Translate

28 Eylül 2016 Çarşamba

I. BÖLÜM



6)Gelişen Bürokratik Merkeziyetçiliğin Yeni Tip Küçük Burjuva Bürokratik Tabakanın Doğuşundaki Rolü
Ayrıcalıklı bir tabakanın doğuşu ve yükselişini salt ekonomik bir olgu olarak görüp değerlendiremeyiz. Bürokratik merkeziyetçiliğin gelişmesi, giderek bir ahtapot gibi ülkeyi sarması da bürokrasiyi, bürokratik tabakalaşmayı besleyip büyütmüştür.
Şubat Devrimi’nden başlayarak Ekim Devrimi ile devam eden devrimci süreçte Otokratik Çarlık devleti parçalanıp dağıtılmıştır. Yerine, Sovyetlere dayanan bir devlet aygıtı, sovyetik tipte proletarya diktatörlüğü kurulmuştur.
Proletarya diktatörlüğü, devrilmiş gericiliğin başkaldırılarına ve bir düzine emperyalist devletin müdahale ve işgaline karşı elde silah savaşmak zorunda kalmıştır.
1918-21 dönemi “Savaş Komünizmi” dönemidir. Emperyalist savaştan yıkımla çıkmış; Şubat ve Ekim Devrimleri döneminden geçmiş; iç ve dış gericiliğin ayaklanma ve müdahalesiyle yüz yüze gelmiş bir ülkedir Rusya. Ülke, baştan başa harap olmuş, derin bir travma geçiriyor. Demokratik giderek sosyalist Rusya bu yıkımdan fışkırarak gelmiştir. Bu tablo içinde “Savaş Komünizmi” politikası kaçınılmaz bir biçimde askeri bir disiplin ve aşırı merkezileşmeyi getirmiştir.
Ardından NEP (Yeni Ekonomi Politika) dönemi gelir. Barışçıl ekonomik inşanın öne çıktığı yıllardır bu yıllar. NEP döneminde, eski tip bürokrasi canlanır ve kadroları, çalışma yöntemleri belirgin olarak öne çıkar. Bu dönemde Lenin ve Bolşevikler proleter devleti, “bürokratik deformasyona uğramış bir işçi devleti” olarak tanımlarlar. NEP dönemi, tehlikeli bir biçimde bürokrasinin geliştiği ama aynı zamanda bu tehlikeye karşı parti önderliğinde etkin bir mücadelenin de geliştirildiği bir dönemdir. Buna rağmen, bürokratik çarpıklık aynı zamanda bürokratik merkeziyetçiliği de besleyen bir olgu durumundadır.
Hızlı sanayileşmenin de* temel bir neden olarak, aynı yönde, bürokratik merkeziyetçiliğin güçlenmesi yönünde etki yarattığını saptamamız gerekiyor.
Hemen hatırlamakta yarar var: Rusya’nın iktisadi geriliğini, kafa emeği ile kol emeği, yöneten ve yönetilen arasındaki çelişkileri, derin kültürel geriliği bir çırpıda aşmak mümkün değildi. Bu ayrımlar ve eşitsizlikler geçmişten devralınmıştır. Kuşkusuz ki bu tablo, Rusya’da bürokratik hastalığı üreten bereketli bir toprağın varlığını ifade etmekteydi. Bu toprağı yok etmek için ise Bolşeviklerin elinde sihirli bir asa bulunmamaktaydı.
1929 yılından itibaren tarımda devsel sosyalist dönüşüm atılımı başlatılır. 30’lu yıllar büyük devrimci kitle hareketlerinin eşliğinde işçi sınıfının (sosyalist iktidar aygıtına da dayanarak) tarımda sosyalist dönüşümü başardığı yıllardı. Ama (doğru bir çizgiye dayanmasına karşın somut tarihsel koşulların baskısı altında uygulanan) hızlı kolektifleştirmenin aşırı merkezileşmeyi de besleyip güçlendirdiğini saptamalıyız.
Öte yandan, 2. Emperyalist Genel Paylaşım Savaşı yaklaşmaktadır. Stalin, uzak bir görüşlülükle,  kapitalist ülkelerin 50-100 yılda başardıkları sanayileşmeyi ya 5-10 yılda başarırız ya da yok oluruz açıklama ve vurgusunu yapar. Nitekim bu eksen ve temelde yüksek tempolu muazzam bir kitle seferberliği aşırı merkezileşmenin eşliğinde örgütlenir. Bu o koşullarda kaçınılmaz bir tarihi görevdi; nitekim sonrasını hepimiz az çok biliyoruz…
1939-45 yılları arası dünya savaşının patlak verip geliştiği yıllardır. Dönem, koşullar savaş ekonomisi politikasını, askeri disiplini, askeri merkezileşmeyi kaçınılmaz olarak gündemleştirir, pratikleştirir. Bu durum da bürokratik merkeziyetçiliği geliştirir, güçlendirir. O tarihsel koşullarda bu tablodan (savaş ekonomisi politikası) kaçınılabileceğini ise ancak kaçıklar ya da sosyalizmin düşmanları ileri sürebilir.
1945 sonrası faşist canavar tarafından yıkıma uğratılmış ülkenin yeni bir seferberlikle, baştan aşağı ekonomik yeniden inşası, barışçıl gelişme dönemidir.
Bir kez daha büyük bir kitle seferberliği ve devlet aygıtının aşırı seferberliği, merkeziyetçi müdahalenin son sınırlarına dek gerilmesi süreci yaşanır. Üstelik 19. Parti Kongresi Raporu’nda dikkat çekildiği gibi, savaş döneminde miras kalan idari yöntemler de parti ve devlet yaşantısında hala güçlü bir şekilde yürürlüktedir.
Tüm bu olguların yer aldığı tarihsel süreçte, bu olgular bütünü, dev bir ülkede, devsel boyutlu ve aşırı şişmiş, merkezileşmiş bir devlet aygıtını ve bürokratik merkeziyetçiliği sürekli beslemiş ve yeniden üretmiştir. Bu olgu her halükarda bir ölçekte kaçınılmazdı ama aşılabilirdi ve bir kader de değildi. Ama yeni dönemde, 1945 sonrası dönemde, gerekli devrimci yenilenme başarılamadığı için söz konusu zaaflar bir “kadere” dönüştü ve SSCB, yeni tip bürokratik tabakaya artan oranda teslim oldu.
İdeolojik-kültürel devrimin önemli ölçüde ihmal edildiği, ekonomik bakımdan ayrıcalıklı bir tabakanın şekillendiği, bürokratik dejenerasyonun ve bürokrasinin geliştiği, bürokratik merkeziyetçiliğin giderek toplumsal yaşama yerleştiği bir tarihten, bu deformasyon ve dejenerasyondan, doğal olarak, ayrıcalıklı tabakanın, yönetici tabakanın hem ekonomik hem de siyasal etkinliği, gücü ivmelenerek yükseldi. Bu olgu, nesnelerin doğası gereği, kendi özgün değerlerini, ruh halini, çalışma tarzını, yaşam tarzını, insan tipini, alışkanlıklarını yeniden ve yeniden üreterek, şekillendirerek yerleşiklik kazanmasına yol açtı. Bürokratikleşme süreci ve bu süreci tamamlayan faktörler, yeni tip bürokrasinin sırtını yasladığı, ardına gizlendiği ve palazlanmak için kullandığı bir silah da oldu.
1936 yılında Maksim Gorki’nin cenaze törenine giden ve kısa bir süre SSCB’de kalan ünlü Fransız yazar Andre Gıde, SSCB’den tam bir hayal kırıklığı ile ayrılır. O, konuyla ilgili şunları yazmaktadır:
“Sovyetlerdeki serüvenimde trajik bir şeyler olduğuna sizi inandırmak isterim. Coşkulu, inanmış biri olarak yeni bir dünyayı hayranlıkla karşılamaya gelmiştim. Eskiden beri tiksindiğim tüm ayrıcalıklar gözümü boyamak amacıyla önüme serilmişti.” (SSCB’den Dönüş, s. 111, Anahtar Kitaplar)
Kitabı, devrimci ve Marksist-Leninist bakış açısıyla eleştirel okuyan ve doğru sonuçlar çıkaran her insan şunu görecektir: Yazar, Marksizm-Leninizm’den, Büyük Ekim Devrimi’nden, sosyalist SSCB’den, FKP’den etkilenerek komünizmin saflarına katılmıştır. Ama O, gerçekte, Marksizm-Leninizm’i, Ekim Devrimi’ni, SSCB gerçeğini, SSCB’nin somut tarihsel koşullarını, sosyalizmin inşasının içerisinde gerçekleştiği zorlukları ve sorunları özümseyememiştir. O, kendi küçük burjuva aydın dünyasında kurguladığı, hayal ettiği bir “sosyalizm” anlayışı ve SSCB tablosu yaratmıştır. Küçük burjuva aydının ayakları yere basmayan romantik dünyasının düşleri, yaşamın gerçekleriyle yüz yüze kalınca, “tam bir düş kırıklığı”nın batağına saplanır ve çöker. Küçük burjuva aydına has kapitalizm ve burjuva demokrasisi hayranı ruh hali ona yön vermeye başlar. Böylece O, bazı haklı ve uyarıcı eleştirilerine karşın, esasen burjuvazinin ve yedeğindeki SSCB düşmanı akımların sahte, gerçek dışı sözde eleştirilerini tekrarlamaya ve geliştirmeye başlar…
Bunlar bir yana, Gide’nin şu değerlendirmesi dikkat çekicidir:
“Ücretlerdeki eşitsizliği kınamıyorum; zorunlu olduğuna inanıyorum. Ama toplumsal sınıf farklılıklarını önlemenin yolları vardır. Bu farklılıkların azalacağına çoğalmasından korkarım. Pek yakında karnı tok, bir çeşit işçi burjuvazisinin palazlanmasından kaygı duyuyorum. Hele bizdeki küçük burjuvaziye benzeyen tutucu bir sınıfın belirmesi büyük tehlike!” (age., s. 41)
Küçük burjuva aydına has burjuva ön yargılarını bir yana koyarak devam edecek olursak, Gıde’nin yukarıdaki saptama ve eleştirisini yine de önemsemeliyiz. En nihayetinde kafasındaki tüm burjuva ve küçük burjuva kirlenmelere karşın, gözlemlediği ve tanık olduğu bazı olgular da vardı. SSCB’de doğup gelişen yeni tip küçük burjuva tabaka olgusundan bunu görebiliyoruz.
Evet, yeni tip ayrıcalıklı küçük burjuva tabakanın gelişimi asıl olarak 30’lu yılların gelişen bir olgusudur.
Biz devam edelim.
Panaıt Istratı, “Sovyetler 1929- Gezi Notları”nda (Pencere Yayınları) “SSCB’ye üç haftalığına gelen bir ziyaretçi Sovyet dünyasını üçyüz sayfalık kitapta belgelere dayanarak anlatmaya kalksa, bakış açısına göre onu yerlere de çalabilir, göklere de çıkarabilir.” (age., s. 7) diyor. Kuşkusuz ki bu saptama doğru ve 1929 yılı için olduğu kadar 1936 yılı için de geçerlidir. Kuşkusuz ki, bu P. Istratı için de geçerlidir ve o bu “Gezi Notları”nda gerçekte tipik Troçkist bir propagandist olduğunu da kanıtlamaktadır. Böyle olunca da Istratı’nın “İkinci gerçek: Mademki sınıf mücadelesi, yani ortadan kaldırılamayan uzlaşmaz karşıtların mücadelesi var; kendini SSCB işçilerine bağlı hisseden gözlemcinin görevi onların hayranlık uyandıran zaferlerini kutlamaktan ziyade onlara şöyle seslenmektir: Dikkat, arkadaşlar! Şu hususta tehdit altındasınız, uyanıklığınızı arttırın! Henüz uykuda gibi gözüken bir diğer hususta direnmeye hazırlanınız! Gerçekçi bir gözlemcinin görevi, gördüğü tehlikeden kardeşlerini haberdar etmektir.”  “Proleterler her şeyden önce gerçekçidirler. Ve sonra, her şeyin bir saati vardır: Şimdi tehlike ve güçlüklerden bahsetmenin zamanıdır.” (age., s. 8, iya.) sözleri de, “gözlemler”ini de Troçkist tahrifatın, demagojinin, manipülasyonun aracı haline getirmekte; böylece Sovyet proletaryası ve halklarının gerçek bir dostu olmadığını da kanıtlamaktadır. Kuşkusuz böyle de olsa, Istratı’n da “gözlemler”inde SSCB’yi tehdit eden ve gelecekte yıkıcı bir cendereye dönüşen bürokratik ayrıcalıkları besleyen vb. olgular dikkat çekmektedir, tıpkı  Andree Gıde’nin “gözlemleri”nde olduğu gibi.
Geçmeden belirtmek yararlı olacaktır: Istratı’nın kitabında yer alan açıklama ve değerlendirmeler de, “muhalefet”in, Stalin önderliğinde partiye karşı yenildikten sonra yeraltı çalışmasına geçtiğini ve yasadışı yıkıcı çalışmalarına bu yolla devam ettiğini de açıkça göstermektedir.

*SBKP (B) içerisinde “Sol muhalefet”in ve Troçki’nin proletarya diktatörlüğünün yıkımını getirecek saçma solcu hızlı sanayileşme çizgisi ile karıştırılmasın.
DEVAM EDECEK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder