21 Eylül 2023 Perşembe

İBRAHİM OKÇUOĞLU’NUN ARDINDAN...

 

İBRAHİM OKÇUOĞLU’NUN ARDINDAN...


Uzun bir devrimci yaşamın ardından İbrahim Okçuoğlu, 24 Ağustos günü hayatını kaybetti. Okçuoğlu daha üretecek çok şeyleri olan bir komünistti. Ne yazık ki, kanser denen illet onu aramızdan erken aldı. Onun Marksist-Leninist ideallerine bağlı sade bir yaşamı vardı. Okçuoğlu son nefesine kadar davasına, kavgasına, Marksist-Leninist ideallerine bağlı kalarak yaşama veda etti.


Okçuoğlu, Marksizm-Leninizm’e sadık komünist bir militandı. Marksizm-Leninizm’e reddiye yazıldığı bir tarihsel dönemde Marksizm-Leninizm’e sadık kalan ve tutarlılıkla savunan sayıları az olan komünistlerden birisiydi. O, esen rüzgara göre yön çizen, durumun teorisini yapanlardan biri olmadı.

Okçuoğlu, uluslararası komünist hareketin, Komüntern’in, Stalin’in Marksist-Leninist çizgisine tutarlılıkla bağlı kalan ve bu değerleri yüksekte tutan ve mücadelesini veren az sayıdaki komünistlerdendi.

Okçuoğlu, teorinin önemini kavrayan; pratik çalışmanın önünü açacak teorik çalışmaya, teorik-ideolojik donanıma önem veren, önemini kavrayan az sayıdaki komünistlerden biriydi. Halkçılığın, ezilenciliğin, Brensteincılığın, Kautskyciliğin, Troçkizmin, “Yeni sol”un, modern revizyonizmin, Batı Marksizminin, ortacı oportünizmin, post-Marksizmin vb. sofrasında hazır olan teorileri, politikaları “yenilik” adına alan ve “Marksizm”, “Marksizm-Leninizm” sosuyla manipülasyon yapan, “yaratıcı Marksizm”, “dogmatizme ve mezhepçi Marksizme karşı mücadele”, “21. yüzyılın Marksizmi” vs. sloganları eşliğinde “teori” diye pazarlayanlardan olmadı. Uluslararası piyasaya binbir biçimde sunulan, tasfiyeciliğin oportünist manevraları eşliğinde Marksizm-Leninizm’e, uluslararası komünist hareketin tarihsel birikimine, Lenin ve Stalin’in sosyalist SSCB’sine reddiye yazanların kendilerine özgü tek bir fikri yoktur.

Onun teorik çalışma ve propaganda alanında yoğunlaşmış olmasını (yeteneğe göre iş ilkesi) siyasal çalışmaya karşı “mesafeli” duruş olarak görülmesi veya yansıtılması geri bir yaklaşımdır. Bu, aynı zamanda Marksizm-Leninizm’in teori ile pratik ilişkisini kavramayan, teoriyi ve teorik çalışmayı küçümseyen bir zihniyeti ifade eder. Bu zihniyet, tarz, teoriyi, durumu kurtarmak için gerektiğinde başvurulacak bir şey olarak gören; teorik çalışmanın politikanın, pratik çalışmanın önünü açan yaşamsal bir silah olduğunu anlamayan dar pratikçi, ilkel, amatör, idare-i maslahatçı zihniyet ve tarzdır.


Sadece hatırlatmakla yetiniyoruz: Türkiye komünist hareketinin, bazı önemli dönemeçlerde teoriye, teorik çalışmaya önem veren, bunun da ürünlerini alan çıkışları (örneğin, 70’lerin sonlarına doğru Maoizmin ret ve mahkum edilmesi, 12 Eylül yenilgisinin ürünü tasfiyeci oportünizmin eleştirel mahkum edilerek aşılması, böylece 1985-94 arası kesitte teorik temellerde ve temel siyasa çizgide derinleşme) oldukça önemliydi... Bu gerçeklere karşın komünist hareketin geleneksel olarak teorik temelleri zayıftır. Bu zayıflık, tarihsel yapısal zaaflarının başında gelen zayıflıklardan biri olagelmiştir. Özellikle 1989/91 sürecinde küresel çapta atağa kalkan yenilgi, gericilik, dizginsiz karşı-devrimle, uluslararası komünist (ve devrimci-demokrat) hareketin ana gövdesini tasfiye eden ideolojik ve örgütsel döneklikle, işçi sınıfından, Leninizm’den, devrim ve komünizm davasından vazgeçişle (tasfiyeci oportünizm) belirlenen tarihsel kesitte fırtınaya karşı koyma, akıntıya karşı yüzme sağlamlığını gösterebilen az sayıdaki politik kuvvetin (parti ve örgütler), 2000’ler sürecinde giderek post-Marksizme, kimlik siyasetine yenik düşmesi rastlantısal değildir... Teorik, ideolojik, ilkesel temelleri sağlam, donanımını siyasal mücadelenin gerekleri ve gereksinmeleri ekseninde yenileyen, gerek içeride gerekse de dışarıda Marksizm-Leninizm düşmanı cereyanlara karşı başarıyla savaşan, kendi zaaflarından ideolojik, pratik-siyasal dersler çıkaran bir parti olmadan akıntıya karşı da koymak olanaklı değildir... 80’lerden, 90’lardan sonra ortaya çıkan koskoca alt üst oluşlara karşın, politik ve örgütsel çalışmanın, gündelik devrimci çalışmanın her zerresine işleyen, işlemesi kaçınılmaz olan ve varlık ya da yokluk gibi yaşamsal bir sorun olan şu “sosyalizmin sorunları”, şu “tarihin dersleri” “tartışması”nın (20-23 yıldır!) sonuç alıcı bir iradeyle, önderlikle, kolektif akılla çözülmemesi göz çıkaran bir olgudur. Böyle yaşamsal bir sorunda, (sayısız akımın eğrisi veya doğrusuyla kendince uzun yıllar önce “çözdüğü” ya da çözdüğünü düşündüğü sorunda) ortadaki trajik tablo, gerek teoriye, teorik çalışmaya, gerekse de politik mücadelenin genel ve güncel sorunlarına ne kadar önem verilip verilmediğinin en başta gelen kriterlerinden biri olarak okunmalıdır...

Devam edecek olursak; Okçuoğlu nezdinde teori, teorik çalışma ve üretim politikanın, pratik-politik çalışmanın hizmetinde olan ama olmazsa olmaz bir çalışmaydı. Okçuoğlu’nda akademist, teorisist bir zaaf ve sapmadan bahsedilemez. Onun sosyalizm sorunları, SSCB’de kapitalizmin restorasyonu çalışması, emperyalist küreselleşme ve dünya devrimi üzerine yaptığı çalışmalar, jeo-politika ve politik-ekonomi üzerine kitap ve makaleleri; güncel siyasal sorunlar üzerinde yaptığı analizler ve yazdığı makaleler, düpedüz politik karakterli çalışmalardı, siyasetin önünü aydınlatmaya hizmet eden üretimlerdi. Dönüp bu çalışmaları incelemek, yazdıklarını unutmamak, gerekli değeri vermek gerekir. Marksizm-Leninizm sonuna dek eleştirel devrimci bir öğretidir, hiçbir şey kutsal ve dokunulmaz değildir, bu Okçuoğlu yoldaşımızın çalışmaları için de geçerlidir; ama yoldaşın çalışmalarının hakkı verilmelidir; pek çok açıdan (gündemdeki tartışmalar bakımından öncelikle de “sosyalizmin sorunları” kapsamındaki çalışmalarına) bir başvuru kaynağı olarak bakılmalı ve incelenmelidir. Komünist aydın olarak o, politik mücadelenin gereklerine ve gereksinmelerine göre davrandı. O bir aydın olmanın ötesinde, komünist bir militandı. Kendi komünist aydınlarını üretmeyen bir partinin ve sosyalist inşanın geleceği de olmayacağını biliyoruz... Devrimci saflarda “aydın” denince oluşan alerjinin, küçümsemenin rastlantısal olmadığı açıktır. Oysa devrimci ve komünist aydınlar yetiştirmede başarısızlık devrimci hareketimizin tarihsel zaaflarından birisidir...


Ayrıca Okçuoğlu’nun Marksist-Leninist politik-ekonomi alanındaki büyük birikimine, burjuva ve küçük burjuva öğretilere, post-Marksist, ezilenci oportünist, halkçı, Troçkist, Maoist teorilere karşı mücadelesinin dünya çapında esen ve coğrafyamızda da derin tahribatlar yaratan, komünist hareketi ciddi bir şekilde etkileyen gücüne karşı güçlü bir mücadele yürüttüğünü vurgulamak isteriz. Bu alandaki eleştiri ve değerlendirmelerinde de şu veya bu şekilde eleştirilecek şeylerin varlığı yukarıda dikkat çektiğimiz gerçeği zerre kadar değiştirmemektedir.

Okçuoğlu, özellikle de revizyonist-kapitalist blokun (1989/91) yıkılışıyla açılan tarihsel dönemeçte yenilgi ve azgın karşı-devrim dönemlerinin hastalığı olan ve bir fırtınaya dönüşen tasfiyeci oportünizme karşı tutarlılıkla mücadele eden donanımlı az sayıdaki yoldaşlardan birisiydi. Onun ezilenci oportünizme, post-Marksizme, Troçkizme, bürokratik oportünizme, orta yolcu revizyonizme (toplamı tasfiyeci oportünizm) karşı mücadelesi, genel, soyut, akademik bir karakter taşımıyordu; aksine, bu mücadelesi gerek uluslararası arenada gerekse de coğrafyamız gerçeğinde ve bu bağlamda komünist hareket üzerindeki ağır tasfiyeci sapmalara karşı verdiği mücadeleyle doğrudan bağlıydı. Onun teorik çalışmaları ve yürüttüğü ideolojik mücadele doğrudan oportünizme, revizyonizme, reformizme, Troçkizme, modern revizyonizme, post-Marksizme, tasfiyeciliğe karşı ideolojik saldırı ruhuyla şekillenmişti. Teorik-siyasi çalışmaları, kitapları, keza “İbrahim Okçuoğlu” (i.okcuoglu@yahoo.com.tr) blogunda yer alan eleştiri, değerlendirme, ideolojik mücadele yazıları bunun kanıtıdır. Yenilgiye, tasfiyeciliğe ve savunma psikolojisine teslim olan, yolunu şaşıran oportünizme karşı Leninist ilkelere bağlı kalarak mücadelesini verdi. Oldukça uzun yıllardır teorik sefaletin, ideolojik tutarsızlığın, ilkesizliğin, pragmatizmin yükselen değer olduğu, Leninizm ve proletaryanın, Bolşevik parti öğretisinin “yaratıcı Marksizm”, “dogmatizme karşı mücadele”, “çağın değişen koşulları”, ezilenlerin Marksizmi”, “21. yüzyılın Marksizmi” vb. adına sayısız biçimler altında yadsındığı bir dönemde Okçuoğlu’nun kaybının önemli bir boşluk doğuracağı açıktır.


Okçuoğlu, adı konsun konmasın, “anti-Stalinist” eğilimlere karşı Stalin ve Komüntern’i sarsılmaz bir tarzda savundu ve anti-Leninist ideolojik-siyasi saldırılara karşı sürekli bir mücadele içerisinde oldu. Gerek 12 Eylül yenilgisi ve gerekse de 1989/91 dünya çapındaki yenilgi süreçlerinde Marksizm-Leninizm’e karşı dünya burjuvazisinin ve küçük burjuva uzantılarının Stalin’i, Komüntern’i, Lenin’i, Ekim Devrimi ve sosyalist inşa ve kazanımlarını hedef tahtasına yerleştiren, aynı zamanda Stalin düşmanlığıyla belirlenen saldırılarına karşı hem içeride hem de dışarıda açık bir savaşım yürüttü. Uluslararası komünist hareketin tarihine doğrudan ya da dolaylı yönelen ve yöneltilen saldırılara karşı, Leninizm bayrağı altında savaştı. Bu ideolojik-siyasi saldırıların komünist hareket üzerindeki baskısına, ağır tahribatlarına ve ağır gerilemeye karşı mücadele yürüttü.


MLKP’nin kurucu üyelerinden biri olarak, Okçuoğlu, Birlik Devrimi’nin, Marksist-Leninist bir partinin “ezilenlerin partisi”, “ezilenlerin öncü feda bölüğü” değil, proletaryanın partisi olduğu, ezilenleri (post-Marksist “çokluk” teorisi, “kimlik politikası”...) değil, proletaryayı temel almak gerektiğinin altını çizen ve bunu yaşam kaynağı ve varlık nedeni olarak gören Birlik Devrimi’nin çizgisini tutarlılıkla savundu ve bu ilkenin yadsınmasının Leninizm’i yadsımak olduğunun bilinç ve donanımıyla mücadele etti. Blogundaki yazıları bu gerçeği çarpıcı bir tarzda dile getirmektedir.

İç ve küresel alandaki tasfiyeciliğin “ideolojisizleştirme, politikasızlaştırma, örgütsüzleştirme, Leninist partinin tasfiyesi, işçi sınıfından, ilkeli sınıf politikasından kopma” demek olduğunu teori ve tarih bilgisiyle, yaşadığı öz deneyimleriyle iyi bilen bir komünist militandı. Bütün bu sorunları burjuva ve küçük burjuva aydının değil, canlı yaşamla bağlı bir komünist militanın donanımıyla kavrayan biriydi.

Anısı ve mücadelesi önünde sevgi ve saygıyla eğiliyoruz.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder