6)Gelişen Bürokratik Merkeziyetçiliğin Yeni Tip Küçük
Burjuva Bürokratik Tabakanın Doğuşundaki Rolü
Ayrıcalıklı
bir tabakanın doğuşu ve yükselişini salt ekonomik bir olgu olarak görüp
değerlendiremeyiz. Bürokratik
merkeziyetçiliğin gelişmesi, giderek bir ahtapot gibi ülkeyi sarması da
bürokrasiyi, bürokratik tabakalaşmayı besleyip büyütmüştür.
Şubat
Devrimi’nden başlayarak Ekim Devrimi ile devam eden devrimci süreçte Otokratik
Çarlık devleti parçalanıp dağıtılmıştır. Yerine, Sovyetlere dayanan bir devlet
aygıtı, sovyetik tipte proletarya diktatörlüğü kurulmuştur.
Proletarya
diktatörlüğü, devrilmiş gericiliğin başkaldırılarına ve bir düzine emperyalist
devletin müdahale ve işgaline karşı elde silah savaşmak zorunda kalmıştır.
1918-21
dönemi “Savaş Komünizmi” dönemidir.
Emperyalist savaştan yıkımla çıkmış; Şubat ve Ekim Devrimleri döneminden
geçmiş; iç ve dış gericiliğin ayaklanma ve müdahalesiyle yüz yüze gelmiş bir
ülkedir Rusya. Ülke, baştan başa harap olmuş, derin bir travma geçiriyor.
Demokratik giderek sosyalist Rusya bu yıkımdan fışkırarak gelmiştir. Bu tablo
içinde “Savaş Komünizmi” politikası kaçınılmaz bir biçimde askeri bir disiplin
ve aşırı merkezileşmeyi getirmiştir.
Ardından NEP (Yeni Ekonomi Politika) dönemi gelir.
Barışçıl ekonomik inşanın öne çıktığı yıllardır bu yıllar. NEP döneminde, eski
tip bürokrasi canlanır ve kadroları, çalışma yöntemleri belirgin olarak öne
çıkar. Bu dönemde Lenin ve Bolşevikler proleter devleti, “bürokratik deformasyona uğramış bir işçi devleti” olarak
tanımlarlar. NEP dönemi, tehlikeli bir biçimde bürokrasinin geliştiği ama aynı
zamanda bu tehlikeye karşı parti önderliğinde etkin bir mücadelenin de
geliştirildiği bir dönemdir. Buna rağmen, bürokratik çarpıklık aynı zamanda
bürokratik merkeziyetçiliği de besleyen bir olgu durumundadır.
Hızlı
sanayileşmenin de* temel bir neden
olarak, aynı yönde, bürokratik merkeziyetçiliğin güçlenmesi yönünde etki
yarattığını saptamamız gerekiyor.
Hemen
hatırlamakta yarar var: Rusya’nın iktisadi geriliğini, kafa emeği ile kol
emeği, yöneten ve yönetilen arasındaki çelişkileri, derin kültürel geriliği bir
çırpıda aşmak mümkün değildi. Bu ayrımlar ve eşitsizlikler geçmişten
devralınmıştır. Kuşkusuz ki bu tablo, Rusya’da bürokratik hastalığı üreten bereketli bir toprağın varlığını ifade
etmekteydi. Bu toprağı yok etmek için ise Bolşeviklerin elinde sihirli bir asa
bulunmamaktaydı.
1929 yılından
itibaren tarımda devsel sosyalist dönüşüm atılımı başlatılır. 30’lu yıllar
büyük devrimci kitle hareketlerinin eşliğinde işçi sınıfının (sosyalist iktidar
aygıtına da dayanarak) tarımda sosyalist dönüşümü başardığı yıllardı. Ama
(doğru bir çizgiye dayanmasına karşın somut tarihsel koşulların baskısı altında
uygulanan) hızlı kolektifleştirmenin aşırı merkezileşmeyi de besleyip
güçlendirdiğini saptamalıyız.
Öte yandan,
2. Emperyalist Genel Paylaşım Savaşı yaklaşmaktadır. Stalin, uzak bir
görüşlülükle, kapitalist ülkelerin
50-100 yılda başardıkları sanayileşmeyi ya 5-10 yılda başarırız ya da yok
oluruz açıklama ve vurgusunu yapar. Nitekim bu eksen ve temelde yüksek tempolu
muazzam bir kitle seferberliği aşırı merkezileşmenin eşliğinde örgütlenir. Bu o
koşullarda kaçınılmaz bir tarihi görevdi; nitekim sonrasını hepimiz az çok
biliyoruz…
1939-45
yılları arası dünya savaşının patlak verip geliştiği yıllardır. Dönem, koşullar
savaş ekonomisi politikasını, askeri disiplini, askeri merkezileşmeyi
kaçınılmaz olarak gündemleştirir, pratikleştirir. Bu durum da bürokratik
merkeziyetçiliği geliştirir, güçlendirir. O tarihsel koşullarda bu tablodan
(savaş ekonomisi politikası) kaçınılabileceğini ise ancak kaçıklar ya da
sosyalizmin düşmanları ileri sürebilir.
1945 sonrası
faşist canavar tarafından yıkıma uğratılmış ülkenin yeni bir seferberlikle,
baştan aşağı ekonomik yeniden inşası, barışçıl gelişme dönemidir.
Bir kez daha
büyük bir kitle seferberliği ve devlet aygıtının aşırı seferberliği,
merkeziyetçi müdahalenin son sınırlarına dek gerilmesi süreci yaşanır. Üstelik
19. Parti Kongresi Raporu’nda dikkat çekildiği gibi, savaş döneminde miras
kalan idari yöntemler de parti ve devlet yaşantısında hala güçlü bir şekilde
yürürlüktedir.
Tüm bu
olguların yer aldığı tarihsel süreçte, bu olgular bütünü, dev bir ülkede,
devsel boyutlu ve aşırı şişmiş, merkezileşmiş bir devlet aygıtını ve bürokratik
merkeziyetçiliği sürekli beslemiş ve yeniden üretmiştir. Bu olgu her halükarda
bir ölçekte kaçınılmazdı ama aşılabilirdi
ve bir kader de değildi. Ama yeni dönemde, 1945 sonrası dönemde, gerekli devrimci yenilenme başarılamadığı için
söz konusu zaaflar bir “kadere” dönüştü ve SSCB, yeni tip bürokratik tabakaya
artan oranda teslim oldu.
İdeolojik-kültürel
devrimin önemli ölçüde ihmal
edildiği, ekonomik bakımdan ayrıcalıklı
bir tabakanın şekillendiği, bürokratik dejenerasyonun ve bürokrasinin
geliştiği, bürokratik merkeziyetçiliğin giderek toplumsal yaşama yerleştiği bir
tarihten, bu deformasyon ve dejenerasyondan, doğal olarak, ayrıcalıklı
tabakanın, yönetici tabakanın hem ekonomik hem de siyasal etkinliği, gücü
ivmelenerek yükseldi. Bu olgu, nesnelerin doğası gereği, kendi özgün değerlerini, ruh halini, çalışma tarzını, yaşam tarzını,
insan tipini, alışkanlıklarını yeniden ve yeniden üreterek,
şekillendirerek yerleşiklik kazanmasına yol açtı. Bürokratikleşme süreci ve bu
süreci tamamlayan faktörler, yeni tip bürokrasinin sırtını yasladığı, ardına
gizlendiği ve palazlanmak için kullandığı bir silah da oldu.
1936 yılında
Maksim Gorki’nin cenaze törenine giden ve kısa bir süre SSCB’de kalan ünlü
Fransız yazar Andre Gıde, SSCB’den
tam bir hayal kırıklığı ile ayrılır. O, konuyla ilgili şunları yazmaktadır:
“Sovyetlerdeki
serüvenimde trajik bir şeyler olduğuna sizi inandırmak isterim. Coşkulu,
inanmış biri olarak yeni bir dünyayı hayranlıkla karşılamaya gelmiştim. Eskiden
beri tiksindiğim tüm ayrıcalıklar gözümü boyamak amacıyla önüme serilmişti.”
(SSCB’den Dönüş, s. 111, Anahtar Kitaplar)
Kitabı,
devrimci ve Marksist-Leninist bakış açısıyla eleştirel okuyan ve doğru sonuçlar
çıkaran her insan şunu görecektir: Yazar, Marksizm-Leninizm’den, Büyük Ekim
Devrimi’nden, sosyalist SSCB’den, FKP’den etkilenerek komünizmin saflarına
katılmıştır. Ama O, gerçekte, Marksizm-Leninizm’i, Ekim Devrimi’ni, SSCB
gerçeğini, SSCB’nin somut tarihsel koşullarını, sosyalizmin inşasının
içerisinde gerçekleştiği zorlukları ve sorunları özümseyememiştir. O, kendi
küçük burjuva aydın dünyasında kurguladığı, hayal ettiği bir “sosyalizm”
anlayışı ve SSCB tablosu yaratmıştır. Küçük burjuva aydının ayakları yere
basmayan romantik dünyasının düşleri, yaşamın gerçekleriyle yüz yüze kalınca,
“tam bir düş kırıklığı”nın batağına saplanır ve çöker. Küçük burjuva aydına has
kapitalizm ve burjuva demokrasisi hayranı ruh hali ona yön vermeye başlar.
Böylece O, bazı haklı ve uyarıcı eleştirilerine karşın, esasen burjuvazinin ve
yedeğindeki SSCB düşmanı akımların sahte, gerçek dışı sözde eleştirilerini
tekrarlamaya ve geliştirmeye başlar…
Bunlar bir
yana, Gide’nin şu değerlendirmesi dikkat çekicidir:
“Ücretlerdeki
eşitsizliği kınamıyorum; zorunlu olduğuna inanıyorum. Ama toplumsal sınıf
farklılıklarını önlemenin yolları vardır. Bu farklılıkların azalacağına çoğalmasından
korkarım. Pek yakında karnı tok, bir çeşit işçi burjuvazisinin palazlanmasından
kaygı duyuyorum. Hele bizdeki küçük burjuvaziye benzeyen tutucu bir sınıfın
belirmesi büyük tehlike!” (age., s. 41)
Küçük burjuva
aydına has burjuva ön yargılarını bir yana koyarak devam edecek olursak,
Gıde’nin yukarıdaki saptama ve eleştirisini yine de önemsemeliyiz. En
nihayetinde kafasındaki tüm burjuva ve küçük burjuva kirlenmelere karşın,
gözlemlediği ve tanık olduğu bazı olgular da vardı. SSCB’de doğup gelişen yeni
tip küçük burjuva tabaka olgusundan bunu görebiliyoruz.
Evet, yeni
tip ayrıcalıklı küçük burjuva tabakanın gelişimi asıl olarak 30’lu yılların
gelişen bir olgusudur.
Biz devam
edelim.
Panaıt
Istratı, “Sovyetler 1929- Gezi Notları”nda (Pencere Yayınları) “SSCB’ye üç
haftalığına gelen bir ziyaretçi Sovyet dünyasını üçyüz sayfalık kitapta
belgelere dayanarak anlatmaya kalksa, bakış açısına göre onu yerlere de
çalabilir, göklere de çıkarabilir.” (age., s. 7) diyor. Kuşkusuz ki bu saptama
doğru ve 1929 yılı için olduğu kadar 1936 yılı için de geçerlidir. Kuşkusuz ki,
bu P. Istratı için de geçerlidir ve o bu “Gezi Notları”nda gerçekte tipik
Troçkist bir propagandist olduğunu da kanıtlamaktadır. Böyle olunca da Istratı’nın
“İkinci gerçek: Mademki sınıf mücadelesi, yani ortadan kaldırılamayan uzlaşmaz
karşıtların mücadelesi var; kendini SSCB işçilerine bağlı hisseden gözlemcinin
görevi onların hayranlık uyandıran zaferlerini kutlamaktan ziyade onlara şöyle
seslenmektir: Dikkat, arkadaşlar! Şu hususta tehdit altındasınız,
uyanıklığınızı arttırın! Henüz uykuda gibi gözüken bir diğer hususta direnmeye
hazırlanınız! Gerçekçi bir gözlemcinin
görevi, gördüğü tehlikeden kardeşlerini haberdar etmektir.” “Proleterler her şeyden önce gerçekçidirler.
Ve sonra, her şeyin bir saati vardır:
Şimdi tehlike ve güçlüklerden bahsetmenin zamanıdır.” (age., s. 8, iya.)
sözleri de, “gözlemler”ini de Troçkist tahrifatın, demagojinin, manipülasyonun
aracı haline getirmekte; böylece Sovyet proletaryası ve halklarının gerçek bir
dostu olmadığını da kanıtlamaktadır. Kuşkusuz böyle de olsa, Istratı’n da
“gözlemler”inde SSCB’yi tehdit eden ve gelecekte yıkıcı bir cendereye dönüşen
bürokratik ayrıcalıkları besleyen vb. olgular dikkat çekmektedir, tıpkı Andree Gıde’nin “gözlemleri”nde olduğu gibi.
Geçmeden
belirtmek yararlı olacaktır: Istratı’nın kitabında yer alan açıklama ve
değerlendirmeler de, “muhalefet”in, Stalin önderliğinde partiye karşı
yenildikten sonra yeraltı çalışmasına geçtiğini ve yasadışı yıkıcı
çalışmalarına bu yolla devam ettiğini de açıkça göstermektedir.
*SBKP (B) içerisinde “Sol muhalefet”in
ve Troçki’nin proletarya diktatörlüğünün yıkımını getirecek saçma solcu hızlı
sanayileşme çizgisi ile karıştırılmasın.
DEVAM EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder