Translate

18 Haziran 2014 Çarşamba

EMPERYALİZM, ORTADOĞU, IŞİD VE KÜRTLER II



EMPERYALİZM, ORTADOĞU, IŞİD VE KÜRTLER
                                           II
Arınç, “IŞİD hedefimiz değil”, “IŞİD’in şu anki gayretlerinden, oradaki çatışmalarından Türkiye’nin bir hedef haline gelmediği açık ve ortadadır”, IŞİD’i yakından tanıyoruz, amaçlarının ne olduğunu da iyi biliyoruz diyor. Bir başka AKP Hükümet yetkilisi, IŞİD’in elinde tutuklu bulunanların “tutuklu değil misafir olduğunu” açıklıyor. Erdoğan, “Bu işi tereyağından kıl çeker gibi” çözeceklerini söylüyor vs. Gerçekte bu açıklamalar, IŞİD ile Hükümet arasındaki illegal ve yasadışı derin ve kirli bağlantının bir başka formda itirafı anlamına gelmektedir. Amerikancı faşist diktatörlüğün ve başı Erdoğan ve avenesinin Ortadoğu’daki politikasının en temel öğelerinden birisi Kürt Sorunu’dur. IŞİD, El Nusra, Asrar Aş Şam vb. gibi radikal İslamcı terörist çeteler, Esat rejimini yıkmak, Suriye’de bir Kürt devletinin doğuşunu ya da küçük de olsa Kürtlerin bazı ulusal demokratik haklar ve mevziler kazanmasını önlemek amacıyla öteden beri korunup silahlandırılmış ve T.C.’de güvenli kamplarda yaşamaları sağlanmıştı; ki bu tablo yakın süreçte hala değişmemişti. Gelinen yerde “Büyük devlet “olan, eski Osmanlı sınırlarını, Ortadoğu’yu kendi arka bahçesi ilan eden T.C. Devleti, Rojava devletiyle sınırdaş durumda. Yani en büyük korkularından birisi daha gerçekleşmiş bulunmaktadır. Ortadoğu’da da İran’la, Irak’la, Suriye ile ilişkileri baştan sona ağır yaralanmış, dinamitlenmiş durumda. T.C.’ye ve hükümetine en yakın bağlaşıklıkları olarak kala kala IŞİD vb. gibi radikal İslamcı çeteler kalmıştır. Eh artık hakkını teslim etmek gerekiyor Erdoğan Hükümeti’nin ve “parlak” Dışişleri Bakanı’nın; “Komşularla sıfır sorun” politikasının büyük başarısıdır bu(!).
“Allahın izniyle 24 saat içerisinde Emevi Camii’nde namaz kılacağız” diyerek Suriye’de oluk oluk kan akıtan, kan akmasına, dev yıkımların gerçekleştirilmesine, Suriye’nin gaddarca yağmalanmasına yol açan İşbirlikçi AKP Hükümeti ve başı olan zat, “ılımlı Sünni İslam”ın temsilcisi. İç, bölgesel, uluslar arası bağlantıları ve bağlaşıklarıyla birlikte T.C.’de yükselen İslami sermayenin temsilcisidir hala Erdoğan ve AKP’si. Aleviliğin ezilenlerden yana tarihine; duruşuna, direnişçi, zulme baş kaldıran karakterine karşı özel bir ideolojik kin ve nefret duyan Erdoğan ve AKP’si iç politikada aleni Alevi düşmanlığı yapmakta, açık-seçik mezhepçi politikalar izlemektedir. Aleviliğin içini boşaltma, bozma, Aleviliği Sünnileştirme operasyonu Erdoğan ve Hükümeti’nin, Fetullah Gülen vb. gibi Sünni İslamcı hareketin faşist diktatörlüğün desteğinde yürüttükleri operasyonun çeşitli bileşenleridir. AKP Hükümeti de Türk Kürt, laik anti-laik, Alevi Sünni çelişkileri üzerinde provokatif bir şekilde dinci faşist politika yapmakta Alevi Sünni düşmanlığını da kışkırtmaktadır. İşbirlikçi AKP Hükümeti, “bölgesel liderlik” iddiası ve politikasının gerekleriyle uyumlu olarak siyasal İslamcı çevrelerle de geniş ve karmaşık ilişkiler ağına sahip olduğu gibi başta Amerika olmak üzere Batı emperyalizmine bağlı Sünni İslama dayanan bir Ortadoğu politikasının da gönüllü yürütücüsü konumundadır. Bu bağlamda Esat rejimini yıkmak ve özellikle de Rojava Devrimi’ni boğmak amacıyla radikal İslami terörist çetelerle sayısız biçimler alan “proaktif” ilişki içerisinde bulunmaktaydı ve bulunmaktadır. IŞİD de söz konusu politika ve ilişkiler sistematiğinin önemli sacayaklarından birisiydi. Ayrıca AKP önderliğindeki “ılımlı” dinsel faşist rejimin Maliki rejimiyle sorunlu olduğunu, Maliki rejiminin yıkılması ve yerine Sünni mezhepçi bir rejimin kurulması çalışması yürüttüğünü, T.C.’de barındırılan Tarık Haşimi’nin de bu amaçla el altında tutulduğunu biliyoruz. Bu tablo içerisinde Amerikancı faşist diktatörlüğün, işbirlikçi AKP Hükümeti’nin “Sünni Aşiretler Komitesi”yle, Baas artıklarıyla, IŞİD’le sıkı bağlarının olduğu açıktır. Dolayısıyla, koçbaşı IŞİD etrafında Irak’ta gelişen ataktan T.C.’nin ve Hükümetinin de haberdar olduğu, dahası bu harekâtı esasen desteklediği kesindir. Demagojik ve manipülatif çığırtkanlıklarla bu gerçekler gözden gizlenmek isteniyor.
T.C. Musul Başkonsolosluğu’nun boşaltılmaması, IŞİD vb. çevrelerle AKP Hükümeti arasındaki derin, kirli, kanlı bağlaşmanın dolaylı itirafı olduğu gibi, belli güvenceler de alınmış olabileceğini göstermektedir. Musul’da bulunan T.C. Başkonsolosluğu’nun IŞİD tarafından basılması, personelinin tutuklanıp sorgulandığının açıklanması, yanıltıcı olmamalıdır. Bu operasyon, AKP Hükümeti’nin IŞİD vb. gibi radikal İslami terörist çetelerle sözde bir bağının olmadığı, bu iddianın Erdoğan Hükümetine karşı “paralel yapı”nın, “gezicilerin”, “uluslar arası şer güçlerin” kurmuş olduğu “kumpas”ın, “darbeciler”in propagandası olduğu demagoji ve manipülasyonuna meşruiyet kazandırma operasyonudur. Böylece T.C ve Erdoğan Hükümeti’nin Irak’ta da rejim yıkma operasyonu içerisinde olduğu da gözden kaçırılmak istenmektedir. IŞİD’in Musul Başkonsolosluk baskını, rehine tutma, fidye pazarlığı gibi manevralar esas olarak manipülatiftir. Erdoğan-AKP Hükümeti, “Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez” taktiğiyle hareket etmiştir ya da bu amaçla olaya göz yummuştur. Böyle olsa da T.C. Musul Başkonsolosluğu’nun basılması, personelinin rehin alınması vb. T.C.’nin ve Erdoğan Hükümeti’nin “Büyük ülkeyiz” demagojisine darbe indirmiş, uluslar arası itibarını da sarsmıştır. Bu sonuç, belki de AKP Hükümeti’nin IŞİD çetesiyle yaptığı gizli anlaşmaların çerçevesini aşmış da olabilir ama bu sonuç, bölgede, faşist dikta ve başı Hükümetin oynadığı “büyük oyun”da ödenen politik bir bedel ya da faturalardan biri olarak anlaşılmalıdır. Burada en fazlasından şu eklenebilir: IŞİD’le Hükümetin anlaşmasına karşın, IŞİD, konsolosluk baskını ile Türk burjuva devletine ve AKP Hükümeti’ne bir gözdağı mesajı vermiş, yeni bir pazarlık kozu edinmek için fazlasıyla ileri gitmiş olabilir.
Başbakan ve hükümeti, Musul Başkonsolosluğuna personeli ve silahlarıyla IŞİD’e teslim olmasını emretmiştir. Böylece “vatan toprağı” kabul edilen bir yer için tek kurşun dahi sıkılmamıştır. Türk Bayrağı IŞİD çetesi eliyle indirilerek yerlere atılmıştır. Ama Başbakan Erdoğan’dan çıt çıkmamıştır. Bu durum aynı zamanda şövenist Erdoğan Hükümeti’nin “bayrak sevgisi”nin sahteliğini de ortaya koymuştur. Oysa Musul’da henüz bunlar gerçekleşmeden bir-iki gün önce, yani daha dün, Diyarbakır’da 16 yaşında bir gencin şaibeli olan Türk bayrağını indirmesini fırsat bilen Erdoğan, sınırsız bir ikiyüzlülükle “Vatan, Millet, Sakarya” hamasetini yapmaktaydı. “Bu bayrak hiçbir yerde ve hiçbir zaman asla inmez ve inmeyecek” vs. diyerek şirazesinden çıkmış bir tarzda, Tokat’taki ırkçı faşist linçi örnek göstererek, ülke çapında linç kampanyası çağrısını yapmıştı. Eee, etme bulma dünyası… Yalancının mumu yadsıya kadar yanar.
Beslenen karganın şu veya bu zamanda dönüp besleyenin gözünü oyması ise, tarihsel tecrübelerle sabittir. Hele de söz konusu olan Ortadoğu gibi “stratejik oyun” alanlarında… Erdoğan ve partisi ve hükümeti, Türkiye’de 12 Eylülcü faşist politik rejimi dinselleştirme operasyonu yürütmektedir. Kürt ulusal demokratik mücadelesine karşı devletçi Kürt İslamını geliştirmeye; yurtsever Kürt hareketine, demokratik Alevi hareketine, bir bütün olarak demokratik halk hareketine karşı dini fütursuzca kullanmaktadır. Dini, Sünni İslamı politik iktidar tekelini sağlamlaştırmanın açık ve keskin bir aracı olarak kullanmaktadır. Bu gerçekler, yükselen ve mevzilerini sağlamlaştıran dinci sermayenin ve bugün için onun baş temsilciliğini yapan ve teröre, kana, rüşvet ve yolsuzluğa batmış Erdoğan ve partisinin ve hükümetinin politikasının bazı çizgileridir.
Vurgulamak gerekir: Erdoğan ve hükümetinin, faşist diktatörlüğün bölgede ve uluslar arası arenada radikal İslami hareketlerle ilişkisi, bir yandan radikal İslamcı hareketleri Amerikan stratejisi ekseninde kullanmakla bağlıdır. Diğer yandan AKP’nin kendine biçtiği misyonda somutlaşan ve Amerikancı strateji ile iç içe geçen stratejinin gerekleri ve gereksinmeleriyle bağlıdır. Böylece bu hareketleri kullanma, ehlileştirme, dönüştürme operasyonu ile bağlıdır. Hegemonyacı ve yayılmacı dış politikası ağır yaralar alan, kan kaybeden ve çöküş sürecine giren Erdoğan Hükümeti’nin içerde aynı zamanda mezhepçi dinci karakteristikler taşıyan saldırgan politikası ile dış politikadaki dinci-mezhepçi yayılmacı saldırgan politikası arasında da dolaysız bir bağ vardır. Bunu gözden yitirmemekte yarar vardır. Ve burada, dış politikanın iç politika tarafından tayin edildiği gerçeğini ise hatırlatmak bile gereksizdir.
Diktanın ve başı Erdoğan’ın radikal İslami çetelerle bağının dönüp Türkiye’yi vurmaya başladığını, bunun bir başlangıç olduğu, gelecekte daha etkin ve yaygın vurmaya başlayacağını ise hep birlikte göreceğiz. Erdoğan’ın başında bulunduğu faşist politik rejim, IŞİD’i (vb.) kullandığı gibi, tersinden de IŞİD T.C.’yi ve hükümetini kullanmaktadır. IŞİD vb. gibi radikal dinci çetelerle ilişkisi faşist diktatörlüğe ve başı AKP’ye ABD, AB, NATO karşısında bir pazarlık kozu olarak da görünmektedir. IŞİD de sırası gelince T.C.’nin ve hükümetinin kendisini ABD vb. gibi emperyalist güçlere satacağını çok iyi bilmektedir. Tüm bu gerici burjuva devlet ve çetelerin sınırsız bir Makyavelizmi temsil ettiğini herhalde hatırlatmaya bile gerek yok. Ancak her halükarda, Erdoğan Hükümeti’nin radikal İslami çetelerle ilişkisinin bir faturası da olacaktır. (Özal’ın, kriz ve fırsatlar bağıntısında emperyal heveskâr “Bir koyup üç alma” politika ve çığırtkanlığı ve faturası hala unutulmuş değil bu topraklarda.) Bu faturalardan birisi de, bire bir örtüşmese de, Türkiye’nin bir tür “Pakistanlılaşması” olacaktır.
Geçmeden eklemek ya da vurgulamak yararlı olacaktır; Türk İslam sentezcisi, neo-liberal, neo-Osmanlıcı AKP Hükümeti’nin bölgesel ve küresel arenada radikal İslami hareketle kurduğu ilişki Türk işbirlikçi tekelci burjuvazisinin bölgesel yayılmacı stratejisi ile de bağlıdır. Türkiye’de kapitalizmin gelişme düzeyi, sermaye birikiminin ulaştığı düzey, yayılmacı politikanın içerisinde gerçekleştiği dünya ve özellikle bölge koşulları bunu gerekli kılmaktadır. Bölgenin en önemli ekonomik, siyasi, askeri güçlerinden biri olması, T.C.’nin ve Erdoğan Hükümetinin bu güce ve uluslar arası ilişkiler sistematiği içinde tuttuğu önemli yere dayanarak yayılması anlaşılırdır. Askeri-sınaî kompleksin güçlendirilmesi, ordunun profesyonelleştirilmesi, açık denizlere çıkış ve deniz filosunun güçlendirilmesi vb. yönelimi rastlantısal değildir yani. SIPRI’nın verilerine göre T.C., 2013 yılında dünyada askeri harcamalarını en fazla yükselten 10 ülke içerisinde yer almaktadır. Türkiye sözde Kürtlerle başlattığı “barış ve diyalog süreci”nde, son bir yıl içerisinde, 20 milyar dolara yakın askeri harcama yapmıştır. MİT’in operasyonal bir güç olarak yeniden yapılandırılması, yetkilerinin alabildiğine genişletilmesi, öteki şeyler bir yana, özellikle de Türk egemen sınıflarının dış politikada yayılmacı politikası ile bağlıdır. Bu durum, işbirlikçi faşist diktatörlüğün, profesyonel din tüccarı dinci faşist AKP Hükümeti’nin dış politikadaki yayılmacı, hegemonyacı, maceracı saldırgan politikasını da açıklamaktadır. Uluslar arası ve bölgesel bağlaşıklarıyla birlikte Afganistan’da işgal kuvvetlerine katılan, açık denizlerde, Somali’de operasyonlara çıkan, Mısır’da, Libya’da, Suriye’de ve Irak’ta rejim yıkma ve rejim kurmada, Kürt devrimlerini boğmada oldukça iştahlı ve saldırgan davranan Türk egemen sınıflarının Ortadoğu’ya müdahalesi yukarıdaki gerçeklerle bağlıdır aynı zamanda. Suriye ve Irak’taki gelişmeleri, IŞİD’in son çıkışını bahane olarak kullanacak olan Erdoğan Hükümeti’nin “uluslar arası terörizme karşı mücadele”, “bölge barışını koruma”, “Türkmenleri koruma”, “enerji güvenliğini sağlama”, “sınır güvenliğimizi ve ülke bütünlüğünü koruma” vb. gibi demagojik ve manipülatif kampanyalarla başta Kürt ulusal mücadelesini ezmek, Rojava Devrimi’ni tasfiye etmek olmak üzere Ortadoğu’da yeni maceralara girişmeyeceğini düşünmek siyasi saflık olacaktır. İçerdeki kontrollü yüksek gerilim ve kutuplaştırma politikasının bu gerçeklerle bağı da gözden kaçırılmamalıdır. İşçi sınıfına ve halklara bu gerçekleri taşımak önem taşımaktadır.
ABD Afganistan’da olduğu gibi Irak’ta da başarısız; istediği istikrarı yaratamadı. Mısır örneğinde olduğu gibi “ılımlı İslam” politikası da çöktü. Suriye’de de başarısız olan Amerikan emperyalizmi Maliki rejiminden de memnun değildi. IŞİD’in günde 200 bin varillik petrol üretimi yapan Musul’u vb. petrol bölgelerini ve enerji geçiş yollarını ele geçirerek Bağdat’a yürümesi karşısında Maliki rejimini yeniden yapılandırarak IŞİD karşısında destekleme operasyonuna girişeceği anlaşılıyor. ABD, çıkarları gereği Saddam’sız Baas iktidarının yeniden kuruluşuna da IŞİD denetiminde şeriatçı mezhepçi bir iktidarın kurulmasına da karşıdır. İktidardan dışlanmış durumda olan Sünni burjuvazi ile en azından bir kesimi ile anlaşarak iktidar ortaklığını sağlayarak Baas ve IŞİD tehdidini önlemeye çalışacak görünüyor. ABD bir kara harekâtını ise düşünmemektedir.
IŞİD olgusu da emperyalizmin Ortadoğu’ya, Irak ve Suriye’ye müdahalesinin ürünüdür. Daha uzak geçmişe gitmeden kendimizi sınırlayarak ifade etmek gerekirse, El Kaide, IŞİD türü akımlar Amerikan emperyalizminin ve önderliğindeki kapitalist-emperyalist bloğun “Soğuk Savaş Stratejisi”nin, bu stratejinin bir bileşeni olan “Yeşil Kuşak Stratejisi”nin ve harekâtının ürünüdür. 1956’lardan başlayarak SSCB’de ve sosyalist kampta sosyalizmin tasfiyesi sürecinde ortaya çıkan, özellikle de 70’ler sonrası Rus sosyal emperyalizminin İslam dünyası halklarıyla kurduğu ikiyüzlü sosyal emperyalist politikanın, daha özelde 1979 yılında Afganistan’ı işgal etmesinin yarattığı elverişli zeminde radikal İslamın yükselmesinin ürünüdür. Özellikle kapitalist/revizyonist bloğun çöküşü ile, dünya devrim dalgasının geri çekişi ile, neoliberal emperyalist ekonomik ve sosyal yıkımın İslami dünya halklarında da yarattığı derin ve kapsamlı yıkım ile İslam, hızla politikleşmeye, radikal İslami çizgi ise güçlenmeye başladı. El Kaide, IŞİD vb. gibi akımların yükselişi işte bu gerçeklerle bağlıdır… Batı emperyalizmine bağımlı kapitalistleşme sürecinin, emperyalizme bağımlılık ilişkilerinin, “ulusal kalkınmacı paradigmanın başarısızlığı”nın yarattığı umutsuzluk ve devrimci öfke birikimi, devrimci önderlik boşluğunun çarpıcı biçimlerde görüldüğü İslami dünyada, Müslüman halklar nezdinde politik İslamın, özelde radikal İslami güçlerin itibar kazanmasına, güç ve etkinlik alanı yaratmasına yol açmıştır. Politik İslamın, radikal politik İslamın Müslüman halklar nezdinde toplumsal ve siyasal bir karşılığı olduğu açıktır… Yukarıda kısa bir özetlemeyle vurguladığımız gerçekler, ayrı bir incelemenin konusu olacak bu sorunun, El Kaide, IŞİD vb. gibi radikal İslami örgüt ve çevrelerin basit bir kalem darbesiyle anlaşılamayacağına işaret etmektedir.
Bölgesel önemli bir aktör olarak İran, Ortadoğu’da Şii hattının yıkılmasına, Amerikancı, NATO’cu bir Sünni İslamla kuşatılmasına karşı etkin bir direniş sergilemektedir. Bunu Suriye rejimine ve Lübnan Hizbullahı’na verdiği ekonomik, siyasi ve askeri destekten de görüyoruz. İran, Irak’ta Şii iktidarının yıkılmasına, IŞİD’in iktidarı ele geçirmesine kesinkes karşıdır. IŞİD tehdidi karşısında ABD ve İran yakınlaşması dikkat çekiyor. İran, Irak söz konusu olduğunda da bölgedeki en önemli güçlerden birisidir. IŞİD’in Esat rejimi karşısında başarısız olması, Rojava Devrimi karşısında yenilmesi, ana dikkatini Irak’a yöneltmesi, ortaçağcıl yöntemlerle ırkçı, mezhepçi katliamcılığının artan oranda teşhir olması, şimdilik, farklı saiklerden dolayı olsa da, IŞİD karşıtı bir geniş cephenin oluşmasına yol açmış bulunuyor. Bu durum, hem Esat rejiminin işini kolaylaştırmakta hem de Rojava Devrimi’nin lehine bir gelişmeyi ifade etmektedir. Suriye, Irak, İran, ABD’nin “uluslar arası terörizme karşı savaş” argümanına da sarılarak IŞİD’e karşı mücadele çağrısı yapmaktadır. IŞİD’in uluslar arası arenada şeriatçı terörist bir örgüt olarak teşhir olması, giderek bölgede zaman içerisinde zayıflaması olasılığı T.C. ve Erdoğan’ın ve hükümetinin de daha fazla teşhir olmasına, AKP’nin Ortadoğu’da dökülen kan deryasının baş sorumlularından biri olduğunun iyice açığa çıkmasına hizmet edecektir. Kuşkusuz T.C. devleti ve başı Erdoğan, bu yeni durumda IŞİD’i satma, ABD-İran-Esat’la yakınlaşma üzerinden Rojava Devrimi’ni boğmaya yönelebilir. Çünkü IŞİD’in atağı ve ilerlemesi bölgesel güç dengelerinde derin sarsıntılara yol açtığı gibi Ortadoğu’nun kaypak zemininde ve karmaşık ortamında yeni bağlaşmaların oluşmasına da yol açmaktadır, açacaktır; Amerikancı faşist Türk diktatörlüğünün “kolektif aklı” bunu bilecek kadar da deneyimlidir.
DEVAM EDECEK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder