Translate

4 Mart 2024 Pazartesi

III. MAKALE II. CEPHE SORUNU, BATI, ROJAVA...

 

III. MAKALE

II. CEPHE SORUNU, BATI, ROJAVA...

Çok basit bir politik gözlem bile, bunun ancak Batı'daki işçi ve emekçi hareketinin devrimcileşmesinden geçtiğini görebilir. Devrimi ilerletmek kadar Kürdistan devrimini kurtarmanın yolu da, Batı'da ikinci bir cephe açılmasından geçmektedir.” (Birlik Kongresi Belgeleri, 1994)

Terk edilen yalnızca komünist işçi hareketi yaratarak proletarya önderliğinde devrim ve sosyalizm perspektifi değildir, terkedilen temel bir perspektif ve politika da, Batıda ikinci devrimci cephe açarak Kürt ulusal devrimi ile birleşmek; Doğu ve Batının devrimci birleşik cephesi ile birleşik devrimi sıçratmaktır. Birlik Kongresi’nin son derece değerli olan bu politik analizi ve görevinin “unutulmuş”, tasfiye edilmiş olması hazin bir durumdur. Aradan uzun yıllar geçti; kaç kişi dönüp Birlik Kongresi Belgeleri’ni inceliyor acaba*? Evet kaç kişi? Oysa o belgeler teori, program, politika, örgüt, kadro, çalışma tarzı vb. açısından bütünsel bir perspektifi, pratik-politik duruşa yol göstermesi gereken kırmızı çizgilerimizi ortaya koymaktaydı**.

Seçim sonuçları üzerine yürütülen tartışmalarda, Batıda devrimci hareketin neden başarısız olduğu, neden gelişemediği, neden işlevlerini yerine getiremediği; neden Kürt ulusal demokratik mücadelesinin Türk işçi ve emekçilerinin ana kitlesinin desteğini alamadığı soruları soruluyor.

Bu tartışmalar elbette ki yeni değildir ama hep güncel, hep kendini yeniden ve yeniden dayatan ve dayatacak sorunlar ve sorular olmaya devam etmektedir. Sorun “teorik” tartışmalarla sınırlandırılamayacak kadar yaşamsal. Sorunun çözümü doğru, devrimci, komünist perspektifler ışığında yaşamda karşılığını bulacak, yolu açacak politikaların uygulanmasıyla başarılabilir.

Birlik Devrimi’nin ürünü olan MLKP (1994), o dönem bu soruya, sorulara doğru yanıt vermiş, pratik yönelimiyle de birleşen bir duruş şekillenmeye başlamıştı. Zaman içerisinde geliştirilmesi, oturtulması gereken bu yönelim doğru-devrimci bir duruşu ifade ediyordu. Ancak 2000’lerle birlikte bu politikadan sapıldı; kolaycı yola girildi.

Batıda, öncelikle de işçi sınıfı içerisinde bir güç haline gelmeden, gündem üzerinde politik varlığı ile etkili olacak, yolu açacak bir dinamik ve politik çekim merkezi inşa etmeden bu konuda söylenecek şeyler, söz olarak kalmaya mahkumdur.

Kısa bir hatırlatma babında Kongre Belgeleri’nde yazılanları birlikte okuyalım:

Örgütsel planın stratejik planımızın ilk aşamasını teşkil ettiği tespiti ile aynı anlama gelmek üzere stratejik planımızın öncelikli hedefi, işçi sınıfı içinde gerçek bir çekim merkezi haline gelmek, komünist partisini inşa etmek, devrimci bir işçi hareketi yaratmaktır. İlk öncelik budur. Stratejinin diğer tüm sorunlarını ancak buna bağlı olarak çözümleyebiliriz.

Bu, stratejimizin kilit sorununu oluşturan, Kürt ulusal hareketinin proletarya önderliğindeki sınıfsal mücadelenin bir bileşeni haline getirilmesi görevi bakımından özellikle geçerlidir. Devrim düzeyine ulaşmış bir hareketi yedeklemek -olanaksız değilse de- çok zor bir sorundur ve bu zorluk, Batı'da geliştirilecek devrimci bir işçi hareketinin ve bu hareketin öncülüğünde yaygınlaşan bir özgürlük hareketinin kendisini çok daha yoğun bir biçimde ortaya koymasıyla aşılabilir. Bu yoğunluğun derecesi, en az Kürt ulusal hareketi düzeyinde bir eylemlilik geliştirmekle belirlenir. Taktik planımızı da ayrıca ele alacağımızdan, burada şu kadarını belirtelim ki, bunun nesnel koşulları Batı'da da genel olarak mevcuttur ve sorunun esasını önderlik sorunu oluşturmaktadır. Kürt ulusal devrimine ilişkin görevlerimizin sadece kelimenin dar anlamıyla bir yedekleme sorunu olmadığı, bunun da içinde yer aldığı daha genel bir sorun olarak başlamış bulunan, fakat dengesiz ve bölgesel bir biçimde gelişen anti-emperyalist demokratik devrimimizi ilerletmek, Batı'ya taşımak, yaygınlaştırmak ve başına geçerek zafere ulaştırmak sorunudur. Zira Kürt ulusal devrimi, anti-emperyalist demokratik devrimimizin Kürt ulusal sorunundan patlayarak gelişmesinin somut bir biçimi ve temel bir bileşenidir. Dolayısıyla, komünist hareket bilinmeyen bir geleceğin sorunu üzerine değil, varolan, gelişen bir devrim üzerine, bu devrimi nasıl geliştireceği ve önderlik edeceği üzerine konuşmakta, stratejik ve taktik planlar yapmaktadır. Öte yandan bugün devrim, gerek emperyalistler, bölge gericiliği ve Türk faşist diktatörlüğünün azgınca saldırısıyla boğulmak istenmesi, gerekse de bu devrime öncülük eden küçük burjuva hareketin yaşamaya başladığı tıkanıklıklar ve bunun sonucu olarak uzlaşma eğilimlerinin uç vermesi nedeniyle, önemli bir tehlikeyle karşı karşıyadır. Bu tehlikenin savuşturulması sadece ulusal hareketin değil, aynı zamanda ve ondan daha çok proleter hareketin görevidir. Zira devrimin öncüsü proletaryadır. Demek ki sorun, Kürt ulusal devriminin başına nasıl geçileceği, bunun neye öncelik verilerek yapılabileceği sorunudur. Çok basit bir politik gözlem bile, bunun ancak Batı'daki işçi ve emekçi hareketinin devrimcileşmesinden geçtiğini görebilir. Devrimi ilerletmek kadar Kürdistan devrimini kurtarmanın yolu da, Batı'da ikinci bir cephe açılmasından geçmektedir. Bu komünist çalışmanın, sadece örgütsel ve stratejik nedenlerle değil, aynı zamanda taktik nedenlerle de Batı'da yoğunlaşmasının gerekliliğini ortaya koymaktadır.

... Gerçek bir komünist sınıf partisi yaratma görevi, her türlü güncel, acil politik gelişme ve görevden bağımsız, temel, sürekli ve genel komünist bir görevdir. Hareketimiz, en baştan itibaren Kürdistan proletaryasını da örgütlemeyi hedeflemektedir ve onun da öncüsü olma iddiasındadır. Öte yandan, bugün Kürdistan proletaryası ve yarı-proletarya içinde çalışmak sadece genel sosyalist görevlerimiz bakımından değil, stratejik önderlik iddiamız bakımından gerekli ve zorunludur. Batı'daki bir devrimci işçi hareketinin gelişimine bağlı olarak, Kürt ulusal hareketinin önderliğini kazanma, en başta Kürdistan proletaryası aracılığıyla gerçekleştirilebilir. Bu yapılmadıkça, ortaya stratejik bir zaafın çıkacağı kuşkusuzdur.

Bu nedenle de, gerekçeleri ve kendisi herkesin malumu olan şeritten ve bu şeridin kent merkezlerinden başlayarak Kürdistan proletaryası ve yarı-proletarya içinde çalışma geliştirilmelidir. Bunun stratejik önceliklerimiz içinde değerlendirilmesi gerekir. Kürdistan'ın diğer büyük ve önemli proleter kent merkezlerinde gelişme ise, kısa vadeli değil, uzun vadeli bir perspektifle ve daha çok Batı'daki işçi hareketinin gelişimiyle bağlantısı içine ele alınmalıdır. Öte yandan, başlangıçta hedef aldığımız Kürdistan şeridinde kır çalışması, ikincil ve kent çalışmasına tabi biçimde ele alınmalıdır. Her halükarda, hedeflediğimiz Kürdistan bölgesinin kent merkezlerini esas almalı; bunun dışında hiçbir şeyin, örgütsel, taktik ve stratejik planımızın Batı'nın işçi hareketine yönelmeyi esas alan güncel hedefini, bu en temel önceliği bozmasına izin vermemeliyiz. Batı'nın kent proletaryası içinde gelişmeyi esas alan stratejik bir yönelim bakımından belirli bir sıralama söz konusu olduğunda, stratejik önderliğin yoğunlaşması gereken kesimler öncelikle hangileridir? Açıktır ki, bunlar, kentlerin şu an hareket içinde bulunan ya da önemli bir birikime sahip olan güçleridir: Kent yoksulları, memurlar, gençlik ve demokratik kadın hareketleridir. Hiç kuşkusuz ki, gelişecek bir devrimci proleter harekete bağlı olarak bu kesimlerin yedeklenmesi, birçok sebepten dolayı, Kürt ulusal hareketinden önce ve daha çabuk gerçekleştirilebilir bir gelişmedir. Stratejimizin kilit sorununun işçi hareketiyle, Kürt ulusal hareketinin birleşmesi sorunu olduğunu bir an bile unutmadan, bu olası gelişme hattında ilerlemenin bugün için özel bir mahsuru da yoktur. Aksine bu, kentlerdeki devrimci eylemi güçlendirmenin ve bu yolla Kürt ulusal hareketi içinde etki yaratmanın da en hızlı yoludur.” (Kongre Belgeleri, bkz. Strateji ve Taktik bölümüne)

Yıl 1994. Bugün ise 2024. İlke, akıl, ahlak, vicdan sahibi, tarihten eleştirel dersler çıkaran, çıkarmaya çalışan herkes şu soruyu soracaktır: Peki 24 yıl sonra geldiğimiz nokta neresidir? Öncülük iddiamız ve misyonumuz bakımından yukarıdaki perspektifleri ve politik çizgiyi pratikleştirebildik mi? 24 yıllık tarihsel deneyim bizlere neyi göstermektedir? Eleştirel sorgulamaya gerek yok mu? Özeleştiriye gerek yok mu? Var ve bunu ancak komünistler yapabilir ve yapmalıdır fakat tasfiyeci oportünizmden bu beklenemez.

Rojava devrimi üzerinden Batıda bir sıçrama yaparak “ezilenler”in öncüsü, önderi haline gelineceği beklenti ya da propagandaları, objektif değildir. İç, bölgesel, uluslararası politik güç dengelerinin analizine dayanan bir değerlendirme ile bu gerçeği görmek zor değildir. Rojava Devrimi de dahil Kürt ulusal devriminin en büyük açmazı, başta Kuzey Kürdistan olmak üzere, bölgesel çapta halkların desteğini esasen alamamasıdır. Bu olgu, yaşamsal bir kuşatma ve saldırı altında olan Kürt ulusal devriminin hem stratejik hem de taktik zayıflığına yol açmakta ve daha ağır bedeller ödemesine ve potansiyel, dahası ciddi bir yenilgi olasılığına gebe bir tabloyu karşımıza koymaktadır... Ama bu zayıflık aynı zamanda Türkiye devriminin de, Türkiye devrimci ve komünist hareketinin de zayıflığıdır. Kan kaybetmeyi güvence altına alan zaaflı, tutarsız, istikrarsız, yalpalayan, yönü belirsiz ilke ve strateji yoksunu, idarei-maslahatçı politikalarla sınıfsal mücadelenin, ulusal ve toplumsal kurtuluş davasının hiçbir temel sorunu çözülemez... “Stratejimizin genişlemesi”yle övünürken, ortada ana komünist stratejiden kopan yönelim örtülenmeye, uzun yıllardır içerisine sürüklenilmiş olan ideolojik, siyasal, örgütsel kriz gerçeği yok sayılmaya; durumun teorisi yapılarak önderlik iddiasında bulunmaya hala devam edilmektedir.

PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan’ın şu değerlendirme ve eleştirilerinin tartıştığımız, eleştirdiğimiz sorun bağlamında ele alınması gerektiği açıktır.

"Kendilerini sol, sosyalist, özgürlükçü tanımlamalarına rağmen toplumdan kopuklar. Bürokratik yapıları, yaklaşımları çok önde. Kürt Özgürlük Hareketi'nin yarattığı hazır kitleye dayanıyorlar, nasıl olsa kitle hazır, çok fazla gerek yok gibi bir havaları var."

 "Öyle olmaz" diyen Kalkan, şöyle devam ediyor: "Bu seçimler gösterdi ki halk içinde çalışılmazsa, kitleler eğitilip örgütlendirilmezse kazanılmıyor. Yani öyle oy çantada keklik değildir. Çok çalışan, kitlelere giden, kitleleri eğitip örgütleyen kazanıyor.”

Kalkan’ın bu eleştirileri birden çok gerçeğin altını çizmektedir.

Bu eleştiriler, bir de Kalkan’ın, PKK’nin dilinden Batıda ikinci bir cephe açma sorununda komünist ve devrimci hareketin ne denli başarısız, güçsüz, sınıftan ve kitlelerden kopuklukla şekillenmiş, kendiliğindenci, idarei-maslahatçı gerçeğini ifade etmektedir. Yurtsever hareket, öyle ,“başarılıyız”, “yine de en iyisi biziz” vs. vb. dar kafalılığı ve burnu büyüklüğüyle yapılan propaganda ve ajitasyonunun büyük bir oranda içinin boş olduğunu zaten görmektedir.Sanal gerçeklik” inşa ederek kendini ve öz kuvvetlerini “eğitip, donatan”ların gerçeklerden büyük bir oranda koptukları açık ve kesindir. Bu duruş ve yönelimlerin sözcülerinin devrim ve sosyalizme, Batıda ikinci cephe açarak birleşik mücadele ve devrimi geliştirmeye “önderlik” etme adına durmaksızın ilan ettikleri “önderiz” vs. sözleri dönüp dönüp devrimci mücadele ve hareketi vuruyor, “ideolojisizleştirme”ye, “politikasızlaştırma”ya, “örgütsüzleştirme”ye hizmet ediyor. Proletarya ve emekçileri örgütsüzlüğe, alternatifsizliğe mahkum ediyor.

"-Faşizm dolu dizgin saldıracak. Esas olarak kendine meşruiyet kazandırmak için hedefi PKK ve Kürtler olacak. Şimdiye kadar olduğu gibi, hatta onu aşan düzeyde önümüzdeki dönemin antifaşist mücadelesi, PKK’nin ve Kürtlerin omuzuna binecek. Bu mücadelenin yükünü PKK ve Kürtler taşıyacak. Faşizm, ezmek için saldıracak fakat buna karşı direnişin de dayanağı, desteği olacak. Bakın, Kürdistan toplumu ayakta, dikkat edilirse herhangi bir gerileme yok.”

İkinci bir cephenin başarıyla geliştirilmemesinin sonucudur bu yükün Kürtlerin omuzlarına yıkılıp kalması. Öyle HDP’de, EÖİ gibi oluşumlarda yer almak ya da yer alıyor olmak, etkisiz, biçimsel varlığı kalmış legal particilik de derde derman olmuyor; ki bu sorun, seçim ve muhasebe kapsamında yazdığımız yazılarımızda da eleştirel olarak ortaya koyulmuştu...

-Bu, düşmanın ideolojik saldırılarını, asimilasyonunu göğüsleyecek, Kürt toplumunu kendi yurtseverlik gerçeği temelinde eğitecek, bilinçlendirecek, örgütlü kılacak bir çalışma yürütmektir. Siyaset de buna dayanır, savaş da. İdeolojik çalışma ve eğitim toplumda olmazsa ne siyaset başarılı olur ne de askerlik. Toplumdan kopuk siyaset, askeri çalışma olmaz. Bizim de en çok değerlendirmemiz, ders çıkartmamız gereken bir yan da bu oluyor. Bizde fazla dar askeri ve siyasi yaklaşım var. Siyasi ve askeri mücadelenin temelinin ideolojik mücadele olduğunu, eğitilmiş ve örgütlendirilmiş topluma dayandığını, siyasi ve askeri mücadelenin böyle bir toplum temelinde yürütüldüğünü görmüyoruz, görmek istemiyoruz. Toplumdan kopuk duruyoruz. Öyle bir toplumsal çalışmaya girmiyoruz. Dolayısıyla siyasetimiz üst siyaset oluyor, savaşımız bir öncü savaşı, dağ ile sınırlanmış gerillanın savaşı olarak kalıyor. Bu durum bizi çok fazla daraltıyor. 

Kesinlikle böyle bir duruma düşmemek lazım. Buna hazırlıklı olmalıyız, bu mücadeleyi sadece askeri boyutla da sınırlandırmamalıyız, siyasi-askeri, esas olarak da ideolojik, tüm boyutlarda çok yönlü yürütebilmeliyiz. Bunun için de hazırlıklarımız olmalı.”

Aslında bu perspektif ve uyarı, eleştiri, yukarıda eleştirdiğimiz dar kafalı, idare-i maslahatçı yaklaşımı, politik çizgi ve pratiği daha ziyade üstü kapalı savunan, “ezilenlerin öncü feda bölüğü”nü bu “sol” oportünist öncü savaş çizgisine de sürüklemek hevesi ile isteyen aydın ve yarı-aydın umutsuzluğundan kaynaklanan birey ve eğilimlerin varlığına karşı güçlü bir uyaran olarak da görmeliyiz. Sağcılığın kolayca “sol”culuğa dönüşebildiğini, “sol” oportünizmin keskin devrimci lafazanlığın ve maneviyatçılığın ardına gizlenmiş sağcılık olduğu, tasfiyeci oportünizm duruma göre davranma karakteri taşıdığı gerçeği hiçbir zaman unutulmamalıdır... İlkelerden, program ve stratejiden büyük bir oranda kopulduğu koşullarda, eleştiri ve özeleştirinin içeriğinin boşaltıldığı, tek yanlı hegemonya kurmanın ve manipülasyonun tasfiyeci silahına çevrildiği bir dönemde bu “hatırlatma”nın gereksiz olmadığını ve olmayacağını düşünüyoruz.

Diğer yazılarımızda da belirtmiştik; coğrafyamızda faşist diktatörlüğün “kontrol edilebilir sol hareket” politikasını yıkıp geçmeyi başaran tek örnek PKK’dir. Yurtsever hareket önderlik ettiği ulusal devrimin gücüyle, bölgesel çapta yayılmasıyla, özelde de Rojava devriminin başarısıyla kendini uluslararası platformda da gündemleştirmeyi başarmıştır. Ve bu süreç, çok ağır bedellerle, ileri atılımlar ve gerilemelerle, ağır risklerle, göreli yenilgiler ve yeniden atılımlarla şekillenmiş bir süreç olarak gerçekleşmiş ve gelişmektedir. Türkiye işçi sınıfının, Türk halkının Kürt ulusal davasına sahip çıkamaması, şovenizmle, milliyetçilikle, dincilikle ağır bir şekilde zehirlenmiş olması keskin bir olgu ve bu duvarı yıkma iddiasıyla misyonunu açıklayan devrimci ve komünist hareket de rolünü oynamada başarısız kalmıştır... Zaten bugüne kadar geliş tarzı ve politik pratiği ile dibe vurmuş komünist ve devrimci hareketin, proletarya ve halkların birleşik harekatına ve devrimine öncülük falan yapması olanaklı değildir; Rojava’da olmak bir devrimci ve enternasyonalist duyarlılık ve kazanım olsa da, nesnel olarak, temelde Türkiye’deki devrimci görevlerden de uzaklaşmanın (ikamecilik) kolaycılığını da kendi içerisinde taşıyarak biçimlenmiştir. Bu bağlamda, Türkiye’de devrimci yaşamı politik ve örgütsel olarak sürdüremez hale gelme, daralma, gettolaşma, illegal temelin kaybı, legalleşme ile Rojava yönelimi arasında da diyalektik bir bağ var. Bunu unutturmak için sarfedilen çaba ayaklardaki prangaları güçlendirmektedir. Kürt sorunu ve Rojava devrimi gerçeğinde bütünsel bir tutarlıktan yoksun olmakla birlikte geliştirilen değerli devrimci duyarlılık ve pratik Türkiye devrimci hareketinin içsel, yapısal zaafları ve güncel işlevleri bakımından da başarısız gerçeği ile birlikte ele alınmadığı, tek yanlı ajitasyonla gölgelendiği zaman kendini eleştirel aşmak olanaklı olmayacaktır ve olmamaktadır. Sorunlar bütünsellik içerisinde ele alınarak eleştirel değerlendirilmeli ve dersleri çıkarılarak niteliksel güçlenme başarılmalıdır. Bu yöntem, bakış açısı, perspektif yitirilmemeli. Bu bağlamdaki zafiyet kendi gerçeğini eleştirel değerlendirmek ve aşmak bakımından kendiliğindencilikle belirlenen prangalara mahkumiyeti koşullamaktadır. Devrimci ve komünist öncülük iddiası ile öne çıkan çok sayıda yapının ağır siyasal koşulları göğüsleyememesinin açık ifadesi olan öncelikle de önde gelen kadrolarının Avrupa merkezli ürkütücü mültecileşmesi (devrimcilik kaybıyla, tasfiyecilikle) şekillenerek gelişmesi, niteliksel yıkım ve gerilemenin ürünü olarak dikkat çekmektedir. Rojava gerçeğine gelirsek sorunun bir yanı, devrimcilikte direnme, devrimcilik üretme çabası, bir devrime, devrimimize katılma, öte yanında ise ağır siyasal koşullara karşı tutunamamanın gerçeği var. Bu çelişki, diyalektik bir çelişkidir ve pozitivist, idealist ve devrimci romantik hamaset ve manipülasyonla da örtülemiyor, örtülemez. Vurgulamak isteriz, ödenen devrimci bedelleri gerekçe göstererek, arkasına geçerek eleştirel değerlendirmelerin önünü kesmekte, manipülasyon yapmakta ise devrimci olan hiçbir şey yoktur. Dolayısıyla tablonun bütününü görerek ve kavrayarak bu meseleyi değerlendirmek gerekiyor. Bedelse bedelin dik alasını PKK önderliğindeki ulusal hareket ödüyor. Ve o savaşımın önderi olan parti sayısız defa bas bas haykırarak Türkiye devrimci ve komünist hareketine diyor ki, etkisizsin, işçi ve emekçilerden kopuksun, kolaycısın, faşizme karşı mücadeleyi geliştiremiyorsun, gerçeğinin farkında değilsin, Kürt hareketinin gücüne tutunarak, kendini öncüleştiremeyerek suç işliyorsun, kendini aş... Yani Duran Kalkan yukarıdaki sözleri, ağır eleştirileri boşuna söylemiyor.

Gerçeğe gözleri kapatmak, eleştirel değerlendirmeleri şeytanlaştırmak ideolojik geriliğin, tasfiyeciliğin ürünüdür. Türkiye’de ve Kuzey Kürdistan’daki (Avrupa’yı da ekleyelim) aşırı gerileme, Rojava’daki varlık ve mücadele gücü ile aşılamaz, öz deneyimler de bunu kanıtlamıştır.

Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da işçi sınıfı hareketine dayanan gerçek bir politik güç olmadan Rojava devriminde yer almakla Türkiye devrimine önderlik yapmak, bölgesel devrime örnek olacak bir politika ve politik gücü açığa çıkarmak olanaklı değildir.

Rojava devrimine katılarak, Türkiye’de ve Kuzey Kürdistan’da sıçrama yaparak devrime önderlik yapabileceğini düşünen, beklentiler yaratan bir politika ve önderlik pratiği sadece kendi politik iflasını yansıtır, o kadar. Açıkça ifade edilsin ya da edilmesin bu yönelim ve beklenti gerçekçi değildir.

Sömürgeci faşist diktatörlüğün Rojava’da yenilgisiyle Türkiye devriminin patlama yapabileceği, faşizmin yıkılabileceği beklentileri de aynı şekilde gerçekçi değildir. 1982 yılında patlak veren İngiltere-Arjantin Falkland Adaları savaşında Arjantin yenilince Arjantin’deki askeri faşist cunta yıkılmıştı; veya 20 Temmuz 1974, Bülent Ecevit liderliğindeki Türk burjuva devletinin Kıbrıs işgali -“Türkiye Barış Harekatı”- ile askeri olarak yenilgiye uğrayan Yunanistan askeri faşist cuntasını yıkılmıştı; veya Çarlık Rusya’sının Rus-Japon savaşında yenilgisinin 1905 devrimini tetiklemesi gibi tarihsel deneyimleri ve başka örnekleri hatırlayarak bu beklentilere kapılmak gerçekçi değildir. Olası daha geniş dış müdahale ve işgallerle patlak verebilecek savaşlar olabilir, bunun sonucu (örnek verdiğimiz ülkelerde olduğu gibi azçok elverişli iç dinamiklerle birleşen) bir dış yenilgi Türkiye’de faşist diktatörlüğün yıkılmasının önünü açabilir ama iç, bölgesel, küresel alandaki gerçekleri dikkate alırsak, dinci sömürgeci faşist diktatörlüğün Rojava yenilgisinin Türkiye’de faşizmin yıkılışını sağlayacağı vb. beklentileri aşırı abartılı beklentilerdir.

Kürt ulusal demokratik hareketinin ve ulusal devrimin olduğu gibi, bu hareketin bir parçası olan Rojava’nın en büyük dezavantajlarının belki de en başında gelen sorun Türk ulusundan işçi sınıfının ve halkının desteğini, dayanışmasını alamaması, dahası birleşik mücadele hattında savaşın geliştirememesidir... Bu görevi üstlenmesi gereken Türkiye devrimci ve komünist hareketi ise, etkisiz bir güç durumundadır.

Tekrarlıyoruz; bu görevin başlıca çözüm yeri Rojava değil, Türkiye’dir. Rojava devrimi tersinden devrimci harekete yaptığı nesnel katkıyı yapmıştır, yapacaktır, orada savaşa katılmak değerli olmakla birlikte ana sorunumuzun çözümü değildir. PKK’nin de en büyük beklentisi, talebi Türk işçi ve halkının desteğini kazanmaktır, “Türk solu”ndan en büyük talebi de budur ve bu düşüncesinin altını uzun yıllardan beri bas bas bağırarak çizmektedir...

Konu babında en büyük sınav yeri Türkiye’dir; bu görevlerini yapmayıp, bu görevlerin gereğini devrimci ve komünist çizgide başarmaya yoğunlaşmayıp, bu gerçekleri gözden yitiren bir politik önderlik iddiası yönsüzlüğün, yön kaybının açık bir kanıtıdır.

Eğer gerçekten birleşik bir devrime inanılıyorsa, eğer gerçekten Kürdistan devriminin başarısı için en doğru, en güçlü, geliştirici katkı yapılmak isteniyorsa, niyet beyanı değil de nesnel gerçeklikte karşılığını bulacak bir devrimcilikle sürece müdahil olunmak isteniyorsa, komünist hareketin Birlik Devrimi Belgeleri’nde ortaya koyduğu, Batıda merkezinde işçi sınıfı hareketinin durduğu devrimci bir halk hareketi geliştirerek Kürt ulusal devrimiyle birlikte savaşmak politikası yaşama geçirilmeliydi ve geçirilmelidir; ancak ne yazık ki bu politika tasfiye edildi. İlke, istikrar yoksunu, nerede hareket orada bereket diyen, adeta nereye gideceği, yönü belli olmayan, şekilsizleşmiş, yönünü kaybetmiş, kendi yenilgisinin altında kalan, nesnel olarak zor olandan kaçışın ifadesi olan kolay ve kolaycı yollardan “politik güç” haline gelme dar kafalılığı (küçük esnaf kafası) ve pragmatizmiyle, “reel politiker” ilkellik egemen hale gelerek komünist teori ve pratiği yolundan çıkardı; bu durum oportünizmin ve tasfiyeciliğin yıkımıyla gerçekleşti. Bir kere pusula yitirilmesin, nerelere savrulacağı belli olmuyor...

Durumun teorisini yapmak, özeleştiri görevinden de kaçısın ve böylece, geçtik sınıfı, Kürt ulusal devrimi ile Türk ulusundan “ezilenler”in savaşçı birliğini kurma ve geliştirme görevinden de kaçışın ifadesidir. İşine geldiği yerde dönüp geçmişin doğrularının biçimsel olarak “siyasal analiz”e, propaganda ajitasyona yedirerek konuşmak ve yazmak ise, tipik bir oportünizm, bir politikaya ve tarza dönüştürülmüş çifte standardı yansıtır sadece ama o kadar.

Hamasete değil, nesnel duruş ve yönelime; olan-bitenin, gelişen eğilimlerin nesnel ve bilimsel olarak sınıfsal içeriğine bakmalıyız. Duygulara seslenen romantik propaganda ve ajitasyona değil, gerçeklerin bilimsel analizine dayanan ideolojik-siyasal perspektif ve duruşa dayanalım...

* Birlik Devrimi’yle 1994 yılında kuruluşunu ilan eden MLKP Kongre Belgeleri PDF olarak “Hasan Ozan İltemur Makaleler” blogumuzda yer almaktadır.

** Birlik Kongresi Belgeleri eksiksiz, hatasız olmaktan uzak değildir; dahası Türkiye ve Kürdistan’da, bölgesel ve küresel arenada pek çok gelişme yaşandı, yeni deneyimler ortaya çıktı. Fakat belgeler komünist hareketin temel sorunlarını ve çözümlerini güçlü ve bütünsel bir tarzda ortaya koydu...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder