Translate

6 Nisan 2014 Pazar

“POSTKAPİTALİZM”LE PROLETARYA BUHARLAŞTI MI? V



“POSTKAPİTALİZM”LE PROLETARYA BUHARLAŞTI MI?
                                 V
Kapitalist üretim Tarzı “Tam Otomasyona” Ulaşabilir mi?
Kapitalizmin tam otomasyona gittiği ya da tam otomasyonun eşiğine gelindiği, “Silikon Vadisi” teknolojilerinin, otomasyonun kapitalizme son verdiği propagandası değişik biçimlerde yapılmaktadır. “Küreselleşme” bir de bu açıdan kutsanmaktadır. Peki, kapitalizm tam otomasyonla bağdaşabilir mi? “Silikon vadisi” teknolojisi ile proletarya ortadan kalktı mı? Yeni tip burjuva liberal propagandanın ileri sürdüğü gibi teknoloji sınıfsızlaşarak tüm toplumun ortak mülkü haline geldi mi?
Daha baştan vurgulanmalıdır: Teknolojist yaklaşım sayısız biçimler alarak ortaya çıkabilir. Ama her durumda da proletarya ve halkların ideolojik bakımdan silahsızlandırılmasına hizmet eder, etmiştir ve etmektedir.
Kapitalizmin uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarıyla, çelişkili eğilimlerle parçalanmış nesnel doğasını, nesnel eğilimlerini bir kalem darbesiyle silme/örtme operasyonu kapitalizm ve postkapitalizm tartışmalarında çok çarpıcı biçimler alarak ortaya çıkmaktadır. Proletaryasız kapitalizm, burjuvazisiz kapitalizm vbg. teori ve tezlerin propagandasında bilimsel ve teknolojik sıçramaların, otomasyonun gelişmesinin özel bir rolü olduğu ya da bu olgunun kullanıldığı açıkça görülmektedir.
Teknolojinin sınıflar üstü olduğu, bütün sınıflar karşısında eşit mesafede durduğu, tüm sınıflara eşit derecede hizmet ettiği, teknoloji sayesinde “azgelişmiş” ve “gelişmekte olan ülkeler”in “sanayi toplumları” ya da “sanayi sonrası toplumlar” seviyesine ulaşmakta olduğu tezlerini geçiyoruz. Fakat kapitalizmin tam otomasyona ulaşarak kendisini aştığı tezi üzerinde biraz durmakta yarar vardır.
Kapitalizm tam otomasyona ulaşamaz. Neden mi? Çünkü kapitalizm canlı-emek sömürüsüne, ücretli emek sömürüsüne dayanır. Bu, onun nesnel doğasıdır. Evet, kapitalizm geliştikçe teknolojik temeli de gelişir. Sermayenin organik bileşimi de yükselir (değişmeyen sermaye içinde sabit sermaye kısmı daha ağırlıklı bir yer tutar. Sabit sermaye teknolojidir, tekniktir, makinedir vb.). Böylece işgücü gereksinimi göreli olarak azalır, vs. ama her durumda sermaye, ücretli emek sömürüsüne dayanır. Artı-değer sömürüsü kapitalist sömürünün temelidir. Artı-değer ise otomasyon, sabit sermaye, değişmeyen sermaye tarafından değil, canlı-emek (işçi, işgücü) tarafından yaratılır. Canlı-emek sömürüsüne son veren bir kapitalizm, kapitalizm değildir. Kapitalizmin nesnel doğası, hareket yasaları buna da izin vermez.
Marx’ın dediği gibi, kapitalizm artı-değer üretimidir. Yalnız artı-değer üretimi değil, sermaye üretimidir. Artı-değerin azami gaspı kapitalizmin doğal karakteri ve yönelimidir. Artı-değerin kaynağı ücretli emek sömürüsüdür. Ve “ücretli emek bir metadır. Hatta ürünlerin metalar olarak üretiminin, üstünde gerçekleştiği temeldir” (Artı-Değer Teorileri, İkinci Kitap, s.380, açM.)
Gerekli emek ile artı-emeğin toplamı işgününü oluşturur. Artı-ürünün, artı-değerin kaynağı artı emektir. Artı-emek kapitalist için bedava emektir. Gerekli emek zamanın kısaltılması, artı-emek zamanının uzatılması, böylece artı-emeğin azami gaspı kapitalizmin eğilimidir. Sermaye, bir yandan işgününü azami sınırlarına kadar uzatarak veya olanaklı olduğu ölçüde uzatarak mutlak artı-değer gaspını dayatır. Öte yandan emeğin sermayeye karşı mücadelesinin sonucu, işgünün kısaltılması kaçınılmaz hale gelir. Bu durumda sermaye, emek üretkenliğini yükselterek görece artı-değer gaspına yönelir. Mutlak artı değer ve görece artı-değer gaspı, artı değer gaspının iki biçimidir. Kapitalizm her iki biçimi olanaklı olduğu ölçüde birleştirme eğilimindedir.
 Marx’ın dediği gibi, “günün 24 saati boyunca emeğe elkoyulması, kapitalist üretimin kaçınılmaz eğilimidir.” İşgününü azami derecede uzatarak, işgünü içinde zorunlu emek zamanını azaltırken artı-emek zamanını uzatarak, emeğin yoğunluğunu arttırarak artı-değer sömürüsünü son sınırına/sınırlarına dek geliştirme kapitalizmin eğilimidir. “Kapitalist üretimin hedefi, belli bir miktardaki zenginlikle, olabilen en geniş ölçüde artı-ürün ya da artı-değer elde etmektir. Bu amaca değişmeyen sermayenin değişen sermayeye göre daha hızlı oranda büyümesiyle ya da olabilen en büyük miktardaki değişmeyen sermayeyi olabilecek en küçük değişen sermayeyle harekete geçirmek suretiyle ulaşılır.” (age, s.542, açM) Kapitalizm geliştiği oranda proletaryayı mutlak olarak büyütür. Ama öte yandan da sermayenin organik bileşiminin yükselmesi ve büyümesiyle görece olarak işgücüne olan talebi azaltır. Mutlak olarak büyüyen, göreli olarak (oransal olarak) küçülen bir proletarya, ama her durumda artı-değerin kaynağı olan proletarya! İşte kapitalizmin çelişkili gerçeğinin, zıt eğilimlerinin çatışmasının, karşıtların birliği yasasının görünümlerinden birisidir bu. Sermaye birikiminin artışıyla ücretli emeğe olan talebin büyümesi; ama sermayenin artış oranına kıyasla (emek üretkenliğindeki artışın sonucu) azalan oranda gelişen bir proletarya. Bu sermaye birikiminin “doğru yasasıdır.” Ücretli emek, “onu istihdam eden toplam sermayenin büyümesine göre azalan oranda olsa bile, mutlak olarak büyüyen giderek artan ölçekte yeniden üretilecek” ve üretilen bir proletarya. (age, s.547)
Sermaye maddi-toplumsal varlığı bakımından emek malzemesi, emek aracı ve canlı emek olarak “ üç öğeye bölünür”, ilk iki biçim değişmeyen, son biçim ise değişen sermayeyi temsil eder. Salt ya da tümden otomasyona dayanan kapitalizm ya da salt emek malzemesinden ve emek aracından oluşan, canlı-emekten yoksun bir kapitalizm onun maddi-toplumsal varlığıyla bağdaşmaz. Sermayenin maddi varlığını ifade eden üç öğe kapitalist üretim tarzının, sermaye birikiminin büyümesinin organik birliğini ifade eder.
Kapitalizm bir yandan üretim teknolojisini, makineyi, otomasyonu geliştirir, yetkinleştirir. Böylece nesnelleşmiş emek, otomasyon kılığında, sermayenin gücü olarak canlı-emeğin, işçinin karşısına dikilir; “bu otomat sayısız mekanik ve zihinsel organdan oluşur ve işçilerin işlevi salt bunun bilinç sahibi eklemleri” (Grundrisse, s. 638), uzantısı olur. Otomasyonu kullanan işçi değildir, işçiyi kullanan otomasyondur, “otomatik bir mekanizasyon sistemidir.” Burada “işçinin etkinliği salt makinenin emeğini, makinenin eylemini hammaddeye iletmekte aracı olmak -nezaret etmek, aksamalara engel olmak- haline gelmiştir… İşçinin salt bir soyutlamaya indirgenen etkinliği, her yönüyle makinenin devinimi tarafından belirlenir ve düzenlenir olmuştur; makineninki işçi tarafından değil.” (age, s.639) “Emeğin üretici gücünün artmasının ve zorunlu emeğin minimuma indirilmesinin, sermayenin zorunlu bir eğilim olduğunu görmüştük.” Makine, makineleşmenin en yetkin biçimlerine bürünmüş en gelişkin otomasyon söz konusu eğilimin çarpıcı ifadesidir. “Toplumun beynindeki bilgi ve yetenek birikimi, genel üretici güçler birikimi” en ileri formunda otomasyonda somutlaşsa bile, kapitalist üretim tarzı yine de canlı-emek sömürüsüne dayanır. Kapitalizm artı-değer, kar, azami kar için üretim düzenidir. Tam otomasyon canlı emeği gereksiz hale getirerek artı-değeri ve karı olanaksız kılar. Oysa kar için üretim düzeni olan kapitalizm otomasyonu da ancak kar ürettiği, karlı olduğu ölçüde geliştirecektir, daha fazlasını değil! Bu, kapitalizmin tarihsel sınırlarını da gösteren çarpıcı olgulardan birisidir… “Bu apaçık çelişki neyle açıklanabilir? Yalnızca modern kapitalizmin ekonomik temel yasasıyla, yani azami kar sağlama zorunluluğuyla açıklanabilir. Kapitalizm, eğer kendisine en yüksek karı vaat ediyorsa yeni teknikten yanadır. Kapitalizm, eğer yeni teknik ona artık en yüksek karı vaat etmiyorsa yeni tekniğe karşıdır ve el emeğine geçilmesinden yanadır.” (J.V. Stalin, Eserler c.16, s.314, İnter Yayınları) Günümüzün tüm gerçekleri de Stalin’in bu değerlendirmesini tümüyle, evet, açık ve çarpıcı bir tarzda, tümüyle doğrulamaktadır.
Otomasyonla canlı emek “üretim sürecinin içsel bir öğesinden çok, üretim sürecinin denetçisi ve düzenleyicisi konumunu almaya başlar” ve başlamıştır. “İşçinin işi artık işlenip değiştirilmiş bir doğa nesnesini aracı bir uzuv gibi kendisi ile nesne arasına sokmak değildir; sınai bir süreç haline getirilmiş olan doğal sürecin bizzat kendisi, işçi ile- böylece egemenliği altına aldığı- inorganik doğa arasına sokulur. İşçi üretim sürecinin başlıca faktörü olacak yerde, sürecin kenarında duran bir bakıcı haline gelir. Bu dönüştürme sürecinin üretimin ve zenginliğin büyük temel taşı, ne işçinin harcadığı direkt insan emeğidir, ne de emeğin süresi; temel, insanın toplumsal bir varlık olarak kendi genel üretici gücünü, doğa bilgisini ve doğa üzerindeki egemenliğini kendi malı haline getirmesidir-tek kelimeyle, toplumsal bireyin gelişmesi. Günümüzde zenginliğin temelinde yatan yabancı emek süresi hırsızlığı, bizzat büyük sanayi tarafından yaratılan bu yeni temel karşısında pek zavallı bir dayanak görünümündedir. Dolaysız emek biçimiyle emek zenginliğin ana kaynağı olmaktan çıkınca, emek süresi zenginliğin ve dolayısıyla mübadele değeri kullanım değerinin ölçüsü olmaktan çıkar ve çıkmak zorundadır. Yığınların artık-emeği genel zenginliğin gelişiminin önkoşulu olmaktan, onunla birlikte azınlığın emeksizliği insan kafasının evrensel güçlerinin gelişmesinin koşulu olmaktan çıkar. Bununla, mübadele değerine dayalı olan üretim çöker ve dolaysız maddi üretim süreci sefalet ve antitez biçimlerinden kendini kurtarır. Bireysellik özgürce gelişir. Zorunlu emek süresinin artık-emek yaratmak için azaltılması yerine, genelde toplumun zorunlu emeğinin minimuma indirgenerek, herkes için serbest bırakılmış olan zamanın ve yaratılmış olan araçların, bireylerin sanatsal, bilimsel vb. eğitim ve gelişimine tekabül etmesi. Bir yandan emek süresini zenginliğin tek ölçüsü ve kaynağı olarak vazeden sermaye, süre giden çelişkinin ta kendisidir… Üretici güçler ve toplumsal ilişkiler-toplumsal bireyin gelişiminin bu iki ayrı cephesi- sermayenin gözünde sadece birer araçtır ve sermayenin sınırlı temeli üzerinde yapılan bir üretimde, araçtan başka şey olamazlar. Oysa bunlar, gerçekte bu temeli paramparça edecek olan patlamanın maddi koşullarıdır.” (Marx, Grundrısse, s.650-651, açM)
İşte söz konusu bu “patlamanın” maddi koşulları olabildiğine olgunlaşmış bulunuyor. Küresel çapta üretici güçlerin gelişme düzeyi,  bilim ve teknikteki sıçramalar, “üretilmiş üretici güç anlamında sabit sermaye”nin üretim sürecinde tuttuğu yer ve gelişme yönü, “büyük sanayinin üretim sürecinde, bir yandan otomatik bir süreç haline gelen emek aracının üretkenliğinin önvarsayımı doğa güçlerini kendisine bağlayan toplumsal akıl”ın geldiği/ulaştığı düzey ve “emeğin dolaysız varlığının bireyselliği de” aşmış “toplumsal emeğe çevrilmiş” olmasıyla kapitalist üretim tarzının “öteki temel taşının da kayıp gittiğini görüyoruz.” (age, s.659)
Üretim toplumsal karakterde. Emek toplumsallaşmış. Ama mülkiyet, özel kapitalist ellerde. Burjuvazi üretim dışında asalak bir sınıf, üreten kolektif işçi, kolektif işçinin ürettiğine el koyan bireysel kapitalist; üretim toplumsal karakterde, ama mülkiyet özel ellerde. Toplumsal üretimin meyvelerine el koyan sınıf, üretimin gelişiminde devrimci rolünü çoktan kaybederek üretimin özgürce gelişiminin önünde tümüyle asalaklaşmış bir engele dönüşmüş olan burjuvazi. Tablo bu.
Otomasyonun küresel ölçekte geldiği yer kapitalizmi, burjuvaziyi daha fazla gereksiz ve bir an önce tasfiye edilmesi gereken bir sistem ve sınıf durumuna getirmiştir. Otomasyon işçiyi, işçi sınıfını değil burjuvaziyi gereksiz bir sınıf haline getirmiştir. Burjuvazisiz üretim tümüyle olanaklıdır ama proletaryasız asla. İlan edilmesi gereken şey “Elveda proletarya” değil, “Elveda burjuvazi!”dir. Doğayı ve insanı bireysel kapitalist kar amacıyla yok oluşun eşiğine getiren, 1 milyar işsizi yaratan kapitalizm ve burjuvazidir. Üretim küresel ölçekte toplumsallaşmıştır. Veya kapitalist tarihin en ileri gelişme düzeyine ulaşmıştır. Yapılacak tek şey, mülkiyeti de toplumsallaştırmak, böylece, yani uluslararası proleter devrim kılıcıyla, üretimin toplumsal karakteri ile mülk edinmenin özel kapitalist biçimi arasındaki çelişkiye (uzlaşmaz karşıtlığa) son vermektir. Tarihin çağrısı da budur. Tarihin güncel çağrısı “elveda burjuvazi”dir. Tarih, proletaryayı bu amaçla ivedilikle görev başına çağırıyor. Zaten söz konusu bu tarihsel ve güncel gerçekten dolayıdır ki kapitalizmin ve sermayenin açık ve gizli temsilcileri, nesnel tarihsel ve güncel gerçeği tersyüz ederek, “Elveda proletarya!” diye yırtınmaktadırlar.
Üretici güçlerin küresel ölçekte gelişme düzeyi ile, üretimin sınırsız gelişme eğilimi ile kapitalizmin ve burjuvazinin sınırlı amacı arasındaki çelişki ve çatışma (“küreselleşme”ye, ÇUŞ’lara sınırsız övgüler dizildiği bir tarih kesitine tekabül eden süreçte) 1990-94, 2000-2004 ve 2008’de patlak veren kapitalizmin genel ekonomik krizlerinden de görülebileceği gibi, en keskin düzeylerine ulaşmış bulunuyor.
Ekonomik kriz(ler) olgusu üretici güçlerin zorla tahribini, burjuvazinin üretici güçleri yönetemediğini; kapitalist üretim ilişkilerinin üretici güçlerin özgürce gelişimini zorla önlediğini açıkça gösteriyor. Otomasyonun kapitalizmin onulmaz yaralarına çare olmak bir yana, bu yaraları daha ölümcül hale getirdiğini de kanıtlıyor.
Ekonomik ve toplumsal gelişme düzeyi (ki bilakis kapitalizmin gelişimi bu maddi-toplumsal temeli geliştirerek olgunlaştırmıştır), bugün çok daha keskin, derin ve kapsamlı bir temelde, “yığınların artık-emeği”ni “genel toplumsal zenginliğin gelişiminin önkoşulu olmaktan, onunla birlikte “azınlığın emeksizliği” insan kafasının evrensel güçlerinin gelişmesinin koşulu olmaktan” çıkaracak nesnel olgunlaşma düzeyine ulaşmıştır.
Marx’ın dediği gibi, kapitalizmi, kapitalisti harekete geçiren şey, “değişim değerini üretmek ve bunu çoğaltmaktır. Bizzat değeri genişletme işine kendisini büyük bir tutkuyla kaptıran kapitalist, insanoğlunu üretim için üretmeye zorlar; böylece o, toplumdaki üretici güçlerin gelişmesini zorlar, daha yüksek bir toplum şeklinin gerçek temelini atabilecek maddi koşulları yaratır; ve bu toplumda, her bir bireyin kişiliğini tam ve özgürce geliştirmesi artık temel ve yön verici ilke olur.” (Kapital, C. I, s. 565)
Kapitalizm artı-değer sömürüsünü yoğunlaştırmak, kar oranlarını yükseltmek için zorunlu emek süresini kısaltır, böylece artı-emek zamanını uzatır. Bireyin ve toplumun “serbest zamanı” sermayeyi ilgilendirmez; sermayeyi ilgilendiren bu “serbest zaman”ının azami derecede artı-değer gaspı ve kar oranlarının yükseltilmesinin aracı haline getirilmesidir. “Zorunlu emek süresinin artı-emek yaratmak yerine, genelde toplumun zorunlu emeğinin minimuma indirgenerek, herkes için serbest bırakılmış olan zamanın ve yaratılmış olan araçların, bireylerin sanatsal, bilimsel vb. eğitim ve gelişimine tekabül etmesi” için, kapitalist topluma, burjuvazinin egemenlik ilişkilerine son verilmesi gerekmektedir. Tekrar vurgulamak gerekir, “kapitalist üretimin sınırı, işçilerin fazla zamanıdır. Toplumun kazandığı mutlak fazla zaman onu ilgilendirmez. Üretkenlikteki gelişme, onu, sadece işçi sınıfının artı emek zamanını arttırdığı ölçüde ilgilendirir, yoksa, genellikle maddi üretim için gerekli emek zamanını azalttığı için değil. Böylece bir çelişki içinde hareket eder.” (Marx, Kapital, C. III, s. 233)
Kapitalizmde üretim kar içindir. Otomasyonun gelişmesinin sınırını da bu olgu belirler. Bundan dolayı kapitalizmin tam otomasyona varması, böylece canlı-emek sömürüsüne son vermesi olanaklı değildir.
Kapitalizmde üretim teknolojisi ne kadar çok gelişir ve otomasyon sistemi ne kadar ileri biçimlere varırsa, bu kapitalizmin genel olarak çelişkilerini, özelde de tüm kapitalist çelişkilerin temelini oluşturan temel çelişki olan emek sermaye çelişkisini o denli keskinleştirir. Ve çelişkinin çözümü kendini o denli dayatır.
Kapitalizm ne denli çok gelişirse toplumun “boş zamanı”, “serbest zamanı” o denli artar; “Ama sermayenin dinamiği, her zaman için, bir yandan disposable time (‘serbest zaman, istendiği gibi harcanabilecek süre’) yaratırken, bir yandan da bunu artık-emeğe dönüştürmektir. Eğer birincisinde çok başarılı olursa aşırı üretime katlanmak ve sermayenin artık-emeği değerlendirmekten aciz kalması yüzünden, zorunlu emek kesintiye uğramak zorundadır. Bu çelişki ne kadar çok gelişirse, üretici güçlerin büyümesini yabancı emeğin temellüküyle kısıtlamanın artık imkânsız olduğu ve işçi kitlesinin kendi artık-emeğini kendine mal etmesi gerektiği de o ölçüde gün ışığına çıkar. Bu bir kez başarılınca-ve diasposable time antitetik (“Antitetik biçim: Yani bir yanda serbest zamanın yaratılmasının, öbür yanda işçi sınıfının artık-emeğine bağlı olması”) biçiminden kurtulunca- bir yandan zorunlu emek süresinin tek sınırı toplumsal bireyin ihtiyaçları olacak, bir yandan da toplumsal üretici güçler o derece hızlı gelişecektir ki, üretim artık toplumun tümünün zenginliğine yönelik olarak hesaplansa dahi, herkesin disposable time’ı artacaktır. Çünkü gerçek zenginlik, tüm bireylerin gelişmiş üretici güçleridir. Bu noktada artık zenginliğin ölçüsü emek süresi değil, disposable time’dir.” (Grundısse, s.657, açM.)
“Serbest zaman” söz konusu olunca, prekapitalist üretim tarzlarından farklı olarak “sermayenin ayırıcı yanı, buna sanatın ve bilimin tüm imkânlarını kullanarak yığınların artık-emek süresini arttırma çabasını eklemesidir, çünkü sermayenin zenginliği doğrudan doğruya artık-emek süresinin elde edilmesinden ibarettir; çünkü hedefi doğrudan doğruya değerdir, kullanım değeri değil. Dolayısıyla sermaye, bilmeden ve istemeden, toplumsal disposable time’in koşullarının yaratılmasına, emek süresinin toplumun tümü için giderek azalan bir minimuma indirgenmesine ve böylece herkesin zamanının kendi kişisel gelişimi için serbest bırakılmasına hizmet etmek durumundadır.” (s.  656)
Toplumsal-maddi önkoşulları kapitalizm tarafından yaratılan ve olgunlaştırılan birey ve toplum için “serbest zaman” (“Toplumun bütünü ve her bir üyesi için, zorunlu emek süresini ötesinde bol disposable time’ın yaratılması”), örneğin “3. Bilimsel-Teknolojik Devrim” ile, bu teknolojik temele dayanan gelişkin otomasyonla, en ileri düzeyine varmıştır denebilir. Kuşkusuz ki bu henüz sosyalizm ya da kapitalizmin kendiliğinden kendini yadsıması yoluyla sosyalizme geçiş de değildir ve olamaz da. Bu düzey, sosyalizm ve komünizm için maddi-teknik temelin (kapitalist üretim ilişkileriyle keskin bir çatışma içerisinde) daha fazla hazır hale gelmesi, olgunlaşması demektir. Böylece proleter devrim yoluyla kar için üretim düzeninin tasfiyesiyle, bir yandan kapitalizmin hazırladığı teknik temelin birey ve topluma sunduğu serbest zamanın sosyalist planlı ekonominin gerekleri ve gereksinimleri ekseninde hemen ve doğrudan kullanılması olanaklı hale gelecek; öte yandan da üretici güçlerin, bilim ve tekniğin özgürce, sınırsız gelişiminin önü açıldığı için, birey ve toplumun serbest zamanı hızla genişleyecek ve bu “serbest zaman”ın bilinçli kullanımıyla insanlığın bireysel ve toplumsal atılımı için önüne, hayal dahi edilemeyecek denli sınırsız ve çok yönlü bir gelişme süreci başlayacaktır.
Kar için değil toplumun sürekli artan maddi ve entelektüel, kültürel gereksinmelerinin (kesintisiz geliştirilecek en ileri teknolojik temelde) azami tatmini için üretimin yapıldığı sosyalist toplumda, bu geçiş toplumunda, serbest zamanın harikalar yaratmak için kullanılacağından kuşku duyulamaz. Ve burada, sosyalizmden komünizme geçiş sürecinde zenginliğin ölçütü, “gerçek zenginlik, tüm bireylerin gelişmiş üretici güçleri” olacaktır; ölçüt “emek süresi değil, disposable time” olacaktır. Komünizmin alt evresinden üst evresine doğru gidildikçe, “herkesten emeğine ilkesi”nden “herkese ihtiyacına göre ilkesi”ne doğru yükseldikçe, “serbest zaman” gerçek zenginliğin ölçütü olarak tam anlamıyla serpilip olgunlaşacaktır; tarihsel bakımdan kendi en gelişkin maddi-teknik temeline de oturmuş olacaktır ya da söz konusu maddi-teknik temel en yetkin biçimde ortaya çıkmış/olgunlaşmış olacaktır. Ve o koşullarda çalışma, sömürücü toplumlarda kölece bir zorunluluğun ürünü, isteksizce yapılan bir etkinlik olan çalışmanın aksine, yaşamın başta gelen zevkli uğraşısı olacaktır.
Tam otomasyon kapitalizmde olanaklı değildir, ama sosyalizm ve komünizmde bu, tümüyle olanaklıdır. Tartıştığımız, incelediğimiz konu bağlamında, özgürlük ve zorunluluk bağıntısında Marx, şöyle der:
“Gerçekte özgürlük âlemi ancak, emeğin zorunluluk ve günlük kaygılarla belirlendiği alanın bittiği yerde fiilen başlamış olur; demek ki bu âlem, eşyanın doğası gereği, fiili maddi üretim alanının ötesinde bulunur. Tıpkı vahşi insanın, gereksinmelerini karşılamak, yaşamını sürdürmek ve yeniden-üretmek için doğayla boğuşmak zorunda olması gibi, uygar insan da aynı zorunluluk içerisindedir ve bunu da bütün toplumsal biçimlenişler içerisinde, akla gelen her türden üretim tarzları altında yapmak durumundadır. İnsanın gelişmesiyle birlikte, duyduğu gereksinmeler artacağı için bu fiziksel gereksinmeler alanı da genişler, ama aynı zamanda da, bu gereksinmeleri karşılayan üretici güçler de artar. Bu alanda özgürlük ancak doğanın kör güçlerinin önüne katılmak yerine, doğayla olan karşılıklı ilişkilerini rasyonel bir biçimde düzenleyen ve doğayı ortak bir denetim altına sokan toplumsal insan, ortaklaşa üreticiler tarafından gerçekleştirilebilir ve bu, en az enerji harcamasıyla ve insan doğasına en uygun ve en layık koşullar altında başarılır. Ama gene de bu, bir zorunluluk âlemi olmakta devam eder. Gerçek özgürlük âlemi, kendi başına bir amaç olarak insan enerjisinin gelişmesi, bunun ötesinde başlar; ama bu da ancak temelindeki bu zorunluluklar âlemi ile serpilip gelişebilir. İşgününün kısaltılması onun temel önkoşuludur.” (Kapital, C. III, s. 720)
Bu “temel önkoşulu”, onun araçlarını oluşturmak, geliştirmek; keza “Yeni üretim tarzının bu maddi temellerini böyle bir yetkinlik derecesine yükseltmek, kapitalist üretim sisteminin tarihsel görevidir.” (age, s.390)
Kapitalizm üretici güçleri geliştirerek, bir dünya pazarı yaratarak, üretimi ve emeği küresel çapta devasa ölçekte toplumsallaştırarak, mezar kazıcısı proletaryayı geliştirip biçimlendirerek, bizzat kendisi “sosyalizmin maddi önkoşulları sürecini tamamlar” Böylece “sermaye tekeli, kendisiyle birlikte ve kendi egemenli altında fışkırıp boy atan üretim tarzının ayakbağı olur. Üretim araçlarının merkezileşmesi ve emeğin toplumsallaşması, en sonunda, bunların kabuklarıyla bağdaşmadıkları bir noktaya ulaşır. Böylece kabuk parçalanır. Kapitalist özel mülkiyetin çanı çalmıştır. Mülksüzleştirilenler mülksüzleştirilirler.” (Marx, Kapital, C. I, s.727) Demek ki, böylece uluslararası proleter sosyalist devrim, bilakis, genel olarak kapitalizmin tarihsel gelişme sürecinde, özel olarak onun en yüksek ve son aşaması olan emperyalizm aşamasının/sürecinin koşulları tarafından oluşturulur, olgunlaştırılır, güncelleştirilir; Paris komünü ve Ekim Devrimi somutunda da çarpıcı bir şekilde görülebileceği gibi mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi pratik-siyasal bir soruna ve çözüme dönüşür/kavuşur.
Sermayenin egemenliğinin yerine proletarya egemenliği, kapitalizmin yerine sosyalizm geçmeden, kapitalist üretim tarzının temeli üzerinde ortaya çıkan “serbest zaman”, engellerinden kurtularak toplumsal birey ve tüm toplum için değerlendirilemez. Kapitalizm çerçevesinde otomasyon ne kadar gelişirse gelişsin kendiliğinden bu olanağı tüm toplumsal bireylere ve tüm topluma sunamaz.
Eklenmeli ve altı çizilmelidir: Bir dizi ekonomik, toplumsal ve kültürel gelişme evresinden geçmeden, böylece sosyalizmden komünizme yükselmeden de, salt sosyalizm tarihsel aşamasında, hemen ve doğrudan, bir çırpıda “kendi başına bir amaç olarak insan enerjisinin gelişmesi”, zorunluluklar âleminden özgürlükler âlemine tam anlamıyla geçilemez. Komünizmin alt evresi, bir geçiş toplumu, olgunlaşmamış komünizm, üst evreye geçmenin aracı olan sosyalizm, sadece bu tarihe bir giriştir… Sosyalizmin eleştirel ele alınması gereken tarihsel deneyimi de bunu kanıtlamaktadır.
“Alman İdeolojisi” isimli yapıtlarında Marx ve Engels’in belirttikleri gibi “komünizmin örgütlenmesi esas olarak, ekonomiktir.” (s. 104) Komünizm doğa ve üretim üzerinde insanlığın bilinçli denetimidir. Komünizmle insanlık artık kendi tarihini kendi yapacaktır. Komünizm sınıfsız toplumdur. Sınıfların ve sınıflarla ve tarihten gelen her türlü eşitsizliğin son bulduğu bir dünyadır. İşbölümünün, kafa ile kol emeği, kent ile kır arasındaki eşitsizliklerin de sınıflarla birlikte asar-ı atika mezarlığına atıldığı, çalışmanın zevkli ve yaşamın başta gelen gereksinimi haline geldiği bir sınırsız dünya ve çağdır. Üretici güçlerin toplumsal nitelikte hiçbir kısıtla karşılaşmadan özgürce geliştiği, insanlığın bilimle, kültürle, sanatla donandığı; maddi ve manevi bakımlardan sınırsız bir zenginlik yaratımına dayalı serpilip geliştiği; toplumun bayrağının üstünde “herkesten yeteneğine, herkese gereksinimine göre” ilkesinin yazıldığı bir dünyadır komünizm. Üretim yetersizliğinin ve işbölümünün son bulmasıyla “herkesin bir başka işe meydan vermeyen bir faaliyet alanının içine hapsolmadığı, herkesin hoşuna giden faaliyet dalında kendini geliştirebildiği komünist toplumda, toplum genel üretimi düzenler, bu da benim için, bugün bu işi, yarın başka bir işi yapmak, canımın istediğince, hiçbir zaman avcı, balıkçı ya da eleştirici olmak durumunda kalmadan sabahleyin avlanmak, öğleden sonra balık tutmak, akşam hayvan yetiştiriciliği yapmak, yemekten sonra eleştiri yapmak olanağı yaratır.” (Alman İdeolojisi, Feuerbach, s.59-60)
                                                                                DEVAM EDECEK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder