19 Haziran 2014 Perşembe

EMPERYALİZM, ORTADOĞU, IŞİD VE KÜRTLER III



EMPERYALİZM, ORTADOĞU, IŞİD VE KÜRTLER
                                           III
Ortadoğu’da fay hatları çoktan harekete geçmişti. Bu fay hatlarından birisi ve en önemlisi Kürt fay hattıydı. Özetle, Irak’ta Federe bir Kürt devleti zaten kurulmuştu. Rojava Devrimi ile Suriye’de Kürtler, farklı etnik, ulusal, dinsel, mezhepsel yapıları demokratik bir şekilde kapsayan “demokratik özerklik” statüsünde devletleşmiş durumda. Ki Rojava gerçeği bugün için Esat rejimi, IŞİD ve diğer radikal İslami terörist çeteler ve arkasındaki bölgesel ve küresel güçler karşısında rüştünü ispat etmeyi başarmıştır. IŞİD’in, Rojava’da bölgesel ve küresel gericiliğin tüm desteğine karşın başarısızlığa uğrayarak yenilmesi Kürt yurtsever hareketinin bölgesel ve uluslar arası prestijini arttırarak hareket alanını genişlettiği ya da yeni devrimci imkânlar sunduğu ve sunacağı açıktır. T.C. sınırları içerisinde kalan Kuzey Kürdistan’da Kürt halkı ve öncüsü ulusal demokratik hareket birkaç on yıllık mücadelesiyle siyasi ve askeri bakımdan yaman bir direnme ve savaş pratiğiyle kendini meşrulaştırmayı başarmış ve uluslar arası meşruiyetini de kazanma yolunda ilerlemektedir. Kürtlerin Rojava başarısı ve Ortadoğu’da hemen yanı başımızda sürmekte olan tarihsel, yapısal, politik ve toplumsal kriz ve kaos süreci ve Ortadoğu’da sınırların yeniden biçimlendirilmesi gerçekleri T.C. devleti ve Erdoğan Hükümeti’ni köşeye sıkıştırmış durumda. Bu durum Amerikancı faşist diktatörlüğün ve başı Erdoğan’ın “barış sürecini” sürece yayarak, zaman kazanarak PKK’yi ve Kürt ulusal mücadelesini çürütme, bölme, kitlesel temelini daraltma, etkisizleştirip tasfiye etme, o arada seçim süreçlerini (Cumhurbaşkanlığı ve genel seçim) rahat bir ortamda atlatma politikasının da hareket alanını oldukça daraltmakta, açmazlarını büyütmektedir. İran’da ise Kürt hareketi direnmeye devam etmektedir.
Bu tablo içerisinde, IŞİD’in son atağıyla, başta Rojava olmak üzere Kürt Sorunu ve Kürt kartı daha fazla bölgeselleşerek, uluslararasılaşarak kendini gündemleştirmiş bulunuyor. Bu, aynı zamanda PKK’nin yoğunlaşan, genişleyen etki gücünün de ifadesidir ya da PKK bakımından büyüyen, daha fazla bir etki gücü yaratan, bu bakımdan devrimci imkânların genişlediği bir süreçtir. Tamda böyle bir süreçte yurtsever hareketin (PKK, KCK, PYD, YPG), bölgesel gericilikten, emperyalizmden, T.C. devlet ve Hükümeti’nden, IŞİD’ten gelen tehlike ve tehditlere karşı daha baştan Kürdistan’daki kazanımları savunmaya, korumaya hazır olduğunu açıklaması, demokratik ulusal birlik çağrısı yapması ise önemli ve değerlidir.
Küresel ve bölgesel hegemonya ve rekabet mücadelesinin bütün keskinliği ile kendini dayattığı Ortadoğu’da, sınırların yeniden çizilmeye çalışıldığı, güç dengelerinin yerinden oynayarak yeniden şekillenme sürecine girdiği,  emperyalist yeniden yapılandırma projelerinin tutmadığı ya da istikrarlı uygulama alanı bulamadığı konjonktürde Kürtler, etki gücünü ve alanını giderek arttırmaktadırlar. Bu tablo içerisinde Irak’ta “bir istikrar adası” durumunda olan Güney Kürdistan’ın etki gücü ve alanı da genişlemektedir. Kerkük’ün ve “tartışmalı diğer bölgeler”in büyük bir oranda denebilecek şekilde peşmerge kontrolüne geçmesi bu bakımdan en önemli ve anlamlı gelişmedir diyebiliriz. Bu durum Kürtler için güç ve mevzilerin büyümesi demektir. Elbette ki bu, karşı çıkılacak bir durum değil, dahası, Kürdistan’ın tarihi sınırlarının emperyalizm ve yerli bölge gericiliği tarafından çiğnenmesi; Türk, Fars, Arap burjuvazisi lehine düzenlenmesi tarihi bir haksızlıktır ve Kürt Ulusu’nun dört parçada da tüm ulusal demokratik haklarının tanınması ve birleşik Kürdistan mücadelesi haklı ve meşru bir mücadeledir. Fakat sözünü ettiğimiz durumun, Barzani önderliğindeki Güney Kürdistan burjuva devletinin Kerkük vb. gibi alanlarda fiili olarak etki alanının genişlemesi söz gelimi PKK önderliğindeki mücadele ve etki alanları için doğrudan lehte bir gelişme olmadığı, esasen Güneyde Kürt burjuvazisi için bir kazanım olduğu gerçeği de bilince çıkarılmalı ve vurgulanmalıdır. Bölgedeki Sünni ittifakının, AKP-Barzani bağlaşmasının ilerici, demokratik, yurtsever, devrimci Kürt kazanımlarının tasfiyesine yöneleceği de açıklıkla görülmelidir. Rojava gerçeğine karşı Barzani kliğinin (KDP) IŞİD ile kurduğu kirli ittifakı unutmamak lazım. Kaldı ki Barzani’nin IŞİD ile kurduğu ittifak salt Rojava’ya karşı da sınırlı değildir, aksine Maliki rejiminin yıkılması operasyonunu da içermekte ya da kapsamaktadır. Burada vurgulamak istediğimiz şey, bir an bile unutulmaması gereken şey Kürt burjuvazisinin çıkarları ile Kürt halkının çıkarlarının birebir örtüşmediği ve örtüşmeyeceğidir. Her bir durumda bu olgunun da devrimci ve komünist siyasal analize konu olması; böylece Kürt işçi ve emekçilerinin de siyasal bakımdan uyarılması ve aydınlatılması gerekir… Bu bağlamda T.C. ile Barzani arasında kurulmuş olan stratejik ortaklığın aynı zamanda Kuzey Kürdistan’daki ulusal demokratik mücadeleyi, Batı Kürdistan’daki devrimci-demokratik kazanımı (Rojava Devrimi’ni ve Demokratik Özerk Kürdistan’ı) tasfiye etmeyi amaçladığı özellikle vurgulanmalıdır.
Dünle kıyaslandığında bugün Ortadoğu’da atılacak her adımda bölgeye müdahil olan, bölgede egemenlik savaşımı veren tüm yerel ve küresel devlet ve kuvvetler Kürtleri daha etkin bir şekilde hesaba katmak zorundadırlar. Bugün Kürtler dünle kıyaslanmayacak denli etkin bir güç odağı olarak Ortadoğu’da öne çıkmaktadır ve çıkacaklardır. Ortadoğu demek aynı zamanda Kürt demektir. Ortadoğu Sorunu demek aynı zamanda Kürt Sorunu demektir. Ancak hemen eklemek gerekir: Ortadoğu salt Kürt demek değildir. Ortadoğu sadece Kürdistan demek değildir. Ortadoğu’daki son gelişmeleri değerlendirirken de sorunu salt Kürt sorunu bağlamında ele almak da yanlıştır. Ortadoğu demek emperyalizm, emperyalist müdahale demektir. Ortadoğu demek yerli işbirlikçi egemen sınıflar ve gerici rejimler demektir. Ortadoğu Sorunu demek aynı zamanda bir Kürt, Türk, Fars, Arap sorunu demektir. Bunları küçümsemek, tarihsel ve güncel perspektiften okumaları unutmak, her birinin bütünsel bir tablo içerisindeki etkileşimini vb. görmemek ya da es geçmek, siyasi analiz ve yönelimlerin dışında tutmak, halkların siyasi duyarlılığını köreltmek doğru değildir. Ortadoğu demek “küresel güçler”in hegemonya ve rekabet mücadeleleri demektir. Ortadoğu demek sayısız zenginliği ve çeşitliliği içerisinde kadim halkların, kültürlerin, inançların, çelişki ve çatışmaların yurdu demektir. Ortadoğu demek dün dost olanların bugün düşman, bugün dost olanların yarın düşman olduğu, kimin elinin kimin cebinde olduğunun pek belli olmadığı bir fay hattı demektir. Dolayısıyla sorun ve gelişmeleri salt Kürt Sorunu çerçevesinde ele alan ve tahlil eden ya da çubuğu aşırı bükerek ele alan bakış açıları ve analizler tek yanlıdır ve Kürtlerin de siyasi uyanıklığını zayıflatan bir işleve sahiptir. Bu gerçeğin de vurgulanması gerekir. Kürtlerin Ortadoğu’da güç ve etkisi artıyor ama o oranda da etrafındaki tehlike ve tehditler de büyüyor; yeni baskı, kuşatma, tuzak, bölme, çürütme strateji ve taktikleri de hazırlanıp arenaya sürülüyor. Kanımızca bu tip analizler bir yandan ilkel Kürt milliyetçiliğini savunan bazı çevrelerden, öte yandan da yurtsever harekete yaltaklanarak siyasi rant ve şöhret peşinde koşan bazı çevrelerden gelmektedir.
Devam edecek olursak; çizegeldiğimiz tablo içerisinde Kürtlerin ulusal birlik çalışması da giderek daha yaşamsal bir önem ve konum kazanmaktadır. Buna karşın Kürtlerin parçalı durumu, derin sınıfsal çıkar farklılıklarıyla parçalanmış olması ve iç rekabet gibi sorunlar göz çıkarmaktadır. Bu bağlamda Güney Kürdistan burjuvazisinin özellikle de Barzani liderliğindeki kanadın duruşu son derece negatiftir. Barzani ve KDP’si kayıtsız-şartsız liderliğini tüm Kürtlere dayatmaktadır. Bu gerçeklerin yanı sıra Avrasya ve Ortadoğu’da hegemonya ve rekabet mücadelesi veren sayısız kuvvetin varlığı ve Kürt ulusal birliğinin kurulmasını önleme politikaları ve pratikleri negatif diğer faktörler olarak altı çizilmelidir. Evet, Kürtlerin günü geliyor ama ortak bir ulusal irade oluşturmanın pek o kadar kolay bir iş olmadığı, Kürtlerin pek çok tehditle kuşatılmış ve karşı karşıya oldukları gerçeğini de görmek ve vurgulamak gerekmektedir. Bu bakımdan gelişen, büyüyen olanakları realize etmeye ve mevzileri sağlamlaştırmaya özen gösterirken zafer sarhoşluğu rüzgârına kapılarak politik körleşmeye uğramamak gerektiği de açık olmalıdır. Dostluk gösterileri ardına gizlenen pohpohlamalara karşı da zorunlu ve gerekli olan siyasal uyanıklık bir an olsun bile gözden yitirilmemelidir. Biz PKK’nin iyi ya da kötü niyetli dostlarından farklı olarak daha gerçekçi, nesnel davranacağına da inanmaktayız.
Kürt gerçeğinin daha çarpıcı biçimler alarak ortaya çıkması ve kazanımlarının başta üç parçada olmak üzere büyümesi, uluslararası ve bölgesel kuvvetleri başlı başına etkilemesi, PKK’nin siyasi ve askeri kazanımlarının büyümesi sömürgeci T.C. devleti üzerinde de başlı başına bir baskı gücü olarak kendini dayatmasına yol açmakta ve açmazlarını büyüterek keskinleştirmektedir. Bu olgu ya da olgular da, Türkiye’de birleşik bir demokratik halk hareketinin geliştirilmesinin lehinedir. Bir birleşik cephe hareketinin inşa edilerek geliştirilmesi Türkiye, Kürdistan, Ortadoğu devriminin ve halklarının acil gereksinimidir. Bu bağıntıda anti-emperyalist, anti-faşist, anti-şovenist bir birleşik cephe hareketi olarak HDK/HDP’nin politik maddi bir güç olarak yeni bir tarzda daha etkin ve hızla organize edilmesi büyük politik önemi olan bir sorundur. Ortaya çıkan ve büyüyen ilerici ve devrimci imkânlara dayanmak ve bunları geliştirmek gerekir. Birleşik mücadele olanağını proletarya, halklar, ezilenler nezdinde büyük bir maddi-politik güce çevirmek yaşamsal önemde olan görevlerden birisidir. Politik özgürlük, devrim ve sosyalizm adına ortaya çıkan parti ve çevrelerin halkların kardeşliğini örüp büyütecek bir araç olarak, devrim mücadelesine hizmet edecek anti-faşist, anti-emperyalist bir araç olarak ortak mücadeleye/HDP’ye sırtını dönmesi olsa olsa politik körlük olacaktır. Bu, aynı zamanda zorlu bir görevden de kaçmak olacaktır.
Gelinen aşamada HDP bir seçim partisi olmaktan çıkacaktır. HDP’nin “parti formu”nda yeniden inşası, birleşik harekâtı daha yüksek bir düzeye sıçratma ve geliştirme gereksinimleriyle bağlı bir politik yeniden yapılanma olarak görmek gerekir. Biçim olarak parti formunda HDP’nin yeniden inşası, kelimenin gerçek anlamıyla bir birleşik cephe olduğu gerçeğini ortadan kaldırmamalıdır. O, bir birleşik cephe olarak işlevleşmelidir; ki öyle de olmak zorundadır. Aksi tarzda HDP düşünülen misyonunu da oynayamaz ve bu durum negatif bambaşka sorunlara yol açar.
HDK/HDP’nin bir birleşik cephe harekâtı olarak yeniden yapılanması, giderek işlevli bir siyasal ve toplumsal bir güce dönüşmesi öncelikle şovenizme, sosyal şovenizme, egemen ulus milliyetçiliğine karşı başarılı bir mücadelenin verilmesine bağlıdır. Bu bakımdan Türkiye’de HDK ve HDP’nin muhatapları olan ve olabilecek kuvvetlerin hala geniş bir kesiminin etkin bir şekilde sosyal şovenizmin etkisi altında olması, keza dar grupçu politika tarzı aleyhte faktörler olarak kaydedilmelidir. Birleşik cephe hareketinin başarısı için bu iki barikatın aşılması yaşamsal önemdedir. Emekçi sol, devrimci-demokratik ve proleter sosyalist politika adına ortaya çıkan parti, grup ve çevreler şahsında Türk küçük burjuva milliyetçiliğine, sosyal şovenizme karşı ilkeli, birleştirici, ikna temelli başarılı bir mücadele yürütülmeden HDK ve HDP’nin bir birleşik cephe hareketi ve harekâtı olarak başarı kazanma şansı olmayacaktır.
Ancak HDK ve HDP’nin başarılı bir deneyim, siyasal ve toplumsal bakımdan halklar nezdinde güçlü bir çekim merkezi haline gelmesi bir de yeniden yapılanmakta olan HDP’nin BDP’lileşmemesine bağlıdır. Eğer HDK ikinci bir ya da yeni bir tür BDP olacaksa bu durumda mücadelenin böyle bir araca gereksinimi yoktur ve olmamalıdır da. Zaten HDP bu amaçla kurulmamaktadır. Türkiye’de ilerici demokratik ve devrimci hareketin politik, örgütsel, kitlesel zayıflığı buna karşın yurtsever hareketin devasa bir gücü oluşturması nesnel bir olgudur. Bu eşitsizlik, keza Kürt ulusal hareketinin özgün bazı temel ve acil gereksinmeleri HDP’nin BDP’lileşmesine yol açabilir. Bu, HDP’yi bekleyen ciddi bir tehlikedir. Burada sorun niyetler sorunu değil nesnel gerçeklerdir ve bunun olası sonuçlarıdır. Bilinir, politika, politik mücadele niyetler üzerinden değil, olgular üzerinden yapılır ve yapılmalıdır. Dolayısıyla sorun olumlu niyet beyanları ya da kaygılar sorunu değil gerçek durumu bütün boyutlarıyla kavramak ve buna göre konumlanarak sorunları çözerek ilerleyebilmek sorunudur. Bu bağlamda ısrarlı ve geliştirici bir duruşla HDP’nin, gerçekten HDP’lileşmesinde ısrar etmek gerekir. Her bir anda, vurgulanan ortak mücadelenin gereksinmelerine bağlı hareket edilmesi ve bunun pratik-politik duruş tarafından güvenceye alınması yaşamsal önemdedir. HDK/HDP deneyimi yeni bir deneyimdir ve oldukça önemlidir. Elbette ki HDP, kendi öz deneyimleri içerisinde olgunlaşacaktır. Sorunlar çıkacak ama çözerek yürünecektir ve yürünmelidir. Ki bu başarıldığı oranda, bugün için kaygılarla sürecin dışında duran çeşitli politik çevreler de sürece katılacaktır. Görülen o ki, bazı siyasi ve toplumsal çevreler ancak HDP’nin BDP’lileşmeyeceğini, aksine HDP’nin bir cephesel harekât olarak HDP’lileşmesiyle sürece katılacaktır ya da bu sürece çekilebilecektirler.
Yazının doğrudan konusu olmadığı için sadece belirterek geçelim: Komünist hareket bağımsız politik varlık hakkını, ideolojik ve siyasal bağımsızlığını özenle korumakla, ayrı ve özgün politik çalışmasını birleşik cephe hareketinin gerekleriyle ustaca birleştirerek ele almakla ve geliştirmekle yükümlüdür. Bu çerçeveyle bağdaşmayan her türlü yönelim ve duruş ise tasfiyecilik anlamına gelecektir.
Devam edelim.
“Büyük Ortadoğu”da ortaya çıkan devrimci durum, patlak veren devrimci halk ayaklanmalarının yönünün nasıl saptırıldığını biliyoruz. Burada temel sorun devrimci önderlik sorununun çözülmemiş olması ve kısa erimde de çözülemeyeceği gerçeğidir. Bu tablo bir yandan devrimci önderlik sorununun çözülmesi için yoğunlaşmanın, öte yandan da aynı süreçte devrimci imkânlar, devrimci patlamalar, devrimci demokratik halk hareketleri aleyhine olan tehlike ve tehditlere karşı uyanıklığı büyütmenin, etkin bir mücadele gücü ortaya koymanın ivedi önemini vurgulamaktadır. Bu olgu, bölgesel enternasyonalist bağların da hızla kurularak büyütülmesi gerçeğinin altını çizmektedir. Bölgesel devrim perspektifinden de devrimci-demokratik bir Ortadoğu ve Ortadoğu federasyonu çizgisinde savaşımı geliştirmenin güncel önemini, mücadeleyi bu hedeflere taşıyacak birleşik cephe hareketlerinin örülmesinin yaşamsal rolünü ortaya koymaktadır. Asla unutulmaması gereken temel olgu, demokratik bir Ortadoğu, demokratik bir Ortadoğu federasyonu için temel politik ön koşulun bölgede emperyalizm ve işbirlikçilerinin devrimlerle tasfiye edilmesi gereğidir. Emperyalizmin denetiminde bir “demokratik” Ortadoğu ya da Ortadoğu’nun “demokratikleştirilmesi”nin sonuçlarını ise, Afganistan’da Filistin’de, Lübnan’da, , Mısır’da, Libya’da, Irak’da, Suriye’de vb. deneylerden görmekteyiz. Demokratik bir Ortadoğu için Rojava devrimi deneyi önemlidir ve konjonktürde de en ileri örnek olarak öne çıkmaktadır. Bu mevziyi korumak, büyütmek dünya devriminin, Ortadoğu devriminin, Türkiye devriminin, Kürdistan devriminin ortak çıkarıdır. Geleceği henüz netleşmemiş olan Rojava Devrimi özenle korunmalı ve geliştirilmelidir. Rojava Devrimi tarihin ve politik mücadelenin yaratıcı gücüdür. Pratik her zaman önde gider. Yaşamın derinliği, genişliği, zenginliği, yaratıcılığı daima teoriden yüksek ve ileridedir. “Yaşam ağacı yeşil teori ise gridir” sözü boşuna söylenmemiştir. Dolayısıyla teoriyi asla ihmal etmeden tarihten, tarihsel pratikten öğrenmek, teoriyi de zenginleştirerek yürümesini, geleceği okumasını bilmek gerekiyor. Doktriner yaklaşımlar, dogmatik reçeteler tarihe ve politik mücadeleye yanıt veremez ve vermemiştir de hiçbir zaman.
Halklar için gerekli olan şey, Ortadoğu’nun gereksinimi olan şey emperyalizmin ve gericiliğin şu veya bu kategorisine yedeklenmek, gerici hegemonya ve rekabet mücadelelerin uzantısı haline gelmek; milliyetçi, dinsel, mezhepsel boğazlaşmalar, vb. değil, ulusların, dillerin, inançların, kültürlerin demokratik bir hak eşitliği içerisinde kardeşçe yaşadığı bir Ortadoğu’dur. Ortadoğu’da emperyalist hegemonyanın yıkılması, emperyalizme bağımlılık ilişkilerinin işbirlikçi yerli gericiliklerle birlikte tasfiyesidir. Bölgesel devrimin bölgesel devrimci-demokratik programının asgari ölçüleri işte bunlardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder