KÜRDİSTAN’IN JEOPOLİTİK ÖNEMİ
II
Kürdistan Orta Doğu’da dört parçaya bölünmüş, ulusal birliği ve ulusal devletleşmesi zoraki önlenmiş bir ülkedir. Dolayısıyla ulusal devlet bağlamında Kürdistan’ın jeopolitik önemi üzerine bir analiz yapılamaz. Fakat küresel karakter taşıyan bölgesel rekabet ve hegemonya mücadelelerinde Kürdistan coğrafyasının ve Kürtlerin özel bir yeri vardır. Bu jeopolitik önem salt Kürdistan’ın coğrafik konumlanışı ile ilgili değildir; bu olgu daha geniş bir bağlama oturmaktadır.
Kürdistan Orta Doğu’da jeoekonomik, jeopolitik, jeostratejik kapışmalarda önemli bir yerde durmaktadır. Gelişmenin yönü bağlamında Kürt ulusal uyanışı ve mücadelesi, kazanımları bakımından bu durum, hem aleyhine hem de lehine bir tablo oluşturmaktadır. Kuşkusuz ki bu tablo, ulusal devletinden yoksun olması itibari ile esas olarak Kürt ulusunun aleyhine işlemekte, küreselleşmiş bölgesel kapışmalarda “ayak altında” ezilmesine yol açmaktadır.
Her şeyden önce, Kürdistan’ın dört parçaya bölünmüş ve dört bölge devleti tarafından kontrol ediliyor oluşu her bakımdan stratejik bir dezavantajdır. Ancak bu durum ve pozisyon ağır bedeller pahasına da olsa, karmaşık bir tarihsel gelişme sürecinden geçecek de olsa, biçimlerinin ne olacağı bugünden söylenemese de, eni-sonu, bağımsız ve birleşik bir Kürdistan’la taçlanacaktır. Bu taçlanmanın bölge halklarının ve Kürt halkının birleşik mücadelesiyle devrimci-demokratik, giderek sosyalist bir gelişme çizgisinde mi ya da değişik bağımlılık ilişkilerinin girdabında mı gelişeceğini bugünden bilemeyiz. İstenen ve özlenen, hedeflenecek şey, devrimci ve sosyalist bir gelişme çizgisinde devrimci ve sosyalist bir çözümdür... Tarihsel bakımdan ortaya çıkacak çözümler bağımsız ulusal bir devletin varlığında da federatif bir Orta Doğu devletler birliğinde de somutlaşabilir... Kaldı ki, devrimci olmayacak bir ulusal devletleşme de Kürt ulusunun hakkıdır. Eğer ulus böyle bir tercihte bulunursa bu iradeye karşı saygılı olmak, bu iradenin yaşama geçmesi karşısına dikilecek her türlü ırkçı ve şovenist baskı ve saldırıya tam bir tutarlıkla karşı çıkmak ve mücadele etmek zorunlu bir demokratik görevdir. Her somut durumda ulusal hareketin politik bakımdan desteklenip desteklenmeyeceği değerlendirilecektir ama her durumda ulusal kaderini tayin hakkına karşı çıkılamaz. Herhangi bir ulusun uğradığı ulusal zulme ve soykırıma karşı çıkmak, ulusal eşitlik talebinini desteklemek için devrimci ve komünist olmak da gerekmiyor. Ulusal zulme karşı çıkmak demokratik bir görevdir ve tutarlı bir demokrat olmanın da zorunlu koşuludur. Irkçılıkla, şovenizmle, sömürgecilikle, haksız savaşla belirlenen gerici statükolara karşı savaşmadan, bu savaşımı pratik-politik tutarlılıkla sürdürmeden, bu savaşımları desteklemeden tutarlı bir burjuva demokrat bile olunamaz. Bu savaşımı veren ulusların ve onların öncü siyasi ve askeri kuvvetlerinin yanında olmadan yapılan “demokrasi”, “barış” havariliği gibi, bu mücadeleleri “bölücülük ve terörizm” olarak tanımlamak da olsa olsa iki yüzlülük olacaktır.
1974 yılında dünya proletaryasının, halkların, ezilen sömürge ulusların mücadelelerinin bir kazanımı olarak BM tarafından kabul edilmek zorunda kalınan şu kararı hatırlatmak isteriz:
“Halkların, silahlı savaşım da içinde olmak üzere her türlü aracı kullanarak sömürge ve yabancı egemenliği ve boyunduruğundan kurtulma savaşımlarının meşruiyetini yeniden doğrular” (“BM Genel Kurulu’nun Ezilen Halkların Bağımsızlık ve Silahlı Savaşım Hakkına İlişkin 3246 Sayılı Kararı”, 29 Kasım 1974)
Açık ki, Kürt ulusunun ulusal ayaklanmasının, silahlı direnişinin şoven ve sosyal şoven çevreler tarafından sözde “demokrasi” adına mahkum edilmesi gayri-meşrudur...
Kürt ulusunun ulusal birliği doğrultusundaki kaçınılmaz tarihsel eğilim ve mücadele, iç rekabetlerine ve gerektiğinde birbirlerine karşı kullanmalarına rağmen, söz konusu dört devletin ve egemen sınıflarının saldırı ve baskısıyla dün olduğu gibi bugün de karşı karşıyadır ve karşı karşıya kalacaktır...
Kürt ulusu ve halkını kuşatmış ve ilhak altında tutan, sömürgeci ulusal zulümle ezen dört ülkenin merkezinde Kürdistan’ın yer aldığı havzada sınır komşusu olması Kürtler bakımından hem bir dezavantaj hem de bir avantajdır.
Dezavantaj TC, Irak, Suriye, İran’ın Kürtlere karşı kurduğu gerici bağlaşmanın, Kürt statükosunun değişmesine karşı canhıraş birlikte davranmalarında, avantaj ise, özelde dört ülke halklarıyla uzun vadede birlikte mücadele etmenin Kürt ulusal özgürleşmesine imkan sunması ya da sunacak olmasıdır. Bu ikinci noktada ana zorluk ve dezavantaj egemen ve sömürgeci ulusların egemen sınıfları tarafından kendi halklarının ırkçılıkla, şovenizmle, militarizmle zehirlenmiş ve yedeklenmiş olmaları gerçeğidir. Ve biliyoruz ki, Kürt ulusal mücadelesinin en büyük dezavantajı, Kürdistanı aralarında paylaşmış olan egemen ulusların/devletlerin halklarının politik destek ve dayanışmasını alamamasıdır... Bu stratejik zayıflık, Kürt ulusal devriminin aleyhine, gerici devletlerin ise lehine işlemektedir.
Halkların birleşik mücadelesinin geliştirilebilmesinin ön koşulu, devrimci bir gelişme çizgisidir. Böyle bir tarihsel ve siyasal bağlaşmanın kazanılabilmesi ancak emperyalizme, Siyonizme, yerli gericiliklere karşı tutarlı bir mücadeleyi gerektirir. Halkların devrimci birleşik mücadelesi karşı-devrim cephesi içerisindeki parçalanmalardan, kıyasıya rekabetten yararlanacaktır ancak bu çelişkilere oynarken şu veya bu gerici burjuva devlete ya da gerici bloklaşmalara bel bağlanamayacağı da vurgulanmalıdır. Kuşkusuz ki Orta Doğu’da halkların birleşik mücadelesinin başarısı başta Kürt ulusunun ayrılma, ayrı ulusal devletini kurma hakkı olmak üzere Kürtlerin ulusal eşitlik talebinin tam bir devrimci tutarlılıkla savunulmasını gerektirir...
Kürdistan salt bir sömürgeci ülkenin değil dört ülkenin “istikrar”ını tehdit eden konumdadır. Bu istikrarı tehdit etmektedir çünkü söz konusu “istikrar”, Kürt ülkesinin emperyalizmin desteğinde dört devlet tarafından işgal ve ilhakıyla zoraki sağlanmış gerici bir istikrardır. Bu “istikrar”ın yıkılması meşrudur. Doğal olarak, Kürt ulusal mücadelesinin dört ülkeyi derinden sarsması, bölgesel ve küresel sarsıntılara vb. yol açması kaçınılmazdır. Unutmamak gerekir ki, Orta Doğu’nun egemen ulusları Araptır ve Arap devletleri bölgede bir Kürt ulusal devletinin, hele de bölgesel çapta birleşik bir ulusal Kürt devletinin kurulmasına karşıdır. Keza aynı olgu, Fars gericiliği ve İran devleti bakımında da geçerlidir. İsrail ise, kendi jeopolitik stratejisi bakımından rakip dört devleti zayıf düşürecek, geriletecek bir gelişme olacağı için son tahlilde Orta Doğu’da devrimci bir odağa dönüşmeyecek bir Kürt ulusal devletleşmesinden yanadır. Sonuçta mesele ekonomik, siyasi, askeri, jeopolitik çıkarlarla ilgilidir...
Kürdistan coğrafyası/Kürt ülkesi, maden zenginliği, hidrokarbon zenginliği, su kaynakları, enerji geçiş hatları, nehirleri, tarım havzaları, tarımsal üretim bakımından yağlı bir parçadır. Bu zenginlikler ve avantajlar dört ülke tarafından yağmalanmaktadır. Olası bir birleşik Kürdistan devleti dört ülkenin zorla elde ettikleri söz konusu avantajları kaybetmesi demektir. Bunu düşünmek bile söz konusu ülkeleri çıldırtmaktadır.
Kürdistan ülkesinin/coğrafyasının denizlerle sınır olmaması Kürdistan için jeoekonomik, jeopolitik bakımdan temel bir dezavantajdır.
Böyle olmakla birlikte dünyamızda çok sayıda ülkenin deniz sınırı olmadığını da biliyoruz...
Kürdistan, küresel ve bölgesel kapışmalarda yaşamsal önem taşıyan enerji ve tedarik zincirleri, ticaret bakımından çizilen haritaların merkez noktalarından birisini oluşturmaktadır.
Kürt coğrafyası, Çin liderliğinde 2013’de başlayan Doğu ve Batıyı birbirine bağlayacak belki de tarihin tanık olduğu en kapsamlı ve iddialı proje olan “Modern İpek Yolu Projesi”nin (“Kuşak ve Yol Girişimi” KYG) stratejik mekanlarından birisini oluşturmaktadır...
ABD liderliğinde 2023 yılında Hindistan’da toplanan G-20 zirvesinde Çin projesine karşı geliştirilen alternatif bir proje ((“IMEC”) onaylandı. Çin’e karşı alternatif bir proje olan “IMEC” Hindistan'ı Orta Doğu'ya, Orta Doğu'yu da Avrupa'ya bağlayacak bir demir yolu, kara yolu ve liman ağı kurulmasına dayanmaktadır (ki TC bu projeden dışlanmıştır). Bu proje, sabık ABD Başkanı Joen Biden tarafından "Ezber bozan tarihi bir adım.", İsrail Başbakanı Binyamin Netenyahu tarafından "Orta Doğu'nun ve İsrail'in çehresini değiştirecek ve tüm dünyayı etkileyecek tarihteki en büyük işbirliği projesi", AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen tarafından da "Hindistan, Orta Doğu ve Avrupa arasındaki en verimli güzergah" olarak tanımlanmıştı.
Keza Kuveyt’ten Avrupa’ya TC üzerinden geçecek projenin ("Kalkınma Yolu Projesi" KYP) geçiş yollarının da Kürdistan’dan geçecek olması Kürt coğrafyasını jeoekonomik ve jeopolitik stratejik kapışmada oldukça değerli bir yere yerleştirmektedir. Bu olgu, olası bir Kürt devletleşmesi durumunda denizle sınırı olmayan Kürdistan’a çok önemli avantajlar sunacaktır. Kuşkusuz ki bu avantajlar bir yandan da Kürdistan coğrafyasında fillerin tepişmesine ve bu tepişmeden Kürt halkının ağır fatura ödemesine yol açabilecektir. Öte yandan bu durum ve konum, Kürt ulusal mücadelesine önemli avantajlar da sunacaktır; küresel emperyalist ve bölgesel burjuva devletlerin rekabeti, Kürtlere manevra alanları da açacak ve bu çelişki ve çatışmalardan yararlanma, kendi lehlerine olabilecek dengeleri kullanma imkanı sunacaktır.
Bu projeler dört devleti de doğrudan ilgilendirmektedir. Bu projeler bu ülkelere ekonomik ve jeopolitik çok önemli imkanlar sunmaktadır, sunacaktır. Böylesine yaşamsal projeleriyle ilişkileri ve olası avantajları ve beklentileri söz konusu dört devletin “bölünme korkusu”nu daha da büyütmektedir. Olası bir Kürt ulusal devletinin kurulması demek küçülen dört devlet ve söz konusu üç büyük geçiş ve yol projelerinden nemalanmada çok önemli avantajları kaybetmeleri demektir. Böyle bir durum bu ülkeler için gerek bölgesel gerekse de Avrasya bağlamında açılım politikalarının ağır bir darbe alması anlamına gelecektir.
Küresel arenada olduğu gibi Orta Doğu çapında da Soğuk Savaş dönemi statükoları çöktü. Bu çöküşle güç dengeleri yeniden şekillenmeye başladı. Ortaya çıkan yeni güç dengelerinin ve doğan boşlukların her bir tarafın kendi lehine dönüştürme atraksiyonları Kürdistan gerçeğinde de çarpıcı bir olguya dönüştü. Bu olgu, bir yandan bölgesel çapta gerici Arap milliyetçiliğini, diğer yandan özelde dört sömürgeci devletin gerici milliyetçiliğini kabarttığını ve olası “Kürt bölücülüğü”nden aşırı ürkmesine yol açtığını görüyoruz. İsrail’in, ABD ve AB’nin kendi çıkarları gereği Irak’ta, henüz statüsü netleşmemiş olsa da Suriye’de Kürt otonom bölgelerini şöyle ya da böyle sahiplenmeleri ya da çeşitli biçimlerde destek sunmaları Kürt sorununun geleceğe dönük olası gelişmesi bağlamında önemli ip uçları sunmaktadır. Bölgesel çapta sürmekte olan yeniden yapılanma sürecinde sıra İran’dadır. İran egemen sınıfları, ABD’ye, İsrail’e şartsız ya da esasen boyun eğmediği koşullarda, şu veya bu zamanda, çökertilecektir ya da küçültülerek güçten düşürülmüş bir ülke haline getirilecektir. Bu durumda İran üzerinde bir baskı, denge, sıkıştırma aracı olarak İran Kürdistanı’nı (Rojhilat) kopartarak ya da (Irak örneğinde olduğu gibi) kendilerine bağımlı özerk statüye çekerek ellerini güçlendirmeye çalışacaklardır. Şüphesiz ki bu iş burada da kalmayacaktır...
DEVAM EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder