yandaşı her renkten revizyonist akım 30’lu yılları değerlendirirken, bu tarih kesitini “Stalinci terör dönemi”, bir “totaliter zorbalık, barbarlık, kan içicilik, işkence, işkenceyle itiraflara zorlama, on milyonları yok etme, kişisel çekişmeler, komplolar” vs. dönemi olarak anmakta ve propagandasını yapmaktadır. Buna, Marksizm-Leninizm’in, devrim ve komünizmin tescilli düşmanı Troçkizm de dâhildir. Dahası Troçki ve Troçkist propaganda, demagoji ve manipülasyon dünya burjuvazisinin ve yedeğindeki her tür akımın en önemli iftira kaynaklarından birisi olagelmiştir. Aynı alçakça rolü Titoizm ve özellikle Kruşçev’le açılan tarihsel dönemle birlikte başta Sovyet modern revizyonizmi olmak üzere modern revizyonist cenah da oynamış; üstelik kendine özgün koşullarda aynı kirli savaşı ve oyunu daha etkin ve sistemli bir şekilde sürdürmüştür.

''Stalinizm'' düşmanlığı fırtınası sınır tanımadan başlatılmış ve devam ettirilmektedir.

Oleg Khlevnyuk'un şu saptamaları önemlidir;

''Ne yazık ki, SBKP'nin 20. Kongresi'nin kötü hatırasının üzerinden geçen son yirmi yılda, hatta yarım yüzyılda, sadece anti-Sovyet değil, aynı zamanda parti propagandası da inatla kötü niyetli bir şekilde çarpıtılmış bir Stalin imajı ve yanlış bilgi getirdi.''

Özellikle, ''Gulag''larda vb. idam edilen milyonlarca masum insan propagandası daima vurgulandı.

''Son on yılda, bu tür spekülasyonları, yalanları ve iftiraları ikna edici bir şekilde çürüten, önceden sınıflandırılmış materyaller yayınlandı. Bu olmasa bile, örneğin demograflar ve yerli ve yabancı dürüst tarihçiler, Stalin'in zamanında baskı dalgalarının neredeyse yalnızca yönetici seçkinleri (parti, devlet, askeri, cezai) ve ona yakın olanları etkilediğini somut gerçekler üzerinde gösterdiler.'' (''Önde gelen Rus Stalinizm tarihçisi, Tarih Bilimleri Doktoru, Rusya Devlet Arşivleri baş uzmanı'', “Stalin. Bir liderin hayatı ” kitabının da yazarı Oleg Khlevnyuk, Lente.ru)

Komünist ve ''Stalinist'' olmayan, dahası Stalin dönemine sempatiyle de yaklaşmayan yazarın gerek Kruşçev ve sonrası gerekse de dağılış sonrası dönemde ısrarla sürdürülen anti-Stalinist kampanyanın, Gulaglarda ''idam edilen milyonlarca insan'' propagandasının ''inatla kötü niyetli bir şekilde çarpıtılmış bir Stalin imajı''na endeksli bir propaganda olduğu vurgusu ve bu propagandayı boşa çıkaran yeni arşiv bilgilerine/belgelerine dikkat çekmesi önemlidir. Bir dizi karmaşık faktörün sonucu haksız baskılara hedef olmuş onbinlerin, yüzbinlerin varlığı bir olgudur ve bu olgu, gizlenmek bir yana Stalin ve parti tarafından dünya ve sovyet kamuoyu nezdinde de açıkça ifade edilmiş ve bu haksızlıkları düzeltmek için etkin tedbirler alınmış, dahası bu haksızlıkların sorumluları özel olarak incelenmiş, açığa çıkarılmış ve önemli bir kesimi de kurşuna dizilmiştir. Kuşkusuz ki emperyalist, Troçkist, Titost, Kruşçevci, post-Marksist vb. propaganda bu gerçeklerin üstünü de özenle örtmeye ya da iğrenç teorileştirmelerle manipüle etmeye devam etmektedir.


Kuşkusuz ki on milyonların yargısız infazı, Gulag kamplarında kitlesel katledilmesi, düzmece mahkemeler vs. propagandası tümüyle doludizgin gerici psikolojik savaşın ürünüdür ve burjuvazinin sınıf çıkarları eksenine, amaçlarına ve gereksinmelerine dayanmaktadır. Bu gerici savaş, dünya sermayesinin ve yıkılmış gericiliğin ve yedeğindeki her türden oportünist vb. akımın proletarya ve sosyalizme duyduğu dizginsiz sınıf kinini ve Makyavelist saldırganlığını ifade etmektedir. Söz konusu kin ve saldırının temelinde, sosyalizmin SSCB’de zafer kazanması; sosyalizmin NEPMAN’ları ve sonra da kulakları (kır burjuvazisini) ikinci bir Ekim Devrimi ile yok etmesi; özel mülkiyetçi üretim ilişkilerinin son biçimi olan küçük çaplı mülkiyetin, küçük burjuvazinin iktisadi ve sınıfsal temelinin ikna, örnekleme ve kendi öz deneyimlerine dayalı bir şekilde emekçi köylülüğün sosyalist kolhozcu köylülüğe dönüştürülmesiyle tasfiye edilmiş ve böylece tarihte ilk defa özel mülkiyetin ortadan başarıyla kaldırılmış olması yatmaktadır.


Bu tarihsel ve toplumsal devrimci dönüşümle, sosyalizmin insana, insanın karakterine aykırı olduğu; özel mülkiyetin, sömürünün önsüz ve sonsuz olduğu burjuva demagojisinin maskesi de yırtılmıştır. Ezilen dünyaya, işçi ve emekçilere yeni bir dünyanın, sosyalist bir dünyanın kurulmasının tümüyle olanaklı olduğu gösterilmiştir.  “Ayaktakımı”nın böyle bir dünyayı devrimci komünist iradeyle kazanabileceği ve kurabileceği berrak bir şekilde, söz götürmez bir şekilde kanıtlanmıştır. Böylece SBKP, SSCB, Stalin dünya işçi ve emekçilerinin eline yepyeni bir silah verirken doğal olarak sınıf düşmanının sınırsız nefretini kazanmıştır.


İşte uluslararası burjuvazinin, yeni tip burjuvazinin ve bağlaşığı akımların, ''küreselleşmeci''lerin sınırsız nefretinin, bilinçli kirli propagandasının nedeni bu tarihsel ve toplumsal gerçekte yatmaktadır.


30’lu yıllarda kazanan tek ülkede sosyalizmin zaferiydi. Kaybedenler ise, burjuvazi ve yedeğindeki sosyal demokrat akım, Troçkizm vbg. akımlardı. Doğal olarak, sosyalizmin kent ve kırda iktisadi temelinin yaratılıp sağlamlaştırılması, tek ülkede, SSCB’de sosyalizmin kuruluşunu imkânsız gören ve gösteren her türden engelin (özel mülkiyetin, devrilmiş gericiliğin, kır burjuvazisinin, küçük burjuva eğilimlerin, SBKP içerisinde ortaya çıkan antiMarksist-Leninist eğilim, akım, hizip ve önderlerin) yenilgisini ve tasfiyesini getirdi. Yani burada yaşanan şey, 1917 Ekim Devrimi’nden sonra da süregelen proletarya ile burjuvazi, kapitalizm ile sosyalizm, oportünizm ile Bolşevizm arasındaki mücadelenin pratik-politik bir sorun olarak çözümü; bir tarihsel aşamanın sonuçlanması, yerini, sınıf mücadelesinin yeni bir düzeyine bırakması/sıçramasıdır. Dolayısıyla, 30’lu yılların dünyasının  ve dış koşullarının bütünlüğü içinde değerlendirilmesi gereken ve sınıf mücadelesi ekseninde açıklanması gereken bir olguyla (“Temizlik Kampanyası”, “Büyük Terör dönemi”) karşı karşıya olduğumuzun bilince çıkarılması gerekir. Her renkten oportünistin, tasfiyecinin bu gerçeği örtmek için çevirdiği burjuva numaraları bu eksende aydınlatmak ve teşhir etmek gerekir.


Eğer bu temel eksen ve temel eksen etrafında doğan, büyüyen ve sonuçlanan o tarihsel aşamanın somut gerçekleri kavranmazsa, olan biten bütün gelişmeler bu temelde analiz edilmezse, doğal ve kaçınılmaz olarak, o zaman sorunlar ve olaylar kişisel ihtiraslarla, komplolarla, terörizmle, totaliterizmle, Stalin'in dünya devrimine ihanetiyle vb. izah edilmeye çalışılır ve burjuva gericiliğin kuyruğuna takılmak kaçınılmaz hale gelir.

Soruna biraz daha yakından bakalım hep birlikte.

Sahte ve amaçlı burjuva, Troçkist, burjuva revizyonist, sosyal-demokrat propaganda ve ajitasyona göre, 30’lu yıllarda, SSCB’de, “Stalinci terör rejimi” milyonlarca, on milyonlarca köylüyü yok etmiştir. SSCB’de öylesine kanlı bir  “Stalinci diktatörlük” var ki, faşist ülkeler, SSCB karşısında nerdeyse melek gibi kalır!

IX

''Büyük terör'', ''Stalinizm'', ''Stalinist zorbalık ve kan dökücülüğü'' üzerine yazılan kitapları vb. okuyunca hemen göz çıkaran olgu, desteksiz atıştır. Sürecin somut tarihsel koşullarla bağlı ele alınmaması, tarihsel bağlamın bir yana atılması çarpıcı bir olgudur. Nesnellik, kapitalizm ile sosyalizm arasındaki dev sınıf mücadelesi, bilimsel veriler hak getire. Sanki ortada bir sınıf mücadelesi, proletarya ile burjuvazi, burjuva ideolojisi ile proleter ideoloji, kapitalizm ile sosyalizm arasında süren sert ve çapraşık bir ölüm kalım mücadelesi yokmuş da, her şey ''mutlak otokrat/çar/megoloman, kan dökmekten zevk alan, kişisel iktidarı için her zorbalığı yapan şeytan Stalin''in paşa keyfiyle gerçekleşmiş gibi gösterilmektedir. Zaten ellerinden gelse, Stalin adını oluşturan tüm harfleri alfabeden kaldırmak isteyen, Stalin adını gördüklerinde kırmızı görmüş boğa gibi saldıran bir kapsamlı cepheyle karşı karşıyayız. İş Stalin'e gelince burjuva ön yargılar otomatikmen harekete geçmekte ve sorunu incelemek iddiası daha baştan bilim, tarih, teori, deneyimin reddi ve yerin dibine batırılmasıyla başlamaktadır. Bunu bilinçli yapanların yanı sıra bilinçsizce yapanlar da mevcuttur ama bu ikincileri yönlendiren birincileridir ve bu birinciler burjuvazinin maskeli ve maskesiz temsilcileri, propagandistleri, ideolojik uşakları ve papaz sürüsüdür. ''Güler yüzlü sosyalizm'', ''özgürlükçü sosyalizm'', ''radikal demokrasi'', ''demokratik sosyalizm'', ''doğrudan demokrasi'' teorileri ile anti-Stalinist ideolojik saldırıyı maskelemek ise bu bakımdan en önemli silahı oluşturmaktadır. Burjuva demokrasisi kutsanırken toplumun onda dokuzundan fazlasının çıkarlarını temsil eden bir tarih ve tarihsel eylem, sosyalist demokrasi yok sayılıyor. Sürecin zaafları ve bazı ağır zararları her şey haline getirilerek gerçek durum ve kazanımlar unutturuluyor. Böylece ''Komünizmin Kara Kitabı'' yazılıyor.


Stalinci terör” dönemi üzerine demagoji ve manipülasyon yapan akım ve aydınlar özellikle 1930’lu yılları öne çıkarmaktadırlar. 30’lu yılların kırda sosyalist devrimin (“İkinci Ekim Devrimi”) zafer kazandığı yıllar olduğunu biliyoruz.

Hatırlatmak isteriz:  30’larda SSCB’nin nüfusu 180 milyondur. Emperyalist propagandaya göre gaddar Stalin'in yok ettiği nüfus, 40 ila 110 milyon arasındadır. Ve yok edildiği iddia edilen bu nüfusun en büyük bölümünün de ''köylü'' olduğu varsayılıyor. Köylülük derken asıl kast ettikleri de kulak sınıfıdır. Oysa toplam kulak sayısı toplam nüfusun küçük bir bölümünü oluşturmaktaydı.


'Kulaklar ve Karşı Devrim' alt başlığı altında, Mario Sousa, şu bilgileri verir;

''Kulaklardan (zengin köylüler) bahseden raporlarda, 381.000 aile, yani 1,8 milyon kişinin sürüldüğü söyleniyor. Bunların küçük bir kısmı çalışma kamplarına ya da çalışma kolonilerine gönderilmiş. Peki bunlar neden mahkum olmuşlardı?

Zengin Rus köylüleri, kulaklar, yoksul köylüleri yüzlerce yıl sınırsız bir baskı ve sömürü altında tuttular. 1927’de 120 milyon köylüden 110 milyonu yoksulken 10 milyon kulak refah içindeydi.''

''10 milyon kulaktan 1,8 milyonu sürüldü ya da hüküm giydi. 120 milyon insanın katıldığı Sovyet kırlarında yaşanan bu kitlesel sınıf savaşında haksızlıklar yapılmış olabilir. Ama bunun için, daha iyi bir yaşam ve çocuklarına aç cahiller olarak kalmayacakları iyi bir hayat sunabilme mücadelesi veren yoksul ve ezilmişleri suçlayabilir miyiz? Onları yeteri kadar 'medeni' olmamakla ya da acımasız olmakla gerçekten suçlayabilir miyiz? Yüzlerce yıl medeniyetten hiç faydalanmamış insanları medeni olmamakla kim suçlayabilir? Yoksul köylüleri sömüren kulaklar yıllar boyu medenice ya da merhametli mi davrandılar?'' (Stalin'in Ölüm Yıldönümünde 'Sovyetler Birliği Hakkında Yalanlar ve Gerçekler)


Anna Strong, 30’lu yıllarda gerçekleştirilen kulakların (kır burjuvazisinin) tasfiyesi sosyalist eyleminden etkilenenlerin sayısının 600 bin olduğu bilgisini verir.


Stalin’in Dimitrov’la yaptığı bir görüşmede ise söylenen şey şudur:


Biz kulakların ve burjuvazinin seçimlere katılma hakkını elinden aldık. Bizde yalnız emekçilerin seçme ve seçilme hakkı vardı. İki milyon kulağın kuzeye göçürülmesi gerekti ve kulaklar sınıf olarak ortadan kaldırıldıktan sonra, herkese seçme ve seçilme hakkı verdik…” (G. Dimitrov GÜNLÜK-3, 6 Mayıs 1945-6 Şubat 1949, s. 248-249, TÜSTAV Yay.)


Molotov’un açıklamaları ise şöyledir:


-Kolektifleştirmeyi pek fena yapmadık. Kolektifleştirme başarısını Büyük Anayurt Savaşı’ında kazanılmış önemli bir zafer olarak görüyorum. Ama eğer kolektifleştirme işini gerçekleştirmeseydik savaşı kazanamazdık. Savaş başlamadan önce ekonomisi, sanayisiyle güçlü sosyalist devletimiz vardı artık…


Kulakların tehcir bölgelerini bizzat ben belirledim…


400 bin kulak tehcir edildi. Komisyonum çalışıyordu…” (Molotov Anlatıyor, s. 412)


-Stalin 10 milyon kulakı sürgün ettiğimizi söyledi. Aslında 20 milyonunu sürgün etmiştik. Benim kanımca gerçekleştirmiş olduğumuz kolektifleştirme çok büyük bir başarıydı.” (age., s. 422)


Brezenski'nin hayranlıkla bahsettiği Gorbaçov’un baş danışmanı, çıplak kapitalizmden yana olan ve Stalin’in kanını içse bile doymayacak denli azgın bir karşı-devrimci olan A. Yakovlev ise, şunları yazıyor:

Stalin, kendi halkının bir bölümüne karşı savaş açtı, bu bir olgu… Ülke o dönemde büyük ölçüde köylülerden oluşuyordu. Oysa hızla sanayileşmek gerekiyordu. O zaman ahlaki ve siyasi açıdan kabul edilemez bir iş yapıldı: Köylüler zorla göç ettirildi; beşyüz bin kişi bundan etkilendi. Sibirya, Urallar vb. gibi, sanayi merkezi kurulması düşünülen bölgelere sürüldüler. Bu, zoraki kolektifleştirmenin hem öncesinde hem sonrasında yapıldı. Kulaklarla mücadeleye gelince, o da aynı davaya hizmet ediyor sayıldı.  Bir kulak’ın yani çoğu zaman iki ineğinden başka bir şeyi olmayan köylünün, bitkin düşürülünceye kadar kovalanması buradan kaynaklandı.” (Sovyetler Birliği’nde Ne Yapmak İstiyoruz?, s. 37, iba., AFA 21.Yüzyıla Doğru Dizisi 14)


Yukarıda aktardığımız alıntılarda kolektivizasyondan etkilenen kulak sayısı ile ilgili değişik rakamlar verilmektedir. Bunu sadece hatırlatarak geçiyoruz.


Yakovlev’in çarpıtma ve demagojisine rağmen birinci olarak, Stalin kendi halkının bir bölümüne değil halk içerisinde yer almayan (ki bu Yakovlev’in “bir bölüm” saptaması önemlidir) kırların sömürücü sınıfı olan kapitalist sınıfa karşı bu savaşı verdi.


İkincisi, kulaklar Yakovlev’in adi bir demagog olarak ileri sürdüğü gibi, “iki ineğinden başka bir şeyi olmayan” yoksul ya da emekçi köylü değil aksine kırların kapitalist sömürücü gücüydü; yoksul, küçük ve orta köylülüğü sömüren, ezen zengin köylülüktü. Kırda sosyalizmin iktisadi dönüşümüne bağlı olarak zengin köylülük iktisadi olarak proletarya diktatörlüğünün, partinin, proletaryanın önderliği ve desteğinde emekçi köylülerin devrimci başkaldırı ve devrimci terörüyle tasfiye edilmiş, sınıfsal varlığına son verilmiştir.


Üçüncü olarak, konumuzla bağlı olarak, burjuva ve Troçkist propagandistlerin on milyonlarca emekçi köylünün zorla kolektifleştirmeyle imha edildiği demagojisinin (ki emperyalist dünya öyle akıl almaz rakamlar veriyor ki, inanacak olursak Stalin o yıllarda nerdeyse SSCB nüfusunun üçte ikisini yok etmiş!!!) tabii ki aslı ve astarı yoktur. Buradaki Makyavelist Göbelsçi faşist mantık bellidir: Bir yalanı on kez söylersen yalan olarak kalır ama bir yalanı yüz kez, bin kez, milyon kez söylersen o yalan gerçek kabul edilir. (Zat-ı muhteremin verdiği 500 bin rakamı da emperyalizm ve burjuvazinin yalanlarını açığa çıkarıyor.) Burada asıl önemli olan rakamlar değildir, asıl önemli olanın toplumun onda dokuzunun toplumun küçücük bir azınlığını oluşturan, diyelim ki onda birine karşı, tümüyle meşru ve yasal olan devrimci şiddeti ve eylemidir. Ayrıca imha edilen -öldürülen- kulaklar, kulak sınıfının çok ama çok küçük bir parçasıdır. Sosyalizm, kulakların elindeki ekonomik güce el koyma yoluyla sınıf olarak varlığına son vermiştir. Burjuva propaganda aygıtı bilinçli olarak, kulakların sınıf olarak tasfiyesini kulakların topyekûn öldürülüp çukurlara gömülmesi olarak lanse etmektedir. Oysa kurşuna dizilenler sadece karşı-devrimci ayaklanmalara vs. girişen kulak elebaşları ve kanlı katilleri olmuştur.


Ortada bir sınıf mücadelesi gerçeği var. Bu kavga çatışan devrimle karşı devrimin hesaplaşmasıdır. Bu kavgada proletaryanın döktüğü kan, sömürücü sınıfların kanıdır ve tarihte burjuvazi ve kapitalizmin döktüğü kanın yanında sözü bile edilemez. Kaldı ki proletaryanın dökmek zorunda kaldığı kanın sorumlusu da burjuvazidir. Çünkü kendi sınıf egemenliğini yeniden kurmak için her türlü yıkıcı ve yok edici savaşı başlatıp geliştiren, sömürünün ortadan kalkmaması için her türlü gerici beyaz teröre vb. başvuran, böylece proletaryanın demir yumruğunun tepelerine inmesine açık davetiye çıkaran yine emperyalistler, burjuvazi, kulaklar vs. olmuştur. Bu temel tarihsel ve politik gerçeği aklımızdan asla çıkarmamalı ve bu halkanın elimizden kaçmasına izin vermemeliyiz. Bu perspektifin karartılmasına, karanlık sisler arasında yitip gitmesine, burjuva ve burjuva revizyonist kirli propagandanın proletarya sosyalizmine ''Stalinizm'' kamuflajına bürünmüş düşmanlığı ve saldırısına izin verilmemeliyiz. Bu sınır çizgisi korunmadan yapılacak ''tarihten ders çıkarma ve teorik zenginleşme'' çalışmaları, tartışmaları sadece ve sadece burjuvaziye ve tasfiyeciliğe hizmet eder ve etmektedir de.

*5. Bölüm devam edecek.

DEVAM EDECEK 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder