(XVI.
BÖLÜM)
Soros
“Monoton
ve tarihi olaylar arasındaki ayrımdan bahsetmek, doğal olarak
gereksiz söz tekrarıdır; fakat tekrarlanan ifadeler aydınlatıcı
olabilir. Sovyetler Birliği’ndeki parti kongreleri de oldukça
monoton, önceden tahmin edilebilir olaylardır;
fakat Kruşçev’in 20. Kongre’de yaptığı konuşma farklıydı.
Stalin’in
suçlarını ortaya koyarak ve
redderek, Kruşçev insanların algılarını değiştirdi
ve hatta komünist rejimin hemen değişmese de, konuşmanın tahmin
edilemez sonuçları oldu; Yirmi
yıl sonra Glasnost’un öncüleri olanların görüşleri, gençlik
yıllarındaki Kruşçev’in ifşaları ile şekillendi.”
(Soros,
Açık Toplum Küresel Kapitalizmde Reform,
s. 35, iba., Truva
Yay.)
“Yirminci
Parti Kongresi büyük
bir iş başarmıştır. En
büyük başarısı, Partiyi Stalincilik hareketinden
temizlemek ve ülkemizin
en iyi evlâtlarının uğruna çarpıştığı Leninci
yaşama
‘norm'ları Parti içinde yerleştirmek olmuştur.”
(Kruşçev’in
Anıları,
s. 438)
“Bunlar
‘ahlaksız adamlar’dı, ‘dilleri değişen adamlar, bugün
söylediğini yarın inkar edenler...
adaletin kılıcı hepsinin üstüne inecek’ " (Robespierre,
Devrimci
Bir Yaşam, “11.
Bölüm, Dilleri Değişen Adamlar”,
iba.)
“Kötü
işler gömülse de yerin dibine
çıkar
bir gün insanların gözü önüne.” (William
Shakespeare, Hamlet)
“Düşmanların
en tehlikelisi, dost görünenidirKruşçev'in Anıları
SSCB
VE 1956 DÖNEMECİ
SSCB’de
“Thermidor darbesi” 1956’da gerçekleşti. “Thermidorcu karşı
devrim” 20. Parti Kongresi ile politik iktidar tekelini ele
geçirdi, ama henüz yeterince oturmuş değildi; fakat birkaç yıl
içerisinde politik iktidar tekelini sağlamlaştırmayı başardı.
Bu, proletaryanın politik iktidar tekelini kaybetmesi, proletarya
diktatörlüğün tasfiyesi demekti. Sıra, ele geçirilmiş politik
iktidar tekeline dayanarak sosyalist üretim ilişkilerinin
tasfiyesindeydi. Kruşçevizmin (modern revizyonist karşı
devrim) programı, tekelci bürokratik ekonomiye dayanan bir
diktatörlük kurmaktı. Bu program doğası gereği, sosyalizmi
tasfiye etme kapitalizmi yeniden kurma (restorasyon) programıydı.
Kruşçevci modern revizyonist karşı devrim, kapitalist
restorasyonu, “Stalinizme karşı mücadele”
(“Stalinsizleşme”) ve “Leninizm’e dönüş”
sloganları altında gerçekleştirdi. Lenin’le, Leninizm’le
Stalin’in bağını koparmadan kapitalist restorasyon
programının örgütlenmesi olanaklı değildi o koşullarda.
Troçki’nin önderliğinde örgütlenen fakat başarısızlıkla
sonlanan anti-Bolşevik, anti-Sovyet “Thermidor
darbesi” “Stalinsizleşme”ye dayanıyordu. Troçkist
“Thermidor”cu karşı devrim darbesinin önündeki en büyük
engel Stalin’di. Bu yolda yürüyen Kruşçevler ise, ancak
Stalin’in ölümü ya da öldürülmesiyle modern revizyonist
“Thermidoru” gerçekleştirebildiler. Bundan dolayıdır ki,
gerek Troçkizm gerekse de Kruşçevizm, Stalin’i ve “Stalinist”
ilan edilen proletarya diktatörlüğünü, sosyalizmi,
Leninist programı itibarsızlaştırmayı
ve tasfiye etmeyi karşı-devrimci operasyonun
merkezine oturttular. Tıpkı Robespierre ve Jakoben
diktatörlüğü yıkan burjuva gericiliğin, saldırılarının
merkezine Robespierre’yi koyması örneğinde olduğu gibi.
Kuşkusuz ki, SSCB, Jakobenlerin Fransa’sı değildi... Saldırı,
demagoji, manipülasyon çok daha şiddetliydi ve tarihsel sonuçları
da bambaşka oldu... Lenin’i, Leninizm’i doğrudan karşısına
almaya cesaret edemeyen karşı devrim, saldırılarını Stalin
(“Stalinizm”) üzerinden geliştirdi. Tıpkı Troçki gibi.
II.
Dünya Savaşı’ndan sonra, SSCB’de, yeniden toparlanma döneminde
devasa atılımlar yapıldı... Fakat SSCB, ulaşılan gelişme
aşamasından ileri sıçramak göreviyle keskin bir biçimde
yüz yüzeydi. Stalin’in “Son Yazıları” bu gerçeği dile
getirmektedir. Fakat bu gereksinmelere yanıt verilemedi. Bu bir
krize gidiş, giderek kriz durumuydu.
Kriz yeniden yapılanmayı gerektiriyordu. Bu yenilenme,
ekonomik, sosyal, siyasal alanlarda; iç ve dış politikada zorunlu
hale gelmişti. Kapitalizm ile sosyalizm arasındaki uzlaşmaz
mücadelede yeni bir tarihsel gelişme aşamasına girilmişti.
Krizin aşılması, Leninist çizgide gerçekleşmek zorundaydı.
Stalin önderliğinde bu tartışma, arayış, yeni politikalar
geliştirme çabası sürmekteydi. Fakat bu süreç, henüz bütün
boyutlarıyla netleşmeden ve oturmadan Stalin hayatını kaybetti.
Ardılları ise farklı bir yola sapmaya başladı... Böylece krize
Marksist-Leninist yanıt verilemeyince, 1956 dönemeci ile modern
revizyonist karşı devrim egemen olmayı başardı. Bu seçenek
kapitalizmin restorasyonu seçeneğiydi... Sorun SSCB ve sosyalist
kampın, emperyalizm ile sosyalizmin çarpışmasının yeni
gelişme aşamasıyla bağlıydı. SSCB’deki gelişme, ileri
sıçrama komünist görevi, salt SSCB’nin iç gereksinmeleriyle
bağlı değildi; böyle bir analiz tek yanlı, yanlış ve gerçeği
gizleyen bir analiz olacaktır. Sorun, dünya proleter devriminin
yeni gelişme aşamasında, yeniden yapılanarak, daha ileri hedefler
koyarak ileri sıçramaktı. Bu gerçek, gerek içeride gerekse de
dışarıda, yeni bir bunalımı hazırlayarak geliştirmekteydi.
SSCB’de, Stalin önderliğinde başlayan teoriden felsefeye, dil
biliminden sanat-edebiyat cephesine, emperyalizmin genel krizinin
şiddetlendiği dönemde izlenecek politikaya kadar geniş bir
cepheye yayılan tartışmalar söz konusu gereksinimin ve krizin
yansımasıydı.
Leninist
çizgide kendini yenileme, aşma, yeni ve daha üst düzeyde bir
çekim merkezi haline gelerek sosyalist inşada ve uluslararası
mücadelede daha yetkin belirleyici bir güç haline gelmek dönemin
zorunlu bir gereksinimiydi. (Sosyalist ekonominin daha ileri teknik
temelde örgütlenmesi; devlet mülkiyeti ile kolhoz mülkiyeti
arasındaki ilişkilerin yeniden düzenlenmesi, değer yasasının
alanının daha da kısıtlanması, ürün değişimi uygulamasına
geçilmesi, sosyalist planlı ekonominin her cephede
demokratikleştirilmesi; toplumsal ve siyasal yaşamda sosyalist
demokrasinin ve kültür devriminin derinliğine ve genişliğine
geliştirilmesi, parti-devlet-toplum ilişkilerinin buna bağlı
olarak demokratikleştirilerek yeni tip bürokratikleşmeye ve
bürokrasiye, özellikle yerel ve merkezi düzeyde “kızıl
bürokrat”lara karşı en geniş kitlelere dayanan hem yıkıcı
hem de yapıcı bir mücadelenin geliştirilmesi; sosyalist kamp
arası ilişkilerin “Dünya Proletarya Diktatörlükleri Federatif
Cumhuriyetler Birliği” perspektif ve hedefiyle,
bir “Federatif Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği” olarak
geliştirilmesi; emperyalizmle sosyalizm arasında kaçınılmaz
olarak gündeme gelecek savaşa hazırlanılması; sosyalist
perspektifin yön verdiği anti-emperyalist, anti-faşist,
anti-militarist barış mücadelesinin örgütlenmesi; dünya
komünist hareketinin yeni bir enternasyonalde
birleştirilmesi; ileri ülkelerin proletaryası ile geri ülkelerin
proletaryası ve halkları arasında militan bir birleşik cephenin
kurulması vbg.)
Stalin’in
bu sorunu gündemleştirdiğini ve bu arayışa yanıt vermeye
çalıştığını görüyoruz. Ancak Stalin’in ve Bolşeviklerin,
bürokratikleşmiş ve içeriden çürümeye başlamış, kapitalizm
ile sosyalizm arasındaki mücadelenin yeni ve belirleyici
aşamasında, yeni ve zorlu görevler üstlenmenin gereğinden kaçan
ve iki kamp arasında yeni bir savaşın patlak verme olasılığının
baskısı altında hareket eden özellikle devlet ve parti yönetici
düzeyinde belirginleşen bürokratik eğilimlerin ve kuvvetlerin
kendi etrafında ördüğü çemberi aşamadığı anlaşılıyor. Bu
olguyu, henüz açıktan ortaya çıkmaya cesaret edemeyen gizli
gruplaşmaların varlığından, bu gruplaşmaların Stalin’in
ölümüyle ortaya çıkarak gelişmesinden anlıyoruz. Evet 20.
Kongre’nin, modern revizyonist karşı-devrimin öncülleri Stalin
dönemine uzanmakta ve gelişmekteydi...
Kruşçevci
karşı devrimin iktidarı ele geçirmesi, giderek durumunu
pekiştirmesi; bunun içeride ve uluslararası arenaya yansıması,
yeni bir krizi koşullayarak geliştirdi. Bu kriz, Sovyet
proletaryası, Sovyet halkı ve dünya proletaryası nezdinde önemli
bir güven kaybında; sosyalizm ile emperyalizm arasındaki
mücadelede emperyalist dünyanın ABD önderliğinde mevzilerini
sağlamlaştırmasında, dünya devrimine karşı saldırıya
geçmesinde (“Soğuk Savaş); sosyalist kampta gerici
ayaklanmaların patlak vermesinde, dünya komünist hareketinin
dağılışında; küresel çapta komünizm maskelisi de dahil
burjuva akımların ve ideolojilerin atılıma geçmesinde ifadesini
buldu. Bu bağlamda 1956 dönemeci, tarihsel sonuçlarından da
görüldüğü gibi, enternasyonal proletaryanın kendi tarihinde
tanık olduğu en büyük yıkım oldu...
Bir
gerçeğin altını özellikle çizmek isteriz: Büyük dönemeçler,
büyük krizleri koşullar, üretir. Kimi zaman bu krizler alttan
alta gelişerek olgunlaşır ve “ani”den patlak verir. Kimi zaman
krizler, davul zurna eşliğinde tarih ve siyaset arenasına arz-ı
endam eder vb.
Eğer
SSCB’de bir kriz durumu olmasaydı ya da ortaya çıkmasaydı, 1956
dönemeci de olmayacaktı. SSCB’de ortaya çıkan yapısal kriz,
dar anlamda parti ve devlet yaşantısına “hapsedilmiş”ti ve
hesaplaşma arenası da bu dar çerçeveye sıkışmıştı. Parti
içi kapsamlı yaşanan ve “kamuoyu”nun da tanık olduğu
ideolojik mücadele, parti içinde, özellikle de partinin doruğunda
ve üst kesimlerinde olan bitenleri tam olarak yansıtmıyordu ve
henüz açıktan ortaya çıkamayan bürokratik, oportünist
gruplaşmalar da tablonun kavranmasını güçleştiriyordu. Fakat
durumu nasıl değerlendirirsek değerlendirelim bir krizin kendisini
dayattığı ve çözümü gerektiği açıktır. Bir yapısal
krizden bahsetmeden, bilince çıkarmadan yapılan analizlerin üstün
körü olduğu ve olacağı açıktır. Sosyalist toplum, komünizme
ve dünya devrimine doğru ilerlerken, farklı gelişme evrelerinden
geçecek, her bir evrenin ya da dönemecin yeni çelişkileri, yeni
gereksinmeleri ortaya çıkacak ve bu gereksinmelere yanıt
verilmesini gerekecektir. Bu yanıt, ya sosyalist ya da burjuva,
burjuva revizyonist olacaktır. Ortası yok. Bu yanıtın
Marksist-Leninist çizgide verilmemesi durumunda burjuva revizyonist
yanıtın gündemleşerek iktidarlaşması kaçınılmazdır. Dünya
proleter devriminin ve sosyalist inşanın tarihsel deneyimi, bu
gerçeğin altını çizmiştir. Pürüzsüz, biteviye gelişen,
zaaflardan, krizlerden, yenilgilerden azade bir sosyalist inşa ve
gelişme çizgisi ancak ince bir mükemmeliyetçilikle şekillenmiş
küçük burjuvanın romantik düşlerinde olabilir. Bu, proletaryayı
ve öncülerini eğiten tarihin dersidir. 1970’ler, 1980’lerde
yeterince anlayamadığımız ve kolaycı değerlendirmelere veya
eğilimlere dayanan beklentilerimizden farklı olarak, kapitalizmden
komünizme geçiş sürecinin o kadar basit olmayacağı, sorunun
daha karmaşık, daha zorlu gelişme sürecinden geçerek
gelişeceğini görüyoruz...
20.
Parti Kongresi, SSCB’de ve partide yaşanan, daha ziyade üstü
örtük krize burjuva revizyonist bir yanıt olarak ortaya çıktı.
Bu “kriz”i salt ülke içi faktörle izah etmek de perspektif
kaymasına yol açar. Sorun, iç etkenler başta olmak üzere iç ve
uluslararası tarihsel gerçeklerle, faktörlerle birlikte bütünsel
ele alınarak izah edilmelidir. Proletarya ile burjuvazi, sosyalizm
ile kapitalizm arasındaki mücadele salt şu veya bu ülkeye değil,
tüm ülkeleri içerisine alan, uluslararası nitelikteki bir
mücadeledir... Ve Marks şu sözleri laf olsun diye
söylemedi; “
"15,
20, 50 yıllık iç savaşlardan ve uluslararası çatışmalardan
geçmeniz gerekecek..."
1956
tarihinde gerçekleştirilen 20. Parti Kongresi SSCB tarihinde farklı
niteliğe sahip, Lenin ve Stalin’in SSCB’sinden kopuşun ana
dönemeci oldu. Bu bakımdan uluslararası sermayenin
temsilcilerinin değerlendirmeleri oldukça öğreticidir.
“Sovyet
sisteminin dağılmasında aktif olarak görev aldım” diyen
Soros’un, SSCB’nin sosyalizmden uzaklaşmasını 20.
Kongre ile başlatması dikkate değer ve doğru bir
değerlendirmedir. Örneğin o, bu dönemeci SBKP’nin 10. ya da 15.
ya da 18. ya da 19. parti kongrelerinden herhangi birine değil
Kruşçevizmin damgasını vurduğu 20. Kongre’ye bağlamaktadır.
“fakat
Kruşçev’in 20. Kongre’de yaptığı konuşma (diğer
kongrelerden-bn.)
farklıydı.
Stalin’in
suçlarını ortaya koyarak ve
redderek, Kruşçev insanların algılarını değiştirdi
ve hatta komünist rejimin hemen değişmese de,”
“Yirmi
yıl sonra Glasnost’un öncüleri olanların görüşleri, gençlik
yıllarındaki Kruşçev’in ifşaları ile şekillendi.”
derken,
modern revizyonist karşı devrimin Kruşçev’den
Gorbaçov’a uzanan tarihsel çizginin sürekliliğine
işaret etmektedir. Soros, kapitalist emperyalizmin bilinçli bir
temsilcisidir. SSCB’nin evrimini dikkatle izleyen
ve yıkılışına da en önde katılan kişilerden
birisidir.
Kruşçev
de yaptığı analizde 20. Parti Kongresi’nin ana
dönemeç olduğunu, temel başarısının “Stalinizmi”
yıkmak olduğunu vurgular.
“Stalinsizleştirme”
çizgisi, proletarya diktatörlüğünün ve sosyalist ekonominin
tasfiyesi çizgisi, tarihte
daha önce bir örneği olmayan, yeni
tip kapitalist
restorasyonun
çizgisi, revizyonist/kapitalist kampı
da
tümden
dağılışa
götüren çizgidir. “Stalinizm”den
sosyalizm ve sosyalist kamp çıktı, Kruşçevizmden bürokratik
devlet kapitalizmi ve
giderek
açık kapitalizme geçiş çıktı. İki tarihsel dönem arasındaki
kopuşma bu
kadar nettir. Hans
Heinz Holz,
“XX. Parti Kongresi’yle Sovyetler Birliği’nin tarihinde yeni
bir dönemin başladığında neredeyse
herkes hemfikir.” (Sosyalizmin
Yenilgisi ve Geleceği,
s. 150, Yordam Kitap) derken
bir
gerçeği
ifade etmektedir. Bu dönemece yüklenen anlamlar değişse de, bu
saptama bir gerçeği yansıtmaktadır.
Bu
kopuşma, öncelikle ilkesel ve ideolojik bir kopuştu.
Bu olgu,
“Stalinizm” düşmanlığında, “Stalinsizleşme”de
somutlaşarak
siyasal üstyapıdan altyapıya; iç
politikadan uluslararası politikaya
kadar uzanan
ve kapsayan
bir süreci ifade
etmekteydi ve etti. Bu
süreç, teknik hesaplarla, mühendislik ölçütleriyle, kaba
mekanik teorilerle, idealist kıstaslarla
kavranamaz. Bu kopuşmayı hazırlayan tarihsel süreç, bütün iç
ve dış çelişki ve çatışmaları içerisinde ele alınmak
zorundadır ve kuşkusuz ki bu dönemeci hazırlayan olgular,
bilakis, sosyalist inşa sürecinin bağrında
gelişti.
Bu kökler, tohum, tohumun az
ya da çok olgunlaşması,
ağaca ve meyveye dönüşmesi
süreci, sosyalizmden komünizme geçiş sürecinin temel
çelişkisi
olan kapitalist yol ile sosyalist yol arasındaki uzlaşmaz
karşıtlıkta;
bu keskin ve karmaşık mücadelenin diyalektiğinde aranmalıdır.
Proletarya
diktatörlüğü ve sosyalist inşa sürecinde bir
dizi zaaf, zayıflık, gerilik, ilk
deneyim olmasının yarattığı gerilimler ve boşluklar; kesintisiz
sosyalist devrimin somut gelişme yollarının
yeni tarihsel deneyime dayanan teorik zenginleşmeyle yeterince
silahlanamaması;
sosyalizm koşullarında, daha Stalin döneminde, 30’larda
özellikle
de 1945 sonrası bürokratik
merkeziyetçiliğin gelişmesi; komünizm
maskeli, resmen
değil ama fiilen
komünizmden kopuşma süreci yaşayan
bürokratik
bir yeni
tip
küçük
burjuva bir tabakanın
gelişmesi ve giderek resmi
ama özellikle
de fiili
ayrıcalıklarla kuşanması gibi nedenler
Kruşçevci karşı devrimi hazırladı. Bu
olgu ne salt nesnel koşullarla ne de salt öznel nedenlerle izah
edilemez. Birincisi
kaba
materyalizme, ikincisi subjektif idealizme dayanır.
Kale,
emperyalist kuşatmanın ve saldırının baskısı altında, “savaş
yorgunluğu”yla da birleşen, faşist
işgale karşı mücadele ve
faşist kampın ezilmesi sürecinde sayısız nitelikli komünistin
(3 milyon parti ve komsomol üyesi!!!) yitirilmesinin
yarattığı nitelik kaybının da
iç içe geçmesi eşliğinde
içten
fethedildi. Bu
fetih harekatı, iktidarı ele geçiren modern
revizyonist karşı-devrim, basit olarak bir Beşinci Kol sızmasıyla
izah edilemez. Bu
tarihsel gerçeği revize ederek, yumuşatarak, görmezden gelerek
diyalektik materyalist bir analiz yapılamaz. SSCB’de
kapitalizmin restorasyonu, gökten zembille inmedi...
“Thermidorcu
karşı devrim” Stalin’in önderliğinde değil, Stalin’in ve
önderliğindeki Leninist çizginin ret ve mahkum edilmesiyle
gerçekleşti. Bu olguyu gizleyerek yapılan “Stalinizm”
analizleri ise
tam
bir saçmalıktan ibarettir.
Burada
Stalin ve partisi 1956 ile politik iktidarı ele geçiren Kruşçevci
modern revizyonist karşı devrime
doğru ilerleyen evrimi açığa
çıkaracak, önleyecek,
ekonomik, ideolojik,
siyasal, örgütsel politikaları geliştirememiş
olması bağlamında eleştirilmeli ve
dersler çıkarılmalıdır...
Stalin
önderliğinde inşa edilen sosyalizmin
göz
kamaştırıcı başarılarının
gölgesi
altında
gelişen zaaflar, modern revizyonist karşı devrime
götürecek
gelişim sürecinin kavranmasını,
zamanında üzerine gidilmesini önlemiştir. Stalin
ve parti
bu noktada sürecin sorumluluğunu
taşımaktadır. Fakat
bu süreç tek başına Stalin’le izah edilemez. Tıpkı
kapitalizmin restorasyonunun tek
başına Kruşçev’le
izah edilemeyeceği gibi.
Geniş
anlamda bu gelişmenin maddi
temelini,
içeride, Çarlık Rusya’sının tarihsel
geriliğinin yeni döneme yansımasında;
kafa emeğiyle kol emeği, kentle kır, tüm
halkın mülkiyeti ile grup mülkiyeti (kolhozlar)
arasındaki çelişkilerde
ve eşitsizliklerde;
daha güncel
olarak, inşa sürecinde maddi-bürokratik
ayrıcalıklar kazanan (özellikle de fiili olarak) henüz
istikrar
güvencesi
elde edememiş yeni
tip küçük burjuva
bürokratik
bir tabakanın gelişmesiyle belirlenen maddi olgularda;
dışarıda
ise,
emperyalist dünya sisteminin varlığı,
baskısı,
ablukası, dinmek bilmeyen saldırıları yatmaktadır.
Tarihsel
olarak ilk deneyim olmanın yarattığı aşırı zorluklar ve
olağanüstü
koşulların baskısının
üzerinden atlanılamaz.
“Sosyalizmin
zaferi” ve “kesin zaferi” teorisinin yetersizliğinin önderlik,
yol açıcılık ve sıçrama bakımından perspektif
ve politikada yarattığı darlık
ve önemli
sorunlar; keza
bütün görkemine karşın,
sosyalist inşanın düzeyinin
abartılması
da
öznel alandaki zaafları oluşturmaktaydı.
Hiçbir
parti, hiçbir sosyalist devlet, sosyalist inşa sürecinde
bürokratik yozlaşma tehlikesinden, kişi,
parti, devlet, yanılmaz yetkililer kültünden
azade değildir ve olamaz. Asıl
sorun, tarihsel deneyimlerin ışığında bu eğilime ve
tehlikeye karşı mücadele teori ve pratiğini geliştirmektir.
Sosyalist
kitle demokrasisinin, sosyalist
kitlesel eleştiri, katılım
ve
denetimin, sosyalist
bağımsız kitlesel inisiyatifin
geliştirilmesindeki yetersizlik ve zaafların kapitalist restorasyon
süreci üzerindeki etkisini
görmezden gelmek, parti ve devletin zaaflarını görmemek, gerekli
derslerle kuşanmayı engelleyeceğinin
bilincine olmak gerekir.
“Devletin
partileşmesi”, “partinin devletleşmesi”nin bürokratikleşme
sürecindeki tahrip edici rolü yeterince açığa çıkmıştır.
Aslında Stalin’in partinin devletin yerine, parti örgütlerinin
sovyetlerin
yerine geçme; parti örgütlerinin apolitikleşmesiyle iç içe
geçen “ekonomik sorunlarla aşırı meşgul” olması eğilimine
karşı mücadele yürüttüğünü biliyoruz
ama
bu mücadelenin de yeterli olmadığını görüyoruz. Partinin
sınıfın genelkurmayı olma işlevi ile devletin bir sınıf
egemenliği
aracı olması işlevi
arasındaki
“sınır çizgileri”nin bulanıklaşması, giderek silinmesi; bu
tablonun
yarattığı tehdidin zamanında
bütünsel anlaşılamaması;
bu
mücadeleye karşı bürokratik eğilimlerin güçlü direnişi,
(sosyalist anayasa tartışmaları dönemindeki parti içi
sert
sınıf mücadelesini
hatırlayalım); dahası
bu “yerine geçme” eğiliminin partiyi önderlik misyonundan
geriye çekmesinin
yarattığı ve yaratacağı yıkıcı eğilimin
geniş kitlelere yeterince taşınamaması,
geride kalan tarih sosyalist deneyimlerinin
zaaflarını yansıtmaktadır...
Bu
konuda A.
Getty’in,
Yuriy
Jukov’un
ve G.
Furr’un
çalışmalarından eleştirel incelemeyle
çıkarılması
gereken önemli
dersler
bulunmaktadır.
1930’larda
“Stalin’in
demokratikleştirme planı” ve 1945-1953 arası dönemde
parti-devlet-toplum
ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi çalışmalarıyla ilgili önemli
yeni veriler açığa çıkmış durumda. Bu verilerin hala bütün
boyutlarıyla netleşmediği görülüyor. Ki
arşivlere dayalı yapılan
ve yapılacak
çalışmaların dikkatle izlenmesi gerekmektedir.
Açığa
çıkan (ve çıkacak olan) verilerin değerlendirilmesi, parti ve
devlet içerisinde sürmekte olan sınıf mücadelesinin gerçeklerine
ışık tutacağı açıktır. “Arşiv
bilgisi”, “arşiv verisi-belgesi” olarak yayınlanan ve
yayınlanacak veriler, tek yanlı değerlendirmelerden uzak,
eleştirel ele alınmalıdır.
Gelişen
üretici güçlerle geride kalan üretim ilişkiler arasındaki
çelişkinin
çözümü
güncel yakıcı bir soruna dönüşmüştü SSCB’de.
Stalin bu olgunun altını çizer.
Bu gerçeği Stalin, parti içi tartışmalarda açıklıkla dile
getirir. Ortaya
çıkan burjuva revizyonist teorik sapmalara, politik eğilimlere
karşı etkin mücadele yürütür. Çözüm
yollarını büyük
bir açıklıkla ortaya koyar. (Bkz.
“Son
Yazılar”.)
Stalin’in
ölümüyle, iç
ve dış politikada önerilen
proleter sosyalist politikalar tersyüz edilerek, uzlaşmaz
karşıtlığı temsil eden, tam
tersi politikalar uygulandı.
İlk
tasfiyeci
adımlar,
1953-1956
arası kesitte
atıldı. Bu geçiş süreci yeni tip küçük burjuva katmanın da
kastlaşmayla, iç
tasfiyelerle vs.
birlikte yükseldiği; iktidarı ele geçirme yönelimin güçlendiği
bir kesitti. Çözümün,
modern revizyonist karşı devrim eliyle
ileriye doğru değil, geriye giden
müdahalelerle
darbelendiği,
önlendiği
gerçeğinin altı çizilmelidir.
Böylece
toplumsal üretici güçlerle sosyalist üretim ilişkileri
arasındaki zorunlu
uygunluk yasası
bozuldu;
üretici
güçlerle üretim ilişkileri arasındaki
çelişki
ve
çatışma
keskinleşti
ve
Kruşçevciliğin
iktidarıyla uygulanan
programla birlikte sosyalist üretim ilişkileri tasfiye edilmeye
başlandı;
bu olgunun doruk noktasını ise Brejnev dönemi oluşturur...
Tabii
ki bu tablo tam değildir ve
ayrıca başlı başına ele alınması gerekir.
Bu
konu “SSCB’de
Kapitalizmin Restorasyonu, Sosyalizmin Sorunları, Tarihi Dersler”
(2011, Akademi
Yayın)
kitabımızda
incelenmiştir. Bu
çalışmalar tarafımızdan
geliştirilmeye
devam edilmektedir.
Lenin'in
dediği gibi, "çünkü
tarihin bazen geriye doğru dev adımlar atmadan pürüzsüz ve
biteviye ilerlediğine inanmak diyalektik değildir, bilimsel
değildir, teorik açıdan yanlıştır."
Yine Lenin'in vurguladığı gibi, "Bilim
ise hatalar ve
yenilgiler olmadan öğrenilemiyor."
Sosyalizmin
tarihsel deneyimleri üzerine yapılan tartışmalarda bu gerçeklerin
kavranmaması, tasfiyeci revizyonist yönelimleri meşrulaştırır
sadece.
Kapitalizmden
komünizme geçiş süreci, SSCB’nin
ve sosyalist
kampın tasfiyesinin tarihsel öyküsünden çarpıcı bir tarzda
gördüğümüz gibi, karmaşık, çapraşık, yalnız
görkemli başarı ve kazanımları değil, aynı zamanda ağır
yenilgileri de içerisinde taşıyan bir tarihsel süreçtir.
Sosyalizmin
zaferleriyle ve yenilgisiyle
belirlenen yükseliş ve düşüş aşamaları bu gerçeğin altını
çizerek, bizlere ağır bir tarihsel
ders
vermiştir. Ki
önemli olan da sürecin
eleştirel
dersleriyle
silahlanabilmek ve
bu silahı
proletaryanın
dünyayı
değiştirme eyleminde
başarıyla kullanabilmektir. Türkiye
ve Kürdistan proletaryası adına bu görev henüz hakkıyla yerine
getirilmiş değildir. Acı ama gerçek. Sürüm sürüm sürünen
bir “irade”yle komünist hareket, bu
gereksinime yanıt verememiştir.
Veremediği
için
ağır yapısal bunalımı aşırı
yıpratmaya devam etmektedir. Bu önderlik anlayışı ile, çalışma
tarzıyla yaşanan kapsamlı ve derin krizin
aşılamayacağı
zaten açıktır; açıktır diyoruz ama ne yazık ki, dar bir kesim
hariç, bu sorun hala kavranabilmiş değil; hala
burnundan kıl aldırmayan
“başarılı önderlik” vs. üzerine yapılmaya devam edilen
“analiz”lerle
oyalanmaya
devam etmekteyiz...
Aslında
bu durumun
“kızıl bürokrat” tipiyle, teori ve pratiğiyle çok derin ve
güçlü bağları
vardır. SSCB
deneyimi ışığında kendi gerçeğimizi okuduğumuzda bu olguyu
görmemek için kör olmak gerekir ve bu
körleşme,
Marksist-Leninist ideolojik reflekslerin ve ilkesel duruşun
ağır
bir tarzda aşınmasıyla, gerilemesiyle iç içe gelişmektedir.
Burada
ideolojik-teorik
tasfiyecilik
baş köşede oturmaktadır. İdeolojik
tasfiyecilik, komünist programdan kopuş, “kızıl bürokrat”
zihniyet ve tipe olağanüstü imkanlar sunmakta, kızıl bir örtü
görevi görmektedir; bu olgu, nesnel gerçeğimizi oluşturmaktadır.
“Kızıl
bürokratlaşma” sürecinin SSCB’yi nereye getirdiği bizce
açıktır...
SBKP
20. Parti Kongresi, 1956 yılında toplandı. Kruşçev ve Mikoyan
önderliğindeki revizyonist bürokrat burjuvazi, Stalin’in
ölümünden sonraki süreci etkin bir şekilde değerlendirdi. 53–56
yılları arası bir geçiş sürecidir. “Kruşçev’in
Anıları” da bu gerçeğe tanıklık yapmaktadır. Bu süreç
kızıl maskeli karşı–devrimin yeni döneme henüz ihtiyatlı ama
etkin hazırlandığı, güç biriktirdiği, mevzilerini geliştirip
pekiştirdiği, her bakımdan devrime, sosyalizme, proletarya
diktatörlüğüne, Marksizm–Leninizm’e ve proletarya
enternasyonalizme karşı azgınca saldırıya geçmek üzere son
hazırlıklarını yaptığı süreçti. Bu kesit, bir yandan
Kruşçev’in revizyonist burjuva rakiplerini, öte yandan
Lenin–Stalin çizgisine bağlı kalanları kitlesel olarak tasfiye
etmeye yöneldiği bir tarihsel kesitti. Ve bu süreç, tepe
noktasına SBKP 20. Parti Kongresiyle ulaştı ve Kruşçevizm açık
zaferini ilan etti.
“Khruşov'un
gizli konuşması, kısa sürede, SSCB hariç her tarafa yayılmıştı
ve aslında anti-Sovyet Batı propagandasının tezlerini İktidarın
Zirvesinde haklı çıkarıyordu. “ (Y. Yemelyanov, Stalin
İktidarın Zirvesinde, s. 560)
Bu
kara propaganda metninin, önce CIA’nın eline geçtiğini
ekleyelim buraya.
Kruşçev’i
dinleyelim.
“GARİP
bir durum vardı ortada. Stalin ölmüş ve gömülmüştü ama,
Beria’nın tutuklanmasına kadar Stalinci politika hâlâ
yürürlükteydi. Her şey eskisi gibi devam ediyordu.” (Kruşçev’in
Anıları, C. I, s. 425)
Aslında
ortada “garip bir durum” yok. Beria’nın tutuklanması, günah
keçisi haline getirilmesi, Kruşçevci kliğin ve destekçilerinin
bir tasfiye operasyonuydu. Değişim, daha Stalin’in cesedi
yerdeyken başlatılmıştı. “Anılar” daki itiraflardan da bunu
görmekteyiz. “Her şey eskisi gibi devam” etmiyordu...
“1956’ya
kadar, bizi halk düşmanlarının avlanması sırasında saran
isterinin psikolojik sonuçlarından kurtulamadık. Stalin’in
yarattığı hayalle çevremizin düşmanla sarılı olduğunu,
onlara karşı savaşmamız gerektiğini, teorilerin haklı
gösterdiği ve Stalin’in uygulamaya koyduğu yöntemleri izleyerek
sınıf mücadelesini şiddetlendirdiğimizi ve Devrimin
kazandırdıklarını sağlamlaştırdığımızı sanıyorduk.”
(s. 426; aksi belirtilmedikçe, alıntılar “Anılar”
kitabından yapılmıştır.)
“Sanıyorduk”
ifadesi gerçeği çarpıtmanın, Kruşçev’i, Kruşçevci kliği,
Kruşçevizmi/Kruşçevci karşı devrimi gizlemenin ve kurtarmanın
çirkin manevrasıdır. Kruşçevci karşı-devrimin bilakis kendisi,
sosyalizmde sınıf mücadelesinin yumuşamak bir yana yeni ve daha
karmaşık biçimler alarak keskinleşerek sürdüğünün;
proletarya diktatörlüğünün/demokrasisinin iç ve dış düşmanlar
tarafından kuşatıldığının ve tasfiye edilmek istendiğinin
açık ve çarpıcı kanıtıdır. Burada Stalin’in “hayali”,
“çarpık” değerlendirmelerinden bahsetmek sadece demagojidir.
Şu ünlü “Soğuk Savaş” stratejisinin içeride ve dışarıdaki
rolü, SSCB’de sınıf mücadelesinin yumuşadığının,
gereksizleştiğinin, sonlandığının ifadesi olarak okunamayacağı
açık değil mi? Bilakis Kruşçevizmin kendisi Soğuk Savaş’ın
ve emperyalist baskının da ürünü olduğu açık değil mi?
Stalin’in emperyalist kampla sosyalist kamp arasında bir savaşın
kaçınılmaz olduğu analiz ve vurgusu çağımızın, o dönemin
tarihsel konjonktürünün doğru okuması olduğu açıktır.
Kruşçevlerin kendileri üzerinde hissettikleri baskı ise,
ihanetlerine karşı, Stalin’in ve sosyalizmin devrimci baskısının
ifadesinden başka bir şey olmadığı da açıktır...
“Bundan
sonra Beria’nın tutuklanması ve soruşturması başladı.
Bizlerden gizlenen ve o kadar ölüme yol açan gizli bir
mekanizmanın açıklanması karşısında dona kaldık.”
Düpedüz
yalan. “Baskı dönemi”nin öne çıkan figürü Beria değil,
Yagoda, Yejov, Tuhaçevsky, Yenukidze
gibilerdi; keza kariyerist ve “klan”cı kesimler gibi kızıl
terörü yolundan saptırarak terörü proletarya diktatörlüğüne
ve Stalin’e, partiye karşı kullanan Troçkist-Buharinist bloğun
ve güç peşinde koşan, mevkilerini kaybetmemek için şiddetle
direnen klanların adamlarıydı. Kruşçev haini, “zorba ve mutlak
tanrısal iktidarını kurmuş” Stalin imajı yaratmakta, kendisini
ve kendisi gibi hainleri her şeyden habersiz masum(lar) olarak
pazarlamaktadır. Kruşçev, Beria’yı, Stalin’i, Stalin
önderliğindeki sağlam Bolşevikleri alçakça suçlarken, o dönem
terörü yolundan saptırarak ağır yıkımlar yaratan Yagoda’yı,
Yejov’u tertemiz ve masum kurbanlar olarak ilan etmişti.
Ayrıca
vurgulamak isteriz ki, Beria’nın öne çıktığı/çıkarıldığı
dönem, kızıl teröre son verildiği, yüz binlerce insanın
hapishanelerden ve kamplardan serbest bırakıldığı,
itibarlarının iade edildiği dönemdir. Bilakis
Kruşçev tarafından kurdurulan ünlü “Pospelov Komitesi
Raporu” bunu doğrulamaktadır; buna göre, Beria’nın
İçişleri Bakanı olmasıyla, “1939-1940 yıllarında yapılan
tutuklamaların sayısı, 1937-1938 yıllarında yapılan
tutuklamalara oranla yüzde 90 azaldı.”
“106.
Beria’nın yönetiminde, çok sayıda NKVD görevlisi ve birinci
sekreter, binlerce idam ve sürgünden sorumlu tutularak yargılandı
ve çoğu, masum insanları idam etme ve tutuklanan insanlara işkence
yapma suçlamasıyla idam edildi. Bu işkence yapan polis
memurlarının bir kısmının yargılanmalarına dair tutanaklar
yayımlanmış bulunmaktadır. Yargılanan, hapsedilen, sürgüne ya
da kamplara gönderilen birçok kişi serbest bırakıldı. Beria,
söylendiğine göre, daha sonra ‘Yezhovshchinanın tasfiyesi’ni
ilan etmiş olduğunu belirtti. Stalin, uçak tasarımcısı
Yakovlev’e, Yezhov’un çok sayıda masum insanın
öldürülmesindeki sorumluluğundan dolayı idam edildiğini
söylüyordu. (Lubianka
B, no 344, 363, 375; Ubiystvo
637;
Yakovlev)”
(
G.
Furr, Stalin
ve Demokratik Reform Mücadelesi)
Bu
bilgiler pek çok kaynak tarafından da doğrulanmaktadır.
Benimsenen yeni politika, SBKP MK ve Politbürosu’nun aldığı
kararlara
dayanıyordu.
Elbette
ki Kruşçev ve Kruşçevciler bu kararları ve sonuçlarını çok
iyi biliyorlardı ama Kruşçevcilere bir günah keçisi
gerekiyordu, bu da, iktidar mücadelesi veren Beria oldu ilk
aşamada. Beria araçsallaştırılarak anti-Stalinciliğe giden yol
döşendi aynı zamanda.
I.
Deutscher’in “Beria’nın suçlanması üstü kapalı
biçimde Stalin’in suçlanması anlamına geliyordu ve doğrudan bu
sonuca götürdü. Sanki günah keçisi, gerçek ve baş
günahkarı uçuruma sürüklemek için geri dönmüştü. Ötekileri
de sürüklemekle tehdit ediyordu.” (Tarihin
İronileri, s. 51, iba., Belge Yayınları) sözleriyle bu
gerçeği dillendirmektedir.
Beria
“Fakat
Beria’nın dâvasında gözlerimiz açıldığı halde, bu işlerin
arkasında Stalin'in olduğuna inanamıyorduk. Bir süre
Partiye ve halka olup biten hakkında yalan yanlış bilgi verdik;
herşeyi Beria'nın üzerine attık. Bu iş için
biçilmiş kaftandı. Stalin’i korumak için elimizden
geleni yaptık. Bir suçluyu bir katili —bir kütle katilini—
korumakta olduğumuzun farkında değildik! Tekrar ediyorum,
1956'ya kadar Stalin’e uşaklık etmekten kurtulamadık.”
Beria
örneğinin sahtekarca kullanıldığı çok açık. Kruşçev’in
açıklamaları da göstermektedir; ki, 1953-1956 arası dönem bir
geçiş dönemidir; Stalin’i vurmak, gözden düşürmek, 20. Parti
kongresi ile politik iktidarı ele geçirmek için hazırlığın ve
manevraların yapıldığı bir dönemdir. Beria meselesi böyle
yaratıldı ve Beria adı altında Stalin, revizyonist tasfiyeci
saldırının hedefi haline getirildi ya da bu hedefle Beria
araçsallaştırıldı. Bu girişim, parti ve kamuoyunu da hazırlama
karşı devrimci girişimin ifadesiydi. Kruşçev haininin “Bir
süre Partiye ve halka olup biten hakkında yalan yanlış bilgi
verdik; herşeyi Beria'nın üzerine attık.” açıklaması
Beria’nın bilinçli olarak günah keçisi haline getirildiğini
açıklıkla ortaya koymaktadır. Beria’nın tutuklanıp idam
edilmesinin gerekçesi açıklanırken öne sürülen, “bir şey
bilmiyorduk”, ”Stalin’i korumak için elimizden geleni yaptık.”
sözleri aşağılık bir demagojiden ibarettir. Beria meselesi
Stalin’i korumak için değil, bir rakibi tasfiye etmek, yol
açmak ve politik hedefleri olan proletarya diktatörlüğünü
tasfiye ederek yeni tip burjuvazinin iktidarını
kurmak (“Stalinsizleşme”) hedefiyle bağlı bir
operasyondu.
Beria’nın
darbeci bir tarzda tutuklanması, yargılanmadan kurşuna dizilmesi,
bir dizi gerçeğin açığa çıkmasını önlemek için yapılan
haksız bir operasyon olduğu çok açıktır. Molotovların da Beria
meselesinde suç ortaklığı yaptığı açıktır. Her ne kadar
Molotovlar “anti-Stalinizm”e karşı çıktıysalar da, çok
temel sorunlarda modern revizyonist karşı-devrime önemli gerici
hizmetlerde bulundular. Molotov’un yaptığı açıklamalardan
(bkz. Feliks Çuyev, Molotov Anlatıyor. Yordam Yayınları.) bu
gerçeği görebilmekteyiz. Enver Hoca’nın “Kruşçevciler”
kitabının her okuyucu tarafından incelenmesini ısrarla
öneriyoruz. Hoca, hem modern revizyonist karşı devrimin Stalin
dönemine uzanan ve gelişen köklerini ve zaaflarını hem de
Molotovların Kruşçevci karşı devrimle uzlaşan zaaflarını
ortaya koymada önemli tahliller yapmaktadır. Molotovların
Stalin sonrası döneme herhangi ciddi bir hazırlığının
olmadığını; Kruşçevci kliğin niteliğini, manevralarını,
“savaş hileleri”ni ve olası sonuçlarını anlayamadıklarını,
uzlaştıklarını da bilakis kendi açıklamalarında öğrenmekteyiz.
Molotov, Kaganoviç, Malenkov, Voroşilov’ların önce
görevlerinden alınması, sonra partiden atılması; özellikle 1961
yılında yapılan parti 22. Kongresi’yle Stalin’e atılan
iftiraların aynısına maruz kalmaları, aynı zamanda kendi
zaaflarının, modern revizyonist karşı devrimle uzlaşmalarının
sonucudur.
Bilmeden
“Bir suçluyu bir katili —bir kütle katilini— korumakta
olduğumuzun farkında değildik! Tekrar ediyorum, 1956'ya kadar
Stalin’e uşaklık etmekten kurtulamadık.” diye yazmış
Kruşçev.
Kuşkusuz
sürüngenler gibi Stalin önünde secde eden Kruşçev, onun ölümü
ile, bir sırtlan, bir tilki, aç bir kurt, sinsi bir yılan olduğunu
ortaya koydu. Bu açık. “Anti-Stalinizm”, “de-Stalinizasyon”,
“Stalinsizleştirme” Kruşçevizmin program ve hedefiydi. Bu
program Stalin’in öldüğü gün hemen yürürlüğe girdi ve
iktidarı ele geçirme strateji ve taktikleri 1956’ya kadar adım
adım yaşama geçirildi. “Kitle katili”, “katil Stalin”
propagandası ise, Hitler’in, Troçki’nin, Batılı
emperyalistlerin, Soğuk Savaş propagandasının Kruşçev ve
Kruşçevizm eliyle, üstelik daha yıkıcı tarzda sürdürülmesini
temsil etmekteydi. Bu propaganda, Kruşçevizmin Marksizm-Leninizm,
enternasyonalizm, devrim ve sosyalizm düşmanlığının açık ve
çarpıcı somutlaşmasıydı. “Soğuk Savaş” ile Kruşçevci
modern revizyonist burjuva karşı devrim arasındaki ilişkiyi
gözden kaçırmak; Kruşçevciliğin aynı zamanda “Soğuk
Savaş”ın ürünü olduğunu görmemek körlük
olur.
1946’da
Moskova’da ABD elçiliği görevlilerinden Kennan’ın
önerdiği politika, “Uzun vadeli, sabırlı ama katı ve
müteyakkız kuşatma” politikası iç ve dış sac ayağıyla
birlikte ABD politikasına dönüşür. Kennan raporunda, her
cepheden kuşatma ve baskı politikasının, “ABD, Sovyetler
Birliği’nin yaşam koşulları üzerindeki ‘baskıları çok
büyük ölçüde dayatırsa ... ancak Sovyet gücünün
kırılması ya
da tedrici olarak aşınmasıyla çıkış yollarını
bulacak eğilimleri harekete geçirmiş” olacaktır
vurgusunu yapmaktadır.
Nitekim
Soğuk Savaş saldırısının baskı ve desteğiyle, bu eğilimler
Stalin’in ölümüyle, geçmişte birikmiş zaaflar üzerinden
harekete geçmeye başladı... Raporda geçen, “Sovyet gücü
... kendi çürüyüşünün tohumlarını taşımaktadır.”
saptaması dikkat çekicidir. Bu sözlerde dile gelen şey,
burjuvazinin sınıf iç güdüsü ve keskin bilincidir. ABD’nin
SSCB’deki gelişmeleri, sistemin güçlü yanları kadar zayıf
yanlarını da kavrayabildiğini görüyoruz.
“Truman
Doktrini” ile anti-komünist saldırı, baskı, kuşatma,
sızma politikası resmileşir ve Soğuk Savaş strateji ve
taktikleri her cephede pratikleşir...
“Esinhower’e
sunulan CIA faaliyetleriyle ilgili bir rapor ‘Soğuk Savaş
oyunu’nu şöyle nitelemekteydi: ‘Bu oyunda kural yok.
Şimdiye kadar kabul edilmiş insani davranış
normları geçerli değil.’ “ (Alıntılar Haluk
Gerger, Canavarın Ağzında, ABD Komünist Partisi Tarihi,
1919-1959, C. III, Çürüme ve Çözülüş, s. 234, 235,
236, Yordam Kitap, iba.)
Ayrıca
yukarıdaki değerlendirmesiyle Kruşçev Beria’ya karşı
yürüttüğü iktidar mücadelesi gerçeğini manipüle ediyor. Oysa
Kruşçev, “Anılar”ında, Beria’ya ayırdığı bölümde,
Beria’yı tasfiye eden komplonun ele başısı olduğunu
ayrıntılı anlatıyor.
“Açık
dâvalara katılmış olan bu kardeş Parti temsilcilerini yalancı
çıkarmamak için Buharin, Zinoviev, Rikov ve diğerlerinin
itibarlarını iade etmeyi süresiz olarak erteledik. Bu kararımızın
hatalı olduğunu şimdi anlıyorum. Herşeyi açıkça söylemek
daha iyi olacaktı. Cinayet, nasıl olsa ergeç ortaya çıkar. Bu
tür şeyler uzun süre gizli tutulamaz.” derken Kruşçev, bir kez
daha yalan söylemektedir. 1930’ların mahkemeleri ve kararları
Kruşçevizm tarafından mahkum edildi. Kruşçevizmin söz konusu
mahkemelerin “düzmece” ilan edilmesi, “Stalin’in
komplosu”na, “sahte gerekçelere” dayandığı kararı
Kruşçev’in sahtekarlığının kanıtıdır. Böylece cezalara
çarptırılan sanıkların “itibar”ı fiilen ve “yarı-resmi”
olarak iade edildi. O gün için güçler dengesinin
elvermemesi nedeniyle
revizyonist burjuvazi onları
resmen masum ilan
edememiştir.
Bu resmi
aklama (bazı
isimler hariç) ancak
1989-1991
sürecinde yapılabilmiştir. Aynı
soydan olanların birbirini aklamasında anormal bir şey yoktur.
Tıpkı Troçki gibi, tıpkı
“Kruşçev, Komünistlerin yarım yüzyıldan fazla bir süre
karşısında yerlere serildikleri, görkemli, gaddar, kaprisli,
hastalıklı, insan kılığındaki canavarı partinin önünde
teşhir etmiş oldu” diyen
(Tarihin
İronileri, s. 12)
Deutscher gibi.
Öğretmeni
Troçki olan Deutscher’in
Kruşçev’i
övmesiyle,
öğretmeni Troçki olan Kruşçev’in
Robespierre’ı,
pardon Stalin’i aynı
nitelemelerle mahkum etmesi
anlaşılırdır.
Kruşçev
partiye 1918 yılında katılır ve bir
süre sonra Troçki
ile birlikte hareket eder, yani Kruşçev eski bir Troçkisttir. Onun
daha sonra “Stalin safları”na geçişi, partide giderek
yükselmesi,
sonra MK’da yer alması, Troçkist
geçmişine karşın partinin güvenini kazanabildiğini gösterir.
(Bu olgu, Troçkistlerin
“Stalin her Troçkisti, Troçkizmle
ilişkilenmiş, Troçki’ye
uzaktan bile selam veren her
kişi idam etti”
yalanını da açığa çıkaran bir örnektir.)
Molotov’un,
Kaganoviç’in,
Benediktov’un
Kruşçev’in “Bolşevik maya”ya sahip olmadığını
vurgulamaları
dikkat çeken bir noktadır. Stalin’in
ölümünden sonra Kruşçev’in hızla aradan sıyrılarak öne
çıkması, Stalin sonrası döneme hazırlık yapanlar içerisinde
en örgütlü, en hazırlıklı olanın
Kruşçev ve kliği
olduğunu
göstermektedir.
Deutscher,
“Kruşçev hayatının sonuna doğru Lenin’in Stalin ile
ilişkileri hakkında Trotsky’in yaptığı değerlendirmelerin her
ayrıntısını doğrular.”
(Agk., s. 10, iba.)
derken gerçekte Kruşçev’in anti-Leninist, anti-Sovyet
karakterini dile getirmiş olmaktadır.
Kruşçev,
Marksizm-Leninizm’e, Stalin’e karşı Troçkist iftiraların,
kara propagandanın bütün argümanlarını kullandı; üstelik yeni
yalanlarla süsledi. Ayrıca
dikkat çekmek isteriz, Deutscher
bilinçli bir demagoji ve manipülasyon yapmaktadır, çünkü
Kruşçev, partiye 1918’de katılan biri, dolayısıyla
“Lenin’in Stalin ile
ilişkileri hakkında Trotsky’in yaptığı değerlendirmelerin her
ayrıntısını doğrular.”
saptaması saçmalıktır. O
gün, Kruşçev’in
bunları, hele de
ayrıntısına kadar bilmesi olanaklı değildi, çünkü
pozisyonu da “ayrıntıları”
bilmesine izin vermemekteydi ama o, o zamanlar bir Troçkistti.
Deutscher, Troçkist yöntemi kullanmakta,
olmayan bir şeyi varmış
gibi göstererek Troçkizmi aklamaya çalışmaktadır. Kruşçev’in
yalanları Troçki’den devralınmış yalanlardı ve Troçki’nin,
Troçkizmin yalanlarını ve
dedikodularını tekrarlamakla,
sadece Troçkist yalanları
tekrarlamış olmaktadır ve
bu yalanları gerçekmiş gibi sunan da Troçki’ydi. Deutscher,
Kruşçevci karşı-devrimin sahtekarlığını, demagojilerini
Troçkizme payanda yapmak peşinde ve bu, çok
açık.
Deutscher,
Kruşçev’in konuşmasını değerlendirirken, “Daha sonra
Kruşçev, Troçkistlerin, Buharinistlerin ve sözde burjuva
milliyetçilerinin, hataları ne olursa olsun halk düşmanı
olmadıklarını; onları yok etmek gerekmediğini; partinin
‘Leninist birliği’ karşısında değil de, Stalin’in
despotluğun karşısında ‘başlarının ezildiği’ni söyleyerek
devam eder...”
derken,
bu sözlerle,
Kruşçev’in Troçki’yi, Buharin’i, 1930’lu yıllarda
yargılanan ve cezalandırılan
hainleri
nasıl akladığını da göstermektedir. Deutscher’in,
söz konusu mahkumiyetlerin bir aklama
olduğunu saptaması doğrudur. Kruşçev’in
daha ileri gidememesinin
ise nedenleri vardı...
Kruşçev,
20. Parti Kongresi hakkında şu değerlendirmeyi yapar.
“Fakat
bu bir tek yanlışa rağmen Yirminci
Parti Kongresi
büyük
bir iş başarmıştır.
En büyük başarısı, Partiyi
Stalincilik hareketinden temizlemek
ve
ülkemizin en iyi evlâtlarının uğruna çarpıştığı Leninci
yaşama ‘norm'ları Parti içinde yerleştirmek olmuştur.”
Leninci
yaşamı yok eden Kruşçev’in yazdıkları bunlar işte.
Troçkistler,
Kruşçevizmi büyük bir heyecanla karşıladılar, sahiplendiler,
teşvik ettiler, kendilerini doğruladığını söylediler.
Haklıydılar. Kruşçev bilakis SBKP’nin içinden en tepelere
yükselerek gelen biriydi; dolayısıyla kara propagandadan ibaret
yalanlarının, iftiralarının, tahrifatlarının, içeride ve
uluslararası alanda etkili olması için “yeterli” nedenler
vardı...
Isaac
Deutscher’in
”Tarihin İronileri”, “Bitmemiş Devrim” gibi kitapları,
tarih
ve teorinin, sosyalist tarihsel deneyimin alabildiğine tahrif
edilerek, sözde “eleştirel”
perspektiften
Kruşçev’i, Kruşçevizmi nasıl savunduğunun, propagandasını
yaptığının
belgeleridir.
Fütursuzca
“Kruşçev’in
Stalin’in ideolojisiyle bir sorunu yoktu.”
diye yazan
Mehmet İnanç Turan
gibi Troçkistler,
Marksizm-Leninizm ile Kruşçevizmi aynılaştırarak yalnızca
Leninizm düşmanlığı yapmamakta,
dahası anti-komünist
propaganda yapmaktadırlar.
“Leninsizleştirme”,
“Stalinsizleştirme”
Troçkizmin de Kruşçevizmin de ortak
özü, ana
hedefi; program
ve eylemidir.
Ana şiarları,
“Kahrolsun
Stalin!”,
“Kahrolsun
Stalinizm!”,
“Yaşasın
Stalinsizleşme!”dir.
Marksizm-Leninizm, proletarya diktatörlüğü, sosyalist
toplum, proletarya
enternasyonalizmi
düşmanlığı, komünizm vb. kılıfına bürünmüş kapitalizm
savunuculuğu iki akımı
da belirlemektedir. Bu
iki kardeş teori ve pratiğin içeriği
olağanüstü derece birbirini tamamlayarak/üst
üste binerek
uluslararası proleter devrime karşı saldırı
harekatı olarak tarihi rolünü oynadı...
“Durumumuzun
ne kadar sahte olduğunu 1955 yılında Yugoslavya’ya gidip Yoldaş
Tito ile konuşunca anladım.” diyor Kruşçev.
Demek
ki Kruşçev’in bir hocası da, Leninizm, Stalin ve SSCB düşmanı
ve Yugoslav devrimini İngiliz ve Amerikan emperyalizmine satan
Tito’dur. Titoizme itibarını iade eden de Kruşçev’dir.
Titoizm, iktidarda olan modern revizyonizmin ilk örneğidir.
Kruşçevciliğin Tito önünde diz çöküşünde anlaşılır
olmayan herhangi bir şey yok. Uluslararası Komünist Hareket’ten
(Kominform) atılan Tito’ya ve Titoizme itibarını iade eden de
Kruşçev ve modern revizyonist karşı devrimcilerdi. Ne de olsa
sınıf kardeşleriydi ve dünya burjuvazisinin sınıfsal
kardeşliğiyle devrimi, sosyalizmi tasfiye edebilmek için birlikte
olmaya ve yürümeye gereksinmeleri vardı...
Tito
James
Klugmann, “Troçki den Tito’ya, Günümüz
Titocuların Rolü ve Taktikleri”
kitabında
şunları yazar:
“Tito'nun
İngiltere'deki lider borazancılarından biri olan Bay K Zilliacus,
Tito'nun politikasında ve Tito'nun Yugoslavya pratiğinde yaptığı
‘Komünizm in Yeni bir çeşidi’ - kesin bir şekilde onayladığı
bir ‘komünizm’ türünü keşfetti. Amerika’daki bütün sağ
kanat, Hearst basını, New York Herald Tribune, Wall Street Journal,
İngiltere'nin sağ kanat basını, The Times'tan Daily Telegraph'a
kadar hepsi, Sovyetler Birliği'nden çok farklı olarak gördüğü,
ve çok fazla tercih ettiği bu ‘yeni komünizm türü’ne,
seslerin yer alması ve alanın genişlemesi için destek sesini
verdi.” (Çeviri Erdoğan A., Marksist Leninist Teorik
Yazılar Arşivi)
Tito
ve YKP, devrimin zaferinin ardından İngiliz ve ABD başta olmak
üzere Batı emperyalizminin safına geçti. “Anti-Stalinizm”,
“Stalinsizleşme”, “Stalinsizleştirme” Titocu modern
revizyonizmin ideolojisi oldu. Titoizme göre, Stalin Leninizm’e
ihanet etmiş, totaliter bir diktatörlük kurmuştur vs. Troçkist,
sosyal demokrat, emperyalist suçlamalar ve demagoji Titoizmin
burjuva milliyetçi çizgisi haline geldi. Bu, emperyalist çevrelerin
dile getirdiği gibi, “yeni komünizm türü”ydü;
komünizmi “komünistler eliyle komünistsizleştirmek”
için Tito’dan, Titoizmden daha iyisi bulunamazdı. Böylece
emperyalist ve Troçkist anti-komünist savaşta Titoizm, Stalin’e,
SSCB’ye, sosyalist kampa karşı ideolojik ve politik bir saldırı
gücü olarak etkince kullanıldı. Batı sermayesinin Yugoslavya’ya
akması da bunun ödülü oldu.
Tarihsel
deneyimin kanıtladığı gibi, emperyalizm ve gericilik,
Marksizm-Leninizme, proletarya diktatörlüğüne ve proleter
devrime, sosyalist inşaya, proletarya enternasyonalizmine karşı,
“yeni komünizm” arayışında oldu. Bu arayışın
nedeni, içinde burjuvazinin gizlendiği “yeni komünizm”le
bilimsel komünizmi vurmak, yıkmaktı. Troçkizmin, Titoizmin,
Kruşçevizmin, Avro-komünizmin, “post-Marksizm”in uluslararası
sermaye tarafından alkışlanmasının, kışkırtılmasının,
teşvik edilmesinin, maddi ve manevi olarak bir birleşik cephe
halinde hareket edilmesinin nedeni de budur. Bu politika,
“komünistler eliyle komünizmi komünistsizleştirme”
politikasıdır. Özellikle 1945’ler sonrası bu politika
başarıyla da uygulandı... Ve bu politikanın en başarılı
uygulayıcısı da Kruşçev (ve ardılları) oldu.
“Daily
Herald (28 Nisan 1950) raporunda, 'Tito, Batı'ya Döndüğünü
Söylüyor' başlığını koydu ve bunu 'Batı'ya en
uzlaşmacı konuşması' olarak nitelendirdi. 29 Nisan 1950'de
Alexander Werth, Manchester Guardian da Tito'nun bir önceki gün
düzenlediği basın toplantısında şu sözlerle bildirdi:
Tito,
Batı’nın hiçbir politik baskısı olmadığını belirtti. Bütün
olarak, Batı ile ekonomik bağların gelişmesinin, Cominform un
(“Stalinist” Enformasyon Bürosu-bn.) boykotunun yol açtığı
zararları, ekonomik olarak karşıladığını söyledi ... (Agk)
Burada
Titoculuk hakkında sadece kısa bir hatırlatmada bulunmakla
yetiniyoruz ve geçiyoruz.
Troçkizm,
Titoizm, Kruşçevizm, aynı çağda yer alan, sosyalizme karşı
kapitalizm yolunun temsilcileridir. Hepsinin de ortak
ideolojisi anti-Stalinizmdi. İnanacak olursak ortak
ideolojileri de Leninizm’di. Her biri, her akım, kendi
sınıfsal, tarihsel rolünü oynadı. Deutscher’in bu saflardan
Marksizm-Leninizm’e, proleter devrime ateş etmesi de karmaşık
bir sorun değildir; o da rolünü oynamaktadır. Kruşçevcilik ve
ardılların resmi olarak, açıkça “Yaşasın Troçki ve
Troçkizm!”, “Troçkizm çağımızın Marksizmidir”, “Troçki
Ekim Devrimi’nin lideridir”, “Lenin Troçkistleşmiş
Leninizmdir”, “Lenin’in lideri Troçki’dir” vb. demedikleri
ve deme şansları olmadığı için, sınıf kardeşlerini
(yeni tip burjuvaziyi) “Stalincilikten yeterince kopuşamamakla”,
“neo-Stalinist olmakla” vs. suçladılar; bir de bu iğrenç
demagoji aracığıyla Stalin’e ve dünya devrimine saldırdılar;
tabii ki bir de bununla birlikte “Allah aşkına gelin iktidarı
size devredeceğiz, ısrar ediyoruz, size yalvarıyoruz; gelin
önünüze kırmızı halılar sererek sizleri Kremlin Sarayı’na
kadar kendimiz götüreceğiz; bizi siz yargılayın, bu sizin
tartışılmaz hakkınızdır” vs. demedikleri ve artı, “SSCB’yi
ABD ve NATO’ya teslim edeceğiz, yeter ki siz mutlu olun”
demedikleri için yeni tip burjuvaziyi “Stalincilik”le,
“neoStalinistlik”le, “demokrasi karşıtı” olmakla da
suçlayıp saldırdılar. Mesele buradaydı, buradadır Troçkistler
için. Troçkist utanmazlık hiçbir zaman sınır tanımamıştır
ağababaları burjuvazi gibi. Şu revizyonist/kapitalist sistemin
çözülerek yıkılış sürecinde Mandel’in, IV. Enternasyonalin,
Troçkizmin Gorbaçovların, Yeltsinlerin eylemlerini
“anti-bürokratik politik devrim” olarak sunup nasıl sevinç
çığlıkları ile desteklediklerini ve her cephede suç ortaklığı
yaptığını bilmeyen fazla insan kalmadı. Dünyanın gidişi
üzerinde derin alt-üst oluşlara yol açan bu yıkılış,
Troçkizmin Batı ve Amerikan emperyalizmi yandaşlığına da
çarpıcı tarzda ışık tuttu... Her zaman akılda tutulmalıdır:
Troçki ve Troçkizm çift karaktere sahiptir. İçi burjuva, dışı
“Leninist”, “enternasyonalist”. Troçkizmin çiftte
karakteri, çift anlamlı söylemi ve gerçeği kavranmadan,
Troçkizm anlaşılamaz, deşifre edilemez. Troçkizm bu konuda
profesyonelleşmiş bir akımdır.
Kruşçev’in,
“Stalinizmin temeline dinamit” koyduğunu; “Rus işçi
sınıfının bastırılmış eski sosyalist geleneği”nin (siz
bunu Menşevizm, Kautsky, Troçkizm, Buharincilik vb. olarak okuyun)
“Kruşçev sayesinde Stalinizm’den uzun süre ertelenmiş,
şeytanca bir öç aldı”ğını;
20. Parti Kongresi’nin
“Stalin hakkında bir iddianame” olduğunu;
“Kruşçev ve ortaklarına ne söylenirse söylensin, Stalin’e
indirilen darbe taktik manevradan ve kendisini selefinin değerine
yükseltmek isteyen bir diktatörün hareketinden daha fazla şey bir
şey” olduğunu;
“Kruşçev’in sadece Stalin’i değil, Stalinizm’i de, sadece
tek bir adamı değil, onun yönetimini de teşhir etti”ğini,
“Stalinist hizibin davasını yok ettiği”ni; “20.
Kongre bu görüşü alkışlarken Stalin’in miras bıraktığı
terörist sistemini dağıttı”ğını; ”Stalinizm’den
kopuş”un “Sovyet hareketinin ve düşüncesinin her yönünde
hissedildiği”ni, iç ve dış politikada, eğitimde felsefe
yazınında; tarih araştırmasında ve gerçekte Sovyet hayatının
bütün atmosferinde” gerçekleştiğini; “Stalin’in
mirası olarak bıraktığı otokratik hükümet sistemini”
dağıttığını;
“dip akıntısı”nın
yeryüzüne çıktığını;
“Otuz yıldır süren
totaliterizmden” kopuşularak henüz tamamlanmamış olmakla
birlikte, “Stalinizm’in köklendiği toplumsal geriplan”ın
“büyük çapta dönüştürüldü”nü;
“Stalin kültü ölmüştür; fakat Lenin kültü (putlaştırma,
tanrısallaştırma bn.), öz
ve biçim bakımından daha akılcı olsa da, politik düşünceyi
karartmaya
devam et”tiğini (siz bunu Leninsizleştirmede başarısızlık
diye okuyun. Oysa
Kruşçevizm zaten Leninsizleşmedir-bn.);
Kruşçevizmle “Sovyetler
Birliği”nin “eşitlik ve sosyalist demokrasi yönünde
ilerleyişini sürdürmek üzere Stalinizm’den kop”tuğunu
(“kopuyor”);
”Koşullar”ın
“Malenkov ve Kruşçev’i bir
noktaya kadar
Trotskiy’in politik vasiyetnamesinin uygulayıcıları gibi
davranmaya zorladığı”nı;
“ulusun zihni”nin
“yeni bir aktivite kazandı”ğını;
“Konferans salonlarında
ve üniversite seminerlerinde
yeni bir rüzgar es”tiğini;
“başlangıçta
Stalinsizleşmenin entelijansayanın işi, öncelikle
onun işi” olduğunu vs.
anlatmakta, Kruşçev’i
“eşitlikçi” ilan ederek;
ve alınan ekonomik,
sosyal, siyasal karar
ve uygulamaları desteklemektedir Deutscher.
(Alıntılar Tarihin
İronileri
kitabındandır.)
Deutscher,
Kruşçevci karşı devrimi tarihsel bir dönemeç; “Stalinizmden
kopuş” olarak değerlendirmekte ve
kendince eksik, yetersiz,
zaaflı
gördüğü noktalar üzerinde de durmaktadır. Modern
revizyonist karşı-devrimin yalnızca
dünya burjuvazisine, sayısız oportünist akıma, sosyal
demokrasiye olduğu kadar Deutscher
ve Troçkistlere mühtiş moral verdiğini, bekledikleri ve
istedikleri bazı taleplerin karşılık bulamamasını
ise eleştirdikleri görülüyor. Yani
Soros da, Kruşçev de, Deutscher de haklıdır 1956’nın bir
dönemeç, “Stalinizm”den köklü
bir kopuş olduğu
noktasında...
Devam
etmeden “Yılan gibi
sinsi karaktere sahip” herşeyden
habersiz (!) Kruşçev’in
“baskı dönemi”ndeki gerçeğine ışık tutan hatırlatmalar
yapmak yararlı olacaktır.
“1937-1938
yıllarında partiden ihraç edilenlerin yaptıkları
şikayet ve başvuruların Moskova'daki incelemeleri sırasında hiç
de hoş olmayan tatsızlıklar yaşandı: Hruşçov'un
Moskova şehir ve
bölge komitelerinin başında olduğu dönemde gelen 12.000 yazılı
başvurunun yüzde doksanında başvuranlar lehine karar alındı.
Ama Ponomarev bunlardan önemli bir bölümünün zaten idam
edilmiş olduğunu ve başvuruların aileleri tarafından yapıldığını
söylemiyor. Tabii ki bu baskıcı ‘troyka’nın içinde
Hruşçov’da
vardı ve bazen yerini yardımcılarından birine bırakıyordu.
Moskova ‘troyka’sının diğer bütün üyeleri yasadışı
baskılar yaptıkları gerekçesiyle ceza aldılar ve idam
edildiler.” (Grover
Furr, Hruşçov’un
Yalanları,
s. 216, iba.,
Yordam Kitap)
“104.
Stalin liderliğinin doğrudan kontrolü altındaki Pravda
ise,
hâlâ, partinin ekonomik meselelerin doğrudan denetiminden
çekilmesinden ve partisiz insanların önder rollere doğru
yükseltilmesinden söz ediyordu. (Zhukov, Tayny,
51-2)
Bu arada, Moskova
parti lideri iken 20.000 ismi bilinmeyen insanı idam etmek üzere
yetki talebinde bulunan Nikita Khrushchev Ukrayna’ya transfer
edildi ve bir ay içinde, 30.000 insanı tenkil etmek için yetki
istedi.
(Zhukov, Tayny,
64 ve bkz. aşağıda 23 nolu dipnot)” (G.
Furr)
Bunlar,
Kruşçev’in, “gizli Kruşçevciler”in gerçekleridir.
Stalin
ise “MK
Ocak 1938 Genel Toplantında”
“partinin
en sert liderlerinden biri” olan Postıyşev’i eleştirirken
şunları
söylüyor:
“Bunlar
bir örgütün ortadan kaldırılmasıdır. Kendi ilgilerinden
bahsetmiyorlar, bölge
örgütlerini kurşuna diziyorlar...
Bunun
anlamı, parti kitlelerini MK’ya karşı harekete geçirmektir,
başka bir şekilde anlaşılamaz.” (Aktaran G.
Furr, Kruçevin Yalanları,
s. 349, iba.)
Terörün
korkutması gereken kişiler, terörü kendi amaçlarına kullanmayı
başardılar; kurbanlarının kızgınlık ve hoşnutsuzluğu,
giderek halkın hoşnutsuzluğu, gün gelip Robespierre’in üstüne
yıkılıp yoğunlaşacağı umuduyla, son çizgisine vardırdılar
terörü.”
Aynı
olgu SSCB’de de yaşandı ve üstelik daha kapsamlı, daha
iki yüzlü
ve
daha acımasız.
Ve Stalin, kızıl terörün aşırıya vardırılmasına karşı
amansızca
mücadele
etti**.
Bunun düşmanların
işi olduğunu ısrarla
açıkladı ve vurguladı.
Bu uygulamaların altına imza atanlar
da
(kurşuna
dizme dahil)
ağır
cezalara çarptırıldı. Kruşçevci
karşı devrimi örgütleyenlerin bu süreçlerin (terörü
en uç noktasına kadar götürme eylemi) içinde
olmadığını düşünmek için ortada veri de yoktur. Anlaşılıyor
ki, Stalin ve sağlam Bolşevik çekirdek, 1937-1938
arası dönemde dizginleri geçici olarak elden kaçırdı.
Bu, özellikle Yejovculuk
dönemidir.
“Aynen
şimdi olduğu gibi, söz konusu korkunç yıllarda da bütün o
kötülükler, tasfiyeler ve kıyım, insanların çoğu yapılanların
doğru olduğuna inandığı ve siyasi yönetimin uygulamalarını
haklı bulduğu için gerçekleşiyordu. Stalin ve çevresindekiler
ülkede gittikçe artan ve giderek çığ gibi büyüyen şiddet ve
kıyım furyasının kontrolden çıktığını
fark ettiklerinde artık
ipin ucu kaçmıştı.”
(Stalin
İktidarın Zirvesinde,
s. 154)
Bu
dizginlerin elden kaçışında, Stalin
politikaları konusunda Stalin’den ayrı bakan parti
ve devlet içi kliklerin
(“Birinci
sekreterlerin” ve “klanları”nın)
etkin
rolü olduğu, öyle
ya da böyle “Yejovculuk”la yakın ilişkilere
sahip oldukları,
hatta
işbirlikleri
yaptıkları
anlaşılıyor.
Getty,
Jukov, Furr, Yemelyanov
gibi tarihçilerin, Molotov
ve Kaganoviç, Benediktov’un
gibi
dönemin içinde olan Bolşevik liderlerin açıklamaları
ve
sundukları veriler ve değerlendirmeler de
bunu
göstermektedir.
Dizginlerin
yeniden ele geçirilişiyle birlikte, terörü dizginlerinden
boşaltan kesimlerden ve Yejov’dan, Yejovculardan özellikle hesap
soruldu. Özellikle
“Yejovculuk dönemi”, en ağır, en tahrip edici dönem oldu
SSCB’de. Unutmayalım
Yagoda’dan Yejova uzanan dönemde, istihbarat örgütünün ve
güvenlik kurumlarının, İçişleri
Bakanlığı’nın
başında Troçkist-Buharinist blokun bu iki adamı bulunmaktaydı.
Bu
iki hainin sorgulanması ile sayısız haksızlık, baskı ve imha
açığa çıkarılarak itibar iadeleri başladı, böylece yüz
binlerce insan yeniden normal hayatlarına döndü.
Kruşçev’in
yalanları iktidarlaşmaya, gücüne karşı koyanları harcamaya,
yeni tip burjuvazinin programını pratikleştirmeye endeksliydi. Bu
yalan rüzgarı bütün dünyada etkili oldu... Hiç kimse, hiçbir
burjuva fraksiyon, dünya burjuvazisi dahil Kruşçevizm kadar dünya
proleter devrimine zarar vermedi...
Stalin’in
ölümünden sonra “kitle katili” vs. ilan edilmesi tesadüfi
değildi elbette. Proletarya diktatörlüğüyle, sosyalist inşayla,
Leninizm’le kopuşmak için zorunlu politik ön koşul
Stalin ile hesaplaşmaydı. Yapılan da bu oldu.
“Robespierre'in
ölümünden hemen sonra çığ gibi suçlamalar yayımlandı ve
Terör yılı, bir canavarın kişisel tiranlığının ürünü diye
nitelendi.”
Aynı şey, bu kez,
çağımızda, Stalin’in başına geldi.
“ısrarla,
Robespierre'in önünde ‘sürüngenler gibi secdeye varanlar’ın
şimdi ‘bütün cinayet ve felaketlerden’ onu suçladığını”
dile
getiren
Tench’in
altını çizdiği olgu, bu kez Stalin’in kafasına patladı. Tıpkı
Robespierre gibi, hem dostları ve hem
de Stalin’den daha Stalinci kesilenler ve komplocular
tarafından...
“Robespierre'in
yakın dostlarına kadar birçok kişi,
artık adı ‘rezil', ‘alçak'
ya da ‘tiran’ sıfatı kullanılmadan anılmayan
bir adamla aralarına mesafe
koymaya çabalıyordu.”
“İnsanlar,
artık ‘Robespierre'in terörü’ dedikleri şeyi her türlü
nedenden ötürü reddetmek için yarışa girdiler... kendi
rollerini de yeniden yazdı”lar.
“konuşmaları
devrimcilik üstünedir. Kimse
onlarla boy ölçüşemez.”
Kruşçev
de
tıpkı Troçki gibi, “Leninist/Bolşevik”
olma iddiasına
ve “Leninizme
geri dönüş” adına Stalin’i bin
bir türlü yalanla, iftirayla mahkum
etti.
İnanacak olursak ikisi de “en büyük devrimci”, “Leninizmi
temsil” etmekteydiler. Devrimci
keskinlik de ise kimse Troçki ile yarışamamıştır...
Yukarıda
işaret ettiğimiz (Robespierre
hakkındaki) iftiralar
Stalin’in
ölümüyle gerçekleşenlerle ne yaman örtüşüyor!
Kruşçevizmle
başlayan süreçle birlikte bu iftiraların
en rezili yaşandı. Bunu yapanlar, sosyalist sistemin ve sosyalist
devletin bütün imkanlarına kavuşmuş, kullanmış,
söz sahibi olmuş kesimlerdi.
Teknokratlardan,
bürokratlardan, aydınlardan, politikacılardan, sanat-kültür
alanına, oradan, “baskı dönemi”nde
hiçbir baskıya maruz kalmadığı halde bireyci, bencil, kariyerist
hırs ve hedeflerle dolu
çıkarcı kesimlere, devrilmiş
gericiliğin kalıntılarına
kadar uzanan geniş bir cepheydi.
Bu cephenin içinde olmayan yalnızca işçi ve emekçilerdi... Karşı
devrim, sosyalizmin inşa
sürecinde toplumsal-siyasal
bürokratik çürümenin yarattığı en soysuz
kesimlere dayandı ve kesimleri rüşvetle, baskıyla
devşirdi.
24
Şubat 1956 tarihinde, 20. Kongre’de, 20. Parti Kongresi
Raporu’nun, “baştan sona ve tamamıyla onaylandığı” vurgusu
modern revizyonist karşı devrimin zaferinin ilanıydı. Kongre,
SBKP MK’nın faaliyetini “başarılı” bulmuş, MK’nın “
Marksizm–Leninizmi yaratıcı” şekilde geliştirdiğini
vurgulamış ve “dogmatizme” karşı savaş ilan etmiştir.
Kongre, Kruşçevizm’in II. Dünya Savaşı’nın ardından
“çağımızda” ortaya çıkan “derin değişiklikler”e
ilişkin çizgisini onaylamıştır. Kara propaganda belgesi olan
“Gizli Rapor”, katakulle yoluyla, darbeci tarzda kongrenin son
gününde SBKP delegelerine ve UKH’nın temsilcilerine ve
heyetlerine sunularak şok etkisi yaratılmıştır...
Gerçekte
bu, politik iktidar tekelini gasp eden yeni tip burjuvazinin
proletaryaya, sosyalizme, komünizme, devrimci olan her şey karşı,
yeni bir aşamaya sıçrayan savaş ilanıdır. Nitekim Stalin ve
proletarya diktatörlüğü döneminde mahkum edilenler on binler
halinde affedilir, itibarları iade edilir. Komünistler kitleler
halinde her cephede tasfiye edilir. 20. Kongre Raporu’nun
açıklamasına göre 53–56 arası dönemde partiden, devletten,
öteki kurumlardan tasfiye edilenlerin sayısı 750 000’dir. Yeni
tasfiyelerin süreceği de açıkça ilan edilir. Nitekim tasfiye
operasyonları daha sonra da sürer. Kruşçevizm ile birlikte
burjuva ideolojisi ve kültürü, modern revizyonist burjuva
ideolojisi ve kültürüyle el ele sosyalist toplumun üstüne
çullanır. Proletaryaya, halka, komünistlere karşı uzlaşmaz bir
sınıf mücadelesi yürüten revizyonist burjuva karşı–devrim,
öte yandan da her türlü burjuva yozluğa geniş bir hoşgörü
gösterir; İncil, ilk kez Kruşçev eliyle basılıp dağıtılır.
Soljenitsin Kruşçev döneminde hapishaneden serbest bırakılır ve
yine Kruşçev’in izniyle anti-komünist, faşizan, dahası faşist
karaktere sahip anti-Stalinist “eserleri” SSCB’de basılır.
Marksizm-Leninizm’e, proletarya diktatörlüğüne saldıran yoz
sayısız “edebi eser” vb. serbest bırakılarak ideolojik ve
kültürel sapkınlık bilinçli bir tarzda teşvik edilir. Ama diğer
yandan Kruşçevci revizyonist karşı–devrime karşı çıkan
komünistler toplama kamplarına kapatılır, SSCB’de sürgünde
bulunan anti-Stalinist saldırılara karşı koyan değişik komünist
partilerin kadroları, önderleri acımasızca katledilir, zindanlara
tıkılır... Troçkist hareketin (değişik bileşenleriyle
birlikte) “Stalinsizleştirme”, “Totaliterizmin tasfiyesi”,
“demokratikleşme”, “anti-bürokratik politik devrim” vs.
adına tüm bunları fütursuzca desteklediklerini biliyoruz.
Kapitalizmden
komünizme geçiş tarihsel sürecinde sınıf mücadelesi sürer. Bu
mücadele, kapitalist yolla sosyalist yol arasındaki keskin
mücadeledir. Geçiş süreci, sınıf mücadelesinin iç ve
uluslararası cephede derin ve kapsamlı bir şekilde sürdüğü;
kesintisiz bir devrim olarak içte ve dışta derinleşerek geliştiği
bir süreçtir. Kruşçevci modern revizyonist karşı devrim, bu
tarihsel olgunun çarpıcı bir olgusu ve deneyimidir. Bu bağlamda
Kruşçevci bürokratik burjuva karşı devrimi hazırlayan sürecin
ön olguları şu ya da bu biçimde Stalin döneminde uç
vererek gelişmiş; 1956 dönemeci sosyalist inşa sürecinde
sosyalist inşayı yadsıyan ama henüz açıktan ortaya çıkmayan
yeni tip burjuvazinin hareketi olarak gündemleşmiştir. Çelişki
yasası diyalektiğin temel yasasıdır. Sosyalist inşa,
keskin ve karmaşık çelişkiler ortamında yol açarak ilerler.
Çelişki yasası uzlaşmaz karşıtların birliği ve mücadelesidir.
Bu da kapitalist yol ile sosyalist yol arasındaki uzlaşmaz
karşıtlıkta ifadesini bulur ve komünizme (sınıfsız topluma,
olgunlaşmış komünizme) geçişin alt evresi olan sosyalizmde
(olgunlaşmamış komünizm) kesintisiz devrimci bir mücadele olarak
yükselir ve doğası gereği, bu devrimci süreç yalnızca iç
değil, uluslararası arenayı da kapsayan sert, karmaşık bir süreç
olarak gelişir. SSCB ve sosyalist kampın tarihsel deneyimi bu
olguyu kanıtlar... Kruşçevcilik
salt iç koşulların ürünü değildir, iç koşulların
uluslararası koşullarla, emperyalizmin kuşatma ve baskısıyla
birlikte doğan, gelişen, iktidarlaşan bir revizyonist karşı
devrimdir.
“Lenin’e
dönüş”, “kişi putlaştırmasına karşı mücadele”,
“Marksizmin dogmatikleştirilmesine”, “Dogmatik
Marksizme karşı mücadele”, “Yaratıcı Marksizm”
adı altında, Stalin’in Komintern’e önderlik ettiği dönem de
mahkum edilmeye çalışıldı. UKH içinde baş tehlike
“dogmatizm” (“Stalinizm”) ilan edildi. Modern revizyonizme
karşı tavır alan devrimci liderler ve komünist partiler,
“dogmatik, sekter, bölücü, bürokrat, maceracı”, “yaratıcı
Marksizm” düşmanları ve “kişiyi putlaştıran”lar olarak
damgalandı. UKH, her türlü burjuva revizyonist baskıyla teslim
alınmaya çalışıldı. AEP ve ÇKP’ye karşı yürütülen kirli
revizyonist savaş aracılığıyla da uluslararası sermayeye güven
telkin edildi, destek alınmaya çalışıldı. Revizyonist 20.
Kongre çizgisi, keyfi bir biçimde UKH’nın genel çizgisi ilan
edildi. Bu ideolojik ve siyasi çizgi içeride sosyalizmi tasfiye
etme, dışarıda dünya proleter devrimine karşı savaş
programıydı...
E.
Hoca’nın aşağıdaki açıklaması tarihsel bir gerçeği dile
getirmektedir.
“Revizyonizm,
Marksizm–Leninizm’e karşı yürüttüğü mücadeleyi başlıca
üç demagojik sloganın ardına gizledi: ‘Marksizm–Leninizmin
yaratıcı bir biçimde geliştirilmesi ve dogmatizme karşı
mücadele’, ‘Marksizm–Leninizmin her ülkenin somut şartlarına
yaratıcı bir biçimde uygulanması’ ve ‘Stalinizme’ ya da
‘kişi putlaştırılmasına karşı mücadele.’” (Enver
Hoca, AEP Tarihi,
C.2, s.179, Yurt Yay.)
Ekim
Devrimi’nin ardından Troçki, Leninizm’i Troçkizm, Troçkizmi
Leninizm olarak sundu. Stalin’i ve “Stalinizm”i
Leninizm/Bolşevizm düşmanı olmakla suçladı.
Sıra
Kruşçevciliğe gelince o da aynı koroya katıldı. Troçki de
Kruşçev de “Kahrolsun Stalin(izm)!” sloganını
bayraklaştırırken, ısrarla “Stalin’in Leninizm düşmanı”
olduğu, Stalin’in “Leninizm’e ihanet” ettiği, “Stalinizm”e
karşı mücadele için Lenin’e, Leninizm’e dönmek” gerektiği
vs. çığırtkanlığı yaptılar. Aslında bu propagandanın
kökleri çok eskilere dayanır, Engels’in Marks’a; Lenin’in
Marks-Engels’e; Stalin’in Lenin’e ihanet ettiği gerici
propagandasıdır bu. Bu propaganda ve ideolojik saldırı, giderek
Marks’ın “modernizmden kopuşamadığı”na, Lenin’in II.
Enternasyonal oportünizmden kopuşamadığına, “olgun Marks’ın
genç Marks’a ihanet”ine, “Ekim Devrimi’nin modernizmle
kopuşamadığı”na, “modernist bir devrim” olduğuna kadar
uzanmakta ve kapsamaktadır.
Bir
soğuk savaş aydını olan Moşe
Levin ile yapılan bir
röportajda,
“Sovyet
Yüzyılı (İletişim
Yayınları, 2011) adlı kitabımda, Lenin
ve Stalin arasındaki mücadelenin, uzlaşmaz iki siyasi program
arasındaki mücadele olup, aynı parti içindeki iki hizbin
çatışması olmadığını ortaya koymuştum.
Otantik Bolşevikliğin ortadan kalkışını
hatırımızda tutarsak, esas mücadele, iç savaştan doğan yepyeni
bir duruma uyum sağlayacak, yeni bir siyasi cephe açma programının
tanımına girişmiş bir Lenin ile (başında kendisinin olacağı)
devletin ne olması gerektiğine dair fikirlerini,
Bolşevizmle yakından uzaktan ilgisi olmayan,
Rusya’nın tarihini algılama biçiminden (geçmişte ne ifade
ettiği ve şimdi için ne gerektirdiğiyle birlikte) beslenen ve
kendi
başına bir amaç olan kişisel bir iktidarın ifadesi niteliğindeki
önermelere dayandıran bir Stalin arasındaydı.
Birbirinin hasmı
olan ve ilk olarak, 1922-1923
yıllarında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin oluşumuna
dair tartışmayla karşı karşıya gelen bu programlar,
birbirlerini dışlarlar ve hasmane karakterlerini örtbas etmeye
çalışmazlar. Bu mücadele Lenin’in
önce hastalanması, sonra da Ocak 1924’te vefat etmesiyle
sona ermiştir.”
derken,
aynı tarihsel burjuva ideolojik ve siyasi çizgiye dayandığını,
açıkça ortaya koymaktadır. “Lenin
çizgisi” ve “Stalin çizgisi”. Birbirine düşman, “uzlaşmaz
iki çizgi”. “Otantik Bolşevizm”i tasfiye eden Stalin”...
Tipik bir Troçkist propaganda. Levin,
Soğuk
Savaş
propagandasının Lenin
ile
Stalin bağını
kopararak
proletarya diktatörlüğünü, sosyalizmi, Bolşevik Parti’yi
yıkma mücadelesinin nasıl geliştirildiğine ayna tutmaktadır. Bu
demagojik ve manipülatif “analiz”ler, Troçki’ye, Kruşçev’e,
emperyalist ideologlara, “sovyetologlar”a, “Batının saygın
üniversiteleri”ne
ve ideoloji
üretim merkezlerine dayanmakta; aynı sınıfsal ve ideolojik
temeller üzerinde yükselmektedir. “Komünizmi
komünistler eliyle komünistsizleştirme”,
“sosyalizmi
komünizme en yakın görünen komünist akımlarla yıkma”
stratejisi,
burjuvazinin sınıfsal politik ve ideolojik
saldırısıdır. Troçkizm ve Kruşçevcilik emperyalizmin bu
politikasının en çarpıcı örnekleridir. Birincisi, zamanla
emperyalist gericilikle birleşerek SSCB’yi (“Stalinizm”i)
yıkma politikasına yöneldi, ikincisi kaleyi içeriden
fethederek SSCB’de Marksizm-Leninizm’i, proletarya
diktatörlüğünü, sosyalizmi
(“Stalinsizleşme”)
ardılları ile birlikte tasfiye etti.
Deutscher
haklıdır:
“Troçki,
aslında, eski Stalinci gurubun şeflerini, bir kısmının
ancak yirmi yıl sonra uygulayacağı de-Stalinizasyon
(Stalincilikten temizleme) hareketine daha 1932 yılında başlatmak
istiyordu.”
“Bir
kısmını” analizi, kısmen geçerlidir, bu ifade, Deutscher’in
doğrudan, cesurca Troçki’nin modern revizyonistler
tarafından savunulmaması nedeniyle yazılmıştır. Gerçekte
Troçkist ve Buharinist ve eklemek gerekir, sosyal demokrasi ve
Titoist çizgi özü itibari ile modern revizyonist karşı devrimin
içeriğini oluşturdu. Bu öz, alt ve üst yapıda
sosyalizmin tasfiyesi çizgisiydi. “Stalinsizleşme”
çizgisi dünya burjuvazisinin, Troçkizmin, Kruşçevciliğin
çizgisiydi. Farklı gözüken, değişik uçlarda gözüken
bütün bu akımların ortak temeli, değişik örtüler
altında kapitalizm savunuculuğu, Marksizm-Leninizm, proleter
devrim, enternasyonalizm ve sosyalizm düşmanlığıdır. Troçki’nin
“Stalinsizleşme” programı ise, daha Lenin döneminde
“Leninsizleşme” mücadelesi ile başlamış ve Stalin
döneminde ise “Stalinsizleşme” olarak devam etmiştir.
(Ekim öncesi Troçkizmin Lenin ve Leninizm’e saldırısı ile Ekim
sonrası Troçki’nin Stalin’e saldırısının aynı olduğunu,
aynı argümanları kullandığını başka bir makalede
kanıtlayacağız.) Yani “Stalinsizleşme” 1932 ile değil, daha
önce başlamıştı. Bu olgu, Leninizm’in yerine Troçkizmi
geçirmeye çalışan Troçki’nin teori ve pratiğinin
merkezindeydi. Troçki’nin “Leninsizleşme” çizgisi,
Lenin’in ölümüyle “Leninist/Bolşevik” kılığına
bürünerek Stalin, “Stalinizm” düşmanlığı, “Stalinsizleşme”
çizgisi olarak devam etmiştir. Lenin’in Ekim Devrimi’ne giden
süreçte “partisine karşı mücadele içerisinde kendini aşarak
Troçki’ye gelmesi/katılması” (Troçkistleşmesi!)
propagandası, Troçki’nin Leninizm’in yerine Troçkizmi geçirme
operasyonunun kanıtıdır. Troçki’ye göre, Ekim Devrimi öncesi
Leninizm, “Menşevizm”di, Ekim Devrimi sonrası “Leninizm”
ise Troçkizmdi.
Deutscher
bir kez daha haklıdır:
“Böylece,
tarihin garip bir cilvesi olarak, Stalinciliğin
tasfiyesini
Stalin’in
dalkavukları yaptı;
hiç istemedikleri halde, Troçki’nin
bıraktığı vasiyetnamenin bir kısmını uyguladılar.”
( Agk.,
s. 370-371)
Ancak
Deutscher’in “hiç istemedikleri halde” değerlendirmesi
objektif değildir, ideolojik çarpıtmadan, tarih çarpıtıcılığından
ibarettir. Üstelik
“kısmen” değil, modern
revizyonistler de tıpkı Troçki gibi
“Bolşevik/Leninist”
görüntüsüne bürünerek, sosyalizmi
tasfiye etme, kapitalizmi kurmayı teori ve pratiğini uyguladılar;
bu yol Troçki ve Troçkizm demekti.
İtiraf etmeseler bile
Troçki’yi, kendi
liderlerinden biri
olduğunu çok iyi
biliyorlardı. Kruşçevler,
Molotov’un ifade ettiği gibi, Troçki’nin itibarını iade etmek
istemişlerdi ama bunu yapmaya cesaret edememişlerdi; çünkü
Troçki’nin o kadar ağır suçları vardı ki ve Sovyet
proletaryası ve halkı nezdinde o kadar teşhir olmuştu ki,
bunu istemelerine karşın yapamadılar. Fakat,
1930’ların mahkemelerini rezilce “düzmece”
ilan ederek, Troçki’nin
de itibarını dolaylı ya
da yarı-dolaylı iade
ettiler. Böylece
modern revizyonist burjuvazi, Troçki’ye borcunun bir kısmını
ödemiş oldu. Ayrıca
Kruşçevcilerin Batı emperyalizminin, Amerikan emperyalizminin
hizmetinde SSCB’yi yıkma mücadelesini verdiği koşullarda
Troçki’yi ve Troçkizmi
doğrudan aklaması da söz konusu olamazdı...
Stalin
yaşarken Stalin ve çizgisinin en büyük savunucusu gözüken
revizyonistler, Stalin’in ölümünün ardından O’nu “en büyük
cani”, “milyonları katleden bir katil”, “bir psikopat”,
“demokrasi düşmanı”, “Lenin’in düşmanı” vs. ilan
ettiler. “Gizli Rapor”da emperyalistlerin, sosyal demokratların,
Troçkistlerin, faşistlerin, Titocuların Stalin ve SSCB ile ilgili
bütün iftiraları kabul edilip Stalin suçlanıyor,
burjuva iftira ve kara çalma misliyle tekrarlanıyordu.
Jakobenizmin,
önderi Robespierre’ın başına gelenleri bir önceki yazımızda
işlemiştik. Tarih tekerrür etmez ama adeta tekerrür etti Stalin
ve “Stalinizm” hakkında...
“On
binlerce parti üyesine Trotskiyci diye işkence yapan ve
mahrumiyetler yaşatan, sürgüne ve idama gönderen Khruşov, şimdi
adalet ve hakkaniyetin temsilcisiymiş gibi, yendiği ‘şer gücü’
suçluyor, merhum Stalin'e ardı ardına yeni iftiralar atıyor,
onun adını taşıyan işletmelerin, sokak ve caddelerin, stat ve
kasabaların, kolhoz ve kentlerin ismini değiştiriyor, onun
heykellerini yıktırıyordu.
Sonunda Stalin'in naaşı da Mozole'den çıkarıldı, Stalin'in adı
ülke ve parti tarihinden silindi. Khruşov, Trotskiy'den çoktan
ayrılmıştı,
ancak belki kendisi de farkında olmaksızın, onun
1938'de Meksika'da ilan ettiği destalinizasyon politikasını
uyguluyordu.” (Stalin
İktidarın Zirvesinde,
s. 559, iba.)
Bu
saptamayı yapan burjuva demokrat bir tarihçidir. Evet,
doğrudur, Kruşçev, ama
bilmeden
değil, bilerek, “1938’de”, aslında 1920’lerden başlayarak
geliştirilen Troçki’nin “Stalinsizleşme”, “deStalinizasyon
politikasını uygula”dı.
DEVAM
EDECEK
*Konu,
bu
ana başlık altında
birkaç
alt bölümde
incelenecektir.
**Blogumuz
teorinin sorunları ve ideolojik mücadelenin gereksinmelerine yanıt
olma çabasıyla belirlenen bir blogdur.
Dolayısıyla
blogda
başlı
başına güncel siyasal gelişmeler işlenmemektedir.
***
Candan
Badem’in “Molotov’un
Savunması, Molotov’un
Trajedisi” başlıklı
3.makalesinden (14-09-2022)
bazı paragrafları aşağı aktaracağız.
Badem,
Molotov’un
357
sayfa tutan “Savunması”nı inceleyerek makalelerini kaleme
almış.
Makalelerin
konusu olan
savunma hakkında şu bilgileri verir:
“1965
yılında SBKP MK’ye gönderdiği mektup ise Voprosı İstorii
dergisinde 2011-2012 yıllarında yayımlandı. (Bkz.
https://istmat.org/node/46724) Molotov’un
bu 357 sayfalık el yazması mektubu kitap olarak da yayımlandı.
(Vyaçeslav Molotov, V Zaşçitu Stalina: Pismo v TsK, Moskova:
Rodina, 2021. 432
sf.). Bu yazıda Molotov’un mektubunu özetleyerek değerlendirmek
istiyorum.”
Dileyen
okur Badem’in makalelerine şu siteden ulaşabilir: Candan
Badem : Molotov'un savunması - Gazete Manifesto
“
‘Stalin’in
zalimliği ve kuşkuculuğundan söz ediyorlar’, diyor, ‘ama
nedense unutuyorlar ki, ta 1936 yılına dek, parti MK ve Politbüro
üyelerinden ve yaşlı Bolşeviklerden birçoğu aynı Stalin’i
parti genel çizgisini uygulamakta kararsız davranan ve hata
yapanlara karşı aşırı yumuşak olmakla suçluyorlardı.
Zinovyev,
Kamenev, Radek, Preobrajenskiy gibi iki üç kez partiden ihraç
edilen kişilerin rehabilitasyonundan ve Buharin, Rıkov, Tomskiy
gibi daha 1930’da parti kongresinde Leninizmin dışına çıktıkları
kabul edilen kişilerin parti ve devlette hala yüksek makamlarda
bulunmalarından da aynı Stalin sorumluydu… 1936-38 siyasi
kampanyalarında hatalar, sapmalar, suçsuz insanları mahkum etmeler
olmadığını söylemiyorum ama bütün bu kasıtlı veya kasıtsız
hataları sadece Stalin’e ve Politbüroya yıkmak doğru değil”
diyor Molotov ve ekliyor;Molotov ve ekliyor; Parti ve devlet
aygıtının tamamına, yerel yöneticilere de bakmak gerekir.
Buralarda yıkıcı unsurlar vardı ve parti yönetimi de bunu
biliyordu.
Molotov,
daha 1934’teki parti kongresinde, yani Kirov cinayetinden önce,
şimdi Stalin’in kurbanları diye anılan Postışev, Kosyor,
Rudzutak gibi kişilerin ve bizzat parti Moskova komitesi sekreteri
Hruşçov’un da sınıf mücadelesinin keskinleştiğini
söylediklerini hatırlatıyor ve soruyor: Bu kişiler o zaman bu
görüşlerinde samimi miydiler yoksa dalkavukluk veya ikiyüzlülük
mü yapıyorlardı? Molotov’un dediği gibi, Hruşçov ve
yandaşları 22. kongrede sanki kendileri Stalin, Molotov, Kaganoviç
ve Voroşilov’un halk düşmanlarına karşı mücadeledeki
hatalarından ve aşırılıklarından habersizlermiş, bunları
düzeltmek için hiçbir şey yapamazlarmış gibi davrandılar.
Hruşçov ve Mikoyan, o zaman parti ve devlette yüksek makamlarda
oturanlar arasında mahkemede ceza alan herkes hakkındaki bütün
dosyaları elbette biliyorlardı. Örneğin mayıs-haziran
1937’de yapılan Moskova parti şehir ve oblast konferanslarında
konuşan Moskova sekreteri Hruşçov, bazı insanların suçsuz yere
partiden atıldıklarını ve hataları düzeltmek gerektiğini
söylemişti. Parti hatalar yapıldığını biliyordu ve düzeltmek
için de çaba gösteriyordu. Hruşçov’un kendisi, asılsız
iftiralarla partiden atılan 3810 kişinin partiye iade edildiğini
söylemişti. Molotov soruyor: Bu Hruşçov’un kişisel cesareti
miydi yoksa partideki nesnel durumun ifadesi miydi? Hruşçov’un
kişisel görüşü müydü yoksa parti MK ve politbürosunun görüşü
müydü? 1936-37’de Moskova parti ve sovyet makamlarında
Hruşçov’un astlarının birçoğu ceza aldılar. O zaman diyor
Molotov, ‘parti Moskova birinci sekreteri olarak Hruşçov’un
bunlardan haberi yok muydu ve onun mantığına göre, bütün bu
cezalar Hruşçov’un kendi kariyerist amaçları için miydi?
Hruşçov’un mantığı bir Marksist-Leninistin mantığı
değildir, sıradan, hınç dolu bir küçük burjuvanın
mantığıdır’.
Parti
içindeki bazı halk düşmanları özellikle dürüst ve hiçbir
suçu olmayan parti üyelerini partiden ihraç ederek parti ve halkta
hoşnutsuzluk yaratmayı amaçlamışlardı.
1939
yılında yapılan parti 18. kongresinde delegeler ve Politbüro
üyesi Jdanov, 1937-38’de birçok keyfilik, hukuksuzluk ve hata
yapıldığını ve bunları düzeltmek gerektiğini ifade
etmişlerdi.
Aynı kongrede Ukrayna KP MK birinci sekreteri olarak konuşan
Hruşçov ise halk düşmanlarına karşı şiddet dolu sözler
etmişti. Molotov Hruşçov’un konuşmasından bir bölümü
alıntılıyor ve soruyor: Acaba Hruşçov o zaman da dalkavuk ve
ikiyüzlü müydü?”
“İkinci
ve esas suçlamaya gelince, Molotov yine partinin 1956’da 20.
kongrede oybirliğiyle aldığı kararı hatırlatıyor ve 30 Haziran
1956’da Pravda gazetesinde yayımlanmış olan bu karardan
şu alıntıyı yapıyor:
«
‘Stalin’in ölümünden hemen sonra Merkez Komitenin Leninist
çekirdeği, kişi kültüne ve onun ağır sonuçlarına karşı
kararlı bir mücadele yoluna girdi. Denebilir ki, bu insanlar neden
Stalin’e karşı çıkmadılar ve onu yönetimden almadılar? O
zamanki koşullar altında bu yapılamazdı. Elbette olgular,
Stalin’in, özellikle hayatının son döneminde işlenen birçok
kanunsuzluktan sorumlu olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte
unutmamalıyız ki Sovyet halkı Stalin’i her zaman SSCB’yi
düşmanlarının entrikalarına karşı savunan, sosyalizm davası
için savaşan biri olarak tanıyordu. O bu mücadelede bazen doğru
olmayan yöntemler kullandı, parti yaşamının Leninist ilkelerini
ve normlarını ihlal etti. Stalin’in trajedisi tam da bundan
ibaretti. Fakat bütün bunlar aynı zamanda o zamanlar işlenen
hukuksuzluklara karşı mücadeleyi de zorlaştırdı, çünkü
sosyalizmin inşasının başarıları ve SSCB’nin güçlenmesi,
kişi kültü ortamında Stalin’in adına yazıldı.
Bu
şartlar altında ona karşı yapılan bir çıkış halk tarafından
doğru anlaşılmazdı. Burada mesele kişisel cesaret eksikliği de
değildi. Açıkçası, o ortamda Stalin’e karşı çıkan hiç
kimse halkın desteğini alamazdı. Dahası, böyle bir çıkış,
sosyalizmin inşasına karşı yapılan bir çıkış olarak,
kapitalist bir ortamda partinin ve tüm devletin birliğini
zayıflatmak için son derece tehlikeli bir durum olarak görülecekti.
Buna ek olarak, Sovyetler Birliği emekçilerinin Komünist Parti
önderliğinde kazandıkları başarılar, her Sovyet insanının
yüreğinde meşru bir gurur yaratıyordu ve öyle bir atmosfer
yaratıyordu ki bireysel hatalar ve eksiklikler büyük başarılar
yanında önemsiz görünüyordu ve bu hataların olumsuz sonuçları
da partinin ve Sovyet toplumunun muazzam büyüyen güçleri
tarafından hızla telafi ediliyordu.’ »
Molotov
bu pasajı okuduktan sonra kararın o dönemin koşullarını doğru
biçimde aktardığını söylüyor ve soruyor: Bu karar oybirliğiyle
alındı, karar alınırken MK, Stalin döneminin bütün belgelerine
sahipti, o zamandan bugüne yeni olgular ortaya çıkmış da değil,
o zaman şimdi ne değişti de beni sorumlu tutuyorsunuz? Molotov
ayrıca Stalin dönemindeki kararların partinin yetkili organları
tarafından oybirliğiyle alınmış veya onaylanmış olduğunu,
bundan dolayı kendisinin kişisel olarak sorumlu tutulamayacağını
söylüyor. Molotov şöyle diyor:
‘O
zamanın hatalarından ve birçok masum kurbanından söz
ettiğimizde, şunu da unutmamalıyız ki düşmanlar da vardı,
onlarla mücadele gerekliydi, düşmanlarla mücadele etmeden, en
rezil Sovyet karşıtı eylemcilere, aşağılık sabotajcılara ve
doğrudan Japon-Alman ajanlarına dönüşen Troçkistlere ve başka
düşmanlara karşı, Merkez Komitesinin kararında belirtildiği
gibi, kararlı bir şekilde savaşmadan, işimize devam edemezdik.
Yapılan hatalar ve yanlışlıklar ve Politbüro üyelerinin her
birinin bu işteki payı elbette bellidir ve sadece kınanmayı
değil, aynı zamanda gerekli sorumluluğu da hak ederler.
O
zamanlar Politbüro’da Stalin, ben ve Kaganoviç’ten başka
Kalinin, Voroşilov, Orconikidze, Kuybışev, Mikoyan, Andreyev gibi
yoldaşlar olduğunu söylemek istiyorum. Gerçekten hiçbirimiz bu
işlere tepki vermeye cesaret edemedik mi yani? Yoksa bunu, Merkez
Komitesi’nin bu kararında vurgulanandan farklı bir şekilde mi
ele almalıydık? O sırada Partinin Moskova komitesinin sekreteri
Yoldaş Hruşçov, Leningrad komitesinin sekreteri de Yoldaş
Jdanov’du. Sonuçta, bu olayların hepsi sadece bizim önümüzde
değil, onların da önünde gerçekleşti. Her şey Merkez
Komitesinin Genel Kurullarında, daha sonra Partinin 18. Kongresinde
ve daha sonraki Merkez Komitesi Genel Kurullarında ele alındı ve
onaylandı. Sonuçta, şimdi o dönem için sorumluluk hakkında
konuşursak, elbette bu işten ilk sorumlu ben olmalıyım. Ama şunu
söylemek istiyorum ki, aslında Merkez Komitesinde o zaman bu
önlemlere karşı hiçbir ses yükselmemişti. Ve bunun nedeni, o
zaman ki kişisel cesaretin yetersizliğinden değil, insanların bu
hataları düzeltmek istemedikleri gerçeğinden değil, Merkez
Komite’nin de belirttiği gibi, o dönemin özel ve hatta çok
önemli koşullarından kaynaklanmaktadır.
Dün
konuştum ve burada tekrar söylüyorum, kişisel olarak suçlandığım
zaman, özellikle burada söz edilen baskı politikasından çıkarım
olduğunu iddia ettikleri zaman bu yanlıştır ve haksızdır. Bu
şeylere karşı sesimi yükselttiğime dair pek çok örnek
verebilirim, zaten başka türlüsü mümkün değildi. 1948’in
sonlarında, bu baskılar bir ölçüde yeniden yaşandı. Karım
Polina Jemçujina’yı tutukladılar. 1918’den bu yana parti üyesi
olan ve yıllarca partide ve ekonomik işlerde aktif olarak çalışmış
olan karım tutuklandıktan beş yıl sonra, 13 Mart 1953’te, yani
Stalin’in ölümünden sonra Lubyanka’daki hapishaneden
çıkabildi. Çıktığında ağır bir şokun etkisi altındaydı.
Çıktıktan hemen sonra, 1918’den beri bir parti üyesi olarak
hakları iade edildi.
Merkez
Komitesinde, Polina’nın tutuklanmasının şahsen beni de hedef
aldığı iyi bilinmektedir. Bu benim işimi bitirmeye hazırlanmak
için bir girişimdi. Yoldaş Hruşçov, partinin 20. kongresinde,
kişi kültüyle ilgili bir raporunu okurken bu konuda konuştu.”
(iba.)
-Kısa
bir ek: Cehalet
kötüdür. Yarı cehalet daha da kötüdür. Bilgi sahibi olmadan
fikir sahibi olmak kötüdür. Bilgi kırıntılarıyla fikir sahibi
olmak daha da kötüdür. Her
konuda her şeyi bilemeyiz. Bu
iki
hastalık yapısal hastalıktır yaşamımızda.