10 Ocak 2023 Salı

SEÇMELİ TERÖRİZM VE PARİS KATLİAMI

SEÇMELİ TERÖRİZM VE PARİS KATLİAMI




I

On yıl önce, 9 Ocak 2013’te, Paris’te üç Kürt yurtsever kadın militan (Sara, Rojbin, Ronahi -Sakine-Leyla-Fidan-) sömürgeci faşist Türk devleti tarafından alçakça katledilmişti. Katliamın üstü örtüldü. Katliam davası üzerindeki “gizlilik” kararı hala sürmekte. “Devlet sırrı” kategorisine alınan dava, hala Fransız ve Türk burjuva devletlerin işbirliğiyle kapatılmaya çalışılmaktadır.

Dava hakkında sürmekte olan “Gizlilik kararı”, emperyalist Fransa devleti ile Erdoğan cuntasının kirli işbirliğinin ve katliamdaki suç ortaklığının açık kanıtıdır.

Bu karar, Fransa devletinin sömürgeci Türk devletine, kontrgerillasına, MİT’ine sunduğu koruma kalkanıdır. Bu kirli işbirliği ile Fransa, yalnızca Türk devletine ve katillerine koruma sağlamakla kalmamakta, dahası, Fransız burjuvazisinin, “NATO Gladiosu”nun katliamdaki suç ortaklığını da gizlemektedir. “Batı hukuku”, “Avrupa demokrasisi”, “Avrupa adaleti”, “Avrupa insan hakları”... Bu kavramlar, emperyalizmin yeri geldiğinde kullandığı iki yüzlü silahlardır. Paris katliamları gerçeğinde de bu gerçeği görmekteyiz.

On yıl sonra, Paris yeni bir Kürt katliamıyla sarsıldı. 23 Aralık 2022 tarihinde Fransa'nın Başkenti Paris'te “Ahmet Kaya Kültür Merkezi”, planlı ve özel bir operasyonun hedefi oldu. Saldırıda üç yurtsever (Emine Kara -Evin Goyi-, Mîr Perwer -Mehmet Şirin Aydın- ve Abdurrahman Kızıl) alçakça katledildi.

Saldırının Sakine-Leyla-Fidan’ın katledilmesinin yıldönümünün ön gününde gerçekleştirilmesi elbette ki rastlantı değildi...

Katilin bir Fransız yurttaşı olması dikkat çekicidir. Bu seçim bilinçli bir seçimdir. Katliamın perde arkasını örtüleme, hedef saptırma operasyonuyla bağlıdır.

Katilin ırkçı faşist biri olduğu ve çeşitli suçlara bulaştığı ama Fransız istihbaratı ve devletinin koruması altında olduğu görülüyor. Bu olgu Fransız devletinin suç ortaklığını yansıtan açık bir unsurdur. Fransız hükümet yetkililerinin, polis şeflerinin açıklamaları, mızrağı çuvala sığdıramıyor ve Fransız medyası başta olmak üzere demokratik kamuoyu bu açıklamaları inandırıcı bulmuyor; eğer Fransız polisinin saldırısının hedefi haline gelen on binlerin öfke ve mücadele yüklü eylemleri olmasaydı, kuşku yok ki, bu katliam basit, sıradan bir ırkçı saldırı olarak lanse edilecek ve üstü örtülecekti.

Katliam gerçekleştirilmiş, fail Kürtler tarafından yakalanmış, olay Fransız polisine bildirilmiş, buna karşın Fransız polisi olay yerine 40 dakika “gecikerek” gelmiştir. Üstüne üslük olay yerine gelen Fransız içişleri bakanı, küstahça Fransız polisinin başarısını övmüştür. Daima her yerde hazır ve nazır bulunan, anti-faşist, anti-kapitalist gösteriler söz konusu olunca bir saniye sektirmeden müdahale eden Fransız polisinin anında bildirildiği halde, katliam yerine 40 dakika sonra gelmesi Fransız devletinin suç ortaklığını ele vermektedir. Fransız devleti, ele geçirilen katilin öldürülmesini çok isterdi, isterdi çünkü böylece meselenin üstü kolayca örtülecekti; “gecikerek” olay yerine gelişin bu bağlama dayandığını düşünmek aşırı bir değerlendirme olmayacaktır.

Saldırının özel hedefinin (cenazesi Kandil’e gönderilen) KCK Yürütme Konseyi üyesi Emine Kara’nın (Evin Goyi) olduğu anlaşılıyor.

Tarihte komplo yeteneği ile bilinen, Kürtlerin ise özel bir baskı, kuşatma, denetim ve takip altında tutulduğu bir ülkede, tıpkı Sakine Cansız’ların katledilmesi örneğinde olduğu gibi, bu saldırıdan da Fransız istihbaratı ve polisinin haberdar olmadığını düşünmek aptalca olur. Dahası bu katliam, Fransız devletinin suç ortaklığıyla gerçekleştirilmiştir. Hiçbir şey yoksa bile, Fransız devletinin “derin yapıları” bu işin içindedir.

Fail yine belli ve fail bir kez daha Fransa devleti tarafından korundu, korunuyor. Sorun tetikçi değil, tetiği çektiren, piyonu sahneye süren, ipleri elde tutan gerçek katildir. Kürt yurtseverlerinin yakaladığı katilin Fransa devleti ve Makron tarafından “deli”, “ırkçı psikopat”, “patolojik yabancı düşmanı” vs. olarak kamuoyuna lanse edilmesi tesadüfi değildir, aksine burada da Fransız devleti bir kez daha suçüstü yakalanmış bulunmaktadır. Üstü örtülmeye çalışılsa da katliam hakkında pek çok veri ortaya çıktı ve yeni veriler de ortaya çıkmaya devam edecektir. Fransız burjuvazisi ne yaparsa yapsın katliamın üstünü örtemeyecektir.

Katliam gerçeği gerek Fransa ve Avrupa’da, gerekse de uluslararası arenada gündemleşti. Kürt ulusuna ve halkına dönük örgütlenen kirli, haksız, sömürgeci savaşı teşhir etti. Kürt ulusal direnişine enternasyonal desteği büyüttü. Bunu sağlayan kudret, dört parçada ve Avrupa başta olmak üzere dünyanın değişik ülkelerinde sürmekte ve etki gücünü yaymakta olan ulusal kurtuluşçu Kürt devrimidir.

Kürt sorunu ve Kürt mücadelesi her geçen gün daha fazla uluslararasılaşarak çözümünü dayatmaktadır. Türk burjuva devletinin soykırımcı saldırıları sorunun canlı bir şekilde gündemde kalmasına yol açmaktadır. Kürtlere dönük sempati ve destek dünya çapında büyümektedir.

Ez ve çöz” politikası yürüten sömürgeci faşist Türk devleti bütün kanlı saldırılarına karşın sonuç alamamaktadır. Son olarak “Jin Jiyan, Azadi!” sloganının İran’dan başlayarak dünyanın gündemine girmesi örneğinden de görüleceği üzere, Kürt ulusal özgürlük direnişi ve kadın mücadelesi her geçen gün derinlik, genişlik kazanarak yükseliyor. Soykırım saldırılarıyla bu mücadelenin önü alınamaz.

Fransa’nın Kürtlere desteği üzerine burjuva liberal beklentiler yayılmamalıdır. Fransız emperyalist devletinin Kürdistan’ın dört parçaya bölünmesinde İngiltere gibi özel bir sorumluluğu olduğunu herkes biliyor. Fransa devleti ve sermayesi Kürtlerin dostu değil, düşmanıdır, düşmanlarından bir tanesidir... Asıl önemli olan Fransız proletaryası ve halkının desteğidir ve bu destek büyümektedir.

II



Gerek 1. Paris katliamı gerekse de 2. Paris katliamı dinci faşist Erdoğan liderliğindeki faşist diktatörlüğün seçmeli terörizm taktiğinin yansımasıdır. Bu olgunun altı çizilmelidir. Bu taktiğin Kürdistan gerçeğinde, Kürt mücadelesi bağlamında özel bir anlamı ve önemi vardır. Bunu anlamadan yapılacak değerlendirmeler yetersiz kalacaktır. Bu gerçek Rojava devrimi bağlamında da özel anlamını bulmaktadır. Bayram Namaz, Zeki Gürbüz yoldaşların Rojava’da Türk devletinin seçmeli terörizmin hedefi olması da bu olguyla bağlıdır.

Faşizm, seçmeli terörizm taktiği ile ulusal devrimci liderleri, komünist öncü güçleri ve öne çıkan savaşçılarını yok ederek hareketi darbelemek istemektedir.

Bu taktik genel olarak Amerikan emperyalizminin 21. asrın politikası ilan ettiği “küresel terörizme karşı savaş”, “terörizme karşı her yerde sonsuz savaş”, “önleyici saldırı doktrini”yle bağlı ve onun etkin bir öğesidir. Türk sömürgeciliği de, kendi sınıf karakterine, politik hedeflerine bağlı olarak söz konusu politikayı izlemektedir. Amerikan emperyalizminin bu saldırgan politikası, NATO’nun konseptine de yön vermektedir. Seçmeli terörizm taktiği sömürgeci faşist diktatörlüğün topyekün savaş politikasının önemli bir unsurudur. Bu savaş türü devrimci ve komünist hareketi de hedeflemekte, özellikle öne çıkan devrimci partiler hedefleştirilmektedir MLKP örneğinde olduğu gibi.

Hatırlayalım; 23 Mart 2019’da Rojava Serekaniye’de Bayram Namaz (Serhat Baran) yoldaş Türk MİT’i tarafından organize edilen hain bir saldırıyla katledildi. Anısı önünde saygıyla eğildiğimiz ve sevgiyle andığımız Bayram Namaz yoldaşın, MLKP MK ve Kürdistan Komitesi üyesi olması bu siyasal cinayetin nedenine açıklık kazandırmaktadır.

Son olarak yine Rojava’da Türk MİT’inin özel bir operasyonu ile Zeki Gürbüz (Ahmet Şoreş) ve genç komünist komutan Özgür Namoğlu (Fırat Neval) katledildi. Anıları önünde saygıyla eğildiğimiz ve sevgiyle andığımız Zeki Gürbüz yoldaşın MLKP MK üyesi ve Kürdistan Komitesi üyesi olması, sevgili Özgür Namoğlu yoldaşın genç bir komünist komutan ve savaşçı olması, MİT’in özel operasyonunun nedenini açıklamaktadır.


Evet faşizm öne çıkan kadroları siyasi cinayetler işleyerek katletmektedir. Bu yeni olmamakla birlikte, bu saldırının özelde Kürt sahasında yürütülen mücadeleye karşı daha özel operasyonlar biçimini aldığı görülmelidir.

Komünist Devrimci Hareket’in (TKŞ) Rojava’da yalnız Kürtler değil, Araplar içerisinde de belli bir güç kazanması olgusuna dikkat çekmek gerekir. Sürekli hatırlanmalıdır ki Rojava, küçük bir Ortadoğu’dur. Bütün emperyalist devletlerin, bölgesel devletlerin kirli elleri Rojava’nın içerisindedir. Bu karmaşık alanda yol açmanın, güç toplamanın, gelişmenin, mevzileri koruyup pekiştirmenin ağır bedeller gerektirdiği ve bir o kadar da yüksek ve nitelikli siyasi uyanıklığı gerekli kıldığı açıktır. Özelde komünist hareketin Rojava’da gelişme ve mücadele pratiğinin çok geniş bir alandan ve değişik eğilimlerden gelecek baskı ve saldırılarla yüz yüze kaldığı ya da kalacağı anlaşılıyor; bu, yalnız bugünün değil, yarının da sorunudur...

Son aylarda dinci faşist Erdoğan rejiminin Suriye devletiyle “yakınlaşma”, “görüşme” manevraları ile iki devlet istihbaratının yaptığı görüşmenin de önemine dikkat çekmek gerektiğine inanıyoruz. İki devlet arasındaki çatışmaya ve düşmanlığa karşın, Rojava onların ortak “karın ağrısı”dır... İstihbarat paylaşımı yapılmadığını düşünmek için bir neden yok; kaldı ki, sorun bunun da ötesindedir; güç ve hegemonya mücadelelerinin keskin olduğu bir coğrafyadan bahsediyoruz. Alanda değişik çıkarlar ve hedeflerle mücadele eden ABD ve Rusya var. Komünist harekete ve önderlerine karşı imha saldırısında Rusya gibi ABD’nin de parmağı olmadığını düşünmek saflık olur.

Kuşkusuz ki bu saldırılar ne ilktir ne de son olacak...

Paris ya da Kandil, Medya Savunma Alanları ya da Rojava, hedef belli:

Faşist seçmeli terörizmle yurtsever, devrimci, komünist önder ve kadroları yok etmek. Böylece hareketi darbelemek... Terör ve soykırım politikasına dayanan psikolojik hareket yürütmek. Saflarda korku ve panik yaymak, irade kırmak... Kuşkusuz ki faşizm ve sermaye bu saldırılarıyla da istediği sonucu alamamıştır ve alamayacaktır. Nitekim her saldırının ardından komünist ve yurtsever güçler, daha büyük bir güçle mücadeleyi geliştirmeye, sömürgeci faşizme darbeler indirmeye devam etmektedir.

Evet daha gür bir sesle ve eylem gücüyle haykırılmalıdır:

Her Yer Kürdistan! Her Yer Direniş!”

Konuya devam etmeden önce bir hatırlatmada bulunmak gereksiz olmayacak; “Avrupa demokrasisi”ne zaten güvenilemez. Devrimci-demokrat, yurtsever, komünist hareket “Batı demokrasileri”nde de güvencede olamaz. Kendini “güvenlik”te hissederek politik-örgütsel faaliyetler yürütülemez. Bu bağlamda da önemli olan söz değil, eylemdir, eyleminin içeriğidir; gerçek yaşam tarzıdır... “Avrupa demokrasisi”nin gevşetici ortamı, kazandırdığı kötü alışkanlıklar, nesnel koşuları... bunlara lafta değil, pratikte yenik düşmemek gerekir...

Faşist diktatörlük Kürdistan’da da Avrupa’da da vuruyor. Sınıf düşmanı SİHA’larla vuruyor. Sınıf düşmanı seçme hedefleri çeşitli biçimlerde vuruyor. Paris deneyimi ortada. Avrupa da dahil çok yönlü saldırıyor. Bunların devam edeceğini de açıkça ilan ediyor... Burada sorun her bakımdan politik mücadelenin gerekleri ve gereksinmeleri ekseninde yapılanabilmek, öz deneyimlerin dersleriyle silahlanabilmek ve savaşımı geliştirebilmektir. Sınıf düşmanının çok hesaplı, çok hedefli psikolojik savaşına karşı da uyanık olmak gerekir ve aynı deneyim ve saldırıların bilimsel analizi bu bakımdan da politik mücadelenin gereklerine ve güncel gereksinmelerine bağlı en etkin silahtır. Teknik önlemler vs. önemlidir ama tek başına fazlaca önemi de yoktur; sorunun temeli politik mücadeledir, politik mücadelenin gerekleridir... Güvenlikli çalışma sanatı Avrupa’da da ihmal edilemez ve kuşkusuz ki Avrupa koşullarına uygun tarzda; kafa kuma gömülmemelidir, yersiz, gösterişçi, düşmanın dikkatini çekecek gereksiz “illegalite” yapılmamalıdır.

III

Faşist Türk devleti, MİT’i, kontrgerillası, ordusu, özel harekatı, İslamcı çeteleriyle birlikte NATO desteği, Rus emperyalizminin desteği, Barzanilerin işbirliği vb. ile bugüne dek istediği sonucu alamadı Rojava’da; evet önemli darbeler indirdi, önemli mevziler kazandı, fakat asli hedefine, Rojava devrimini tasfiye etme, “sınır güvenliği”ni planladığı doğrultuda (Kürtleri bölgeden sürme, demografiyi değiştirme, dinci faşist çetelerle tahkim edilmiş bir kuşak oluşturma, Suriye karşısında elini güçlendirme, dahası işgal bölgelerini T.C. sınırlarına katma) gerçekleştirme hedefine ulaşamadı. Burada ana engel Kürtlerin önderliğindeki yerli halkların devrimci direnişidir. Bu ana gerçeği yok sayarak “eleştiri” yapanlar ağır bir yanılgı içerisindedir. Kürt yurtsever güçler, büyük zorluklar ve abluka koşullarında yaşıyor ve savaşıyor. Bu koşullarda emperyalistler ve bölgesel gerici devletler arasındaki çelişki ve çatışmalardan yararlanma taktiğini izlemesi kaçınılmazdır. Kürt ulusal özgürlük hareketi, kendi coğrafyasında söz sahibidir. Kendi öz gücüne güvenerek savaşmaktadır. Politik-askeri-kitlesel maddi bir gücün taktik manevralar yapması anlaşılırdır... Sınır çizgileri bellidir. Bu çizgiler içerisinde davranma niteliğini koruyan ve savaşan ulusal devrime “emperyalistlere yedeklenmiş”, “uzantısı haline gelmiş” muamelesi yapmak, dolaysıyla “siyaset yasağı koymak” saçmalıktan ibarettir. Bu durumun yarattığı potansiyel tehlikeler bir gerçektir ama tehlike vardır diye de yapılması gereken şeyi yapmamak, hızla kaybetmenin de yollarından birisidir.

Bu direniş sürmektedir, direniş hareketinin öyle kolayca teslim olacağını düşünmek doğru değildir; devrim değişik gelişme evrelerinden geçerek kendini korumaya, sağlamlaştırmaya çalışacaktır; bunu yaparken, politik bağımsızlığını korumak koşuluyla güç dengeleri içerisinde manevralar yapacaktır. Rojava devrimi ezilebilir de. Yenilgi tehlikesi potansiyel olarak vardır; yenilgi tehlikesini içerisinde taşımayan hangi devrim var ki! Elde mutlak zaferi getirecek bir sihirli değnek de yoktur. Her şey, kazanmak için savaşa ve bu savaşın iç ve dış desteklerinin kapsamlılaşarak geliştirilmesine bağlıdır... Yapılacak şey bellidir, her cephede savaşı büyütmek, enternasyonal birlik ve dayanışmayı güçlendirmek, halkların birleşik mücadelesini geliştirmek, Rojava’nın statü kazanması için mücadele etmek...

Kürt direnişinin direngen yapısı dinci faşist Erdoğan diktatörlüğünü kudurtmaktadır. Kuduz köpekten beter bir kinle içerde ve dışarıda, her cephede Kürt direniş hareketine, komünist ve devrimci harekete saldırması bunun kanıtıdır.

Karayılan’nın yaptığı açıklamada dile getirdiği gibi, “AKP-MHP rejimi, 2021'de yapamadığını, 2022'de gerçekleştirmek istedi. Zap, Avaşîn ve Metîna alanlarını iki-üç haftada tamamen işgal edip Garê, Kandil, Şengal vb. alanlara kadar saldırı ve kuşatma planlarını birkaç ayda tamamlamayı planlamıştı. AKP-MHP rejiminin bu planı, Zap’ta takılı kaldı, tıkandı. Bu operasyonun adını 'Pençe-Kilit' koydular ama Zap’ta kilitlendiler”, “Dolayısıyla AKP-MHP rejiminin planladığı Misak-i Milli sınırlarına ulaşma planının ilk hamlesi gerçekleştirilemedi. Bu plan, Kürdistan Özgürlük Gerillası'nın yıkılmaz duvarına çarptı.”; böylece rejimin bu planı ve saldırısı gerillanın ağır bedeller ödeme pahasına kahramanca direnişi sayesinde başarısızlığa uğradı.

Karayılan’ın açıkladığı gibi, “Türk ordusunun hava gücü olmazsa gerillanın karşısında durmasının mümkün” değildir.

Kısacası, eğer yaptırılırsa, genel seçimlerin ve “Cumhurbaşkanı” seçimlerinin de yaklaştığı bir tarih kesitinde, güç kaybetmekte olan Erdoğan’ıyla, Bahçeli’siyle, Hakan Fidan’ıyla, Akar’ıyla, Soylu’suyla, dinci çeteleriyle, uyuşturucu vb. mafyasıyla morale gereksinimi var. İçerde ırkçı, şoven, milliyetçi, dinci saldırı ve provokasyon terörünü meşrulaştırmak manevralarıyla iç içe Türk burjuva devletinin ve rejimin saldırılarının daha da aktifleşeceğini görmemek olanaklı değil.

Seçmeli terörizm taktiğinin daha yaygın ve etkili kullanılması, önümüzdeki sürecin önemli özgünlüklerinden birisi olacaktır ve buna göre de gerekli tedbirleri almak, saldırıları göğüslemek, geri püskürtmek ihmal edilemez bir görevdir. Seçmeli terörün hedefi olan öncülerin imhasına yol açan koşulların ve nedenlerin özel bir tarzda soruşturulması yaşamsal önemdedir. Bu saldırılar son derece somut verilere, bilgilere dayanmaktadır. Bu tesadüfi değildir ve olamaz. Düşmanın yaptığı açıklamalar soğukkanlı bir tarzda önemsenmeli, manipülasyona, psikolojik savaşa karşı sağlam ve cesurca bir duruşla meseleler aydınlatılmalıdır. Hesap sorma sloganı bir de bu bakımdan anlamını bulmalıdır.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder