4)Tek Ülkede Sosyalizmin “Tam” İnşası, Komünizme Geçiş
ve “Devletli Komünizm” Tezleri Üzerine
Sosyalist
toplum, bağımsız bir ekonomik-toplumsal formasyon oluşturmaz. Sosyalizm,
kapitalizmden komünizme tarihsel geçiş sürecinde, komünizmin alt evresi, bir geçiş
formasyonudur. Çünkü nesnel koşullar, proletaryanın hemen ve doğrudan
kapitalizmden komünizme sıçramasına izin vermemektedir. Dolayısıyla bir geçiş
toplumu olarak sosyalizm tarihsel bir zorunluluktur ve proletarya önderliğinde
emekçi insanlık, “olgunlaşmamış komünizm” olan sosyalizm evresinden geçerek
“olgunlaşmış komünizme”, yani komünizmin üst evresine ulaşacaktır.
Emperyalizmin
bir veya birkaç zayıf halkasının kırılmasıyla tek ülkede veya birkaç ülkede
“sosyalizmin zaferi” tamamen olanaklıdır; özellikle de bu ülke Rusya gibi büyük
ve doğal kaynaklar bakımından zengin bir ülke olursa! Keza tek ülkede
sosyalizmin başarıyla inşası ve kurulması da tümüyle olanaklıdır. Geride
bıraktığımız 20. Asır’ın tüm bir tarihsel pratiği tartışma götürmez bir şekilde
teorinin bu temel savını doğrulamıştır. Yani, Marksist- Leninist teori yaşamı
doğru okumuş, yaşam teoriyi yanıtlamıştır. Ancak, yine de şu sorunun sorulması
ve yanıtlanması gerekir: Sosyalizmin “tam
inşası” ne demektir?
Stalin’in ve
SBKP(B)’nin tek ülkede sosyalizmin zaferi, sosyalizmin başarısıyla inşası
sorunundaki kavrayışları (yetersizliklerini yukarıda eleştirmiştik) esasen
doğru bir kavrayıştır. Bu, “…Muzaffer bir ülkenin proletaryasının kendi
ülkesinde iktidarı ele geçirdikten sonra sosyalist üretimi örgütleyebileceği ve örgütlemek zorunda olduğu anlamına geliyor. Ve ‘sosyalist üretimi örgütlemek’ ne
anlama geliyor? Sosyalist toplumu tam olarak kurmak anlamına geliyor.” (Stalin,
Eserler, C. 8, s. 71, italikler Stalin’e ait -iSa.); “Parti Kongresinde anlaşmazlık… konusu şuydu: Kongre, emekçi
köylülükle ittifak halindeki işçi sınıfının, Batıda muzaffer bir devrim
kendisinin yardımına gelmese de, ülkemiz kapitalistlerini tamamen yenip,
sosyalist toplumu kurabileceğini söyledi. Buna karşılık muhalefet, Batıda
işçiler zafere ulaşmadıkları sürece, kendi kapitalistlerimizi tamamen
yenemeyeceğimizi ve sosyalist toplumu kuramayacağımızı söyledi.” (age., s. 91);
“O halde ülkemizde sosyalizmin zaferi ne anlama geliyor? Proletarya
diktatörlüğünün mücadeleyle kazanılması ve sosyalizmin kurulması, bundan ötürü
devrimimizin iç güçleriyle iktisadımızın kapitalist unsurlarının üstesinden
gelinmesi anlamına geliyor.” (age., s. 225)
Görüldüğü
gibi, tek ülkede sosyalist toplumun “tam” olarak kuruluşundan, sosyalizmin
zaferinin olanaklı olduğu anlaşılıyor. Kent ve kırda sosyalizmin kurulması
anlaşılıyor. Ki, bu bağlamda sorun, içerik olarak doğru bir tarzda
konulmaktadır. Yani, 20’li yıllardaki ünlü tartışmalarda, sosyalist toplumun
tek ülkede “tam” olarak kurulup kurulmamasının olanaklı olup olması
tartışılırken, Stalin ve Parti, bu tezi, “sosyalizmin
nihai zaferi” sorunundan ayrı
olarak, tek ülkede, Rusya’da sosyalizmin zaferinin mümkün olduğu biçiminde
yanıtlarken, tezin içeriğini, emperyalist kuşatmaya rağmen Rusya’nın kendi öz
kaynakları ve öz gücüne dayanarak sosyalist ekonomiyi kent ve kırda kurma ve
kapitalist sınıfı tasfiye etme teori ve pratiği olarak anlamlandırıyorlardı.
Yani, henüz, 20’li yıllarda, tek ülkede komünizmin kurulması tezi savunulmadığı
gibi, emperyalist kuşatma altında, tek ülkede “tam” bir sosyalist toplum kurma
tezi ile tek ülkede komünizme geçme ve devletli komünizm tezi arasında bir bağ
yoktu.
Ne var ki
Stalin’in ve SBKP (B)’nin tek ülkede sosyalizmin “tam” inşası, “tam bir sosyalist toplum kurmak” mümkündür tezine ve vurgularına eleştirel yaklaşmak gerekmektedir.
20’li yıllarda bu tezin içeriği doğru olarak ortaya koyulmasına rağmen
eleştirel yaklaşmak gerekir.
Tek bir
ülkede sosyalizmin zaferi olanaklıdır. Bir diğer anlatımla, Avrupa’da veya
Avrupa’nın birkaç ülkesinde proleter devrim zafer kazanamadığı halde ve
böylece, Avrupa proletaryasının devletsel yardımı olmadığı halde, tek bir
ülkede muzaffer olmuş proletaryanın, iktidara geldiği ülkenin öz gücüne
dayanarak, kent ve kırda kapitalist sınıfı tasfiye ederek sosyalist
üretimi/ekonomiyi kurması, sosyalizmin inşası yolunda başarıyla yürümesi
tümüyle olanaklıdır. SSCB somutunda da bu olgu tarihsel olarak kanıtlanmıştır.
Evet, tek ve geri bir ülkede (kuşkusuz özelde de Rusya gibi büyük, yeraltı ve
yerüstü kaynakları zengin bir ülkede ya da ülkelerde) sosyalizmi daha güçlü ve
üst düzeylerde kurmak ve inşa etmek tümüyle ve kesin olarak mümkündür. Fakat
Stalin’in “Leninizmin İlkeleri” ve SBKP
(B)Tarihi’nde sorunu ele alışında bir hata, bir eksiklik, sorunu bir ölçüde
idealize eden bir yaklaşımın da olduğu görülüyor.
Komünizmin
alt evresi ve bir geçiş formasyonu olan sosyalizmin tek ülkede “tam” olarak
kuruluşu neyi ifade edebilir?
“Tam” kavramı
göreli bir kavramdır. Göreli anlamından koparılarak (ki 20’li yıllarda söz
konusu “tam”lık göreli anlamı içerisinde ele alınıyordu) tek ülkede “tam”
sosyalist toplum kurmak mümkündür saptaması bir kaç bakımdan eleştirel ele
alınmalıdır.
Birinci
olarak, örneğin Arnavutluk gibi küçük ülkelerde bu “tam”lık (sosyalizmin
kurulması olanaklı olduğu halde) çok anlamlı bir hareket planı üretmez,
üretemez (ki, E. Hoca’nın ve AEP’in de bu konuda Stalin gibi düşündüğünü
hatırlatmak isteriz), dahası sübjektivizme açık bir tanımlamadır.
İkinci
olarak, sosyalist inşa yolunda her gerçek ilerleme komünizme doğru bir
ilerleyişi ifade eder ve sosyalizmden komünizme ilerleyişte “tam sosyalist
toplum” kavramı pek de somut bir tahlili, çözümlemeyi ifade etmez. Sorun, tek ülkede sosyalizmin inşası ve kurulmasının olanaklı olup
olmadığı veya tek ülkede sosyalizmin zaferinin olanaklı olup olmadığı ekseninde
tartışılmalı ve buradan hareketle formüle edilip açımlanmalıdır.* Çünkü
tartışmanın merkezinde duran sorun
tek ülkede, SSCB’de, sosyalizmin kurulmasının mümkün olup olmadığı sorunu
duruyordu. Muhalefet, tek ülkede sosyalizmin kurulmasını olanaksız ve yenilgiyi
kaçınılmaz görüyor ve sosyalizmin inşasında direnmek yerine emperyalizm,
kapitalizm, yıkılmış gericilik karşısında teslimiyeti öğütlüyordu.
Tek ülkede
sosyalizmin zaferi ve “tamlık” ilişkisi, komünizme yürüyüş sürecinde, doğru bir
çizgide ve önderlikte, kesiksiz ve ardışık bir süreç olarak (tarihin
zikzaklarını, kesintileri, gerileyişleri bir yana bırakarak söyleyecek olursak)
bu “tam”lık, hep yeni bir “tam”lığa, daha
az olgunlaşmadan daha çok olgunlaşmaya, en nihayetinde alt geçiş evresinin
olgunlaşmasıyla yerini komünizmin üst evresine bırakmayı ifade edebilir.
Stalin’in,
emperyalist kuşatma koşullarında tek ülkede “tam” bir sosyalist toplum
kurulabileceği vurguları, sosyalizmin tek ülkede zaferi sorununda çubuğun aşırı
bükülmesini ifade ediyor. Zinovyevist-Troçkist muhalefete karşı mücadelede bir
yere kadar anlaşılabilir olan bu formül daha
sonra bu masumiyetinden
arınmıştır.
Üçüncü
olarak, tek ülkede sosyalizmin zaferi/sosyalizmin başarıyla kurulması tümüyle
olanaklıyken, “tam” bir sosyalist toplum kuruluşu ulusal ölçekte çözülebilecek bir sorun olarak gözükmüyor bize. Kapitalizmin en son
ve üst aşaması olan emperyalizmin gelişmesinin ulaştığı bugünkü düzey
(emperyalist küreselleşme/uluslararasılaşma düzeyi) daha fazla dikkate
alındığında, “tam”lık, tek ülkede,
ulusal ölçekte çözülebilecek bir sorundan ziyade uluslararası ölçekte çözülebilecek bir sorun olarak
görülmelidir. Uluslararası proleter devrim sürecinin zaferi ve gelişmesi süreci
derinliğine ve genişliğine ilerlediği oranda, tek tek ülkelerde zafer kazanmış
proletarya komünizme geçiş yolunda daha bir yetkinleşerek ilerleyecek,
enternasyonalist bir çizgi ve aktif destekle sosyalizmden komünizme doğru
başarıyla yürüyecektir.
Dördüncü
olarak, “tek ülkede tam sosyalist toplum kurma” tezi giderek Troçkist-
Zinovyevist muhalefete karşı yürütülen tümüyle
haklı mücadelede çubuğun aşırı
bükülmesi olmaktan da çıkarak (30’lu yılların ortasından sonra geliştirilen) “tek ülkede komünizm” tezine uzanan bir öncül olmuştur. Asıl önemsediğimiz ve
eleştirdiğimiz nokta da burasıdır.
Emperyalist
kuşatma altında tek ülkede sosyalizmin kurulması olanaklı mıdır, değil midir?
Bu soruya yanıtımız, “Evet, olanaklıdır.” biçimindedir. Peki, bu koşullarda, tek
ülkede komünizme geçiş olanaklı mıdır değil midir? Bu soruya yanıtımız, “Hayır,
olanaklı değildir.” biçimindedir. Bu bağlamda, tek ülkede sosyalizmin “tam”
kurulması olanaklıdır yanıtı tek ülkede komünizme geçiş olanaklıdır tezine dek
ilerletilmemelidir. Doğal olarak, tek ülkede sosyalizmin kurulmasıyla/zaferiyle
sürecin devam etmesi koşullarında, hedef ve yönelim, duruş komünizme doğru
yürüyüşte somutlaşır. Sosyalizmin inşası yolunda ilerleme, eşyanın doğası
gereği, komünizme doğru ilerlemedir. Bu koşullarda yaşanan şey, eylemin
karakteri, “olgunlaşmamış komünizm”den
“olgunlaşmış komünizme” doğru
yürüyüştür. Ama birincisinin yerini ikincisine bırakması aşaması uluslararası proleter devrimin zaferiyle, emperyalist kuşatmanın tasfiyesiyle,
en önemli ülkeler de içinde olmak üzere uluslararası sosyalist sistemin
kurulmasıyla gerçekleşecektir.
Burada, tek
veya birkaç ülkede sosyalizmin zaferi/kurulması tezi, tarihi deneyimlerin
ışığında, bürokratik yozlaşmaya yol açmayacak, yeni tipten kapitalist
restorasyonun ülke içerisinde yeni bir dayanağı olacak yeni tip bürokratik ve
aristokratik küçük burjuva bir tabakanın doğuşunu
ve yükselişini önleyecek
bir perspektif ve eylemi gerektirdiği ve gerektireceği bakış açısıyla
beslenmeli, eski bakış açısının bu
bakımdan yetersizliği aşılmalı ve teori,
bu bakımdan da yenilenmiş ve zenginleştirilmiş olarak
savunulmalıdır. Ki bu süreç, kapitalizmden komünizme geçiş sürecini kapsar.
“Tek
ülkede komünizm”, “tek ülkede devletli
komünizm” tezi, Stalin
tarafından, 30’lu yılların 2. yarısından itibaren geliştirilmiştir. Sorunun bu
tarzda konuluşu, SBKP(B) tarafından, Stalin’in teoriye (Marksizm-Leninizm’e)
yeni bir katkısı olduğu vurgulanmıştır. Bu konu, “SBKP(B) Merkez Komitesinin
Çalışmaları Üzerine XVII. Parti Kongresine Sunulan Rapor. 10 Mart 1939” başlık ve tarihini
taşıyan raporun bir bölümü olan “Teorinin Bazı Sorunları” başlığı altında
incelenmiştir.
19. Parti
Kongresi’nde (1952) ise şunlar ifade edilir:
“Sosyalist
devrimin bir tek ülkede zafere
ulaştığı, diğer ülkelerin çoğunda ama kapitalizmin egemen olduğu koşullarda,
muzaffer devrim ülkesinin devletini zayıflatmayacağını (kuşkusuz ki bu nokta
tümüyle doğrudur-benim notum-bn.) bilakis her yönden güçlendirmesi gerektiğini,
kapitalist kuşatmanın sürmesi halinde, komünizmde de devletin varolacağı
sonucunu çıkardı ve gerekçelendirdi.” (SBKP(B) 19. -1952- SBKP 20. -1956- Parti
Kongre Raporları, s. 79, İnter Yay.)
Örneğin
Stalin, 24 Eylül 1946 tarihinde bir gazetenin Moskova muhabirinin sorduğu “Tek
ülkede komünizm mümkün müdür?” sorusunu yanıtlarken, “ ‘Tek ülkede komünizm’
kesinlikle mümkündür, özellikle de Sovyetler Birliği gibi bir ülkede.” (Eserler
C. 16, s. 97) Bu vb. yanıtlarda, tek ülkede komünizmi kurmanın olanaklı olduğu
vurgusunda yer alan “özellikle de Sovyetler Birliği gibi bir ülkede” vurgusu da
önemlidir; çünkü bu vurgu rastlantıyla yapılmış bir vurgu değildir, aksine
bilinçli bir vurgudur. Bu vurgudan çıkan şey odur ki, tek ülkede komünizme
geçiş özellikle ve esasen SSCB gibi büyük ve yeraltı ve yerüstü kaynakları
zengin bir ülke ya da ülkeler için söz konusu geçiş olanaklı görülüyor.
Komünizmin
ulusal ölçekte kurulabileceği ya da komünizme geçilebileceği ve devletin de
emperyalist kuşatmadan dolayı var olacağı tezi Marksizm- Leninizm’de
bulunmamaktadır. Yanı sıra Stalin de 1930’lar öncesi böyle bir teoriyi
savunmamıştır. Örneğin Stalin önderliğinde hazırlanan III. Enternasyonal’in
1928 Programı’nda da söz konusu tez savunulmamaktadır. SSCB deneyimi de
Stalin’in savunusunu doğrulamaktan çok uzaktır.
Lenin’in “Devlet ve Devrim” başlıklı eserinde sosyalizm, komünizm ve
devlet ilişkisi berrak bir tarzda ortaya konulmuştur ve orada da tek ülkede
devletli komünizm tezi, teorisi savunulmamaktadır.
1928
Programı’ndan hep birlikte okuyabiliriz:
“İktidarın
proletarya tarafından fethedilmesi, sosyalist ekonomik biçimlerin
gelişmesinin ve proletaryanın kültürel büyümesinin ön koşuludur…
“Bir bütün
olarak geçiş dönemi, sömürücülerin direncinin acımasızca kırılmasıyla,
sosyalizm yapısının örgütlenmesiyle, insanların kitle halinde sosyalizm ruhuyla
biçimlendirilmesiyle ve sınıf ayrımının adım adım aşılmasıyla karakterize
edilir. Geçiş dönemi toplumu ancak bu büyük tarihi görevleri yerine getirdiği
ölçüde komünist topluma doğru dönüşümüne başlamış demektir.
“Dünya proletaryasının diktatörlüğü, bu
nedenle, kapitalist dünya ekonomisinden sosyalist dünya ekonomisine geçişin en
zorunlu ve belirleyici ön koşuludur. Ancak bu diktatörlük sadece, sosyalizmin
tek ülke ya da ülke gruplarındaki zaferiyle gerçekleştirilebilir. O, yeni
oluşan proleter cumhuriyetlerin daha önceden var olanlarla birleşmesini, bu
federasyonlar ağının… sürekli büyümesini ve bu federasyonların nihayet
insanlığı devlet olarak örgütlenmiş dünya proletaryasının hegemonyası altında
bir araya gelmesini gerçekleştirecek olan Dünya
Sosyalist Şura Cumhuriyetleri Birliği haline gelmelerini gerektirir.” (3.
Enternasyonal, 1919-1943, Belgeler, s. 151-152, italikler programa ait, Belge
Yay.)
“Sınıf egemenliğinin cisimleşmesi olarak
devlet sınıfların giderek kaybolması ölçüsünde yok olur” (age., s.148)
Sorun
açıktır…
Stalin’in söz
konusu tezi şu bakımlardan kabul edilemez ve eleştirilmelidir:
Birinci
olarak, komünizm bir dünya sistemidir.
Komünizme, eşitsiz de olsa, ancak dünya
ölçeğinde geçilebilir. Sosyalizmin zaferi bir veya birkaç ülkede mümkündür
ancak bu tezin emperyalist kuşatma altında tek ülkede komünizme geçilebileceği
tezine dek genişletilmesi, sanki ikisi arasında bir bütünlük varmış gibi ele
alınışı yanlıştır. Komünizme geçiş emperyalist kuşatmanın tasfiyesiyle, dünya
proletarya diktatörlüğü federasyonu aracılığıyla gerçekleşecektir. Komünizme
geçiş ulusal değil uluslararası ölçekte çözülebilecek bir
sorundur.
İkinci
olarak, devlet, tümüyle sınıfsal içeriğe sahip tarihsel- siyasal- toplumsal bir
kategoridir. Komünizm sınıfsız bir toplumdur. Sınıfların, sınıf mücadelesinin
son bulduğu tarihsel bir aşama olan komünizmde sınıflar mücadelesinin ürünü
olan her türlü araç da (ideoloji, parti, devlet vs.) ortadan kalkmış, sönümlenmiş olacaktır.
Üçüncü
olarak, SSCB’de sosyalizmin kurulduğu (burası doğru) komünizmin ikinci evresine
geçişin başladığı saptaması sosyalizmden komünizme geçişin hafife alındığını gösterir. Evet, doğrudur, yaşanan süreç
sosyalizmden komünizme doğru geçiş sürecidir. Ama bu kadar. Sosyalizmin
gelişimi kendi içerisinde belli gelişme aşamalarından geçecektir. Her gerçek
ileri atılım komünizme geçiş için bir atılımı ifade edecektir. Fakat SSCB’de
hem iktisadi ve toplumsal gelişme düzeyi komünizm aşamasına henüz çok uzakta
bulunmaktadır, hem de, daha da önemlisi, “tek ülkede, SSCB’de komünizm”,
“devletli komünizm” teorisinin geliştirildiği ve 20 yıllı kapsayacak dört ayrı
beşer yıllık planla komünizme geçişin gerçekleşebileceği tartışmalarının
yapıldığı tarih kesitinde yeni tip bir küçük burjuva tabaka da doğup
gelişmekteydi…
Dördüncü
olarak, SSCB’de komünizme geçiş başladı ya da komünizme geçişin ön günündeyiz
saptaması SSCB bakımından da aşırı sübjektif
bir saptamadır. SSCB’de olan şey sosyalist inşanın genel çizgilerinin ortaya
çıkmış olmasıdır.
Evet,
gerçekten de, SSCB’de, tarihte ilk kez görülen, her bakımdan (ekonomik,
toplumsal, kültürel, politik, askeri, bilimsel) yüksek başarıların eşliğinde
kurulan yeni bir yaşamdır. Ve geri bir köylü ülkesinden gezegenimizin ikinci
büyük sanayi devi yaratılmıştır. SSCB’de sosyalizm zafer kazanmıştır. Başarılar
göz kamaştırıcı ve görkemlidir. Ama biliyoruz ki tarımda sosyalist dönüşümler
30’lu yıllarda gerçekleşir. Ardı sıra ve aynı süreçle iç içe olarak
2.Emperyalist Paylaşım Savaşı’na karşı hazırlık yapılmaktadır. 39-45 arası
kesit her bakımdan acımasız ve vahşi bir savaş dönemidir; faşist canavar
SSCB’yi neredeyse baştan aşağı yıkar. 1945-50 dönemi SSCB’nin yaralarını sarma
dönemidir.
Kısaca tablo
budur. Olan şey, henüz savunulduğu tarzda bir komünizme geçiş kesiti değildir
ve SSCB komünizmden de henüz çok uzakta bulunmaktadır.
Açık ki can
bedeli kazanılan zaferlerden baş dönmesine tutulmuş Bolşevikler. Tablo aşırı
abartılmış. Konu bağlamında Marksist-Leninist
teoriden bir sapma var. Bu sapmanın ve durumun bu denli abartılmasının, “iç tehlike”nin küçümsenmesinde ciddi
bir rolünün olmadığını söylemek elbette ki doğru olmayacaktır. Aksine, gerek
söz konusu sapma, gerekse de iç durumun bu denli abartılması, içten restorasyon
tehlikesinin ne denli küçümsendiğini göstermektedir. Ki bilindiği gibi
Kruşçevci revizyonistler ve ardılları bu öncülden yola çıkarak ve söz konusu
sapmayı tümüyle revizyonist amaçlarla geliştirerek (1980’de komünizme geçilmiş
olacağı propagandasını anımsayalım) bu tezi tepe tepe kullanmışlardır.
“Sosyalizmin zaferi” ve “kesin zaferi” teorisinin
yetersizliği, “sosyalizmin tam kuruluşu” tezinin, giderek, “tek ülkede
komünizm” ve “komünizmde” de devletin olacağı teorisine dek vardırılışı ve
SSCB’de sosyalizmin kuruluş düzey ve niteliğinin aşırı abartılmasını birlikte
ele aldığımızda, bu durumda, SSCB’de restorasyonun artık olanaklı olmadığı
sübjektivizmine batılması anlaşılır bir tablo oluşturmaktadır. Kuşkusuz ki
sonuçları ağır ve yıkıcı olan bir tablo!
*Aslında sorun, başlangıçta, bu çerçeve ve içerikte ortaya
konulmuş ama giderek sorunun
formülasyonunda çubuk aşırı bükülerek, üzerinde durduğumuz “tam”lık
tartışmasına doğru kırılmıştır. Ancak şu “tam”lık tartışması, Stalin
önderliğinde, parti içi muhalefete karşı geliştirilen tümüyle devrimci/komünist
karaktere sahip olan bu tartışma ve ideolojik mücadele, devrimcilik üretmiş,
devrimci komünist iradi duruşu güçlendirmiştir; bunun da bilincinde olmak
gerekir.
DEVAM EDECEK.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder