“SOL MUHASEBE”; LENİNİZM, “ELVEDA PROLETARYA” MI?
II. MAKALE
“Bu toplumsal devrimin zorunlu bir koşulu, sömürücülerin direnişini ezebilmesini sağlayacak ölçüde siyasal iktidarın proletarya tarafından fethi anlamına gelen proletarya diktatörlüğüdür. Proletaryanın büyük tarihsel görevini yerine getirebilmesini sağlamak üzere, uluslararası Komünist Parti, proletaryayı, bütün burjuva partilerinin karşısında bağımsız bir siyasal parti olarak örgütler; sınıf mücadelesinin bütün görünümlerinde işçilere önderlik eder; sömürülenlere kendileri ile sömürücüler arasındaki uzlaşmaz çıkar çelişkisini gösterir ve proletaryaya, yaklaşan toplumsal devrimin tarihsel anlamını ve gerekli koşullarını açıklar. Aynı zamanda, parti, emekçi ve sömürülen kitlelerin diğer kesimlerine kapitalist toplum içindeki durumlarının umutsuzluğunu açıklar ve sermayenin boyunduruğundan kendilerini kurtarabilmeleri için toplumsal devrimin zorunlu olduğunu onlara gösterir. İşçi sınıfının partisi, Komünist Parti, proletaryanın bakış açısını kabul etmeleri ölçüsünde, emekçi ve sömürülen nüfusun bütün tabakalarını kendi saflarına çağırır.” (Lenin, abç)
Marksist-Leninistler için proletarya, son sömürücü toplum olan kapitalizmin özgül ve temel ürünü, özel mülkiyetle bağlarını koparmış, zincirlerinden başka kaybedeceği bir şeyi olmayan, kapitalizmi yıkacak, çağımızın merkezinde duran, geleceği belirleyecek ve kuracak sonuna dek tek devrimci sınıftır. Proletarya modern ücretli kölelerden oluşan, kapitalist üretimin sinir merkezlerinde yer alan, üretimden gelen gücü ile kapitalizmi yıkacak, sosyalizmi kuracak, komünizme (sınıfsız toplum) geçmeye önderlik edecek biricik sınıftır. Bu rol, onun tarihsel ve güncel rolüdür. Özel mülkiyet tabanı üzerinde yükselen hiçbir sınıf bu rolü oynayamaz ve aynı zamanda sömürülen, ezilen tüm emekçi sınıf tabakaları kurtarmadan da kendi kurtuluşunu başaramayacak bir sınıftır işçi sınıfı.
Dünya proletaryası ve dünya proletaryasının tek tek ülkelerdeki bileşeni olan proletarya bu tarihsel rolünü kendiliğinden oynayamayacaktır, bunun için kendi partisine, komünist partisine, proleter devrimde proletaryanın önderliğinin örgütlenmesi demek olan Marksist-Leninist bir partiye gerek vardır... Bu tablo, proletarya hareketi ile komünist hareketin birliğinin kurulup geliştirilmesinin zorunluluğunu ortaya koyar...
İşçi sınıfının tarihsel rolünü oynaması için işçi sınıfı hareketiyle komünist hareketin birleşmesi, komünist işçi hareketinin geliştirilmesi, proletaryanın asgari ve azami amaçları için savaşkan bir sınıf haline getirilmesi; devrim ve sosyalizmin önderi ve hegemonik gücü olarak işçi sınıfının tüm bir devrimci gelişme sürecine damgasını basması gerekiyor....
Komünist parti, “proletarya hareketi ile Bilimsel Sosyalizm”in birliğini ifade eder. İlkesel olarak, pratik-siyasal olarak bu perspektifi doğrudan ya da dolaylı olarak ret eden birey ve partiler komünist olamaz; komünist ise komünistlikten çıkar ya da çıkmıştır demektir. Teorinin aydınlattığı, tarihsel deneyimin kanıtladığı gibi, gerek küresel çapta gerekse de tekil ülkelerde iki hareketin birbirinden kopukluğu hem komünist hareketi hem de işçi sınıfını mecalsiz bırakan temel sorundur. Çözülmesi gereken temel (ve güncel) sorun buradadır. Gerek uluslararası ölçekte gerekse de coğrafyamızda temel zaaf, başarısızlık, güçsüzlük, kendiliğindencilik bu noktadadır.
Türkiye ve Kürdistan’da da çözülemeyen ve çözümünden kaçınılan sorun da buradadır. Komünist hareketin Birlik Devrimi Kongresi’nde güçlü bir şekilde ortaya konulan bu perspektifi kaybetmesi onun en temel zaafıdır ve bu olgu, dünya çapında özellikle 90’lardan bu yana süregelen burjuva liberal, postmodern, post-Marksist rüzgarların (“yaratıcı Marksist”) girdabına katılarak kendi ideolojisini terketmesinin sonucudur. Marksizm-Leninizm’in yerine “ezilenlerin, Marksizmi”nin, proletarya yerine “ezilenler”in ikame edilmesinin, Bolşevik parti teori ve pratiğinin ret ve tasfiyesinin ifadesi olan “ezilenlerin öncü feda müfrezesi” çığırtkanlığının nedeni de bu olguda, ideolojik çözülmede, ideolojik tasfiyecilikte aranmalıdır. İdeolojik tasfiyecilik politik ve örgütsel tasfiyeciliğin de ana nedenidir. Post-modern, post-Marksist kimlik politikaları temelinde halkçılık, ezilencilik, “çokluk” siyaseti yapan komünist bir partinin sınıfın ideolojisinden, sınıftan kopması, “Elveda proletarya!” çizgisinde oportünist bataklığa batması kaçınılmazdır. Yaşadığımız da budur. Çözümün, eleştiri özeleştirinin, hesap verme ve sormanın yolu Birlik Devrimi perspektiflerine dönmektir; bu eksende yaşadığımız sürecin deneyimleriyle birlikte söz konusu perspektiflerin geliştirilerek zenginleştirilmesidir. Oysa süreç oportünizm ve tasfiyecilik temelinde derinleşmeye devam etmektedir. “Ezilenlerin Marksist partisi”, “ezilenlerin öncü feda müfrezesi”, “Leninist parti modelinin aşıldığı”, Komünist Parti Manifesto’nun “ezilenlerin manifestosu olduğu” propagandası, teori ve pratiği Marksizm-Leninizm’den kopmanın çarpıcı kanıtıdır.
İşçi sınıfı hareketi ile doğru dürüst bağların kalmaması bir sonuçtur, nedeni de Marksizm-Leninizm’den kopuş, post-Marksist küçük burjuva devrimci-demokrasisine doğru köklü yöneliş ve oturuştur. Proletarya hareketi ile birleşemeyen bir komünist partinin sömürülen, ezilen sınıf ve tabakaları, ezilen toplumsal kimlikleri kendi önderliği ve hegemonyası altında birleştirerek devrim ve sosyalizm kavgasına müdahale etmesi zaten olanaklı değildir. Uluslararası komünist hareketin, Türkiye komünist hareketinin deneyimleri bu gerçeğin altını hep çizmiştir ve çizmeye de devam etmektedir. Süslü “Marksist” lafazanlık bu tarihsel ve güncel gerçeğin üstünü örtememektedir ama örtme harekatı sistematik devam etmektedir. İdeolojik tasfiyecilikle hesaplaşmadan da ilerlemek, yenilenmek olanaklı değildir. Komünistlerin yolu açmasını sağlayacak ilk ve temel görev, ideolojik tasfiyecilikle ilkeli hesaplaşma hattında siyasi ve örgütsel yenilenmedir... Tasfiyecilik tasfiye edilmeden de tasfiyeci teori ve pratikten kurtuluş yoktur. Teori ve pratiğinin, strateji ve taktiğin, gündelik politik ve örgütsel çalışmanın merkezine ikircimsiz proletarya hareketini koymayan bir komünist partinin küçük burjuvazinin sözcüsü haline gelmesi kaçınılmazdır. Bu bağlamda esaslı, temel, köklü yol alındığı, pratik-politik olarak bu hatta durulduğu açık ve kesindir. Kapitalizmin dünya çapında orta derecede geliştiği ülkelerden biri olan, 18 milyonluk dev bir gücü oluşturan çeşitli milliyetlerden proletaryanın olduğu bir ülkede sınıf bilinçli proletarya adına ezilenci oportünizmle devrim ve sosyalizmin yolunu açmak olanaklı değildir.
Hatırlatalım ve üzerinde düşünelim:
15/16 Haziran büyük işçi direnişinin yıl dönümünde sınıfa ve hareketine yapılan güzellemeler, nesnel olarak ikiyüzlülük değil mi!!! Yıl 2023, işçi ayaklanmasının üzerinden 53 yıl geçmiş ve senin işçi sınıfı hareketi ile bağın yok, sınıfın yerine ezilenleri-ezilenciliği geçirmişsin; ama bunlar yokmuş gibi durmadan kalem sallıyor, “derin” analizler yapıyorsun. Teori, sınıf, sınıfın tarihsel rolü, 15-16 Haziran işçi direnişinin deneyimleri ve dersleri üzerine yazılanlar orada kalıyor, pratiğin ise halkçı, ezilenci ve onlar içinde bile bir güç değilsin. Üç maymunu oynamak durumu kurtarmak bir yana daha derin ve kapsamlı, geri dönüşsüz yıkım ve tasfiyeyi güvenceliyor. Tasfiyeciliğin temel karakteristik özelliklerinden birisi de tasfiyeciliği Marksizm, Marksizm-Leninizm, “yaratıcı Marksizm” olarak pazarlaması diğer taraftan da kendisini tasfiyeciliğe karşı “mücadele”nin temsilcisi olarak sunmasıdır, tıpkı Likidatörler ve Otzovistler gibi.
Teori ile pratiğin birbirinden kopukluğu, çift kimliklilik tasfiyeci oportünizmin sınıf karakteridir. Bu gerçeği asla unutmayalım.
Lenin’in dediği gibi;
''Komünist parti, proletaryanın ve bütün emekçi kitlelerin öncüsünü toplayıp birleştirebilecek, eğitebilecek ve örgütleyebilecek tek partidir. Yani siyasal olarak proletaryayı yönetebilecek ve onun aracılığıyla bütün emekçi kitlelere klavuzluk edebilecek tek partidir.'' (Lenin, Anarşizm ve Anarko Sendikalizm, s. 402-403, Sol Yayınları)
Lenin’in bu sözleri Birlik Devrimi çizgisine damgasını basan çizgiydi. Bu çizgi, teori ve pratik bir dönemeç olarak alınacaksa eğer özellikle 2000’lerle birlikte çöp sepetine atıldı.
Halkçılıkla, ezilencilikle, kendiliğinden harekete yedeklenmekle, onun da gerisinde kalmakla Marksizm-Leninizm savunulamaz, onun yolundan yürünemez. Post-Marksist, “İflas etmiş 20. yüzyılın Marksizmi ve sosyalizmi”, sözde alternatif olarak ileri sürülen “21. yüzyılın Marksizmi ve sosyalizmi” teorisi, Leninizm’den kopuşun, Marksizm-Leninizm’e reddiye yazışın, proletaryanın tarihsel-politik rolünün inkar edişin teorisidir ve bu ideolojik-siyasi saldırı “yaratıcı Marksizm”, “dogmatizme karşı mücadele”, “doktrinizme karşı mücadele”, “çağın değişen koşulları”, “teori ile yeni tarzda ilişkilenme” vs. adına ileri sürülmesi Türkiye ve dünya komünist hareketinin tasfiye sürecinin açık, hile yüklü, tasfiyeci çizgisi ve propagandasıdır. Tarihsel birikim ve kazanımları yadsıyarak, oradan eleştirel dersler çıkararak teori ve pratiği zenginleştirerek ilkeli bir şekilde yürümeyi değil, reddiye yazmayı temel alarak komünist devrimcilik falan yapılamaz. Pratik bunun kanıtıdır. Lenin, “Birinin kendine sosyal demokrat (komünist) demesi yetmez. Sosyal demokrat (komünist) olabilmek için kişi gerçek bir sosyal demokrat (komünist-bn.) işçi siyaseti yürütmelidir.”, derken komünist olmak ve kalmak için uygulanacak politikanın “işçi siyaseti”, sınıf politikası olması gerektiğini her zaman ve her yerde altını çizmiştir. Kuşkusuz ki, oportünistler için bu sözlerin bir anlamı yoktur, bu sözler “Emperyalist küreselleşme çağında” geçersiz hale gelmiştir, Marksizm-Leninizm “iflas etmiş 20. asrın” ideolojisidir...
Konu bağlamında kitaplarımızın yanı sıra, blogumuzda da çok sayıda yazı yayınlamıştık. Örneğin “PROLETARYA ve POSTMARKSİZM” başlığı altında yayınladığımız (iki bölümlük) yazımızda şunları ifade etmiştik:
“Marksizm Leninizm'i, 'işçicilik'ten, 'sınıf indirgemecilikten', 'işçici sosyalizm'den, 'ezilenlere karşı ilgisizlik'ten kurtarmaktan bahsedenler tipik postMarksistlerdir. 'Marksizmi sınıfçı Marksizm'den, 'işçici Marksizm'den, 'dogmatik Marksizm'den, 'dar Marksizm'den, 'mezhepçi Marksizm'den, 'Ortodoks Marksizm'den, 'heterodoks ya da heretik Marksizm'den, 'pozitifist Marksizm'den, 'determenist, modernist Marksizm'den,' arındırmaktan, 'pozitivist falcılıktan' kurtarmak gerektiği propagandası yapılıyor. ‘Marksizmi, Marksizmin Bolşevik versiyonu’nundan, yani Marksizmi Leninizm'den arındırarak, 'Stalinizm'den kurtararak, 'yaratıcı Marksizm'e dayanarak Marksizmi yenilemek gerektiğini; '21. yüzyılın sosyalizmi'ni, 'Devrimci Marksizm'i geliştirmekten, 'Marksizm çelişkili bir öğretidir, onu çelişkilerinden arındırmak lazım' propagandası yapılıyor. 'Doğu Marksizmi', 'Batı Marksizmi', 'Ezilenlerin Marksizmi', 'Milli Marksizm' vs. üzerine kalem oynatılıyor. Açık ki, her renk ve tondan tasfiyeciler, kaba ya da ince biçimlerde, ilk anda ya da son tahlilde Marksizm-Leninizm karşıtlığında birleşmektedirler. Bu güruh, uluslararası sermayenin ideolojik saldırı karargahından beslenmektedir...”
Bu teori ve pratikler, farklı söylemlere bürünerek, proletaryanın tarihsel rolünü reddetmede, yerine, halkçılığı, ezilenciliği, kimlik politikalarını, rengarenk çokluğu geçirmede, Marksizm-Leninizm karşıtlığında birleşmektedir.
Yine Lenin komünistlere yol gösteren ilkeyi, kırmızı çizgiyi şöyle anlatır;
“Hiçbir koşul altında ve hiçbir şekilde, Sosyal-Demokrat delegeler ve seçmenler, proleter bir parti olarak katı sınıf konumumuz olan sosyalist amaçlarımız konusunda sessiz kalmazlar. Ancak, sadece bir ‘sınıf’ kelimesinin tekrarı, proletaryanın bugünkü devrimde öncü rolünü belirtmek için yeterli değildir. Sosyalist doktrinimizi ve Marksizmin genel teorisini açıklamak, proletaryanın öncü rolünü kanıtlamak için yeterli değildir. Bu, ilave olarak, mevcut devrimin yakıcı sorunlarını analiz ederek, işçi partisinin üyelerinin bu devrimin çıkarlarını koruma, tam zaferinin amacı konusunda diğerlerinden daha tutarlı, daha titiz, daha kararlı ve daha becerikli olduğunun pratikte gösterebilmesini gerektiriyor.” (SOSYAL DEMOKRATLAR VE SEÇİM ANLAŞMALARI, Lenin Çeviri Erdoğan A., s. 24)
Bu perspektif, pratik-politik duruş, öyle araya sokuşturulan ve “ezilenler” kelimesinin başına eklenen “proletarya” lafazanlığı ve manipülasyonuyla gerçekleştirilemez. Temel gerçek şudur: Leninizm, proletarya, Bolşevik parti teorisi oportünizme has ideolojik tasfiyecilikle tasfiye edilmiştir. Küçük burjuva oportünist sapma ve tezahürleri bu içerik ve temelin ifadesi olarak egemen hale gelmiştir. “Ezilenlerin öncü feda müfrezesi” öylesine öyle durup dururken ya da masum niyetlerle ortaya çıkmadığı, formüle edilmediği gibi politik-pratiği de belirleyip yöneten teori ve pratiğin çarpıcı ifadesidir.
Aşılmış gibi görünen geçmişin halkçı devrimciliğinin nesnel etkileri ve kalıntıları, Marksist Leninist Komünist Hareketin aldığı politik ve örgütsel yenilgiler, dünya çapında esen tasfiyeci rüzgarın gücüyle birleşerek, post-Marksist, ezilenci oportünist tasfiyeciliğe teslim olmaya götürdü. Ve bu teslimiyet komünist partinin ilke ve istikrar bakımından en zayıf, en istikrarsız kesimlerinin ideolojik saldırıları eşliğinde bir iç başkalaşım geçirerek kendi çizgisinden kopuşa yol açtı. “Gençlik”lerinde Marksizm-Leninizm’den etkilenmiş ama onu özümsememiş kesimler, görünüşte aştıkları anti-proleter teorilere ve pratiklere önce göz kırparak, sonra bu bataklığa balıklama atlayarak tasfiyeciliğin, post-Marksizmin, Troçkizmin, orta yolculuğun propagandistleri haline geldiler. Ve nerede hareket orada bereket diyen Bernsteincılığa bağlanan siyaset tarzının “üstat”ları olarak saptırıcı bir rol oynadılar. Buna parti ruhu ile grup ruhu arasında cereyan eden iç mücadelenin gerçeklerinin de özel olarak eklenmesi gerekir...
Ne yazık ki Marksizm-Leninizm’e bağlı yürütülen ideolojik mücadele tasfiyeci oportünist manevralarla iç içe gelişen oportünist rüzgarı boşa çıkaramadı. Bu tasfiyeci, anti-parti rüzgar, niteliksel olarak gerileyen partinin negatif yöndeki gerçeği ile birleşerek etkili oldu. Faşizmin ağır saldırıları da nesnel olarak tasfiyeciliğin suratındaki örtüyü çekip almayı zorlaştırdı. Bu tasfiyeci yönelimin ve ağır tasfiyeci tahribatın yol açacağı sonuçların ilk anda yeterince kavranmaması ya da doğrusu yüzeysel yaklaşılması da tasfiyeciliğe hizmet etti.
1985 ila 1994’de gerçekleşen Birlik Devrimi’ne kadar gelişen sürecin temelinde işçi sınıfını merkeze koyan, pratikte işçi sınıfı hareketi ile birleşmeye ısrarla yönelen bir duruş, yönelim vardı; yani işçi çalışması deneyimden tümden yoksun değildik. Çok sayıda kadro sınıf içerisinde çalışıyordu. Önemli ve görece yaygın işçi hücreleri, çalışma grupları vardı ve bu genişleyerek ilerliyordu. Yaygın işçi bağları, sendikalarda tutulmuş bazı önemli mevziler vardı. Birliğin ertesinden, sıçramanın yarattığı moral üstünlüğü ve sinerji ile işçi sınıfı çalışması merkezi ve yerel yönelimde, güç ve imkan sefer etmede yolu açarak ilerlemeye başlamıştı. İllegal-yasadışı temelde parti tarafından örgütlenen merkezi işçi konferansı da bu yönelimin önemli ve somut ifade biçimlerinden biriydi... Ne var ki, siyasi ve örgütsel yenilgilerin ardından söz konusu teori ve pratik adım adım karşıtına dönüşmeye başladı ve zamanla yerini, bilinen “çokluk” politikasına, “reel politiker”liğe, idare-i maslahatçılığa bıraktı; bu mücadelede parti bilinci ve ruhu karşısında dar grup ruhu ve eski tarz egemen hale gelmeyi başardı. Parti ana amaçlarından koparak adım adım dar bir sekte dönüştü. Önemli olan ilkelere bağlı politika değil, politik güç olmadır, nerde hareket orada bereket pragmatizmi, oportünizmi süreci belirleyip şekillendirdi. Batıda ikinci bir devrimci cephe açma, proletarya hareketine dayanan bir gelişme çizgisi-politikası da terkedildi. Herkes görüyor; ne Batıda ne de Kuzey Kürdistan’da ciddi bir ağırlığı olan bir güç yok ortada; HDP’de olmak, arada sırada dar güçlerle basın açıklamaları yapmak, zaman zaman “öncü çıkış”lar gerçekleştirmek ise, Birlik Devrimi’nin politik iddia ve amaçlarından kopulduğu gerçeğini örtemiyor, örtemez de.
Bakın Lenin, pratiğimizde, öz deneyimlerimizde de kötü bir şekilde doğrulanan bir gerçeği nasıl dile getiriyor:
“Bir dizi Avrupa ülkesinde karşı-devrimci güçler, proletaryanın devrimci ve sosyal-demokrat (o dönem komünistler sosyal-demokrat ismini kullanıyorlardı. bn.) örgütlerinin kalıntılarını, örneğin 1848 yılından sonra, bütünüyle yeryüzünden silmeyi başardılar. Gençlik günlerinde sosyal-demokrasiye katılmış olan burjuva entelektüeli, sahip olduğu küçük-burjuva psikolojisi temelinde, bir çırpıda herşeyin üstüne basıp geçmeye eğilimlidir: bu böyleydi, böyle olacaktır; eski illegal örgütü savunmak umutsuz bir dava, yenisini yaratmak ise daha da umutsuz; zaten burjuva devriminde proletaryanın gücünü ‘abartılı değerlendirdik’, proletaryanın rolüne hatalı bir biçimde ‘evrensel’ bir önem biçtik —dönekler eseri ‘Obşçestvennoye Dvijeniye’nin[38] bütün bu yavan düşünce silsilesi, dolaylı ya da dolaysız olarak illegal partiden uzaklaşmaya sürüklüyor. Bir kez bu eğik düzleme giren bağımsız, gittikçe nasıl derine kaydığını farketmez bile, Stolipin’le el ele çalıştığını farketmez bile: Stolipin, polisiye yoldan, darağacıyla ve kürek cezasıyla, illegal partiyi fiziksel olarak yok ediyor; liberaller ‘Veki’ düşüncelerinin açıkça propagandasını yaparak tamamen aynı şeyi yapıyorlar; sosyal-demokratlar arasındaki bağımsızlar, onun ‘ceset gibi katı’lığı üzerine yaygaralarıyla ve ona yardım etmeyi reddederek, ondan ayrılmayı haklı göstererek (bkz. Onaltıların mektubu, ‘Golos’ No. 19–20) dolaylı olarak illegal partinin yok olmasına katkıda bulunuyorlar. Basamak basamak batıyorlar.” (S.E. C. 4, “Partimizdeki Birleşme”, s. 66, Inter Yayınları)
Yani ezilenci oportünist, tasfiyeci, post-Marksist teori ve pratiğin özü olan proletarya karşıtlığı yeni değildir... Marks-Engels döneminde de Lenin, Stalin, Komüntern döneminde de... bugün de evrensel geçerliliği olan teori ve pratiktir. Farklılık bu özün, ideolojik olarak burjuva ideolojisine bağımlı bu akımların (küçük burjuvazi bağımsız bir sınıf değildir ve küçük burjuva ideolojisi burjuva ideolojisinin bir biçimidir ve ona bağımlıdır) içerisinde geçilen her önemli dönemeçte, yeni biçimlerde, yeni olguların amansızca çarpıtılarak yeni bir biçimde pazarlanmasından ibarettir. Bu tasfiyeci yönelim her dönem ve her koşulda “proletarya üzerinde burjuva etkinin” ifadesidir.
Hep vurguladığımız gibi; ''Komünist hareket, yalnızca teorik, programatik ve stratejik söylemiyle değil, aynı zamanda bunlarla tutarlı olarak pratik-politik gelişme hattındaki duruşu ve yönelimiyle de (söz ile eylemin birliği!) küçük burjuva demokrasisinin öteki eğilimleriyle kendi arasındaki sınır çizgilerini ortaya koymak; işçi sınıfına dayanan bir politik güç kimliği ile bu ayrımı netleştirmek, dost ve düşman önünde sınıfı temsil eden ve sınıf hareketine dayanarak halkların ve ezilenlerin mücadelesine öncülük yapan bir politik güç olduğunu kanıtlamak zorundadır. İşte devrimci ve komünist tarihimiz boyunca çözmediğimiz, çözemediğimiz ana sorun buradadır ya da sorunun kendisi budur! Ki burada da, yalnız teorik değil, pratik tutarlılıktan da uzaksan, bu durumda, ezilenlerin başına, proletaryayı eklemek de ('proletarya ve ezilenler'!) anlamlı bir duruş değildir.''
''Maddi bir güç olarak, dünyayı değiştirecek tek sınıf olarak işçi sınıfını temel alarak, pratik tutarlılıkla sınıf hareketine bağlanmak yerine, söylemle, 'çokluk'a, yani 'ezilenler'e dönük söylem düzeyinde sosyalist politika yapmak; sınıf hareketine dayanan bir 'söylem', propaganda, ajitasyon, örgütlenme ve eylem yerine, sosyalizm adına çokluğa ('ezilenler'e) dönük genel politika yapmak Marksizm-Leninizm değil, post-modernizm, post-Marksizmdir. Demek ki maddi olarak sınıf hareketine dayanan, sınıfın önderlik misyonu temelinde emekçilerle, ezilenlerle ilişkilenmenin reddi tipik bir oportünizm ve inkarcılıktır. Demek ki bu, sınıf siyasetinin tasfiyesi, sınıfa dayanarak ezilenler dünyasına önderlik etme siyasetinin tasfiyesi; sınıfın, herhangi bir devrimci özne olarak ele alınması; sınıfın, diğer sınıf ve tabakalar karşısında özel, temel, ayrıcalıklı tarihsel misyonunun ve güncel pratik duruşunun yadsınmasından başka bir şey değildir.
''Demek ki, teori ile pratiğin birliğine (söz ile eylemin birliği!) dayanmayan, işçi sınıfına dayanmayan, ısrarla, istikrarlı bir tarzda komünist işçi hareketi yaratmaya yönelmeyen ve dayanmayan, ‘biz zaten komünistiz, komünist hareketin çalışması zaten işçi çalışmasıdır’ özlü tez, halkçı oportünizmin ideolojik öncülük (ki bunun bilinen en önemli ve başta savunucusu Mahir Çayan’dır) teorisinin, stratejisinin, taktiğinin, daha güncel olarak, tasfiyeci post-modernizmin damgasını taşımaktadır.'' (Kesintisiz Devrim ve İktidar Sorunu, s. , 2011, Sınırsız Yayıncılık)
Oportünizm hangi biçimde ortaya çıkarsa çıksın, içeriği, kendiliğinden hareket önünde secdeye geliştir. Bu nesnel olgu, revizyonizmin, oportünizmin sağ ve ''sol'' biçimlerinin Marksizm-Leninizm karşısında birleştiği temeldir. Bu tarihsel, uluslararası ve güncel olgu, burjuva dünyası tarafından kuşatılmış ve her saniye baskı ve saldırı altında tutulan proletaryanın komünist öncülüğünün tasfiyesini, yerine burjuvaziye ve küçük burjuvaziye yedeklenmiş bir sınıf inşa etme amacıyla bağlıdır.
Parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçim sonuçları üzerinde devrimci harekette süregiden tartışmalarda, “muhasebe”, “eleştiri-özeleştiri”nin gerekliliği üzerine yapılan vurgularda işçi sınıfından kopukluk üzerine yapılan analizler dikkat çekicidir. Aslında bu tartışmalar, analizler, ders çıkarma çabası, komünist teori ve pratiğin zembereğinden geçirilerek kavranmazsa, (ki bunu göremiyoruz) ideolojik, siyasi, örgütsel tasfiyecilikten kopuşma ve arınma da, böylece, komünist devrimci yenilenmede gerçekleşemez.
Türkiye Komünist Hareketi uzun yıllardır bütünsel bir krizin pençesindedir. Fakat ideolojik, siyasal, örgütsel kriz gerçeğini kabullenmek yerine kendine yapılan güzellemelerle “propaganda ve ajitasyon” yapılmaktadır. Gerçeklerden kopan her siyasal hareket kendi dünyasını ve değerlerini inşa eder ve bu nesnel gerçekten kopuk, büyük bir oranda devrimcilik kaybından, yenilgi ve irade kırılmasından, kendiliğinden hareket önünde boyun eğmekten, peşinden sürüklenmekten gelen-beslenen duygusal ve tasfiyeci manipülasyon ve dezenformasyon kendini üretmeye, kendini darbelemeye devam eder. Kriz gerçeği anlaşılmadan kriz aşılamaz. Aşılamayınca da kriz tüketmeye devam eder. Krizin nesnel temelleri ve nedenleri vardır, krizi anlamayanlar krizin taşıyıcısı rolünü oynar ve durumun teorisini yaparak kendisini meşrulaştırmaya, iktidar tekelini ayakta tutmaya çalışır.
Durum tam olarak budur.
İdeolojik birliğin temellerine dek çözülüşü; proletarya ve halk kitlelerinden kopukluk, kendiliğinden hareketin bile gerisinde kalma, uzaktan, dışardan kitlelere bürokratik buyurganlık ve sözde çağrılar; dar bürokratik, gettolaşmış, kendini üretmekten uzak, kadro tüketen örgüt ve örgütsel çalışma; illegal ve yasadışı çalışmanın tasfiyesi, legalizm... Bu tablo Marksist-Leninist olmakla, proletarya devrimciliğiyle, “her şeye rağmen iyiyiz ve en iyisi biziz yoldaşlar”la izah edilemez. Bu ürkütücü tablonun temel ve güncel ilkeli eleştirisinin “ağır siyasal koşulları göğüsleyememe”yle vb. vb. (yani tasfiyeci bastırma ve mahkum etme taktiğiyle) perdelenmesi ise krizin yarattığı yıkıma sığınarak (durumun teorisini yapmak!) kendini kurtarma duruşuna yol açmaktadır. Ama bakın, tasfiyeci oportünistlerin, küçük burjuva zihniyet ve unsurların bütün tasfiyeci ideolojik saldırılarına karşın, ilkeli eleştiriler bastırılamıyor, şu seçim sonuçları üzerinde gümbür gümbür yapılan tartışmalar sisi dağıtmaya ya da bir ucundan aralamaya hizmet ediyor ya da edecektir. Seçim vesilesiyle keskin bir şekilde sol hareketin gündemine oturan “muhasebe” ne kadar manipüle edilerek durumu kurtarma eksenine oturtulmak istense de, komünistlerin de gündemine girmiştir. Bu tartışmalar mızrağın çuvala sığmadığını ve sığmayacağını göstermektedir. Yaygın ve giderek daha canlı bir şekilde gündeme oturan bu tartışmalar, insanları yapısal, tarihsel, kolektiflere özgü devasa hastalıkların, gerileme ve dibe vurmanın, irade kırılmasının nedenlerini sorgulamasına yol açmaktadır. İdare-i maslahatçı önderlik anlayışı ne kadar bastırırsa bastırsın ya da manipüle etsin, bu yolun açılmış olması iyidir. Talihsizlik, sol hareketin gündemine giren “muhasebe” tartışmalarının ilkeli, devrimci yol açmaya esaslı katkı yapacak etkili olabilecek komünist bir gücün yokluğudur... Bu tartışmaların öyle doğruca komünist ve devrimci hareketin önünü açacağının bir garantisi yoktur, aksine komünist ve devrimci hareketi sürükleyen tasfiyeci rüzgarların daha güçlü esmesine de yol açabilir ve bu olasılık, büyük bir tehlike olarak orta yerde durmaktadır. Bu bağlamda da ana tehlike ve tehdit ideolojik liberalleşme, daha fazla liberalleşmedir. Bu duruma ideolojik olarak saldırmak komünistlerin görevidir.
Dünya çapındaki yenilgi ve gericilik yıllarının geliştirdiği dev tasfiyeci dalga, komünist hareketi teslim alamamıştı. Fakat komünist hareket Birlik Devrimi atılımıyla geliştirdiği teori ve pratikten, giderek uzaklaştı. Küresel tasfiyeci dalga (liberalizm, post-modernizm, post-Marksizm) komünist harekete daha geç elini uzattı ve tasfiyeci ideolojik ve politik saldırı, saldırıya gönüllü olarak ellerini uzatan oportünizm ve inkarcılık önderliğinde giderek hegemonyasını kurdu. 1994-96 anti-faşist yükselişinin üzerine oturan ve Birlik Devrimi’nin yarattığı sinerjiyle ileri atılan komünist hareket, siyasi ve örgütsel yenilgiyle, henüz kendi temellerine oturmadan, olgunlaşmadan rayından çıktı ve başka mecralara doğru akmaya başladı... Kürt ulusal hareketinin Öcalan’da somutlaşan önderliği, “İmralı çizgisi”yle (1999) “temel paradigma” değişimi ile “radikal demokrasi” çizgisine girmesi, dış bir faktör olarak ama güçlü bir faktör olarak komünist hareketteki tasfiyeci post-Marksist, ezilenci oportünist kesimleri harekete geçirdi ve çok sancılı bir sürece girilmesini gündemleştirdi... “İdeolojisizleşme”, öz ideolojiyi (Marksizm-Leninizm, Birlik Devrimi program ve stratejisini) yitirme, kimlik politikasına geçiş, sınıf politikası yerine “çokluk”un, “ötekileştirilenler”in yani ezilenlerin geçirilmesi, sınıfsal pratikten de kopuşmayı şekillendirdi. Proletaryanın halkların, ezilenlerin önderi olduğu temel ilkesi hiçe sayıldı, proletarya ezilenlerin bir kategorisi sayıldı ve tasfiyeci ideolojik saldırı, elverişli dış koşullarla birleşen bir harekat olarak kaleyi içten ele geçirdi. Proletaryadan, halklardan, kitlelerin hareketinden kopan, dar “öncü çıkış”lara dayanan bürokratik aygıt ise komünist öncü pozisyonlarda duruşu etkisizleştirerek politik ve örgütsel gerilemeyi, dibe vurmayı koşulladı... Ve bu tablo, “yaratıcı Marksizm” olarak, yalnızca Türkiye ve Kürdistan’da değil, aynı zamanda küresel çapta yeni açılımlar olarak propaganda edildi.
Eğer bir komünist partisi kendi sınıfının partisi olmazsa, kendine yabancılaşır başka bir şey, başka bir sınıfın partisine dönüşür. Tarihte bu gerçeğin sayısız örneği vardır...
Burada eleştirdiğimiz konuda gerçeğin ölçütü sırası gelince veya durumun örtüsü olarak (samimi ya da samimiyetsiz) proletarya üzerine yapılan Marksist-Leninist lafazanlık değil, aksine Leninist teorinin ve ilkelerin, program ve stratejinin yön verdiği siyasal ve örgütsel çalışmada ana kuvvetlerin ve enerjinin pratik olarak sınıf çalışmasına, işçi sınıfı hareketi ile birleşme çalışmasına ne kadar seferber edilip edilmediğidir. Unutmayalım, çok sayıda devrimci-demokrat akımın, şöyle ya da böyle işçi çalışması, işçi bağları, bazı somut mevzileri vardır. Dahası bazıları en önemli kuvvetlerini sınıf çalışmasına yoğunlaştırmıştır. Temel sorun, teori ve pratiğinin merkezinde sınıfın, sınıf hareketinin olup olmamasıdır...
Dünya çapında 4 milyara yakın, Türkiye ve Kürdistan’da ise 16-18 milyonu aşan bir proletaryanın olduğu somut tarihsel koşullarda Marksist-Leninist tarihi olan bir partinin tasfiyecilik üzerinden ezilenci oportünizmde konaklaması ne kadar acı da olsa, tarihte bu ne ilktir ne de son olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder