Translate

26 Ocak 2025 Pazar

ÖCALAN’IN 2013 TARİHLİ İMRALI HEYETİ İLE YAPTIĞI GÖRÜŞMELERDEN...

 

ÖCALAN’IN 2013 TARİHLİ İMRALI HEYETİ İLE YAPTIĞI GÖRÜŞMELERDEN...

Herhangi bir yorum yapmadan 2013 yılı içerisinde Öcalan’ın İmralı Heyeti ile yaptığı görüşmeleri aktaran Mezopotamya Ajansı’nda yayınlanmış bir yazıyı yayınlıyoruz. 2025 yılındayız. Aradan 12 yıl geçti. İmralı ile görüşmeler yeniden başlamış durumda. Bu durumu dikkate alarak o günlerde Öcalan’ın bazı önemli değerlendirmelerini ve duruşunu aktaran yazıyı, hafızalarımızı canlandırmaya hizmet edeceği için yayınlıyoruz.

Öcalan’dan yapılan aktarmalar, 3 Ocak 2013, 18 Mart 2013, 3 Nisan 2013, 24 Haziran 2013, 17 Ağustos 2013, 14 Ekim 2013, 9 Kasım 2013 tarihlerinde İmralı Heyeti ile yapılan görüşmelerden alınmıştır.

Mezopotamya Ajansı

Abdullah Öcalan: Arabayı atın önüne koymayın, önce ‘Demokratik Türkiye’ olmalı.

  • 09:06 24 Ocak 2025

HABER MERKEZİ - AKP iktidarının “tasfiye” dayatmalarına yıllar önce yanıt veren PKK Lideri Abdullah Öcalan, silahlı çatışmaya son vermenin sıkı sıkıya yasal demokratik mücadeleye sarılmayla mümkün olduğunun altını çizerek, “Arabayı atın önüne koymayın diyorum. Önce demokratik Türkiye olmalı” dedi. 

Küresel Özgürlük Hamlesi’nin İmralı’nın 43 ay boyunca kapalı olan kapılarında gedik açmasıyla, 23 Ekim 2024’te aile görüşmesi, ardından 28 Aralık 2024’te DEM Partili Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan’ın yer aldığı İmralı Heyeti ile bir görüşme gerçekleşti. İmralı Heyeti, Abdullah Öcalan’ın önerisi üzerine Meclis’te temsiliyeti bulunan siyasi partileri ziyaretlerin ardından 22 Ocak’ta İmralı Adası’nda ikinci görüşmeyi gerçekleştirdi. 

İmralı’daki gerçekleşen ikinci görüşmeden AKP iktidarının beklentisi “tasfiye” yönündeki çağrıydı, demokratik çözümden yana olan kesimlerin de atılacak adımlara dair “Yol Haritası” idi. Ancak 22 Ocak tarihli toplantının ardından İmralı Heyeti’nden böylesi bir açıklama gelmedi. "Sayın Öcalan’ın sürece ilişkin çalışmaları devam etmektedir. Bu konudaki hazırlıkları tamamlandıktan sonra kamuoyuna gerekli açıklamalar yapılacaktır" ifadelerine yer verildi.  

AKP’NİN ‘TASFİYE’ BEKLENTİSİ! 

Ancak Abdullah Öcalan, AKP’nin “tasfiye” yönündeki beklentilerine dair yıllar önce kapsamlı değerlendirmeler ve ciddi uyarılar yapmıştı. 3 Ocak 2013 tarihinde İmralı Heyeti ile yaptığı ilk görüşmede, “KCK operasyonu ve bombardıman devam ederken, bir mektup yazmam söz konusu olmaz” diyen Abdullah Öcalan, “silahların bırakılması” tartışmalarına da şu sözlerle yanıt verdi: “İlkede silahlı mücadeleye son vermeye karşı değilim. Ama yerine ne koyacağız? Parlamento rol almayacaksa, yasal ve anayasal düzenlemeler yapılmayacaksa, nasıl barış koşulları yaratılabilir?” 

ANAYASAL İFADENİN ÖNEMİ 

Aynı görüşmede Türk-Kürt barışının önemine vurgu yapan Abdullah Öcalan, “Bu iki toplumun ilişkilerini dinamitlemişler, zehirlemişler. Bunu nasıl aşabiliriz, bunun üzerinde çalışacağız. Bir halkın ulusal onuru ile oynanacak, halk buna tepkisiz kalacak! Öfkeliyim. Ulus-devletçi değilim. Katliamların temel nedeni budur. Ulus-devlet özgürlük değil, kölelik demektir. Biz Kürtleri demokratik bir ünite haline getirmek istiyoruz. Türkiye Anayasası’nda ve yasalarda bu olmadan barış olmaz. AKP ‘buna gerek yok’ diyor. Peki, biz nasıl yaşayacağız? 20 milyon insanın yasal ve anayasal ifadesi olmadan biz nasıl yaşayacağız?” diye sordu.

YASAL SÜRECİN EYLEM PLANI 

Anayasal ve yasal sürecin “Eylem Planı”nı ortaya koyan Abdullah Öcalan, “Kürt Reform Tasarısı güncelleştirilmeli. Vatandaşlık tanımı için şöyle öneriyorum: Anayasamız bütün tarihsel kültürleri Türkiye’nin bir zenginliği olarak kabul eder, kendisini geliştirme, özgürce ifade etme ve örgütleme hakkını tanır. İspanya Anayasası’nda da böyledir. Bu tanım vatandaşlık sorununu da diğer birtakım sorunları da çözer. Benim sunduğum gibi bir tanım birçok sorunu da çözer. Dil eğitimini tartışmıyorum bile. Yasama hakkı, ekonomik özerkliği olacak. Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ndaki çekinceler kaldırılacak” önerilerinde bulundu. 

EYLEM PLANI: ÜÇ KELİME YETER 

Abdullah Öcalan, Kürt varlığını inkar etmenin Türk varlığını da inkar etmek olduğuna işaret ederek, sunduğu Eylem Planı’nın normalleşme sürecine dair Anayasa’da düzenlemenin olması gerektiğinin altını çizdi ve “Üç kelime yeter: Yurttaşlık, devlet bağıdır” dedi. 

İMRALI HEYETİ’NİN ROLÜ 

PKK Lideri, İmralı Heyeti’nin bu süreçteki rolünün önemine vurgu yaptığı 18 Mart 2013 tarihli görüşmede, “Bütün bu anayasal-yasal boyut, yani parlamento boyutu sizin işinizdir. AKP’nin de CHP’nin de bütün bunları kendi içinde tartışması lazım. Sizin de onlarla görüşüp tartışmanız gerekir. Bu iş öncelikle parlamentonun bir karar almasıyla başlar. Bu bir tezkere mi olur, karar mı olur, onu bilemem artık. Komisyonların kurulması gerekecek. Bunlardan birincisi parlamenterlerden oluşan bir komisyondur, diğeri ise toplum adına Akil İnsanlardan oluşur. Parlamento karar almadan nasıl olacak?” diye sordu. 

ÇATIŞMAYA SON VERMENİN ŞARTLARI! 

Abdullah Öcalan, silahlı çatışmaya son vermenin sıkı sıkıya yasal demokratik mücadeleye sarılmayla mümkün olduğunun altını çizerek, 3 Nisan 2013 tarihli görüşmede şunları söyledi: “Bu yasa çıktı çıkmadı tartışması da mesele değil. Bunların hepsi sadece demokratik siyaset aşamasının birer parçasıdır. Anayasal çoğunluk (330) ile Meclis bir çağrı yapabilir sanırım. (Biraz kızarak) Beni şaşırtmayın. Tarihi çatışma sürecini sona erdirdik dediysem, barış oldu demiyorum, legal siyasete evrensel bağlılıktan ve mücadeleden söz ediyorum. Hiçbir şeyden vazgeçmedim. Ben sadece Demokratik Türkiye olmadan bunların hiçbiri olmaz, zamanı da değil, arabayı atın önüne koymayın diyorum. Önce demokratik Türkiye olmalı.

İKTİDARIN YAKLAŞIMI: FELAKET GETİRİR

PKK Lideri, 2013 ile 2015 yılları arasında da iktidarın ve medyasının bugün olduğu gibi “silahların gömülmesi” söylemlerine dair 24 Haziran 2013 tarihli görüşmede şu değerlendirmede bulundu: “İşte bu yaklaşım felaket getirir. Bizim milyonlarca sempatizanımız var sınırların içinde. Çekilme son kişi kalıncaya kadar devam eder dersen, kendini kandırırsın sadece.” 

YÜZYILLIK SORUNUNUN ÇÖZÜMÜ

Abdullah Öcalan, aynı görüşmede “Yüz yıllık sorunu çözmek kolay mı?” diyerek, yasal düzenlemelerin önemi üzerinde durdu ve şu uyarılarda bulundu: “Gerekirse 50 yasa çıkaracaklar. Yasallık niye yanlış olsun. Bilmem PKK yasadan yararlanıp meşrulaşır deniliyor; evet, tabii ki öyle olacak. Amacımız bu yasadışılığı bitirmek değil midir? Bizi herhalde çocuk yerine koyuyorlar. Böyle yürümez, kör dövüş devam eder, yazık olur. Anlamıyorlar bunlar. Özal ve Erbakan bana ‘Her türlü yasal tedbire hazırız’ dediler. Bu AKP niye bu kadar diretiyor. Siz de geçmişi AKP’ye anlatın biraz. Geçmişten beri devlet bize yasallık için söz veriyordu. Ama yasa olmaz diyorlarsa, aldatmaca vardır.” 

KÜRTLER EN GÜÇLÜ DÖNEMİNİ YAŞIYOR’

PKK Lideri Abdullah Öcalan, 17 Ağustos 2013 tarihli görüşmede AKP iktidarının “paralel devletin tasfiye önerilerine” kandığını ve Kürtlerin çaresiz olduğuna inandığını, ancak Kürtlerin en güçlü dönemini yaşadığını belirtti. Abdullah Öcalan, “Kendimizi asla tasfiye etmeyeceğiz” vurgusu yaparak, “Ya stratejik çözeceğiz ya da oyalamayı bırakacağız. Her çatışmanın bir barışı vardır. İstiklal Savaşı iki yıl sürdü, şahadetleri de bundan azdır. Aşiret kavgası değil bu. Kaldı ki onda bile bir ‘barış antlaşması’ olur. Biz buna ‘İmralı barışı’ ya da ‘tarihi Kürt-Türk ittifakı’ diyelim. Mesele PKK meselesi değil, yüz yıllık çatışmayı sonlandırıyoruz. Tek çatı altında çözüm bulup bitiriyoruz. ‘Apo-PKK meşrulaşacak’ diye bundan kaçarsanız, devlete de en büyük kötülüğü yapmış olursunuz. Paralel devlet devreye girip bozuyor. Devleti mahvedip savaş potansiyelini ortaya çıkarıyor. PKK içeride ve dışarıda tarihin en büyük savaş potansiyeline sahiptir. Bu bir tehdit değil, işin doğası gereğidir. Anlamlı barış yasal ve anayasal (Bu konuda acele etmiyorum) değişimle olur. Ama basit bir seçim barajına, eğitim meselesine bile kapı aralanmıyorsa, tasfiye peşindedir. Karakollar, HES’ler, korucular gibi basit şeylerin peşindeysen niyetin karanlıktır” uyarılarında bulundu.

YASAL HAZIRLIK, SİYASİ ZEMİN YOK!

Meşruiyetin yasa olmadan olmayacağının altını çizen Abdullah Öcalan, 14 Ekim 2013 tarihli görüşmede ise şu değerlendirmede bulundu: “Silah bırakılması için projelendirme gerekir. Diyelim ki bir PKK birliği geldi. (Yetkiliye dönerek) Var mı bunun bir hazırlığı? (Heyete dönerek) Birlik geldi, karakola gidemez, vururlar. Mahkemeye gidemez, tutuklarlar. Öcalan bu durumda ne yapsın? Hangi karakol, hangi mahkeme, hangi yasa? Müebbet hapis, cezaevine atma! Tek bir PKK’liyi buna ikna edebilir miyim? Yani yasal hazırlık yok, siyasi zemin yok. PKK’yi tümüyle silahsızlandırmak istesek bile bunun için hazırlık var mı? Hükümetin sorumluluğu fazladır.” 

ANTİ-KÜRT İTTİFAKI’NIN SONUÇLARI

PKK Lideri, “Anti-Kürt İttifakı”nın sürdürülmesi durumunda savaşın kaçınılmaz olacağı uyarısı yaptığı 9 Kasım 2013 tarihli görüşmede, “Suriye’de Kürtler olmazsa süper faşist güç oluşur. Bunlar Esat’ı tanımıyor. Ben 20 yıl uğraştım. Aslan sırtında siyaset yaptım. Bunlar Türkiye’yi 50 yıl uğraştırırlar. PYD’yi destekleyerek bunu önleyebilirsiniz. Amerika’yı, İsrail’i, Esat’ı dengelemek budur. Biz büyük bir fedakârlık yapıyoruz. Gladio’nun gölgesi Türkiye’nin üzerinde sallanıyor. Çözümün yasal zemini sağlam döşenmeden ortam komplocu güçlere açıktır. Bunun için yasal zemin olmalıdır. Bunda HDP’nin rolü büyüktür” diye belirtti. 

Abdullah Öcalan, aynı görüşmede dönemin Başbakanı Erdoğan’ın Finlandiya ziyareti sırasında “Heyet burada görüşürken parlamentoda yasalar çıkaracağız” sözlerini üzerinden çözümün yasal zeminine işaret ederek, “Yasal zemine oturmadan hiç kimse güvende olamaz. Süreç güvende olamaz. Çözümün yasal zemini sağlam döşenmeden ortam komplocu güçlere açıktır. Bu yüzden yasal zemin olmalıdır. Yasa çıkarmazsan olmaz. Karakola gitsinler, ebedi mahkûmiyeti mi yesinler? Savcı karşılayamaz, suç işler; hakim yargılayamaz, suç işler. Asker vurur, vurmazsa suç işler. İşte bunlar burada komplo düşündüler. Bu komployu devlet de görmedi. Komployu ben gördüm ve müdahale ettim” şeklinde konuştu.

MA / Özgür Paksoy



11 Ocak 2025 Cumartesi

“GARİP ÇÖZÜM SÜRECİ” ÜZERİNE

 


GARİP ÇÖZÜM SÜRECİ” ÜZERİNE




I

20 Ekim 2024 tarihinde blogumuzda yayınladığımız BAHÇELİ’NİN EL SIKIŞMASI VE ‘YENİ ÇÖZÜM SÜRECİ’ “ başlıklı yazımızda başlatılmak istenen ya da başlamış gibi görünen “yeni süreç” ile ilgili ilk değerlendirmelerimizi ihtiyatlı bir şekilde yapmıştık. İlgili yazımızda olayın perde gerisinin henüz aydınlanmadığını, yaygın bir beklenti ve kafa karışıklığı vb. yaşandığına dikkat çekmiştik. Orada yaptığımız değerlendirmelere yeniden geri dönmeyeceğiz. Bu yazımızda kısaca bazı olgulara dikkat çekmekle yetineceğiz. Yeni süreç bugün de aydınlanmış değil. Her türlü yorum ortalıkta cirit atıyor. Halklar, devrimci kamuoyu perde gerisinde ne olup bittiğinden habersiz. Ortaya çıkmaya başlayan bazı veriler ise (DEM’in İmralı görüşmesi, ardından burjuva partilerle başlayan görüşmeler) somut bir değerlendirme yapmak için henüz oldukça yetersiz. “Kulis bilgileri”nin temel alınamayacağı da açık. Devletin, özel harp aygıtının, Sarayın, burjuva partilerin, ABD’nin bildiği şeyi halkların da bir an önce öğrenme hakkı vardır. “Görüşmelerin selameti” gibi bir gerekçenin de arkasına sığınılamaz. Eğer başlayan bir süreç varsa bu süreci sabote edecek olan halklar değil, bilakis Saraydır, bağlaşıklarıdır, burjuva partilerdir; onların bildiği şeyi ilerici kamuoyu da bilmek zorundadır. Aradan birkaç ay geçti. Kapalı kapılar arkasında olan-biten ya da pişirilen her ne ise yurtsever hareket tarafından tutarlı bir açıklamayla kamuoyuna duyurulmalıdır. GOP/BOP’da İkinci İsrail olan TC ve ana yöneticilerinin zehirli ve provokatif manipülasyon ve demagojilerini açığa çıkararak barış ve demokrasi taleplerini güçlendirmek, halkların birlik ve dayanışmasını geliştirmek için en azından asgari açıklamaların acilen yapılması gerekmektedir. Geçen sürecin verileri gerekli açıklamaların yapılmamasının devlete, Saraya ve temsilcilerine yaradığını, halkların ve yurtsever hareketin aleyhine olduğunu, ilerici, devrimci kamuoyunun harekete geçilemediğini çıplak bir tarzda göstermektedir.

II

Sömürgeci faşist diktatörlüğün gerek Türkiye’de gerek Güney Kürdistan’da (özelde Kandil bölgesinde) ve gerekse de Rojava’daki saldırıları tempo yitirmeksizin sürmektedir. Bahçeli’nin “uzattığı el”, İmralı’yla görüşme, DEM’in burjuva partilerle sürmekte olan görüşme trafiği Saray diktatörlüğünün topyekün saldırısını zayıflatmak bir yana, ivmelemeye devam etmektedir. Son olarak Mersin Akdeniz Belediyesi’nin eş başkanlarının göz altına alınmasını geçerken hatırlatalım sadece. Sömürgeci faşist diktatörlük, ele başı Erdoğan her fırsatta küstahça bir dil ve saldırganlıkla Kürt ulusunu, Kürt halkını, ulusal devrimci mücadeleyi, PKK’yi, PYD’yi, QSD’yi, YPG’yi, Kürt ulusal kurtuluş savaşının önderi Öcalan’ı aşağılamaya devam etmektedir. Elinde faşist terör sopasını tutan ve gaddarca sallayan TC devleti ve dinci, mezhepçi faşist Saray iktidarının diğer yandan şirazesinden çıkmış provokatif ajitasyonu göz çıkarıyor. Tipik bir özel harp çizgisiyle, psikolojik savaşla, dezenformasyonla, topyekün savaşla karşı karşıyayız. Cellat iş başında papaz da celladı kutsamaya devam etmektedir. Bu duruş öyle “Saray barışçıl çözüme gidiyor, barışçıl çözüm öncesi bu saldırılar olur, oluyor” vs. gibi bir hafiflikle izah edilemez.

Evet, binbir yorumun eşlik ettiği “Yeni süreç”ten bahsediliyor. Bu süreç her ne ise, perde gerisi henüz aydınlanmış değil. Şimdilik görünen ve gerçek olan şu: Başta Rojava olmak üzere Kürt kazanımları yok edilmek isteniyor. Kürt ulusal hareketini parçalamak için binbir entrika örgütleniyor. Kürt ulusal hareketi içerisinde gerici milliyetçi eğilimler kışkırtılıyor. Egemen ulusun sosyal şöven (sosyalizm maskeli) çevreleri, Kemalist çevreler, “ulusalcılar”, Ergenokoncu kuvvetler Kürt devrimci hareketini sözde “emperyalizmin işbirlikçisi” olmakla, “Saray rejimini korumakla”, “Erdoğan’ı kurtarmakla” vb. itham ediyor. Erdoğan rejimini eleştirir görünen yaygın bir çevre esas darbeyi Kürt ulusal mücadelesine, Ortadoğu çapında başta Rojava olmak üzere Kürt devrimci kazanımlarına yöneltiyor... Kürt hareketinin Suriye’de, Şengal’de IŞİD’i yendiği dönemde övgüler dizen geniş bir çevre şimdi “bölücülük tehdidi” adına Rojava devrimine ve Kürt özerkliğine lanetler yağdırıyor. Saray iktidarı “Kahrolsun emperyalizm!”, “Kahrolsun terörizm!”, “Kahrolsun bölücülük!” vs. diye haykırıyor; Kemalist, laikçi, seküler aydınlar, “kanaat önderleri” de hemen Erdoğan’ın arkasına sıralanıp aynı sloganları birlikte haykırıyor. Öte yandan Erdoğan karşıtlığıyla, şeriat korkusuyla yaşayan geniş bir kesim “İmralı-Öcalan-DEM-Kandil Erdoğan’ı kurtarmak istiyor” ajitasyonuna kolayca yenik düşüyor. Oysa Erdoğan CHP sayesinde iktidarda kalmaya devam etti. Üstelik her zaman Saray iktidarına en büyük darbeleri indiren başlıca güç PKK, Kürt halkı olduğu halde bu suçlamalar ısrarla tekrarlandı! “Yeni sürecin” ne menem bir şey olduğunun henüz aydınlanmamış olması ya da perde arkasında olan-bitenle birlikte açığa çıkmamış olması, belirsiz, şekilsiz, çelişkili, hiçbir biçimde güven vermeyen gerçeğinden dolayı Kürtlere ve Kürt yurtsever hareketine karşı yaygın ön yargıları kışkırtırken yanı sıra ek yeni ön yargıları beslemektedir. Bu gerçeği de görmek gerekir. DEM’in aracılığıyla duyurulan Öcalan’ın yedi maddede özetlediği açıklama ise henüz bu ön yargıları kıracak elverişli ortamı yaratmadı. “Eski yöntemlerle” gitmeyen ve gitmeyeceği söylenen yeni sürecin henüz aydınlanmadığı açıktır.

Şimdilik “Kürt sorununun demokratik çözümü ve Türkiye'nin demokratikleşmesi”nden bahsetmek olanaklı değil.

III

Gecikmiş bir ulusal sorun olarak Kürt sorunu çözümünü her geçen gün daha fazla dayatmaktadır. Bölgesel çapta bir ulusal sorun olan Kürt sorunu çoktan uluslararasılaşmış durumda. Emperyalist ve bölgesel gerici güçler, İsrail, burjuva devletler kendi çıkarları temelinde Kürt sorununu kullanmaya çalışıyor...

Sarayın ve Bahçeli gibi müttefiklerinin siyasal hedefleri, oyun planı ne olursa olsun Kürt sorununun “demokratik barışçıl çözümü” talebini sahiplenmek, bu talebi sömürgeci faşist diktatörlüğe karşı devrimci mücadeleyi geliştirmenin fırsatı ve aracı olarak değerlendirmektir. Kirli oyunları ve planları bozacak, “daha otoriter” bir iktidarın kurulmasını, Erdoğan’ın ömür boyu başkanlığını önleyecek tek yol, bu yoldur.

Yapılacak şey, AKP-MHP-Ergenokon ittifakına dayanan diktatörlüğü, ırkçı-mezhepçi-soykırımcı Saray rejimini yıkmayı hedefleyecek eksende proletarya ve halklar ile sermaye diktatörlüğü arasındaki çelişkiyi derinleştirerek, ekmek, özgürlük, Kürtlerin tam ulusal eşitlik ve özgürlük taleplerini birleştiren, kitlelerin büyümeye devam eden siyasal ve toplumsal öfke ve mücadelesini kapsamlı bir mücadele hattında birleşik tarzda geliştirmektir. “Türke” karşı kurulan bir tuzak mı var, Kürde karşı kurulan bir tuzak mı var, o halde buyrun sömürgeci faşist diktatörlüğün ve elebaşı Erdoğan’ın, Saray rejiminin planlarını, tuzaklarını hep birlikte bozmak için iş başına! Hem bunu yapmayacak hem Kürt ulusal mücadelesiyle birlikte savaşı geliştirme duruşu içerisinde olmayacak hem de Kürt ulusal mücadelesini mahkum ederek Saray diktatörlüğünü yıkma mücadelesini veremezsin. Açık ki, Kürt hareketini “Erdoğan’ı kurtarmak”la, “ömür boyu başkanlığına güvence sağlamak”la vb. itham edenler çürük bir dala tutunmaktadırlar. Kürdü yalnız bırakırsan doğal olarak meydan emperyalizme, İslamcı faşizme, Erdoğan’a kalır ve Kürd etrafındaki yıkım ve katliamlar, tecrit politikası nedeniyle “Türk” de ağır yıkımlara uğrar, zehirlenmeye devam eder.

Samimiyet” testi mi yapılacak buyrun meydan burada. Sahte bir emperyalizm karşıtlığıyla, sözde demokrasi lafazanlığıyla demagoji ve manipülasyon yaparak Türk işçi sınıfının da, halkının da çıkarlarını savunamazsınız. Bunu yapanlar, bilinçli ya da bilinçsiz, emperyalizme bağımlı Türkiye’yi, NATO üyesi Türk burjuva devletini ve ordusunu, ABD ve Batılı emperyalistlerin yüklediği görevleri Ortadoğu’da yerine getiren berbat Türk devleti gerçeğini gizlemeye, savunmaya çalışmaktadır. Bu gerçekleri teşhir ederek mücadele etmek yerine Kürt tarihsel gerçeğini ve Kürtlerin her türlü ulusal haklarını yumuşak ya da sert görünen politika ve duruşlarla ret etmek ırkçılıkla, şövenizmle, militarizmle, asimlasyonla belirlenen bir tarihsel kulvarın sözcülüğünü üstlenmek ya da bu kulvara yedeklenmek demektir.

Kürt sorunun olmadığı ancak Kürtlerin bazı sorunlarının olduğu bu sorunların da “demokrasi”yle çözüleceği savunuluyor. “Kürt sorunu yok ancak Kürtlerin bazı sorunları var” demekle zaten daha baştan demokrasi düşmanlığı yapılıyor. Türkiye’de demokrasinin olmamasının en başta gelen nedenlerinden birisi Kürt ulusal sorununun varlığı, Kürt ulusu üzerindeki sömürgeci boyunduruk ve milli zulümdür. Türkiye’de demokrasi-özgürlük mücadelesi kazanılmak isteniyorsa sömürgeci faşizmle hesaplaşmak gerekir. Ulusların ve dillerin eşitliği, Kürt ulusunun ayrılma, ayrı devletini kurma hakkı kayıtsız-şartsız savunulmadan tutarlı bir demokrat bile olunamaz. Sorun bu kadar açık.

Dinci faşist diktatörlüğün, Saray rejiminin Kürt sorununu demokratik ve barışçıl çözmek, demokratik cumhuriyet kurmak gibi bir derdi yoktur. Hitler-Goebbels-IŞİD-HTŞ ruhu ve politikasını temsil eden Teröristan devletinin terörist ele başılarından bunu beklemek abesle iştigal etmek demektir. Başladığı söylenen süreç ya da bazı önemli adımların atıldığı görünen gelişme (halkların birleşik gücüyle “demokratik politik çözüm”e dönüştürülemezse) büyük olasılıkla yerini daha kanlı ve kapsamlı bir saldırı dönemine bırakacak. Bunu önlemek zor ama mümkündür. Süreç Erdoğan’cı Saray iktidarının tüm hesaplarını, tuzaklarını boşa çıkararak etkisizleştirecek tarzda geliştirilebilirse bu kanlı noktalanma önlenebilir. Hesabı, hesapları ne olursa olsun, her fırsatı faşist karşı-devrime karşı mücadeleyi geliştirmenin aracı olarak değerlendirmek gerekir. Başlatılmış olan süreci bu amaçla kullanmak gerekir. Hedef devrimin zaferi olmalıdır ama her şey salt devrimcilerin varlığına bağlı değildir; bir devrime dönüşmese bile, Kürt ulusal sorununun “asgari ölçekte” çözüldüğü, faşist devlet biçiminin yıkıldığı (yerini burjuva demokrasisine bıraktığı) bir politik sıçrama olanaklıdır. Böyle bir gelişme bile başlıca olarak Türk ve Kürt halklarının Saray iktidarına indireceği büyük devrimci darbelerle gerçekleşebilir. Bu bağlamda devlet ve Sarayın politik etki ve yönlendirmesi altında olan ve kalan Türk işçi ve emekçilerinin kazanılmasının yaşamsal önem taşıdığı açıktır...

IV

Kuşkusuz ki devrimci asgari program ve talepleri bakımından barış ve demokratik çözüm talebi dinci faşist diktatörlüğü ve emperyalizme bağımlılık ilişkilerini yıkma hedefiyle birlikte ele alınır. Kürt ulusunun ulusal demokratik talepleriyle sömürülen, ezilen sınıf ve tabakaların, ezilen toplumsal kesimlerin taleplerini birleştiren bir mücadele hattında savaşı geliştirmek zorunludur. Devrimin zaferini getirecek mücadelenin ne zaman ve hangi somut evrelerden geçerek zafere dönüşeceğini bugünden bilemeyiz ama yürünecek yol bellidir... Burada Kürt yurtsever hareketin çizgisinin yukarıda vurguladığımız hedef genişliğine sahip olmadığını, “Demokratik cumhuriyet”, “Demokratik ulus”, “Demokratik konfederalizm” çizgisini temsil ettiğini biliyoruz. Fakat bu ayrım çizgisinin her düzeyde Kürt ulusal mücadelesi ve devrimiyle birlikte savaşma görevini görmezden gelmeye yol açaması gerektiği; eğer açıyorsa, bunun devrimcilik kaybı üreteceğini ve dar kafalı bir devrimcilik türü olacağı ve sosyal şövenizmi temsil edeceğini ve ettiğini vurgulamak isteriz...

Devrimin zaferine dönüşmese bile faşist diktatörlüğün yıkıldığı, Kürtlerin taleplerinin anayasal çerçevede asgari ölçekte karşılandığı (bu talepler Kürt yurtsever hareketi tarafından formüle edilmiştir), burjuva demokratik çerçevede hak ve özgürlüklerin kazanıldığı (burjuva demokrasisi) bir politik sıçrama devrimin zaferine giden yolda önemli bir dönemeç olacaktır. Sömürgeci faşist diktatörlüğün Kürt kazanımlarını tasfiye etme politikası, bunun aracı olarak gündemleştirdiği “el uzatma” manevrasına verilecek yanıt bellidir; Kürtlerin meşru ve haklı taleplerini ve mücadelesini iç ve küresel kamuoyuna mal etmek, yeni mevziler elde etmek, halkların birliği için mücadele etmek...

Türkiye halklarının, Kürt halkının, bölge halklarının karşısında kadir-i mutlak güçler yoktur. Son sözü direnen, savaşan halklar söyler. Gerek Türkiye’de gerekse de Ortadoğu’da savaşan ulusal devrimci demokratik Kürt hareketi öyle ucuz tuzaklara düşecek, asgari talepleri kabul edilmemiş “çözüm”lere teslim olacak bir hareket değildir. Karşımızda deneyimli, savaşkan, Ortadoğu’da güç dengeleri üzerinde önemli derecede etkili olabilen bir Kürt ulusal mücadelesi var ve bu hareket, fiili olarak devrimci mücadeleci gücünü korumaya ve büyütmeye devam etmektedir. Özellikle de Rojava devriminin zaferinden sonra Kürt yurtsever hareketi kendi tarihinin en güçlü dönemindedir. Faşist diktatörlüğün hangi veçheden yola çıkarsa çıksın, “terörist başı” dedikleri Öcalan’a muhtaç hale gelmeleri de bunun ifadesidir. Sömürgeci faşist diktatörlüğe Öcalan dedirten şey, Kürt halkının kahramanca mücadelesi ve devrimci kazanımlarıdır. Ortadoğu’ya emperyalist ve Siyonist müdahalelerin nesnel olarak Kürt mücadelesi bakımından açtığı alan, sunduğu imkanlar ise Kürt hareketinin lehinedir. Bu olgu da dinci faşist Saray iktidarını, “devlet aklı”nı korkutmaya devam edecektir.

Emperyalizm, Siyonizm, gerici bölge devletleri Kürt halkının dostu değildir ve olmayacaktır. Onlar kendi çıkarlarına bakarlar, Kürtler de kendi çıkarları doğrultusunda bu çelişki ve çatışmalardan yararlanacaktır. Rojava devriminin kazanımlarının korunması stratejik hedeftir. Kısmi geri çekilmeler, karşı taktik ataklar, taktik uzlaşmalar, taktik tavizler de bu sürecin birer unsurudur. Önemli olan Kürt direnişinin bağımsızlığını kaybetmeden, yönünü yitirmeden yoluna devam edebilmesidir. Sahada bir dizi emperyalistin varlığı, kendi plan ve stratejilerin gereği manevralar ve Kürt güzellemeleri yapmaları, sahada her cephede ağır bedeller ödeme pahasına devrimci mücadele yürüten Kürtleri “emperyalizmin uzantıları”, “ABD işbirlikçileri” yapmaz. Uzun vadede ne olacağını bugünden bilemeyiz. Sahada “buluşma”lar giderek zaman içinde işbirliği çizgisine de dönüşebilir. Hiçbir akım bu tehlikeden ve tehditten bağışık değildir. Ulusal mücadelelerin ve ulusal devrimlerin deneyi, keza “barışçıl çözümle” sonuçlanan deneyimlerin tarihsel sonuçları böyle bir sonucun imkansız olduğunu göstermediği gibi, söz konusu tehlikeye karşı uyanık olmak gerektiğini göstermektedir. Ama bu tehlike ve tehdit var diye de zorunlu hale gelen taktiksel uzlaşmalardan, taktiksel ittifaklardan, taktiksel geri çekilmelerden, taktiksel manevralardan da uzak durulamaz. Kaldı ki “demokrasi”, “devrim”, “Marksizm” vs. adına hareket eden bir kısım politik eğilimlerin Kürt hareketini yalnız bırakarak sonra da ucuz yoldan Kürt yurtsever hareketini “ihanetle”, “Erdoğan’ı kurtarmakla” vs. damgalaması düpedüz gerici bir tavırdır. Hem yalnız bırak hem suçla! Saçmalık bu. Buyrun sınıf mücadelesi arenası ortada, halkların birleşik mücadelesini başarıyla geliştirerek Kürt mücadelesini de güçlendirerek ortak düşmanlara karşı ortak mücadele yolunda ilerleyelim.

Barış ve demokrasi, özgürlük ve adalet, ulusal eşitlik taleplerinin her cephede mücadelesinin verilmesi gerekir. İlerici olmanın en basit koşuludur bu. Hızla, derinlemesine ve genişlemesine en geniş güçlerin eylem birliği ile, sayısız biçimlerde dört bir tarafta kitlelerin eylem gücünün harekete geçirilmesi, ajitasyon, siyasi teşhir kampanyalarıyla sınıfın ve kitlelerin aydınlatılması yaşamsal ve ivedi bir görevdir. Barış mitingleri, barış anneleri cephesinin genişletilmesi ve eylem gücünün yükseltilmesi; ilerici, devrimci kitle örgütlerinin, sendikaların, aydınların ortak eylemleri, kamuoyu oluşturma çalışmaları; Türk ordusunun Rojava’ya olası doğrudan kara harekatına karşı her yerde ve sınır bölgelerinde nöbetler ve karşı gösteriler gibi görevler günün yakıcı görevleridir. Bu mücadelelerin bölgesel ve küresel çapta örgütlenmesinin büyük önem taşıdığını ise hatırlatmak bile gereksizdir.