Translate

26 Haziran 2025 Perşembe

PKK’NİN FESİH KARARI VE TASFİYECİLİK MESELESİ

 

PKK’NİN FESİH KARARI VE TASFİYECİLİK MESELESİ


I

PKK’nin Öcalan’ın direktifiyle 12. Kongresi’nde aldığı fesih ve silahlı mücadeleye son verme kararı devrimci hareketimizin geniş bir kesimi tarafından tasfiyecilik olarak tanımlandı. Bu tanımlama kendisini fesh etmiş PKK yetkilileri tarafından tepkiyle karşılandı...

Konuyu değişik açılardan ele alalım.

Tasfiyecilik var tasfiyecilik var; tasfiyeciliği tek bir biçime indirgeyemeyiz. Tasfiyecilik somut bir olgudur. Tasfiyecilik olgusu da somut şartların somut tahlili yöntemine bağlı olarak incelenir... Tam bir çözülüşe, ihanete, dönekliğe dönüşen; devrimci ve ilerici olan ne varsa ret ve inkarına dayanan tasfiyecilik olabileceği gibi, komünist çizgiden küçük burjuva devrimci-demokratik çizgiye, devrimci-demokratik çizgiden reformist çizgiye geçişe dayanan tasfiyecilik türleri de vardır. Her durumda tasfiyecilik durup dururken ortaya çıkmaz. Krizler ve krizlerden çıkamama hali ve irade kırılması tasfiyeciliğe yuvarlanmada ön koşulu oluşturur. Patlak veren ağır krizler, ağır yenilgiler, çıkışsızlık, öz güven ve irade kaybı tasfiyeciliğe götürür ya da götürebilir. Ama her halükarda ideolojik çözülüş tasfiyeciliğin başta gelen karakteristiğidir...

Bazı hatırlatmalar eşliğinde meseleyi açalım.

Marksist Leninist bir partinin proleter sınıf bakış açısını (teori, politika, örgütlenme ve eylem bağlamında) terkederek devrimci-demokratik bir çizgiye geçmesi, tasfiyeciliktir (tasfiyeci oportünizm, tasfiyeci revizyonizm). Sözgelimi, Marksizm-Leninizm’in yerine “Ezilenlerin Marksizmi”nin; proletaryanın yerine ezilenlerin; proletaryanın ilkelerine dayalı siyasetin yerine ezilenci, pragmatik, eklektik siyasetin; demokratik merkeziyetçiliğin yerine bürokratik merkeziyetçiliğin; kolektif liderliğin yerine küçük burjuva elitisizmin ve bireycilik ilkesinin geçirilmesi tipik bir tasfiyeci oportünizmdir. Burada söz konusu olan şey, komünist devrimci niteliğin tasfiyesidir; proletarya sosyalizminden küçük burjuva devrimci-demokrasiye, küçük burjuva sosyalizmi teori ve pratiğine geçiştir.

Komünist (Marksist-Leninist) teori ve pratikten koparak sosyal reformizme geçilmesi de tasfiyeciliğin diğer bir biçimi ama tasfiyeciliğin daha yıkıcı düzeyidir. TDKP’yi, TDKP’nin EMEP’lileşmesini hatırlayalım...

Devrimci-demokratik çizgiden (teori ve pratikten) sosyal reformizme geçiş de tasfiyeciliğin, tasfiyeci oportünizmin, tasfiyeci revizyonizmin bir diğer biçimidir. Dev-Yol, Kurtuluş hareketlerini, ÖDP’lileşmeyi hatırlayalım...

12 Eylül askeri faşist darbesiyle, “Doğu bloku”nun 89-91 sürecinde çöküşüyle yaşanan deneyimler tasfiyeci oportünizmin, tasfiyeci revizyonizmin değerlendirilmesinde oldukça zengin bir tarihsel laboratuvardır... Yaşanan tasfiye ve tasfiyecilik süreci, komünist partileri, devrimci-demokratik partileri, ulusal kurtuluşçu hareketleri kapsamlı ve derin bir tasfiyeciliğe ve dağılmaya sürükledi. Dünya devriminin yenilgisi ve dizginsiz karşıdevrim fırtınası söz konusu tasfiyecilik sürecinin maddi-politik zeminini oluşturmaktaydı... Ve söz konusu çözülüş ve tasfiyecilik söz konusu tarihsel dönemecin genelleşen (küresel) olgularındandı. Bu dönem henüz köklü bir tarzda aşılmış değil. Post-Marksizmin daha “sol” görünüme bürünerek ilerici, devrimci-demokrat, komünist hareketler üzerindeki güçlü etkisi bu dönemle ilgilidir...

Dünya çapındaki ağır yenilgi ve doludizgin gericilik sürecinde sınıfların, sınıf mücadelesinin, ideolojilerin, tarihin bittiği, liberalizm ve kapitalizmin, sözde “demokrasi”nin nihai zaferi kazandığı; artık yeni bir çağın başladığı propagandası atağa geçti. Devrimlerin, Bilimsel Sosyalizmin/Marksizm-Leninizm’in, sosyalist toplumun kara bir ütopya olduğu ve iflas ettiği propagandasının eşliğinde dizginsiz bir gerici-karşıdevrimci propaganda ve ideolojik saldırı yeryüzünü istila etti. Neo-liberal, post-modern ideoloji ve onun bir biçimi olan post-Marksist saldırı söz konusu saldırı dalgasının ve istilanın biçimleri oldu. Post-Marksist ideolojik akıntı, neo-liberal ve postmodern ideolojilere soldan, sözde “Marksist, sosyalist” maskeyle sahneye arzı endam ederek majestelerin muhalefeti konumundan bu saldırı dalgasının işlevli aracı oldu. Reformist, sivil toplumcu, anarşist, sınıfın ve sınıf mücadelesinin yerine kimlik politikalarını, “modernite”ye karşı “demokratik modernite”yi geçiren post-Marksist ideolojik saldırının başlıca argümanları devrimci sol hareketi de pençesine aldı. Devrimlerin reddi, kapitalizmin, burjuva sınıf egemenliğinin, emperyalist dünya sisteminin proletarya ve halkların ayaklanması ve silahlı devrimle yıkılmasının ret ve inkarı; kapitalizmi, emperyalist dünya sistemini, burjuva devletleri reformlarla demokratikleştirme çizgisi bu tarihsel sürecin özel niteliği olarak şekillendi...

II

PKK’ye gelince, PKK Marksizm-Leninizm’den ciddi bir şekilde etkilenmiş ulusal kurtuluşçu bir devrimci-demokratik hareket olarak politik mücadele arenasına doğdu...

12 Eylül yenilgisi koşullarında, 1984’den itibaren, keza dünya çapında yenilgi ve gericilik dönemi olan 1990’lar sonrası, ulusal kurtuluşçu devrimci-demokratik çizgide Kürt ulusal devrimine önderlik eden büyük bir siyasi ve askeri yapı olarak savaşımını yürüttü. Milyonlarca Kürt emekçisinin desteğini kazandı. Dünya devriminin dibe vurduğu, güç dengelerinin karşıdevrim lehine köklü değişiklikler yaşandığı bir tarihsel konjonktürde PKK önderliğinde gerilla mücadelesi ile Kürt serhildanları birleşti. Kürt halkının PKK liderliğindeki kahramanca mücadelesi Orta Doğu’da dev bir harekete dönüştü... Kürt halkı Orta Doğu gibi bir cangılda Filistin halkı ile birlikte dünyanın en politik halkı olmaya devam ediyor ve etki gücü ise Filistin ulusal davasının ve mücadelesinin çok ilerisinde. Bundan onur duyuyoruz. PKK’nin ulusal kurtuluşçu devrimci mücadelesi ve geleneği büyük bir değere sahiptir. Bu mücadele, hem coğrafyamızda hem de küresel çapta, dünya halklarının ortak devrimci mirasının değerli parçası olmaya da devam etmektedir ve edecektir...

89/91 sürecinde “Reel sosyalizm”in (revizyonist-kapitalist sistem) çöküşü PKK’yi de ideolojik bir krize sürükledi. PKK Marksizm-Leninizm’in etkilerinden uzaklaşarak, keza “Bağımsız Birleşik Devrimci Kürdistan” program ve stratejisinden kopuşarak bu krizden çıkmaya yöneldi. 93’lerden itibaren krizden çıkış arayışları, Öcalan’nın uluslararası bir komployla tutsak düşmesinden sonra “İmralı çizgisi”nde ifadesini bulan köklü bir dönüşüm geçirdi. Bu dönüşüm ve vardığı yer, devrimci-demokratik ulusal kurtuluşçu çizgiden ulusalcı sosyal reformist çizgiye geçişle biçimlendi. Öcalan bunu, “reel sosyalizmin” etkisinden kurtulma, “demokratik modernite” çizgisine geçiş olarak tanımladı. Geçmiş devrimci paradigmasının sorumluluğunu öncelikle iflas etmiş “Reel sosyalizm”e bağladı...

PKK’nin devrimci-demokratik ulusal kurtuluşçu çizgiden ulusal reformist çizgiye geçişi açık ki, tasfiyeci bir irade kırılmasıydı. Çizgi değişikliği yaptıkları kendi saptamalarıdır ve bu, bir gerçeği ifade etmektedir. Bilakis Öcalan ve PKK çağın değiştiğini; devrimler çağının ve silahlı mücadele çağının, ezilen ve sömürge ulusların ayrı devlet kurma hakkı ve mücadelesinin son bulduğunu; kapitalizmi, burjuva sınıf egemenliğini, emperyalist dünya sistemini devrimlerle yıkarak demokrasi ve sosyalizme geçilemeyeceğini, tek seçeneğin reformlarla kapitalizmi dönüştürmek olduğunu; “Apoizm” olarak tanımlayabileceğimiz bu teori ve program ve stratejinin çağımızın sorunlarına çözüm bulma çizgisini temsil ettiğini altını çize çize propaganda edegeldi... O halde bu ideolojik ve politik dönüşümü tasfiyecilik olarak tanımlayanlara karşı öfke dolu eleştiriler yapılması hatalıdır, haklı değildir.

Her akım kendi ideolojik ve siyasi çizgisine göre olan-biteni çözümler ve tanımlar. Bu, demokratik bir haktır. Kimse PKK’ye ya da Öcalan’a göre kendisini tanımlamaz, hoşnut olsunlar diye, hoşnut olacakları değerlendirmeler yapmaz. Bu beklentiler ve tek yanlı beklentiler baştan sona yanlıştır. Saygı değer bir büyük mücadelenin yürütülmüş olması eleştirileri boşa çıkarmanın fonksiyonuna da dönüştürülemez...

Kürt hareketiyle her alanda Kürt ulusunun haklı, meşru demokratik hakları için mücadelede yürütenlerin diğer yandan eleştiri ve tartışma özgürlüğüne de sonuna dek bağlı kalması anlaşılır bir bakış açısı ve duruştur. PKK’nin kendi çizgisinde “Türk solu”nu dogmatizmle, çağı ve Öcalan’ı anlamamakla vb. eleştirmesi ne kadar kendi demokratik hakkıysa tersinden bu hak “Türk solu”nun da hakkıdır... Eylemde birlik, propaganda ve ajitasyonda özgürlük ilkesi ortak savaşımın, proletaryanın, halkların birleşik ve enternasyonal mücadelesinin doğal yol gösterici ilkesidir...

III

PKK’nin kendi tarihsel sürekliliği içerisinde iki tarihsel döneminden bahsetmek gerekir. PKK’nin devrim ve silahlı mücadele çizgisi iki evrede ele alınarak incelenmelidir...

PKK’nin silahlı mücadele stratejisi birinci aşamada (doğuşundan İmralı çizgisine dek olan dönem) Kürt ulusunun haklı ve meşru hakkı olan Kürt ulusal devletini kurma, sömürgeciliği devrimle yıkma program ve stratejisi tarafından yönlendiriliyordu. Bu dönemdeki paradigması (çizgisi) ulusal devrimci-demokratik karakterdeydi.

Ancak ikinci aşamada (İmralı paradigması) PKK’nin silahlı mücadele strateji ve taktikleri egemen sömürgeci devletleri yıkmadan, bu devletleri demokratikleştirme (“Demokratik cumhuriyet”, “Demokratik modernite”) program ve stratejisinin aracı haline gelmiştir. PKK İmralı çizgisi ile bağımsız, birleşik, devrimci bir Kürt ulusal devleti kurmaktan vazgeçtiğini, dahası, silahlı mücadele ve devrimin yanı sıra, ulusların ayrılma ve kendi ulusal devletlerini kurma hakkının çağımızda artık geçersizleştiği, artık Kürtlerin devlet kurmaktan vazgeçtiği ilanı öylesine basit bir değişikliği ifade etmemektedir...

Silahlı mücadelenin sömürgeci devletleri devrimlerle yıkmanın aracı olması ile, bu devletleri yıkmadan, sadece onları “demokratikleştirme” siyasal stratejisine bağımlı olması açık ki iki ayrı durumdur. Birincisi devrimci nitelikte bir çizginin ikincisinin ise sosyal reformist paradigmanın ifadesidir. Bunun sağa sola çekilecek hiçbir yanı da yoktur. İkinci politikaya-stratejiye dayanan silahlı mücadele anlayışının egemen sınıflara silahlı baskı yaparak sosyal reformlara dayanan sınırlı bir kazanım elde etme teori ve pratiği olduğu nettir. Bu bağlamda söz konusu olan silahlı reformizmdir. Öcalan ve PKK yöneticilerinin bunun bilincinde olmadığını düşünmek saf dillik olur...

Biliniyor, silahlı mücadele politikanın şiddet/zor araçlarıyla sürdürülmesidir. Silahlara siyaset kumanda eder. Eğer bu kumanda devrimci bir program ve stratejiye dayanıyorsa, egemen sınıfları ve devletlerini yıkmaya; eğer bu kumanda reformist bir paradigmaya dayanıyorsa, devlet ve yönetici sınıf üzerinde baskı kurarak siyasal ve sosyal reformlarla hak koparıp almaya dayanır. Eğer siz Kürt ulusal sorununu ve sömürgeci boyunduruğu silahlı devrimle yıkmaktan vazgeçmişseniz, üstüne üslük bunu genelleştirip silahlı mücadele çağının geçtiğini savunuyorsanız, bu durumda, paradigmanızın reformizm ve tasfiyeci olarak eleştirilmesinden de alınmamalısınız.

IV

Mekanik ölçütlere saplanmamak, dogmatik tek yanlılığa düşmemek ve PKK’ye bir haksızlık yapmamak ve bütünsel bir perspektif için diğer bir olgunun altını da çizmek isteriz.

PKK reformist ve tasfiyeci paradigmayı benimsedikten sonra da eyleminin içeriği itibariyle ulusal devrimci bir çizgide durmaya devam etti. Çünkü, tam teslimiyet dışında başka alternatifi de yoktu. Kürt halkının ve PKK’nin öyle gidip teslim olmayacağı da açıktı. Ki Öcalan’ın tutsak düşmesinden sonra ortaya çıkan, hatta başlangıçta tam teslimiyeti dayatanların baskın hale geldiği bir geçiş süreci yaşandı ama PKK’nin devrimci kadroları söz konusu tasfiyeci ihanet ve teslimiyeti boşa çıkarmayı başardılar. Bu aşamadan sonra da, İmralı çizgisine karşın sömürgeci faşist diktatörlük Kürtlere zerre kadar hak tanımamaya, Kürt halkına ve öncüsüne teslimiyet ve ihaneti dayatmaya devam etti. PKK teslimiyet ve ihaneti reddetti. Silahlı mücadeleye de devam etti. “Demokratik cumhuriyet” ve anayasal eşitlik, Kürtlerin ulusal kimliğinin tanınması talebinin arkasında durdu. Kürt halkı sokakları terk etmedi. Ulusal taleplerini güçlü bir tarzda haykırmaya devam etti. Üstelik önemli bir tarihsel ve siyasi kazanım olan Rojava devrimi gerçekleşti ve yerel bir Kürt devleti kuruldu...

Yukarıda işaret ettiğimiz birinci aşamada devrim stratejisinin hizmetinde olan silahlar, ikinci aşamada silahlı reformizm olarak, sosyal reformlarla kimliği kazanma mücadelesinin hizmetinde oldu. PKK’nin fesh edilmiş olması bir yana, sömürgeci faşizm Kürt ulusal kimliğini kabul etmedikçe PKK’siz PKK ve Kürt halkı mücadele etmeye, devrimci bir rol oynamaya devam edecektir. PKK’nin kendini fesh etmesi, silahlı mücadeleye son vermesi bu durumu değiştirmeyecektir. Kürt halkı ve öncüleri şartsız boyun eğme, teslim olma pratiğine girmeyecektir. Bu gerçeklerin de görülmesi gerekir.

V

PKK İmralı çizgisi/paradigmasına bağlı olarak kendisini fesh etti. Silahlı mücadeleye son verdi.

Bu karar, son tahlilde, Öcalan’ın ve yurtsever hareketin silahlı mücadeleyle sömürgeci devletleri yıkma, Kürt ulusal devletini kurmaktan vazgeçmiş olmasıyla; silahlı mücadeleyi “Demokratik Cumhuriyet”e varma amacının baskı aracı olarak görmesi perspektifiyle uyumludur. Öcalan için ana sorun Kürt ulusal kimliğinin anayasal güvence altına alınması, “Demokratik ulus” ve “Demokratik Cumhuriyet”e ulaşılmasıdır.

Buradan meseleye baktığımızda, Öcalan ve yurtsever hareketin yeni bir tarihsel dönemi geride bırakarak yeni evreye, barışçıl demokratik meşru legal siyaset arenasına geçerek yol almak istemesi anlaşılırdır. Dolayısıyla bu hedefe kilitlenmiş bir hareket tarzı ve siyasal yönelimin kurulması, politik fırsatların bu amaçla değerlendirilmesi kendi içerisinde tutarlıdır. Kuşkusuz ki yurtsever hareket yeni evreye geçmekle mücadelesine inşa ettiği çizgide devam edecektir...

Öcalan ve yurtsever hareketin politik hedef ve taleplerini devrimci paradigmadan reformist paradigmaya çekmiş olması dün olduğu gibi bugün de haklı devrimci eleştirilerin konusu olacaktır...

Burada özel savaş elemen ve kurumlarının, egemen ulusun ayrıcalıklarından yana duran sosyal şöven çevrelerin, PKK düşmanlığından beslenen itirafçıların ve siyasal eğilimlerin, ilkel Kürt milliyetçisi hareketlerin düşmanca ve tümüyle gerici nitelikte olan saldırılarına karşı durmak ve geri püskürtmek de vazgeçilmez devrimci bir görev olduğunu vurgulamak isteriz.

Devam edelim.

Yeni başlamış olan süreç söz konusu olunca, bu sürecin ne olduğu ve nasıl gelişeceği genel olarak bilinmiyor. Devrimci ve demokratik kamuoyu konu bağlamında bilgisiz ve bilgilendirilmemiştir. Evet, Saray, devlet, Öcalan perde gerisinde kapsamlı görüşmeler, pazarlıklar yapıyordur; bu belli. Belli olmayan şey, sürecin temel karakteristikleridir. Bugüne dek yapılan açıklamalar ise tatmin edici olmaktan uzaktır. Yeni bir yöntem deneniyor deniyor. Pek güzel de orta yerde bir şey yokken PKK’nin kendisini fesh etmesi, silahlı mücadeleye son vermesi, üstelik aradan uzun bir zaman geçmesine karşın yurtsever hareketin tek yanlı attığı adımlar dışında “bir şeyler”in görünmemesini ise hatırlatmaya bile gerek yok...

Burada sürecin belirsizliği, aşırı riskleri, bilgi yoksunluğu, dinsel faşist diktatörlüğün ve merkezi Saray iktidarının özgün manevraları sürece karşı güvensizlikle, kuşkuyla yaklaşmayı ve kamuoyu nezdinde demokratik bir tartışmayı, “Barışın toplumsallaşması”nı, Türk egemen sınıflarının ırkçı, şöven, mlitarist, imha ve inkar, topyekün savaşını güçlü bir şekilde teşhir etmeyi, barış ve demokratik çözüm sürecinin en geniş kitleleri kazanmasını açık bir şekilde önlemektedir...

Uzatmayalım, burada Öcalan’ın ve yurtsever hareketin yeni koşullarda yeni bir yöntem deniyoruz adına, daha baştan kendisini feshetmesi, silahları bırakması yalnızca tehlikeli değil aynı zamanda tasfiyeci bir karar olarak eleştirilmesini gerekli kılmaktadır.

VI

PKK tarafından öteden beri yapılan açıklamalarda Öcalan’ın “Baş müzakereci” olduğunun altı çizildi. Bu anlaşılır bir durumdur. Ancak gerçekte Öcalan’ın statüsü “Baş müzakereci” olmanın ötesinde oldu hep. Öcalan PKK tarihinde her zaman belirleyici oldu. PKK’nin feshedilmesi ile tüm yetkiler Öcalan’a devredildi... Bu bakış açısı, politik tutumu doğru görmek mümkün değildir. Dinci faşist diktatörlüğün rehine tutsağı olan ve her saniye ağır bir baskı altında yaşayan Öcalan’ın tek, mutlak, tartışılamaz yetkili ve karar verici merci olarak süreci yönetmesi yanlış olduğu kadar da son derece risklidir. Üstelik henüz ne olduğu bilinmeyen ya da yarım-yamalak bilgilerin orta yerde dönüp dolaştığı bir kesitte bu, çok daha büyük bir risktir... Tek adam yöntemini ve yönetimini doğru bulmasak da kuşkusuz ki bu, bu kararı veren partinin iradesidir. Eleştirimiz Öcalan’ın başmüzakerici olmasına değil, tek yetkili merci, karar verici olmasınadır. Fakat Öcalan’ın serbest bırakılmasını ve müzakereleri doğrudan yönetebilmesi için yurtsever hareketin ısrarı haklı ve meşrudur. Bu mücadelenin sonuna dek politik ve pratik olarak arkasında olmak gerekir.

PKK yöneticileri, Öcalan’ın tutsak düşmesinden sonra, hataları, eksiklikleri, zaafları ne olursa olsun, süreci, savaşımı başarıyla yönetti. Bu hakkın teslim edilmesi gerekir. Bu gerçeğin tespit edilmemesi, inkar edilmesi, küçümsenmesi, üzerinden atlanması, her şeyin Öcalan’la açıklanması tümüyle yanlıştır. Evet, PKK Öcalan paradigmasına bağlı kalmıştır. Hareketin lideri odur ama Öcalan’ın doğrudan savaşımın içinde yer alamadığı koşullarda yürütülen bir büyük mücadele var. Ve bu mücadeleyi iç, bölgesel ve küresel alanda örgütleyen, yöneten mücadelenin önderliğini oluşturan PKK yöneticileri ve önder kadrolarıdır. Bugün yenilmemiş bir ordu olarak düşmanla “masaya oturulmuş” olması, Rojava devriminin zaferi doğrudan PKK’yi yöneten kadroların başarısıdır... “Yiğidi öldür ama hakkını yeme.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder