Translate

28 Eylül 2023 Perşembe

“TÜRK SOLU” VE “KÜRT SOLU”, HDP TARTIŞMASI...

 

TÜRK SOLU” VE “KÜRT SOLU”, HDP TARTIŞMASI...

I

Bu konu, 14 ve 28 Mayıs seçimleri vesilesiyle yeniden gündemleşti. Emek ve Özgürlük ittifakı’nın (EÖİ) seçim başarısızlığı, TİP’in EÖİ içinde yer almakla birlikte kendi adı ve adayları ile seçimlere katılması; sosyal şovenizm temelinde oluşmuş “Sosyalist Güç Birliği”nin (SGB) duruşu; EMEP’in dar grupçu çıkarcı hesaplara dayanan bir taktikle davranması bu konudaki tartışmaları ateşlemede özel bir rol oynadı. Bu bağlamdaki (“Türk solu”, “Kürt solu”) tartışma ve eleştirilerin temelinde tarihsel arka planıyla birlikte Türk sosyal şovenizmi ve “ilkel Kürt milliyetçiliği” durmaktadır. Her biri kendi özgün gerçeği içerisinde nesnel olarak ortaklaşan bir duruşla Türk ve Kürt halkları nezdinde PKK hareketini, Türkiye ve Kürdistan devrimci hareketini gözden düşürme, halkları silahsızlandırma rolünü oynamaktadır.

Sosyal şovenizm (sosyalizm zırhına bürünmüş milliyetçilik), teorik ve pratik olarak egemen ve ayrıcalıklı ulusun, Türk ulusundan küçük burjuvazinin sınıf tavrını; “ilkel Kürt milliyetçiliği” ise, ezilen ulusun burjuva ve küçük burjuva sınıf tavrını temsil etmektedir.

Her iki akım içerisinde yer alan politik ve sosyal yapılar kendi içlerinde değişik karakteristikler göstermekle, değişik katmanları içermekle birlikte, birbirini besleyen, güçlendiren çizgide durmakta ve birleşmektedir. Türk sosyal şovenlerimiz HDP’yi “Kürt partisi”, “sol hareket üzerinde Kürt sultası” olarak ilan ederken, ezilen ulus milliyetçiliğinin en geri eğilimlerinin sözcülüğünü yapan “ilkel Kürt milliyetçileri” ise, HDP’yi Türk partisi”, “Türk solunun Kürtler üzerindeki sultası” olarak lanse etmektedir.

Her iki akım ulusal kurtuluşçu Kürt devrimine, devrimci ve komünist harekete, birleşik devrime, HDP’nin merkezinde durduğu anti-faşist bağlaşmaya karşı olmakta birbiriyle yarışmaktadır.

Bu akımların ulusal demokratik, devrimci-demokratik, komünist mücadeleye karşı savaşması sınıfsal temelleri ve çıkarlarıyla bağlıdır.

Dinci faşist diktatörlüğün dinmek bilmeyen kirli, haksız, sömürgeci savaşı, bir yandan bu akımları sindirerek kendi çizgilerinde derinleşmelerini sağlarken, öte yandan da bu akımların fırsat buldukça devrimci cepheyle kendi aralarındaki sınır çizgilerini vurgulayarak faşist terörün, sömürgeci savaşın gazabından kurtulmaya da yönlendirmektedir. Bu olgu, aynı gerçeğin iki yüzüdür. Genel olarak burjuva terör, özel olarak faşist terör işçi sınıfı ve halklar içerisinde reformist liberal eğilimleri güçlendirmeyi, devrimci mücadele ile araya çektikleri kalın sınır çizgisini derinleştirerek sisteme entegre etmeyi hedefler. Bu tarihsel ve güncel gerçek Türk ve Kürt coğrafyasının da gerçeğidir.

Türk sosyal şoven siyasal çevreler, yumuşatılmış tarzda egemen ve ayrıcalıklı ulusun egemenliğinden ve ayrıcalıklarından yana tavır koyarken “ilkel Kürt milliyetçiliği” ezilen ulus lehine bazı tavizler verilmesi eşliğinde Kürt ulusal devriminin tasfiyesinden yana tavır koymaktadır.

Her iki akım, son tahlilde, en fazlasından burjuva demokrasisi talebi üzerinde birleşmektedir. Değişik tonlarıyla her iki akım da devrimin, sosyalizmin zaferine karşı, reformizmi ve sosyal reformizmi temsil etmektedir. Sınıfsal doğaları, politik varlıkları bu hedef ve perspektifle hareket etmelerini şekillendirmektedir.

Gerek sosyal şovenizme gerekse de ezilen ulus milliyetçiliğine karşı enternasyonalizm ilkesine bağlı kalarak mücadele etmek Marksist-Leninistlerin vazgeçilmez görevidir. Ancak esas darbenin şovenizme, sosyal şovenizme indirilmesi gerektiği açık ve nettir. Hangi gerekçeyle olursa olsun, ezilen ulus milliyetçiliğini “ideolojik mücadele”sinin merkezine koyan veya ikisine karşı “mücadele”yi eşitleyen siyasal akımlar, istedikleri kadar “Marksist”, “sosyalist”, “komünist”, “devrimci”, “enternasyonalist” olduklarını söylesinler, gerçekte, sosyal şoven akımlardır.

Şovenizm egemen ulusun gözü dönük burjuva milliyetçiliğidir. Irkçılık, şovenizm, militarizm, asimilasyon, ilhak, soykırım, sömürgeci baskı ve tahakküm egemen ulus burjuvazisinin (somutumuzda Türk burjuvazisi) şoven milliyetçi saldırgan karakteri ve politikasıdır. Sosyal şovenizm ise, söz konusu egemenliğin ve ayrıcalıkların devamından yana tutum alan egemen ulus küçük burjuvazisinin milliyetçiliğidir. “Sosyalizm”, “komünizm”, “enternasyonalizm”, “sınıf ilkesi”, “anti-emperyalizm”, “cumhuriyetin kazanımları” gibi binbir gerekçenin arkasına gizlenerek, sermaye düzenine, sömürgeci zulme suç ortaklığı yapar (ve yapmaktadır). “HDP’ye verilecek oylar, HDP’lilerin sosyalistleri küçümsemeye ve kullanışlı bir yedek güç olarak görmeye devam etmelerine hizmet edecektir.” diyecek kadar şirazesinden çıkmış olanların bu vb. tutumları sosyal şoven çizgilerine dayanmaktadır. Bu çağrının özellikle de Türk işçi ve emekçilerine, ezilen ulusal topluluklardan işçi ve emekçilere, anti-faşist kitlelere yapıldığı göz önünde tutulduğunda HDP’ye oy verilmemesi çağrısı tümüyle gerici şoven bir çağrıdır; bu politika ve ajitasyon, sosyal şovenizmin aşırı çürümüş utanç verici politik karakterinin ve sefaletinin kanıtıdır.

Onlar Kürtler, bizler ise sosyalistleriz”, “sosyalistler HDP’ye oy vermemelidir”, “Kürt partisine oy vermeyin” politikası, halklar arasına nifak tohumları eken, işçi sınıfı hareketini “onlar Kürtler bizler Türkler” ekseninde parçalayan ya da bu işlevi oynayan şovenist bölücülük politikasıdır. Bu politika ve duruş, halklar arasına milliyetçi barikatlar kurarak yükselten Türk burjuva gericiliğinin ve burjuvazisinin politikasıdır; “sosyalizm”, “sosyalistlik” iddiası ise bu işin iğreti kılıfı ya da kamuflajından ibarettir. Egemen ve ayrıcalıklı ulusun ezilen uluslara tepeden bakan kibirli, küstah burjuva ve küçük burjuva sınıf tavrı sosyal şovenlerimizin ruhuna damgasını basmaktadır. Onlar sanıyor ki, Kürt ulusal devrimi Türkiye’de ve bölgesel çapta yenilir ve tasfiye edilirse, Kürt direniş ve ayaklanma hareketi faşizm ve sermayeye teslim olursa önleri açılacak, onlar da Türk işçi ve emekçilerini kolayca kazanacak, “devrim”i, “sosyalizm”i kolayca gerçekleştirecekler. Tam bir politik aptallık ve ürkütücü bir yüzeysellik!

Onlar açık, net, kesin olarak, Kürt ulusal baş kaldırısı ve ulusal devrimin kendi gelişmelerini önlediğine “inanmak”tadır. Bu “inanç”, dahası gerici şoven analiz, onların objektif gerçeğiyle, ulusal ve sınıfsal arka planıyla; “devrimci” ve “Marksist” olmalarıyla değil, reformist ve sosyal şoven olmaları gerçeğiyle bağlıdır. Açık ki, bu akımların politika ve propagandaları, ideolojik saldırıları sosyal reformist temeller üzerinde, ulusal demokratik devrim karşıtlığı üzerinde yükselerek biçimlenmektedir. Keza sosyal şoven güçler, bu politikalarıyla düpedüz eleştirdiklerini iddia ettikleri “kimlik politikası” yapmaktadırlar... Usturuplu ya da usturupsuz Biz Türkler, onlar Kürtler” dili ve propaganda-ajitasyonu bu parti ve örgütlerin Türkçü sosyal şoven karakterini göstermektedir...HDP “halkların partisi” olma iddiasındadır. Bu iddianın politik-pratik karşılığı aldığı oy oranında da verilidir. Halkların kardeşliği, birleşik mücadelesi hattında HDP’yi geliştirip güçlendirmek, geçiyoruz devrimciliği, komünistliği, her demokratın görevi olmalıdır. Bu, ne kendi devrimci ve komünist kimliğinden vazgeçmek anlamına gelir ne de Türk karşıtlığı...


HDP, tüm hata ve zaaflarına karşın,
objektif olarak devrimci bir rol oynamaktadır. HDP’nin her cephede faşizmle tutuştuğu mücadele, dinsel faşist siyasal ve toplumsal gericiliğin saldırılarına ve terörüne karşı gösterdiği olağanüstü direngenlik ve mücadelede ısrar bu olgunun kanıtıdır. HDP bir birleşik cephe hareketi olarak, Türkiye’de anti-faşist mücadelenin merkezi durumundadır. Sosyal şovenlerimiz bu gerçeği ret ve inkar etmektedir. HDP’nin faşizm ve gericiliğe karşı gösterdiği direngenlik ve mücadelenin milyonda biri kadar bir direngenlik ve mücadele gücü gösteremeyen, HDP’nin uğradığı faşist terör ve baskının milyonda birine maruz kalmayan, hapishanelerde (belki de 3-5 tutsak hariç) militanları, kitlesi olmayan şu Türk küçük burjuva Kemalist sosyal şoven siyasi parti ve çevrelerin utanmadan “gerçek sosyalistlik”, “gerçek devrimcilik”, “enternasyonalizm” iddiasında bulunması da tam bir saçmalık ve gözü dönük sosyal şoven milliyetçiliklerinin politik sefaletinin kanıtıdır. Bunların “sosyalist”liği, “Marksist”liği II. Enternasyonal oportünizminin “sosyalist ve Marksistliği”nden ibarettir.

Yukarıda analiz ettiğimiz sosyal şoven politika, ilkesel, ahlaki, vicdani, moral değerler bakımından baştan sona sosyalizm, Marksizm-Leninizm, devrim karşıtlığının dışa vurmasından ibarettir. Bu politika ve argümanlar, halkların kardeşliği ve ortak mücadelesinin önündeki barikatlardan birisini oluşturmaktadır. Bu politikanın sosyal şoven temsilcileri, dinci faşist diktatörlük karşısında kendi güçsüzlüklerini, pasifizmlerini, politik program ve hedefleri için bile doğru dürüst bir eylem geliştirememenin ve kitle gücü açığa çıkarmamanın sorumluluğunu Kürt ulusal devrimine, PKK’ye, HDP’ye, Türkiye devrimci hareketinin ulusal demokratik hareketle politik olarak birlikte hareket etmesine bağlayarak (“ah ahhhh şu Kürtler, şu PKK, şu devrimci parti ve örgütler olmasa biz ne devrimler yapardık, yapmıştık şimdi” palavrası) kendi nitelik ve yeteneksizliklerini de örtülemeye çabalamaktadır.

Peki siz “devrim” yaptınız da Kürtler mi engelledi?

Siz “sosyalist” mücadeleyi devrimci çizgide geliştirdiniz de Kürtler, devrimciler, komünistler mi engelledi?

Tam bir trajedi, komedi; gerçekte trajikomik bir tabloyla karşı karşıya olduğumuz açıktır.

HDP anti-faşist, anti-emperyalist demokratik halkçı bir cephesel birliktir. HDP coğrafyamızda devrimi yapacak, devrimi kesiksiz sosyalist devrime dönüştürerek sosyalist inşa yolunda yürüyecek bir parti değildir ve kendini “Marksist”, “Marksist-Leninist” olarak da tanımlamamaktadır. HDP Türk, Kürt, ulusal topluluklardan halkların ve ezilen kimliklerin dinci faşist diktatörlüğe, Batıda gerici-faşist iç savaş politikasına, sömürgeci topyekün savaşa karşı birleşik mücadelesini geliştirmeye dayanan ve ağır bedeller pahasına direnmeye, mücadeleyi geliştirmeye çalışan özgün bir cephesel partidir. Halkların kardeşliği, birleşik mücadele perspektifi meşru-legal arenada öncelikle HDP’de somutlaşmaktadır. HDP faşizmin kolladığı, alan açtığı, sırtını sıvazladığı bir parti değil. Unutmayalım, sosyal şoven SOL PARTİ, TKP, HKP vb. gibi partiler değil, HDP faşizm ve dinsel gericiliğin topyekün ve kesintisiz saldırılarına ve terörüne maruz kalmakta ve on bini aşan kitlesi, kadrosu da tecrit hapishanelerinde rehine-tutsak tutulmaktadır.

Tablo bu ama pek yaman sözde “sosyalistler”imiz, fütursuzca, sosyalizm, sınıf politikası, devrim demagojisi ile HDP’yi “sol parti” bile saymamakta; Kürt partisi HDP’ye oy vermeyin, desteklemeyin, saflarında yer almayın, terkedin çağrısı yapabilmektedir. Onların bütün kritik an ve dönemeçlerde (mesela F Tipi saldırılar ve ölüm orucu dönemini, Türk devletinin Rojava işgal hareketleri süreçlerini hatırlayalım...) Kürt ulusal demokratik hareketiyle olduğu kadar devrimci hareketle de araya kalın sınır çizgisi çektikleri iyi biliniyor; köklerine kadar reformist, pasifist, parlamentarist, legalist, (legal mücadelede de yasal çerçeveye biat ederek, meşruiyet konumunda uzak durarak) “mücadele” eden bu sözde “sosyalist”lerden daha fazlası beklenemeyeceği açıktır. İlerici demokratik, anti-faşist politikalara bağlı kaldıkça ya da bu duruşu az-çok eylemleriyle gösterdikçe bu kesimleri de anti-faşist birleşik cephe içerisine çekmek yine de önemsenmelidir ama kitlelerin güçlü devrimci baskısı olmadan bu kuvvetler her zaman için devrimci ve komünist hareketten, Kürt ulusal demokratik devriminden uzak durmaya, dahası ideolojik olarak saldırmaya da devam edeceklerdir; bu gerçeği de bir an olsun bile unutmamak gerekir.

Ezilen bağımlı ya da sömürge bir ulus olan Kürt ulusu her türlü ulusal demokratik haklarından mahrum edilmiş; bölünmüş, parçalanmış, sömürgeci ulusal zulüm politikası ile inkar edilen, öncesi bir yana, özellikle 1921 Koçgiri ayaklanmasından bu yana soykırımlar yaşamış bir ulustur. Ezilen ulus milliyetçiliği tarihsel olarak haklı bir tepkinin ürünüdür. Dolayısıyla ekonomik ve siyasi olarak ilhak edilmiş, sömürgeci ulusal zulüm politikasının baskı ve saldırısı altında inim inim inleyen bir ulusun milliyetçi tepkisi, öfkesi, ulusal haklarını talep etmesi meşru ve haklı bir temele sahiptir. Bu olgu, neden egemen ulus milliyetçiliği ile ezilen bir ulusun milliyetçiliğinin eşitlenemeyeceğini açıklar. “Komünist Partisi ezen, sömüren, ayrıcalıklı uluslar ile ezilen, bağımlı uluslar arasındaki açık ayrımı vurgulamalı”dır. Bu ayrımı yapmayan herhangi bir ilerici, devrimci örgüt ve parti, sosyal şovenizmin sularında kulaç atar.

Ulusların, dillerin eşitliğini, ulusların kendi kaderlerini kendi tayin hakkını (ayrı devlet kurma hakkı) ve enternasyonalizmi biçimsel açıdan kabul eden ama politik, pratik yükümlülükler içermeyen, eylem gücünde somutlaşması gereken duruştan kaçınan akımlar sosyal şoven akımlardır. Eşitlik ilkesinin biçimsel kabulü ilk adımdır ve daha da önemlisi, bu istemlerin pratikte sistematik tarzda savunulmasıdır. Kendi ulusunun (Türk ulusunun) egemenliğine ve ayrıcalıklarına karşı savaşmayan bir örgüt geçtik komünistliği az-çok tutarlı devrimci bir çizgi bile izleyemez. Bu ayrıcalıklara karşı çıkmayan, ezilen ulusun haklarını savunmayan, mücadelesini vermeyen herhangi bir akım ve birey, geçtik devrimciliği tutarlı bir demokrat bile olamaz. Unutmayalım, ayrı devlet kurma özgürlüğü, ulusların ve dillerin eşitliği ilkesi, kendi kültürünü özgürce geliştirmesi hakkı burjuva demokratik bir haktır, haklardır. Bu hakkı savunmayan birinin, herhangi bir siyasi çevrenin (hele de Kürt ulusal demokratik devriminin bir olgu ve bu devrimin Ortadoğu’da devrimci sarsıntılar yaratarak bölgesel çapta yayıldığı koşullarımızda) demokratlığı da tartışmalıdır, hatta yarım demokratlık bile sayılmaz. Ülkesi paramparça edilmiş 50 milyonluk bir ulusun ulusal davasını, kavgasını, ulusal devletleşme talebini görmezden gelmek, ret ve inkar etmek, ulusal demokratik haklarını kayıtsız şartsız savunmamak, mücadelesini vermemek insanı bile insanlıktan çıkarır.

Bu bağlamda ısrarla vurgulanması ve eleştirilmesi gerekir ki;

Küçük burjuva milliyetçiliği enternasyonalizmden sadece ulusların eşitliğini anlar (bu eşitliği de sadece lafta tanıdığını şimdilik bir kenara bırakırsak), ulusal egoizme dokunmaz.” (III. Enternasyonal)

Kendi burjuvazisinin “ulusal egoizmi”ne karşı savaşmayan her akım, onun yedeği haline gelir.

Bir yandan “sosyalist” olduğunu iddia ederken fiilen kendi burjuvazisinin egemenliğinden, kendi ulusunun ayrıcalıklarından yana olan akımlar, gerçekte kendi ulusal burjuvazisinin dümen suyunda hareket eden politik çevreler ve partiler olmuştur daima. Türkiye’de geniş bir ideolojik-siyasi etkiye sahip sosyalizm maskeli reformist parti ve çevrelerin siyasi çizgi ve pratiği bunun kanıtıdır. 14 Mayıs 2023 seçimleri bir de bu gerçeğin altını çizdi. “Türk solu”nun sosyal reformist partilerinin geniş kesimleri, PKK ve HDP’nin “sol, anti-emperyalist ve seküler” bir hareket olmadığı; PKK’nin, Rojava’nın Amerikan emperyalizminin müttefiği, hatta uzantısı olduğu; devrimci hareketin PKK’nin, Kürt hareketinin uzantısına dönüştüğü iddialarını ısrarla propaganda etmektedir. İnanacak olursak onlar, Kürt ulusal demokratik devriminin “sultası”na karşı “bağımsız sosyalist kimlik”i temsil etmektedir.Kürt sultasından kurtulmadan” da memlekette “sosyalist” bir mücadele geliştirilemez vs. Gerçekte bu sözde eleştiriler, gerçeklerin tahrifine dayanmakta ve sosyal şovenizmi meşrulaştırma harekatını yansıtmaktadır. Bu analiz, ideolojik saldırı ve propaganda kaçınılmaz olarak Türk sosyal şoven milliyetçi siyasi yapıları, “Kürt, PKK, HDP sultası”na karşı mücadele adına egemen ulusun burjuva bataklığında kulaç atmalarına götürmektedir.

Ezilen, sömürge bir ulusun proletaryası ve halkının egemen ve ayrıcalıklı ulusa karşı güvensizlik duyması anlaşılırdır. Bu güvensizliği aşmak her şeyden önce egemen ulusun komünistlerine ve devrimcilerine, proletarya ve emekçilerine düşer; bu alandaki zaaflar, tutarsızlıklar, yetersizlikler, başarısızlıklar ise şovenizme ve sosyal şovenizme hizmet ettiği gibi, ezilen, sömürge uluslar somutunda da komünist ve devrimci gelişmeyi önleyerek ezilen ulusun burjuvazisine hizmet etmektedir.



Ulusal güvensizlik” sorununda III. Enternasyonal’in şu aydınlatıcı açıklamasından öğrenmek gerekir:

12 -Zayıf ve sömürge ulusların büyük emperyalist güçlerin köleleri olarak yüzyıllardır çektikleri acılar bu ulusların emekçi kitlelerine sadece savaşkanlık kazandırmakla kalmamış, ayrıca kendilerini sömüren uluslara karşı (bu ulusların proletaryası dahil) bir güvensizlik duygusu da vermiştir. Proletaryanın resmi önderlerinin 1914 ile 1919 yılları arasındaki adi ihaneti (sosyal milliyetçilerin, ‘anavatanı koruma’ bahanesiyle, ‘kendi’ burjuvazilerinin finansal açıdan kendilerine bağımlı ülkeleri köleleştirme ve yağmalama ‘hakkını’ korumaları) bu haklı güvensizlik duygusunu daha da güçlendirmiştir. Bu güvensizlik ve ulusal önyargılar ancak ileri ülkelerde emperyalizmin imha edilmesinden ve geri ülkelerde ekonomik yaşam tümüyle dönüştürüldükten sonra ortadan kaldırılabileceğine göre, bu önyargıların temizlenmesi çok yavaş ilerleyecektir. Bu demektir ki, her ülkenin sınıf bilinçli komünist proletaryası uzun dönemler boyunca köle olarak yaşamış ülke ve ulusların ulusal duygularına ---- özel dikkat ve özen göstermelidir. Komünist proletarya, aynı zamanda, bu güvensizlik ve önyargıları daha hızlı aşabilmek için ödünler vermekle yükümlüdür. Proletarya ile dünyadaki tüm ülke ve ulusların emekçi kitleleri gönüllü bir ittifakla birleşmeksizin kapitalizme karşı zafer tam anlamıyla başarılı bir sonuca ulaştırılamaz.” (Komünist Enternasyonal'in İkinci Kongre’sinde (Ağustos 1920) kabul edilen
“Ulusal Sorun ve Sömürgeler Sorunu Üzerine Tezler“, bba.)

Bu analiz, Türk ulusundan devrimcileri, ilericileri sarsmalıdır, öyle ezilen ulus milliyetçiliğine verip veriştirmekle ne sorunlar çözülebilir ne de iki ulustan halkların ve proleterlerin devrimci ve enternasyonalist mücadelesi geliştirilebilir. 1917 Büyük Ekim Devrimi ile açılan yolda, SSCB’de ulusal sorunların başarılı çözüm yolu yürünecek yolu da aydınlatmalıdır. Ama Bolşevik Parti ve Lenin, Leninizm bu çözümü devrim öncesi (çok uluslu, ezilen bağımlı ulusların yanı sıra sömürge ulusların yaşadığı çok uluslu Çarlık Rusyası döneminde) yürüttüğü doğru politika ve mücadele sayesinde, onun bir devamı olarak gerçekleştirebildi...

Kürt ulusal devriminden uzak duran, ulusal özgürlükçü yurtsever hareketten korkan, sömürgeci faşist diktatörlüğün saldırılarının hedefi olmamak için sosyal şovenizme sığınan sosyal reformist çevrelerin çizgileri zaten açıktır; fakat, “devrimci ve komünist perspektif, ilke, tutarlılık, sınıf ve enternasyonalizm ilkesi” adına ulusal demokratik devrimle arasına yanlış sınır çizgileri çeken devrimci parti ve örgütler de sosyal şovenizmin etkisi altında davranmaktadır. Bu ikinciler, gerek cephesel birliklerden, gerekse de gündelik anti-faşist mücadelede ulusal kurtuluşçu devrimle araya sınır çizgileri çekerek devrimci niteliklerinin zayıflığını ele vermektedir.

Bu akım ve çevreler, devrim ve politik özgürlük mücadelesinin en yakıcı sorunu ve kavranacak halkası olan Kürt ulusal özgürlük mücadelesinden uzak durmakla, devrimci gelişmenin yolunun açılamayacağını görememektedir. Bir yandan Kürtlerin hakları, halkların kardeşliği ve birleşik mücadelesi üzerine yazıp çizmek ama öte yandan da üstlenmeleri gereken devrimci yükümlülüklerden pratikte uzak durmak onların açmazı ve çelişkisidir. Proletarya ve halkların taleplerini üstlenmeden ve bunu yaparken şovenizmin etkisi ve yönlendirmesi altında olan işçi ve emekçilerin geriliklerine karşı (güncel mücadelenin gerekleri, talepleri ile birleştirerek, soyut değil, somut) açıktan mücadele etmeden, Türk işçi ve emekçilerini kazanmak, tutarlılıkla devrimci ve anti-faşist mücadelede seferber etmek olanaklı değildir. Kürt sorunu, Kürt ulusal özgürlük mücadelesi, her adımda, her yerde Türk işçi ve emekçilerinin karşısına çıkmaktadır. Fakat komünist ve devrimci öncülük-önderlik boşluğunda, Türk ulusundan kitleler ve işçiler egemen sınıfın ırkçı, şoven, militarist demagojisine yenik düşerek burjuva partilere, sermaye devletine yedeklenmektedir. Oysa görev, bir ulusu ezen ulusun da özgür olamayacağı, bu ulusun işçi sınıfı ve emekçilerinin daha katmerli sömürü, zulüm, siyasal gericilik ve adaletsizlik cenderesinde boğulmasının kaçınılmaz olduğunu vurucu, yaratıcı, kararlı bir tarzda anlatmaktır...

Kürdistan tarihsel haksızlığın cenderesi altında ezilmeye devam etmektedir. Kürdistan 1923 Lozan antlaşmasıyla Kürt ulusunun iradesine karşın dört parçaya bölünmüştür. Bu sınırlar, zoraki çizilmiş sınırlardır. Bu sınırlar gayrimeşrudur. Sınırlar Kürdistan’ı bölüp parçalayan emperyalist devletler (ve işbirlikçileri) tarafından çizilmiştir. Bu zoraki birliği, suni olarak çizilmiş sınırları yıkmak, ulusal direnme ve ayaklanma hakkı başta olmak üzere tüm ulusal haklarının talebiyle birlikte tarihin çöp tenekesine atmak Kürt ulusu ve halkının hakkı ve görevidir; bu haklara karşı savaşmak, dolaylı bile olsa destek vermek milliyetçi gericiliktir; egemen ve ayrıcalıklı ulusun proletaryası ve emekçilerini de egemen ulusun burjuvazisinin daha katmerli boyunduruğa mahkum etmektir.

Bu sınırları yıkmak, Ortadoğu’da bağımsız birleşik Kürdistan’ı (ulusal devlet hakkı) kurmak Kürt ulusunun meşru, doğal hakkıdır. Öteden beri Kürt ulusal direnişinin doğal eğilimi kendi ulusal devletini kurmak, dilini ve kültürünü özgürce geliştirmek yönündedir. Öteden beri, ulusal öfkeden ulusal direnişe, ulusal direnişten ulusal ayaklanmaya doğru gelişen ya da sıçrayan Kürt tarihsel direnişi meşrudur, haklıdır ve her parçadaki bu mücadele proletarya ve halklar tarafından desteklenmeli, daha da ötesi halkların ortak savaşımıyla birlikte her cephede bu haklı mücadele geliştirilmelidir.

Kürdistan’ın en büyük, en gelişmiş parçası olan Kuzey Kürdistan başta olmak üzere, Türk proletaryası ve emekçileri, Kürtlerin haklarını ve taleplerini kararlıca savunmalı; iç, bölgesel ve uluslararası alanda sömürgeciliğe, faşizm ve gericiliğe, şovenizme, ezen ve ayrıcalıklı ulusun ayrıcalıklarına ve ulusal zulmüne, emperyalist boyunduruğa karşı tam bir kararlılıkla mücadele etmeli ve enternasyonal duruşun gereklerini yerine getirmelidir. Bu ilk tutarlı adım olmaksızın Kürt halkının Türk ulusuna ve işçi, emekçilerine karşı haklı olarak duyduğu ulusal güvensizlik ve tepkisinin azaltılması, giderek ortak savaşımın etrafında bir araya gelmesi de olanaklı olmayacaktır.

Her ulus için geçerli olduğu gibi Kürt ulusu da kendi kaderini kendi tayin etme hakkına sahiptir ve bunu hangi biçimde yapmak isterse öyle yapma hakkı da tartışılamazdır...

Bu program burjuva demokratik bir programdır; bu programı savunmak ve mücadelesini vermek her tutarlı demokratın görevidir...

Türkiye ve Kürdistan’ın (Ortadoğu halklarının) temel tarihsel ve güncel politik sorunu siyasal özgürlükleri kazanmaktır ve bu mücadele, Kürtler bakımından ulusal özgürlüğü kazanma mücadelesi olarak karşımıza çıkmaktadır... Unutmayalım, Türkiye’de siyasal gericiliğin bu denli katmerli olmasının temel ve özel bir nedeni de Kürtlerin inkarı ve ulusal zulüm politikasıdır. Burada, inkar ve imha politikası iç içedir ve bu politika topyekün savaş biçiminde sürmektedir. Bu olgu ve savaş Türk işçi ve emekçilerinin ırkçılıkla, şovenizmle, militarizmle zehirletilerek ekonomik, siyasal, toplumsal haklarının bilincine varmasını ve mücadeleyi geliştirmesini önlemekte, boyunlarındaki boyunduruğu her cephede ağırlaştırıp katmerleştirmektedir. Bunu görmemek ve gereklerini yerine getirmemek sosyal şoven körlüktür.

Yukarıda dillendirdiğimiz perspektif ve duruşa doğrudan ya da dolaylı karşı çıkan değil “sosyalist” olmak, tutarlı bir demokrat bile olamaz. Bizim “tatlı su sosyalistleri” tutarlı bir demokrat bile olamıyorlar.

Sosyalist Güç Birliği” başta olmak üzere Türk sosyal şovenleri HDP’yi “Kürt partisi” ve PKK’nin “Türk solu” üzerindeki “sultası” olarak değerlendirirken, “ilkel Kürt milliyetçileri”nin HDP’yi “Türk solu partisi”, PKK’yi Türkleşen parti, “Türk solu”nun sultasının uzantısı olmakla suçlaması, ters uçtan her iki akımın kendi özgün konumundan birbirini bütünleyen, ortaklaşan burjuva milliyetçi duruşlarını çarpıcı bir tarzda göstermektedir. Her iki akım da ideolojik olarak, “bağımsız siyaset yapma” adına kendi burjuvazilerine bağımlı, burjuvazinin “sol”, “ortacı”, “sağ” versiyonlarıdır.

HDP’yi “sol, seküler, aydınlanmacı” bir parti görmeyen sosyal şovenler, yüzsüzce “Marksist”, “komünist”, “sosyalist” olma iddiasında bulunmaktadır. Emperyalizme bağımlı kapitalist Türkiye cumhuriyetini reforme etme program ve hedefinin ötesinde bir savunusu olmayan; sosyal reform talepleri için bile tutarlı mücadele veremeyen sosyal şoven cephe, egemen ve ayrıcalıklı ulus olan Türk ulusunun üstünlüğünü (en fazlasından yumuşatılarak, Kürtlere dil hakkı, kültürel haklar gibi kısmi haklar tanınması çerçevesinde) korumaktan yana çıkarken, gerçekte ulusal zulüm politikasına da soldan yedeklenmektedir. Bu politika, “bağımsız bir sosyalist çizgiyi koruma”, “gerçek sol politika” demagojisi ve manipülasyonu ile Türk burjuvazisinin sınıfsal çıkarlarını dile getirmektedir. Ezilen ulusun devrimci-demokratik eylem çizgisini “cumhuriyet ve laiklik karşıtı”, “proemperyalist” çizgi olarak lanse eden, politik ayrım çizgisini “cumhuriyetin savunulması ile cumhuriyet düşmanları arasındaki ayrım” olarak gösteren sosyal reformist güçler, sahte bir propaganda ve ajitasyona sığınmaktadır.Cumhuriyet ve laiklik karşıtı”, “proemperyalist” çizgiyi temsil ettiği iddiasına dayanarak HDP’nin mecliste” sol bir çizgi izlemeyeceğinin altını çizmeleri sosyal şoven siyasal çevrelerin ana derdinin, ısrarla Kürt ulusal devrimine, Kürt ulusunun başta ayrı devlet kurma hakkı olmak üzere zoraki birliğe karşı savaşma hakkına ve halkların birleşik mücadele çizgisine karşı olmak olduğunu göstermektedir. CHP’yi “sol”, “sol ittifak partisi” ilan eden politik sefalet, iş PKK’ye, HDP’ye gelince, keza Kürt ulusal direnişi ve devrimini destekleyen, omuz omuza savaşan devrimci ve komünist sola gelince düşmanca davranmaktan çekinmemektedir. Hem Türk burjuvazisinin çıkarlarını savunarak, ona yedeklenerek “Marksist sol”, “gerçek sol”, “demokrat sol” geçineceksin hem de Türklük-Kürtlük ekseninde kimlik politikası yaparak (ama gerici bir kimlik politikası) “bağımsız sosyalist sol çizgi” iddiasında bulunacaksın; bu olgular sosyal şovenizmin ideolojik-siyasi, ahlaki sefaletinin berbat yansısıdır.

Egemen sınıflar, faşist diktatörlük öteden beri, HDP’ye PKK ile (Kürt ulusal demokratik devrimi) ile arana sınır çek, işbirlikçi bir parti ol, olacaksan bari devletin Kürdü ol diye olmadık baskı ve saldırıları pratikleştirmektedir. Sosyal şoven politik çizginin sözcüsü siyasi partiler de , “sosyalistlik”, “Marksistlik”, “sol”culuk maskesi altında bu politikayı desteklemekte ve dayatmaktadır. Onların anti-faşist kuvvetlerin en geniş birliğine dayanacak bir birleşik cephenin inşasına ve geliştirilmesine karşı çıkmaları, bu tip güç ve eylem birliklerinden, cephesel oluşumlardan özenle uzak durmalarının esas nedeni de budur.

Adı bile aklınıza geldiği zaman korkuyla ürperdiğiniz, adını bile duymak bile istemediğiniz ulusal demokratik devrimin önderi Öcalan ve PKK’yi bir yana koyalım, HDP, tüm zaaflarına karşın, anti-faşist, demokratik, halkçı bir mücadele yürüttüğü ve halkların kardeşliği, halkların birleşik mücadelesi için savaştığı halde, onu “sol parti”, anti-faşist bir parti görmemenin anlamı nedir? “Sosyalizm” adına HDP’yi pro-emperyalist” ilan etmek kime yarıyor? Şu dinci faşist propagandanın “dış güçler”, “dış güçlerin uzantısı bölücü partiler” vs. vb. propagandasına “sosyalizm” adına yedeklenmek rastlantısal mı?...

Kürt ulusal devriminin, keza HDP’nin çizgisinin Kemalist anti-demokratik milliyetçi laisizminden farklı olarak demokratik, bilimsel, halkçı, inanç ve vicdan özgürlüğünü savunan bir laisizm mücadelesi ve savunusu olduğunu inkar etmek hangi politik duruşun ifadesidir acaba?

HDP’nin ulusların ve dillerin eşitliği, “demokratik anayasal eşitlik” mücadelesini, ekolojik, cins özgürlükçü demokratik mücadelesini yok sayarak nasıl “gerçek solcu”, “sosyalist”, “Marksist” olunabilir ki???

Sorular çoğaltılabilir ama gerekmez, açık ve kesin olan şudur: Sosyal şovenlerimizin amacı üzüm yemek değil bağcı dövmektir, hem de en berbatından.

Kuzey Kürdistan’da PKK öncülüğünde patlak vererek gelişen ulusal devrimi, devrimimizin, anti-emperyalist, anti-faşist demokratik halk devrimimizin patlak vererek gelişen öncü gerçeği; keza Rojava devrimini ulusal kurtuluşçu devrim olarak görmeyen bir politikanın sosyal şoven bir politika olduğu yadsınamaz.

Türk egemen sınıflarının ve dinci faşist diktatörlüğünün Türkiye’de ve bölgesel çapta Kürt ulusal direnişini tasfiye etmek hedefiyle savaştığını inkar edebilir miyiz?!!!

İslamcı faşist diktatörlüğün Kürt ulusal devrimine karşı topyekün savaşı başta Amerikan emperyalizmi, AB emperyalizmi, NATO emperyalizmi olmak üzere emperyalist devletlerin, Fars, Arap burjuva devletlerinin ekonomik, siyasi, askeri, istihbari güçlü desteğiyle yürütüldüğünü nasıl inkar edebiliriz?!!!

Türk burjuva ordusu NATO’nun ikinci büyük ordusu değil mi? Bu orduya karşı on yıllardır kahramanca savaşan, (“Marksist”, “sosyalist”, “tutarlı anti-emperyalist” olduğunuzu iddia eden) sizler misiniz yoksa Kürt gerilla hareketi ve Kürt halkı mı?

Tüm emperyalist devletler ve “Büyük Ortadoğu” devletleri devrimci bir merkez olarak PKK ve Kürt ulusal demokratik devriminin devrimci ateşini söndürmek, boğmak, tasfiye etmek, kendi hesaplarına tabi kılmak için uğraştıkları doğru değil mi? PKK’nin, Kürt ulusal devriminin hala bu politikaya karşı direndiği açık değil mi?

Kürt ulusal devriminin bu tarihsel ve güncel gerçeğine, gerçeklerine rağmen kalkıp PKK’yi, HDP’yi “pro-emperyalist” olarak lanse etmek iki yüzlülük değil de nedir?

O beğenmediğiniz, yalnız bıraktığınız, teşhir ettiğiniz, emperyalizm yandaşı ve uzantısı ilan ettiğiniz ama herhangi bir emperyalist devletin güdümünde ya da işbirlikçisi olmayan yurtsever Kürt hareketi, neredeyse tek başına dünya çapında emperyalist saldırgan bir askeri saldırı gücü olan NATO’nun ikinci büyük ordusunu karşı on yıllardır savaşıyor; bu çarpıcı, güçlü, emperyalizme darbeler indiren anti-emperyalizm değilse nedir?! Sosyal şoven kalıplarınıza uymuyor diye, bu gerçeği inkar etmeniz yalnızca emperyalizme, Türk burjuvazisine hizmet eder ve etmektedir.

Tarihte emperyalist devletler ve gerici devletler arasındaki çelişki ve çatışmalara oynamadan hangi devrim (bu “tatlı su sosyalistleri”mizin iyi bildiği 1917 Ekim devrimi de dahil) zafere erişmiş acaba?!

Örneğin liderliğinivatan haini”, terörist elebaşı” ilan edilen Mandela’nın (ANC) yaptığı (Mandela 2008 yılında ABD’nin “terör listesi”nden çıkarıldı) siyahi halkın Güney Afrika devletinin ırkçı, sömürgeci (Apartheid rejimi) diktatörlüğüne karşı mücadelesini desteklemediniz mi? Haklı olarak desteklediniz. Peki PKK ve HDP hakkında iddia ettiğiniz “pro-emperyalist”, “sol” olmamak vs. vb. gibi iddialarınız o hareket ve büyük mücadele için neden geçerli değildi? Biliyoruz ki çeşitli nedenlerle emperyalist devletlerin bir kısmı, daha sonra daha geniş kesimleri Mandela hareketine destek verdi vb.

İş dünyanın değişik kıta ve ülkelerinde ulusal demokratik, devrimci-demokratik mücadelelere gelince “enternasyonalist” kesilirken, sıra Türkiye’ye ve Kürdistan’a gelince (yalnız susup kalma değil), dahası en katmerli demagoji ve manipülasyona dayanan sosyal şoven ideolojik-siyasi saldırılara yönelebiliyorsunuz.

Bu rastlantısal mı? Elbette ki değil, sorunun özü ve özeti, sosyal şovenlerimizin teori ve pratikleri ile kendi egemen sınıfının, burjuvazisinin ayrıcalıklardan yana tavır almasıdır. Eh nasılsa uzaktakilere övgü, destek açıklamalarının kendilerine bir faturası yok ve kendi ulusunun burjuvasının egemenliğine ve ayrıcalıklarına karşı bir tehdit de oluşturmuyor ama iş Kürtlere gelince politika ve duruş tam bir ters dönüşle...

Yurtsever Kürt hareketinin “anti-emperyalizm” alanındaki çelişkileri, içerisine düştüğü kuşatma ve saldırıların baskısı altında bazı tutarsızlıkları eleştirilebilir ama kalkıp PKK ve Kürt ulusal demokratik devrimini “pro-emperyalist” “emperyalizm işbirlikçisi” göstermek nesnel hakikata ters düştüğü gibi, gerek Türk burjuva gericiliğine gerekse de Ortadoğu cangılında bölgesel gericiliğe hizmet etmektedir.

Marksist-Leninist bir hareket olmayan PKK’nin, işçi sınıfının önderlik etmediği bir devrim olan Kürt ulusal devriminden Marksist-Leninist teoriye bağlı bir anti-kapitalizm, anti-emperyalizm beklemek saçmalıktır. PKK eleştirilecekse, kendi özgün ulusal gerçeğiyle bağlı olan teori ve pratiğinin nesnel ve denetlenebilir verileri temelinde eleştirilmelidir; kendi özgü tarihsel koşullarının ürünü olan bir hareketi ve devrimi, kendi kalıplarımıza uymuyor diye görmezden gelmekte, horlamakta, uzak durmakta geçtik devrimcilik, tutarlı bir demokratlığı bile görmemekteyiz.

Devam edecek olursak.

Eleştirdiğimiz siyasal çevreler, Kürt ulusal devriminin gelişmesinin Türk siyasal gericiliğini de zayıflattığını, bunun Türk işçi ve emekçilerinin siyasal özgürlük savaşını güçlendireceğini anlayamamaktadır. Bu sıçrama ve mücadeleyi ve gelişmeyi siyasal özgürlük mücadelesini geliştirmenin devrimci bir tarihsel fırsat olarak görmek ve şovenizm ve sosyal şovenizme karşı savaşmak yerine bu politikadan özenle kaçınmaktadırlar. Bu, onların Türk burjuvazisine reformist çizgide ideolojik olarak bağımlı olduklarınıstermektedir.

Soyut, tutarlılıktan uzak, doktriner bir “anti-emperyalizm” karşıtlığı tıpkı, soyut bir şeriat karşıtlığı ve laiklik savunusu gibi, anlamlı devrimci bir sonuç üretmemektedir.

Sosyal şovenlerimiz gözlerini kapatsa da, Kürt ulusal demokratik devrimi ve bu devrimin bir parçası olan ulusal demokratik Rojava devrimi, Ortadoğu çapında halklara mücadele, demokrasi, barış, kardeşlik çağrısıdır ve bu politik ve toplumsal çağrının etkili bir tarzda ortaya çıkmasının son örneği de İran’da, İran Kürdistanı’nda patlak vererek tüm İran’a yayılan, İran halklarının kadınlar öncülüğündeki ayaklanmasıdır. Unutmayalım, İran şeriatçı bir diktatörlük altında inin inim inlemektedir. “Jin Jiyan Azadi” sloganını (tıpkı Rojava devrimi gerçeğinde olduğu gibi) dünyaya mal eden İran’daki tarihsel-politik deneyim bile sosyal şovenlerimizi sarsmaya yetmemiştir...

Bu çizgi, Batıda ikinci bir devrimci cephe açarak birleşik cephe hattında savaşı geliştirmenin Türk ulusundan devrimci ve komünistlerin görevi olduğunu ret ve inkar eden çizgidir aynı zamanda. Bunu da geçtik; sosyal şoven cephe, PKK’nin “Türkiyelileşme”, “Kürtlere özgürlük, Batıda demokratikleşme”, “anayasal demokratik çözüm”, “barışçıl demokratik çözüm”, “demokratik cumhuriyet” hedefi açık ve net ortada olmasına karşın ve üstelik kendilerinin tutarsız da olsa mücadelesini verdikleri burjuva demokrasisi çizgisinde gelişmelerini de kolaylaştıran talepler ve hedefler olmasına rağmen Kürt ulusal devrimine, HDP’ye karşı gerici bir tutum takınmaktadırlar. Yani egemen ulusun burjuvazisinin ayrıcalıkları, şovenizmi bu cenahı öyle berbat bir şekilde zehirlemiş ki, bu gerçekleri bile görememektedir. Türk burjuvazisinin tarihsel Kürt korkusu söz konusu Kemalist küçük burjuva Türk sosyal şovenistlerinin de korkusudur...

Kürt ulusal devriminin seküler, demokratik laiklik yolunu açarak ilerlediği açıktır. Gerek Ortadoğu’da gerekse de Türkiye’de politik İslama ve İslamcı faşist Erdoğancı rejime en güçlü darbeler bilakis PKK ve ulusal devrim tarafından indirildiğini bütün dünya bilmektedir. Keza Kemalist anti-demokratik milliyetçi laiklik politikasını da boşa düşürerek devrimci kuvvetlere alan açan, Türkiye’de demokratik, halkçı, bilimsel laisizm mücadelesinin önünü açan ve bu mücadeleyi kolaylaştıran Kürt ulusal demokratik devrimidir. Yarı-feodal kalıntıları, aşiret ilişkilerini, gerici cemaat ve tarikatları çözen ve Kürdistan’da mücadelenin önünde engel olmaktan büyük bir oranda çıkaran, kadınların her cephede mücadelede öne çıkararak savaşın ön hatlarında konumlanmasını sağlayan ulusal devrimci demokratik savaş çizgisinin sekülerleşme, demokratik laisizm, Kürt demokratik aydınlanması alanında devasa kazanımlar yarattığını inkar etmek politik körlüktür. Aslında bu aydınlanma, aynı zamanda “Türk aydınlanması”nı boğan, tutarlı bir demokratik çizgiden uzaklaştıran ırkçılıkla, militarizmle, soykırımlarla, şoven milliyetçilikle zehirlenen, diyelim ki “yarım aydınlanma”sının da önünü açan bir aydınlanmadır. Bu mücadele ve kazanımların Batıda da diğer şeylerin yanı sıra, demokratik kadın hareketini nasıl geliştirdiğini yadsıyan; bu devrimci gelişmeyi güçlü bir imkan olarak görüp Batıda da politik özgürlük mücadelesini geliştirmenin manivelası haline getirmeyi ret ve inkar eden politik çizgilerin “devrimcilik”, “sosyalistlik”, “Marksistlik”, “komünistlik” iddiası da boştur...

Sosyal şoven akımlar açık ve kesin olarak, Türk burjuvazisinin yedek lastiği, emniyet sibobudur. Devrimci gelişmeye karşı reformcu bir barikat, devrimci ve sosyalist mücadeleye yönelen ve yönelebilecek işçi ve emekçileri sistem içine çekerek devrimci siyasal özgürlük kavgasının devrimci-demokratik ve Marksist-Leninist çizgide devrimci gelişimini boğma çizgisidir. Bu sosyal-demokratik çizginin “bağımsız sosyalist çizgi” olmak bir yana, Türk burjuva şovenizminin ve gerici milliyetçiliğinin, Kemalizmin hizmetinde bir çizgi olduğu açıkça kavranmalı ve geniş kitlelere de anlatılmalıdır.

PKK hareketinin anti-emperyalizm de içinde olmak üzere temel siyasal çizgisi ve hedefleri bakımından eleştirilmesi gereken hata ve zaaflarının olduğu bir gerçektir ama bu eleştiriler, ideolojik mücadelenin kapsamındadır ve Kürt ulusal devrimi ile her cephede siyasal olarak ortak, birleşik savaşmamızın engeli değildir ve olamaz...

Sosyal şovenlerin amacı bağcı dövmektir; ulusal demokratik halkçı hareketin zaaflarını kullanarak sola yönelen anti-faşist Türk ulusundan emekçileri, geçtik devrimciliği, tutarlı bir demokratik savaşımdan bile uzak tutmaya, uzaklaştırmaya endeksli sosyal şoven bir çizgidir; objektif gerçek budur.

PKK’nin önderliğinde gelişen ve etkisini bölgesel çapta ortaya koyan Kürt ulusal demokratik devriminin sayesinde dinci faşist diktatörlüğün taktik olarak göstermek zorunda kaldığı müsahama sayesinde rahat rahat “marksist”, “komünist”, “gerçek sol” politika yapan, kendilerine pek dokunulmayan sosyal şoven, sosyal reformist parti ve örgütler gerçeği deşifre edilmelidir. Marksizm-Leninizm’le, gerçek devrimci sol politika ile hiçbir ilişkisi olmayan bu pasifist-reformist kuvvetler, hem sınıfsal, politik misyonları gereği hem de Kürt ulusal demokratik mücadelesi ve devrimini desteklemenin kendileri bakımından ne gibi sonuçlar yaratacağını iyi bilmelerinin sonucudur ki, korku imparatorluğuna boyun eğerek, oraya sığınarak “bağımsız sosyalist militan siyasi mücadele” yürütmektedirler.


II


En geri siyasi duruşu ile “ilkel Kürt milliyetçiliği”nin “eleştiri”lerine gelince.

Kürt milliyetçisi siyasal çevreler, fırsattan istifade seçim sonuçlarını da PKK’yi, HDP’yi “eleştirme”nin ve “Türk solu”na saldırmanın aracına çevirdiler.

İlk olarak şunu belirtmek gerekir; “ilkel Kürt milliyetçiliği” tanımı içerisine giren siyasi parti ve çevreler, Kürt ulusal devriminin gölgesinde palazlanmaya çalışan, PKK önderliğindeki ulusal demokratik devrimin kazanımlarını ucuza pazarlayarak işin rantına oynayan kesimlerden oluşmaktadır. Objektif gerçek budur. Bunlar Kürt burjuvazisinin ve geri, muhafazakar küçük burjuvazisinin temsilciliğini yapmaktadırlar. Öteden beri bu kesimler, PKK’nin devrimci-demokratik çizgisine ve oynadığı tarihsel politik role karşıdırlar. Bunların, on binlerce şehit veren, oldukça yüksek bedeller ödeyen Kürt ulusal devriminde ve devrimin gelişiminde ciddiye alınabilecek bir rolleri olmadı. Dahası bu cenah PKK ile arasına kalın sınır çizgisi çekmeye özen gösteren pasifist, reformist kesimlerden oluşmaktadır. Bu kategorinin içinde ilerici yurtsever kesimler de var, KDP çizgisinin uzantısı olan gerici kesimler de...

Sömürgeci faşist diktatörlük tıpkı Türk sosyal şoven siyasi çevrelere (her bakımdan hesaplı bir politika ile) müsahama gösterdiği gibi, bu kesimlere de daha hesaplı özel bir müsamaha göstermekte, PKK karşısında gelişip güçlenmelerini istemektedir. Çünkü bunların rolünün devrim söndürücülük olduğunu; güçlendikleri koşullarda bu rollerini daha güçlü oynayacaklarının bilincindedir. Bu politika hattında kendini var eden “ilkel Kürt milliyetçili”ğinin bir işlevi de, Kürdistan’da bağımsız komünist işçi hareketinin gelişmesini önlemektir. Keza, yanı sıra, iki ulustan halkların birlik ve mücadelesini engellemek bunların misyonları içerisindedir. PKK ve HDP’yi Türkleşmekle, Türk partisi ilan etmekle, Kürt yurtseverliğini unutmakla itham etmesi saptamalarımızı doğrulamaktadır.

Bu eğilimi temsil edenler, ulusal devrimci çizgiye karşıdırlar. Barzani’yi ve çizgisini savunanların yanında, Barzani ailesinin tepesinde durduğu Kürt işbirlikçi oligarşisinin ulusal ihanet çizgisine karşı yurtsever hareketin geliştirdiği mücadeleyi de “yanlış” bularak “Kürt” olduğu iddiası ile uzlaşıcı, ortacı, Barzigiller kliğine yedeklenen bir çizgi izlemektedirler. Oysa tarihsel deneyimlerle sabittir, her ulusal mücadele ve devrim, ulusal hainlerle ulusal devrimi ayrıştırır, karşı karşıya konumlandırır ve bu olgu, kaçınılmaz olarak ulusalcı işbirlikçiler ve ulusal hainlerle ilerici, devrimci ulusal mücadele veren kuvvetler arasında keskin bir mücadeleye yol açar... Bu olgu, Kürdistan’ın ulusal kurtuluşçu tarihsel ve güncel gerçeğidir de...

Bunların ulusal devrime katılarak devrimin aktif bir bileşeni olarak hareket etmek gibi bir sorunları yoktur. En radikal söylemlerle ulusal devlet kurma talebi de içinde olmak üzere Kürt taleplerini dile getirmeleri, ne onların ulusal devrimci olduklarını gösterir ne de sömürgeci faşist diktatörlüğe karşı gerçek bir ulusal savaşım yürüttüklerini kanıtlar; aksine faşizm ve sermaye, hiç olmazsa PKK hareketi ve Kürt ulusal devrimi ezilinceye dek (“ez ve çöz”) bu ilkel milliyetçi kimi gerici kimi de pasifist ilerici Kürt partilerine hoş görü göstermeye devam edecektir. Yani onlar, Türk sosyal şovenleri gibi PKK’nin varlığı ve devrimci mücadelesi sayesinde sömürgeci faşizmin imha saldırısının hedefi olmamaktadır. Söz konusu politik kesimlerin bu gerçeğin farkında olmadığını düşünmek aptallık olur...

Bu eğilimin politik temsilcilerinin “Türkiyelileşme”yi PKK’nin, HDP’nin “Türkleşmesi” olarak lanse etmesi; HDP’nin Kürt değil, “Türk solu”nu temsil ettiği, “Türk solu”nun HDP’yi yönettiği, “Kürt ulusal yurtseverliğinden vazgeçildiği”, gerçek Kürt yurtseverliğinin kendileri tarafından temsil edildiği türünden demagojik ve manipülatif propaganda ve ajitasyonu, bu kesimlerin sınıfsal ve politik karakterine çarpıcı şekilde ışık tutmaktadır. Bu kesimler, bir yandan Kürt ulusundan işçi ve emekçilerin egemen ulusun işçi ve emekçilerine, devrimcilerine karşı duyduğu haklı tepkiyi ve ulusal ön yargıları sömürerek kışkırtırken öte yandan da uzun yıllara yayılmış, bir yandan gelişirken, öte yandan da ciddi yorgunluk belirtileri gösteren, her cephede ağır bir kuşatma ve saldırı altında yolunu açmakta oldukça zorlanan Kürt ulusal hareketinin ve Kürt halkının gerçeklerini fütursuzca kullanmaktadır.

Bu çelişki ve çatışmalar kaçınılmazdır, kaçınılmazdır çünkü ulus, homojen bir birliği değil, değişik sınıf tabakaları içeren ve kapsayan tarihsel-toplumsal bir olgudur. Ulus içinde sömüren ve sömürülen, ezen ve ezilen sınıf ve tabakalar arasında sınıf mücadelesi kaçınılmazdır... Bu mücadelenin “ulusal örtü” altına gizlenmiş olması da doğaldır; somut gerçekler bunu göstermektedir...

Ayrıca “Türk solu” kavramlaştırması ve propagandası, Kemalist diktatörlüğü, CHP’yi, D. Perinçek gibi sosyal faşistleri, gerici “sol liberaller”i de “Türk solu” içerisine sokuşturarak devrimci ve komünist hareketi de vurmaktadır... Bu propaganda, halkların birleşik demokratik mücadelesine karşı geliştirilen gerici propagandadır.

Bilinçli ya da bilinçsiz, bunların amacı üzüm yemek değil, bağcı dövmektir. Bu eğilimin etkilerinin şu veya bu şekilde devrimci Kürt yurtsever çevrelerde ve tabanda yankı bulmadığını düşünmek safça olur. Bu güvensizliğin ve tepkinin tarihsel bir temeli var ve kural olarak ezilen uluslarda görülen egemen ulusa ve emekçilerine karşı duyulan haklı güvensizlik ve öfke Kürt gerçeğinin tarihsel ve politik gelişme sürecinin de gerçekleridir. Bu olgu, yurtsever hareketin, uzak geçmişinde (sonra aştığı) “Türk solu”nun en ağır biçimlerde itham etmesi ve kınaması gerçeğinde de dile gelmişti.

Bu öfke ve güvensizlik, Türkiye devrimci ve komünist hareketinin güçsüzlüğüne, proletarya ve emekçilerin mücadelesini geliştirmedeki tarihsel ve güncel başarısızlığına, ulusal beklentilerinin karşılık bulmamasına karşı tepki ile birleşmektedir. “Türk solu tırşıkçıdır” söylemi (ki yurtsever hareketin tüm birleştirici merkezi açıklamalarına karşın, bu propagandanın ince ya da kaba biçimlerde yapıldığı biliniyor) sözünü ettiğimiz ulusal eğilimin ifade biçimlerinden birisidir. İlkel Kürt milliyetçi çevrelerinin, PKK’yi, HDP’yi “tırşıkçı Türk solu”nun güdümüne girmekle, Kürtlük davasından vazgeçmekle “eleştirme”si de, “ilginç” bir durumdur...

Aslında Şefik Hüsnü TKP’sinden başlayarak gelen, 1956 dönemeci ile modern revizyonist bir partiye dönüşen TKP’nin ve bu geleneğe yaslanan ilerici Türk sol hareketinin sosyal şoven uzun tarihi; keza devrimci-demokratik karakterine karşın Kürt ulusal sorunun çözümü ve özellikle de Kürt ulusal mücadelesi ve devrimi karşısındaki konumu itibari ile bir dönemin önemli politik güçlerinden birisini oluşturan DHKP-C gibi (vb. gibi siyasi çevrelerin) ilkel milliyetçi Türk küçük burjuvazisinin sosyal şoven çizgisi ve duruşu; ve bu yazı çerçevesinde girmediğimiz bir dizi faktörün baskısı ve yarattığı tahribatların ezilen ulus milliyetçiliğinin, bir yerden sonra şirazesinden çıkmış “öfkeli saldırganlığa” yönelmesindeki önemli rolünü görmezden gelemeyiz. Keza bugün zayıflamış olmakla birlikte, Türkiye devrimci hareketinin geniş kesimlerinin Kürt ulusal devriminin rolünü, özgün gelişme çizgisini kavramamasından kaynaklanan ciddi sosyal şoven etkiler altında olmasının da buradaki rolünü es geçemeyiz...

Türk solu” genellemesi, kavramı ve propagandası, devrimci hareketi Kürt işçi sınıfı ve emekçileri nezdinde itibarsızlaştırma içeriğine sahiptir. Tüm zaaflarına karşın, sömürgeci faşist diktatörlüğe karşı uzlaşmaz mücadele veren, Kürt ulusunun inkar ve imhasına karşı mücadele yürüten devrimci hareketin gerçeğini yok sayan bu propagandaya ve ideolojik saldırıya karşı güçlü durmak gerekir... Bu propaganda ve ajitasyon, ideolojik saldırganlık, halkların kardeşliği ve birleşik mücadelesi politikasına karşı olduğu gibi tersinden dönüp sosyal şoven Türk siyasi çevrelerinin elini de güçlendirmektedir. Tıpkı Türk sosyal şoven politik çevrelerin duruş ve yönelimleri ile ilkel Kürt milliyetçiliğine hizmet etmesi örneğinde olduğu gibi.

Türk solu”nun PKK’yi ve HDP’yi yönettiği iddiası düpedüz yalandır, ezilen ulus milliyetçiliğinin en geri ve gerici kesimlerinin demagoji ve manipülasyonundan ibarettir. HDP’de de belirleyici güç Kürt ulusal devriminin öncü gücü olan Kürt yurtsever hareketidir... HDP başlıca dinamizmini Kürt ulusal devriminden, onun kudretinden almaktadır. Buna karşın HDP dar anlamda bir Kürt partisi olarak değerlendirilemez; HDP halkların birleşik cephesini oluşturan politik bir harekettir. Bu Kürdistan devriminin de ihtiyacıdır. HDP’nin Batıdaki sac ayağının zayıf olması, seçim barajlarının aşılması; Türkiye’nin Batısında, Ege, iç Anadolu, Karadeniz, Trakya gibi bölgelerinden ciddi oy alabilmesi gibi gerçeklerden HDP’nin halkların birliği ve birleşik cephesi karakteri taşıdığını ve bu karakterin gelişip güçlendirilmesinin büyük önemini göstermektedir. Unutmayalım, HDK, HDP, EÖİ gibi oluşum, girişim ve ortaklıklar dün olduğu gibi bugün de esas olarak birleşik mücadeleyi geliştiren oluşum ve yönelişlerdir.

Batıda HDP’nin, aktivistlerinin, taraftarlarının içerisinde olmadığı, HDP’nin desteklemediği, dayanışma içerisinde olmadığı hemen hemen hiçbir eylemden bahsedilemez. HDP, tüm yetersizliklerine karşın, Türk işçi ve emekçilerinin güncel taleplerinin de mücadelesini vermektedir. Kürt ulusunun ulusal demokratik taleplerinin Türk işçi ve emekçilerinin güncel talepleriyle birleştirilerek ele alınması HDP’nin güçlü (ama geliştirilmesi gereken) niteliğidir. İşçi ve emekçi olarak Kürt halkının da Türk halkının da sorunları ortaktır: Kapitalist sömürü, siyasal özgürlük yoksunluğu, faşist politik baskı, toplumsal adaletsizlik vb. vb. Kürt sorunu aynı zamanda bir Türk sorunudur; bu sorun çözülmeden Türk halkı da özgürleşemez...

Kürt sorunun “barışçıl demokratik çözümü” ile Türk halkının yakıcı talepleri iç içedir, iç içe geçmiştir. “Kürtlerin talepleri ayrı, işçi sınıfı ve emekçilerin talepleri ayrı” vbg. tutum ve politikalar, gerçekte işçi sınıfının, Türk halkının da öz çıkarlarına aykırı ve sosyal şoven propagandanın ta kendisidir. Türk burjuva devletinin, dinci faşist diktatörlüğün topyekün savaşı özelde Kürt devrimini hedeflemesine karşın, açık ve kesin olarak Türk işçi sınıfının ve halkının da bütün ekonomik, siyasi, sosyal talep ve mücadelelerine de yönelip ezmektedir. Batıda izlenen gerici-faşist iç savaş taktikleri ile Türkiye ve Ortadoğu çapında Kürt ulusal demokratik devrimine karşı yürütülen topyekün sömürgeci savaş, aynı politikanın iki yüzüdür. Haklarını talep eden ve mücadele eden işçilere, emekçilere küstahça “siz bir kurşunun kaç para ne olduğunu biliyor musunuz?” diyen dinci faşist Erdoğan’ın bu veciz sözü, sayısız makalelenin yaptığı açıklamadan daha öğreticidir...

Ulusal harekete dönük yaptığımız ilkesel ve güncel eleştiriler, Kürt ulusal devrimi ile her cephede siyasal mücadelede omuz omuza savaşmanın engeli olarak görülemez... Gerek Türk sosyal şoven çevrelerinin gerekse de “ilkel Kürt milliyetçiliğinin” Kürt yurtsever hareketine ve Türkiye devrimci hareketine dönük duruşları, propaganda ve ideolojik saldırılarının nesnel olarak ortaklaşması, her iki cephede savaşan devrimci kuvvetleri güçten düşürme, tasfiye etme çizgisinde ortaklaşması herkes bakımından özel olarak uyarıcı olması gerekir.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder