TÜRKİYE DEVRİMİ
DÜNYA DEVRİMİNİN ORGANİK BİLEŞENİDİR
1-Türkiye ve Kuzey
Kürdistan Devriminin Bölgesel ve Uluslararası Perspektifleri:
Türkiye ve Kuzey Kürdistan devrimi, dünya proleter
sosyalist devrim sürecinin organik bir bileşenidir. Türkiye devrimi, Türkiye ve
Kürdistan devrimi olarak, uluslararası karaktere, enternasyonalist bir içeriğe
sahiptir. O, dünya devriminin basit bir bileşeni olmadığı gibi, kendi başına
bir amaç da değildir. Türkiye devriminin gelişimi dünya devrimi, dünya
devriminin gelişimi Türkiye devrimi üzerinde derin ve kapsamlı etkiler
yaratacak, birbirini geliştirip güçlendirecek, tarihin devrimci akışını
hızlandıracak bir karakteristiğe sahiptir.
Türkiye, Türk ve Kürt coğrafyası, bizleri sarıp
sarmalayan bölgede yaşamsal jeo-politik, jeo-stratejik bir öneme sahiptir. Türkiye ve Kuzey Kürdistan, Asya ve Avrupa
kıtaları arasında bir köprüdür. Türkiye ve Kuzey Kürdistan, Asya, Avrupa,
Afrika kıtalarının birleştiği stratejik bir kavşakta durmaktadır. Özellikle
dünya sanayisinin bağımlı olduğu stratejik enerji kaynakları (petrol ve
doğalgaz +su kaynakları) ve stratejik geçiş yolları bu bölge ve kavşakta
bulunmaktadır. Bu bölge, emperyalist hegemonya ve rekabet mücadelesinin bir
numaralı alanı durumundadır. “Avrasya yüzyılı” olarak tanımlanan 21. yüzyılda,
Türkiye ve Kuzey Kürdistan, emperyalist hegemonya ve rekabet mücadelesi bakımından
da stratejik bir noktada bulunmaktadır. Bu durum, Türkiye ve Kuzey Kürdistan
coğrafyasını hem emperyalist hegemonya ve rekabet mücadelesi bakımdan önemli
kılmakta, hem de devrimimizin bölgesel ve uluslararası önemini yoğunlaştırarak
daha fazla keskinleştirmektedir. Türkiye
ve Kuzey Kürdistan devrimi, Balkan devriminin, Orta Doğu devriminin, Orta Asya
ve Kafkasya devriminin; Doğu ve Batı devrimlerinin orta yerinde duran bir
devrimdir. Türkiye ve Kuzey Kürdistan devrimi karakteristiklerine sahip Türkiye
devrimi, ne salt bir Batı devrimi ne de salt bir Doğu devrimi karakteristiğine
sahiptir, aksine, Doğu ve Batı devrimlerinin bir dizi karakteristiğini ve
özgünlüğünü içinde taşıyan bir Avrasya devrimi niteliklerine sahip bir
devrimdir.
Türkiye’nin emperyalizme bağımlı işbirlikçi
kapitalist ekonomisi kendisini çevreleyen coğrafyada önemli ve gelişkin
ekonomilerin başında yer almaktadır. “Küreselleşme” sürecinde Türkiye’nin
işbirlikçi tekelci kapitalist ekonomisi emperyalist dünya sistemiyle daha derin
ve kapsamlı bir entegrasyon sürecini yaşadı. Bu entegrasyon süreci Türkiye’yi
çevreleyen bölgede de gelişerek yükseldi. Bu gelişme aynı zamanda Türkiye ile
bölge devletleri ve ekonomileri arasındaki karşılıklı ilişkilerde ve ilişkiler
sistematiğinin gelişmesinde de ifadesini buldu. Bu ifade, emperyalist dünya
sistemi ve bu sistemin önemli bir alanı olan bizi çevreleyen coğrafyada
bölgesel devrim perspektifine daha geniş bir alan açtığı gibi, daha derin ve
geniş bir temel sağladı. Bu olgu da Türkiye ve Kuzey Kürdistan devriminin
zaferinin bölgesel devrimi ateşlemede, olası bölgesel devrimlerle birleşerek
gelişmesindeki önemini de daha fazla arttırmıştır.
Türk egemen sınıflarının ve diktatörlüğün bizi
çevreleyen bölgedeki gerici rejimlerle özel ilişki ağı bulunmaktadır. Özelde
İsrail siyonizmini ve bölgedeki işbirlikçi egemen sınıfları ve bölge
gericiliğini bölge halklarına ve proletaryasına karşı koruma ve kollama misyonu
da bulunmaktadır. Amerikan emperyalizmiyle, Batı emperyalizmiyle, NATO’yla
bağlaşma içerisinde ortaya çıkan, egemen sınıfın Kürt korkusuyla sarmaş-dolaş
olan söz konusu destek, Türkiye ve Kuzey Kürdistan devriminin bölgesel ve
uluslararası önemini açığa çıkaran bir diğer temel olgudur. Bu önem,
devrimimizin zaferi durumunda, İsrail siyonizminin, bölge gericiliğinin
stratejik destekçilerinden birisini yitirerek ağır bir darbe almasında, komşu
ve bölge ülke proletaryası ve halklarının devrimlerinin gelişmesini
kolaylaştırmada ve ivmelemede ortaya çıkacak olan bir önemdir.
Türkiye ve Kuzey Kürdistan devrimini çevrelemekte
olan üç kıtanın birleştiği bu bölgede, feodal teokratik fetihçi zorba askeri
bir imparatorluk olan Osmanlı İmparatorluğu asırlarca baş kesmiş, at
koşturmuştur. Osmanlı zorbalığı bölge halklarının tarihsel belleğinde hala
canlı olarak yaşamaya devam etmektedir. Tarihsel bir temele sahip olan ve bölge
halklarının kolektif belleğinde yaşamaya devam eden bu haklı tepki, öfke ve
nefret unutulmadan kaydedilmelidir. Keza bölge halkları özellikle daha yakın
bir tarihsel kesite dayanan süreçte TC’nin ABD güdümünde İsrail devletinin Ortadoğu’daki
baş koruyucusu olduğunu çok iyi bilmektedir. Filistin halkının haklı ve meşru
davasına karşı emperyalizm-siyonizm-TC-Arap gericiliğine dayanan ittifaka karşı
bölge halklarının keskin devrimci öfkesini de özelde burada not etmek gerekir.
Bölge halklarının, özellikle de Müslüman
halkların bir de bu gerçekten kaynaklanan TC’ye karşı keskin nefretle
biçimlenen ve açığa çıkan tepkisi bölgemizin önemli tarihsel olgularından
birisidir. Böylece bölge halklarının haklı bu iki tarihsel ve politik öfke ve
nefreti haklı olarak işbirlikçi Türk egemen sınıflarına karşı yönelmiş canlı
bir öfkedir. Bu tarihsel ve güncel gerçekler de devrimimize ve bölgesel devrim
olanağına geniş bir alan açmaktadır, kapsamlı bir etkileşim ve iletişim olanağı
sunmaktadır ve sunacaktır. Bu gerçekler de devrimimizin bölgesel ve
uluslararası perspektifini ve görevlerini ivmeleyen tablonun önemli bir bileşeni
olarak okunmalıdır.
Türkiye, feodal fetihçi bir tarihten gelen
özelliklerinin yanı sıra, kendisini çevreleyen bölgenin de en güçlü
ülkelerinden birisi durumundadır. TC, 50’lerden sonra bölgede Amerikan
emperyalizminin, NATO’nun jandarması, İsrail siyonizminin koruyucusu olarak
görevlendirilmiş ve görev üstlenmişti. Bugün de TC, bölgede Amerikan
emperyalizminin taşeronu ve jandarmasıdır. “Genişletilmiş Büyük Ortadoğu
Projesi”nde Türk egemen sınıflarına ve diktatörlüğe verilen rol hem taşeronluk
hem de jandarmalık rolüdür. Bu durum, bölge halklarının gözünde kaçmış
değildir. “Arka bahçem Orta Doğu” politikası, bölge halklarının TC’ye karşı
güvensizliklerini, kuşkularını, öfkesini büyütmektedir. Amerikancı, NATO’cu AKP
eliyle örgütlenen demagoji ve manipülasyonun ise geçici olmanın ötesinde
özellikle Müslüman bölge halklarını nihai olarak ya da orta ve uzun vadede
etkileme şansı da kesin olarak bulunmamaktadır.
Türkiye’de
kapitalizm, emperyalizme bağımlılık ilişkileri temelinde gelişmektedir.
İşbirlikçi Türk burjuvazisi bu temel üzerinde önemli bir sermaye birikimi elde
etmiştir. Türk egemen sınıflarının ve işbirlikçi devletin bölgesel yayılmacı
politikaları aynı zamanda bu olguyla bağlıdır. TC’nin, işbirlikçi AKP
hükümetlerinin Ortadoğu’yu, Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihsel sınırlarını
küstahça kendi “arka bahçe”si ilan etmesi hem Türk burjuvazisinin bölgesel
yayılmacılığa yönelecek denli sermaye birikimiyle, hem de emperyalizmin
taşeronu ve jandarması olma gerçekleriyle bağlıdır. Kuşkusuz ki bu gerçekler,
bizi çevreleyen bölgede yer alan halklar nezdinde TC’ye karşı haklı ve meşru
olan kuşku ve güvensizlikleri geliştirmekte, tarihsel belleği ayağa
kaldırmakta, tarihsel nefreti ve devrimci öfkeyi büyütmektedir. Bu vb.
faktörler, Türkiye ve Kuzey Kürdistan devrimi için, aleyhte olduğu kadar lehte
de imkanlar sunmaktadır. Ancak uzun vadede, söz konusu tablo, çeşitli
milliyetlerden Türkiye’nin devrimci proletaryasına ve devrimimize, daha fazla
olarak, yaşamsal önemde devrimci imkanlar sunmaktadır ve sunacaktır.
Türk ulusal kimliği “Türkik” dünyayla; Kürt ulusal
kimliği ve Kürdistan’ın dört parçaya bölünmüş olması Orta Doğu çapında Kürt,
Fars ve Arap halkları dünyasıyla; Türkiye’nin egemen dinsel kimliği olan İslam
kimliği Müslüman bölge (ve dünya) halklarıyla; ezilen Alevi kimliği bölgemizde
ezilen inançlar ve Şia dünyası halklarıyla bağlar kurmanın devasa potansiyel olanaklarını
sunmaktadır. Bu imkanlar, realize edilmek koşuluyla, değişen ağırlık ve
rolleriyle, söz konusu dünyayla çok yönlü bağlar kurmanın köprüsü ve araçları
olacaktır. Türkiye’nin bir İmparatorluk geçmişinden gelmesi, çok uluslu ve
milliyetli bir dünyanın Türk burjuva cumhuriyetine devrettiği özgün tablo; ve
ayrıca, İmparatorluğun dağılması ve T.C.nin kuruluş süreci ve sonrasında alınan
dış göçler nedenleriyle çoklu etnisite ve milliyetli yapısı üzerinden bölge
halklarıyla daha sıkı bağlar kurup geliştirmek de olanaklı olacaktır. Bu
olgular, devrimci proletaryaya, bölgesel devrim perspektifi, bölgesel devrimci
etkileşim ve iletişim bakımından bölgesel uluslararası ölçekte devrimci
stratejik olanaklar da sunmaktadır ya da sunacaktır.
Yukarıda eksik de olsa resmini çizmeye
çalıştığımız tablo, Türkiye ve Kuzey Kürdistan devriminin uluslararası ve
bölgesel devrimci rolüne de ışık tutmaktadır. Türkiye devrimi, bölgesel devrim
imkanlarının nesnel koşullarının arttığı, bunun, reaksiyoner devrimci etkiyi
oldukça güçlendirdiği bir tarih kesitinde, bölgesel devrim bakımından stratejik bir yerde durmaktadır. Tek
başına, Kürdistan’ın dört parçaya
bölünmüş olması gerçeği, Kürdistan’ın en büyük ve en gelişmiş parçasını
oluşturan Kuzey Kürdistan’ın Türk ulusundan egemen burjuvazinin boyunduruğu
altında bulunması olgusu bile, Türkiye devriminin bölgesel uluslararası
karakter ve perspektifini çarpıcı bir tarzda açığa çıkarmaktadır. Türkiye ve
Kuzey Kürdistan devriminin bölgesel devrimlere daha derin bir dinamizm ve
harekete geçme gücü kazandıracağı açıktır.
Türkiye ve Kuzey Kürdistan devriminin, bizi
sarmalayan bölgenin bölgesel devrimleri içerisinde, örneğin bir Yunanistan,
Bulgaristan, Suriye, Ermenistan, Gürcistan, Katar, Suudi Arabistan gibi
ülkelerin devrimlerinden daha sarsıcı ve daha büyük bir etki gücü yaratacağı
açıktır. (Kuşkusuz ki örneğin bir Yunanistan veya Suudi Arabistan vb.
devrimlerinin zaferinin yaratabileceği kendilerine has başka avantajları vb.
bulunmaktadır ve bulunacaktır.)
Devrimci proletaryanın bölgesel devrim
perspektifi, Balkanlardan Orta Asya’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyayı
kapsamaktadır. Devrimci proletarya bölgesel devrimlerin gelişim seyrinde
doğacak demokratik ve sosyalist iktidarların, bölgesel devrimci cumhuriyetlerin
bölgesel federasyonlar biçiminde örgütlenmesinden yanadır. Bölgesel
federasyonlar ağı, bölgesel devrimimizin bölgesel uluslararası perspektifini
ifade eder ve Türkiye ve Kürdistan devriminin bölgesel uluslararası
perspektifini de açığa çıkararak somutlaştırır. Bunun somut olarak hangi
yollardan geçerek, nasıl doğup gelişeceğine ise, tarih, tarihin yapıcıları
karar verecektir. Bu bakımdan da elimizde dogmatik, mekanik şemalar
bulunmamaktadır ve bulunmayacaktır. Bölgesel devrimler, bölgesel devrimci
cumhuriyetler birliği kendi başına bir amaç değildir ve olamaz da. Çeşitli
milliyetlerden Türkiye proletaryası için bölgesel devrimler, dünya proleter sosyalist
devriminin; bölgesel federatif cumhuriyetler birliği ise dünya sosyalist
cumhuriyetler birliği federasyonunun bir parçasıdır, bir parçası olacaktır. Bu
strateji, enternasyonal proletaryanın
dünya proletarya diktatörlüğü hedefine
bağlanmış bir stratejidir. Böylece bölgesel devrimci-demokratik ve proleter
sosyalist federasyonlar ağı, dünya proletarya diktatörlüğünden başka bir şey
olmayan Dünya Sovyet Sosyalist
Cumhuriyetler Birliği’ne, oradan da dünya çapında tek devlete, giderek
devletsizliğe geçmenin araçlarından birisidir yalnızca.
Kuşku yok ki bu süreç, son derece karmaşık
biçimlerde gelişecektir. Biz burada mekanik bir reçete sunmamaktayız, sadece
gelişmenin en olası doğrultusuna işaret etmekteyiz. Tarihin ve toplumsal
gelişmenin pratiği ve zenginliği daima önde gider ve kendi yolunu açarak
ilerleler…
Devrimci proletarya, Türkiye ve Kuzey Kürdistan
devrimini kendi başına bir amaç, dar ulusal sınırlar içerisinde olup bitecek bir
devrim olarak ele alan, onu amaçlaştıran,
onun bölgesel, uluslararası, enternasyonalist karakterini yadsıyan ya da küçümseyen,
dünya proleter sosyalist devriminden koparan
küçük burjuva milliyetçiliğine karşıdır. Türkiye devrimi, hem iç hem de
uluslararası alanda sürekli/kesintisiz
bir devrim karakteri taşımaktadır. Türkiye devrimi, dünya devriminin bir alanı, bir biçimi, bir halkasıdır. Türkiye
devrimi, dünya devrimine tabidir. Türkiye ve Kuzey Kürdistan devrimi, dünya
devriminin zaferi, Dünya Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin kurulması,
dünya çapında komünizme geçilmesi devrimci sürecinin halkalarından, önemli
savaş üslerinden birisidir ve birisi olacaktır. Devrimimiz, Türkiye devrimini
kendi coğrafyasının sınırları içine hapseden ya da hapsedecek; onu bölgesel
devrimlerin, dünya devriminin organik bir parçası, bir üssü olarak ele almayan,
bölgesel ve küresel devrimci sosyalist perspektiften yoksun burjuva, küçük
burjuva sosyalizminin milliyetçi körlüğüne karşı mücadele içerisinde de gelişip
zafer tacı giyecektir ve bu, kesindir.
Devrimci
proletarya, sosyalizm maskesi giyerek ortaya çıkan her rengi ve her tonuyla
burjuva ve küçük burjuva milliyetçi akıma karşı amansız bir mücadele
yürütecektir. Devrimimizin uluslararası karakterinin karşısına ulusallığı, onun enternasyonalist
karakterinin karşısına yerelliği ve
milliyetçiliği koyarak barikat kuran her tür eğilim ve çizgiye karşı savaşmak
proletaryanın temel ve güncel görevlerinden birisidir. Devrimci proletarya,
emperyalist küreselleşmenin son atılımıyla, Türkiye ve Kuzey Kürdistan
devriminin daha keskin, daha derin ve geniş bir temel üzerinde
uluslararasılaşarak dünya devrimine bağlandığının; bölgesel ve uluslararası
karakterinin, enternasyonalist içeriğinin güçlendiğinin bilinciyle
davranacaktır. Türkiye ve Kuzey Kürdistan devriminin biçimde ulusal, özünde
uluslararası ve enternasyonalist içeriğinin yadsınmasının bir biçimi olan
burjuva kozmopolitizmiyle olduğu kadar, bugün, burjuva kozmopolitizminden daha
keskin ve güncel tehlikeyi oluşturan burjuva ve küçük burjuva milliyetçi devrim
teorileriyle, tezleriyle ideolojik ve politik olarak hesaplaşmayı da ihmal
etmeyecektir. Gerek Kürt ulusal devrimini, gerekse de birleşik antiemperyalist
demokratik devrimi amaçlaştıran,
demokratik devrimin kesintisiz sosyalist devrime dönüştürülmesine karşı çıkan, onu, sosyalist devrimden,
proletaryanın sosyalizm ve komünizm perspektifinden ve dünya devrimi ve dünya
komünizmi çizgisinden koparan
akımlar küçük burjuva milliyetçi karaktere sahiptir. Devrimi, halkçılığın,
ezilenciliğin, ulusalcılığın, küçük burjuvazinin perspektifine mahkum eden,
devrimci proletaryanın önderlik, hegemonya, kesintisiz geçiş, sosyalizm
perspektifinden ve nihai amacından bir biçimde yalıtan ya da tahrif eden küçük
burjuva milliyetçiliğin, halkçılığın, post-Marksizmin her türüyle, hele de, bir
biçimde, Marksizm-Leninizm, sosyalizm ve komünizm adına ortaya çıkarak durumun
teorisini yapan akımlarla hesaplaşmak devrimci proletaryanın kesiksiz devrimci
görevlerinden birisidir.
Eşitsiz gelişme yasası, kapitalizmin nesnel
gelişme yasalarından birisidir. Ekonomik ve politik olarak eşitsiz gelişme
yasası, emperyalizm ve proleter devrimler çağı olan çağımızda özellikle
keskinleşmiştir. Emperyalizmin bir asrı aşan tarihsel gerçeği de buna tanıklık etmektedir.
Bu yasa, emperyalist tekelci kapitalizmin uluslararası tekelci kapitalizme
dönüşme sürecinde çok daha keskinleşmiş bir yasa durumundadır. Bugün,
emperyalist tekelerin uluslararası emperyalist tekellere dönüştüğü ÇUŞ’lu
emperyalizm evresinde, dünya devriminin nesnel koşulları her zamankinden daha
fazla olgunlaşmış ve kesinleşmiş bulunmaktadır. Üretimin ve sermayenin daha
yüksek bir temelde yoğunlaşarak, merkezileşerek uluslararasılaşmasının ifadesi
olan emperyalist gelişme evresiyle birlikte, dünya proleter devriminin nesnel
maddi temeli hem daha fazla olgunlaşmış hem de daha fazla uluslararasılaşmıştır.
Üretici güçlerin küresel ölçekte daha yüksek bir gelişme evresine ulaşmış
olmasından, üretimin dünya ölçeğinde çok daha yüksek bir gelişme temelinde
toplumsallaşmasından ve böylece, üretimin toplumsal karakteriyle mülk edinmenin
özel kapitalist biçimi arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın alabildiğince
keskinleşmesinden başka bir şey olmayan emperyalist küreselleşmenin bu yeni
evresinde, böylece dünya devriminin, ulusal, bölgesel, kıtasal, uluslararası
nesnel koşulları da tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar olgunlaşarak keskinleşmiş
bulunmaktadır. Emperyalist küreselleşme sürecinin her bir evresinde dünya
devriminin nesnel ekonomik ve toplumsal temelleri de artan oranda
uluslarasılaşarak gelişmiştir. “Küreselleşme”yle, bir yandan emperyalist dünya
sisteminin belli başlı çelişkileri, öte yandan da emperyalizmi ölüme götüren
çelişkileri de “küresel”leşmiştir. Bu bağlamda emek sermaye, emperyalizm ve
ezilen uluslar ve halklar arasındaki çelişki ve çatışmalar da daha derin ve
geniş bir temel üzerinde uluslararasılaşarak çok daha fazla keskinleşmiş
bulunmaktadır. Çağımızın bu gerçekleri,
dünya devriminin uluslararası karakterini, enternasyonalist niteliğini
pekiştirip geliştirmiştir.
Eşitsiz gelişme, emperyalist kapitalizminin temel
nesnel gerçeklerinden bir tanesidir. Bu yasa, dünya devriminin de eşitsiz
gelişmesinin nesnel maddi temelini oluşturmaktadır. Eşitsiz gelişme yasası,
dünya devriminin gelişmesinin de eşitsiz olduğunu ve olacağını ortaya
koymaktadır. Böylece dünya proleter sosyalist devriminin eşanlı, zamandaş bir
devrim olarak değil, eşitsiz gelişme sürecinde eşitsiz olarak patlak verip
gelişip zafere erişeceğini göstermektedir. Emperyalizm ve proleter devrimler
çağının tarihsel deneyimi de bu gerçeğe tanıklık yapar. Böylece dünya devrimi,
emperyalizmin en zayıf halkası ya da halkalarından bir ve birkaçının
kırılmasıyla zafere erişmesiyle zafer tacı giyecektir. Bu yasa, günümüz
gerçeğinin de temel bir yasasıdır. Ancak, emperyalist dünya sisteminin daha
fazla küreselleşmiş olması, böylece dünya devriminin de daha fazla
küreselleşerek uluslararası karakterinin daha fazla pekişmiş olması, hem tek
tek ülkelerde, hem bölgesel çapta, hem de uluslararası arenada devrimlerin
patlak verip zafere erişmesinin nesnel koşullarını (ekonomik ve toplumsal koşullarını)
oldukça keskinleştirmiş bulunmaktadır. Bu bağıntıda, tek tek ülkelerinin
devriminin bölgesel ve küresel çapta dünya devimi üzerindeki etkisi de
uluslararasılaşarak yoğunlaşmış bulunmaktadır. Yine bu bağıntıda, bölgesel
devrimlerin imkanları da artmış bulunmaktadır. Belirleyici ve bağlayıcı olan
devrimlerin emperyalizmin en zayıf halkasından ya da birkaç halkasından
kırılarak zaferidir ama bununla birlikte bölgesel devrim olanakları da
“küreselleşme”yle birlikte artmış, yoğunlaşmış, uluslararasılaşmıştır. Bu
durum, devrimci proletaryanın önüne bölgesel devrim perspektifiyle hareket etme
görevini daha açıklıkla koymasını getirmiştir.
Emperyalizmle, emperyalist küreselleşmenin her bir
yeni atılımıyla dünya devriminin uluslararası enternasyonalist niteliği daha
fazla küreselleşerek pekişirken, tek tek ülkelerin devrimlerinin de, bölgesel
devrim olasılığının da daha fazla uluslararasılaşarak “küreselleşme”sine yol
açmıştır. Keza bu, tersinden, daha fazla uluslararasılaşmış dünya devriminin “ulusallaşarak”,
“bölgeselleşerek” ülke ve bölgesel devrim olanaklarının hem daha fazla
artmasına, hem de daha keskin uluslarasılaşarak “küreselleşme”sini ifade
etmektedir. Emperyalist kürelleşmeye “bölgeselleşme”
de eşlik etmektedir. Üretimin ve sermayenin uluslararasılaşması hem daha fazla
uluslararasılaşmayla ve hem de daha fazla bölgeselleşmeyle el ele gelişmektedir.
Bu tabloyla bağlı olarak, emperyalist rekabet ve hegemonya mücadelesi daha
fazla uluslarasılaşarak gelişirken aynı zamanda bölgeselleşerek de biçimleniyor,
ilerliyor, keskinleşiyor (AB, NAFTA, ASEAN bloklaşmaları, “GBOP” gibi).
Bu olgu ve olgular da bölgesel, kıtasal devrimler
olasılığını yoğunlaştırıp arttırıyor. Bugün devrimlerde “ulusal etken”in rolü
azalmak bir yana artmıştır. Bugün, “uluslararası etkenler”in tek tek ülke
devrimleri üzerindeki etkileri azalmak bir yana, artmıştır. Bugün, bölgesel
etkenlerin tek tek ülke devrimleri üzerindeki etkisi azalmak bir yana,
artmıştır. Bugün, uluslararası etkenlerin bölgesel, kıtasal, jeopolitik
bölgelerde önemi azalmak bir yana, artmıştır. Bugün tek tek ülkelerde
devrimlerin zaferinin bölgesel, uluslararası ölçekte etkileri azalmak bir yana,
artmıştır. Bugün devrimlerin emperyalizme bağımlılık zincirinin en zayıf
halkasının kırılması yoluyla zafere erişmesi olanağı azalmak bir yana
artmıştır. Bu tablo içerisinde “bölgesel devrim” olanakları da artmış
bulunmaktadır.
Bu gerçekler, Türkiye ve Kürdistan devrimi ve
Ortadoğu, Kafkaslar, Balkanlar için de geçerli keskin bir olguyu ya da olguları
oluşturmaktadır. Keskin bir emperyalist rekabet ve hegemonya mücadelesinin
keskin bir arenası halinde bulunan bu bölgede antiemperyalist halkçı devrimler
ile sosyalist devrimler çok daha keskin bir biçimde iç içe geçerek, eşitsiz
gelişmesine karşın, keskin bir şekilde birbirini etkileyerek, etkilenerek,
yalnızca bölgesel değil, uluslararası derin etkiler yaratarak gelişecektir ve
gelişmektedir. Bu gerçeklerin görülmesi, hesaba katılması devrimci program ve
stratejinin bir gereğidir. Bu gereklilik kendisini, bölgesel devrim perspektifinin
de devrimci proletaryanın perspektif genişliğine eklemlenmesini ve bölgesel devrimci-demokratik ve sosyalist federasyonlar hedefini ileri
sürmesini getirmektedir ve getirmiştir. Küçük burjuva devrimci-demokrasinin
küçük burjuva milliyetçi darlığının bir ifadesi olan bölgesel devrim
perspektifini ve buna bağlanan bölgesel federasyonlar hedefini anlayamaması
anlaşılırdır. Keza, değişik formülerle ortaya çıkan bölgesel federasyonlar,
konfederasyonlar hedefini ileri sürmekle birlikte, bunu, “demokratik modernite”
ve sosyal reformlar çerçevesinde ifade eden yurtsever hareketin perspektifi,
örneğin Ortadoğu devriminin zaferini öngörmemesi, devrimin, devrimlerin
zaferiyle emperyalizme bağımlılık ilişkilerinin tasfiyesini, yerli işbirlikçi
sınıfların ve işbirlikçi burjuva devletlerin yıkılarak tasfiyesini
yadsımasıyla, reformist bir
karaktere sahiptir. Komünist hareketin bu yaklaşımlarla ya da bu yaklaşımların
değişik yansımasını ifade eden bakış açılarıyla hiçbir ilişkisi yoktur ve
olamaz da.
Bu perspektif üç biçimde ele alınabilir ve ileri
sürülebilir: 1. perspektif, kesintisiz
devrime, sosyalist-komünist hedef ve amaçlara bağlanmış bir perspektiftir. Bu,
enternasyonal proletaryanın ve politik öncüsü komünist hareketin
perspektifidir. 2. perspektif, anti-emperyalist
devrim hedefiyle sınırlı ve bu perspektife bağlanmış bir savunuda ifadesini
bulur. Bu, kendisini sosyalist, komünist olarak sunan ya da lanse eden küçük
burjuvazinin perspektifidir. Bu ikincilerin perspektifi, nihai olarak, demokratik kapitalist bir ekonomik toplumsal sistem
kurmak hedef ve amacıyla sınırlıdır. 3.
perspektif, emperyalist dünya sistemine bağlanmış, işbirlikçi kapitalist
bölgesel dünya düzeninin temelleri yıkılmadan, bu temel üzerinde ve bu temelde
kalarak bu çerçevenin demokratikleştirilmesini, sosyal reformlarla
iyileştirilmesini savunan bir çerçevenin perspektifidir. Bu perspektifin
savunusu reformizme, ulusal demokratik liberalizme denk düşer, örneğin
“demokratik modernite”ye dayanan bölgesel federasyonlar, Ortadoğu federasyonu,
konfederalizm savunusundan bunu çok net bir biçimde görmekteyiz. Bu
perspektifin devrimci-demokratik asgari programla da, komünist azami programla
da bağı bulunmamaktadır. Dahası, bu perspektifin yadsınması üzerinde
yükselmektedir. Yurtsever hareketin, bölgesel federasyon, konfederasyon
perspektifi bu üçüncüsüne tekabül eder, bugün için ilerici demokratik bir karakter taşımakla birlikte ulusal sosyal
reformizmle, küçük burjuva liberal bakış açısıyla şekillenen ve belirlenen bir
perspektif ve politikayı ifade etmektedir.
Ayrıca, tüm iddiasına karşın, yurtsever demokratik
hareketin temel program ve stratejisi, ulusal
dar görüşlülükle biçimlenmiştir. Kuşkusuz ki yurtsever hareketin Kürt
ulusal kimliği eksenli verdiği mücadele tümüyle haklı ve meşrudur. Ama
bu mücadele ulusal dar görüşlülükle, ulusal kurtuluşçulukla sınırlı,
sınırlanmış, ulusal devrimin dar çerçevesiyle belirlenmiş bir teorik ve pratik
duruşla; dün devrimin zaferiyle bağlı
olan “Bağımsız Birleşik Kürdistan” talebinde,
bugün ise “İmralı çizgisi”yle birlikte “Misak-i Milli” sınırları
içerisinde devletin demokratikleştirilerek Kürt ulusal kimliğinin tanınmasıyla
sınırlanmıştır.
Her iki döneminde de yurtsever hareket, başta Türk
ulusundan işçi ve emekçiler olmak üzere, Türk, Fars, Arap haklarını birleştirecek bir programdan,
stratejiden uzaktı(r). Böyle olunca da bir biçimde dillendirdiği bölgesel
federasyon anlayışı sınırlı bir
demokratik içeriğe ve ancak sınırlı ölçekte halkların kardeşliğine seslenebilen,
esasen birleştirici niteliği zayıf bir bölgesel federasyon ya da demokratik
konfederalizm karakteri taşımıştır. Silahlı devrim perspektifine bağlanmış
ulusal devrimci demokratik döneminde verdiği devrimci mücadeleyle bölge
halklarının nispeten geniş bir kesiminin (halklar nezdinde uluslararası sempati
daha yüksekti diyebiliriz) sempatisini toplayabilen PKK, bu perspektifi terk
edip ulusal reformist çizgiye dönmekle birlikte, bir tarihsel evresini geride
bırakmıştı çoktandır. Ulusal demokratik hareketin ve yurtsever hareketin
bölgesel ölçekte halkların destek ve dayanışmasını yeterince alamaması, tecrit
çemberini esaslı bir tarzda kıramaması rastlantısal değildi yani. Burada gerek
Türkiye’de, gerekse de bölgesel arenada devrimci
hareketin zayıflığı gibi temel
bir faktörün yanı sıra, ulusal devrimin sınırlı nesnel karakteri ve çerçevesi ve yurtsever hareketin siyasal
çizgisinin dar ulusal görüş açısının da temel bir rolü bulunmuştur ve
bulunmaktadır.
İrade
kırılmasıyla belirlenen ulusal
devrimcilikten ulusal reformizme
dönüş ve geçişle birlikte, birinci döneminde “Bağımsız Birleşik Kürdistan”
mücadelesinin hizmetinde olan silahlı mücadele, bu ikinci döneminde silahlı
reformizm olarak “devletin
demokratikleştirilmesi”nin, anayasal
reformlarla Kürt ulusal haklarının kazanılmasının (“Cumhuriyetin demokratikleştirilmesi”-“Demokratik
cumhuriyet”) hizmetine girmiştir. Doğal olarak politika ve silah ilişkisinde,
silah, silahlı mücadele politikanın, politik hedeflerin hizmetinde olan bir
araçtır. Silaha politika hükmeder, politika da kendi hedef ve amaçlarına
bağlıdır. (Yazının doğrudan konusu olmadığı için girmiyoruz, çağ, silahlı
mücadele, iktidar, “Demokratik Modernite Kuramı”, “Kapitalist Moderniteye Karşı
Demokratik Modernite”, demokratik komün, “Komala sistemi” vb. gibi konularda
PKK’nin özellikle “İmralı çizgisi” ile savunmaya başladığı ve geliştirdiği
görüşler ve bu görüşlerin sistematiği postmodernizme
dayanmaktadır.) Kuşkusuz ki bu ikinci döneminde de yurtsever hareket tümüyle
haklı ve meşru bir mücadele yürütmeye, objektif olarak devrimci rol oynamaya,
devrimci eylemler yöntemini de kullanmaya devam etmiştir; programatik ve
stratejik çizgisini onaylamasak da, elbette ki bu mücadele sürdükçe demokratik
muhtevasını koruyacak ve politik bakımdan olumlanacaktır, olumlanmalıdır.
Yurtsever hareketin bugünkü perspektifinden “Kürdistan
Demokratik Konfederalizm” sistemi, “Demokratik Ortadoğu Federasyonu”, Ortadoğu-Mezopotamya
demokratik konfederal sistem görüş açısı, esas olarak politik bakımdan Kürt
sorununun ve mücadelesinin dayatmasıyla, gereksinmeleriyle bağlı ortaya çıkmış
ve İmralı irade kırılmasıyla teorize edilmiş ve geliştirilmiş bir teori ve
projedir. Ya da çıkış noktası burasıdır. Merkezinde Kürtlerin hakları duran,
daha ziyade de parçalanmış Kürdistan’ı kapsayan, ideolojik bakımdan reformizmle,
politik liberalleşmeyle belirlenen, ama şimdilik ilerici ulusal demokratik muhtevaya sahip bir talep durumundadır.
Bu modelin, Türkiye ve parçalanmış Kürdistan’ın sınırlarının ötesinde daha
genel bir model ve gelişme çizgisi olarak formüle edilmesi ve savunulması da
işin özünde bir şeyi değiştirmemektedir; çünkü en nihayetinde bu proje ve çözüm
önerisi bölgesel ve uluslararası ölçekte de demokratik kapitalizm savunusuna,
bu temel ve çerçevede “ulus devletler”in “demokratikleştirilmesi”ne tekabül
etmektedir. Her şeye rağmen, bu sınırlı içeriğine karşın, yurtsever hareket ve
ulusal demokratik hareketin Kürt ulusal kimliğinin tanınması için yürüttüğü
mücadele, PKK’nin dar ulusal görüşlülüğünün ötesinde, politik bakımdan,
devrimci ve demokratik etkiler yaratmakta, sömürgeci faşist diktatörlüğe (ve
bölgesel gericiliğe) karşı mücadelede devrimci imkanlar da sunmaktadır.
Gerçeğin bu bakımlardan görülmemesi, inkardan gelinmesi tavrı ise, kanımızca,
Türk küçük burjuva milliyetçiliğinin, egemen ulus şovenizminin, sosyal
şovenizmin, tarihsel Kemalist etkinin ilerici ve devrimci-demokrat hareket
üzerindeki etki gücüyle bağlıdır. Politik bakımdan bu mücadeleyle omuz omuza
olmakla, teorik-ideolojik bakımdan eleştirmeyi birleştirerek yürümek gerekir. Ancak “eleştiri” adına, politik
bakımdan yurtsever hareketin ve Kürtlerin verdikleri politik mücadeleyi
yadsımak ya da küçümsemek ya da ondan uzak durmak tümüyle yanlış ve zaaflı bir
duruşu ifade edebilir ancak.
“Demokratik konfederalizm”in “dünya çapında solun
yeni açılımı olaca”ğı vurgusunda dile gelen şey, postmodernizmden başka bir şey
değildir. Ki postmodernizm ve postMarksizm, emperyalist küreselleşmeyi,
uluslararası tekellerin emperyalizmini ve programını meşrulaştırmaya yönelmiş bir akımdan öte bir şey değildir. “Ulusal toplumların
Dünya Demokratik Konfederal Birliği”nin, demokratik konfederalizm projesinin
ütopik bir tasarımla sunulmasını ise geçiyoruz, ki burada, söz konusu
perspektife damgasını basan şey, Türkiye ve Kürdistan ölçeğinin yanı sıra,
bölgesel ve küresel ölçekte de demokratik
kapitalizm savunusudur. Demokratik kapitalizm ya da diğer adıyla “demokratik modernite” savunusu, nesnel olarak, Kürt ulusundan ulusal burjuvazinin
ideolojik-politik-sınıfsal çıkarlarını temsil etmektedir. Ulusal demokratik
hareket içerisinde Kürt ulusal burjuvazisinin, Kürt işçileri, emekçileri,
yoksulları aleyhine güçlenmesini ifade etmektedir. Ayrıca söz konusu projenin,
ütopik eşitlikçi toplumsal vurguları, kapitalizm koşullarında ya gerçekleşemezdir
ya da kapitalizmi geliştirmeye ve manipülasyona, küçük burjuva hayaller yaymaya
hizmet eden ütopik vurgulardır sadece.
Marksist Leninist Komünistlerin perspektifi yukarıda
vurguladığımız birincisini ifade eder ve komünist hareket, bölgesel federasyon
perspektifini programına, asgari ve azami programına bağlı olarak ele alır ve
savaşımını da bu temel de yürütür.
DEVAM EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder