“POSTKAPİTALİZM”LE PROLETARYA BUHARLAŞTI
MI?
IV
Emeğin
Sermayeye Biçimsel ve Gerçek Bağımlılığı ve “Küreselleşme”
Çarpıtılan
sorunlardan birisi de “emeğin sermayeye biçimsel bağımlılığı” ile “emeğin
sermayeye gerçek bağımlılığı”nın anlamlarıdır. Teorinin revize edilip
“küreselleşme”nin yüceltilmesinin, proletaryaya “elveda” denmesinin aracı
haline getirilen bu sorun, Negricilik de dahil bir dizi tasfiyeci akımın
burjuva ideolojik ve politik karakterinin, antiMarksist-Leninist saldırısının
ya da Marksizm-Leninizm düşmanlığının kanıtlarından birisini oluşturmaktadır.
Hele Negri gibi kralın- “İmparator”un- soytarısının bir de Marx’ın söz konusu
tezlerini referans alarak yola çıkıyor gibi görünmesi, Rosa Lüxemburg gibi
büyük bir komünistin yanlış, anti-Marksist bir görüşünün ardına sığınarak,
Rosa’yı bir kalkan gibi kullanma hilesine başvurması çok daha trajikomik bir
durumdur.
Kısa bir
biçimde de olsa, sorunu işlemeden geçemeyeceğiz.
Kapitalist
üretim tarzının doğuşu ve gelişimi uzun bir tarihsel sürece tekabül eder.
Kapitalizm ilkel birikim, manifaktür ve sanayi kapitalizmi tarihsel aşaması,
kapitalizmin serbest rekabetçi dönemine, tekelci kapitalizm ise emperyalizm
aşamasına tekabül eder. Ve emperyalizm, bugün, tekelci kapitalizmden ÇUŞ’ların
(uluslararası tekellerin) yönettiği bir kapitalizme dönüşmüştür.
Kapitalizmin
bu süreci, doğası gereği, sermaye birikiminin genişletilmiş temelde yeniden ve
yeniden üretildiği bir süreç, “küreselleşerek” (uluslararasılaşarak) geldiği bir
süreç olmuştur. Tabiiki bu süreç, kapitalizmin gerek ulusal gerekse de uluslararası
arenada prekapitalist üretim biçimlerini çözerek, yıkarak, kendisine tabii
kılarak, dönüştürerek, değiştirerek geldiği bir süreç olmuştur.
Kapitalizmin
doğuşu ve gelişimi süreci, emeğin sermayeye biçimsel bağımlılığından emeğin sermayeye gerçek bağımlılığına doğru bir gelişme süreci, bir geçiş süreci olmuştur.
Soruna biraz
daha yakından bakalım.
“Üretim
tarzında devrim, manüfaktürde emek gücü ile, büyük sanayide emek araçları ile
başlar.” (Marx, Kapital, C. I, s.359)
Emeğin
sermayeye biçimsel bağımlılığı, kapitalizmin doğup geliştiği manifaktür
kapitalizmi kesitine denk düşen bağımlılık biçimidir; “sermaye, emek sürecini
bulduğu biçimiyle kendisine tabi kılar. Yani sermaye, değişik ve daha eski
üretim tarzları tarafından geliştirilmiş haliyle, varolan emek sürecini devralır. Dolayısıyla
sermayenin hazır, kurulu bulunan bir
emek sürecini devraldığı açıktır.”
(Marx, Kapitale Ek: Dolaysız üretim Sürecinin Sonuçları, S.86, abç.) Bu
koşullarda emeğin sermayeye bağımlılığı “tek başına emek sürecinin yani fiili
üretim sürecinin gerçek niteliğinde temel bir dönüşüme yol açmaz”, açmamıştır.
Bu aşamada el emeği, zanaatçı emeği,
parça işinde uzmanlaşmış kolektif işçi, işçi sınıfının başat biçimidir ve aleti kullanan da işçidir.
Emeğin
sermayeye biçimsel bağımlılığı sürecinde, artı-değer sömürüsünün temel biçimi, mutlak artı değerdir. Sermaye birikimi, mutlak artı-değer
sömürüsüne dayanır. Manifaktür kapitalizminin ilk evresi olan basit elbirliği
sürecinde olduğu gibi, manifaktürün daha gelişmiş ve üst biçimi olan zanaatkar
tekniğine ve işbölümüne dayanan evresinde de durum budur. Zaten manifaktür
kapitalizminin tarihsel rolü sanayi kapitalizmine geçiş için gerekli ön
koşulları oluşturmasında, olgunlaştırmasında; geçişi hazırlamasında, bir köprü
olmasında somutlaşmıştır.
Emeğin sermayeye gerçek bağımlılığı
ise, sanayi kapitalizmi dönemine
tekabül eder. Bu bağımlılığın temelini
makine oluşturur. Böylece bu aşamada kapitalizm, “emek sürecinin teknik
koşullarında” gerçekleşen “köklü” değişiklikle, “el zanaatçısı işini, toplumsal
üretiminin düzenleyici ilkesi olarak sona erdir”ir (Kapital C. I, s. 356).
Kapitalizm, gerçek maddi-teknik temeline oturur; “işçilerin görevleriyle, emek
sürecinin toplumsal işbölümünde de köklü değişiklikler” gerçekleştirir. Böylece
üretim tarzında devrim “büyük sanayide emek araçlarıyla” gerçekleşir. “Özgül
kapitalist üretim tarzı teknolojik düzeyde de ortaya çıkar.” Artık işçiyi
kullanan makinedir; işçi makinenin basit bir uzvu haline gelir/dönüşür.
Emeğin
sermayeye gerçek bağımlılığında
artı-değer sömürüsünün temel biçimi,
göreli artı-değerdir. “Göreli
artı-değer üretimiyle birlikte, bir bütün olarak üretimin gerçek biçimi değişir
ve özgül kapitalist üretim tarzı (teknolojik
düzeyde de) ortaya çıkar. Buna dayanarak ve buna paralel olarak, üretimin
çeşitli unsurları arasında ve hepsinden önce de kapitalistle ücretli emekçi
arasında, bu üretim tarzına denk düşen üretim ilişkileri ilk defa olarak ortaya
çıkar.” (Kapital’e Ek…, s. 89, açM.)
Mutlak
artı-değer üretimi, Marx’ın dediği gibi, “Kapitalist sistemin genel dayanağını
ve nispi artı-değer üretiminin çıkış noktasını … oluşturur…. Mutlak artı-değer üretimi, işin teknik
sürecini ve toplumun bileşimini kökünden değiştirir. Bu nedenle o, kendisine
özgü yöntemle, araçları ve koşullarıyla birlikte, emeğin şeklen sermayenin
egemenliği altına girmesiyle sağlanan temel üzerinde kendiliğinden doğup
gelişen özgül bir üretim tarzını öngörür. Bu gelişmesi sırasında, emeğin sermayeye
bu biçimsel bağımlılığı yerini, zamanla gerçek bağımlılığa bırakır.” (Kapital
C. I, s. 485) “Şimdi emeğin toplumsal
üretim güçleri gelişmiş, büyük ölçekli üretimle birlikte bilim ve teknoloji
üretime doğrudan uygulanmaya başlamıştır.”(Kapital’e Ek… , s. 101, açM)
Böylece,
işçinin ömür boyu bir parça işe bağlanmasına yol açan ve sermayeye de ket vuran
teknik temel tasfiye edilmiş olur. Burada, artık, üretim, bir makineler sistemiyle, emeğin mekanizasyonu ile gerçekleşir.
Sanayi kapitalizmi (makineli büyük üretim) basit elbirliği ve manifaktür
kapitalizminden daha farklı olarak üretimi ve emeği daha yüksek bir temelde
toplumsallaştırır. Bu aşamada “sermayenin esnekliği, el koyduğu emek sürecinin
özgül niteliğine ilgisizliği, sermayeden işçiye de geçmiştir.”, “işçinin,
yaptığı işin özgül içeriğine
kayıtsızlığı daha fazla, sermayenin üretimin bir alanından diğerine hareketi
ise daha akışkan olur” (Marx) Biçimsel bağımlılığın yerini gerçek bağımlılığa
bırakmasıyla, işçi, yapacağı işe karşı ilgisiz hale gelir, “bütün üretim
alanlarında emek” “elden geldiğince basit emeğe indirge”nir; “emekçiler
arasında, meslekleri ile ilgili bütün önyargılar” yok edilir; kapitalist üretim
tarzına tam boyun eğme, “yaptığı işin kendisine özgü niteliğine karşı ilgisiz”
olma “sermayenin gereksinmeleri uyarınca biçim alma” ve “bir üretim alanından
ötekine aktarılmaya boyun eğme” (Kapital, C. III, s. 175) süreci gerçekleşir.
İşgücünün metalaşmasının genelleşmesiyle, işçinin ailesi de dahil kapitalist
üretim sürecine çekilmesiyle, tüm yaşamının ve zamanın üzerinde kapitalistçe
egemenliğin kurulması ile proletarya kapitalizme “Vulkan’ın Prometheus’u
kayalara mıhlamasından daha sağlam olarak” mıhlamış olur.
Emeğin
sermayeye biçimsel bağımlılığı “her kapitalist üretim sürecinin genel biçimidir.
Aynı zamanda, özgül kapitalist üretim tarzının gelişmiş biçiminin yanında özel bir biçim olarak varolabilir.
Çünkü ikincisi birincisini gerektirse de, bunun tersi doğru değildir (yani,
biçimsel tabiyet; özgül kapitalist üretim tarzının olmadığı koşullarda da
varolabilir.) (age, s. 85, açM.)
Mutlak
artı-değer emeğin sermayeye biçimsel bağımlılığının, göreli artı-değer ise
emeğin sermayeye gerçek bağımlılığının maddi
ifadesidir.
“Artı-değerin
iki biçimi, mutlak ve görece artı-değeri ayrı ayrı ele alırsak görürüz ki,
mutlak artı-değer her zaman görece artı-değerden önce gelir. Artı-değerin bu
iki biçimine, emeğin sermayeye tabi oluşunun iki biçimi ya da kapitalist
üretimin iki farklı biçimi denk düşer. Ve burada da bir biçim her zaman
diğerinden önce gelir. Ne var ki, ikinci ve daha gelişkin biçim, birinci
biçimin sanayinin yeni dallarına girişinin temellerini oluşturur.” (Kapital’e
Ek…, s.90-91)
Marx’ın
sorunu ortaya koyuşu işte böyledir.
Sözde
eleştirin, sözde yeni teorinin söylediği ise şudur: Modernizm bitmiştir.
Postmodern enformatik çağ başlamıştır. Kapitalizm ve emperyalizm aşılmıştır.
Tarih, özne, akıl, mücadele bitmiştir. “İzm”ler aşılmıştır. Emeğin sermayeye
biçimsel bağımlılığı modernizm çağına, gerçek bağımlılığı ise postmodern çağa
aittir. Ama zaten böylece postmodern enfor-tekno çağla birlikte emek de,
proletarya da bitmiştir. Emek bitmiş ve özgürleşmiştir; ki, postmodern çağda
“emek gücünün nitelikleri kavranır olmaktan çıkmıştır” Artık bir içerisi ve
dışarısı yok. Kapitalizm tüm dünyayı içselleştirerek, içerisi-dışarısı ayrımına
son vermiştir. Artık bir çıkış yok. Mekânsız, merkezsiz, belirsiz, kavranamaz,
her şeyin rastlantısal, hiç yerde, yok yerde olduğu, her şeyin yapay olduğu vb.
bir çağda yaşıyoruz artık. Zaten Rosa da haklı çıktı. Kautsky de haklı çıktı
vb. vb. Zaten artık “akıl yürütme tarzımız diyalektik olmama ve mutlak anlamda
içkin olma”yı amaçlamalıdır. Kaçışın ve çıkışın olmadığı “bir içerisi” var. Bu
içerisinin adı da “İmparatorluk”tur, “postmodernizm”dir. Yeniçağla, yeni
toplumla içerisi-dışarısı, altyapı-üstyapı, metanın kullanım değeriyle-değişim
değeri, üretici güçlerle kapitalist üretim ilişkileri arasındaki çelişkiler son
bulmuştur. “Özgün üretici faaliyetler” “sömürü ve tahakküm nesnesi” olmaktan
çıkmıştır. Artık “sömürü yok yerdedir.” “Sonsuz yok yerlerde”dir sömürü. Cahil
(!) olmayın, bırakın nesnel gerçeği, bilimi, proletaryayı, sınıfsal tahlilleri
“postmodern bir dünyada bütün olgular ve kuvvetler yapaydır.” “İçerisi ve
dışarısı arasındaki modern diyalektiğin yerini” “melezlik ve yapaylık oyunu
almıştır” Yeniçağla sermaye kontrolünü kaybetmiştir. Temel üretim araçları özel
mülkiyet olmaktan çıkmış, “komünal” mülkiyete dönüşmüştür kendiliğinden.
Çekirdek halinde komünist bir dünyada yaşıyoruz. Ücret de işgücünün değil
emeğin karşılığıdır artık. Artık emek kendi değerini kendi belirliyor devrimci,
özgürleştirici, “kendiliğinden iyi imparatorluk” çağında vs. vs.;
İmparatorluğun kutsal mabedinde/İlahi Kent’indeyiz artık. Aksini düşünmek
dinozorluktur, taş devrinde kalmaktır vb.
Peki, gerçek
ne?
Emperyalist
dünya sistemini savunma, aklama pahasına ileri sürülen söz konusu tezler
demagojiktir, manipülatiftir.
21.
asırdayız. Geride 500 yıllık kapitalist bir tarihsel gelişme süreci yatıyor. Ne
kapitalizm kapitalizm ne de emperyalizm emperyalizm olmaktan çıkmıştır.
Merkezinde uluslararası tekellerin durduğu ve damgasını vurduğu ve proleter
devrimin nesnel koşullarının çok daha olgunlaştığı bir emperyalist dünya
gerçeğinde, bir proletarya devrimleri çağında yaşıyoruz. Bunları geçiyoruz.
Dünya
emperyalist sisteminin gerçeklerinden yola çıktığımızda, emeğin sermayeye
biçimsel bağımlılığının şu veya bu ölçüde en geri ülkelerde vb. kalıntılar
biçiminde varlığından bahsedilebilir. Ama çoktandır kapitalizm kendi teknolojik
temelini dünyaya dayatmış ve egemen kılmıştır. Ve bu süreç gelişmeye, daha
fazla gelişmeye devam etmektedir.
Küresel
çapta, biçimsel bağımlılığın yerini gerçek bağımlılığa bırakmış olması,
kapitalizmin ve proletaryanın sonunu değil, aksine, dünyamızın çok daha kapitalist,
çok daha proleter haline geldiğini; yerküremizin “küçülmüş” kapitalist bir
kente dönüştüğünü; üretimin toplumsal niteliği ile mülkiyetin özel kapitalist
biçimi arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın tarihte görülmemiş ölçekte
keskinleştiğini, proleter devrim yoluyla bu çelişkinin çözümünün çok daha
şiddetli bir tarihsel görev haline geldiğini göstermektedir. Ki, söz konusu
tarihsel devrimci görevi çözecek ne “halk”tır, ne “yoksullar”dır, ne
“çokluk”tur, ne “ezilenler”dir ne de aydınlardır. Çelişkinin çözümü yalnızca enternasyonal proletaryaya ait
bir tarihsel görevdir. Dünya proletaryası, dünya proleter sosyalist devrimin
biricik önderidir. Dünya devrimi, enternasyonal proletaryanın önderliğinde er
geç zafere erişecektir. Uluslararası sermayeyi, “küreselleşme”ci tasfiyecileri,
postMarksistleri vb. rahatsız eden, korkutan temel gerçek de budur. Söz konusu
teorilerin üretilip piyasaya sürülmesinin de ana nedeni budur. “Elveda
proletarya!” haykırışlarının nedeni budur.
Kapitalizmin
küreselleşerek tüm dünya pazarlarını içerdiği, prekapitalist üretim
biçimlerinin kapitalizm tarafından tasfiye edildiği salt kapitalist bir dünyada
(böylece artık bir “dışarısı”nın kalmadığı bir dünyada) Marx’ın Kapital’inin
II. Cildinde yer alan genişletilmiş yeniden üretim sürecinin geçersizleşerek
işlevsizleşeceği ve böylece kapitalizmin kendiliğinden çökeceği tezinin,
Rosa’nın bu tezinin, antiMarksist bir tez olduğu açıktır. Günümüz dünyasının
gerçekleri de bunu kanıtlıyor. Henüz yeryüzünden prekapitalist üretim
biçimlerinin tümüyle tasfiyesinden bahsedemezsek de günümüzün temel tarihsel
gerçekleri zaten söz konusu tezin anti-bilimsel karakterini göstermeye
haddinden fazla yeterlidir.
Marksizm-Leninizm’in
içeriğini boşaltarak ya da “Marxçılık” vb iddiasıyla ortaya çıkarak, Marx ve
Lenin’in kimi tezlerine karşı tavır almış komünist tarihsel kişiliklerin ardına
sığınarak Marx ve Lenin’i mahkûm ettirme operasyonu yürütenlerin “iyi niyetli”
olmadığına, “kötü niyetler”le davrandıklarına kuşku yok. Örneğin, “Genç Marx”ı,
“Olgun Marx”ın karşısına, Engels’i Marx’ın karşısına, Lenin’i Marx-Engels’in
karşısına, Stalin’i Lenin karşısına koyarak; keza, Bernstein’e, Kautsky’e,
Buharin’e ve Troçki’ye dayanarak Marx-Engels-Lenin-Stalin’e saldırmak
manipülasyon yapmak da, oportünizmin, revizyonizmin, reformizmin kullandığı bir
taktiktir. Son çeyrek asırda bu, vbg. yöntemler, sosyalizmin düşen prestijinin
ardından çok da revaçta olan saldırı biçimleri olmuştur. Kuşkusuz ki,
kapitalist emperyalizm bu saldırıyı çok bilinçli bir tarzda yönlendirmektedir.
Bir de bu saldırıya, yenik solcunun, yenik ilerici aydının, yenilgi ve
gericiliğin dizginsiz ideolojik, politik ve fiziki saldırısının ürünü olan
tasfiyeciliğin, burjuva karşı-devrimin saflarına geçerek nemalanan Negri türü
sayısız aydının gerçeklerini de eklemek gerekir.
DEVAM EDECEK