“POSTKAPİTALİZM”LE PROLETARYA BUHARLAŞTI
MI?
VI
“Postmodern
Çağ”da Artı-Değeri Teknoloji mi Üretiyor?
Çağımızın
karakterinin değiştiği ileri sürülüyor. Çağımızın sömürüden arınmış “teknoloji çağı”
olduğu iddia ediliyor. “Enformatik teknoçağ”la birlikte artık proletaryaya
gereksinim kalmadığı vurgulanıyor. Sözde bu “yeniçağ”la birlikte artı-değeri
yaratanın işçi sınıfı değil, teknoloji olduğu gürültülü bir şekilde ilan
ediliyor. Gerçekte bu propaganda burjuvazinin proletaryaya ve
Marksizm-Leninizm’e karşı ideolojik saldırısının bir biçimini oluşturmaktadır.
Bu vbg. tezlerin görünüşte sermayeden bağımsız, “sol”, “postmarksist” vb.
biçimlerde ortaya çıkan akımlar ve aydınlar tarafından ileri sürülmesi, söz
konusu teori ve tezlerin, propagandanın burjuva sınıf karakterini zerre kadar
değiştirmediğini özellikle vurgulamak gerekiyor. Aksine, “sol”cu kılıflar
içinde ortaya çıkan propaganda, söz konusu burjuva teori ve tezlerin,
burjuvazinin açık ideolojik saldırısının daha
geniş çaplı meşrulaşmasına, ideolojik etki alanını genişletmesine en elverişli olanağı
sunmaktadır…
Sorunu, hep
birlikte, değişik açılardan inceleyelim.
Kapitalist
üretim tarzı, teknik temeline sanayi
devrimi ile birlikte oturmuştur. Makine, sanayi devriminin çıkış noktası ve
temelidir. “Toplumda bilimsel birikimle, genel olarak üretici güç birikimiyle
orantılı olarak makineleşme geliştikçe, genel toplumsal emek, emek değil
sermaye biçiminde gözükmeye başlar.” (Marx, Grundrisse, s.641) Bilim ve
tekniğin sıçramalı gelişimiyle makineler, makine üreten makine sanayisine dek
gelişir. Makine, bilimin ürünüdür;
“bilimin nesnelleşmiş gücüdür.” Böylece “Eskiden canlı işçinin olan etkinlik,
makinenin etkinliği haline” gelir ve gelmiştir.
Kapitalizm
bilimi, kapitalist üretimin gereksinmeleri
temelinde, üretim süreçleriyle birleştirmiştir. Bilimi, emekten farklı üretken
bir güç haline getirerek sermayenin hizmetine veren, “modern sanayi” olmuştur.
Ya da bu süreç modern sanayi ile “tamamlanır”. Kapitalizm, sanayi kapitalizmi
ile birlikte “büyük fiziksel kuvvetle ve doğa bilimlerini üretim sürecine
katarak, emeğin üretkenliğini olağanüstü derecede” (Kapital, C.1, s.373)
yükseltir. “Makine biçimine gelen emek araçları, insan kuvveti yerine doğal
kuvvetlerin konulmasını, ve el alışkanlığı yerine, bilimin bilinçli
uygulanmasını gerektirir.” Ve bunu yaparken “Bilim genellikle kapitaliste
hiçbir şeye mal olmaz, ama bu durum onun bilimi sömürmesine gene de engel
değildir. Başkalarına ait bilimde tıpkı başkalarına ait emek gibi sermayeye katılır.”
(age, s.373)
Vurgulanmalıdır
ki, modern teknoloji bilimlerinin maddi
temelini sanayi kapitalizmi oluşturur. “Sermayenin canlı emeği kendine mal
edişi bu yönüyle de makinede elle tutulur bir gerçeklik kazanır: Eskiden işçi
tarafından yapılan aynı işi şimdi makinenin yapmasını mümkün kılan, bir
yönüyle, mekanik ve kimya yasalarının doğrudan doğruya bilimden kaynaklanan
analizi ve uygulamasıdır. Buna karşılık, mekanizasyonunun bu yoldan gelişmesi,
ancak büyük sanayi bir kez ileri bir düzeye ulaştıktan ve bütün bilim sermaye
tarafından esir alındıktan sonra, varolan makineler öbür tarafta zaten büyük
kaynaklar sağlıyorken sözkonusu olabilir. Bilimsel araştırma o zaman bir meslek
niteliğini kazanır ve bilimin doğrudan doğruya üretime uygulanması, araştırmayı
yönlendiren ve teşvik eden belirleyici perspektif haline gelir. Fakat
makineleşmenin büyük çapta ortaya çıktığı yol ve hele perakende ilerlemenin
yolu, bu değildir. Bunun yolu, … ayrıştırmak yoludur: işbölümü aracılığıyla,
işçinin işlevleri giderek o ölçüde mekanik hale getirilir ki, belli bir noktada
artık mekanizma onun yerine geçebilir… Burada belli bir emek çeşidinin işçiden
makine kılığındaki sermayeye aktarılması ve bu transfer nedeniyle işçinin emek
kapasitesinin değerini kaybetmesi, dolaysız olarak görülmektedir.” (Grundrısse,
s.650)
Emeğin
sermayeye biçimsel bağımlılığının gerçek bağımlılığa dönüşmesinin, göreli
artı-değerin, emek üretkenliğinin gelişip gerçekleşmesinin de temelinde bilim
ve teknikteki devrim ve gelişme yatar.
Üretim sürecini bilimin teknolojik
uygulamasına, iş yönetimini bilimsel yönetim tarzına dönüştüren kapitalizm
olmuştur. Sermaye öteden beri bilimi, bir yanda emek üretkenliğini
geliştirmenin, öte yandan emeğin sermayeye karşı direnişini kırmanın aracı
haline getirerek kullanmıştır, kullanmaya da devam etmektedir. Bilim,
teknoloji sınıf mücadelesinde sermayenin elinde daima güçlü bir saldırı silahı
olagelmiştir. “Küreselleşme” süreciyle bu, çok daha çarpıcı biçimler
kazanmıştır; mikroçip temelli esnek teknoloji, esnek üretim, taşeronlaşma vbg.
olgulardan bunu rahatlıkla görebilmekteyiz…
Bilimin
üretime uygulanması, üretimin makinesel teknik temelde yenilenmesi emek
üretkenliğini muazzam ölçüde arttırır. Üretimi yoğunlaştırır. Yeni teknik
buluşlar genelleşinceye dek yeni tekniği kullanan kapitaliste ekstra kar getirir. Kapitalizmin
gelişimini hızlandırır. İşgücünü ucuzlatır. Artı-emek zamanını ve emek
yoğunluğunu arttırır. Yedek işsizler ordusunu büyütür. Nitelikli emeği
niteliksizleştirir. Kadın ve çocuk emeğini geniş çaplı bir şekilde ucuz işgücü
kaynağı olarak üretim sürecine çeker… Böylece “makinede gerçekleşen bilim,
işçilere karşı sermaye olarak ortaya çıkar.” (Marx, Artı-Değer Teorileri, 1.
Kitap, s. 367) Ki, “Emeğin üretici gücünün artmasının ve zorunlu emeğin
minimuma indirilmesinin sermayenin zorunlu bir eğilimi’dir, “iş aracının
makineye dönüşmesi, bu eğilimin gerçekleşmesidir.” “Emek aracının gelişerek
makineye dönüşmesi sermaye için bir rastlantı değil, devraldığı geleneksel emek
araçlarını sermayeyle uyarlı biçime sokan tarihi biçimlendirme sürecidir.”
(Grundrısse, s.640)
Makine,
bilim, bilimsel teknoloji demektir ve “toplumsal gelişmenin genel ürünü olan bilimin dolaysız üretim sürecinde
kullanılması ile de birleşince, sermayenin
üretici gücü biçimine bürünür” (Marx, Kapital’e Ek: Dolaysız Üretim Sürecinin
Sonuçları, s.90, açM) ve proletaryanın karşısına sermayenin gücü olarak
dikilir. Teknik sıçrama ve iyileştirmeler üretim maliyetlerini düşürdüğü,
artı-değer gaspını büyüttüğü, kar oranlarını yükselttiği, rakip kapitaliste
karşı rekabet gücünü geliştirdiği, işçinin direnme gücünü kırdığı için
kapitalistler teknik yeniliklere, bu sınırlar çerçevesinde, ilgi duyarlar;
kapitalist sınıfın bilime ilgisi kapitalizmin amacı olan kar, en fazla kar
yasasıyla bağlıdır; ve onların bilimi teknolojye indirgeme ilgi ve yönelimi de
bu gerçekle bağlıdır.
Engels, Heinz
Starkenburg’a yazdığı mektupta, “Eğer, dediğiniz gibi, teknik büyük bölümüyle
bilimin durumuna bağlı ise de, bilim daha da çok, tekniğin durumuna ve
gereksinmelerine bağlıdır. Toplumun teknik gereksinmeleri olduğu zaman, bilimi,
on üniversitenin yapabileceğinden daha çok iter.” (Felsefe İncelemeleri, s.194)
der. Bu olguyu, antik çağda ve kapitalizmin tarihinde çok çarpıcı bir şekilde
görebilmekteyiz.
Evet,
kapitalizm bilimi ve teknolojiyi, örneğin 18. yy. ikinci yarısında, 19. yy.
ikinci yarısında, 20 asrın ikinci yarısında gördüğümüz gibi, sıçramalı bir
tarzda geliştirmiştir, ama nimetlerinin üstüne de kendisi yatmıştır. Kuşkusuz
artan oranda kendi yıkılışının maddi temelini daha fazla hazırlama, hızlandırma
ve artan oranda olgunlaştırma gerçeğiyle birlikte!
Marx ustanın
şu sözleri günümüz dünyasında da makineleşmenin tablosunu son derece derinlikli
bir şekilde anlamamıza yol göstermeye devam etmektedir.
“Makinenin
kapitalist kullanımından ayrılmaz çelişki ve uzlaşmaz karşıtlıklar, makineden
değil, ama aslında makinelerin kapitalist biçimde kullanımından doğduklarından
ötürü, mevcut değildir diyorlar! İşte bu yüzden, makine tek başına alındığında
çalışma saatlerini kısalttığı halde, sermayenin hizmetine girdiği zaman bunu
uzatmakta; ve kendi başına, çalışmayı hafiflettiği halde, sermaye tarafından
kullanıldığı zaman, işin yoğunluğunu arttırmaktadır, kendi başına o, insanın
doğa üzerindeki zaferi olduğu halde, sermayenin elinde, insanları bu
kuvvetlerin kölesi haline getirmektedir; kendi başına, üreticilerin servetini
arttırdığı halde, sermayenin elinde, bunları sefilleştirmektedir.” (Kapital,
C.I, s. 422)
“Neoliberaller”in,
postmodernistlerin, postMarksistlerin “Enformatik toplum”unun,
“postkapitalizm”inin, “teknotoplum”unun prototipi ABD’dedir; ya da söz konusu
yere-göğe sığdırılamayan “toplum”un en sistemli, en kompleks, en gelişkin
örneği ABD’dir. “Küreselleşme”yle, “enformatikleşme”yle; söz konusu süreçte,
emek ile sermaye arasındaki sınıfsal uçurum alabildiğine derinleşip
genişlemiştir. Proletarya hem mutlak hem de göreli olarak yoksullaşmıştır. Çok
ciddi ve artan bir işsizlik gelişmiştir. Yalnız “mavi yakalı” değil “beyaz
yakalı” işçilerin de iş ve yaşam koşulları, ücretleri gerilemiştir. Örneğin W.
Tabb, “Küresel ekonomiye uyum ABD’de yıllık çalışma saatlerinde dramatik bir
artışa yol açmıştır. Amerikalılar artık, Japonlar da dahil dünyadaki herkesten
uzun çalışmaktadır.” (Ahlaksız Fil, s.197, Epos Yayınları) saptamasını
yapmaktadır. Teknoloji sayesinde, işverenlerin artık işçileri 24 saat
çalıştırabildiğini ve çalıştırdığını da vurgulamaktadır. “İletişim devriminin
çalışma zamanının genişlemesine yol açtığına” dikkat çekmektedir.
Neresinden
ele alırsak alalım, Marx haklı ve haklı çıkmaya devam ediyor.
Bilim ve
teknikteki sıçramalar (mikroçip temelli teknoloji, nanoteknoloji, yeni maddeler
teknolojisi, biyoteknoloji, nükleer teknoloji, enformasyon ve iletişim
teknolojileri) devasa boyutlara ulaşmıştır ve kapitalist azami karın hizmetindedir. Bilgi ve teknoloji tekeli de ÇUŞ’ların
tekelindedir. Emperyalist küreselleşmenin her bir atağında bilgi, bilim, teknik
üzerindeki emperyalist kapitalizmin tekeli de güçlenmektedir. Diyelim ki 18.,
19., 20. yy. başlarında sermayeden göreli
olarak bağımsızlığını koruyabilen bilimsel üretimden şu veya bu biçimde
bahsedilebilirdi ama özellikle de ÇUŞ’ların damgasını bastığı bir dünyada artık
bunlar kural olarak nostaljik karakter taşımaktadır, diyebiliriz.
“Enformatikleşme” ile, “enformatik toplum” ile birlikte bilimin, yaratıcı
beyinsel emeğin tutsaklığı hem derinlemesine hem de genişlemesine küresel
ölçekte daha da perçinlenmiştir.
Çağımızda ve
günümüzde bilimin, bilim insanlarının, kafa emeğinin, bilginin sermayeden
bağımsızlaştığı, ağlar üzerinden özgürleşerek kolektif mülke dönüştüğü alçakça
bir yalandan ibarettir. “Ağlar”ın bu bakımdan ilerici insanlığa ve mücadeleci
kuvvetlere sunduğu ve sunacağı imkanlar bir şeydir, Irak’ta bir milyonu çocuk
olmak üzere üç milyon insanı katleden “enformatik toplum”u (ABD’yi) ve dünya
kapitalizmini manipülasyon ve demagojiyle hararetle savunmak farklı bir şeydir…
Makinenin,
teknolojinin kapitalistçe kullanımı uluslararası sermayenin elinde
enternasyonal proletaryanın direnişini kırmada daima etkili bir güç
olagelmiştir. Marx’ın dediği gibi, “Ama makine, işçinin karşısına daima onun
sırtını yere getiren ve devamlı olarak onu gereksiz kılan bir rakip gibi
çıkmakla kalmaz. Aynı zamanda, o, işçiye düşman bir güçtür ve o bunu, sermaye,
hem bütün gücüyle ilan eder, hem de yararlanır. O, grevleri, işçi sınıfının
sermayenin tahakkümüne karşı bu devresel başkaldırmaları ezmede en güçlü
silahtır… Salt işçi sınıfının ayaklanmalarına karşı sermayenin eline silah
vermek amacıyla 1830’dan beri yapılan icatların bir tarihini yazmak
olanaklıdır.” (Kapital, C.I, s. 417) Söz konusu tarihi yazma işini, 1830’dan bu
yana da (burjuvazinin arta gelen saldırganlığının rehberliğinde) getirebiliriz…
Örneğin, “Bir
dizi ciddi toplu sözleşme uyuşmazlığında, enformasyon alanındaki yenilikler
sermayenin eline kazandıracak kozu verdi: İtalyan otomobil işçileri üretimden gelen güçlerinin
Robogate ve Digitron’un tam otomasyon sistemleri tarafından imha edildiğine
tanık olurken, İngiliz madenciler Minos robot sondası tarafından alt
edilmiş, Londralı matbaa işçileri sendikaları bilgisayarlı dizgi ile zayıflamış
ve ABD sağlık sigortası sanayinde grev yapan büro işçileri telematik karşısında
geri çekilmiştir.” (N.D. Withefford, Siber Marx, s.119)
Üretimin ve
sermayenin daha ileri düzeyde yoğunlaşıp merkezileştiği, üretici güçlerin
küresel ölçekte daha yüksek bir gelişme aşamasına doğru geliştiği 20. yy.
ikinci yarısında bilim çok daha fazla makineleşmede, üretim teknolojisinde
cisimleşti. İşgücünün fiziksel ve zihinsel yetileri daha nitelikli ve kapsamlı
olarak ölü/donmuş emek olarak, üretim teknolojisinde somutlaştı. Böylece bilim,
“işçinin dışında ve ona yabancı bir şey olarak” daha çok belirmiş, “canlı emek,
ondan bağımsız olarak işleyen nesnelleşmiş emeğe” daha fazla “tabi
kılınmış”tır. Ve bugün, bilim-teknoloji-makine canlı emeği, emek-gücünü “Eylemi
sermayenin ihtiyacına uymadığı” için, çok daha fazla işçiyi “gereksiz bir
fazlalık” haline getirmiştir. (Grundrısse, s. 642) Emeğin sermayeye gerçek
bağımlılığı (gerek kafa gerekse de kol) sürecini küresel ölçekte, bağımlı
“çevre” de dahil, çok daha derin, kapsamlı, keskin küresel bir olguya
dönüştürerek, . “bütünsel üretim süreci(ni)de artık işçinin dolaysız hünerine
tabi olmaktan” çıkarmış; üretim süreci, “bilimin teknolojik uygulaması halini
almıştır. Sermayenin dinamiği üretime bilimsel bir nitelik kazandır”mış ve
“dolaysız emek bu süreçte salt bir öğe düzeyine indirilmiştir.”, “bilim de bu
üretici güçlere dahil” edilmiştir. (age, s.642)
Kapitalist
genişletilmiş yeniden üretim sürecinde sermayenin organik bileşiminin yükselmiş
olmasından, bilim ve tekniğin üretimde tuttuğu yerden hareketle artı-değerin
artık işçi sınıfı (“canlı emek”) tarafından değil, teknoloji, makine, sabit
sermaye tarafından üretildiği; böylece proletaryanın zaten önemsizleştiği,
artık canlı emeğin (ücretli emeğin) “postkapitalizm”le, “enformatik toplumla”
birlikte gereksizleşip aşıldığı; artık emeğin “hiç yerde”, “hiç yerötesi bir
yerde”, bir yerötesi “yok yerde” buharlaşıp gittiği ileri sürülmektedir.
Kuşkusuz ki
bu sözde teori ve tezler demagojiktir, emperyalist kapitalizmi aklama,
proletaryanın dikkatini saptırma, sermayenin daha çıplak, vahşi, saldırgan
kapitalist sömürüsünü gizleme amacını taşımaktadır.
Vurgulanması
gerekir ki, kapitalist üretim sürecinde artı-değeri
yaratan yalnızca canlı emektir. Sabit sermayenin yeteneğine dönüşen
teknoloji de kafa emeğinin, yüksek
kalifiye emeğin ürünüdür ve bu emeğin makinede
nesnelleşmesi, yabancı emeğe, sermayenin gücüne dönüşmesi demektir.
Sermayenin ücretli kölesi olan kalifiye emek, yüksek derecede beyinsel bilimsel
üretimle üretim teknolojisini “yaratırken”, bu etkinliği sürecinde tekeller
tarafından sömürülmekte; işgücünü sattığı kapitaliste, tekele artı-değer
üretmektedir. Demek ki bilimsel üretim, burada, canlı emeğin ürünüdür.
Makineye,
örneğin enformatik teknolojiye dönüşen söz konusu emek, burada daha baştan
kendine yabancılaşarak sermayenin gücü haline dönüşür. Demek ki üretim
teknolojisinde, sabit sermayede cisimleşen emek de, kapitalist canlı emek
sömürüsünün sonucudur. Canlı emek, “şimdiki” emektir, ölü emek (sabit sermaye
ise) “geçmiş”, gaspedilerek donmuş emeğe dönüşmüş emektir. Yani, varsayalım ki
makineler artı-değer üretiyorsa (ki bu olanaklı değildir) bu durumda da artı
değerin kaynağı yine emek, gaspedilmiş artı emekten başka bir şey olmayan
donmuş emek olmaktadır; yani, “sermaye zaten emeğin bir ürünü, sermayenin
sadece kendisine malettiği yabancı
emektir.” (Grundrısse, s.646 açM.)
Üretim
teknolojisi, makine, otomasyon kendi başına artı değer üretmez, üretemez de. Sabit sermaye, makineler, üretim sürecinde
kendi değerini parça parça ürüne (metaya) aktarır ve bir de “emeğin üretici gücünü arttırarak, artık emeğin
zorunlu emeğe oranını” arttırır; “yani canlı emek kapasitesini geçindirmek
için gereken ürünlerin daha kısa sürede ve daha büyük miktarda üretilmesini”
(Grundrısse, 646) sağlar. Makine, artı-değer üretmez. Zaten makine nesnelleşmiş
emektir, canlı emeğin ölü, donmuş emeğe, emek aracına dönüşmüş biçimidir. Yani
sermayenin canlı emeğe, emek aracına dönüşmüş biçimidir. Yani sermayenin, canlı
emeğin ürettiği artı-değeri kendisine mal ettiği “yabancı emek”tir.
“Sermaye
makineyi ancak ve ancak işçinin zamanının daha büyük bir kısmında sırf sermaye
hesabına çalışabilmesini mümkün kıldığı, zamanının daha büyük bir kısmını
kendisine ait olmaktan çıkarıp bir başkası uğruna çalışma süresi haline
getirdiği için kullanır.”(age., aynı yerde)
“Sabit sermaye, ancak kendisini nesnelleşmiş
emek süreci olduğu ve ancak artı-emek süresi ürettiği ölçüde bir değer kaynağı
olabilir.” (age., s.647, abç.), ama artı-değer yaratmaz/üretmez. Bu sürece
aracılık yapar. “Sermayenin emekten bağımsız olarak kendi başına değer ve dolayısıyla artı-değer (ya da
kar) yarattığını ileri süren görüş” eski ve çöpe atılmış bir görüştür (aynı
sayfada). “Sabit sermayenin değeri, ancak üretim sürecinde kullanılıp
tüketilmekle yeniden üretilir. Kendisinden yararlanılmadığı taktirde, değeri
ürüne aktarılmaksızın kullanım değeri kaybolur.” (age., s. 649) Dolayısıyla,
canlı emek olmaksızın o sermaye değeri bile taşımayan, kullanım değeri de
kaybolan bir şeydir. Ölü emeğin kendi değerini kerte kerte üretilen ürüne
aktararak değerini üretebilmesi de canlı
emeğe bağlıdır. “Sermayenin emek sürecinde kendisini ortaya koyduğu maddi
biçimler, üretim araçları (bir kez daha cisimleşmiş emek), canlı emeğin
yutulmasının ve gaspedilmesinin araçlarıdır. Dolayısıyla bütün süreç,
cisimleşmiş emekle canlı emek arasındaki bir trafiktir; bu trafikte canlı emek
cisimleşmiş emeğe dönüşür ve cisimleşmiş emek de sermayeye dönüşür. Böylece
sonuçta canlı emek sermayeye dönüştürülmüş olur. Dolayısıyla bu süreç, gerçek
ürünün yanı sıra, artı-değer ve dolayısıyla sermaye üreten bir süreçtir.” (Kapitale Ek… s. 83-84, açM.)
Üretim
sürecinde ölü emek canlı emeği bir
vampir gibi emerek semirir. Üretim sürecinde “Eski değeri koruyan, yeni değer
yaratan” yalnızca canlı emektir (değişen sermayedir). Ve burada, “çok açık ki,
değer yaratıcısı olarak canlı emek, cisimleşmiş emeğin değerlenme sürecinde
sürekli emilmektedir.” (age., s. 56) Böylece ölü emeğin canlı emek üzerindeki
egemenliği sermayenin işçi sınıfı üzerindeki egemenlidir.
Makine,
sermayedir. Makine, gaspedilerek nesnelleşmiş emektir. Makine, üretim aracıdır.
Makine, zorunlu emek sürecini kısalttığı
ve artı-emek zamanını uzattığı için ve uzattığı ölçüde “bir değer kaynağı
olabilir”, ama doğrudan artı değer üretmez.
“Makine de,
değişmeyen sermayenin bütün diğer öğeleri gibi yeni bir değer yaratmaz,
yalnızca oluşmasına hizmet ettiği ürüne değerini katar. Makine, bir değere
sahip olduğu ve dolayısıyla ürüne değer kattığı sürece, bu ürünün değerinde bir
öğe oluşturur”, makine, “değer yaratma sürecine ancak parça parça katılır.
Ürüne, ortalama olarak aşınma ve yıpranma ile yitirdiğinde fazla değer katmaz.”
(Kapital, C.I, s. 373)
Makinenin
artı-değer ürettiği, canlı emek gücünün artık artı-değer kaynağı olmaktan
çıktığı ve bu sürecin enformatikleşmeye dayanan otomasyon ve teknolojik toplumla
birlikte yok olduğuna, Marx’ın çarpıcı ve derin sözleriyle yanıt veriyoruz:
“Kolaylıkla
düşülecek bir hata, emeğin üretici gücü işlevini kazanan makinenin başlı başına
değer ürettiğini düşünmektedir. Oysa hiç emeğe ihtiyacı olmayan bir makine,
kullanım değerini arttırabilir ama yarattığı mübadele değeri kendi üretim
maliyetinden, kendi değerinden, içinde nesnelleşmiş olan emekten daha büyük
olamaz. Makinenin değer yaratması, emeğin yerine geçtiği için değil, sadece
artı-emeği arttırmaya yarayan bir araç olması bakımındandır; ve makinenin
yardımıyla üretilen artı-değerin ölçüsü ve içeriği de, sadece bu artı-emektir,
dolayısıyla, genelde, emektir.” (Grundrısse, s.701)
Yukarıda,
kapitalizmin gelişimi sürecinde bilimin, tekniğin, makinenin gelişimi ile değişen
sermayenin, canlı emeğin, işgücünün ilişkilerini inceleyerek, artı-değeri ve
karı yaratının makine/teknoloji olmadığını ortaya koyduk.
Ancak bu konu
üzerinde durmaya, değişen ve değişmeyen sermaye ile kapitalizmin gelişimi
bağıntısını bazı bakımlardan işlemeye devam etmek istiyoruz.
DEVAM EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder