EMPERYALİZM, ORTADOĞU, IŞİD VE KÜRTLER
IŞİD, Musul’u
ele geçirerek Bağdat’a doğru ilerliyor. Rojava Devrimi karşısında başarılı
olamayan ve tutunamayan IŞİD’in bu atağı, Ortadoğu’da dengeleri derinden ve
kapsamlı sarsmaya devam edecek. Büyük bir uygarlık geçmişine sahip, tek tanrılı
üç büyük dinin doğum yeri Ortadoğu, gerek tarihten gelen gerekse de çağımızın
çelişki ve çatışmaları üzerinde; derin ve kapsamlı sınıfsal, ulusal, etnik,
dinsel, mezhepsel çelişki ve çatışmalarla parçalanmış durumda. 20. yüzyıl başlarında
“Sınırları cetvelle çizilmiş”
Ortadoğu’nun statükosu çöküş sürecinde. Şeriatçı bir egemenliği
hedefleyen IŞİD’in, “Ortadoğu haritasının sınırlarını siliyoruz.” açıklaması
rastlantısal değildir. Gelişmekte olan çok kutuplu dünya gerçeğinin çatışmaları
ve etki gücü “Genişletilmiş Ortadoğu”ya, Suriye ve Irak’a bütün gücüyle abanmış
durumda. IŞİD’in atağı aynı zamanda bu gerçeklerle ve müdahalelerle bağlı.
Genelde bölgesel çapta, özelde Suriye ve Irak’taki çelişkili, çatışmalı,
kaygan, kaypak zemin ve süreç, her iki ülkede de üçer devletin ortaya çıkması
olasılığını güçlendiriyor ya da süreç buna gebe; ki fiili olarak bu olgunun bir
biçimde zaten gerçekleşmekte olduğundan da bahsedebiliriz. Eğer sonuçta, öteden
beri özellikle de ABD’de neofaşist “Neocon muhafazakar çevreler” tarafından
seslendirilen böyle bir yapılanma ortaya çıkarsa bunun hangi biçimleri
alacağını ise bugünden kestirmek oldukça zor. Bu bakımdan da süreç çok
seçenekli, çok açık uçlu durumda. Suriye ve Irak’taki gelişmelerin salt Suriye
ve Irak’la sınırlı olmadığını, kalmadığını ve kalmayacağını, her iki ülkenin de
küçük birer Ortadoğu olduğuna ise sadece dikkat çekerek geçiyoruz. Gerçek şu
ki, 20. yüzyılın başlarında kurulmuş olan Ortadoğu’daki statüko temellerine dek
sarsılmış ve çözülmektedir. Gerek emperyalist dünyada gelişmekte olan yeni güç
dengeleri ve bölgenin jeopolitik önemi üzerinden gelişen hegemonya ve rekabet
mücadelesi gerekse de bölge halklarının gittikçe büyümekte olan mücadele ve başkaldırıları
söz konusu çözülme ve yeniden biçimlenmeyi dayatmaktadır.
Irak ve
Suriye’de Sünni İslamın etkili olduğu yay/bölge, IŞİD’in etki alanı. IŞİD’in
son atağı ile etki ve işgal alanı nerdeyse İran sınırından Suriye içlerinden Ak
Deniz’e dek uzamaktadır. IŞİD, Kuzey Suriye ile Güney Irak’ı fiilen
birleştirmiştir. Kara bayrak altında savaşan IŞİD’in, radikal İslami
gerici/faşist paramiliter bir terör çetesi olduğundan kuşku yok. Arap
milliyetçiliğine ve Sünni İslama, Sünni İslamın Selefi yorumuna dayanan,
mezhepçi bir katiller ordusu da diyebiliriz. IŞİD’in İslam enternasyonalizmine
de dayanan yapısı, onun eklektik karakteristik özelliklerinden birisidir. IŞİD’in
askeri harekâtı ve yayılması sürdükçe, iktidar alanı genişleyip güçlendikçe,
Şii Sünni mezhep savaşı ve boğazlaşması tehdidi giderek güçlenecek ve kanlı bir
gerici savaşa dönüşecektir. Ki IŞİD, açık ve kesin bir şekilde Irak ve Suriye
halklarına gerici bir iç savaşı dayatmaktadır, dayata da gelmiştir. Irak’ta
gerici Maliki rejiminin mezhepçi baskı ve saldırı politikası bu bakımdan IŞİD
çetesine olağanüstü bir imkân sunmuştur ve sunmaktadır. Burjuva karakterine
karşın Orta çağcıl vahşetle savaşan IŞİD’in dinci ve mezhepçi gerici iç savaş
politikasının boşa düştüğü, yenilgiye uğradığı tek yer ise Rojava olmuştur.
Ulusal, etnik, dinsel, mezhepsel ayrımları ve ön yargıları demokratik halkçı
devrimci bir tarzda ele alarak çözen Kürt hareketi küresel ve bölgesel
emperyalist, gerici, faşist güçlerin, o arada El-Nusra’nın, IŞİD’in vb.
dinci-mezhepçi terörist çetelerin din ve mezhep savaşları tuzağına düşmemiş,
dahası bu tezgâhı etkisizleştirerek “Demokratik özerklik” temelinde kendini
inşa edebilmiştir. Bu başarı ve kazanım, Ortadoğu halkları adına büyük bir
kazanım ve devrimci bir gelişmedir. Kanlı ve bir baştan bir başa kirli
tuzaklarla döşenmiş Ortadoğu cangılında Rojava halkı, tüm dünyaya bir insanlık
dersi de vermiştir ve vermektedir böylece. Rojava pratiği demokratik bir
Ortadoğu için yürünmesi ve geliştirilmesi gereken yolu da göstermektedir henüz
yolun başında olsa da.
Kelle
koparan, ciğer ve yürek söküp dünyanın gözleri önünde çiğ çiğ yeme seansları
düzenleyen IŞİD’in, sırf kendi savundukları “İslam” anlayışında olmadıkları
için binlerce insanı katletmesi, bunu da İslamın yüce adaleti ve şefkati olarak
dünyaya pazarlaması çarpıcı bir durumdur. Küresel ve bölgesel karanlık ve karmaşık
ilişkiler ağı, bu profesyonel katiller ordusunun aynı zamanda küresel ve
bölgesel devletlerin taşeronu olarak da konumlandığını göstermektedir. İçerisinde
sayısız istihbarat örgütünün cirit attığı IŞİD, özelde “Genişletilmiş
Ortadoğu”da kıran kırana sürmekte olan emperyalist ve bölgesel güçlerin
emperyal hegemonya ve rekabet mücadelesinin de kendine özgü bir uzantısı ve
aracıdır da. Özelde Rojava Devrimi’ni boğmada Arap, Fars, Türk gericiliğinin,
Esad rejiminin ve KDP’nin tam desteğini alan IŞİD’in, özellikle de Suudi
Arabistan, Katar, T.C. ve AKP Hükümeti tarafından finanse edildiği,
silahlandırıldığı, askeri eğitimle, her türden lojistik destekle donatıldığı ve
kullanıldığı yeterince açığa çıkmış durumda. Bu siyasi-askeri terörist
katliamcı çetenin homojen İslami şeriatçı görüntüsü yanıltıcı olmamalıdır.
IŞİD’in bir “çatı örgütü” olduğu, içerisinde değişik devletlerle ve istihbarat
örgütleriyle bağlı eğilimlerin olduğu gözden kaçırılmamalıdır.
Saddam rejiminin
yıkılmasıyla ayrıcalıklı konumunu kaybeden ve baskı altına giren, Maliki
rejiminin mezhepçi politikasının hışmına uğrayan Sünni Araplar, Sünni IŞİD’in
Irak’ta etkili olmasını açıklayan temel bir faktördür. Saddam artıkları,
Baasçılar, Sünni aşiretlerin ağırlıklı bölümü IŞİD bağlaşması içerisinde ya da
etrafında yer almaktadırlar; dahası Baasçılar IŞİD içerisinde veya IŞİD’le
bağlaşma içerisinde yönetici işlevleriyle, yönetim deneyimleriyle çok önemli
bir gücü de oluşturmaktadırlar. IŞİD’in hızla Musul’u alabilmesini, Bağdat’a
doğru ilerlemeye başlamasını Maliki rejiminin çürümüş olmasının yanı sıra öncelikle
bu olgu açıklar. IŞİD’in atağı, zaten mezhepçi politikalarla parçalanmış Irak
ve Ortadoğu’yu daha tehlikeli mezhepçi boğazlaşmalara doğru itecektir.
“Genişletilmiş Ortadoğu”da mezhepsel bölünmeleri, Şii Sünni çelişki ve
çatışmasını teşvik etmek, emperyalizmin ve bölge gericiliğinin öteden beri
kullana geldiği ve kullanmakta olduğu bir taktiktir. Ortadoğu’da da sömüren ve
sömürülen, ezen ve ezilen temelinde bir siyasal ve toplumsal bölünmenin ve
mücadelenin yerine, etnik, ulusal, dinsel, mezhepsel bölünmeleri geçirme, böl,
parçala, yönet politikası, emperyalist, Siyonist, gerici burjuva politikalar
bakımından istenir ve işlevli bir silah olmuştur daima…
Suriye-İran-Lübnan
hattında yerleşmiş olan Şia bağlaşmasının ve iktidar alanının yıkımı ve tasfiye
edilmesi, Rojava Devrimi’nin boğazlanması; bölgenin, kontrol edilebilir
çerçevede Sünni mezhebi eksenli olarak Batı emperyalizmine bağlanarak uluslar
arası tekellere açılması, ABD, AB, İsrail ve bölgedeki işbirlikçileri Suudi
Arabistan, T.C., Katar, Körfez ülkeleri vb. gibi müttefikleri için istenen ve
kazanılmaya çalışılan bir hedef ve politikadır. Burada, bu politikanın Güney
Kürdistan’da özellikle Barzani tarafından da desteklendiğini görmek gerekir.
Rojava’nın tasfiyesi, Maliki rejiminin yıkılması, T.C. ile sağlam bir bağlaşma,
özellikle de Kürt devlet yönetiminde etkili olan Barzani kliği için istenen bir
şeydir; ki Barzani kliği eylemiyle de bu gerçeği kanıtlamıştır. Demokratik bir
Ortadoğu ve Mezopotamya yerine, mezhepçi boğazlaşmalarla parçalanmış, at izinin
it izine, it izinin at izine karıştığı bir Ortadoğu ve Mezopotamya’dan ise
bölge halklarının, bölge halklarından olan Kürt ve Türk halklarının hiçbir
çıkarı olmadığı ve olmayacağı ise açıktır. Ortadoğu’daki temel sorunların ana
nedeni, emperyalizmdir, Ortadoğu’ya emperyalist müdahaledir; emperyalizmin,
Siyonizmin ve işbirlikçi gerici ve faşist rejimlerin çıkarları, müdahaleleri,
egemenlik savaşıdır. Ortadoğu’nun cetvelle çizilmiş sınırlarından da,
Ortadoğu’nun yüreğine saplanmış zehirli bir hançer olan İsrail devletinden de,
Filistin sorunundan da, dört parçaya parçalanmış Kürt ülkesinin gerçeğinden de,
Afganistan’ın, Irak’ın, Libya’nın Suriye’nin yaşadığı bildiğimiz tablodan da bu
olguyu ya da olguları görmek tümüyle mümkündür.
Bölgenin
emperyalist küreselleşmenin gereksinmelerine açılması, bölgenin enerji
kaynaklarının ve zenginliğinin güvenceli bir tarzda denetlenebilmesi ve
kullanılabilmesi uluslar arası tekellerin egemenliğiyle belirlenen emperyalist
dünya sisteminin ortak çıkarıdır. Dolayısıyla başta devrimci tehditler olmak
üzere bu çıkarları tehdit edecek her türden gelişmeye karşı geçici de olsa
emperyalizmin asgari müştereklerde birleşmesi ve tavır alması anlaşılırdır. Söz
gelimi, hiçbir ilerici, devrimci özellik taşımamakla birlikte denetlenebilir
çerçevede tutulamayan ya da geliştikçe, iktidar alanı genişledikçe
denetlenmesinin olanaklı olmayabileceği (keza Baas’ın Saddamsız Baas olarak
iktidara gelişi tehlikesi) olasılığı gibi gerçekleriyle bağlı olarak, IŞİD’in
gelişmesi, Bağdat’ı düşürmesi, petrol bölgelerinin ve geçiş yollarının IŞİD’ci
şeriatçı bir diktatörlüğün denetimine girmesi riskli görülüyor olmalı ki, El
Kaide’yi hatırlayalım, ABD, Rusya, Çin, AB, İran merkezi Irak yönetimi lehine
çeşitli açıklamalar yapmakta, değişen düzeylerde girişimlerde, yakınlaşmalarda
bulunabilmektedirler. Kuşkusuz ki bu “konsensüs” veya emperyalist dünya
sisteminin kolektif çıkarlarını tehdit edecek gelişmelere karşı şu veya bu
düzeyde ortaya çıkabilecek ortaklıklar, emperyalist hegemonya ve rekabet
mücadelesine son vermek bir yana, içermekte ve içererek gelişmektedir ve
istikrarlı bir birlik olarak da sürmesi zaten olanaklı değildir. Doğası gereği
her bir emperyalist gücün, emperyalist bloğun, bölgesel liderlik mücadelesi
veren gerici burjuva devletin ya da devletlerin kendi özgün ekonomik, siyasi,
askeri çıkarları olacak ve bu çıkarların mücadelesi de sürecektir… Bugün bir
Amerikan emperyalizmi ile Rus emperyalizminin ya da Çin sosyal emperyalizminin
çıkarlarının ya da bölgesel liderlik mücadelesi veren, yayılmacı politikalar
izleyen Türkiye ve İran gibi burjuva devletlerin çıkarlarının birebir
çakıştığını söyleyemeyiz…
DEVAM EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder