21 Eylül 2016 Çarşamba

I. BÖLÜM



4)Tek Ülkede Sosyalizmin “Tam” İnşası, Komünizme Geçiş ve “Devletli Komünizm” Tezleri Üzerine
Sosyalist toplum, bağımsız bir ekonomik-toplumsal formasyon oluşturmaz. Sosyalizm, kapitalizmden komünizme tarihsel geçiş sürecinde, komünizmin alt evresi, bir geçiş formasyonudur. Çünkü nesnel koşullar, proletaryanın hemen ve doğrudan kapitalizmden komünizme sıçramasına izin vermemektedir. Dolayısıyla bir geçiş toplumu olarak sosyalizm tarihsel bir zorunluluktur ve proletarya önderliğinde emekçi insanlık, “olgunlaşmamış komünizm” olan sosyalizm evresinden geçerek “olgunlaşmış komünizme”, yani komünizmin üst evresine ulaşacaktır.
Emperyalizmin bir veya birkaç zayıf halkasının kırılmasıyla tek ülkede veya birkaç ülkede “sosyalizmin zaferi” tamamen olanaklıdır; özellikle de bu ülke Rusya gibi büyük ve doğal kaynaklar bakımından zengin bir ülke olursa! Keza tek ülkede sosyalizmin başarıyla inşası ve kurulması da tümüyle olanaklıdır. Geride bıraktığımız 20. Asır’ın tüm bir tarihsel pratiği tartışma götürmez bir şekilde teorinin bu temel savını doğrulamıştır. Yani, Marksist- Leninist teori yaşamı doğru okumuş, yaşam teoriyi yanıtlamıştır. Ancak, yine de şu sorunun sorulması ve yanıtlanması gerekir: Sosyalizmin “tam inşası ne demektir?
Stalin’in ve SBKP(B)’nin tek ülkede sosyalizmin zaferi, sosyalizmin başarısıyla inşası sorunundaki kavrayışları (yetersizliklerini yukarıda eleştirmiştik) esasen doğru bir kavrayıştır. Bu, “…Muzaffer bir ülkenin proletaryasının kendi ülkesinde iktidarı ele geçirdikten sonra sosyalist üretimi örgütleyebileceği ve örgütlemek zorunda olduğu anlamına geliyor. Ve ‘sosyalist üretimi örgütlemek’ ne anlama geliyor? Sosyalist toplumu tam olarak kurmak anlamına geliyor.” (Stalin, Eserler, C. 8, s. 71, italikler Stalin’e ait -iSa.); “Parti Kongresinde anlaşmazlık… konusu şuydu: Kongre, emekçi köylülükle ittifak halindeki işçi sınıfının, Batıda muzaffer bir devrim kendisinin yardımına gelmese de, ülkemiz kapitalistlerini tamamen yenip, sosyalist toplumu kurabileceğini söyledi. Buna karşılık muhalefet, Batıda işçiler zafere ulaşmadıkları sürece, kendi kapitalistlerimizi tamamen yenemeyeceğimizi ve sosyalist toplumu kuramayacağımızı söyledi.” (age., s. 91); “O halde ülkemizde sosyalizmin zaferi ne anlama geliyor? Proletarya diktatörlüğünün mücadeleyle kazanılması ve sosyalizmin kurulması, bundan ötürü devrimimizin iç güçleriyle iktisadımızın kapitalist unsurlarının üstesinden gelinmesi anlamına geliyor.” (age., s. 225)
Görüldüğü gibi, tek ülkede sosyalist toplumun “tam” olarak kuruluşundan, sosyalizmin zaferinin olanaklı olduğu anlaşılıyor. Kent ve kırda sosyalizmin kurulması anlaşılıyor. Ki, bu bağlamda sorun, içerik olarak doğru bir tarzda konulmaktadır. Yani, 20’li yıllardaki ünlü tartışmalarda, sosyalist toplumun tek ülkede “tam” olarak kurulup kurulmamasının olanaklı olup olması tartışılırken, Stalin ve Parti, bu tezi, “sosyalizmin nihai zaferi sorunundan ayrı olarak, tek ülkede, Rusya’da sosyalizmin zaferinin mümkün olduğu biçiminde yanıtlarken, tezin içeriğini, emperyalist kuşatmaya rağmen Rusya’nın kendi öz kaynakları ve öz gücüne dayanarak sosyalist ekonomiyi kent ve kırda kurma ve kapitalist sınıfı tasfiye etme teori ve pratiği olarak anlamlandırıyorlardı. Yani, henüz, 20’li yıllarda, tek ülkede komünizmin kurulması tezi savunulmadığı gibi, emperyalist kuşatma altında, tek ülkede “tam” bir sosyalist toplum kurma tezi ile tek ülkede komünizme geçme ve devletli komünizm tezi arasında bir bağ yoktu.
Ne var ki Stalin’in ve SBKP (B)’nin tek ülkede sosyalizmin “tam” inşası, “tam bir sosyalist toplum kurmak mümkündür tezine ve vurgularına eleştirel yaklaşmak gerekmektedir. 20’li yıllarda bu tezin içeriği doğru olarak ortaya koyulmasına rağmen eleştirel yaklaşmak gerekir.
Tek bir ülkede sosyalizmin zaferi olanaklıdır. Bir diğer anlatımla, Avrupa’da veya Avrupa’nın birkaç ülkesinde proleter devrim zafer kazanamadığı halde ve böylece, Avrupa proletaryasının devletsel yardımı olmadığı halde, tek bir ülkede muzaffer olmuş proletaryanın, iktidara geldiği ülkenin öz gücüne dayanarak, kent ve kırda kapitalist sınıfı tasfiye ederek sosyalist üretimi/ekonomiyi kurması, sosyalizmin inşası yolunda başarıyla yürümesi tümüyle olanaklıdır. SSCB somutunda da bu olgu tarihsel olarak kanıtlanmıştır. Evet, tek ve geri bir ülkede (kuşkusuz özelde de Rusya gibi büyük, yeraltı ve yerüstü kaynakları zengin bir ülkede ya da ülkelerde) sosyalizmi daha güçlü ve üst düzeylerde kurmak ve inşa etmek tümüyle ve kesin olarak mümkündür. Fakat Stalin’in  “Leninizmin İlkeleri” ve SBKP (B)Tarihi’nde sorunu ele alışında bir hata, bir eksiklik, sorunu bir ölçüde idealize eden bir yaklaşımın da olduğu görülüyor.
Komünizmin alt evresi ve bir geçiş formasyonu olan sosyalizmin tek ülkede “tam” olarak kuruluşu neyi ifade edebilir?
“Tam” kavramı göreli bir kavramdır. Göreli anlamından koparılarak (ki 20’li yıllarda söz konusu “tam”lık göreli anlamı içerisinde ele alınıyordu) tek ülkede “tam” sosyalist toplum kurmak mümkündür saptaması bir kaç bakımdan eleştirel ele alınmalıdır.
Birinci olarak, örneğin Arnavutluk gibi küçük ülkelerde bu “tam”lık (sosyalizmin kurulması olanaklı olduğu halde) çok anlamlı bir hareket planı üretmez, üretemez (ki, E. Hoca’nın ve AEP’in de bu konuda Stalin gibi düşündüğünü hatırlatmak isteriz), dahası sübjektivizme açık bir tanımlamadır.
İkinci olarak, sosyalist inşa yolunda her gerçek ilerleme komünizme doğru bir ilerleyişi ifade eder ve sosyalizmden komünizme ilerleyişte “tam sosyalist toplum” kavramı pek de somut bir tahlili, çözümlemeyi ifade etmez. Sorun, tek ülkede sosyalizmin inşası ve kurulmasının olanaklı olup olmadığı veya tek ülkede sosyalizmin zaferinin olanaklı olup olmadığı ekseninde tartışılmalı ve buradan hareketle formüle edilip açımlanmalıdır.* Çünkü tartışmanın merkezinde duran sorun tek ülkede, SSCB’de, sosyalizmin kurulmasının mümkün olup olmadığı sorunu duruyordu. Muhalefet, tek ülkede sosyalizmin kurulmasını olanaksız ve yenilgiyi kaçınılmaz görüyor ve sosyalizmin inşasında direnmek yerine emperyalizm, kapitalizm, yıkılmış gericilik karşısında teslimiyeti öğütlüyordu.
Tek ülkede sosyalizmin zaferi ve “tamlık” ilişkisi, komünizme yürüyüş sürecinde, doğru bir çizgide ve önderlikte, kesiksiz ve ardışık bir süreç olarak (tarihin zikzaklarını, kesintileri, gerileyişleri bir yana bırakarak söyleyecek olursak) bu “tam”lık, hep yeni bir “tam”lığa, daha az olgunlaşmadan daha çok olgunlaşmaya, en nihayetinde alt geçiş evresinin olgunlaşmasıyla yerini komünizmin üst evresine bırakmayı ifade edebilir.
Stalin’in, emperyalist kuşatma koşullarında tek ülkede “tam” bir sosyalist toplum kurulabileceği vurguları, sosyalizmin tek ülkede zaferi sorununda çubuğun aşırı bükülmesini ifade ediyor. Zinovyevist-Troçkist muhalefete karşı mücadelede bir yere kadar anlaşılabilir olan bu formül daha sonra bu masumiyetinden arınmıştır.
Üçüncü olarak, tek ülkede sosyalizmin zaferi/sosyalizmin başarıyla kurulması tümüyle olanaklıyken, “tam” bir sosyalist toplum kuruluşu ulusal ölçekte çözülebilecek bir sorun olarak gözükmüyor bize. Kapitalizmin en son ve üst aşaması olan emperyalizmin gelişmesinin ulaştığı bugünkü düzey (emperyalist küreselleşme/uluslararasılaşma düzeyi) daha fazla dikkate alındığında,  “tam”lık, tek ülkede, ulusal ölçekte çözülebilecek bir sorundan ziyade uluslararası ölçekte çözülebilecek bir sorun olarak görülmelidir. Uluslararası proleter devrim sürecinin zaferi ve gelişmesi süreci derinliğine ve genişliğine ilerlediği oranda, tek tek ülkelerde zafer kazanmış proletarya komünizme geçiş yolunda daha bir yetkinleşerek ilerleyecek, enternasyonalist bir çizgi ve aktif destekle sosyalizmden komünizme doğru başarıyla yürüyecektir.
Dördüncü olarak, “tek ülkede tam sosyalist toplum kurma” tezi giderek Troçkist- Zinovyevist muhalefete karşı yürütülen tümüyle haklı mücadelede çubuğun aşırı bükülmesi olmaktan da çıkarak (30’lu yılların ortasından sonra geliştirilen) “tek ülkede komünizmtezine uzanan bir öncül olmuştur. Asıl önemsediğimiz ve eleştirdiğimiz nokta da burasıdır.
Emperyalist kuşatma altında tek ülkede sosyalizmin kurulması olanaklı mıdır, değil midir? Bu soruya yanıtımız, “Evet, olanaklıdır.” biçimindedir. Peki, bu koşullarda, tek ülkede komünizme geçiş olanaklı mıdır değil midir? Bu soruya yanıtımız, “Hayır, olanaklı değildir.” biçimindedir. Bu bağlamda, tek ülkede sosyalizmin “tam” kurulması olanaklıdır yanıtı tek ülkede komünizme geçiş olanaklıdır tezine dek ilerletilmemelidir. Doğal olarak, tek ülkede sosyalizmin kurulmasıyla/zaferiyle sürecin devam etmesi koşullarında, hedef ve yönelim, duruş komünizme doğru yürüyüşte somutlaşır. Sosyalizmin inşası yolunda ilerleme, eşyanın doğası gereği, komünizme doğru ilerlemedir. Bu koşullarda yaşanan şey, eylemin karakteri, “olgunlaşmamış komünizm”den “olgunlaşmış komünizme” doğru yürüyüştür. Ama birincisinin yerini ikincisine bırakması aşaması uluslararası proleter devrimin zaferiyle, emperyalist kuşatmanın tasfiyesiyle, en önemli ülkeler de içinde olmak üzere uluslararası sosyalist sistemin kurulmasıyla gerçekleşecektir.
Burada, tek veya birkaç ülkede sosyalizmin zaferi/kurulması tezi, tarihi deneyimlerin ışığında, bürokratik yozlaşmaya yol açmayacak, yeni tipten kapitalist restorasyonun ülke içerisinde yeni bir dayanağı olacak yeni tip bürokratik ve aristokratik küçük burjuva bir tabakanın doğuşunu ve yükselişini önleyecek bir perspektif ve eylemi gerektirdiği ve gerektireceği bakış açısıyla beslenmeli, eski bakış açısının bu bakımdan yetersizliği aşılmalı ve teori, bu bakımdan da yenilenmiş ve zenginleştirilmiş olarak savunulmalıdır. Ki bu süreç, kapitalizmden komünizme geçiş sürecini kapsar.
Tek ülkede komünizm”, tek ülkede devletli komünizm tezi, Stalin tarafından, 30’lu yılların 2. yarısından itibaren geliştirilmiştir. Sorunun bu tarzda konuluşu, SBKP(B) tarafından, Stalin’in teoriye (Marksizm-Leninizm’e) yeni bir katkısı olduğu vurgulanmıştır. Bu konu, “SBKP(B) Merkez Komitesinin Çalışmaları Üzerine XVII. Parti Kongresine Sunulan Rapor. 10 Mart 1939” başlık ve tarihini taşıyan raporun bir bölümü olan “Teorinin Bazı Sorunları” başlığı altında incelenmiştir.
19. Parti Kongresi’nde (1952) ise şunlar ifade edilir:
“Sosyalist devrimin bir tek ülkede zafere ulaştığı, diğer ülkelerin çoğunda ama kapitalizmin egemen olduğu koşullarda, muzaffer devrim ülkesinin devletini zayıflatmayacağını (kuşkusuz ki bu nokta tümüyle doğrudur-benim notum-bn.) bilakis her yönden güçlendirmesi gerektiğini, kapitalist kuşatmanın sürmesi halinde, komünizmde de devletin varolacağı sonucunu çıkardı ve gerekçelendirdi.” (SBKP(B) 19. -1952- SBKP 20. -1956- Parti Kongre Raporları, s. 79, İnter Yay.)
Örneğin Stalin, 24 Eylül 1946 tarihinde bir gazetenin Moskova muhabirinin sorduğu “Tek ülkede komünizm mümkün müdür?” sorusunu yanıtlarken, “ ‘Tek ülkede komünizm’ kesinlikle mümkündür, özellikle de Sovyetler Birliği gibi bir ülkede.” (Eserler C. 16, s. 97) Bu vb. yanıtlarda, tek ülkede komünizmi kurmanın olanaklı olduğu vurgusunda yer alan “özellikle de Sovyetler Birliği gibi bir ülkede” vurgusu da önemlidir; çünkü bu vurgu rastlantıyla yapılmış bir vurgu değildir, aksine bilinçli bir vurgudur. Bu vurgudan çıkan şey odur ki, tek ülkede komünizme geçiş özellikle ve esasen SSCB gibi büyük ve yeraltı ve yerüstü kaynakları zengin bir ülke ya da ülkeler için söz konusu geçiş olanaklı görülüyor.
Komünizmin ulusal ölçekte kurulabileceği ya da komünizme geçilebileceği ve devletin de emperyalist kuşatmadan dolayı var olacağı tezi Marksizm- Leninizm’de bulunmamaktadır. Yanı sıra Stalin de 1930’lar öncesi böyle bir teoriyi savunmamıştır. Örneğin Stalin önderliğinde hazırlanan III. Enternasyonal’in 1928 Programı’nda da söz konusu tez savunulmamaktadır. SSCB deneyimi de Stalin’in savunusunu doğrulamaktan çok uzaktır.
Lenin’in  “Devlet ve Devrim”  başlıklı eserinde sosyalizm, komünizm ve devlet ilişkisi berrak bir tarzda ortaya konulmuştur ve orada da tek ülkede devletli komünizm tezi, teorisi savunulmamaktadır.
1928 Programı’ndan hep birlikte okuyabiliriz:
 İktidarın proletarya tarafından fethedilmesi, sosyalist ekonomik biçimlerin gelişmesinin ve proletaryanın kültürel büyümesinin ön koşuludur…
“Bir bütün olarak geçiş dönemi, sömürücülerin direncinin acımasızca kırılmasıyla, sosyalizm yapısının örgütlenmesiyle, insanların kitle halinde sosyalizm ruhuyla biçimlendirilmesiyle ve sınıf ayrımının adım adım aşılmasıyla karakterize edilir. Geçiş dönemi toplumu ancak bu büyük tarihi görevleri yerine getirdiği ölçüde komünist topluma doğru dönüşümüne başlamış demektir.
Dünya proletaryasının diktatörlüğü, bu nedenle, kapitalist dünya ekonomisinden sosyalist dünya ekonomisine geçişin en zorunlu ve belirleyici ön koşuludur. Ancak bu diktatörlük sadece, sosyalizmin tek ülke ya da ülke gruplarındaki zaferiyle gerçekleştirilebilir. O, yeni oluşan proleter cumhuriyetlerin daha önceden var olanlarla birleşmesini, bu federasyonlar ağının… sürekli büyümesini ve bu federasyonların nihayet insanlığı devlet olarak örgütlenmiş dünya proletaryasının hegemonyası altında bir araya gelmesini gerçekleştirecek olan Dünya Sosyalist Şura Cumhuriyetleri Birliği haline gelmelerini gerektirir.” (3. Enternasyonal, 1919-1943, Belgeler, s. 151-152, italikler programa ait, Belge Yay.)
 “Sınıf egemenliğinin cisimleşmesi olarak devlet sınıfların giderek kaybolması ölçüsünde yok olur” (age., s.148)
Sorun açıktır…
Stalin’in söz konusu tezi şu bakımlardan kabul edilemez ve eleştirilmelidir:
Birinci olarak, komünizm bir dünya sistemidir. Komünizme, eşitsiz de olsa, ancak dünya ölçeğinde geçilebilir. Sosyalizmin zaferi bir veya birkaç ülkede mümkündür ancak bu tezin emperyalist kuşatma altında tek ülkede komünizme geçilebileceği tezine dek genişletilmesi, sanki ikisi arasında bir bütünlük varmış gibi ele alınışı yanlıştır. Komünizme geçiş emperyalist kuşatmanın tasfiyesiyle, dünya proletarya diktatörlüğü federasyonu aracılığıyla gerçekleşecektir. Komünizme geçiş ulusal değil uluslararası ölçekte çözülebilecek bir sorundur.
İkinci olarak, devlet, tümüyle sınıfsal içeriğe sahip tarihsel- siyasal- toplumsal bir kategoridir. Komünizm sınıfsız bir toplumdur. Sınıfların, sınıf mücadelesinin son bulduğu tarihsel bir aşama olan komünizmde sınıflar mücadelesinin ürünü olan her türlü araç da (ideoloji, parti, devlet vs.) ortadan kalkmış, sönümlenmiş olacaktır.
Üçüncü olarak, SSCB’de sosyalizmin kurulduğu (burası doğru) komünizmin ikinci evresine geçişin başladığı saptaması sosyalizmden komünizme geçişin hafife alındığını gösterir. Evet, doğrudur, yaşanan süreç sosyalizmden komünizme doğru geçiş sürecidir. Ama bu kadar. Sosyalizmin gelişimi kendi içerisinde belli gelişme aşamalarından geçecektir. Her gerçek ileri atılım komünizme geçiş için bir atılımı ifade edecektir. Fakat SSCB’de hem iktisadi ve toplumsal gelişme düzeyi komünizm aşamasına henüz çok uzakta bulunmaktadır, hem de, daha da önemlisi, “tek ülkede, SSCB’de komünizm”, “devletli komünizm” teorisinin geliştirildiği ve 20 yıllı kapsayacak dört ayrı beşer yıllık planla komünizme geçişin gerçekleşebileceği tartışmalarının yapıldığı tarih kesitinde yeni tip bir küçük burjuva tabaka da doğup gelişmekteydi…
Dördüncü olarak, SSCB’de komünizme geçiş başladı ya da komünizme geçişin ön günündeyiz saptaması SSCB bakımından da aşırı sübjektif bir saptamadır. SSCB’de olan şey sosyalist inşanın genel çizgilerinin ortaya çıkmış olmasıdır.
Evet, gerçekten de, SSCB’de, tarihte ilk kez görülen, her bakımdan (ekonomik, toplumsal, kültürel, politik, askeri, bilimsel) yüksek başarıların eşliğinde kurulan yeni bir yaşamdır. Ve geri bir köylü ülkesinden gezegenimizin ikinci büyük sanayi devi yaratılmıştır. SSCB’de sosyalizm zafer kazanmıştır. Başarılar göz kamaştırıcı ve görkemlidir. Ama biliyoruz ki tarımda sosyalist dönüşümler 30’lu yıllarda gerçekleşir. Ardı sıra ve aynı süreçle iç içe olarak 2.Emperyalist Paylaşım Savaşı’na karşı hazırlık yapılmaktadır. 39-45 arası kesit her bakımdan acımasız ve vahşi bir savaş dönemidir; faşist canavar SSCB’yi neredeyse baştan aşağı yıkar. 1945-50 dönemi SSCB’nin yaralarını sarma dönemidir.
Kısaca tablo budur. Olan şey, henüz savunulduğu tarzda bir komünizme geçiş kesiti değildir ve SSCB komünizmden de henüz çok uzakta bulunmaktadır.
Açık ki can bedeli kazanılan zaferlerden baş dönmesine tutulmuş Bolşevikler. Tablo aşırı abartılmış. Konu bağlamında Marksist-Leninist teoriden bir sapma var. Bu sapmanın ve durumun bu denli abartılmasının,  iç tehlikenin küçümsenmesinde ciddi bir rolünün olmadığını söylemek elbette ki doğru olmayacaktır. Aksine, gerek söz konusu sapma, gerekse de iç durumun bu denli abartılması, içten restorasyon tehlikesinin ne denli küçümsendiğini göstermektedir. Ki bilindiği gibi Kruşçevci revizyonistler ve ardılları bu öncülden yola çıkarak ve söz konusu sapmayı tümüyle revizyonist amaçlarla geliştirerek (1980’de komünizme geçilmiş olacağı propagandasını anımsayalım) bu tezi tepe tepe kullanmışlardır.
“Sosyalizmin zaferi” ve “kesin zaferi” teorisinin yetersizliği, “sosyalizmin tam kuruluşu” tezinin, giderek, “tek ülkede komünizm” ve “komünizmde” de devletin olacağı teorisine dek vardırılışı ve SSCB’de sosyalizmin kuruluş düzey ve niteliğinin aşırı abartılmasını birlikte ele aldığımızda, bu durumda, SSCB’de restorasyonun artık olanaklı olmadığı sübjektivizmine batılması anlaşılır bir tablo oluşturmaktadır. Kuşkusuz ki sonuçları ağır ve yıkıcı olan bir tablo!

*Aslında sorun, başlangıçta, bu çerçeve ve içerikte ortaya konulmuş ama giderek sorunun formülasyonunda çubuk aşırı bükülerek, üzerinde durduğumuz “tam”lık tartışmasına doğru kırılmıştır. Ancak şu “tam”lık tartışması, Stalin önderliğinde, parti içi muhalefete karşı geliştirilen tümüyle devrimci/komünist karaktere sahip olan bu tartışma ve ideolojik mücadele, devrimcilik üretmiş, devrimci komünist iradi duruşu güçlendirmiştir; bunun da bilincinde olmak gerekir.
DEVAM EDECEK.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder