THERMİDOR GERİCİLİĞİ, TROÇKİ ve STALİN (Bölüm XI)
(Bastil zindan baskını-1789)
“Devrim hükümeti, iyi yurttaşları korumak, halk düşmanlarını da yok etmekle görevlidir.” (Devrim Yazıları, Robespierre, s. 70, Belge Yayınları)
“Tanrıların tapınakları, onları kirleten insanlara sığınak olsun diye yapılmadığı gibi; Anayasa da, onu ortadan kaldırmaya çalışan zorbaların komplolarını korumak için yapılmamıştır.” (Agk, s. 71)
“Halkın mutluluğu şimdi büyük uğraşlar ve yıldırıcı (terör-bn.) önlemler gerektiriyor.” (( Devrim Yazıları, Danton, s. 231, Belge Yayınları)
“Konvansiyon devrimci bir yapılanmadır. ... İç düşmanlara savaş açtığımız günlerdeyiz.” ( Agk., s. 233-234, 27 Mart 1793)
“Konvansiyon’un tüm dünyaya, ... aşırı devrimci bir yasa ile de olsa tüm canavarları ezeceğini açıklamasını talep ediyorum.” (Agk., s. 236, iDa.)
“Fakat hem tutuklamış olduğunuz hem de hala yakalamanız gereken iç düşmanları cezalandırmalısınız. Devrim mahkemesi yeterli sayıda bölümlere ayrılmalı... böylece her gün bir soylu, bir katil işlediği cinayetleri kellesiyle ödeyebilsin. (Alkışlar).” (Agk., s. 248, 5 Eylül 1793)
(Kışlık Sarayı baskını 1917)
“Burjuva tarihçileri Jakobenizmi bir düşüklük (‘alçalma’) olarak görüyorlar. Proletaryan tarihçileri, Jakobenizmi ezilen sınıfın kurtuluş mücadelesinin en yüksek zirvelerinden birisi olarak görürler.” (Lenin, ” ‘Jakobenizm’ İşçi Sınıfını Ürkütür mü?’’, Temmuz 1917, aktaran Yalçın Küçük, Sovyetler Birliğinde Sosyalizmin Kuruluşu, 1925/1940)
KISA BİR DİKKAT ÇEKİŞ
“İhanete Uğrayan Devrim’in Türkçe Baskısı Üzerine” yapılan açıklamada şu sözleri okuyoruz:
“1936 Ekiminde Paris'te yapılan ilk baskısının yayımcıları, bu yeni kitaba La Revolution trahie {İhanete Uğrayan Devrim) adını verdiler. Kitabın, aynı yıl yayımlanan Alman ve Çekoslovak baskılarını ertesi yıl Amerikan, Arjantin, Şili, Ingiliz ve Japon baskıları izledi.”
İlk baskısı 1936’da Paris’te yapılan kitabın baskısının aynı yıl içinde Almanya’da, bir yıl sonra (1937) Japonya’da yapılmış olması dikkat çekicidir. Bunun önemi şurada: İki ülkede de faşist diktatörlük var. Bu ülkeler faşist kampın en güçlü iki ülkesidir. Anti-Komintern Pakt’ı imzalamış (İtalya bu pakta bir yıl sonra katılır) iki ülkedir. Dünya çapında faşist fırtına esiyor ve emperyalist savaş tehdidi hızla yükseliyor. Tamda bu koşullarda Troçki’nin “İhanete Uğrayan Devrim” kitabı bu iki ülkede kolayca basılıp dağıtılabiliyor. Örneğin, Komintern’in, Almanya Komünist Partisi’nin herhangi bir kitap ya da dergisinin basılmasının, dağıtılmasının ölümle cezalandırıldığı bu ülkelerde nasıl oluyor da Troçki’nin kitabı kolayca basılıp dağıtılabiliyor? Aslında bu sorunun yanıtı açıktır: Kitap SSCB’yi, SBKP (B)’yi, Bolşevizm’i, Komintern’i, Stalin’i, Bolşeviklerin ve Sovyet halkının dev atılımlarını (“Stalinizm”i) baş düşman ilan eden, Ekim Devrimi’ni ve kazanımlarını yıkmayı merkeze koyan anti-komünist bir kitap olduğu için basım ve dağıtımına izin verilmiştir. Faşist kampın yeryüzünden Bolşevizm’i, yok etmeyi merkezine koyduğunu biliyoruz...
Yazı dizimizin bir başka alt bölümünde Troçki’nin kitaplarının faşist kamp ülkelerinde (Almanya, İtalya, Japonya) serbest olması gerçeği üzerinde durmuştuk...
(Hitlercilerin kitap yakma ayini.)
10 Mayıs 1933 tarihinde Naziler tarafından toplu kitap yakma ayinleri başlatıldı. Berlin başta olmak üzere 21 kentte on binlerce kitap yakıldı. Bütün ilerici, devrimci, komünist, dahası “Aryan ırkı”nın saflığıyla bağdaşmadığı ilan edilen gerici yazarların kitapları da yasaklanıp yakıldı. İçeride ve dışarıdaki yazarları kapsayan kara listeler hazırlandı...
Yıl 1936 ve 1937 ama faşist ülkelerde Troçki’nin kitabı ve kitapları serbest...
Vurguluyoruz, bu serbestliği tesadüf sayamayacağımız açıktır. SSCB, Sovyet halkı, Stalin ve Bolşevik Parti önderliğinde dev ekonomik ve toplumsal atılımlarla istim üzerinde ilerliyor. SSCB’de Beşinci Kol açığa çıkarılmaya başlanmış... SSCB etrafındaki faşist ve emperyalist kuşatma ve saldırganlık yoğunlaşıyor... Alman, İtalyan, Japonya komünist partileri amansızca yok ediliyor... Bu koşullarda Troçki’nin kitapları serbestçe basılıp dağıtılıyor...
Sorunun temelinde Hitler’den Troçki’ye kadar uzanan “Anti-Komintern Pakt” gerçeği yatıyor. Madalyonun bir yüzünde 1936 yılında Hitler önderliğinde kurulan Anti-Komintern Pakt diğer yüzünde “Hitleri yok etmek için önce Komintern’i yok etmek gerekir.” diyen Troçki ve IV. Enternasyonal duruyor. Birincisi çıplak anti-komünizm, ikincisi ise “komünizm”, “Bolşevik/Leninist” maskeli anti-komünizmdir. Omuzları üzerinde baş taşıyan herkesin bu olguyu anlaması zor olmasa gerek.
TOÇKİ VE THERMİDOR
Çağ açan devrimler, kendi tarihsel gerçeği içerisinde bir yandan geçmiş tarihe bakar, diğer yandan da kendi nesnel toplumsal gerçeği içerisinde yürüyüşünü sürdürür. Bir yandan kendi özgün tarihsel gerçeğine dayanarak, kendi tarihsel pratiğinden esinlenerek yeni döneme yanıt veren kavramlar, simgeler üretir, öte yandan geçmişe bakıp esin kaynağı olan tarihsel deneyimlere başvurarak geçmişe ait kavramları özelleştirerek kullanır. Kendi tarihsel pratiği oturunca giderek geçmişe ait kavramlardan kopuşarak kendi teori ve pratiğinin eseri olan kavramlarla, yepyeni bir dille konuşur.
Burjuva demokratik devrimler çağında, feodalizme, feodal aristokrasiye, krallık rejimlerine karşı mücadele yürüten devrimci burjuvazinin entelektüellerinin, politik önderlerinin tanık olduğumuz Roma İmparatorluğu’nun belli tarihsel deneyimlerinden esinlenmeleri, o deneyimlerin açığa çıkardığı bazı kavramlara, simgelere başvurmaları gerçeğinde bu olguyu görmekteyiz.
Bu Ekim Devrimi’nin, sosyalist inşanın gerçeği bakımından da böyledir. Jiroden, Jakoben, Jakoben diktatörlük, Thermidor, Bonapartizim gibi kavramların komünistler, özellikle Rusya komünistleri ve devrimcileri içerisindeki ideolojik ve politik ayrışma ve çatışmalarda dile gelmesi, ideolojik mücadelenin kavramsal silahlarına dönüşmesi olgusunda da bu tarihsel gerçeği görmekteyiz.
Bu bağlamda tarihçi Hobsbawm’ın konuya dikkat çeken değerlendirmesini birlikte okumak yararlı olacaktır.
“Fransız Devrimi’yle kurulan paralelliklerin çeşitli insanlarca Rusya’daki gelişmeleri değerlendirmek ve giderek eleştirmek amacıyla nasıl kullanıldığına bakmak herhalde daha ilginç olur. Bu noktada kendimize bir kez daha, tarihsel prototipin Fransız Devrimi’nden türetilmiş olduğunu hatırlatalım. Fransız Devrimi altı aşamada meydana gelmişti: ... Bu süreç zirve noktasına 1793’te iktidarı sola kazandıran ve dördüncü aşamayı başlatan darbeyle çıkacaktı: Devrim’in en radikal aşaması olan ve (popüler adlandırmasından bildiğimiz üzere) terörle ilişkilendirilen, bir dizi iç tasfiyelerin gerçekleştiği, halkın olağanüstü ölçüde ve başarıyla seferber edilerek topyekûn savaş düzenine geçildiği Jakoben Cumhuriyeti. Fransa bu süreç sonucunda ayakta kaldığında, radikal rejime son veren 9 Thermidor oldu.” (Eric J. Hobsbawm, Fransız Devrimine Bir Bakış, s. 90, Agora Kitaplığı, Birinci Basım, 2009)
Politik mücadelelerin gelişim seyrinde, dönüp tarihe başvurmak, içeriği çarpıtılmadığı ve salt tarihsel benzerliklerden hareket edilmediği sürece, anlaşılırdır.
Kavramlar, nesnel gerçeğin doğru ya da yanlış, bilinç biçimlerine dönüşerek dile gelmesini ifade eder. Nesnel gerçek, hareketli gerçektir ve hareket, maddenin (doğanın), toplumsal maddi gerçeğin var oluş biçimidir; nesnel gerçek dinamik bir oluş ve yok oluş sürecinde sürekli bir hareket, değişme ve gelişme içerisindedir. Maddenin ve toplumsal maddi gerçeğin helezonik gelişim sürecinde, her yeni dönemeç ve atılım, her kopuş ve yeniden oluş, hem diyalektik hem de materyalist karakterdedir... Bu olgu, kavramların, kategorilerin de önsüz ve sonsuz olmadığını; her bir yeni dönemde, bir dizi geçmişe ait, kopuşulacak ya da kopuşulan eski kavram ve kategorilerin aşılmasını, yeni tarihsel süreçlerin yeni kavramlar ve kategorilerle zenginleşerek gelişmesini biçimlendirir. “İhtiyaç, keşfin anasıdır.”...
Devrimlerin tarihsel olarak ortak karakteristikleri vardır. Bu ortak karakteristikler bağlamında birkaç temel olguya dikkat çekebiliriz. Her bir çağın devrimleri, içerisinde geçtikleri çağın damgasını taşır. Her devrim tarihsel bir üründür; bir tarihsel arka planı, tarihsel evrimi, somut tarihsel koşullar içerisinde olgunlaştığı bir süreç vardır. Hiçbir devrim bir öncekinin tıpkı basımı olamaz. Her devrim kendi özgün tarihsel deneyimini tarihe yazar ve teoriyi zenginleştirir. Devrim, sınıflar mücadelesidir; sınıf mücadelesinin en keskin, en yüksek biçimidir. Sınıflar arası temel ilişkiler alanı anlaşılmaksızın hiçbir devrim anlaşılamaz. Her devrimin ekonomik ve toplumsal niteliği (nesnel içeriği) o devrime karakterini verir. Her devrimde hegemonik bir güç, önder bir sınıf vardır. Devrimlerin hareket ettirici gücü, sınıf mücadelesidir. Devrimler, tarihin lokomotifidir. Devrimler, gelişen üretici güçler ile eskiyen üretim ilişkileri arasındaki nesnel çelişkinin keskinleşerek patlak vermesidir. Toplumsal tarihin temel yasası, zorunlu uygunluk yasasıdır. Bu yasa kavranmaksızın tarih, toplum, devrimler anlaşılamaz. Devrim, gelişen üretici güçler ile eskiyen ve aşılmasının nesnel tarihsel ve güncel olguya dönüştüğü koşullarda, eski üretim ilişkilerinin koruyucusu (ve merkezinde devletin olduğu) eski üst yapının yıkılarak yeni bir sınıfın egemen sınıf olarak örgütlenmesidir. Şiddete dayanan devrim, her devrimin genel ve temel yasasıdır. Her devrimin temel sorunu iktidar sorunudur... Devrimin olabilmesi için devrimci durum olmalıdır. Gelişen devrim, daha keskin ve birleşik bir karşı devrim yaratarak ilerler...
Görülebileceği gibi, “devrim” üst başlığı altında toplanan bu kavram ve kategoriler, farklı nitelikteki devrimlerin evrensel karaktere sahip ortak karakteristikleridir ama sözgelimi, siz Fransız burjuva devrimi ile Büyük Ekim Devrimi’ni aynı çuvala koyamazsınız... Bunlar iki ayrı çağ, iki ayrı dünya demektir...
Dolayısıyla, tarihsel paralellikler üzerinde teori kuramazsınız, eski çağın kavramlarıyla yeni çağı ve çağ açan devrimleri anlayamazsınız, dahası tarihsel gerçeği çarpıtır ve adınızı “Tarih çarpıtıcısı” olarak tarihe kaydedersiniz.
Troçki şunları yazıyor:
“Sovyetler Birliği tarihini araştıran bir tarihçi, yönetici bürokrasinin büyük sorunlar karşısındaki politikasının bir dizi çelişkili zikzaktan oluştuğu sonucuna varmazlık edemez* Bu zikzakların ‘koşulların değişimi’ ile açıklamasının veya haklı gösterilmesinin kesinlikle iler tutar bir yanı yoktur. Yönetmek, hiç olmazsa bir yönüyle öngörmeyi gerektirir* Stalin hizbi, kendisini birçok kez bunaltmış olan gelişmelerin kaçınılmaz sonuçlarını hiçbir zaman görememiş, bir önceki gün ne vaaz etmiş olduğuna aldırmaksızın çark edişlerinin teorisini iş işten geçtikten sonra üreterek, salt idari reflekslerle davranmıştır. İtiraz götürmez olgular ve belgeler, tarih araştırmacısının, ülkede halen seyretmekte olan gelişmelerin çok daha doğru bir tahlilini ve bunların sonraki seyirlerini, ‘Sol Muhalefet’in çok daha iyi öngörmüş olduğu sonucuna varmasını zorunlu kılacaktır.” (Lev Davidoviç Trotskiy, İhanete Uğrayan Devrim, s. 123, Alef Yayınevi, 1. Baskı Eylül 2006)
Tarihsel tecrübenin açığa çıkardığı gibi Troçki’nin bilimsel (!) analizleri ve ön görüleri, gerçeklerin aşırı çarpıtılmasından, Bolşevizm’e, proletarya diktatörlüğüne, sosyalist kuruluşa ve kazanımlarına karşı Troçkist ideolojik saldırı, politik ve psikolojik savaştan ibarettir. Stalin ve parti çizgisi nettir; bir büyük kafa açıklığıyla programatik, stratejik, taktiksel çizgide güçlü bir sanayi, güçlü bir tarım, güçlü bir kültürel devrim geliştirilmiş; güçlü bir Kızıl Ordu yaratılmış, faşist kamp ezilmiş ve dünyanın üçte biri sosyalist yapılmıştır. Eğer Troçki’nin iddia ettiği gibi, “Stalinist hizip” ön görüsüz, ne yaptığını bilmeyen, durmaksızın yalpalayan, yönsüz, salt idari tedbirlere dayanan bir çizgide ülkeyi yönetseydi, daha o koşullarda ortada SSCB falan kalmazdı. Açık ki, kindar, kendine dindar megaloman Troçki, işkembe-i kübradan sallıyor. Marksizm-Leninizm’e, SSCB’ye (“Stalinizm”) böylesine küstahça saldıran birinin, Stalin’e ve Bolşevik Parti’ye saldırırken kullandığı “bürokratik gericilik çağı”, “Thermidor”, “Bonapartizim” gibi demagojik ve çarpıtılmış “analiz”lerle bilimsel komünist çözümlemeler yapamayacağı ve yapmadığı açıktır.
“Bu iddia, öngörüde en yeteneksiz parti hizbinin kendisinden daha basiretli grubu yenilgiden yenilgiye uğratarak ona karşı sürekli zaferler kazanması gibi basit bir olguyla ilk bakışta çelişirmiş gibi bir izlenim uyandırabilir.*” (Agk., s. 123, iba.)
Eee insanlığın ve kainatın evrensel aklı (!) bay Troçki’nin yukarıda sorduğu soruya “açıklık” getirmesi beklenecektir. O da bunu “yapmak”ta. Her zaman yaptığı gibi çirkin bir aşağılamanın ve demagojinin (cahiller, kültürsüzler, çapsızlar, katiller vs.) eşliğinde. Troçki’ye göre, Avrupa devriminin, Alman devriminin yenilgisi, böylece Avrupa proletaryasının Ekim Devrimi’ne yardıma gelememesi, SSCB’de proletaryanın savaşlarda parçalanması, Sovyet halkının yorgun düşmesi, dünya devriminin gerilemesi, “Sol muhalefet”in tasfiyesi Stalin önderliğinde Thermidorcu bürokratik karşı devrimin gerçekleşmesinin nedenleridir.
Thermidor, Robespierre’nin iktidardan düşürüldüğü, Jakoben diktatörlüğün Jirodenci karşı devrimci darbeyle yıkıldığı, Jakoben önderlerin bir gün sonra giyotine gönderildiği günü tanımlar. Thermidorcu darbe, Temmuz 1894’te, devrimin koyduğu yeni takvime göre, 9 Temmuz’da gerçekleştiği için, bu kavram, gerici-karşı devrimci başkaldırıları ve darbeyi, devrimi ezmeyi ifade eden bir içerikle kullanılmaktadır.
Server Tanilli’nin dediği gibi;
“9 Thermidor, demokratik devrimin sonunun geldiğini bildiriyordu.... ‘9 Thermidor devrimi’nden, ‘Robespierre’in zulmü’nün yıkılışından söz ediliyorlardı. Oysa 9 Thermidor, ‘devrimin bir zaferi değil, burjuva karşı devrimin bir zaferi idi; Robespierre’nin ‘zulmü’nün sonu değil, Jakoben devrimci demokratik diktatörlüğünün sonu idi; Robespierre’in ve yoldaşlarının ölümü, Devrimin de ölümü idi.” (Dünyayı Değiştiren On Yıl, Fransız Devrimi Üstüne, 1789-1799, 3. Baskı, Say Yayınları)
Troçki yazıyor:
“Bugüne kadar gerçekleşmiş bulunan tüm devrimlerin, ardından gericiliklere ve hatta karşıdevrimlere yol açtığı yeterince iyi bilinir. Ve her ne kadar bu gericilikler ve karşıdevrimler, ulusu başlangıç noktasına geri götürememişse de, elde ettiği kazanımların aslan payını da yutmuştur.” (İhanete Uğrayan Devrim, s. 125)
Bu sözler bilinen genel bir doğruyu dile getiriyor getirmesine ama söz konusu olan SSCB ve Troçki olunca, tabloya yakından bakmak gerekir.
Peki SSCB’nin gerçekleri nasıldı? Stalin SSCB’de Thermidor darbesini, Thermidor karşı devrimini mi temsil ediyordu? Troçki’nin yanıtını biliyoruz... Stalin’in Lenin’i öldürdüğü (!) iddiası da ilk kez Troçki’den çıkmıştır ve dünya burjuvazisi ve tüm anti-Stalinist güçler tarafından bu sahte iddia sistematik bir tarzda kullanılmıştır.
Ekim Devrimi’nin zaferinden başlayarak baş gösteren her türlü karşı devrim Bolşevizm tarafından ezilmiştir; SSCB’de maskeli ya da maskesiz karşı devrim politik iktidarı ele geçirerek Ekim Devrimi’ni ve onun kesintisiz bir devrim olarak yürüyüşünü engelleyememiştir. Bu olgu, proletarya diktatörlüğünü ve Bolşevik Parti’yi yıkmak için savaşan ve karşı devrimin bir biçimi olan komünizm maskeli Troçkizm ve Troçki önderliğinde kurulan “birleşik muhalefet”/blogu somutunda da çarpıcı bir olgudur. İç ve dış gericilikle birleşen, kent ve kırda sayısız saldırılar gerçekleştiren, NEPMAN’ları, kulak isyanlarını destekleyen, askeri darbeyle Bolşevikleri ve Bolşevizm’in önderi Stalin’i imha etmeyi hedefleyen anti-Sovyet karşı devrim ezilmiştir. 1930’lı yıllar iç savaş yıllarıdır. Ya zafer kazanılacak ya da her rengiyle karşı devrim ezilecekti. Süren kavga bir ölüm kalım savaşıydı. SSCB’de bu yıllar sosyalist devrimin yeni bir Ekim Devrimi ile, Rusya’nın en büyük kapitalist sınıfı ve kırların “kral”ı ve “kralcı gericiliği” olan kulak sınıfının mülksüzleştirildiği bir tarih kesitiydi. Devrilmiş gericiliğin içeride ve dışarıdaki kalıntıları Beşinci Kol ve kulaklar etrafında birleşmişti. Devlet ve parti aygıtı içerisine kapsamlı sızmış ve örgütlenmiş, başını Troçki’nin çektiği anti-komünizm, bütün siyasal gericiliğin ve karşı devrimin merkezi haline gelmişti. Fakat bir kez daha zaferi kazanan Ekim Devrimi ve Bolşevizm oldu. Kısacası, Stalin döneminde iktidarı ele geçiren bir “Thermidor”cu bir dönem yaşanmadı. “Thermidor”u gerçekleştirmek isteyenler hep hüsrana uğradı. Troçki, iç ve dış gericilik işte buna yanmakta ve nefretini kusmaktadır. Ekim Devrimi’nin lideri Lenin ve Bolşevik Parti, Lenin ve Stalin önderliğinde (tek ülkede) eşsiz tarihsel kazanımlarla sosyalizmi kurarak, dünya devriminin parlak bir biçimde yayılmasının ifadesi olan dünyanın üçte birini sosyalizme çekebilmiştir. Tarihsel gerçek, deneyimle sabit olduğu gibi, budur. Ekim Devrimi’nde önemli ama ikincil derecede rol oynayan Troçki, birinci adam olma politik hesaplarıyla davranmıştır ama o, tüm aşırı ihtiraslarına karşın bunu hiçbir zaman başaramamıştır. Giderek “Thermidor karşı devrimi” için hayatını ortaya koymuştur ama kendi ihanetinin altında kalmıştır.
Troçki’nin Bolşevizm’e, proletarya diktatörlüğüne karşı mücadelesinde kullandığı bazı temel kavramlar Fransız burjuva devrimine dayanmaktadır. Oysa 1789 Fransız Devrimi’nin tarihsel gerçekliği Ekim Devrimi, sosyalist inşa tarihsel gerçeğinden farklıdır. Troçki bunu bilmez değildir ama o, bu kavramlarla, burjuva ve küçük burjuva aydınların dar kafasına, burjuva demokratik ön yargılarına hitap ederek Bolşevizm’i, Stalin’i, Ekim Devrimi’ni, sosyalist kurucu çalışmayı gözden düşürmeye, ideolojik kargaşalığı geliştirmeye, güvensizliği kışkırtmaya, adam devşirmeye çalışmıştır. Troçkist propaganda bir yandan maskesiz anti-komünizme, öte yandan “komünizm”, “Bolşevizm”, ”sosyalizm” maskesi takmış anti-komünizme hizmet etmiştir. Denebilir ki, “Lenin’in halefi” Troçki, komünizme inanmıştı; ama sorun Troçki’nin neye inandığı sorunu değil, teori ve pratiğinin nesnel olarak hangi sınıfa ya da sınıflara hizmet ettiğidir. Her şeyden önce temel alınması gereken şey, bu diyalektik ve materyalist bakış açısı ve analizdir. Yoksa ömür boyu bataklıkta yaşamak kaçınılmazdır. Ayrıca söz konusu iddia, Troçkizmin tarihsel evrimi bağlamında incelendiğinde, özellikle 30’larla birlikte geçersizleşmiş, Troçki bilinçli bir anti-komünist haline gelmiştir. Yani bu dala tutunanlar, çürük bir dala sarılmaktadır...
İncelediğimiz bağlamda Fransız Devrimi’nin gerçeklerine biraz yakından bakalım.
“Birinci Fransız devriminde, anayasacıların egemenliği, yerini jirondenlerin egemenliğine, onlarınki de jakobenlerin egemenliğine bıraktı. Bu partilerin herbiri en ileri partiden destek alır. Bunlardan herbiri, devrimi, artık kendisinin ardından gidemeyeceği, hele önüne geçemeyeceği kadar ileri götürdüğünde, kendisini izleyen en gözüpek müttefik tarafından uzaklaştırıldı ve giyotine gönderildi. Devrim, böylece yükselen bir çizgi izleyerek gelişti.” (K. Marx, Louıs Bonaparte’ın 18. Brumarıre’i, s. 23, PDF)
Fransız burjuva demokratik devriminin zaferi ve sonraki gelişme evreleri, Thermidor darbesi de dahil, kapitalist üretim ilişkilerini geliştirmeye hizmet etmiştir. Orada, bu nesnel olgunun dışında başka şey de olamazdı. Ekim Devrimi ise sürekli bir devrim olarak sosyalist üretim ilişkilerini geliştirerek burjuvaziyi ve kapitalizmi yok etmiştir. SSCB’de örgütlenen “Thermidor” karşı devrim atakları ise Fransa’dan farklı olarak başarısızlıkla karşılamıştır. Kendi yenilgilerini, düş kırıklığını, uzun yorgunluk dönemini ve çöküntüsünü Bolşeviklere ve kesintisiz gelişen Ekim Devrimi’ne ve ihtilalci proletaryaya mal eden Troçki, Thermidorcu karşı devrimin lideri haline gelmiştir. Bu süreç, sosyalist devrimin ve sosyalist kuruluşun gelişme yasalarına ve nesnel gereksinmelerine yanıt veren politikaların tam karşısında konumlanan Troçki’yi, burjuva karşı devrimci çizgiye götürmüştür. Sosyalist devrimin başarılı gelişimi sosyalizm koşullarında yetişen yeni bir kuşağı iktidara taşımış, yeni döneme yanıt veremeyen eski kuşak giderek geri plana düşmüştür. Bu olgu, Bolşevizm’in, proletaryanın, sosyalist kuruluşun ve inşanın görkemli zaferlerinden birisi olmuştur. Troçki bu gelişmeyi, yüzsüzce “Stalinci Thermidor”un ve “Thermidorcu bürokrasinin” kanıtı olarak sunmuştur.
Fransız burjuva devriminde, önce krallık rejimi, feodal aristokrasinin iktidarı yıkılır, burjuvazi egemen sınıf konumuna gelir. Ancak henüz söz konusu olan meşruti monarşidir. Sonra, 1791’de cumhuriyet ilan edilir. Fakat Krallık kurumu iktidarı kaybetmesine karşın hala varlığını korumakta ve tanınmaktadır. Devleti 1791-1793 arası dönemde yönetenler Jirodenlerdir. Bu süreçte karşı devrimci tehdit sürekli büyümektedir. Devrim ezilme tehdidi ile karşı karşıyadır; Jirodenlerin bu tehditle baş edecek durumda olmadıkları ortaya çıkar. “1793 yılında 31 Mayıs’la 2 Haziran arasında, Paris Komünün yönlendirdiği bir halk ayaklanışı, Jirodenlerin iktidarına son verir.” (S. Tanilli), iktidar Jakobenlerin eline geçer. “Böylelikle, daha 1793’ün ilkbaharında, ve Gironde’nin karşı gelmesine rağmen, İnkılapçı Hükümet taslağı belirdi ve ‘Hürriyetin istibdadı’ kendini gösterdi.” ( Albert Soboul, 1789 Fransız İnkilabı Tarihi, s. 325, iba., Cem Yayınevi, 1969) 4 yılda yapılamayan bütün işler radikal devrimci duruşla altı ay içinde gerçekleştirilir, iç ve dış birleşik karşı devrim ezilir. Burjuva demokratik devrim en ileri sınırına ulaşmıştır. Daha ileri gitmesi olanaklı değildir. Böylece Jakoben diktatörlük ömrünü tamamlar. Sınıfsal ve toplumsal gelişmenin çelişkileri aynı zamanda Jakobenlerin çelişkileridir. Mücadele keskinleştikçe Jakobenlerin iç çelişki ve çatışmaları da büyür. Jakoben diktatörlük bir yandan büyük burjuvazinin ağır karşı devrimci baskısı, öte yandan da yoksul, ezilen, işçi kitlelerin devrimci baskısı altındadır. Devrimci-demokratik diktatörlük, bir yandan taleplerine yanıt veremediği ve hatta halkın direnişini baskıyla karşılar noktaya geldiği için, geniş emekçi kitlelerden tecrit olur, diğer yandan Jakoben diktatörlükten rahatsız olan, korkan ve onu sürekli baltalayan ve devrimi hemen sonlandırmaktan yana olan büyük burjuvaziyi karşısında bulur. Bu koşullarda Jirodenler önderliğinde karşı devrimci bir darbeyle Jakoben diktatörlük yıkılır ve burjuvazinin intikam hareketi başlar... Artık Jiroden/Thermidor gericiliği ve azgın beyaz terörü iş başındadır. Halk hareketi yenilir. Önderlerini ve örgütlerini kaybeden kitleler, artık dağılan bir ordudur; dağılan ordu “artçı savaşını” sürdürse de, mevzilerini kaybeder. Derken, iş, büyük burjuvazinin, Jirodenlerin Bonaparte diktatörlüğüne teslim oluşuna dek ilerler...
Tarihin dersidir: Küçük burjuva devrimci diktatörlükler, kapitalist ekonomik ve toplumsal sistemin sınırları içerisinde kalmaya mahkumdur. Küçük burjuva diktatörlükler, kapitalizmin gelişme yasalarına bağlı olarak, yerini büyük burjuvaziye, burjuva diktatörlüklere bırakırlar. Çağımızda, bu çemberi kırmaya yetenekli tek devrimci sınıf, proletaryadır; demokratik devrim proletarya önderliğinde kesintisiz sosyalist devrime dönüştürülmeden bu çember kırılıp aşılamaz. Rus devriminin, Büyük Ekim Devrimi’nin ve sosyalist inşanın dev tarihsel tecrübesi, bir bütün olarak çağımızın tarihsel deneyimi bu gerçeği en ileri düzeyde ortaya koymuştur... Çağımızın tarihsel deneyimi, teorinin aydınlattığı bu gerçeğin altını çizerek teoriyi zenginleştirmiştir. Leninizm, teoriyi yenilemenin, eskiyip aşılmış teorik önermeleri aşmanın silahı olmuştur... Leninizm’in, emperyalizm ve proleter devrimler çağının Marksizmi olmasının nedeni budur.
Ekim Devrimi’nin zaferinden başlayarak gelişen süreç, bambaşkadır. Fransız devriminin gelişim tablosunun, gelişim evrelerinin herhangi bir biçimde Bolşeviklerin ve Bolşevik Parti’nin kesintisiz bir devrim olarak gelişen Ekim Devrimi ve sosyalist inşa gerçeğiyle bir bağı yoktur. İkisi de devrimdir. İkisi de devrim ve karşı devrimin sert ve amansız mücadelesine dayanmıştır. İkisinde de gelişen devrim daha sert ve üst saldırı biçimleri kullanan karşı devrim doğurarak kendi yolunda ilerlemiştir. Her ikisi de kendi çağlarının en ileri, en radikal devrimleri olmuştur. Ama bu kadar, daha ötesine geçerek, iki devrimi kıyaslamak, benzerliklerden hareket ederek Ekim Devrimi ve proletarya diktatörlüğü gerçeğini tahrif etmek demagoji ve manipülasyona götürür.
Burjuvazinin ve oportünistlerin değişik fraksiyonlarından bir kısmı Stalin’i, “Stalinizm”i, Thermidorcu ilan ederken, diğer kısmı “Jakoben diktatör”, “Jakobenci diktatörlük” vs. ilan etmiştir.
Yukarıdaki nitelemeler açısından bakacak olursak, Stalin “proleter Jakobenizm”i, “Stalinist diktatörlük” (proletarya diktatörlüğü) “proleter Jakoben” diktatörlüğü temsil eder. Fakat bu kavramları Marksist Leninist literatürün yerine ikame etmek bir zorunluluk olmadığı gibi gerekli de değildir. Troçkizmin iftiralarına, tarih çarpıtıcılığa karşı mücadele ederken, söz konusu kavramlara başvurmaktayız sadece. Makyavelistçe her şeyi çarpıtmak, her kavramla oynamak, revize etmek, keyfice kullanmak Troçkizmin burjuva sınıf niteliği, ideolojik ve ahlaki karakteridir. Böyle olunca, bu gerçekleri sergilemek kaçınılmaz bir görev haline gelmektedir...
Stalin’i ve proletarya diktatörlüğünü “Jakobenizm”le suçlayanlar, Jakobenizmi zincirlerinden boşanmış bir terör, kanlı kitlesel katliamlar, akıl dışılık, demokrasinin yok edilmesi vs. olarak lanse ettikleri için, bu benzetmeyi tümüyle bilinçli ve çarpıtılmış olarak kullanmaktadırlar. Hedef belli: Bolşevizmi, Stalin’i, sosyalist devleti, sosyalist inşayı, Sovyet proletaryası ve halkını gözden düşürmek...
Bu burjuva taktik kurnazlık ve ideolojik saldırı, Troçki’de, tersyüz edilmiş olarak ortaya çıkmakta (Thermidorculuk) ve aynı içerikte birleşmekte ve anti-komünist saldırının iki biçimi olarak işlevsel bir rol oynamaktadır. Çarpıtılmış ve keyfi kullanılan iki kavramla vurulan Leninizm ve proletarya diktatörlüğüdür.
Ancak ne olursa olsun, Jakoben diktatörlük ve onun görkrmli devrimci mirası ve bu mirasın önemli bir bileşeni olan devrimci terörü (yıldırı/tehdiş), dünya proletaryası ve halklarının kolektif tarihsel belleğinde yaşamaya devam edecektir.
Lenin’in şu vurgusu (ve perspektif genişliği) bu gerçeği dile getirmektedir:
“Yirminci yüz yılda Avrupa’da veya Avrupa ile Asya arasında sınır çizgisi üzerinde bir yerde devrimci sınıfın, köy yoksullarıyla desteklenen ve sosyalizme doğru ilerlemek için mevcut maddi temelden yararlanan proletaryanın kuralı ‘Jakobenizm’ olacaktır ve ‘Jakobenizm’, on sekizinci yüz yıl Jakobenlerinin yaptığı büyük, silinmez ve unutulmaz işleri yapmakla kalmayacak çalışan halklara kalıcı ve dünya ölçüsünde bir zafer getirecektir.” “Burjuvazinin Jakobenizmden nefret etmesi doğaldır. Küçük burjuvazinin, Jakobenizm karşısında korkudan titremesi doğaldır.” (Aktaran Yalçın Küçük, age. s. 4-5, iba.)
Troçki’nin sınıflar üstü “Stalinist bürokrasi”, “Thermidor bürokrasisi” saçma teorisini geçerek, devam etmeden önce hatırlatmak isteriz, olağanüstü koşullar altında dev bir kapitalist kuşatma ve emperyalist saldırı altında, geri bir köylü ülkede, sosyalizmi kurarken iç savaşlardan, emperyalist ve faşist işgallerden geçen SSCB’de bürokratik zaafların gelişerek ağır tahribatlar yaratması, önemli dersler çıkarılması gereken bir gerçeğe işaret etmektedir sadece. Bürokrasi, sınıflı toplumun ürünüdür ve en yetkin düzeyine de kapitalizmle ulaşmıştır. Modern bürokrasi, burjuvazinin damgasını taşır. Kapitalizmden komünizme geçiş süreci (ki iç ve uluslararası arenayı kapsayan bir süreçtir) aynı zamanda bürokrasiye (devlet olgusu) karşı mücadele; devletten devletsizliğe (devletin sönmesi) geçiş sürecidir. Bürokrasiye karşı mücadele süreci kesintisiz devrimin, (ekonomik devrimin, siyasal devrimin, kültürel devrimin) bir bütünsellik halinde dünya devriminin zaferine, dünya komünizmine geçiş sürecine bağlanmış bir tarzda yürütülecek bir mücadele içeriğine ve perspektif genişliğine sahiptir. Kafa ve kol emeği arasındaki farklılığın aşılması temelinde, sosyalist demokrasinin derinleştirilerek geliştirilmesi, demokrasinin de aşılarak özgürlükler dünyasına geçişle bağlı bir süreçtir. Bu bağlamda Stalin önderliğindeki SSCB gerçeğinde teorik ve pratik olarak çıkarılması gereken çok temel dersler bulunmaktadır... Teoriyi geliştirme, zenginleştirme görevi bu büyük deneyimin eleştirel dersleriyle silahlanmayı gerektirmektedir. Bazıları bundan, Marksizm-Leninizm’i, sosyalist inşa deneyimini topyekün ret ve inkarı anlıyor; kuşkusuz ki bu, burjuvazinin saflarına geçişle damgalı bir teori ve pratiğin somutlaşmasıdır.
Devam edelim.
“Ama, burjuva toplumu her ne kadar kahramanlara özgü bir toplum olmasa da, onu dünyaya getirmek için, kahramanlık, özveri, terör, iç savaş ve dış savaşlar gene de zorunlu olmuştu.” (K. Marx, age., s. 15, iba.)
Proleter devrimler çağı, kapitalist emperyalizmin ölüm çağıdır. Bu olgunun pratik açılımı ve olgusu olan Büyük Ekim Devrimi söz konusu olduğunda “ kahramanlık, özveri, terör, iç savaş ve dış savaşlar” çok daha geçerli ve daha keskin tarihsel olgulardır ve tarihsel deneyim su götürmez bir şekilde bu gerçeği kanıtlamıştır. Çünkü çağımız kapitalist emperyalizmin yıkılışı, proletarya devrimler çağıdır; Ekim Devrimi bu nesnel tarihsel gerçeğin görkemli kanıtlanışıydı ve uluslararası sermaye ve dünya gericiliği bu gerçeği görmekte hiç de gecikmedi ve yıldırımlarını Ekim Devrimi, SSCB, sosyalist inşa, proletarya enternasyonalizmi ve dünya proleter devrimine karşı yağdırmaya başladı, hem de durdurak bilmeksizin...
Tarihsel deneyimin doğruladığı gibi, proleter devrimin zaferi, proletaryanın egemen sınıf (proletarya diktatörlüğü) olarak örgütlenmesi bir son değil, yeni bir başlangıç, daha zorlu bir başlangıçtır. Sosyalist inşa proleter devrimin zaferinden bin kez daha zorlu bir sınıf mücadelesidir. Burjuva ve küçük burjuva ön yargılarla bu gerçek zaten anlaşılamaz. Dünya proleter devrimler çağını açan, bir çağa damgasını basan, dünya devriminin öncü gücü SSCB’de sosyalizmin kurulamayacağını, yıkılışa mahkum olduğu ideolojik saldırısı, her renkten burjuvazinin değişik fraksiyonlarının (Menşevikler, Sosyalist Devrimciler, anarşistler, devrilmiş gericilik, emperyalist dünya, II. Enternasyonalciler, Troçkistler, Zinovyevciler, Buharinciler vb.) ortak ideolojisi olmuştur. Bu bağlamda Troçki’nin seçtiği saf, bellidir...
Troçkizmin komünizm maskeli anti-komünizmi, en çarpıcı biçimde, bitmez tükenmez “Stalinizm” düşmanlığında ortaya çıkmaktadır. Bugün nasıl Jakoben düşmanlığı sürüyorsa, “Stalinizm” düşmanlığı da bütün keskinliğiyle sürmektedir.
Bakın Sungur Savran’ın şu sözleri de bu olgunun örneklerinden birisidir.
“Bugün, 1917 Ekim Devrimi’ne yol açan çözülmemiş bütün siyasi ve toplumsal sorunlar dünya ölçeğinde yeniden ortaya çıkıyor. Stalinizmi, Ekim’in devamı değil, ama Ekim’e karşı karşı-devrimci bir tepki olarak kavramak, önümüzdeki devrimci mücadelelere hazırlanmak için can alıcıdır.” (Armağan Tulun, Sungur Savran, Sovyetler Birliği’nin çöküşünde devrimci Marksizmin rolü: Bir daha asla! Devrimci Marksist, Küba dergisi La Comuna için yazılmıştır. İba.)
Stalin, “Stalinizm” (Leninizm, proletarya diktatörlüğü, sosyalist inşa, proletarya enternasyonalizmi, Hitler faşizminin ezilmesi, proleter devrimin dünyanın üçte birine yayılması) düşmanlığı, Troçkizmin varlık koşuludur; Thermidorcu karşı devrim propagandası da bu düşmanlığın anti-komünist silahıdır. Hepsi bu! (Ki S. Savran ve A. Tulun tarafından yazılmış olan yazıyı başka bir yazıda ele alacağız.)
1789 Fransız Devrimi’nin zaferi ile mutlak monarşi yıkılır. 1791’de cumhuriyet ilan edilir. 1789 devriminin önderi devrimci burjuvazidir. Devrimi yapan halktır ve burjuvazi de halk içerisinde yer alan devrimin öncü sınıfıdır. Fransız burjuva devrimi burjuva devrimler çağının tanık olduğu en ileri, en radikal burjuva devrimdir. Fransız devrimin zaferi bir son değil, yeni bir başlangıcı, yeni bir çağı, yeni mücadeleleri temsil eder. Devrimin zaferi ile sınıflar arası güç dengeleri yeniden şekillenir. Devrimci mücadele yeni ve keskin biçimlere bürünerek gelişir. Devrimin zaferi ile büyük burjuvazi devrimi bir an önce sonlandırmak için devrilmiş gericilikle (feodal aristokrasi, Kilise ve Kralcılarla) gizli ve açık biçimlerle ilişkiler kurarak uzlaşma yolları arar. İktidara gelen burjuvazi için artık devrim bitmiştir, gerekli olan “düzen ve yasa”dır. Fakat devrilmiş kralcı güçler yeniden iktidarı ele geçirmek için azgın ve dinmek bilmez bir mücadele yürütmektedir. Mutlakiyetçi Avrupa, Fransa burjuva devrimine karşı kutsal bir bağlaşma kurmuştur. Amaç, Fransız burjuva demokratik devrimini ezmek, mutlak monarşiyi geri getirmektir. Fransız burjuva devrimi tüm Avrupa’yı temellerinden sarsmış ve oldukça yaygın devrimci bir etki yaratmıştır. Feodal saraylar, saltanatlar tarihte eşi görülmemiş bir devrimci tehdit altındadır... Rönensas, reformasyon, aydınlanma burjuvazinin iktidarı ele geçirme hazırlığının ve yöneliminin ifadesidir ve ortaya çıktığından beri de feodal gericiliğin sınıf bilinçli karşı devrimci saldırılarına hedef olmuştu. Şimdi de burjuva devrimi aynı ama daha sert, birleşik feodal karşı devrim tarafından ezilmek istenmektedir...
Bir yanda iktidarı ele geçirmiş burjuvazi, diğer yanda yitirilmiş iktidarı/cenneti ele geçirme mücadelesi veren, arkasına Avrupa feodal despotizmini almış kralcı karşı devrim, burjuva iktidarı ve geniş halk kitlelerini tehdit etmektedir. Devrimci Fransa’ya dış müdahale tehdidi sürekli büyümektedir. Ortalık durulmak bir yana, keskinleşen çelişki ve çatışmalar, yeni ayrışmalar ortamında hala bir tür kaos durumu sürmektedir. Devrimin zaferinin getirdiği nimetleri “Eşitlik, Özgürlük, Adalet” bayrağı altına gizlenmiş büyük burjuvazi yemekte ve kent ve kır emekçileri dışlanmaktadır. Devrime önderlik eden burjuvazi devrimi boğmaya çalışmakta, devrim korkusu her geçen gün yüreğinde büyümektedir.
Burjuva devrimin zaferinin ardından geniş halk kitleleri içerisinde derin ve yaygın hayal kırıklığı gelişir. Sıradan kitleler umduklarını bulamamıştır. 1791’de ilan edilen yeni anayasa ile meşruti monarşiye geçilir. Yeni bir devrimci öfke sokakları tutuşturur. Burjuvazinin üst katmanlarının en büyük korkusu baldırı çıplakların devrimci inisiyatifidir. Mülkleri ve iktidarları tehlike altındadır. Burjuvazi için önemli olan kutsal özel mülkleri ve sınıf egemenliğidir. Sokaklar krallığa tümden son verilmesi, monarşinin ekonomik temellerine kadar yıkılmasını ve devrimci cumhuriyetin tavizsiz ilanını talep etmektedir. Feodal Avrupa krallıkları birleşik bir güçle 1792 sonbaharında Prusya ve Avusturya’nın önderliğinde Paris kapılarına dayanır. Ortaçağ gericiliğinin Fransa’ya müdahalesi Fransa’yı ateşli bir ulusalcı devrimci duygular etrafında birleştirir... Fransız halkının devrimci-demokratik kavgasına ve dış müdahaleye karşı mücadeleye önderlik eden parti, Jakoben partidir.
Jakobenler, büyük burjuvazinin feodal aristokrasi ile uzlaşma ve anlaşma, meşruti monarşiyi koruma, kitlelerin bağımsız devrimci eylemini ezme, alt tabakaları yıkıma uğratan, eşitsizliği ve adaletsizliği dayatan politikalara karşı kent ve kır emekçilerinin devrimci eğiliminin sözcüsü ve öncü gücüdür. Ve Paris, her zamanki gibi, devrimin kalesi ve öncüsüdür.
Jakoben diktatörlük dönemi, burjuva demokratik devrimin yeni ve daha üst bir evresi, en radikal evresidir. Jakoben diktatörlük, devrimci-demokratik bir diktatörlüktür. 1793-94 kesitini kapsar. Bu evreyi, Jakoben diktatörlüğün Jirodenler önderliğinde yıkıldığı, devrimin gerileme evresi takip eder. Jakobenler devrimci burjuvaziyi ve Sankülotları, emekçileri, Jirodenler ise ılımlı burjuvaziyi (ticaret ve sanayi burjuvazisini ve taşradaki toprak burjuvazisini) temsil eder. Jakoben hareket, sınıf savaşımının keskinleşmesi, devrim ile karşı devrimin ayrışmasının gelişim seyrinde giderek radikal ve ılımlı kanatlar olarak da ayrışır. Keskinleşen mücadele içerisinde Jirodenler hızla büyük burjuvazi ve devrilmiş gericilikle (Kralcı güçler) kaynaşır. Ve Jakoben devrimci demokratik diktatörlüğün yıkılmasının önderi durumuna gelirler.
Devrimi sonlandırmak isteyen bütün kuvvetler, Jakoben diktatörlük karşısında birleşmiştir. Jakobenler, devrime ve Jakoben diktatörlüğe son vermek isteyen kralcıların ve Jirodenlerin karşı-devrimci terörünü amansızca ezmeyecek olsaydılar bir saniye bile ayakta kalamazdılar. Robespierre, “Yıldırı (terör-bn.) tetikte duran, sert, yumuşuma bilmez bir adaletten başka bir şey değildir. Demek ki, yıldırının kaynağı erdemdir. Yıldırı, yurdun en geciktirmeye gelmez ihtiyaçlarına uygulanan özel bir ilkeden çok, genel demokrasi ilkesinin bir sonucudur.” “Diyorlar ki, yıldırı zorbalık yönetiminin dayanağıdır. Sizinki benzemiyor mu? Evet, özgürlük kahramanlarının ellerinde parıldayan kılıç, zorbalık uydularının kılıcına ne kadar benzerse, o kadar benziyor. ... Sizler de, özgürlük düşmanlarını yıldırarak yola getirin. Cumhuriyetin kurucuları olarak buna hakkınız var. Devrim yönetimi, zorbalığa karşı özgürlüğün zorbalığıdır. Güç yalnızca suçu korumak için mi vardır? Yıldırım, kendini beğenmişlerin kafasına çarpmak için yaratılmamıştır mıdır?”; “Tek bir irade gerekir ve bu irade ya cumhuriyetçi ya da kralcı olmalıdır... İç tehlikeler burjuvalardan geliyor; onları yenmek için de halkla birleşilmelidir” derken; Marat, “Yurdu tehdit eden en korkunç tehlikeler, birçok ilde patlak vermiş iç savaştan geliyor bize”, “Yurtsever partinin bu düşman komployu ezmesi gerekir ya da onun tarafından ezilmeli!” (Devrim Yazıları) derken keskin gerçekleri haykırıyordu. Devrilmiş gericilik (krallık, feodal aristokrasi, kilise) ve devrimi bitirmek isteyen büyük burjuvazinin ve sözcülerinin kıtasal feodal gericilikle, feodal devletlerle (bütün iç çelişki ve çatışmalarına karşın) birleşerek devrime karşı savaşması kaçınılmazdı. Nitekim gerçekleşen de bu oldu. Tarihsel deneyim bu gerçeğin altını çizmiştir. Kapitalizmden komünizme doğru kesintisiz gelişen proleter devrime, sosyalist inşaya karşı çıkanların, SSCB’de sosyalizmin inşasına karşı dövüşenlerin iç ve dış gericilikle birleşerek Ekim Devrimi’ne ve Bolşevizm’e karşı savaşması deneyimi de benzer tarihsel bir gerçektir. Jakoben diktatörlük ve Robespierre burjuvazinin ve gericiliğin, Stalin ve proletarya diktatörlüğü ise, çağımız burjuvazisinin ve Troçkistlerin günah keçisidir.
Devrim bir veya birkaç olayı değil, bir süreci ifade eder. Devrimin nesnel bir mantığı, nesnel gelişme yasaları vardır. Ve devrimin gelişme seyrinde durmaksızın yeni sorunlar, yeni görevler, yeni dönemeçler karşınıza çıkar. Ya yanıt verirsiniz ya da altta kalır ve can çekişirsiniz. Avrupa feodal gericiliği Fransız burjuva devrimi karşısında kutsal bir ittifak kurmuştur. Devrilmiş feodal aristokrasi ve kralcı güçlerin arkasında başını Almanya, Avusturya, Rusya’nın çektiği ortaçağ gericiliği durmakta ve savaşmaktadır. İngiltere, rakibi Fransa’ya karşı kutsal ortaçağ gericiliğinin önde gelen destekçisidir. Devrimin zaferi ile burjuvazi yalpalamaktadır, ayrışmaktadır. Burjuvazi için gün artık devrimi durdurma, sonlandırma, yeni devrimci gelişmelere karşı çıkma günüdür. Burjuvazi iktidardadır, iktidarı bir ölçüde, meşruti monarşi kılıklı devrilmiş gericiliğin güçleriyle paylaşmak zorunda kalsa da artık asıl tehlike sömürülen, ezilen kitlelerin devrimci gelişmesidir. 1789-1793 arası kesit bir geçiş süreci; bir yanda devrimi sonlandırma, öte yanda devrimi son noktasına kadar devam ettirmek isteyen kuvvetlerin keskinleşen ayrışma ve mücadele sürecidir. Bu mücadelede proletarya ve halk kitlelerine, öncelikle de devrimin kaderinde belirleyici rol oynayan devrimci Paris’e dayanan Jakobenler yeni bir devrimci gelişmenin inisiyatif merkezi olarak belirleyici konuma yükselirler; bu gelişmenin temeli, ana dinamiği Kurucu Meclis, parlamento değil, sokaklardır. Burjuvazi, tarihte her zaman, feodal aristokrasi ve kilise hakimiyetiyle tutuştuğu savaşta, burjuva demokratik devrimler çağının en radikal, en ileri gideni olan Fransız devrimi de dahil, daima yalpalayan bir sınıf olmuştur. Onu anti-feodal mücadelede en ileri noktaya dek gitmeye zorlayan işçiler, köylüler, kent ve kır emekçileri olmuştur. Devrimi yapan burjuvazi devrimin ertesi günü devrimden nefret eden, devrimi boğmaya çalışan bir sınıf haline gelmiştir. 1848 devrimlerinde bu olgu daha çarpıcı ortaya çıkmıştır...
DEVAM EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder