NEWROZ SERHİLDANI VE BATIDA PATLAK VEREN ANTİ-FAŞİST KİTLE HAREKETİ
Başta Kürt halkı olmak üzere halkların bayramı Newroz kutlu olsun. NEWROZ PİROZ BE!
Bu yıl da Newroz, güçlü bir Serhildana dönüştü. Newroz kutlamaları alabildiğine yaygın, güçlü ve kitleseldi. Kutlamalar bir hafta öncesinden başladı ve nerdeyse Türkiye’nin her yanına yayıldı. Görkemli Amed Newrozu kutlama ve diriliş bayramının doruk noktası oldu. Newroz kutlamaları dinci faşist iktidarın “Türk Kürt ittifakı”, “iç barış” adına yürürlüğe koyduğu oyun planının “orta yerinde”, Kürt ulusunun ulusal demokratik taleplerinin bayraklaştığı, “Teslimiyete hayır!” kutlamaları oldu. Newroz baş kaldırısı, “Terörsüz Türkiye” demagojisi ile Kürtlere kayıtsız şartsız teslimiyet dayatan dinci faşist iktidara verilen güçlü devrimci bir yanıt oldu. Bu yanıt, Batıda patlak veren anti-faşist kitle hareketi ile buluştu. Bu buluşma, ortaklaşma dinci faşist iktidarın ve başındaki cuntanın asla istemediği şeydir. Batı ve Doğudaki geniş kitlelerin mücadelesinin buluşması ve süreklilik kazanması daima faşizm ve sermayenin en büyük korkusu olageldi; böyle bir buluşma ve gelişme çizgisinin diktatörlüğün sonunu getireceğini en iyi onlar bilmektedir.
Herkesin gözleri önünde Erdoğan’ın kurduğu “oyun planı” işlemeye devam etmektedir. Oyun planı, Erdoğan’ın yeniden ve yeniden seçilmesini, politik rejimin süreklileştirilmesini, Kürt ulusal hareketinin tasfiye edilmesini hedeflemektedir. Fakat böyle bir planın yaşam bulması, iç cephenin tahkim edilmesinden geçmektedir. İç cepheyi tahkim politikası ise faşist “iç barış” politikasına dayanmaktadır. Faşist iç barış ve istikrarı gerçekleştirmenin tek yolu ise faşist devlet terörüdür. İç cephenin sağlamlaştırılmasından, (“barış”, “istikrar”) anlaşılan tek şey, Saray diktatörlüğüne biat ve suskun toplumdur. “Terörsüz Türkiye” propagandasının özü ve özeti de budur. “Böl, parçala, yönet” politikası en berbat biçimlerde yürürlüktedir. “Terörsüz Türkiye” politikası proletarya ve halkları, Kürt ulusal devrimini ve kazanımlarını ezme ve tasfiye politikasıdır.
Saray oyun planını, aynı zamanda burjuva muhalefeti zayıflatma, burjuva muhalefetin ana partisi olan CHP’yi gözden düşürme, parçalama, “şamar oğlanı”na çevirme, etkisiz bir güce dönüştürme operasyonlarıyla birlikte gündemleştirmiştir. 19 Mart’ta İstanbul Belediyesi’ne düzenlenen operasyon, başta Cumhurbaşkanı adaylığı açıklanmış olan İstanbul Belediye Başkanı İmamoğlu olmak üzere 100’ü aşkın kişinin gözaltına alınması söz konusu harekat planının/politikanın ürünüdür. Son seçimlerde birinci parti olarak çıkan CHP’ye kayyım atama, dahası olanaklı olabilirse CHP’yi kapatma da dahil CHP’ye dönük “linç kampanyası” devam edecektir. Dinci faşist cuntanın oyun planının ve saldırılarının en güçlü döneminde değil de en zayıf döneminde yürürlüğe girmiş olması ise politik rejimin en zayıf yanıdır.
İmamoğlu’nun sözde “bağımsız yargı” eliyle gözaltına alınması Saray’ın, Bahçeli ve Erdoğan’ın beklemediği birikmiş anti-faşist öfkenin patlamasına vesile oldu... CHP’ye, İmamoğlu ve çevresine dönük örgütlenen devlet terörü bardağı taşıran son damla oldu. Yeni olmamakla birlikte CHP ve İmamoğlu’na dönük saldırıların “Kent uzlaşısı”nı hedef alması, “bölücü terör”, “terörle işbirliği” gerekçelerinin sürekli gündemde tutulması, dinci faşist cunta ve iktidarın halkları düşmanlaştırma strateji ve taktiklerinin yansımasıdır. Yapılan anti-Kürd, anti-demokratik gerici propagandaya karşın DEM bu saldırılara ve operasyona da karşı çıktı. Keza DEM desteğini açıklayarak gösterilere de katıldı. Böylece DEM ile CHP’yi karşı karşıya getirme planı da şimdilik boşa çıktı. Faşist diktatörlüğün ve başındaki Saray cuntasının “Kent uzlaşısı”nı araçsallaştırmasını basit bir DEM ile CHP’nin karşı karşıya getirilmesi olarak okumak son derece çarpık ve ilkel bir yaklaşım olacaktır. Sorun salt iki partinin çatıştırılması vs. değil, diktatörlük ve cuntanın halklara dönük kurduğu çok katmanlı oyun planı ve saldırılarının bir parçasıdır.
Her zaman Serhildanlar yolunda yürüyen Kürt halkının öfke ve mücadelesinin son günlerde Batıda patlak vermiş ve büyümekte olan anti-faşist kitle hareketi ile bir biçimde buluşmuş olması odağında Saray’ın durduğu dinci faşist diktatörlüğe ve hesaplarına ciddi bir darbe indirdi. Dinci faşist iktidarın Öcalan’a giderek önünü açtığı “süreç”te bu buluşma son derece değerlidir ama bu buluşma ve ortaklaşmanın henüz istikrarlı olmaktan uzak olduğu gerçeğinin de altı çizilmelidir.
Vurgulamak gerekiyor: Tüm tehdit ve saldırganlığa karşın geniş kitleler, gençlik yasakları dinlemedi ve Sarayı, Erdoğan ve Bahçeli’yi öfkeyle ve zevkle çiğneye, çiğneye sokakları doldurdu. Uzun yıllardır üzerine “ölü toprağı serpilmiş” üniversite gençlliğinin kitlesel olarak harekete geçmesi, diktatörlüğün zorbalığıyla çatışa çatışa alanlara çıkması değerli bir gelişmedir. Devrimci hareketin haykırdığı sloganların (Faşizme Karşı Omuz Omuza!”, “Kurtuluş Yok Tek Başına, Ya hep Beraber Ya hiçbirimiz!”, “Susma Sustukça Sıra Sana Gelecek!”...) başta İstanbul olmak üzere kitlesel eylemlerde haykırılır hale gelmesi ve bu eğilimin ülke sathında yükselişi harika bir durumdur. Bu, objektif olarak, devrimci siyasal etkinin geniş kitleler üzerindeki yansımasıdır. Keza Gezi Haziran Ayaklanması’nın toplumsal kolektif bellekte silinmek bir yana, her önemli atılımda canlanarak büyük bir moral kaynağına dönüştüğünü görüyoruz...
Kuşkusuz ki başlamış ve ülke çapında hala gelişmeye devam etmekte olan anti-faşist kitle hareketi henüz başlangıç aşamasındadır. Bu hareketin CHP’yi aşan bir özellik taşıdığı saptanmalıdır. Patlayan CHP ve İmamoğlu severliği değil, birikmiş ve patlamak için kanal arayan CHP’nin de tatmin edemediği geniş kitlelerin öfkesi ve mücadele arzusudur.
Açık bir anti-faşist kitle hareketi dalgası kabarmaktadır. Anti-faşist kitle hareketini devrimci rotaya yönlendirmek, daha bir üst aşamaya sıçramasını sağlamak yaşamsal önemdedir ama bunun için gelişmeyi kavrayan ve liderlik edebilecek devrimci öznelere gereksinim var. Bu alandaki boşluğun en büyük zaafiyeti oluşturduğu açıktır... Geçmeden belirtmek isteriz; işin içinde CHP olduğu için anti-faşist kitlelerin protestolarından uzak durmak sadece saçmalamaktan ibaret bir sözde “öncü” tavırdır...
CHP’yi aşsa da süreci/hareketi kontrol altına alma ve yedekleyerek politik hesapları doğrultusunda kullanmak isteyen bir CHP gerçeği var. CHP başta gençlik tabanı olmak üzere emekçi tabanının baskısı ve Saray’ın CHP’yi tasfiye etme saldırganlığının dayatmasıyla sokaklara çıkmak, “Sokaklara!” demek zorunda kalmıştır. Objektif olarak bu durum, birikmiş siyasal ve toplumsal öfkenin sokaklarla buluşmasına hizmet etmektedir ve edecektir...
Batıda patlak veren anti-faşist kitle hareketinin az-çok sürekliliği olacak anti-faşist bir yükselişe dönüşüp dönüşmeyeceği henüz belli değil ama bu bir olasılıktır, hem de ciddi bir olasılık. Erken ve uçuk tutumlardan uzak durarak ama içinde yer alarak hareketi geliştirmek yaşamsal önemdedir. Hareket geriye çekilse, CHP eliyle sönümlendirilse bile, yarattığı pozitif etkinin önümüzdeki süreç üzerinde de rolünü hep birlikte göreceğiz.
Batıda patlak vermiş kitle hareketinin devlet ve Saray üzerindeki baskısı Kürt ulusal hareketinin lehine, Saray diktatörlüğünün aleyhinedir. Hele bir de kitle hareketi anti-faşist bir yükselişe dönüşürse, bu durum her bakımdan faşizm ve sermayenin ve cuntanın megaloman lideri Erdoğan’ın politikalarına ağır bir darbe olacak ve Saray’ın Kürt halkı üzerinde yaptığı uğursuz planı boşa çıkarabilecek, Kürt halkının ve yurtsever hareketin elini güçlendirecektir...
Şu kesindir; Erdoğan bu gelişmeye de boyun eğmeyecek ve yeni saldırılarla yol almaya çalışacaktır. Elindeki terör silahını kullanmak dışında başka bir seçeneği de yoktur. Bugüne kadar Erdoğan’ı sırtında taşıyan CHP oldu. Erdoğan bu durumdan oldukça memnundu. CHP tarafından yapılan muhalefetin sistemin emniyet sibobu olarak “Majestelerin muhalefeti”nden ibaret olduğunu iyi biliyordu. Bugün de temel işlevi aynıdır CHP’nin. Ancak CHP artık ölüm ve yaşam ikilemine sokulmuş durumda dinci faşist iktidar tarafından. Bu durumda CHP biraz “dik” durmaya ihtiyaç duymaktadır. Buna rağmen CHP bilinen tarihsel ve politik işlevini yerine getirmeye devam edecektir; bu, eşyanın tabiatı gereği böyledir... Unutulmaması gerekir ki, CHP, emekçi kitlelerle, mücadele isteği ve yönelimi olan kitlelerle egemen sınıflar ve devleti arasındaki işlevi, “başlıca uzlaştırıcı toplumsal güç” olmaktır...
Dinci faşist cuntanın sınır tanımayan saldırganlığı biçimselleşmiş, işlevsizleşmiş, Erdoğan iktidarına sözde de olsa “demokratiklik” görüntü vermesinin ötesinde bir anlamı kalmamış, her seçimin Erdoğan tarafından açık ve kaba bir tarzda çalındığı sandığa giderek hesap sorma ajitasyonu da gitgide gözden düşmektedir. “Helalleşme”, “yumuşama”, “normalleşme” çığırtkanlığıyla kitleler, işçi sınıfı uyutuluyor. Ama bu demagojik “açılım”lar artık tutmuyor. Erdoğan’ın yasada yeri olmadığı halde darbeci tarzda 3. kez aday olmasına karşı çıkmak bir yana, yolu açan, buna rağmen utanmazca “Gel 4. kez aday ol”, “sandıkta hesaplaşacağız” (vb.) diyen bir CHP’ye bel bağlanamaz. CHP her zamanki gibi sistemin ve egemen sınıfların emniyet sibobu, yedek lastiği, koltuk değneği olmaya devam edecektir.
Önümüzdeki dönem, zor ve karmaşık bir dönem olacaktır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder