Translate

3 Nisan 2013 Çarşamba

1-Türkiye ve Kuzey Kürdistan Devriminin Bölgesel ve Uluslararası Perspektifleri:



TÜRKİYE DEVRİMİ DÜNYA DEVRİMİNİN ORGANİK BİLEŞENİDİR
1-Türkiye ve Kuzey Kürdistan Devriminin Bölgesel ve Uluslararası Perspektifleri:
Türkiye ve Kuzey Kürdistan devrimi, dünya proleter sosyalist devrim sürecinin organik bir bileşenidir. Türkiye devrimi, Türkiye ve Kürdistan devrimi olarak, uluslararası karaktere, enternasyonalist bir içeriğe sahiptir. O, dünya devriminin basit bir bileşeni olmadığı gibi, kendi başına bir amaç da değildir. Türkiye devriminin gelişimi dünya devrimi, dünya devriminin gelişimi Türkiye devrimi üzerinde derin ve kapsamlı etkiler yaratacak, birbirini geliştirip güçlendirecek, tarihin devrimci akışını hızlandıracak bir karakteristiğe sahiptir.
Türkiye, Türk ve Kürt coğrafyası, bizleri sarıp sarmalayan bölgede yaşamsal jeo-politik, jeo-stratejik bir öneme sahiptir.  Türkiye ve Kuzey Kürdistan, Asya ve Avrupa kıtaları arasında bir köprüdür. Türkiye ve Kuzey Kürdistan, Asya, Avrupa, Afrika kıtalarının birleştiği stratejik bir kavşakta durmaktadır. Özellikle dünya sanayisinin bağımlı olduğu stratejik enerji kaynakları (petrol ve doğalgaz +su kaynakları) ve stratejik geçiş yolları bu bölge ve kavşakta bulunmaktadır. Bu bölge, emperyalist hegemonya ve rekabet mücadelesinin bir numaralı alanı durumundadır. “Avrasya yüzyılı” olarak tanımlanan 21. yüzyılda, Türkiye ve Kuzey Kürdistan, emperyalist hegemonya ve rekabet mücadelesi bakımından da stratejik bir noktada bulunmaktadır. Bu durum, Türkiye ve Kuzey Kürdistan coğrafyasını hem emperyalist hegemonya ve rekabet mücadelesi bakımdan önemli kılmakta, hem de devrimimizin bölgesel ve uluslararası önemini yoğunlaştırarak daha fazla keskinleştirmektedir.  Türkiye ve Kuzey Kürdistan devrimi, Balkan devriminin, Orta Doğu devriminin, Orta Asya ve Kafkasya devriminin; Doğu ve Batı devrimlerinin orta yerinde duran bir devrimdir. Türkiye ve Kuzey Kürdistan devrimi karakteristiklerine sahip Türkiye devrimi, ne salt bir Batı devrimi ne de salt bir Doğu devrimi karakteristiğine sahiptir, aksine, Doğu ve Batı devrimlerinin bir dizi karakteristiğini ve özgünlüğünü içinde taşıyan bir Avrasya devrimi niteliklerine sahip bir devrimdir.
Türkiye’nin emperyalizme bağımlı işbirlikçi kapitalist ekonomisi kendisini çevreleyen coğrafyada önemli ve gelişkin ekonomilerin başında yer almaktadır. “Küreselleşme” sürecinde Türkiye’nin işbirlikçi tekelci kapitalist ekonomisi emperyalist dünya sistemiyle daha derin ve kapsamlı bir entegrasyon sürecini yaşadı. Bu entegrasyon süreci Türkiye’yi çevreleyen bölgede de gelişerek yükseldi. Bu gelişme aynı zamanda Türkiye ile bölge devletleri ve ekonomileri arasındaki karşılıklı ilişkilerde ve ilişkiler sistematiğinin gelişmesinde de ifadesini buldu. Bu ifade, emperyalist dünya sistemi ve bu sistemin önemli bir alanı olan bizi çevreleyen coğrafyada bölgesel devrim perspektifine daha geniş bir alan açtığı gibi, daha derin ve geniş bir temel sağladı. Bu olgu da Türkiye ve Kuzey Kürdistan devriminin zaferinin bölgesel devrimi ateşlemede, olası bölgesel devrimlerle birleşerek gelişmesindeki önemini de daha fazla arttırmıştır.
Türk egemen sınıflarının ve diktatörlüğün bizi çevreleyen bölgedeki gerici rejimlerle özel ilişki ağı bulunmaktadır. Özelde İsrail siyonizmini ve bölgedeki işbirlikçi egemen sınıfları ve bölge gericiliğini bölge halklarına ve proletaryasına karşı koruma ve kollama misyonu da bulunmaktadır. Amerikan emperyalizmiyle, Batı emperyalizmiyle, NATO’yla bağlaşma içerisinde ortaya çıkan, egemen sınıfın Kürt korkusuyla sarmaş-dolaş olan söz konusu destek, Türkiye ve Kuzey Kürdistan devriminin bölgesel ve uluslararası önemini açığa çıkaran bir diğer temel olgudur. Bu önem, devrimimizin zaferi durumunda, İsrail siyonizminin, bölge gericiliğinin stratejik destekçilerinden birisini yitirerek ağır bir darbe almasında, komşu ve bölge ülke proletaryası ve halklarının devrimlerinin gelişmesini kolaylaştırmada ve ivmelemede ortaya çıkacak olan bir önemdir.
Türkiye ve Kuzey Kürdistan devrimini çevrelemekte olan üç kıtanın birleştiği bu bölgede, feodal teokratik fetihçi zorba askeri bir imparatorluk olan Osmanlı İmparatorluğu asırlarca baş kesmiş, at koşturmuştur. Osmanlı zorbalığı bölge halklarının tarihsel belleğinde hala canlı olarak yaşamaya devam etmektedir. Tarihsel bir temele sahip olan ve bölge halklarının kolektif belleğinde yaşamaya devam eden bu haklı tepki, öfke ve nefret unutulmadan kaydedilmelidir. Keza bölge halkları özellikle daha yakın bir tarihsel kesite dayanan süreçte TC’nin ABD güdümünde İsrail devletinin Ortadoğu’daki baş koruyucusu olduğunu çok iyi bilmektedir. Filistin halkının haklı ve meşru davasına karşı emperyalizm-siyonizm-TC-Arap gericiliğine dayanan ittifaka karşı bölge halklarının keskin devrimci öfkesini de özelde burada not etmek gerekir. Bölge halklarının, özellikle de Müslüman halkların bir de bu gerçekten kaynaklanan TC’ye karşı keskin nefretle biçimlenen ve açığa çıkan tepkisi bölgemizin önemli tarihsel olgularından birisidir. Böylece bölge halklarının haklı bu iki tarihsel ve politik öfke ve nefreti haklı olarak işbirlikçi Türk egemen sınıflarına karşı yönelmiş canlı bir öfkedir. Bu tarihsel ve güncel gerçekler de devrimimize ve bölgesel devrim olanağına geniş bir alan açmaktadır, kapsamlı bir etkileşim ve iletişim olanağı sunmaktadır ve sunacaktır. Bu gerçekler de devrimimizin bölgesel ve uluslararası perspektifini ve görevlerini ivmeleyen tablonun önemli bir bileşeni olarak okunmalıdır.
Türkiye, feodal fetihçi bir tarihten gelen özelliklerinin yanı sıra, kendisini çevreleyen bölgenin de en güçlü ülkelerinden birisi durumundadır. TC, 50’lerden sonra bölgede Amerikan emperyalizminin, NATO’nun jandarması, İsrail siyonizminin koruyucusu olarak görevlendirilmiş ve görev üstlenmişti. Bugün de TC, bölgede Amerikan emperyalizminin taşeronu ve jandarmasıdır. “Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi”nde Türk egemen sınıflarına ve diktatörlüğe verilen rol hem taşeronluk hem de jandarmalık rolüdür. Bu durum, bölge halklarının gözünde kaçmış değildir. “Arka bahçem Orta Doğu” politikası, bölge halklarının TC’ye karşı güvensizliklerini, kuşkularını, öfkesini büyütmektedir. Amerikancı, NATO’cu AKP eliyle örgütlenen demagoji ve manipülasyonun ise geçici olmanın ötesinde özellikle Müslüman bölge halklarını nihai olarak ya da orta ve uzun vadede etkileme şansı da kesin olarak bulunmamaktadır.
 Türkiye’de kapitalizm, emperyalizme bağımlılık ilişkileri temelinde gelişmektedir. İşbirlikçi Türk burjuvazisi bu temel üzerinde önemli bir sermaye birikimi elde etmiştir. Türk egemen sınıflarının ve işbirlikçi devletin bölgesel yayılmacı politikaları aynı zamanda bu olguyla bağlıdır. TC’nin, işbirlikçi AKP hükümetlerinin Ortadoğu’yu, Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihsel sınırlarını küstahça kendi “arka bahçe”si ilan etmesi hem Türk burjuvazisinin bölgesel yayılmacılığa yönelecek denli sermaye birikimiyle, hem de emperyalizmin taşeronu ve jandarması olma gerçekleriyle bağlıdır. Kuşkusuz ki bu gerçekler, bizi çevreleyen bölgede yer alan halklar nezdinde TC’ye karşı haklı ve meşru olan kuşku ve güvensizlikleri geliştirmekte, tarihsel belleği ayağa kaldırmakta, tarihsel nefreti ve devrimci öfkeyi büyütmektedir. Bu vb. faktörler, Türkiye ve Kuzey Kürdistan devrimi için, aleyhte olduğu kadar lehte de imkanlar sunmaktadır. Ancak uzun vadede, söz konusu tablo, çeşitli milliyetlerden Türkiye’nin devrimci proletaryasına ve devrimimize, daha fazla olarak, yaşamsal önemde devrimci imkanlar sunmaktadır ve sunacaktır.
Türk ulusal kimliği “Türkik” dünyayla; Kürt ulusal kimliği ve Kürdistan’ın dört parçaya bölünmüş olması Orta Doğu çapında Kürt, Fars ve Arap halkları dünyasıyla; Türkiye’nin egemen dinsel kimliği olan İslam kimliği Müslüman bölge (ve dünya) halklarıyla; ezilen Alevi kimliği bölgemizde ezilen inançlar ve Şia dünyası halklarıyla bağlar kurmanın devasa potansiyel olanaklarını sunmaktadır. Bu imkanlar, realize edilmek koşuluyla, değişen ağırlık ve rolleriyle, söz konusu dünyayla çok yönlü bağlar kurmanın köprüsü ve araçları olacaktır. Türkiye’nin bir İmparatorluk geçmişinden gelmesi, çok uluslu ve milliyetli bir dünyanın Türk burjuva cumhuriyetine devrettiği özgün tablo; ve ayrıca, İmparatorluğun dağılması ve T.C.nin kuruluş süreci ve sonrasında alınan dış göçler nedenleriyle çoklu etnisite ve milliyetli yapısı üzerinden bölge halklarıyla daha sıkı bağlar kurup geliştirmek de olanaklı olacaktır. Bu olgular, devrimci proletaryaya, bölgesel devrim perspektifi, bölgesel devrimci etkileşim ve iletişim bakımından bölgesel uluslararası ölçekte devrimci stratejik olanaklar da sunmaktadır ya da sunacaktır.
Yukarıda eksik de olsa resmini çizmeye çalıştığımız tablo, Türkiye ve Kuzey Kürdistan devriminin uluslararası ve bölgesel devrimci rolüne de ışık tutmaktadır. Türkiye devrimi, bölgesel devrim imkanlarının nesnel koşullarının arttığı, bunun, reaksiyoner devrimci etkiyi oldukça güçlendirdiği bir tarih kesitinde, bölgesel devrim bakımından stratejik bir yerde durmaktadır. Tek başına, Kürdistan’ın dört parçaya bölünmüş olması gerçeği, Kürdistan’ın en büyük ve en gelişmiş parçasını oluşturan Kuzey Kürdistan’ın Türk ulusundan egemen burjuvazinin boyunduruğu altında bulunması olgusu bile, Türkiye devriminin bölgesel uluslararası karakter ve perspektifini çarpıcı bir tarzda açığa çıkarmaktadır. Türkiye ve Kuzey Kürdistan devriminin bölgesel devrimlere daha derin bir dinamizm ve harekete geçme gücü kazandıracağı açıktır.
Türkiye ve Kuzey Kürdistan devriminin, bizi sarmalayan bölgenin bölgesel devrimleri içerisinde, örneğin bir Yunanistan, Bulgaristan, Suriye, Ermenistan, Gürcistan, Katar, Suudi Arabistan gibi ülkelerin devrimlerinden daha sarsıcı ve daha büyük bir etki gücü yaratacağı açıktır. (Kuşkusuz ki örneğin bir Yunanistan veya Suudi Arabistan vb. devrimlerinin zaferinin yaratabileceği kendilerine has başka avantajları vb. bulunmaktadır ve bulunacaktır.)
Devrimci proletaryanın bölgesel devrim perspektifi, Balkanlardan Orta Asya’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyayı kapsamaktadır. Devrimci proletarya bölgesel devrimlerin gelişim seyrinde doğacak demokratik ve sosyalist iktidarların, bölgesel devrimci cumhuriyetlerin bölgesel federasyonlar biçiminde örgütlenmesinden yanadır. Bölgesel federasyonlar ağı, bölgesel devrimimizin bölgesel uluslararası perspektifini ifade eder ve Türkiye ve Kürdistan devriminin bölgesel uluslararası perspektifini de açığa çıkararak somutlaştırır. Bunun somut olarak hangi yollardan geçerek, nasıl doğup gelişeceğine ise, tarih, tarihin yapıcıları karar verecektir. Bu bakımdan da elimizde dogmatik, mekanik şemalar bulunmamaktadır ve bulunmayacaktır. Bölgesel devrimler, bölgesel devrimci cumhuriyetler birliği kendi başına bir amaç değildir ve olamaz da. Çeşitli milliyetlerden Türkiye proletaryası için bölgesel devrimler, dünya proleter sosyalist devriminin; bölgesel federatif cumhuriyetler birliği ise dünya sosyalist cumhuriyetler birliği federasyonunun bir parçasıdır, bir parçası olacaktır. Bu strateji, enternasyonal proletaryanın dünya proletarya diktatörlüğü hedefine bağlanmış bir stratejidir. Böylece bölgesel devrimci-demokratik ve proleter sosyalist federasyonlar ağı, dünya proletarya diktatörlüğünden başka bir şey olmayan Dünya Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne, oradan da dünya çapında tek devlete, giderek devletsizliğe geçmenin araçlarından birisidir yalnızca.
Kuşku yok ki bu süreç, son derece karmaşık biçimlerde gelişecektir. Biz burada mekanik bir reçete sunmamaktayız, sadece gelişmenin en olası doğrultusuna işaret etmekteyiz. Tarihin ve toplumsal gelişmenin pratiği ve zenginliği daima önde gider ve kendi yolunu açarak ilerleler…
Devrimci proletarya, Türkiye ve Kuzey Kürdistan devrimini kendi başına bir amaç, dar ulusal sınırlar içerisinde olup bitecek bir devrim olarak ele alan, onu amaçlaştıran, onun bölgesel, uluslararası, enternasyonalist karakterini yadsıyan ya da küçümseyen, dünya proleter sosyalist devriminden koparan küçük burjuva milliyetçiliğine karşıdır. Türkiye devrimi, hem iç hem de uluslararası alanda sürekli/kesintisiz bir devrim karakteri taşımaktadır. Türkiye devrimi, dünya devriminin bir alanı, bir biçimi, bir halkasıdır. Türkiye devrimi, dünya devrimine tabidir. Türkiye ve Kuzey Kürdistan devrimi, dünya devriminin zaferi, Dünya Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin kurulması, dünya çapında komünizme geçilmesi devrimci sürecinin halkalarından, önemli savaş üslerinden birisidir ve birisi olacaktır. Devrimimiz, Türkiye devrimini kendi coğrafyasının sınırları içine hapseden ya da hapsedecek; onu bölgesel devrimlerin, dünya devriminin organik bir parçası, bir üssü olarak ele almayan, bölgesel ve küresel devrimci sosyalist perspektiften yoksun burjuva, küçük burjuva sosyalizminin milliyetçi körlüğüne karşı mücadele içerisinde de gelişip zafer tacı giyecektir ve bu, kesindir.
 Devrimci proletarya, sosyalizm maskesi giyerek ortaya çıkan her rengi ve her tonuyla burjuva ve küçük burjuva milliyetçi akıma karşı amansız bir mücadele yürütecektir. Devrimimizin uluslararası karakterinin karşısına ulusallığı, onun enternasyonalist karakterinin karşısına yerelliği ve milliyetçiliği koyarak barikat kuran her tür eğilim ve çizgiye karşı savaşmak proletaryanın temel ve güncel görevlerinden birisidir. Devrimci proletarya, emperyalist küreselleşmenin son atılımıyla, Türkiye ve Kuzey Kürdistan devriminin daha keskin, daha derin ve geniş bir temel üzerinde uluslararasılaşarak dünya devrimine bağlandığının; bölgesel ve uluslararası karakterinin, enternasyonalist içeriğinin güçlendiğinin bilinciyle davranacaktır. Türkiye ve Kuzey Kürdistan devriminin biçimde ulusal, özünde uluslararası ve enternasyonalist içeriğinin yadsınmasının bir biçimi olan burjuva kozmopolitizmiyle olduğu kadar, bugün, burjuva kozmopolitizminden daha keskin ve güncel tehlikeyi oluşturan burjuva ve küçük burjuva milliyetçi devrim teorileriyle, tezleriyle ideolojik ve politik olarak hesaplaşmayı da ihmal etmeyecektir. Gerek Kürt ulusal devrimini, gerekse de birleşik antiemperyalist demokratik devrimi amaçlaştıran, demokratik devrimin kesintisiz sosyalist devrime dönüştürülmesine karşı çıkan, onu, sosyalist devrimden, proletaryanın sosyalizm ve komünizm perspektifinden ve dünya devrimi ve dünya komünizmi çizgisinden koparan akımlar küçük burjuva milliyetçi karaktere sahiptir. Devrimi, halkçılığın, ezilenciliğin, ulusalcılığın, küçük burjuvazinin perspektifine mahkum eden, devrimci proletaryanın önderlik, hegemonya, kesintisiz geçiş, sosyalizm perspektifinden ve nihai amacından bir biçimde yalıtan ya da tahrif eden küçük burjuva milliyetçiliğin, halkçılığın, post-Marksizmin her türüyle, hele de, bir biçimde, Marksizm-Leninizm, sosyalizm ve komünizm adına ortaya çıkarak durumun teorisini yapan akımlarla hesaplaşmak devrimci proletaryanın kesiksiz devrimci görevlerinden birisidir.
Eşitsiz gelişme yasası, kapitalizmin nesnel gelişme yasalarından birisidir. Ekonomik ve politik olarak eşitsiz gelişme yasası, emperyalizm ve proleter devrimler çağı olan çağımızda özellikle keskinleşmiştir. Emperyalizmin bir asrı aşan tarihsel gerçeği de buna tanıklık etmektedir. Bu yasa, emperyalist tekelci kapitalizmin uluslararası tekelci kapitalizme dönüşme sürecinde çok daha keskinleşmiş bir yasa durumundadır. Bugün, emperyalist tekelerin uluslararası emperyalist tekellere dönüştüğü ÇUŞ’lu emperyalizm evresinde, dünya devriminin nesnel koşulları her zamankinden daha fazla olgunlaşmış ve kesinleşmiş bulunmaktadır. Üretimin ve sermayenin daha yüksek bir temelde yoğunlaşarak, merkezileşerek uluslararasılaşmasının ifadesi olan emperyalist gelişme evresiyle birlikte, dünya proleter devriminin nesnel maddi temeli hem daha fazla olgunlaşmış hem de daha fazla uluslararasılaşmıştır. Üretici güçlerin küresel ölçekte daha yüksek bir gelişme evresine ulaşmış olmasından, üretimin dünya ölçeğinde çok daha yüksek bir gelişme temelinde toplumsallaşmasından ve böylece, üretimin toplumsal karakteriyle mülk edinmenin özel kapitalist biçimi arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın alabildiğince keskinleşmesinden başka bir şey olmayan emperyalist küreselleşmenin bu yeni evresinde, böylece dünya devriminin, ulusal, bölgesel, kıtasal, uluslararası nesnel koşulları da tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar olgunlaşarak keskinleşmiş bulunmaktadır. Emperyalist küreselleşme sürecinin her bir evresinde dünya devriminin nesnel ekonomik ve toplumsal temelleri de artan oranda uluslarasılaşarak gelişmiştir. “Küreselleşme”yle, bir yandan emperyalist dünya sisteminin belli başlı çelişkileri, öte yandan da emperyalizmi ölüme götüren çelişkileri de “küresel”leşmiştir. Bu bağlamda emek sermaye, emperyalizm ve ezilen uluslar ve halklar arasındaki çelişki ve çatışmalar da daha derin ve geniş bir temel üzerinde uluslararasılaşarak çok daha fazla keskinleşmiş bulunmaktadır.  Çağımızın bu gerçekleri, dünya devriminin uluslararası karakterini, enternasyonalist niteliğini pekiştirip geliştirmiştir.
Eşitsiz gelişme, emperyalist kapitalizminin temel nesnel gerçeklerinden bir tanesidir. Bu yasa, dünya devriminin de eşitsiz gelişmesinin nesnel maddi temelini oluşturmaktadır. Eşitsiz gelişme yasası, dünya devriminin gelişmesinin de eşitsiz olduğunu ve olacağını ortaya koymaktadır. Böylece dünya proleter sosyalist devriminin eşanlı, zamandaş bir devrim olarak değil, eşitsiz gelişme sürecinde eşitsiz olarak patlak verip gelişip zafere erişeceğini göstermektedir. Emperyalizm ve proleter devrimler çağının tarihsel deneyimi de bu gerçeğe tanıklık yapar. Böylece dünya devrimi, emperyalizmin en zayıf halkası ya da halkalarından bir ve birkaçının kırılmasıyla zafere erişmesiyle zafer tacı giyecektir. Bu yasa, günümüz gerçeğinin de temel bir yasasıdır. Ancak, emperyalist dünya sisteminin daha fazla küreselleşmiş olması, böylece dünya devriminin de daha fazla küreselleşerek uluslararası karakterinin daha fazla pekişmiş olması, hem tek tek ülkelerde, hem bölgesel çapta, hem de uluslararası arenada devrimlerin patlak verip zafere erişmesinin nesnel koşullarını (ekonomik ve toplumsal koşullarını) oldukça keskinleştirmiş bulunmaktadır. Bu bağıntıda, tek tek ülkelerinin devriminin bölgesel ve küresel çapta dünya devimi üzerindeki etkisi de uluslararasılaşarak yoğunlaşmış bulunmaktadır. Yine bu bağıntıda, bölgesel devrimlerin imkanları da artmış bulunmaktadır. Belirleyici ve bağlayıcı olan devrimlerin emperyalizmin en zayıf halkasından ya da birkaç halkasından kırılarak zaferidir ama bununla birlikte bölgesel devrim olanakları da “küreselleşme”yle birlikte artmış, yoğunlaşmış, uluslararasılaşmıştır. Bu durum, devrimci proletaryanın önüne bölgesel devrim perspektifiyle hareket etme görevini daha açıklıkla koymasını getirmiştir.
Emperyalizmle, emperyalist küreselleşmenin her bir yeni atılımıyla dünya devriminin uluslararası enternasyonalist niteliği daha fazla küreselleşerek pekişirken, tek tek ülkelerin devrimlerinin de, bölgesel devrim olasılığının da daha fazla uluslararasılaşarak “küreselleşme”sine yol açmıştır. Keza bu, tersinden, daha fazla uluslararasılaşmış dünya devriminin “ulusallaşarak”, “bölgeselleşerek” ülke ve bölgesel devrim olanaklarının hem daha fazla artmasına, hem de daha keskin uluslarasılaşarak “küreselleşme”sini ifade etmektedir. Emperyalist kürelleşmeye “bölgeselleşme” de eşlik etmektedir. Üretimin ve sermayenin uluslararasılaşması hem daha fazla uluslararasılaşmayla ve hem de daha fazla bölgeselleşmeyle el ele gelişmektedir. Bu tabloyla bağlı olarak, emperyalist rekabet ve hegemonya mücadelesi daha fazla uluslarasılaşarak gelişirken aynı zamanda bölgeselleşerek de biçimleniyor, ilerliyor, keskinleşiyor (AB, NAFTA, ASEAN bloklaşmaları, “GBOP” gibi).
Bu olgu ve olgular da bölgesel, kıtasal devrimler olasılığını yoğunlaştırıp arttırıyor. Bugün devrimlerde “ulusal etken”in rolü azalmak bir yana artmıştır. Bugün, “uluslararası etkenler”in tek tek ülke devrimleri üzerindeki etkileri azalmak bir yana, artmıştır. Bugün, bölgesel etkenlerin tek tek ülke devrimleri üzerindeki etkisi azalmak bir yana, artmıştır. Bugün, uluslararası etkenlerin bölgesel, kıtasal, jeopolitik bölgelerde önemi azalmak bir yana, artmıştır. Bugün tek tek ülkelerde devrimlerin zaferinin bölgesel, uluslararası ölçekte etkileri azalmak bir yana, artmıştır. Bugün devrimlerin emperyalizme bağımlılık zincirinin en zayıf halkasının kırılması yoluyla zafere erişmesi olanağı azalmak bir yana artmıştır. Bu tablo içerisinde “bölgesel devrim” olanakları da artmış bulunmaktadır.
Bu gerçekler, Türkiye ve Kürdistan devrimi ve Ortadoğu, Kafkaslar, Balkanlar için de geçerli keskin bir olguyu ya da olguları oluşturmaktadır. Keskin bir emperyalist rekabet ve hegemonya mücadelesinin keskin bir arenası halinde bulunan bu bölgede antiemperyalist halkçı devrimler ile sosyalist devrimler çok daha keskin bir biçimde iç içe geçerek, eşitsiz gelişmesine karşın, keskin bir şekilde birbirini etkileyerek, etkilenerek, yalnızca bölgesel değil, uluslararası derin etkiler yaratarak gelişecektir ve gelişmektedir. Bu gerçeklerin görülmesi, hesaba katılması devrimci program ve stratejinin bir gereğidir. Bu gereklilik kendisini, bölgesel devrim perspektifinin de devrimci proletaryanın perspektif genişliğine eklemlenmesini ve bölgesel devrimci-demokratik ve sosyalist federasyonlar hedefini ileri sürmesini getirmektedir ve getirmiştir. Küçük burjuva devrimci-demokrasinin küçük burjuva milliyetçi darlığının bir ifadesi olan bölgesel devrim perspektifini ve buna bağlanan bölgesel federasyonlar hedefini anlayamaması anlaşılırdır. Keza, değişik formülerle ortaya çıkan bölgesel federasyonlar, konfederasyonlar hedefini ileri sürmekle birlikte, bunu, “demokratik modernite” ve sosyal reformlar çerçevesinde ifade eden yurtsever hareketin perspektifi, örneğin Ortadoğu devriminin zaferini öngörmemesi, devrimin, devrimlerin zaferiyle emperyalizme bağımlılık ilişkilerinin tasfiyesini, yerli işbirlikçi sınıfların ve işbirlikçi burjuva devletlerin yıkılarak tasfiyesini yadsımasıyla, reformist bir karaktere sahiptir. Komünist hareketin bu yaklaşımlarla ya da bu yaklaşımların değişik yansımasını ifade eden bakış açılarıyla hiçbir ilişkisi yoktur ve olamaz da.
Bu perspektif üç biçimde ele alınabilir ve ileri sürülebilir: 1. perspektif, kesintisiz devrime, sosyalist-komünist hedef ve amaçlara bağlanmış bir perspektiftir. Bu, enternasyonal proletaryanın ve politik öncüsü komünist hareketin perspektifidir. 2. perspektif, anti-emperyalist devrim hedefiyle sınırlı ve bu perspektife bağlanmış bir savunuda ifadesini bulur. Bu, kendisini sosyalist, komünist olarak sunan ya da lanse eden küçük burjuvazinin perspektifidir. Bu ikincilerin perspektifi, nihai olarak, demokratik kapitalist bir ekonomik toplumsal sistem kurmak hedef ve amacıyla sınırlıdır. 3. perspektif, emperyalist dünya sistemine bağlanmış, işbirlikçi kapitalist bölgesel dünya düzeninin temelleri yıkılmadan, bu temel üzerinde ve bu temelde kalarak bu çerçevenin demokratikleştirilmesini, sosyal reformlarla iyileştirilmesini savunan bir çerçevenin perspektifidir. Bu perspektifin savunusu reformizme, ulusal demokratik liberalizme denk düşer, örneğin “demokratik modernite”ye dayanan bölgesel federasyonlar, Ortadoğu federasyonu, konfederalizm savunusundan bunu çok net bir biçimde görmekteyiz. Bu perspektifin devrimci-demokratik asgari programla da, komünist azami programla da bağı bulunmamaktadır. Dahası, bu perspektifin yadsınması üzerinde yükselmektedir. Yurtsever hareketin, bölgesel federasyon, konfederasyon perspektifi bu üçüncüsüne tekabül eder, bugün için ilerici demokratik bir karakter taşımakla birlikte ulusal sosyal reformizmle, küçük burjuva liberal bakış açısıyla şekillenen ve belirlenen bir perspektif ve politikayı ifade etmektedir.
Ayrıca, tüm iddiasına karşın, yurtsever demokratik hareketin temel program ve stratejisi, ulusal dar görüşlülükle biçimlenmiştir. Kuşkusuz ki yurtsever hareketin Kürt ulusal kimliği eksenli verdiği mücadele tümüyle haklı ve meşrudur. Ama bu mücadele ulusal dar görüşlülükle, ulusal kurtuluşçulukla sınırlı, sınırlanmış, ulusal devrimin dar çerçevesiyle belirlenmiş bir teorik ve pratik duruşla;  dün devrimin zaferiyle bağlı olan “Bağımsız Birleşik Kürdistan” talebinde,  bugün ise “İmralı çizgisi”yle birlikte “Misak-i Milli” sınırları içerisinde devletin demokratikleştirilerek Kürt ulusal kimliğinin tanınmasıyla sınırlanmıştır.
Her iki döneminde de yurtsever hareket, başta Türk ulusundan işçi ve emekçiler olmak üzere, Türk, Fars, Arap haklarını birleştirecek bir programdan, stratejiden uzaktı(r). Böyle olunca da bir biçimde dillendirdiği bölgesel federasyon anlayışı sınırlı bir demokratik içeriğe ve ancak sınırlı ölçekte halkların kardeşliğine seslenebilen, esasen birleştirici niteliği zayıf bir bölgesel federasyon ya da demokratik konfederalizm karakteri taşımıştır. Silahlı devrim perspektifine bağlanmış ulusal devrimci demokratik döneminde verdiği devrimci mücadeleyle bölge halklarının nispeten geniş bir kesiminin (halklar nezdinde uluslararası sempati daha yüksekti diyebiliriz) sempatisini toplayabilen PKK, bu perspektifi terk edip ulusal reformist çizgiye dönmekle birlikte, bir tarihsel evresini geride bırakmıştı çoktandır. Ulusal demokratik hareketin ve yurtsever hareketin bölgesel ölçekte halkların destek ve dayanışmasını yeterince alamaması, tecrit çemberini esaslı bir tarzda kıramaması rastlantısal değildi yani. Burada gerek Türkiye’de, gerekse de bölgesel arenada devrimci hareketin zayıflığı gibi temel bir faktörün yanı sıra, ulusal devrimin sınırlı nesnel karakteri ve çerçevesi ve yurtsever hareketin siyasal çizgisinin dar ulusal görüş açısının da temel bir rolü bulunmuştur ve bulunmaktadır.
 İrade kırılmasıyla belirlenen ulusal devrimcilikten ulusal reformizme dönüş ve geçişle birlikte, birinci döneminde “Bağımsız Birleşik Kürdistan” mücadelesinin hizmetinde olan silahlı mücadele, bu ikinci döneminde silahlı reformizm olarak “devletin demokratikleştirilmesi”nin, anayasal reformlarla Kürt ulusal haklarının kazanılmasının (“Cumhuriyetin demokratikleştirilmesi”-“Demokratik cumhuriyet”) hizmetine girmiştir. Doğal olarak politika ve silah ilişkisinde, silah, silahlı mücadele politikanın, politik hedeflerin hizmetinde olan bir araçtır. Silaha politika hükmeder, politika da kendi hedef ve amaçlarına bağlıdır. (Yazının doğrudan konusu olmadığı için girmiyoruz, çağ, silahlı mücadele, iktidar, “Demokratik Modernite Kuramı”, “Kapitalist Moderniteye Karşı Demokratik Modernite”, demokratik komün, “Komala sistemi” vb. gibi konularda PKK’nin özellikle “İmralı çizgisi” ile savunmaya başladığı ve geliştirdiği görüşler ve bu görüşlerin sistematiği postmodernizme dayanmaktadır.) Kuşkusuz ki bu ikinci döneminde de yurtsever hareket tümüyle haklı ve meşru bir mücadele yürütmeye, objektif olarak devrimci rol oynamaya, devrimci eylemler yöntemini de kullanmaya devam etmiştir; programatik ve stratejik çizgisini onaylamasak da, elbette ki bu mücadele sürdükçe demokratik muhtevasını koruyacak ve politik bakımdan olumlanacaktır, olumlanmalıdır.
Yurtsever hareketin bugünkü perspektifinden “Kürdistan Demokratik Konfederalizm” sistemi, “Demokratik Ortadoğu Federasyonu”, Ortadoğu-Mezopotamya demokratik konfederal sistem görüş açısı, esas olarak politik bakımdan Kürt sorununun ve mücadelesinin dayatmasıyla, gereksinmeleriyle bağlı ortaya çıkmış ve İmralı irade kırılmasıyla teorize edilmiş ve geliştirilmiş bir teori ve projedir. Ya da çıkış noktası burasıdır. Merkezinde Kürtlerin hakları duran, daha ziyade de parçalanmış Kürdistan’ı kapsayan, ideolojik bakımdan reformizmle, politik liberalleşmeyle belirlenen, ama şimdilik ilerici ulusal demokratik muhtevaya sahip bir talep durumundadır. Bu modelin, Türkiye ve parçalanmış Kürdistan’ın sınırlarının ötesinde daha genel bir model ve gelişme çizgisi olarak formüle edilmesi ve savunulması da işin özünde bir şeyi değiştirmemektedir; çünkü en nihayetinde bu proje ve çözüm önerisi bölgesel ve uluslararası ölçekte de demokratik kapitalizm savunusuna, bu temel ve çerçevede “ulus devletler”in “demokratikleştirilmesi”ne tekabül etmektedir. Her şeye rağmen, bu sınırlı içeriğine karşın, yurtsever hareket ve ulusal demokratik hareketin Kürt ulusal kimliğinin tanınması için yürüttüğü mücadele, PKK’nin dar ulusal görüşlülüğünün ötesinde, politik bakımdan, devrimci ve demokratik etkiler yaratmakta, sömürgeci faşist diktatörlüğe (ve bölgesel gericiliğe) karşı mücadelede devrimci imkanlar da sunmaktadır. Gerçeğin bu bakımlardan görülmemesi, inkardan gelinmesi tavrı ise, kanımızca, Türk küçük burjuva milliyetçiliğinin, egemen ulus şovenizminin, sosyal şovenizmin, tarihsel Kemalist etkinin ilerici ve devrimci-demokrat hareket üzerindeki etki gücüyle bağlıdır. Politik bakımdan bu mücadeleyle omuz omuza olmakla, teorik-ideolojik bakımdan eleştirmeyi birleştirerek yürümek gerekir. Ancak “eleştiri” adına, politik bakımdan yurtsever hareketin ve Kürtlerin verdikleri politik mücadeleyi yadsımak ya da küçümsemek ya da ondan uzak durmak tümüyle yanlış ve zaaflı bir duruşu ifade edebilir ancak.
“Demokratik konfederalizm”in “dünya çapında solun yeni açılımı olaca”ğı vurgusunda dile gelen şey, postmodernizmden başka bir şey değildir. Ki postmodernizm ve postMarksizm, emperyalist küreselleşmeyi, uluslararası tekellerin emperyalizmini ve programını meşrulaştırmaya yönelmiş bir akımdan öte bir şey değildir. “Ulusal toplumların Dünya Demokratik Konfederal Birliği”nin, demokratik konfederalizm projesinin ütopik bir tasarımla sunulmasını ise geçiyoruz, ki burada, söz konusu perspektife damgasını basan şey, Türkiye ve Kürdistan ölçeğinin yanı sıra, bölgesel ve küresel ölçekte de demokratik kapitalizm savunusudur. Demokratik kapitalizm ya da diğer adıyla “demokratik modernite” savunusu, nesnel olarak, Kürt ulusundan ulusal burjuvazinin ideolojik-politik-sınıfsal çıkarlarını temsil etmektedir. Ulusal demokratik hareket içerisinde Kürt ulusal burjuvazisinin, Kürt işçileri, emekçileri, yoksulları aleyhine güçlenmesini ifade etmektedir. Ayrıca söz konusu projenin, ütopik eşitlikçi toplumsal vurguları, kapitalizm koşullarında ya gerçekleşemezdir ya da kapitalizmi geliştirmeye ve manipülasyona, küçük burjuva hayaller yaymaya hizmet eden ütopik vurgulardır sadece.
Marksist Leninist Komünistlerin perspektifi yukarıda vurguladığımız birincisini ifade eder ve komünist hareket, bölgesel federasyon perspektifini programına, asgari ve azami programına bağlı olarak ele alır ve savaşımını da bu temel de yürütür.
                                                                        DEVAM EDECEK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder