Translate

24 Haziran 2022 Cuma

THERMİDOR GERİCİLİĞİ, TROÇKİ ve STALİN (Bölüm XI)

 

THERMİDOR GERİCİLİĞİ, TROÇKİ ve STALİN (Bölüm XI)


(Bastil zindan baskını-1789)

Devrim hükümeti, iyi yurttaşları korumak, halk düşmanlarını da yok etmekle görevlidir.” (Devrim Yazıları, Robespierre, s. 70, Belge Yayınları)

Tanrıların tapınakları, onları kirleten insanlara sığınak olsun diye yapılmadığı gibi; Anayasa da, onu ortadan kaldırmaya çalışan zorbaların komplolarını korumak için yapılmamıştır.” (Agk, s. 71)

Halkın mutluluğu şimdi büyük uğraşlar ve yıldırıcı (terör-bn.) önlemler gerektiriyor.” (( Devrim Yazıları, Danton, s. 231, Belge Yayınları)

Konvansiyon devrimci bir yapılanmadır. ... İç düşmanlara savaş açtığımız günlerdeyiz.” ( Agk., s. 233-234, 27 Mart 1793)

Konvansiyon’un tüm dünyaya, ... aşırı devrimci bir yasa ile de olsa tüm canavarları ezeceğini açıklamasını talep ediyorum.” (Agk., s. 236, iDa.)

Fakat hem tutuklamış olduğunuz hem de hala yakalamanız gereken iç düşmanları cezalandırmalısınız. Devrim mahkemesi yeterli sayıda bölümlere ayrılmalı... böylece her gün bir soylu, bir katil işlediği cinayetleri kellesiyle ödeyebilsin. (Alkışlar).” (Agk., s. 248, 5 Eylül 1793)


(Kışlık Sarayı baskını 1917)

Burjuva tarihçileri Jakobenizmi bir düşüklük (‘alçalma’) olarak görüyorlar. Proletaryan tarihçileri, Jakobenizmi ezilen sınıfın kurtuluş mücadelesinin en yüksek zirvelerinden birisi olarak görürler.” (Lenin, ” ‘Jakobenizm’ İşçi Sınıfını Ürkütür mü?’’, Temmuz 1917, aktaran Yalçın Küçük, Sovyetler Birliğinde Sosyalizmin Kuruluşu, 1925/1940)

KISA BİR DİKKAT ÇEKİŞ

İhanete Uğrayan Devrim’in Türkçe Baskısı Üzerine” yapılan açıklamada şu sözleri okuyoruz:

1936 Ekiminde Paris'te yapılan ilk baskısının yayımcıları, bu yeni kitaba La Revolution trahie {İhanete Uğrayan Devrim) adını verdiler. Kitabın, aynı yıl yayımlanan Alman ve Çekoslovak baskılarını ertesi yıl Amerikan, Arjantin, Şili, Ingiliz ve Japon baskıları izledi.”

İlk baskısı 1936’da Paris’te yapılan kitabın baskısının aynı yıl içinde Almanya’da, bir yıl sonra (1937) Japonya’da yapılmış olması dikkat çekicidir. Bunun önemi şurada: İki ülkede de faşist diktatörlük var. Bu ülkeler faşist kampın en güçlü iki ülkesidir. Anti-Komintern Pakt’ı imzalamış (İtalya bu pakta bir yıl sonra katılır) iki ülkedir. Dünya çapında faşist fırtına esiyor ve emperyalist savaş tehdidi hızla yükseliyor. Tamda bu koşullarda Troçki’nin “İhanete Uğrayan Devrim” kitabı bu iki ülkede kolayca basılıp dağıtılabiliyor. Örneğin, Komintern’in, Almanya Komünist Partisi’nin herhangi bir kitap ya da dergisinin basılmasının, dağıtılmasının ölümle cezalandırıldığı bu ülkelerde nasıl oluyor da Troçki’nin kitabı kolayca basılıp dağıtılabiliyor? Aslında bu sorunun yanıtı açıktır: Kitap SSCB’yi, SBKP (B)’yi, Bolşevizm’i, Komintern’i, Stalin’i, Bolşeviklerin ve Sovyet halkının dev atılımlarını (“Stalinizm”i) baş düşman ilan eden, Ekim Devrimi’ni ve kazanımlarını yıkmayı merkeze koyan anti-komünist bir kitap olduğu için basım ve dağıtımına izin verilmiştir. Faşist kampın yeryüzünden Bolşevizm’i, yok etmeyi merkezine koyduğunu biliyoruz...

Yazı dizimizin bir başka alt bölümünde Troçki’nin kitaplarının faşist kamp ülkelerinde (Almanya, İtalya, Japonya) serbest olması gerçeği üzerinde durmuştuk...


(Hitlercilerin kitap yakma ayini.)

10 Mayıs 1933 tarihinde Naziler tarafından toplu kitap yakma ayinleri başlatıldı. Berlin başta olmak üzere 21 kentte on binlerce kitap yakıldı. Bütün ilerici, devrimci, komünist, dahası “Aryan ırkı”nın saflığıyla bağdaşmadığı ilan edilen gerici yazarların kitapları da yasaklanıp yakıldı. İçeride ve dışarıdaki yazarları kapsayan kara listeler hazırlandı...

Yıl 1936 ve 1937 ama faşist ülkelerde Troçki’nin kitabı ve kitapları serbest...

Vurguluyoruz, bu serbestliği tesadüf sayamayacağımız açıktır. SSCB, Sovyet halkı, Stalin ve Bolşevik Parti önderliğinde dev ekonomik ve toplumsal atılımlarla istim üzerinde ilerliyor. SSCB’de Beşinci Kol açığa çıkarılmaya başlanmış... SSCB etrafındaki faşist ve emperyalist kuşatma ve saldırganlık yoğunlaşıyor... Alman, İtalyan, Japonya komünist partileri amansızca yok ediliyor... Bu koşullarda Troçki’nin kitapları serbestçe basılıp dağıtılıyor...

Sorunun temelinde Hitler’den Troçki’ye kadar uzanan “Anti-Komintern Pakt” gerçeği yatıyor. Madalyonun bir yüzünde 1936 yılında Hitler önderliğinde kurulan Anti-Komintern Pakt diğer yüzünde “Hitleri yok etmek için önce Komintern’i yok etmek gerekir.” diyen Troçki ve IV. Enternasyonal duruyor. Birincisi çıplak anti-komünizm, ikincisi ise “komünizm”, “Bolşevik/Leninist” maskeli anti-komünizmdir. Omuzları üzerinde baş taşıyan herkesin bu olguyu anlaması zor olmasa gerek.

TOÇKİ VE THERMİDOR

Çağ açan devrimler, kendi tarihsel gerçeği içerisinde bir yandan geçmiş tarihe bakar, diğer yandan da kendi nesnel toplumsal gerçeği içerisinde yürüyüşünü sürdürür. Bir yandan kendi özgün tarihsel gerçeğine dayanarak, kendi tarihsel pratiğinden esinlenerek yeni döneme yanıt veren kavramlar, simgeler üretir, öte yandan geçmişe bakıp esin kaynağı olan tarihsel deneyimlere başvurarak geçmişe ait kavramları özelleştirerek kullanır. Kendi tarihsel pratiği oturunca giderek geçmişe ait kavramlardan kopuşarak kendi teori ve pratiğinin eseri olan kavramlarla, yepyeni bir dille konuşur.

Burjuva demokratik devrimler çağında, feodalizme, feodal aristokrasiye, krallık rejimlerine karşı mücadele yürüten devrimci burjuvazinin entelektüellerinin, politik önderlerinin tanık olduğumuz Roma İmparatorluğu’nun belli tarihsel deneyimlerinden esinlenmeleri, o deneyimlerin açığa çıkardığı bazı kavramlara, simgelere başvurmaları gerçeğinde bu olguyu görmekteyiz.


Bu Ekim Devrimi’nin, sosyalist inşanın gerçeği bakımından da böyledir. Jiroden, Jakoben, Jakoben diktatörlük, Thermidor, Bonapartizim gibi kavramların komünistler, özellikle Rusya komünistleri ve devrimcileri içerisindeki ideolojik ve politik ayrışma ve çatışmalarda dile gelmesi, ideolojik mücadelenin kavramsal silahlarına dönüşmesi olgusunda da bu tarihsel gerçeği görmekteyiz.

Bu bağlamda tarihçi Hobsbawm’ın konuya dikkat çeken değerlendirmesini birlikte okumak yararlı olacaktır.

Fransız Devrimi’yle kurulan paralelliklerin çeşitli insanlarca Rusya’daki gelişmeleri değerlendirmek ve giderek eleştirmek amacıyla nasıl kullanıldığına bakmak herhalde daha ilginç olur. Bu noktada kendimize bir kez daha, tarihsel prototipin Fransız Devrimi’nden türetilmiş olduğunu hatırlatalım. Fransız Devrimi altı aşamada meydana gelmişti: ... Bu süreç zirve noktasına 1793’te iktidarı sola kazandıran ve dördüncü aşamayı başlatan darbeyle çıkacaktı: Devrim’in en radikal aşaması olan ve (popüler adlandırmasından bildiğimiz üzere) terörle ilişkilendirilen, bir dizi iç tasfiyelerin gerçekleştiği, halkın olağanüstü ölçüde ve başarıyla seferber edilerek topyekûn savaş düzenine geçildiği Jakoben Cumhuriyeti. Fransa bu süreç sonucunda ayakta kaldığında, radikal rejime son veren 9 Thermidor oldu.” (Eric J. Hobsbawm, Fransız Devrimine Bir Bakış, s. 90, Agora Kitaplığı, Birinci Basım, 2009)

Politik mücadelelerin gelişim seyrinde, dönüp tarihe başvurmak, içeriği çarpıtılmadığı ve salt tarihsel benzerliklerden hareket edilmediği sürece, anlaşılırdır.

Kavramlar, nesnel gerçeğin doğru ya da yanlış, bilinç biçimlerine dönüşerek dile gelmesini ifade eder. Nesnel gerçek, hareketli gerçektir ve hareket, maddenin (doğanın), toplumsal maddi gerçeğin var oluş biçimidir; nesnel gerçek dinamik bir oluş ve yok oluş sürecinde sürekli bir hareket, değişme ve gelişme içerisindedir. Maddenin ve toplumsal maddi gerçeğin helezonik gelişim sürecinde, her yeni dönemeç ve atılım, her kopuş ve yeniden oluş, hem diyalektik hem de materyalist karakterdedir... Bu olgu, kavramların, kategorilerin de önsüz ve sonsuz olmadığını; her bir yeni dönemde, bir dizi geçmişe ait, kopuşulacak ya da kopuşulan eski kavram ve kategorilerin aşılmasını, yeni tarihsel süreçlerin yeni kavramlar ve kategorilerle zenginleşerek gelişmesini biçimlendirir. “İhtiyaç, keşfin anasıdır.”...

Devrimlerin tarihsel olarak ortak karakteristikleri vardır. Bu ortak karakteristikler bağlamında birkaç temel olguya dikkat çekebiliriz. Her bir çağın devrimleri, içerisinde geçtikleri çağın damgasını taşır. Her devrim tarihsel bir üründür; bir tarihsel arka planı, tarihsel evrimi, somut tarihsel koşullar içerisinde olgunlaştığı bir süreç vardır. Hiçbir devrim bir öncekinin tıpkı basımı olamaz. Her devrim kendi özgün tarihsel deneyimini tarihe yazar ve teoriyi zenginleştirir. Devrim, sınıflar mücadelesidir; sınıf mücadelesinin en keskin, en yüksek biçimidir. Sınıflar arası temel ilişkiler alanı anlaşılmaksızın hiçbir devrim anlaşılamaz. Her devrimin ekonomik ve toplumsal niteliği (nesnel içeriği) o devrime karakterini verir. Her devrimde hegemonik bir güç, önder bir sınıf vardır. Devrimlerin hareket ettirici gücü, sınıf mücadelesidir. Devrimler, tarihin lokomotifidir. Devrimler, gelişen üretici güçler ile eskiyen üretim ilişkileri arasındaki nesnel çelişkinin keskinleşerek patlak vermesidir. Toplumsal tarihin temel yasası, zorunlu uygunluk yasasıdır. Bu yasa kavranmaksızın tarih, toplum, devrimler anlaşılamaz. Devrim, gelişen üretici güçler ile eskiyen ve aşılmasının nesnel tarihsel ve güncel olguya dönüştüğü koşullarda, eski üretim ilişkilerinin koruyucusu (ve merkezinde devletin olduğu) eski üst yapının yıkılarak yeni bir sınıfın egemen sınıf olarak örgütlenmesidir. Şiddete dayanan devrim, her devrimin genel ve temel yasasıdır. Her devrimin temel sorunu iktidar sorunudur... Devrimin olabilmesi için devrimci durum olmalıdır. Gelişen devrim, daha keskin ve birleşik bir karşı devrim yaratarak ilerler...

Görülebileceği gibi, “devrim” üst başlığı altında toplanan bu kavram ve kategoriler, farklı nitelikteki devrimlerin evrensel karaktere sahip ortak karakteristikleridir ama sözgelimi, siz Fransız burjuva devrimi ile Büyük Ekim Devrimi’ni aynı çuvala koyamazsınız... Bunlar iki ayrı çağ, iki ayrı dünya demektir...

Dolayısıyla, tarihsel paralellikler üzerinde teori kuramazsınız, eski çağın kavramlarıyla yeni çağı ve çağ açan devrimleri anlayamazsınız, dahası tarihsel gerçeği çarpıtır ve adınızı “Tarih çarpıtıcısı” olarak tarihe kaydedersiniz.

Troçki şunları yazıyor:

Sovyetler Birliği tarihini araştıran bir tarihçi, yönetici bürokrasinin büyük sorunlar karşısındaki politikasının bir dizi çelişkili zikzaktan oluştuğu sonucuna varmazlık edemez* Bu zikzakların ‘koşulların değişimi’ ile açıklamasının veya haklı gösterilmesinin kesinlikle iler tutar bir yanı yoktur. Yönetmek, hiç olmazsa bir yönüyle öngörmeyi gerektirir* Stalin hizbi, kendisini birçok kez bunaltmış olan gelişmelerin kaçınılmaz sonuçlarını hiçbir zaman görememiş, bir önceki gün ne vaaz etmiş olduğuna aldırmaksızın çark edişlerinin teorisini iş işten geçtikten sonra üreterek, salt idari reflekslerle davranmıştır. İtiraz götürmez olgular ve belgeler, tarih araştırmacısının, ülkede halen seyretmekte olan gelişmelerin çok daha doğru bir tahlilini ve bunların sonraki seyirlerini, ‘Sol Muhalefet’in çok daha iyi öngörmüş olduğu sonucuna varmasını zorunlu kılacaktır.” (Lev Davidoviç Trotskiy, İhanete Uğrayan Devrim, s. 123, Alef Yayınevi, 1. Baskı Eylül 2006)

Tarihsel tecrübenin açığa çıkardığı gibi Troçki’nin bilimsel (!) analizleri ve ön görüleri, gerçeklerin aşırı çarpıtılmasından, Bolşevizm’e, proletarya diktatörlüğüne, sosyalist kuruluşa ve kazanımlarına karşı Troçkist ideolojik saldırı, politik ve psikolojik savaştan ibarettir. Stalin ve parti çizgisi nettir; bir büyük kafa açıklığıyla programatik, stratejik, taktiksel çizgide güçlü bir sanayi, güçlü bir tarım, güçlü bir kültürel devrim geliştirilmiş; güçlü bir Kızıl Ordu yaratılmış, faşist kamp ezilmiş ve dünyanın üçte biri sosyalist yapılmıştır. Eğer Troçki’nin iddia ettiği gibi, “Stalinist hizip” ön görüsüz, ne yaptığını bilmeyen, durmaksızın yalpalayan, yönsüz, salt idari tedbirlere dayanan bir çizgide ülkeyi yönetseydi, daha o koşullarda ortada SSCB falan kalmazdı. Açık ki, kindar, kendine dindar megaloman Troçki, işkembe-i kübradan sallıyor. Marksizm-Leninizm’e, SSCB’ye (“Stalinizm”) böylesine küstahça saldıran birinin, Stalin’e ve Bolşevik Parti’ye saldırırken kullandığı “bürokratik gericilik çağı”, “Thermidor”, “Bonapartizim” gibi demagojik ve çarpıtılmış “analiz”lerle bilimsel komünist çözümlemeler yapamayacağı ve yapmadığı açıktır.

Bu iddia, öngörüde en yeteneksiz parti hizbinin kendisinden daha basiretli grubu yenilgiden yenilgiye uğratarak ona karşı sürekli zaferler kazanması gibi basit bir olguyla ilk bakışta çelişirmiş gibi bir izlenim uyandırabilir.*” (Agk., s. 123, iba.)

Eee insanlığın ve kainatın evrensel aklı (!) bay Troçki’nin yukarıda sorduğu soruya “açıklık” getirmesi beklenecektir. O da bunu “yapmak”ta. Her zaman yaptığı gibi çirkin bir aşağılamanın ve demagojinin (cahiller, kültürsüzler, çapsızlar, katiller vs.) eşliğinde. Troçki’ye göre, Avrupa devriminin, Alman devriminin yenilgisi, böylece Avrupa proletaryasının Ekim Devrimi’ne yardıma gelememesi, SSCB’de proletaryanın savaşlarda parçalanması, Sovyet halkının yorgun düşmesi, dünya devriminin gerilemesi, “Sol muhalefet”in tasfiyesi Stalin önderliğinde Thermidorcu bürokratik karşı devrimin gerçekleşmesinin nedenleridir.

Thermidor, Robespierre’nin iktidardan düşürüldüğü, Jakoben diktatörlüğün Jirodenci karşı devrimci darbeyle yıkıldığı, Jakoben önderlerin bir gün sonra giyotine gönderildiği günü tanımlar. Thermidorcu darbe, Temmuz 1894’te, devrimin koyduğu yeni takvime göre, 9 Temmuz’da gerçekleştiği için, bu kavram, gerici-karşı devrimci başkaldırıları ve darbeyi, devrimi ezmeyi ifade eden bir içerikle kullanılmaktadır.

Server Tanilli’nin dediği gibi;

9 Thermidor, demokratik devrimin sonunun geldiğini bildiriyordu.... ‘9 Thermidor devrimi’nden, ‘Robespierre’in zulmü’nün yıkılışından söz ediliyorlardı. Oysa 9 Thermidor, ‘devrimin bir zaferi değil, burjuva karşı devrimin bir zaferi idi; Robespierre’nin ‘zulmü’nün sonu değil, Jakoben devrimci demokratik diktatörlüğünün sonu idi; Robespierre’in ve yoldaşlarının ölümü, Devrimin de ölümü idi.” (Dünyayı Değiştiren On Yıl, Fransız Devrimi Üstüne, 1789-1799, 3. Baskı, Say Yayınları)

Troçki yazıyor:

Bugüne kadar gerçekleşmiş bulunan tüm devrimlerin, ardından gericiliklere ve hatta karşıdevrimlere yol açtığı yeterince iyi bilinir. Ve her ne kadar bu gericilikler ve karşıdevrimler, ulusu başlangıç noktasına geri götürememişse de, elde ettiği kazanımların aslan payını da yutmuştur.” (İhanete Uğrayan Devrim, s. 125)

Bu sözler bilinen genel bir doğruyu dile getiriyor getirmesine ama söz konusu olan SSCB ve Troçki olunca, tabloya yakından bakmak gerekir.

Peki SSCB’nin gerçekleri nasıldı? Stalin SSCB’de Thermidor darbesini, Thermidor karşı devrimini mi temsil ediyordu? Troçki’nin yanıtını biliyoruz... Stalin’in Lenin’i öldürdüğü (!) iddiası da ilk kez Troçki’den çıkmıştır ve dünya burjuvazisi ve tüm anti-Stalinist güçler tarafından bu sahte iddia sistematik bir tarzda kullanılmıştır.

Ekim Devrimi’nin zaferinden başlayarak baş gösteren her türlü karşı devrim Bolşevizm tarafından ezilmiştir; SSCB’de maskeli ya da maskesiz karşı devrim politik iktidarı ele geçirerek Ekim Devrimi’ni ve onun kesintisiz bir devrim olarak yürüyüşünü engelleyememiştir. Bu olgu, proletarya diktatörlüğünü ve Bolşevik Parti’yi yıkmak için savaşan ve karşı devrimin bir biçimi olan komünizm maskeli Troçkizm ve Troçki önderliğinde kurulan “birleşik muhalefet”/blogu somutunda da çarpıcı bir olgudur. İç ve dış gericilikle birleşen, kent ve kırda sayısız saldırılar gerçekleştiren, NEPMAN’ları, kulak isyanlarını destekleyen, askeri darbeyle Bolşevikleri ve Bolşevizm’in önderi Stalin’i imha etmeyi hedefleyen anti-Sovyet karşı devrim ezilmiştir. 1930’lı yıllar iç savaş yıllarıdır. Ya zafer kazanılacak ya da her rengiyle karşı devrim ezilecekti. Süren kavga bir ölüm kalım savaşıydı. SSCB’de bu yıllar sosyalist devrimin yeni bir Ekim Devrimi ile, Rusya’nın en büyük kapitalist sınıfı ve kırların “kral”ı ve “kralcı gericiliği” olan kulak sınıfının mülksüzleştirildiği bir tarih kesitiydi. Devrilmiş gericiliğin içeride ve dışarıdaki kalıntıları Beşinci Kol ve kulaklar etrafında birleşmişti. Devlet ve parti aygıtı içerisine kapsamlı sızmış ve örgütlenmiş, başını Troçki’nin çektiği anti-komünizm, bütün siyasal gericiliğin ve karşı devrimin merkezi haline gelmişti. Fakat bir kez daha zaferi kazanan Ekim Devrimi ve Bolşevizm oldu. Kısacası, Stalin döneminde iktidarı ele geçiren bir “Thermidor”cu bir dönem yaşanmadı. “Thermidor”u gerçekleştirmek isteyenler hep hüsrana uğradı. Troçki, iç ve dış gericilik işte buna yanmakta ve nefretini kusmaktadır. Ekim Devrimi’nin lideri Lenin ve Bolşevik Parti, Lenin ve Stalin önderliğinde (tek ülkede) eşsiz tarihsel kazanımlarla sosyalizmi kurarak, dünya devriminin parlak bir biçimde yayılmasının ifadesi olan dünyanın üçte birini sosyalizme çekebilmiştir. Tarihsel gerçek, deneyimle sabit olduğu gibi, budur. Ekim Devrimi’nde önemli ama ikincil derecede rol oynayan Troçki, birinci adam olma politik hesaplarıyla davranmıştır ama o, tüm aşırı ihtiraslarına karşın bunu hiçbir zaman başaramamıştır. Giderek “Thermidor karşı devrimi” için hayatını ortaya koymuştur ama kendi ihanetinin altında kalmıştır.

Troçki’nin Bolşevizm’e, proletarya diktatörlüğüne karşı mücadelesinde kullandığı bazı temel kavramlar Fransız burjuva devrimine dayanmaktadır. Oysa 1789 Fransız Devrimi’nin tarihsel gerçekliği Ekim Devrimi, sosyalist inşa tarihsel gerçeğinden farklıdır. Troçki bunu bilmez değildir ama o, bu kavramlarla, burjuva ve küçük burjuva aydınların dar kafasına, burjuva demokratik ön yargılarına hitap ederek Bolşevizm’i, Stalin’i, Ekim Devrimi’ni, sosyalist kurucu çalışmayı gözden düşürmeye, ideolojik kargaşalığı geliştirmeye, güvensizliği kışkırtmaya, adam devşirmeye çalışmıştır. Troçkist propaganda bir yandan maskesiz anti-komünizme, öte yandan “komünizm”, “Bolşevizm”, ”sosyalizm” maskesi takmış anti-komünizme hizmet etmiştir. Denebilir ki, “Lenin’in halefi” Troçki, komünizme inanmıştı; ama sorun Troçki’nin neye inandığı sorunu değil, teori ve pratiğinin nesnel olarak hangi sınıfa ya da sınıflara hizmet ettiğidir. Her şeyden önce temel alınması gereken şey, bu diyalektik ve materyalist bakış açısı ve analizdir. Yoksa ömür boyu bataklıkta yaşamak kaçınılmazdır. Ayrıca söz konusu iddia, Troçkizmin tarihsel evrimi bağlamında incelendiğinde, özellikle 30’larla birlikte geçersizleşmiş, Troçki bilinçli bir anti-komünist haline gelmiştir. Yani bu dala tutunanlar, çürük bir dala sarılmaktadır...

İncelediğimiz bağlamda Fransız Devrimi’nin gerçeklerine biraz yakından bakalım.

Birinci Fransız devriminde, anayasacıların egemenliği, yerini jirondenlerin egemenliğine, onlarınki de jakobenlerin egemenliğine bıraktı. Bu partilerin herbiri en ileri partiden destek alır. Bunlardan herbiri, devrimi, artık kendisinin ardından gidemeyeceği, hele önüne geçemeyeceği kadar ileri götürdüğünde, kendisini izleyen en gözüpek müttefik tarafından uzaklaştırıldı ve giyotine gönderildi. Devrim, böylece yükselen bir çizgi izleyerek gelişti.” (K. Marx, Louıs Bonaparte’ın 18. Brumarıre’i, s. 23, PDF)

Fransız burjuva demokratik devriminin zaferi ve sonraki gelişme evreleri, Thermidor darbesi de dahil, kapitalist üretim ilişkilerini geliştirmeye hizmet etmiştir. Orada, bu nesnel olgunun dışında başka şey de olamazdı. Ekim Devrimi ise sürekli bir devrim olarak sosyalist üretim ilişkilerini geliştirerek burjuvaziyi ve kapitalizmi yok etmiştir. SSCB’de örgütlenen “Thermidor” karşı devrim atakları ise Fransa’dan farklı olarak başarısızlıkla karşılamıştır. Kendi yenilgilerini, düş kırıklığını, uzun yorgunluk dönemini ve çöküntüsünü Bolşeviklere ve kesintisiz gelişen Ekim Devrimi’ne ve ihtilalci proletaryaya mal eden Troçki, Thermidorcu karşı devrimin lideri haline gelmiştir. Bu süreç, sosyalist devrimin ve sosyalist kuruluşun gelişme yasalarına ve nesnel gereksinmelerine yanıt veren politikaların tam karşısında konumlanan Troçki’yi, burjuva karşı devrimci çizgiye götürmüştür. Sosyalist devrimin başarılı gelişimi sosyalizm koşullarında yetişen yeni bir kuşağı iktidara taşımış, yeni döneme yanıt veremeyen eski kuşak giderek geri plana düşmüştür. Bu olgu, Bolşevizm’in, proletaryanın, sosyalist kuruluşun ve inşanın görkemli zaferlerinden birisi olmuştur. Troçki bu gelişmeyi, yüzsüzce “Stalinci Thermidor”un ve “Thermidorcu bürokrasinin” kanıtı olarak sunmuştur.

Fransız burjuva devriminde, önce krallık rejimi, feodal aristokrasinin iktidarı yıkılır, burjuvazi egemen sınıf konumuna gelir. Ancak henüz söz konusu olan meşruti monarşidir. Sonra, 1791’de cumhuriyet ilan edilir. Fakat Krallık kurumu iktidarı kaybetmesine karşın hala varlığını korumakta ve tanınmaktadır. Devleti 1791-1793 arası dönemde yönetenler Jirodenlerdir. Bu süreçte karşı devrimci tehdit sürekli büyümektedir. Devrim ezilme tehdidi ile karşı karşıyadır; Jirodenlerin bu tehditle baş edecek durumda olmadıkları ortaya çıkar. “1793 yılında 31 Mayıs’la 2 Haziran arasında, Paris Komünün yönlendirdiği bir halk ayaklanışı, Jirodenlerin iktidarına son verir.” (S. Tanilli), iktidar Jakobenlerin eline geçer. “Böylelikle, daha 1793’ün ilkbaharında, ve Gironde’nin karşı gelmesine rağmen, İnkılapçı Hükümet taslağı belirdi ve ‘Hürriyetin istibdadı’ kendini gösterdi.” ( Albert Soboul, 1789 Fransız İnkilabı Tarihi, s. 325, iba., Cem Yayınevi, 1969) 4 yılda yapılamayan bütün işler radikal devrimci duruşla altı ay içinde gerçekleştirilir, iç ve dış birleşik karşı devrim ezilir. Burjuva demokratik devrim en ileri sınırına ulaşmıştır. Daha ileri gitmesi olanaklı değildir. Böylece Jakoben diktatörlük ömrünü tamamlar. Sınıfsal ve toplumsal gelişmenin çelişkileri aynı zamanda Jakobenlerin çelişkileridir. Mücadele keskinleştikçe Jakobenlerin iç çelişki ve çatışmaları da büyür. Jakoben diktatörlük bir yandan büyük burjuvazinin ağır karşı devrimci baskısı, öte yandan da yoksul, ezilen, işçi kitlelerin devrimci baskısı altındadır. Devrimci-demokratik diktatörlük, bir yandan taleplerine yanıt veremediği ve hatta halkın direnişini baskıyla karşılar noktaya geldiği için, geniş emekçi kitlelerden tecrit olur, diğer yandan Jakoben diktatörlükten rahatsız olan, korkan ve onu sürekli baltalayan ve devrimi hemen sonlandırmaktan yana olan büyük burjuvaziyi karşısında bulur. Bu koşullarda Jirodenler önderliğinde karşı devrimci bir darbeyle Jakoben diktatörlük yıkılır ve burjuvazinin intikam hareketi başlar... Artık Jiroden/Thermidor gericiliği ve azgın beyaz terörü iş başındadır. Halk hareketi yenilir. Önderlerini ve örgütlerini kaybeden kitleler, artık dağılan bir ordudur; dağılan ordu “artçı savaşını” sürdürse de, mevzilerini kaybeder. Derken, iş, büyük burjuvazinin, Jirodenlerin Bonaparte diktatörlüğüne teslim oluşuna dek ilerler...

Tarihin dersidir: Küçük burjuva devrimci diktatörlükler, kapitalist ekonomik ve toplumsal sistemin sınırları içerisinde kalmaya mahkumdur. Küçük burjuva diktatörlükler, kapitalizmin gelişme yasalarına bağlı olarak, yerini büyük burjuvaziye, burjuva diktatörlüklere bırakırlar. Çağımızda, bu çemberi kırmaya yetenekli tek devrimci sınıf, proletaryadır; demokratik devrim proletarya önderliğinde kesintisiz sosyalist devrime dönüştürülmeden bu çember kırılıp aşılamaz. Rus devriminin, Büyük Ekim Devrimi’nin ve sosyalist inşanın dev tarihsel tecrübesi, bir bütün olarak çağımızın tarihsel deneyimi bu gerçeği en ileri düzeyde ortaya koymuştur... Çağımızın tarihsel deneyimi, teorinin aydınlattığı bu gerçeğin altını çizerek teoriyi zenginleştirmiştir. Leninizm, teoriyi yenilemenin, eskiyip aşılmış teorik önermeleri aşmanın silahı olmuştur... Leninizm’in, emperyalizm ve proleter devrimler çağının Marksizmi olmasının nedeni budur.

Ekim Devrimi’nin zaferinden başlayarak gelişen süreç, bambaşkadır. Fransız devriminin gelişim tablosunun, gelişim evrelerinin herhangi bir biçimde Bolşeviklerin ve Bolşevik Parti’nin kesintisiz bir devrim olarak gelişen Ekim Devrimi ve sosyalist inşa gerçeğiyle bir bağı yoktur. İkisi de devrimdir. İkisi de devrim ve karşı devrimin sert ve amansız mücadelesine dayanmıştır. İkisinde de gelişen devrim daha sert ve üst saldırı biçimleri kullanan karşı devrim doğurarak kendi yolunda ilerlemiştir. Her ikisi de kendi çağlarının en ileri, en radikal devrimleri olmuştur. Ama bu kadar, daha ötesine geçerek, iki devrimi kıyaslamak, benzerliklerden hareket ederek Ekim Devrimi ve proletarya diktatörlüğü gerçeğini tahrif etmek demagoji ve manipülasyona götürür.

Burjuvazinin ve oportünistlerin değişik fraksiyonlarından bir kısmı Stalin’i, “Stalinizm”i, Thermidorcu ilan ederken, diğer kısmı “Jakoben diktatör”, “Jakobenci diktatörlük” vs. ilan etmiştir.

Yukarıdaki nitelemeler açısından bakacak olursak, Stalin “proleter Jakobenizm”i, “Stalinist diktatörlük” (proletarya diktatörlüğü) “proleter Jakoben” diktatörlüğü temsil eder. Fakat bu kavramları Marksist Leninist literatürün yerine ikame etmek bir zorunluluk olmadığı gibi gerekli de değildir. Troçkizmin iftiralarına, tarih çarpıtıcılığa karşı mücadele ederken, söz konusu kavramlara başvurmaktayız sadece. Makyavelistçe her şeyi çarpıtmak, her kavramla oynamak, revize etmek, keyfice kullanmak Troçkizmin burjuva sınıf niteliği, ideolojik ve ahlaki karakteridir. Böyle olunca, bu gerçekleri sergilemek kaçınılmaz bir görev haline gelmektedir...

Stalin’i ve proletarya diktatörlüğünü “Jakobenizm”le suçlayanlar, Jakobenizmi zincirlerinden boşanmış bir terör, kanlı kitlesel katliamlar, akıl dışılık, demokrasinin yok edilmesi vs. olarak lanse ettikleri için, bu benzetmeyi tümüyle bilinçli ve çarpıtılmış olarak kullanmaktadırlar. Hedef belli: Bolşevizmi, Stalin’i, sosyalist devleti, sosyalist inşayı, Sovyet proletaryası ve halkını gözden düşürmek...

Bu burjuva taktik kurnazlık ve ideolojik saldırı, Troçki’de, tersyüz edilmiş olarak ortaya çıkmakta (Thermidorculuk) ve aynı içerikte birleşmekte ve anti-komünist saldırının iki biçimi olarak işlevsel bir rol oynamaktadır. Çarpıtılmış ve keyfi kullanılan iki kavramla vurulan Leninizm ve proletarya diktatörlüğüdür.

Ancak ne olursa olsun, Jakoben diktatörlük ve onun görkrmli devrimci mirası ve bu mirasın önemli bir bileşeni olan devrimci terörü (yıldırı/tehdiş), dünya proletaryası ve halklarının kolektif tarihsel belleğinde yaşamaya devam edecektir.

Lenin’in şu vurgusu (ve perspektif genişliği) bu gerçeği dile getirmektedir:

Yirminci yüz yılda Avrupa’da veya Avrupa ile Asya arasında sınır çizgisi üzerinde bir yerde devrimci sınıfın, köy yoksullarıyla desteklenen ve sosyalizme doğru ilerlemek için mevcut maddi temelden yararlanan proletaryanın kuralı ‘Jakobenizm’ olacaktır ve ‘Jakobenizm’, on sekizinci yüz yıl Jakobenlerinin yaptığı büyük, silinmez ve unutulmaz işleri yapmakla kalmayacak çalışan halklara kalıcı ve dünya ölçüsünde bir zafer getirecektir.” “Burjuvazinin Jakobenizmden nefret etmesi doğaldır. Küçük burjuvazinin, Jakobenizm karşısında korkudan titremesi doğaldır.” (Aktaran Yalçın Küçük, age. s. 4-5, iba.)

Troçki’nin sınıflar üstü “Stalinist bürokrasi”, “Thermidor bürokrasisi” saçma teorisini geçerek, devam etmeden önce hatırlatmak isteriz, olağanüstü koşullar altında dev bir kapitalist kuşatma ve emperyalist saldırı altında, geri bir köylü ülkede, sosyalizmi kurarken iç savaşlardan, emperyalist ve faşist işgallerden geçen SSCB’de bürokratik zaafların gelişerek ağır tahribatlar yaratması, önemli dersler çıkarılması gereken bir gerçeğe işaret etmektedir sadece. Bürokrasi, sınıflı toplumun ürünüdür ve en yetkin düzeyine de kapitalizmle ulaşmıştır. Modern bürokrasi, burjuvazinin damgasını taşır. Kapitalizmden komünizme geçiş süreci (ki iç ve uluslararası arenayı kapsayan bir süreçtir) aynı zamanda bürokrasiye (devlet olgusu) karşı mücadele; devletten devletsizliğe (devletin sönmesi) geçiş sürecidir. Bürokrasiye karşı mücadele süreci kesintisiz devrimin, (ekonomik devrimin, siyasal devrimin, kültürel devrimin) bir bütünsellik halinde dünya devriminin zaferine, dünya komünizmine geçiş sürecine bağlanmış bir tarzda yürütülecek bir mücadele içeriğine ve perspektif genişliğine sahiptir. Kafa ve kol emeği arasındaki farklılığın aşılması temelinde, sosyalist demokrasinin derinleştirilerek geliştirilmesi, demokrasinin de aşılarak özgürlükler dünyasına geçişle bağlı bir süreçtir. Bu bağlamda Stalin önderliğindeki SSCB gerçeğinde teorik ve pratik olarak çıkarılması gereken çok temel dersler bulunmaktadır... Teoriyi geliştirme, zenginleştirme görevi bu büyük deneyimin eleştirel dersleriyle silahlanmayı gerektirmektedir. Bazıları bundan, Marksizm-Leninizm’i, sosyalist inşa deneyimini topyekün ret ve inkarı anlıyor; kuşkusuz ki bu, burjuvazinin saflarına geçişle damgalı bir teori ve pratiğin somutlaşmasıdır.

Devam edelim.

Ama, burjuva toplumu her ne kadar kahramanlara özgü bir toplum olmasa da, onu dünyaya getirmek için, kahramanlık, özveri, terör, iç savaş ve dış savaşlar gene de zorunlu olmuştu.” (K. Marx, age., s. 15, iba.)

Proleter devrimler çağı, kapitalist emperyalizmin ölüm çağıdır. Bu olgunun pratik açılımı ve olgusu olan Büyük Ekim Devrimi söz konusu olduğunda “ kahramanlık, özveri, terör, iç savaş ve dış savaşlar” çok daha geçerli ve daha keskin tarihsel olgulardır ve tarihsel deneyim su götürmez bir şekilde bu gerçeği kanıtlamıştır. Çünkü çağımız kapitalist emperyalizmin yıkılışı, proletarya devrimler çağıdır; Ekim Devrimi bu nesnel tarihsel gerçeğin görkemli kanıtlanışıydı ve uluslararası sermaye ve dünya gericiliği bu gerçeği görmekte hiç de gecikmedi ve yıldırımlarını Ekim Devrimi, SSCB, sosyalist inşa, proletarya enternasyonalizmi ve dünya proleter devrimine karşı yağdırmaya başladı, hem de durdurak bilmeksizin...

Tarihsel deneyimin doğruladığı gibi, proleter devrimin zaferi, proletaryanın egemen sınıf (proletarya diktatörlüğü) olarak örgütlenmesi bir son değil, yeni bir başlangıç, daha zorlu bir başlangıçtır. Sosyalist inşa proleter devrimin zaferinden bin kez daha zorlu bir sınıf mücadelesidir. Burjuva ve küçük burjuva ön yargılarla bu gerçek zaten anlaşılamaz. Dünya proleter devrimler çağını açan, bir çağa damgasını basan, dünya devriminin öncü gücü SSCB’de sosyalizmin kurulamayacağını, yıkılışa mahkum olduğu ideolojik saldırısı, her renkten burjuvazinin değişik fraksiyonlarının (Menşevikler, Sosyalist Devrimciler, anarşistler, devrilmiş gericilik, emperyalist dünya, II. Enternasyonalciler, Troçkistler, Zinovyevciler, Buharinciler vb.) ortak ideolojisi olmuştur. Bu bağlamda Troçki’nin seçtiği saf, bellidir...

Troçkizmin komünizm maskeli anti-komünizmi, en çarpıcı biçimde, bitmez tükenmez “Stalinizm” düşmanlığında ortaya çıkmaktadır. Bugün nasıl Jakoben düşmanlığı sürüyorsa, “Stalinizm” düşmanlığı da bütün keskinliğiyle sürmektedir.

Bakın Sungur Savran’ın şu sözleri de bu olgunun örneklerinden birisidir.

Bugün, 1917 Ekim Devrimi’ne yol açan çözülmemiş bütün siyasi ve toplumsal sorunlar dünya ölçeğinde yeniden ortaya çıkıyor. Stalinizmi, Ekim’in devamı değil, ama Ekim’e karşı karşı-devrimci bir tepki olarak kavramak, önümüzdeki devrimci mücadelelere hazırlanmak için can alıcıdır.” (Armağan Tulun, Sungur Savran, Sovyetler Birliği’nin çöküşünde devrimci Marksizmin rolü: Bir daha asla! Devrimci Marksist, Küba dergisi La Comuna için yazılmıştır. İba.)

Stalin, “Stalinizm” (Leninizm, proletarya diktatörlüğü, sosyalist inşa, proletarya enternasyonalizmi, Hitler faşizminin ezilmesi, proleter devrimin dünyanın üçte birine yayılması) düşmanlığı, Troçkizmin varlık koşuludur; Thermidorcu karşı devrim propagandası da bu düşmanlığın anti-komünist silahıdır. Hepsi bu! (Ki S. Savran ve A. Tulun tarafından yazılmış olan yazıyı başka bir yazıda ele alacağız.)

1789 Fransız Devrimi’nin zaferi ile mutlak monarşi yıkılır. 1791’de cumhuriyet ilan edilir. 1789 devriminin önderi devrimci burjuvazidir. Devrimi yapan halktır ve burjuvazi de halk içerisinde yer alan devrimin öncü sınıfıdır. Fransız burjuva devrimi burjuva devrimler çağının tanık olduğu en ileri, en radikal burjuva devrimdir. Fransız devrimin zaferi bir son değil, yeni bir başlangıcı, yeni bir çağı, yeni mücadeleleri temsil eder. Devrimin zaferi ile sınıflar arası güç dengeleri yeniden şekillenir. Devrimci mücadele yeni ve keskin biçimlere bürünerek gelişir. Devrimin zaferi ile büyük burjuvazi devrimi bir an önce sonlandırmak için devrilmiş gericilikle (feodal aristokrasi, Kilise ve Kralcılarla) gizli ve açık biçimlerle ilişkiler kurarak uzlaşma yolları arar. İktidara gelen burjuvazi için artık devrim bitmiştir, gerekli olan “düzen ve yasa”dır. Fakat devrilmiş kralcı güçler yeniden iktidarı ele geçirmek için azgın ve dinmek bilmez bir mücadele yürütmektedir. Mutlakiyetçi Avrupa, Fransa burjuva devrimine karşı kutsal bir bağlaşma kurmuştur. Amaç, Fransız burjuva demokratik devrimini ezmek, mutlak monarşiyi geri getirmektir. Fransız burjuva devrimi tüm Avrupa’yı temellerinden sarsmış ve oldukça yaygın devrimci bir etki yaratmıştır. Feodal saraylar, saltanatlar tarihte eşi görülmemiş bir devrimci tehdit altındadır... Rönensas, reformasyon, aydınlanma burjuvazinin iktidarı ele geçirme hazırlığının ve yöneliminin ifadesidir ve ortaya çıktığından beri de feodal gericiliğin sınıf bilinçli karşı devrimci saldırılarına hedef olmuştu. Şimdi de burjuva devrimi aynı ama daha sert, birleşik feodal karşı devrim tarafından ezilmek istenmektedir...

Bir yanda iktidarı ele geçirmiş burjuvazi, diğer yanda yitirilmiş iktidarı/cenneti ele geçirme mücadelesi veren, arkasına Avrupa feodal despotizmini almış kralcı karşı devrim, burjuva iktidarı ve geniş halk kitlelerini tehdit etmektedir. Devrimci Fransa’ya dış müdahale tehdidi sürekli büyümektedir. Ortalık durulmak bir yana, keskinleşen çelişki ve çatışmalar, yeni ayrışmalar ortamında hala bir tür kaos durumu sürmektedir. Devrimin zaferinin getirdiği nimetleri “Eşitlik, Özgürlük, Adalet” bayrağı altına gizlenmiş büyük burjuvazi yemekte ve kent ve kır emekçileri dışlanmaktadır. Devrime önderlik eden burjuvazi devrimi boğmaya çalışmakta, devrim korkusu her geçen gün yüreğinde büyümektedir.

Burjuva devrimin zaferinin ardından geniş halk kitleleri içerisinde derin ve yaygın hayal kırıklığı gelişir. Sıradan kitleler umduklarını bulamamıştır. 1791’de ilan edilen yeni anayasa ile meşruti monarşiye geçilir. Yeni bir devrimci öfke sokakları tutuşturur. Burjuvazinin üst katmanlarının en büyük korkusu baldırı çıplakların devrimci inisiyatifidir. Mülkleri ve iktidarları tehlike altındadır. Burjuvazi için önemli olan kutsal özel mülkleri ve sınıf egemenliğidir. Sokaklar krallığa tümden son verilmesi, monarşinin ekonomik temellerine kadar yıkılmasını ve devrimci cumhuriyetin tavizsiz ilanını talep etmektedir. Feodal Avrupa krallıkları birleşik bir güçle 1792 sonbaharında Prusya ve Avusturya’nın önderliğinde Paris kapılarına dayanır. Ortaçağ gericiliğinin Fransa’ya müdahalesi Fransa’yı ateşli bir ulusalcı devrimci duygular etrafında birleştirir... Fransız halkının devrimci-demokratik kavgasına ve dış müdahaleye karşı mücadeleye önderlik eden parti, Jakoben partidir.

Jakobenler, büyük burjuvazinin feodal aristokrasi ile uzlaşma ve anlaşma, meşruti monarşiyi koruma, kitlelerin bağımsız devrimci eylemini ezme, alt tabakaları yıkıma uğratan, eşitsizliği ve adaletsizliği dayatan politikalara karşı kent ve kır emekçilerinin devrimci eğiliminin sözcüsü ve öncü gücüdür. Ve Paris, her zamanki gibi, devrimin kalesi ve öncüsüdür.

Jakoben diktatörlük dönemi, burjuva demokratik devrimin yeni ve daha üst bir evresi, en radikal evresidir. Jakoben diktatörlük, devrimci-demokratik bir diktatörlüktür. 1793-94 kesitini kapsar. Bu evreyi, Jakoben diktatörlüğün Jirodenler önderliğinde yıkıldığı, devrimin gerileme evresi takip eder. Jakobenler devrimci burjuvaziyi ve Sankülotları, emekçileri, Jirodenler ise ılımlı burjuvaziyi (ticaret ve sanayi burjuvazisini ve taşradaki toprak burjuvazisini) temsil eder. Jakoben hareket, sınıf savaşımının keskinleşmesi, devrim ile karşı devrimin ayrışmasının gelişim seyrinde giderek radikal ve ılımlı kanatlar olarak da ayrışır. Keskinleşen mücadele içerisinde Jirodenler hızla büyük burjuvazi ve devrilmiş gericilikle (Kralcı güçler) kaynaşır. Ve Jakoben devrimci demokratik diktatörlüğün yıkılmasının önderi durumuna gelirler.

Devrimi sonlandırmak isteyen bütün kuvvetler, Jakoben diktatörlük karşısında birleşmiştir. Jakobenler, devrime ve Jakoben diktatörlüğe son vermek isteyen kralcıların ve Jirodenlerin karşı-devrimci terörünü amansızca ezmeyecek olsaydılar bir saniye bile ayakta kalamazdılar. Robespierre, “Yıldırı (terör-bn.) tetikte duran, sert, yumuşuma bilmez bir adaletten başka bir şey değildir. Demek ki, yıldırının kaynağı erdemdir. Yıldırı, yurdun en geciktirmeye gelmez ihtiyaçlarına uygulanan özel bir ilkeden çok, genel demokrasi ilkesinin bir sonucudur.” “Diyorlar ki, yıldırı zorbalık yönetiminin dayanağıdır. Sizinki benzemiyor mu? Evet, özgürlük kahramanlarının ellerinde parıldayan kılıç, zorbalık uydularının kılıcına ne kadar benzerse, o kadar benziyor. ... Sizler de, özgürlük düşmanlarını yıldırarak yola getirin. Cumhuriyetin kurucuları olarak buna hakkınız var. Devrim yönetimi, zorbalığa karşı özgürlüğün zorbalığıdır. Güç yalnızca suçu korumak için mi vardır? Yıldırım, kendini beğenmişlerin kafasına çarpmak için yaratılmamıştır mıdır?”; “Tek bir irade gerekir ve bu irade ya cumhuriyetçi ya da kralcı olmalıdır... İç tehlikeler burjuvalardan geliyor; onları yenmek için de halkla birleşilmelidir” derken; Marat, “Yurdu tehdit eden en korkunç tehlikeler, birçok ilde patlak vermiş iç savaştan geliyor bize”, “Yurtsever partinin bu düşman komployu ezmesi gerekir ya da onun tarafından ezilmeli!” (Devrim Yazıları) derken keskin gerçekleri haykırıyordu. Devrilmiş gericilik (krallık, feodal aristokrasi, kilise) ve devrimi bitirmek isteyen büyük burjuvazinin ve sözcülerinin kıtasal feodal gericilikle, feodal devletlerle (bütün iç çelişki ve çatışmalarına karşın) birleşerek devrime karşı savaşması kaçınılmazdı. Nitekim gerçekleşen de bu oldu. Tarihsel deneyim bu gerçeğin altını çizmiştir. Kapitalizmden komünizme doğru kesintisiz gelişen proleter devrime, sosyalist inşaya karşı çıkanların, SSCB’de sosyalizmin inşasına karşı dövüşenlerin iç ve dış gericilikle birleşerek Ekim Devrimi’ne ve Bolşevizm’e karşı savaşması deneyimi de benzer tarihsel bir gerçektir. Jakoben diktatörlük ve Robespierre burjuvazinin ve gericiliğin, Stalin ve proletarya diktatörlüğü ise, çağımız burjuvazisinin ve Troçkistlerin günah keçisidir.

Devrim bir veya birkaç olayı değil, bir süreci ifade eder. Devrimin nesnel bir mantığı, nesnel gelişme yasaları vardır. Ve devrimin gelişme seyrinde durmaksızın yeni sorunlar, yeni görevler, yeni dönemeçler karşınıza çıkar. Ya yanıt verirsiniz ya da altta kalır ve can çekişirsiniz. Avrupa feodal gericiliği Fransız burjuva devrimi karşısında kutsal bir ittifak kurmuştur. Devrilmiş feodal aristokrasi ve kralcı güçlerin arkasında başını Almanya, Avusturya, Rusya’nın çektiği ortaçağ gericiliği durmakta ve savaşmaktadır. İngiltere, rakibi Fransa’ya karşı kutsal ortaçağ gericiliğinin önde gelen destekçisidir. Devrimin zaferi ile burjuvazi yalpalamaktadır, ayrışmaktadır. Burjuvazi için gün artık devrimi durdurma, sonlandırma, yeni devrimci gelişmelere karşı çıkma günüdür. Burjuvazi iktidardadır, iktidarı bir ölçüde, meşruti monarşi kılıklı devrilmiş gericiliğin güçleriyle paylaşmak zorunda kalsa da artık asıl tehlike sömürülen, ezilen kitlelerin devrimci gelişmesidir. 1789-1793 arası kesit bir geçiş süreci; bir yanda devrimi sonlandırma, öte yanda devrimi son noktasına kadar devam ettirmek isteyen kuvvetlerin keskinleşen ayrışma ve mücadele sürecidir. Bu mücadelede proletarya ve halk kitlelerine, öncelikle de devrimin kaderinde belirleyici rol oynayan devrimci Paris’e dayanan Jakobenler yeni bir devrimci gelişmenin inisiyatif merkezi olarak belirleyici konuma yükselirler; bu gelişmenin temeli, ana dinamiği Kurucu Meclis, parlamento değil, sokaklardır. Burjuvazi, tarihte her zaman, feodal aristokrasi ve kilise hakimiyetiyle tutuştuğu savaşta, burjuva demokratik devrimler çağının en radikal, en ileri gideni olan Fransız devrimi de dahil, daima yalpalayan bir sınıf olmuştur. Onu anti-feodal mücadelede en ileri noktaya dek gitmeye zorlayan işçiler, köylüler, kent ve kır emekçileri olmuştur. Devrimi yapan burjuvazi devrimin ertesi günü devrimden nefret eden, devrimi boğmaya çalışan bir sınıf haline gelmiştir. 1848 devrimlerinde bu olgu daha çarpıcı ortaya çıkmıştır...

DEVAM EDECEK

10 Haziran 2022 Cuma

İTİRAFLARIN NEDENİ VE BUHARİN'İN ANALİZİ

 

"Bir ayağı kanoda bir ayağı teknede olanlar daima nehre düşerler." (Kızılderili atasözü)

"Düşman en iyi öğretmendir."

"Sakalda keramet olsa, keçi şeyhlik ederdi."

"Şimdi kendi pişmanlığımın nedenlerinden söz edeceğim." (Buharin)

BUHARİN'İN DEĞERLENDİRMESİ

"Neden itiraf ettiler" sorusunun yanıtını Buharin* şöyle vermektedir:

‘’Suçun aşırı ağırlığı aşikar, siyasi sorumluluk çok büyük, yasal sorumluluk en ağır cezayı haklı çıkaracak şekilde. En ağır ceza haklı çıkar, çünkü bir adam bu tür suçlar için on kez öldürülmeyi hak ediyor. Bunu kategorik olarak  tamamen ve hiçbir tereddüt etmeden itiraf ediyorum.
Suç faaliyetlerim ile ilgili kötülüklerimi, ve pişmanlığım ile ilgili gerçekleri kısaca açıklamak istiyorum.

Sorgulama sırasında ben ana ifademi verdiğim zaman bizi, karşı devrimci komplocuları, bu kokuşmuş yeraltı hayatının içine batıran ve duruşmada bütün çıplaklığıyla teşhir edilen dürtünün, mücadelenin çıplak mantığı olduğunu zaten söylemiştim. Mücadelenin bu çıplak mantığı, fikirlerin yozlaşması, psikolojinin yozlaşması, kendimizin yozlaşması, insanların yozlaşması eşliğindeydi. Bu tür yozlaşmanın bilinen tarihi örnekleri vardır. Sadece Briand, Mussolini ve diğerlerinden bahsetmek bunun için yeter. Ve biz de dejenere olduk ve bu bizi görüşleri ve özelliklerinde kulak askeri (Praoterian) faşizmine çok benzeyen bir kamp içine  getirdi. Bu süreç, gelişen bir sınıf mücadelesinin koşulları altında durmadan çok hızlı bir şekilde ilerlerken, bu mücadele, onun hızı, onun varlığı, onun hızlandırıcısı olarak,  yozlaşma sürecinin  hızlanmasında kendisini ifade eden, sürecin katalitik ajanı olarak hareket etti. 

Ancak, ben de dahil olmak üzere, insanların bu yozlaşma süreci, Batı Avrupa'daki uluslararası işçi liderlerinin yozlaşma sürecinin gerçekleştiğinden tamamen farklı koşullarda gerçekleşti. Engin kapsamı, görevleri, zaferleri, güçlükleri, kahramanlığı ile muazzam sosyalist inşanın ortasında gerçekleşti.

Ve bu temelde, bana, burada sanık yerinde oturmuş her birimizin tuhaf bir ikili ruh halinden, karşı-devrimci davasında eksik bir inançtan acı çektiği olası gibi görünüyorBunun bilincinin olmadığımı söylemiyeceğim, ama eksiklik vardı. Dolayısıyla iradenin yarı- felç olması, reflekslerin zayıflaması, bana öyle geliyor ki, bizler bir dereceye kadar geri zekalı refleksleri olan insanlarız. Ve bu, tutarlı düşüncenin yokluğundan değil, sosyalist yapının nesnel ihtişamından kaynaklanıyordu. Dejenerasyonumuzun hızlanması ve bu geri zekalı refleksleri arasında ortaya çıkan çelişkisosyalist inşanın gelişmesi koşulları altında bir karşı-devrimci ya da gelişen bir karşı-devrimci konumunu ifade etti. İkili bir psikoloji ortaya çıktı. Her birimiz bunu kendi kalbimizde ayırt edebiliriz, ancak geniş kapsamlı bir psikolojik analiz yapmaya girmeyeceğim.

Ben bile bazen sosyalist inşa hakkında yazdığım övgülerle kendimden geçtim, ancak yarının da bunu suç karakterli bir pratik eylemle reddettim. Burada Hegel'in felsefesinde en mutsuz zihin olarak adlandırılan şey ortaya çıktı. Bu mutsuz ruhsal durum, sıradan mutsuz durumdan sadece suçlu bir ruhsal durum olması gerçeğiyle farklıydı.

Proleter devletin kudreti, ifadesini sadece karşı-devrimci grupları parçalaması gerçeğinde değil, aynı zamanda düşmanlarını içerden parçalaması gerçeğinde, düşmanlarının iradesini dağıttığı gerçeğinde de kendini buldu. Başka hiçbir yerde böyle bir durum söz konusu olamaz ve hiçbir kapitalist ülkede olamaz.

Bana öyle görünüyor ki, bazı Batı  Avrupa ve Amerikan Aydınları SSCB'de yaşanan duruşmalarla ilgili olarak  şüpheler ve yalpalamalar umut etmeye başlıyorlar, bu öncelikle bu insanların radikal farkı anlamadıkları gerçeğine dayanıyor, yani, ülkemizde uzlaşmaz, düşman, aynı zamanda bölünmüş, ikili bir şuura sahip. Ve bunun anlaşılması gereken ilk şey olduğunu düşünüyorum.

Bu sorular üzerinde durma özgürlüğünü kullanıyorum, çünkü yurt dışında, özellikle bilim adamları arasında bu üst entelektüellerle önemli ilişkilerim vardı ve onlara Sovyetler Birliği'ndeki her Genç Öncünün bildiklerini açıklamalıyım.

Pişmanlık çoğu zaman, Tibet tozları ve benzeri gibi çeşitli ve kesinlikle saçma olan şeylere dayandırılır. Kendim için şunu söylemeliyim ki, bir yıldan fazla bir süredir hapsedildiğim hapishanede, çalıştım, inceledim ve şuur netliğimi korudum. Bu, bütün efsaneler ve saçma karşı devrimci masalların gerçeklerle çürütülmesine hizmet edecektir.

Hipnotizma denildi. Ancak ben  mahkemede  yasal açıdan kendimi savunmada bulundum , savcı ile savunmaya girdim; ve bu tıp dalında çok az deneyime sahip bir kişi bile olsa, bu tür hipnotizmanın tamamen imkansız olduğunu kabul etmek zorundadır.

Şimdi kendi pişmanlığımın nedenlerinden söz edeceğim.
Elbette, suçlayıcı delillerin çok önemli bir rol oynadığı kabul edilmelidir: Üç ay boyunca hiçbir şey söylemeyi reddettim. Sonra ifade vermeye başladım. Neden? Çünkü ben hapishanedeyken bütün geçmişimin yeniden değerlendirmesini yaptım. Çünkü,  kendinize ‘eğer ölmeliysen, ne için ölüyorsun ?’ sorusunu sorduğun zaman - çarpıcı bir şekilde kapkara bir boşluk karşınıza çıkıyor. Eğer insan pişmanlık duymadan ölmek istediyse, ölmeğe değer hiçbir şey yoktur, bunun tersine, Sovyetler Birliğinde olumlu olan her şey bir insanın zihninde yeni boyutlar kazanır. Bu sonunda beni tamamen etkisiz hale getirdi ve parti ve ülke önünde diz çökmeye götürdü. Ve kendinize sorduğunuzda: ‘Çok iyi, hadi ölmediğinizi varsayalım; bazı mucizelerle hayatta kaldığınızı varsayalım, o zaman ne için?’

Herkesten tamamen soyutlanmış, halk düşmanı, insanlık dışı bir konumda, yaşamın özünü oluşturan her şeyden tamamen soyutlanmış ... ‘Ve anında aklı başında bir cevap ortaya çıkar. Ve böyle anlarda, Vatandaş Yargıçlar, kişisel olan her şey, kişisel çürümeye  kadar, bütün garezler, gurur ve bir dizi başka şeyler, uzaklaşır, kaybolur. Ve, buna ilave olarak, geniş uluslararası mücadelenin yankıları kulağınıza ulaştığındabütün bunlar, bir bütünlük içinde çalışır, ve sonuç SSCB'nin önünde diz çöken muhaliflerine karşı tam bir iç ahlaki zaferidir. Feuchtwanger'ın kitabını hapishane kütüphanesinden alma şansım oldu. Orada Feuchtwanger  Troçkistlerin mahkemede yargılanmalarına  atıfta bulunur. Bu bende derin bir izlenim bıraktı; fakat şunu söylemeliyim ki Feuchtwanger konunun özünü anlamadı. Yarı yolda durdu; aslına bakarsan, her şey açık ve net olduğunda, her şey onun için net değildi. Dünya tarihi yargının bir dünya mahkemesidir: bir dizi Troçkist liderlerin grupları iflas etti ve çukur içine atıldı. Bu doğru. Fakat Feuchtwanger'in Troçki'yle ilgili olarak yaptığını, onu Stalin'le aynı düzlemde ele aldığında yapamazsınız. İşte burada onun argümanları kesinlikle yanlıştır. Gerçekte bütün ülke Stalin’in arkasında durduğu için; o dünyanın umududur; o bir yaratıcıdır. Napolyon bir keresinde kaderin politika olduğunu söyledi. Troçki'nin kaderi karşı-devrimci politikadır.

Bitirmek üzereyim. Belki de hayatımda son kez konuşuyorum.

Soruşturma otoritelerine ve size, Vatandaş yargıçlara, teslim olma gerekliliğinin nasıl farkına vardığımı açıklıyorum.  Yeni hayatın neşesine karşı en suçlu mücadele yöntemleriyle çıktık. Vladimir İlyiç’in hayatına karşı komplo hazırladığım suçlamasını reddediyorum, ama benim karşı devrimci müttefiklerim ve onların başında ben, Stalin tarafından böylesine muazzam bir başarı ile yürütülen Lenin'in davasını öldürmeye çabaladık. Mücadelenin mantığı bizi adım adım en karanlık, bataklığa götürdü. Ve , Bolşevizmin duruşundan ayrılmanın siyasi karşı- devrimci çetecilik saflarıyla bir olma anlamına geldiğini bir kez daha kanıtlanmıştır . Karşı Devrim çeteciliği şimdi ezildi, biz ezildik, ve korkunç suçlarımızdan pişmanız.

Tabii ki mesele bu pişmanlık, ya da benim kişisel pişmanlığım değildir . Mahkeme  kararını bu olmadan alabilir. Sanığın itirafı şart değildir. Sanığın itirafı orta çağ bir hukuk ilkesidir. Fakat burada aynı zamanda karşı-devrimci güçlerin iç yıkımı da var. Ve birinin (karşı devrimci) silahlarını bırakmaması için bir Troçkist olması gerekir.

Burada, karşı-devrimci taktikleri oluşturan güçlerin dört köşesinde, Troçki'nin temel itici güç olduğunu söylemenin görevim olduğunu hissediyorum. Ve en keskin yöntemler - terörizm, casusluk, SSCB'nin parçalanması ve  -yıkıcı faaliyetler-  bu kaynaktan başlamıştır.

Ben, Troçki ve  benim diğer suç ortaklarımın, özellikle bunu Nikolayevsky ile tartıştığım için, İkinci Enternasyonalin bizi,  özellikle beni savunmaya çalışacakları sonucunu çıkarabilirim. Bu savunmayı reddediyorum, çünkü ülke önünde, parti önünde, bütün halk önünde diz çöküyorum.
Suçlarımın büyüklüğü, özellikle SSCB mücadelesinin yeni aşamasında, ölçülemez derecede. Bu Mahkeme,  en son, ağır ders olsun ve SSCB'nin büyük gücü herkes için açık ve net olsun. SSCB'nin ulusal sınırlılığına dair karşı-devrimci tezin berbat bir paçavra gibi havada asılı kaldığı herkes için açık ve net olsun. Herkes, Stalin'in güvencesi altında  ülkenin akıllı liderliğini kavrıyor.

Bunun bilincinde olarak kararı bekliyorum. Önemli olan pişman olmuş bir düşmanın kişisel duyguları değil, SSCB'nin yükselen gelişimi ve onun uluslararası önemidir.''
(Çeviri Erdoğan A., Eylül 2019''. Marksist Leninist Teorik Yazılar Arşivi)

Buharin'in analizi ve açıklaması dikkatlice incelenmelidir; Buharin, daha önce değil, suç kanıtları önüne koyulduktan sonra (bazı önemli ve hassas bilgileri, verileri gizlemesine karşın) ifade vermiştir. Buharin'in analizi itiraflarda bulunmasının nedenlerine açıklık getirmektedir. Bu açıklamaların özü, diğer sanıklar için de geçerlidir. İtirafların nedenlerini boş, geçersiz, hayali, saçma sapan, demagojik senaryolarda aramak yerine Buharin'in açıklamalarında bulmak gerekir. Buharin sorunun özünü net koyuyor. Bu bir tarihsel deneyimdir, proletarya diktatörlüğü ve sosyalist inşa sürecinin sunduğu yeni bir deneyimdir. Bu deneyim, sosyalizm ve proletarya diktatörlüğü koşullarında egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletaryaya, kapitalizmden komünizme geçiş sürecinde sosyalist inşaya karşı baş kaldıranların nasıl çürüdüklerini, ihanet ve döneklik bataklığında nasıl boğulduklarını çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır. ''Mücadelenin mantığı bizi adım adım en karanlık, bataklığa götürdü.'' diyor Buharin; ''Mücadelenin bu çıplak mantığı, fikirlerin yozlaşması, psikolojinin yozlaşması, kendimizin yozlaşması, insanların yozlaşması eşliğindeydi.'', diye vurguluyor; doğru söze ne denebilir! ''Neden? Çünkü ben hapishanedeyken bütün geçmişimin yeniden değerlendirmesini yaptım. Çünkü,  kendinize ‘eğer ölmeliysenne için ölüyorsun?’ sorusunu sorduğun zaman -çarpıcı bir şekilde kapkara bir boşluk karşınıza çıkıyor. Eğer insan pişmanlık duymadan ölmek istediyse, ölmeğe değer hiçbir şey yoktur, bunun tersine, Sovyetler Birliğinde olumlu olan her şey bir insanın zihninde yeni boyutlar kazanır. Bu sonunda beni tamamen etkisiz hale getirdi ve parti ve ülke önünde diz çökmeye götürdü. '' İşte gerçek bu! İdeolojik, siyasi ve ahlaki yıkım. Bolşevizm'e ve sosyalizme ihanet. Uğruna ölmeye değer bir şeyin kalmaması. Ağır suçların altında tam bir yıkım ve çöküş. Proletarya sosyalizminin ideolojik ve ahlaki üstünlüğüne teslim oluş...

Bu gerçekler ve açıklamalardan sonra itirafların ilaçlarla, işkencelerle, hayatlarının bağışlanacağı sözleriyle verildiği/alındığı iddialarının bir anlamı kalmamaktadır.

Troçkist-Zinovyevist-Buharinist programın ortak paydası olan ''Rutin platformu''nun "yazarı" (gerçekte bu metin Buharin tarafından yazılmıştır) Rutin'in şu açıklaması oldukça anlamlıdır:

''OGPU'daki sorgulama sırasında, Ryutin şunları söyledi: 'Hem eski Troçkist hem de eski Sağ ve Zinovyev muhalefetinin liderlerinin morallerinin o kadar bozulduğuna, o kadar manevi ideolojik secdeye düştüklerine inanıyordum ki, iç parti durumunun mevcut aşamasında onlar ... verili parti liderliğine karşı aktif bir mücadeleye muktedir değillerdi. Sadece belirli umutları açacak, belirli başarı fırsatları yaratacak oldukça yaygın bir yeraltı çalışması gerçeğiyle karşı karşıya kaldıklarında yer alacaklarına inanıyordum.' " (Martemyan Nikitich Ryutin: biyografi CABINETRY SİTESİ)

Şu an bizi ilgilendiren şey, Rutin'in, ''Hem eski Troçkist hem de eski Sağ ve Zinovyev muhalefetinin liderlerinin morallerinin o kadar bozulduğuna, o kadar manevi ideolojik secdeye düştüklerine inanıyordum ki,...'' sözleridir. (Rutin platformu hikayesinde kendi liderlerininin hedefleşmesini önleme manevrasını geçiyoruz.) Bu sözler iliklerine dek çürümüş, moralmen çökmüş liderlerin ruh halidir. Bu saptama aynı bloğun aktif ve önde gelen bir militanı tarafından dile getirilmektedir. İşte bu aşırı çürüme ve moral çöküntü Moskova mahkemelerinde yargılanan sanıkların ortak ruh haliydi. İnançlarını kaybetmiş, Bolşevizm'e, Stalin'e, onun da şahsında sosyalist sisteme, iktidara ve öncüsü partiye karşı sınırsız bir burjuva kinle davranan bu güruh, her türlü karşı devrimci eylemin önderleri ve militanları olarak ilkesizler topluluğu haline gelmişti. İnsanlar en son vicdanlarını kaybeder, oysa onlar vicdanlarını da çoktan kaybetmişlerdi. On milyonlar inanılmaz zorluklar ve bedeller altında sınırsız bir coşkuyla** sosyalizmi kurarken onlar sosyalizmi yıkma, kapitalizmi kurma mücadelesini veriyorlardı.

Ve Buharin'in*** şu sözleri açığa çıkarılmış bir temel gerçeği, sosyalist anavatana ihanet suçunu hep birlikte işlediklerinin itirafı olarak tarihe kaydını düşmüştür:

''Ben, bununla birlikte, SSCB'nin parçalanması alçak planından suçlu olduğumu kabul ediyorum, çünkü Troçki toprak imtiyazları hakkında müzakere ediyordu, ve ben Troçkistlerle bir bloktaydım. Bu bir gerçek ve itiraf ediyorum.''

Moskova mahkemelerinde yargılanan diğer önde gelen sanıklar da aynı itirafı, daha ayrıntılı açıklamalar eşliğinde yapmıştır. Buna bolca kanıt sunabiliriz ama gerekmiyor. Antonio Gramsci durup dururken "Troçki faşizmin fahişesidir" diye yazmamıştır.

Gerici bürokrasi devrilmeli ve devrilecektir. SSCB'de siyasi devrim kaçınılmazdır.”; 1932 yılında oğlu Sedov'a yazdığı mektupta, "İsimsizlik ve komplo yoluyla baskıyla savaşılırZaman kaybı kabul edilemez
diyen ve bu politika uygulayanların baştan aşağı suça ve çürümeye battıkları açıktır. Dolayısıyla tutukluluk ve mahkemeler sürecinde sanıkların çıplak gerçekler karşısında suçlarını itiraf etmelerinde yadırganacak bir şey olmadığı açıktır. Gerçeğin kudreti karşılarındaydı, mızrak çuvala sığmıyordu, kaçacak delikleri kalmamıştı...

İŞKENCE İDDİALARI VE GERÇEKLER

G. Furr, Moskova mahkemeleri sanıklarına işkence yapıldığı iddiasını kapsamlı bir şekilde inceler.

''Moskova Mahkemelerinin yaklaşık on sanığı tarafından Sovyet Yüksek Mahkemesine yapılan temyiz taleplerini kanıt olarak sunuyoruz. Her biri suçlu olduğu konusunda ısrar ediyor. Bu belgeler, kaleme alındıkları dö­nem de dâhil olmak üzere, kamuoyuna açıklanması planlanan belgeler de­ğillerdi.''

Sanıklar temyiz hakkını kullanır. Temyiz hakkınını kullanan sanıklar işkence gördükleri iddiasını ileri sürmez. Eğer mahkumlar işkence görmüş olsaydı, üst mahkeme bu zulmü sanıklar lehine değerlendirilecekti. Dahası, kendi lehlerine bir tavır çıkmadığı koşullarda en azından işkence gördükleri iddialarını kayıtlara geçirmiş olacaklardı; sanıklar bunu yapacak zeka ve yeteneğe sahipti.

İsteyen yayınlanmış Radek'in mahkeme kayıtlarını okuyabilir ama biz Furr'dan okumaya devam edelim:

''Radek, Ocak 1937’de yapılan ikinci Moskova Mahkemesinin önünde, soruşturmacıların kendisine hiçbir şekilde işkence yapmadıklarını, asıl kendisinin soruşturmacılara işkence yaptığını söylüyor. Buharin, üç ay­lık sessizliğin ardından kendisini itirafta bulunmaya iten sebebi 'suçla­yıcı deliller' (uliki) olarak açıklıyor. Başka bir yerde Steven Cohen’in, Buharin’in işkence görmediğine dair vardığı sonucu dile getirmiştik. Burada Cohen’in açıklamasını yinelemeye gerek olmadığını düşünü­yoruz. Cohen, Buharin konusunda dünya çapındaki tek uzmandır ve Buharin'in işkence görmediği gerçeğini teslim ederken doğruyu söyle­diği konusunda ısrar etmeye devam ediyor.''

''2005 yılının başlarında, NKVD’de Nikolay Yejov’a yardımcı komutan­lık görevini yapmış Mihail Frinovskiy’in itirafları yayımlandı. Bu ya­yında, Frinovskiy, Yejov ve onunla hareket eden diğer komplocuların ki buna kendisi de dâhil, başka birçok kişiye işkence yaptıklarını ve bu kişiler hakkında sahte suçlamalarda bulunduklarını itiraf ediyor. Ancak Frinovskiy, Mart 1938’deki 'Sağcı veTroçkist Blok' ve "Buharin" davala­rında bu yöntemi uygulamadıklarını açık bir şekilde söylüyor.

Aynı itirafta, Frinovskiy yine açık bir şekilde Buharin ve geri kalan her­kesin suçlu olduğunu ve ayrıca kendisinin ve Yejov’un, bu Sağcı tertibin parçası olduklarını beyan ediyor. Yine Buharin'in, Yejov’un bu tertibe müdahil olduğunu bildiğini, mahkemede bu konuda sustuğunu ve bu sır­rı ölümüne kadar kendisine sakladığını da söylüyor.'' (G. Furr, Leon Troçki’nin Almanya ve Japonya’yla İşbirliğinin Kanıtları)

Yeltsin döneminde anti-komünist Albay Viktor Alkansnis'in  gizli arşive girmesine izin verilir; izinin ama 'Tuhaçevsky Davası' hakkında Stalin'i suçlayacak bilgilere ulaşmaktır. Dedesi de yargılanıp idam edilmiş A. V. Alkansnis bu iş için güvenilir bir isim olarak görülmüştür. Ki dedesi Tuhaçevsky'yi ve askeri kliği yargılayan hakim heyetinde yer almaktaydı. Bu tablo bağlamında Alkansnis'in açıklamalarının büyük önem taşıdığı açıktır.

Alkansnis konu hakkında şunları söylüyor:

"Tuhaçevskiy dosyasını inceledikten sonra anladım ki orada da işler pek basit değildi. Tuhaçevskiy ve arkadaşlarından kendilerine karşı ifadeleri işkence ile aldıklarına olan inancım ciddi bir biçimde sarsıldı, çünkü tutanaklara bakılırsa bu ifadeleri samimi bir biçimde verdikleri anlaşılıyordu. Dava dosyasını inceledikten sonra şu sonuca vardım ki gerçekten de Kızıl Ordu'da bir subaylar komplosu veya ona benzer bir şey olmuştu. KGB binasından büyük bir şaşkınlık içinde ayrıldım."

"'Eğer bu yıllardaki olaylar hakkında, ideolojik dogmalardan arındırılmış, objektif bir araştırma yapılmış olsaydı, bizim o yıllara ve o yılların önemli şahsiyetlerine dair tutumumuzda mutlaka önemli bir değişiklik yaşanır; bu türden bir araştırma adeta bir 'bomba’ etkisi yaratırdı...' Albay Viktor Alksnis, 2000 (G. Furr, Stalin ve Demokrasi Trotskiy ve Naziler, iba., Yazılama Yayınları)

Alksnis'in açıklaması işkence iddialarını yalanlamaktadır; üstelik incelediği mahkeme arşivi, kamuoyuna açık yapılmamış Tuhaçevsky ve askeri kliğin mahkemesidir. İşin bu yanı da özel önem taşımaktadır; mahkemenin askeri sırlar nedeniyle kapalı yapılmasını anti-Stalinist demagoji ve saldırı için kullananlar, "Onlara aklın bile kavrayamacağı en korkunç işkenceler yapıldı...", "Eğer Tuhaçevsky ve diğer generaller boyun eğseydi, Stalinist senaryonun figüranları olmayı kabullenseydiler, onlar da açık gösteri mahkemelerinde yargılayacaklardı" vs. propagandası için daima istismar ettiler. Alksnis'in açıklamaları bu vb. türden sahte propagandayı teşhir etmektedir. Hatırlatmak gerekir, Alksnis arşiv incelemesini ve açıklamalarını SSCB dağıldıktan sonra yapmıştır. Ve o, yaptığı incelemelere dayanarak, Stalin dönemi hakkındaki gerçeklerin tersyüz edildiğini, eğer açıklanırsa bunun "bomba" etkisi yaratacağını vurgulamaktadır.

Yine 1898 doğumlu, 30'larda yargılanmış, ağır hapis cezasına çarptırılmış "Valentin Astrov, SSCB yıkıldığında bile hayattaydı. 1989'da ve 1993'te Rus basınında anti-komünist Stalin karşıtı yazılar coşkuyla karşılanırken, Astrov, hiçbir biçimde itilip kakılmadığını, tehdit edilmediğini, işkence görmediğini ve hatta saygısız bir davranışla karşılaşmadığını yazılı olarak söylemeye devam etti." (G. Furr, Sergey Kirov Cinayeti, bkz. s. 328 ve Troçki'nin Yalanları, bkz. s. 360, 361, 362, iba., Yazılama)

1989 ve 1993 tarihinde "Stalinist diktatörlük" falan yoktu. Dahası anti-Stalinizm dev bir dalgaya dönüşmüştü. Eğer Astrov, isteseydi "Stalinist terör" döneminde verdiği ifadeleri (itirafları) rahatça reddedebilir ve kamuoyuna "o itiraflarım gerçek değildi, milyonların kanını döken Stalinist terör koşullarında, azgın işkencelere uğradığım için vermek zorunda kaldığım aslı-astarı olmayan ifadelerdi" diyebilirdi. Ve o bunu yapmakla ayrıcalıklar kazanacak ve alkışlanacaktı. Ama yapmadı. Furr, Buharin ve Rikov tarafından verilen ifadelerin (1938 yılı Ocak ayı) Astrov'un 1937'de verdiği ifadeyi doğruladığını vurgulamaktadır. (Furr, Astrov'un yeni baskısı yapılan kitabında sadece Buharin'in kendisinden terör eylemi yapmasını istediği sözlerine yer vermediğini söyler.)

Şu açıklamaları da birlikte okumaya, anlamaya çalışalım.

'On altı sanık neden suçlarını itiraf etti… Hapishanede kötü muameleye maruz kalmış olsalardı, elbette bunun bazı işaretleri kamuoyuna görünür olurdu ya da en azından biri bu konuda bir tür açıklama yapardı… Kanıtlar ezici olduğu için masum olduğunu iddia etmek imkansızdı ve tüm bu insanlar bunu biliyorlardı.' ”
– Pat Sloan, age.

“ ‘Leon Troçki'yi Savunmak için Amerikan Komitesi”nin birçok üyesi bile sonunda fikirlerini değiştirdi ve Troçki'nin suçluluğuna ikna oldu. Bu kişiler arasında gazeteciler Carleton Beals ve Lewis Gannett, Nation dergisi editörü Freda Kirchwey ve Nation yazarı Mauritz A. Hallgren de vardı:

“…Komisyonunuza katıldığımdan beri, buradaki tüm sorun üzerinde derin ve ciddi düşündüm. Bu ülkede mevcut olduğu sürece, davayla ilgili tüm belgeleri inceledim. Tüm haberleri yakından takip ettim. İlk duruşmaya katılan komünist olmayanların hazırladığı bazı raporlara başvurdum. Her iki taraftaki partizanların yayınlanmış argümanlarını dikkatle inceledim. Ve Troçki'nin Stalinizme karşı davasıyla ilgili yazılarını da aynı dikkatle yeniden inceledim…

Bazıları tarafından hipnotize edilerek itirafta bulundukları söyleniyor… Örneğin, sanıkların itirafta bulundukları ittifak, itirafların yanlış olduğunun ve bazı esrarengiz yollarla elde edildiğinin kanıtı olarak kabul ediliyor. Ancak bu iddialar hiçbir somut ya da mantıklı kanıta dayanmıyor... Sanıkların fikir birliği, bu davanın da bir 'düzen' olduğunu kanıtlamaktan çok uzak, bana doğrudan aksini kanıtlıyor gibi görünüyor. Çünkü bu adamlar masumsa, o zaman kesinlikle üç düzineden en az biri, her halükarda ölümle karşı karşıya olduğunu bilerek gerçeği ağzından kaçırırdı. Bu kadar çok sayıda sanık arasından yalanların hiçbirinin yararına olmayacağı halde hepsinin yalan söylemesi düşünülemez. Ama neden gerçek için bariz olanın ötesine bakıyorsunuz, insanın burnunun dibindeki gerçekleri neden mistisizmde ya da kara büyüde arar? Sanıkların suçlu olduğu gerçeğini neden kabul etmiyorsunuz?' ”
(Mauritz A. Hallgren, Troçki Savunma Komitesinden Neden İstifa Ettim )

Aynı yerden devam edelim.

2) Sanıklara işkence yapıldığı veya tehdit edildiği iddiası.

SSCB'de NKVD'nin fiziksel baskı kullanmasına izin veren bir yasa olmasına rağmen, söz konusu sanıklara işkence yapıldığına dair hiçbir kanıt yok.

Romancı ve oyun yazarı Lion Feuchtwanger, Pyatakov-Radek Davası sırasında Sovyetler Birliği'ni ziyaret ediyordu. O yazdı:

İlk ve en makul varsayım, elbette, itirafların mahkumlardan işkenceyle ve daha da kötü işkence tehdidiyle alındığıdır. Ancak bu ilk varsayım, mahkumların bariz tazeliği ve canlılığı, tüm fiziksel ve zihinsel yönleriyle çürütüldü… Bunlarda imal edilmiş, yapay, hatta hayranlık uyandıran veya duygusal bir şey olduğunu hayal etmenin hiçbir gerekçesi yoktu.”
(Feuchtwanger, Aslan. Moskova, 1937, s. 121-122)

Gazeteci John Gunther ayrıca duruşma hakkında şunları yazdı:

“ ‘Mahkumlara Moskova Sanat Tiyatrosu aktörleri tarafından işkence yapıldığı, hipnotize edildiği, uyuşturulduğu (sahte itiraflarda bulunmalarını sağlamak için) ve – bir seçim detayı – taklit edildiği söylendi! Ancak yargılamalar, ön soruşturmaların tamamlanmasından kısa bir süre sonra gerçekleşti ve çoğu deneyimli muhabirler, yüzlerce tanığın huzurunda, açık mahkemede gerçekleşti… Polis soruşturmasında olduğu gibi, dünyanın her yerinde baskı kesinlikle vardı, ama kanıt yoktu. İşkenceden.’ "
(John Gunther, Avrupa'nın İçinde)

En yaygın iddia, Buharin'in işkence gördüğüdür, ancak  Buharin biyografisi yazarı Steven Cohen'e göre, bunun olamayacağını iddia ediyor:

Hapishanede kendisine [Buharin] karşı hiçbir fiziksel işkence uygulanmadığı görülüyor” dedi.
(Cohen, Bukharin na Lubianke, Svobodnaia Mysl' 21, No. 3 (2003), s. 60-1.)

Tarihçi Asen Ignatov da aynı fikirde:

"Buharin'in işkence görmediğinden emin olabiliriz."
(Asen Ignatov, Revoliutsiia pozhiraet svoikh vunderkindov. Sluchai Bukharina s psikhologicheski tochki zreniia. Forum 1 (2005)

Tarihçi Edvard Radzinsky:

Onu bu rezil maskaralığa katılmaya iten işkenceler hakkında pek çok efsane var. İyi bir efsaneyi çürütmek üzücü… Hayır, işkence yoktu. Hassas ve histerik Buharin'in işkence aralıklarında bu kadar çok edebi eser yazmış olması da olası görünmüyor.” 
(Edvard Radzinsky, Stalin)

Bazıları, bunun yerine Buharin'in partiye yardım etmek için yalan itirafta bulunduğunu söylemeyi tercih etti, ancak bu da pek olası görünmüyor. Masumiyetine dair bir kanıt yok ama suçluluğuna dair bir kanıt var. Buharin'in ifadesine göre, NKVD'nin kendisine karşı sahip olduğu kanıtları, kaç kişinin daha yakalandığını ve onu kimin suçladığını öğrendikten sonra itiraf etmeyi seçti. Bu mantıklı görünüyor. Buharin'in açıklamalarına biraz sonra döneceğiz.

İşkence iddiaları son derece yaygın ama asılsız. Sağlam bir kanıt olsaydı, şimdiye kadar görmüş olurduk. Dahası, birinin işkence görmüş olması masumiyet veya tanıklıklarının doğru olmadığı anlamına gelmez. Kesinlikle onların ifadelerinin doğruluğu konusunda şüphe uyandırır, bu nedenle tanıklığın başka deliller ışığında yeniden değerlendirilmesi gerekir. Bunun da ötesinde, çapraz sorguya alınan tanıkların, hakkında hiçbir şey bilmedikleri veya katılmadıkları iddia edilen gerçekler hakkında karşılıklı olarak doğrulayıcı, ayrıntılı açıklamalarda bulunmaları pek olası görünmüyor. Bu ifadeleri doğru oldukları için verebilmeleri çok daha olası görünüyor. .” (Marksist Leninist Teori sitesi – Moskova Duruşmaları Bölüm II)

Kuşkusuz ki bu açıklama ve gerçekler ne Troçkistlerin ne burjuvazinin umurundadır, dahası onlar bu gerçeklerin açığa çıkarılmasına düşmandırlar; çünkü gerçekleri açığa çıkaran her inceleme ve sunulan her yeni veri sahtekarlıklarını, kirli karakterlerini ve kirli savaşlarını teşhir etmektedir.

SSCB'de işkence insanlık suçu ilan edilmiş ve bu kabul yasalar tarfından güvence altına alınmıştır. Buna karşın, 30'lar dünyasında, yaygın işkenceler yapılmıştır. Bunu yapanlar parti ve devlet politikasını, anayasayı çiğnemiş, yapılan soruşturmalarla işkence yapanlar idam da dahil en ağır cezalara çarptırılmıştır. Troçki önderliğindeki, anti-komünist "birleşik blok"un uzantıları olan Yagoda, Yejov gibi güvenlik ve içişleri bakanlığının kilit noktalarında bulunanların inanılmaz manipülasyonlarıyla; hakeza ayrıcalıklarını kaybetmemek için gözü dönük tarzda parti içi iktidar mücadelesi veren "klanlar"ın yıkıcı çalışmaları; yeni süreci anlamaktan ve parti politikalarına uygun davranmaktan uzak kesimlerin ilkel ve gerici müdahaleleri, bu bakımdan ağır sonuçlar yaratmıştır. Stalin'in merkezkaç eğilimlere, ayrıcalıkları uğruna her türlü manevraya baş vuran kesimlere vb. karşı mücadelesi çok önemli tarihsel dersler sunmaktadır. Bu konuda ve pek çok masum insanın haksız baskılara maruz kalmasının nedenleri hakkında J. Arch Getty önemli veriler sunmuş ve değerlendirmeler yapmıştır. Örneğin, yazarın, "Stalinizm Hükmederken" kitabı bu bakımdan önemlidir. Keza Y. Yemelyanov, Yuriy Jukov, G. Furr'un kitapları başlı başına incelenmelidir. Bu eserlerde konuya açıklık getiren önemli veriler yer almaktadır. Bu bağlamda kişisel olarak yaptıkları yorumlarla hem fikir olmamız gerekmez ama sunabildikleri ölçüde yeni verileri anlamaya önem verilmesi gerektiği düşünüyoruz.

Devrimci ve komünist bir geçmişten gelerek ideallerine ihanet eden, sosyalist anavatanı faşizme pazarlayanların yukarıda dikkat çektiğimiz gerçeği tarihsel bir ibret dersidir.

Şu, ''yaşamları bağışlanacağı karşılığında sanıklar Stalin'in senaryosuna uygun ifade verdiler'' propagandasına B. Bland'ın verdiği yanıt tümüyle doğrudur:

''Üçüncüsü, sahte itiraflarda bulunmaları halinde bağışlanacakları vaadi. Bu teori, belki ilk yargılamalar bağlamında hesaba katılabilir. Fakat, Zinovyev ile Kamenev’in idam edilmelerinden sonraki yargılamalar için bu olasılık asla geçerli olamaz.''

Onların anlayamadığı ya da görmezden geldiği şey, şuydu:

O dönem hakkında ne derse desinler, o zamanki atmosferi, düzeni belirleyen şey korku, baskı ve terör değildi. Aksine, uzun yüzyıllardan beri ilk kez kendilerini hayatın efendileri olarak hisseden, ülkeleri, partileriyle samimi olarak gurur duyan, yöneticilerine derin bir inanç besleyen halk kitlelerinin devrimci coşkusunun güçlü dalgasıydı.(Stalin ve Hruşçov Hakkında- İvan Aleksandroviç Benediktov İle Söyleşi, iba., s. 26)

İşte yargılananlar bu dev coşkuya, atılımlara, tarihsel insiyatife karşı savaşarak karşı cepheye geçtiler. Onların bu gerici kopuşu ve karşı saflara boylu boyunca saplanmaları trajik sonlarını da hazırladı. Bu sonu hazırlayan "komplocu Stalin" değil, sınıf mücadelesinin nesnel mantığı, sınıf çatışması, bu çatışmada izledikleri politikaların sanıkları karşı devrim saflarına götürmesidir. Burjuvazinin, Troçkizmin, "Batı Marksizmi"nin, modern revizyonizmin, post-Marksizmin, "Ezilenlerin Marksizmi"nin gizlediği şey, budur.

Emperyalist, faşist, Troçkist, burjuva revizyonist propaganda şu temel gerçeği hep yok sayarak, sisler içerisinde boğarak ''Stalinizm''i (Bolşevizm'i, sosyalizmi) terörle****, toplu katliamlarla, kurşuna dizmeyle, sorgusuz sualsiz on milyonları yok etmeyle özdeşleştirmişlerdir. Oysa, yeniden hatırlatma pahasına, tablo şundan ibarettir:

“ ‘Stalinist terör dalgasının’ ne kadar yalan olduğunun anlaşılması için, o zamanlar SSCB’de 180 milyon insanın yaşadığını bilmek gerekir. Mahkemeye çıkartılanların nüfusa oranı ancak yüzde 0,6’dır. Öte yandan daha önceleri, sömürücü sınıfın halkın yüzde 3’ünü oluşturduğu, göz önüne alındığı zaman-ki bu yaklaşık 6 milyondur; bu duruşmaların o dönem komploları organize eden, eski sömürücü sınıfa ve onların temsilcilerine karşı yöneldiği, kolayca anlaşılabilir.’’

30’ların mahkemelerinde çarpıcı gerçek şudur:

Mahkemeye çıkartılanların yaklaşık yüzde 80’i üst düzeyde parti, devlet ve Kızıl Ordu yöneticileriydi, yine 2 bini Sovyet Cumhuriyetleri’nde üst düzey yetkililerdi.” (Stalin Üzerine Gerçekler, Hazırlayan: Alman Komünist Partisi (Marksist-Leninist), s. 40, Yediveren Yay.) 

Dimitrov, 11 Ocak 1937 tarihinde ‘’Günce’’sine düştüğü notta şöyle yazar: ‘’Buharin’in suçluluğu şüphe götürmez.’’ (G. Dimitrov Günlük-1, s. 163) Dimitrov’un 3 cilt olarak yayınlanmış güncesini okumanın herkes için yararlı olacağını belirtmek isteriz. Buharin suçluluğunu net dillendirmiştir. Buharin kendi suçlarının kölesi haline gelerek davasına, kavgasına, ideallerine ihanet ettiği için kendi imzasıyla kendi sonunu hazırlamıştır. İtiraflarında bu durum sabittir.

Deutscher’in şu sözleri, tabloyu anlamamıza hizmet etmektedir:

Bu sırada Lyova'nın ayakta duracak gücü kalmamıştı. Serge'in anlattığına göre, ‘bir cehennem hayatı yaşıyordu’. Yoksulluğa ve kişisel sıkıntılara, inancına ve gururuna indirilen darbelerden daha kolaylıkla dayanıyordu. Yeniden Serge'i dinliyelim: ‘Montparnass sokaklarında kaç kere sabahlara kadar dolaşarak Moskova mahkemelerinin içyüzünü çözmeye çalıştık. İkide birde bir sokak lambasının altında duruyor, ya o, ya ben bağırıyorduk: 'Tam bir delilik çıkmazı içinde dolaşıp duruyoruz!’ Gece gündüz çalışan, on parası olmayan, babasının öldürülmesinden korkan Lyova gerçekten de tam bir çıkmazın içinde çırpınıp duruyordu. Babasının iddialarını, ve umutlarını yankılamaya devam etmekteydi. Ama her mahkemeden sonra içinde birşeyin kırıldığını hissediyordu. Çocukluğunun ve delikanlılığının en iyi anıları sanık yerinde bulunan insanların anılarına karışmıştı: Kamenev dayısı idi; Buharin hemen hemen iyi bir oyun arkadaşıydı; Radovski, Smirnov, Muralov, ve ötekiler... hepsi yaşlı dostlar ve yoldaşlardı; hepsinin de devrimci erdemlerine ve cesaretlerine herkes hayrandı. Düşünüyor, düşünüyor, nasıl olup da böyle yozlaştıklarını bir türlü anlayamıyordu. Hepsi de teker teker nasıl yıkılmışlar, çamurun ve kanın içinde nasıl böyle sürünüp durmuşlardı? İçlerinden hiç olmazsa biri sanık sandalyasında ayağa kalkarak itiraf etmeyi reddemez miydi? Bütün uydurma ve korkunç suçlamaları parça parça edemez miydi? Lyova böyle bir şeyin olmasını boşuboşuna bekledi. Hele mahkemelerin Lenin'in karısı tarafından desteklendiği bildirilince şaşkına döndü ve büyük bir üzüntüye kapıldı. Yine bir mülkiyet sınıfı olmak isteyen Stalin bürokrasisinin sonunda devrime ihanet ettiğini belki yüzbininci kere tekrarlayıp durdu. Ama bu yorumun, bu kan ve çılgınlık içinde, hiç bir etkisi olmadı. Evet, evet, bu tam bir delilik çıkmazı idi: acaba babasının parlak dehası bu çıkmazın içinden çıkacak yolu bulabilecek miydi? ’’’ (Troçki, Kovulan Sosyalist, C. III, s. 464)

Troçki’nin oğlunu yıkan şey, Troçkist planların, entrikanın, provokasyonun, Beşinci Kol’un çöketilmesiydi. Bunun sanıklar gibi, Sedov’u da, diğer Troçkist suç ortaklarını da psikolojik çöküntüye itmesi kaçınılmazdı. Bu kudret SBKP’nin, sosyalist devletin, sosyalizmin zafer dolu yürüyüşünün (‘’Stalinizm’’) kudretiydi. Kafaları, yürekleri baştan başa kin ve ihanetle dolu olanların kendi kazdıkları kuyuya düşmesi kaçınılmazdı... Bu gerçeği (itirafları) “inanılmaz” olarak pazarlayanların burjuva ikiyüzlüler olduğunu görmek pek o kadar zor olmasa gerek.

Geçmeden ekleyelim, Sedov’un açlık ve yoksulluk içerisinde yaşadığı yalandır. Bu bir. Sedov’un babasının öldürülebileceği korkusu yaşaması anlaşılırdır. Sedov’un yaşam öyküsü Troçki’nin tarihsel serüveninin bir halkasıdır; onun kişisel dramının arka planında da bu yatmaktadır. Bu da iki.

‘’İçlerinden hiç olmazsa biri sanık sandalyasında ayağa kalkarak itiraf etmeyi reddemez miydi? Bütün uydurma ve korkunç suçlamaları parça parça edemez miydi?’’ işte bu soru dünya çapında sorulan bir soruydu ve sorudur. Troçki de bu sorunun ‘’Stalinist vahşet’’le izah edilemeyeceğini; sorunun kendilerinin ve kurduğu blokun ideolojik, siyasal, örgütsel, ahlaksal, moral çürüme ve iflası olduğunu çok iyi bilmekteydi. Bunun içindir ki, bu doğrultuda sorulan soruları, ‘’bu soruları yanıtlamakla yükümlü değilim’’ diyerek geçiştirmiştir.

Hitler'in iktidarı ile açılan dönemin yenilgi dönemi olduğunu söyleyen, itiraflarda bulunup "Stalin'e sığınan" ünlüleri hainlikle suçlayan (sonra kendisi de suçlarını itiraf ederek kamuoyu önünde özeleştiri veren) ünlü Troçkist Christian Rakovski'nin şu sözleri meseleye bir tarafından açıklık getirmektedir:

"Eski Bolşevikleri Stalin'in cellatlarının eline teslim eden şey, böyle bir yenilgi karşısında umutsuzluktu; umutlarını korudukları sürece, başka hiçbir şey onları eğilmeye zorlayamazdı."

Umudunu yitirmiş, umutsuz, tam bir çürüme ve yozlaşma halinde olanların 30'ların mahkeme süreçlerinde suçlarını itiraf etmesinin nedenini "gaddar Stalin"de aramak yerine sanıkların analizlerini, somut tarihsel koşullar içerisindeki evrimini incelemek tek doğru tutumdur. Gerisi boştur.

Hatırlatmak gerekir: Dünya burjuvazisinin ideolojik uşakları, politik sözcüleri, “saygın üniversiteleri’’, sayısı belli olmayan ‘’saygın Sovyetologlar’’ı, on yıllardır hep birlikte, bütün yeteneklerini, enerjilerini seferber ederek Moskova mahkemelerinde itiraflarda bulunan sanıkları aklamak isterken, tüm sanıkların itiraflarda bulunmasını nasıl yenilir yutulur hale getirerek pazarlayacaklarını düşünüp durdular; bulabildikleri şeyleri ise yazının girişinde belirtmiştik. Tabii ki bu burjuva, revizyonist burjuva soysuzlar ordusunun çalışmaları nalıncı keseri gibi hep dünya burjuvazisine yonttu; anti-komünist propagandada bilimsel kaygı, bilimsel tutarlılık, nesnellik ölçütü beklemek ise zaten saçmalıktır...

Yazı dizimiz boyunca çok değişik yanlarıyla Troçkizmin (ve dünya burjuvazisinin) anti-komünist teori ve pratiği üzerinde durduk. 30’ların Kızıl Terör döneminde ağır ve yaygın haksızlıklar yaşanmıştır. Özellikle idam gibi geri dönüşü olmayan bir cezanın yaygın ve etkin bir şekilde uygulanması eleştirilmelidir. İç savaş ve emperyalist müdahale gibi olağanüstü koşullarda idam cezası reddedilemez. Fakat her durumda bu ceza biçimi, olabildiğince sınırlandırılmalı ve katı yasalara bağlanmalıdır; SSCB’de bu işin çığırından çıktığı görülüyor. Bu çığırdan çıkmanın değişik nedenleri vardır. Yazı serimizde sorunun bu bağlamı da incelendi. Yapılacak temel şey, diğer sorunların yanı sıra, idam gibi ağır bir cezalandırmanın da deneyimlerini eleştirel incelemek, gerekli eleştirel dersleri çıkararak sosyalist toplum teori ve pratiğimizi geliştirmektir. Deneyimden öğrenmek demek sosyalist tarihe ret ve inkar yazmak anlamına gelmez; bu öğrenme, olumlu, başarılı, güçlü, bizi geleceğe taşıyacak gerçeklere ve kazanımlara büyük bir enerjiyle sahip çıkarken, zayıf, geri, zaaflı deneyimleri de eleştirel aşmaktır. Yoksa “Yaratıcı Marksizm”, “dogmatizme karşı mücadele”, “Marksizmin rönenansı”, “ezilenlerin Marksizmi”, “21. yüzyılın sosyalizmi”, post-Marksizm, Anti-Stalinizm vs. ardına gizlenmiş tasfiyeciliğin pis bataklığında boğulmak kaçınılmazdır.

Önümüzdeki bölümde Troçkizmin şu ünlü “Stalinist Thermidor gericiliği” teorisini inceleyeceğiz.

DEVAM EDECEK


* “Stalin'in Buharin'e karşı olan yumuşaklığını, hoşgörülüğünü gizlemek (..) .. Kotkin yalan bir şekilde iddia etmektedir. (onun iddiasının) Aksine, Stalin, Buharin ve Rykov için en hafif cezayı destekledi: hatta hapis cezası değil, sadece küçük bir şehre ‘içte sürgün’ taraftarıydı. Daha sonra komplocu olarak hüküm giymiş olanlar da dahil olmak üzere, diğerleri, yargılamak ve hatta infaz etme taraftarıydı! Komisyonun otuz altı üyesinin yaptığı ilk oylamada, altı kişi Buharin ve Rykov'u infazı (ölüm cezası) için konuştu. Özellikle Postyshev ve Shkiriatov da dahil sekiz kişi Buharin ve Rykov'u tutuklamak ve mahkemede yargılamak için ama onları infaz yerine hapse atmaktan yanaydı. On altı üye görüş bildirmedi veya oyları kaydedilmedi. Özellikle ilgi çekici olan bu geriye kalan gruptur. İlk taslağın da belirttiği gibi, beş üye "Yoldaş Stalin önerisi " taraftarıydı. Ancak bu öneri neydi? Orijinal belgede, Stalin ölüm cezasına, hapis cezasına, hatta duruşmaya karşı ve nispeten hafif cezalandırılma olan iç sürgün yönünde konuştu. Son versiyonunda, Stalin'in modife edilmiş ‘önerisi’, onları mahkemeye göndermek değil, Buharin ve Rykov meselesini daha fazla araştırma amacında NKVD'ye devretmek için nihai karar haline gelmişti.... Bu, Stalin'in Bukharinin net bir şekilde mahkum edilmesinden kaçınmak için üçüncü kez kişisel olarak müdahale edişiydi. (Getty ve Naumov , 416) Kotkin, Buharin ve Rykov için en hafif cezayı isteyenin Stalin olduğunu biliyor. Yine de Kotkin yukarıdaki paragrafı şu cümleyle takip ediyor: ‘Belki Stalin şimdi tatmin olmuştur? ‘” (G. Furr)


** “Mahkemelerin yapıldığı esnada, Sovyet düşmanlarıyla hesaplaşmaktan çok daha önemli olan ve emekçilerin dikkatlerini hayli çeken bir olay, gündeme geliyordu: "Bu, halkın 'Stalin Anayasası' olarak adlandırdığı, SSCB 'nin 1936 tarihli yeni Anayasasıydı. Yeni Anayasa'nın öngördüğü, Yüksek Sovyet seçimleri 12 Aralık 1937de yapılıyordu. Stalin'in önerisiyle seçimlere katılan, Komünistler ve Bağımsızlar Bloğu 89,9 milyon oy alırken, 3 milyon seçmenin çekimser kaldığı bu seçimlerde, bloğa karşı kullanılan oyların sayısı ise 0,6 milyondu. Seçimde kullanılan oylar açık bir şekilde, Sovyet devletinin politikası için bir onaydı. Bu durum, yeni Anayasa'nın emekçilerin haklarını tam anlamıyla tanımlayan bir işçi-köylü devletinin anayasası olmasında yatmaktadır.”

*** “Sovyet iktidarının düşmanlarından oluşan bu tanıklar, istemeyerek de olsa mahkemenin doğruluğunu onaylıyorlardı. ‘Kamuoyuna açık olan, '30'lu ve diğer yılların büyük mahkemelerinde, terörist eylemlerden dolayı suçlanan ve yargılanan burjuva entelektüelleri gerçekten suçluydular. Buna başka bir delil daha gösterilebilir: '20li ve '30'lu yıllarda üç Komintern sekreterinden biri olan, 1943'de Fransızca konuşan İsviçre Sosyal Demokrat Seksiyonu'ndan Jules HumbertDroz anılarında, bunu anlatmaktadır. O, kapsamlı hatıralarında bir kaç yıl Buharin'le birlikte, Stalin'e karşı bir fraksiyon oluşturduğunu açıklıyordu. Yine o, Komintern'deki görevi gereği, 1929 yıllında Moskova'dan Güney Amerika'ya gitmesi gerektiğinde, Buharin 'i Kremlin 'deki evinde ziyaret ediyordu. 'Biz samimi ve uzun bir konuşma yaptık. Yaptığımız konuşmada, Buharin bana Stalin'e karşı mücadeleyi koordine etmek için kendi grubu ve Zinovyev-Kamanev fraksiyonuyla kurduğu ilişkileri anlattı. Ben muhalefet grupları arasındaki iletişimi doğru bulmadığımı ona söyledim. Buharin bana, Stalin'i devirmek için bireysel teröre başvurmayı kararlaştırdıklarını açıkladı. Ben bu konuda da ona karşı çıktım.' Hatıralarını topladığı kitabının 3. cildinde Humbert-Droz, bir çok duruşmayı yakından izlediğini, ama Buharin’in yargılandığı davaya gidemediğini yazar. O diğer sanıklar hakkındaki suçlamaları doğru bulduğunu, ama Buharin'in mahkeme önünde yaptığı itiraflarına rağmen, onun ifadesinden ikna olmadığını belirtiyordu. Buna karşın Humbert-Droz Buharin'in mahkeme kararından sonra, cezaevinden dünya kamuoyunu inandırmak için yazdığı ve gizlice cezaevinden dışarıya çıkardığı, mahkeme esnasında kendisine karşı sahte belgelerin kullanıldığını söylediği iddia edilen mektubun varlığına inandığını belirtmektedir. Humbert-Droz'un inandığı şeyler üzerinde uzunca durmaya gerek yoktur. Onun bu amaçla getirdiği kanıtlar hiçbir değer taşımamaktadırlar, çünkü Stalin 'e karşı bireysel terör ve bunun uygulanılmasında alınan kararda bizzat Buharin mevcuttur. Humbert- Droz'un durumunu en iyi açıklayan nokta onun Kominterne üye olduğu yıllarda, Buharin'in ona önemle anlattığı konu üzerine susmakta ısrar etmesidir. (...)" ((Stalin Üzerine Gerçekler, Hazırlayan: Alman Komünist Partisi (Marksist-Leninist), s. 51-52, Yediveren Yay. Ayrıca bkz. G. Furr, Troçki'nin Yalanları, 8. Bölüm)

**** Çok değişik kaynaklarda dikkat çeken şey şudur: Yargılananlar hakkında ve yargılamalar sürecinde en ılımlı davranan Stalin’dir. “Terör”ü sınırlandırmak için sürekli mücadele yürütmüştür. Stalin ve Bolşevik sağlam çekirdek “Terör”ün kontrolden çıktığını fark ettiği koşullarda sert bir şekilde harekete geçerek gerekli önlemleri almıştır. Stalin hem sağcı hem de ‘’sol’’cu politika ve yöntemlere karşı kesintisiz bir mücadele vermiştir. Kızıl terör döneminde, ipleri uluslararası alana uzanan içerden “politik devrim”i örgütlemeye çalışanlar kızıl terörü çığırından çıkarmak, doğacak karmaşa ve kriz koşullarında “Stalinizm”i yıkmak için her türlü aracı kullanmaktadır. Öyle ki, bu yönlendirme Stalin’in yakın çevresine, Molotov’lara kadar uzanır. Yagoda tutuklandığında kasasında Stalin hakkında suç çetelesi tuttuğu açığa çıkar. Zaten ana hedef Stalin ve Bolşevik liderlerdir... Başka bir bölümde göstereceğimiz gibi, Fransa’da Jakoben diktatörlük döneminde, karşı-devrimci teröre karşı devrimci terör uygulandığı dönemde, devrimci demokratik diktatörlüğü yıkmak isteyen devrilmiş gericilik ve Jirodenist güçler Jakoben görünerek devrimci terörü çığırından çıkarır; amaç, geniş kitleler içerisinde güvensizliği geliştirerek, bir kaos ortamı yaratarak Jakoben diktatörlüğü yıkmaktır... Bu bakımdan SSCB’de özellikle 1937 sonları ve 1938 yılı (“Yejovculuk” dönemi) çok çarpıcı benzerlikler taşımaktadır... Tarihsel deneyim, devrimci terörü çığırından çıkararak devrimci iktidara karşı kullanmanın karşı-devrimin kendi hedefleri için kullandığı bir yöntem ve sınıf savaşı biçimi olduğunu göstermektedir.