“POSTKAPİTALİZM”LE PROLETARYA BUHARLAŞTI
MI?
V
Kapitalist
üretim Tarzı “Tam Otomasyona” Ulaşabilir mi?
Kapitalizmin
tam otomasyona gittiği ya da tam otomasyonun eşiğine gelindiği, “Silikon
Vadisi” teknolojilerinin, otomasyonun kapitalizme son verdiği propagandası
değişik biçimlerde yapılmaktadır. “Küreselleşme” bir de bu açıdan
kutsanmaktadır. Peki, kapitalizm tam otomasyonla bağdaşabilir mi? “Silikon
vadisi” teknolojisi ile proletarya ortadan kalktı mı? Yeni tip burjuva liberal
propagandanın ileri sürdüğü gibi teknoloji sınıfsızlaşarak tüm toplumun ortak
mülkü haline geldi mi?
Daha baştan
vurgulanmalıdır: Teknolojist yaklaşım sayısız biçimler alarak ortaya çıkabilir.
Ama her durumda da proletarya ve halkların ideolojik bakımdan
silahsızlandırılmasına hizmet eder, etmiştir ve etmektedir.
Kapitalizmin
uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarıyla, çelişkili eğilimlerle parçalanmış nesnel
doğasını, nesnel eğilimlerini bir kalem darbesiyle silme/örtme operasyonu
kapitalizm ve postkapitalizm tartışmalarında çok çarpıcı biçimler alarak ortaya
çıkmaktadır. Proletaryasız kapitalizm, burjuvazisiz kapitalizm vbg. teori ve
tezlerin propagandasında bilimsel ve teknolojik sıçramaların, otomasyonun
gelişmesinin özel bir rolü olduğu ya da bu olgunun kullanıldığı açıkça
görülmektedir.
Teknolojinin
sınıflar üstü olduğu, bütün sınıflar karşısında eşit mesafede durduğu, tüm
sınıflara eşit derecede hizmet ettiği, teknoloji sayesinde “azgelişmiş” ve
“gelişmekte olan ülkeler”in “sanayi toplumları” ya da “sanayi sonrası
toplumlar” seviyesine ulaşmakta olduğu tezlerini geçiyoruz. Fakat kapitalizmin
tam otomasyona ulaşarak kendisini aştığı tezi üzerinde biraz durmakta yarar
vardır.
Kapitalizm
tam otomasyona ulaşamaz. Neden mi? Çünkü kapitalizm canlı-emek sömürüsüne, ücretli
emek sömürüsüne dayanır. Bu, onun
nesnel doğasıdır. Evet, kapitalizm geliştikçe teknolojik temeli de gelişir.
Sermayenin organik bileşimi de yükselir (değişmeyen sermaye içinde sabit
sermaye kısmı daha ağırlıklı bir yer tutar. Sabit sermaye teknolojidir,
tekniktir, makinedir vb.). Böylece işgücü gereksinimi göreli olarak azalır, vs.
ama her durumda sermaye, ücretli emek sömürüsüne dayanır. Artı-değer sömürüsü kapitalist
sömürünün temelidir. Artı-değer ise otomasyon,
sabit sermaye, değişmeyen sermaye tarafından değil, canlı-emek (işçi, işgücü)
tarafından yaratılır. Canlı-emek sömürüsüne son veren bir kapitalizm,
kapitalizm değildir. Kapitalizmin nesnel
doğası, hareket yasaları buna da
izin vermez.
Marx’ın
dediği gibi, kapitalizm artı-değer
üretimidir. Yalnız artı-değer üretimi değil, sermaye üretimidir. Artı-değerin
azami gaspı kapitalizmin doğal karakteri ve yönelimidir. Artı-değerin kaynağı ücretli emek sömürüsüdür. Ve
“ücretli emek bir metadır. Hatta ürünlerin
metalar olarak üretiminin, üstünde gerçekleştiği temeldir” (Artı-Değer
Teorileri, İkinci Kitap, s.380, açM.)
Gerekli emek
ile artı-emeğin toplamı işgününü
oluşturur. Artı-ürünün, artı-değerin kaynağı artı emektir. Artı-emek
kapitalist için bedava emektir.
Gerekli emek zamanın kısaltılması, artı-emek zamanının uzatılması, böylece artı-emeğin
azami gaspı kapitalizmin eğilimidir. Sermaye, bir yandan işgününü azami
sınırlarına kadar uzatarak veya olanaklı olduğu ölçüde uzatarak mutlak
artı-değer gaspını dayatır. Öte yandan emeğin sermayeye karşı mücadelesinin
sonucu, işgünün kısaltılması kaçınılmaz hale gelir. Bu durumda sermaye, emek
üretkenliğini yükselterek görece artı-değer gaspına yönelir. Mutlak artı değer
ve görece artı-değer gaspı, artı değer gaspının iki biçimidir. Kapitalizm her
iki biçimi olanaklı olduğu ölçüde birleştirme eğilimindedir.
Marx’ın dediği gibi, “günün 24 saati boyunca
emeğe elkoyulması, kapitalist üretimin kaçınılmaz eğilimidir.” İşgününü azami
derecede uzatarak, işgünü içinde zorunlu emek zamanını azaltırken artı-emek zamanını
uzatarak, emeğin yoğunluğunu arttırarak artı-değer sömürüsünü son
sınırına/sınırlarına dek geliştirme kapitalizmin eğilimidir. “Kapitalist
üretimin hedefi, belli bir miktardaki zenginlikle,
olabilen en geniş ölçüde artı-ürün ya da artı-değer elde etmektir. Bu amaca
değişmeyen sermayenin değişen sermayeye göre daha hızlı oranda büyümesiyle ya
da olabilen en büyük miktardaki değişmeyen sermayeyi olabilecek en küçük
değişen sermayeyle harekete geçirmek suretiyle ulaşılır.” (age, s.542, açM)
Kapitalizm geliştiği oranda proletaryayı mutlak olarak büyütür. Ama öte yandan
da sermayenin organik bileşiminin yükselmesi ve büyümesiyle görece olarak
işgücüne olan talebi azaltır. Mutlak
olarak büyüyen, göreli olarak
(oransal olarak) küçülen bir
proletarya, ama her durumda artı-değerin kaynağı olan proletarya! İşte
kapitalizmin çelişkili gerçeğinin, zıt eğilimlerinin çatışmasının, karşıtların
birliği yasasının görünümlerinden birisidir bu. Sermaye birikiminin artışıyla
ücretli emeğe olan talebin büyümesi; ama sermayenin artış oranına kıyasla (emek
üretkenliğindeki artışın sonucu) azalan oranda gelişen bir proletarya. Bu
sermaye birikiminin “doğru yasasıdır.” Ücretli emek, “onu istihdam eden toplam
sermayenin büyümesine göre azalan oranda olsa bile, mutlak olarak büyüyen
giderek artan ölçekte yeniden üretilecek” ve üretilen bir proletarya. (age,
s.547)
Sermaye maddi-toplumsal varlığı bakımından emek malzemesi, emek aracı ve canlı emek
olarak “ üç öğeye bölünür”, ilk iki
biçim değişmeyen, son biçim ise değişen sermayeyi temsil eder. Salt ya da
tümden otomasyona dayanan kapitalizm ya da salt emek malzemesinden ve emek
aracından oluşan, canlı-emekten yoksun
bir kapitalizm onun maddi-toplumsal
varlığıyla bağdaşmaz. Sermayenin maddi varlığını ifade eden üç öğe
kapitalist üretim tarzının, sermaye birikiminin büyümesinin organik birliğini ifade eder.
Kapitalizm
bir yandan üretim teknolojisini,
makineyi, otomasyonu geliştirir, yetkinleştirir. Böylece nesnelleşmiş emek,
otomasyon kılığında, sermayenin gücü olarak canlı-emeğin, işçinin karşısına
dikilir; “bu otomat sayısız mekanik ve zihinsel organdan oluşur ve
işçilerin işlevi salt bunun bilinç sahibi eklemleri” (Grundrisse, s. 638),
uzantısı olur. Otomasyonu kullanan işçi değildir, işçiyi kullanan otomasyondur,
“otomatik bir mekanizasyon sistemidir.” Burada “işçinin etkinliği salt
makinenin emeğini, makinenin eylemini hammaddeye iletmekte aracı olmak -nezaret
etmek, aksamalara engel olmak- haline gelmiştir… İşçinin salt bir soyutlamaya indirgenen
etkinliği, her yönüyle makinenin devinimi tarafından belirlenir ve düzenlenir
olmuştur; makineninki işçi tarafından değil.” (age, s.639) “Emeğin üretici
gücünün artmasının ve zorunlu emeğin minimuma indirilmesinin, sermayenin
zorunlu bir eğilim olduğunu görmüştük.” Makine, makineleşmenin en yetkin
biçimlerine bürünmüş en gelişkin otomasyon söz konusu eğilimin çarpıcı
ifadesidir. “Toplumun beynindeki bilgi ve yetenek birikimi, genel üretici
güçler birikimi” en ileri formunda otomasyonda somutlaşsa bile, kapitalist
üretim tarzı yine de canlı-emek sömürüsüne dayanır. Kapitalizm artı-değer, kar,
azami kar için üretim düzenidir. Tam otomasyon canlı emeği gereksiz hale
getirerek artı-değeri ve karı olanaksız kılar. Oysa kar için üretim
düzeni olan kapitalizm otomasyonu da
ancak kar ürettiği, karlı olduğu ölçüde geliştirecektir, daha fazlasını değil!
Bu, kapitalizmin tarihsel sınırlarını
da gösteren çarpıcı olgulardan birisidir… “Bu apaçık çelişki neyle
açıklanabilir? Yalnızca modern kapitalizmin ekonomik temel yasasıyla, yani
azami kar sağlama zorunluluğuyla açıklanabilir. Kapitalizm, eğer kendisine en
yüksek karı vaat ediyorsa yeni teknikten yanadır. Kapitalizm, eğer yeni teknik
ona artık en yüksek karı vaat etmiyorsa yeni tekniğe karşıdır ve el emeğine
geçilmesinden yanadır.” (J.V. Stalin, Eserler c.16, s.314, İnter Yayınları)
Günümüzün tüm gerçekleri de Stalin’in bu değerlendirmesini tümüyle, evet, açık
ve çarpıcı bir tarzda, tümüyle doğrulamaktadır.
Otomasyonla
canlı emek “üretim sürecinin içsel bir öğesinden çok, üretim sürecinin
denetçisi ve düzenleyicisi konumunu almaya başlar” ve başlamıştır. “İşçinin işi
artık işlenip değiştirilmiş bir doğa nesnesini aracı bir uzuv gibi kendisi ile
nesne arasına sokmak değildir; sınai bir süreç haline getirilmiş olan doğal
sürecin bizzat kendisi, işçi ile- böylece egemenliği altına aldığı- inorganik
doğa arasına sokulur. İşçi üretim sürecinin başlıca faktörü olacak yerde,
sürecin kenarında duran bir bakıcı haline gelir. Bu dönüştürme sürecinin
üretimin ve zenginliğin büyük temel taşı, ne işçinin harcadığı direkt insan
emeğidir, ne de emeğin süresi; temel, insanın toplumsal bir varlık olarak kendi
genel üretici gücünü, doğa bilgisini ve doğa üzerindeki egemenliğini kendi malı
haline getirmesidir-tek kelimeyle, toplumsal bireyin gelişmesi. Günümüzde zenginliğin temelinde yatan
yabancı emek süresi hırsızlığı, bizzat büyük sanayi tarafından yaratılan bu
yeni temel karşısında pek zavallı bir dayanak görünümündedir. Dolaysız emek
biçimiyle emek zenginliğin ana kaynağı olmaktan çıkınca, emek süresi
zenginliğin ve dolayısıyla mübadele değeri kullanım değerinin ölçüsü olmaktan
çıkar ve çıkmak zorundadır. Yığınların
artık-emeği genel zenginliğin gelişiminin önkoşulu olmaktan, onunla
birlikte azınlığın emeksizliği insan
kafasının evrensel güçlerinin gelişmesinin koşulu olmaktan çıkar. Bununla,
mübadele değerine dayalı olan üretim çöker ve dolaysız maddi üretim süreci
sefalet ve antitez biçimlerinden kendini kurtarır. Bireysellik özgürce gelişir.
Zorunlu emek süresinin artık-emek yaratmak için azaltılması yerine, genelde toplumun
zorunlu emeğinin minimuma indirgenerek, herkes için serbest bırakılmış olan
zamanın ve yaratılmış olan araçların, bireylerin sanatsal, bilimsel vb. eğitim
ve gelişimine tekabül etmesi. Bir yandan emek süresini zenginliğin tek ölçüsü
ve kaynağı olarak vazeden sermaye, süre giden çelişkinin ta kendisidir… Üretici güçler ve
toplumsal ilişkiler-toplumsal bireyin gelişiminin bu iki ayrı cephesi-
sermayenin gözünde sadece birer araçtır ve sermayenin sınırlı temeli üzerinde
yapılan bir üretimde, araçtan başka şey olamazlar. Oysa bunlar, gerçekte bu
temeli paramparça edecek olan patlamanın maddi koşullarıdır.” (Marx,
Grundrısse, s.650-651, açM)
İşte söz
konusu bu “patlamanın” maddi koşulları olabildiğine olgunlaşmış bulunuyor.
Küresel çapta üretici güçlerin gelişme düzeyi,
bilim ve teknikteki sıçramalar, “üretilmiş üretici güç anlamında sabit
sermaye”nin üretim sürecinde tuttuğu yer ve gelişme yönü, “büyük sanayinin
üretim sürecinde, bir yandan otomatik bir süreç haline gelen emek aracının
üretkenliğinin önvarsayımı doğa güçlerini kendisine bağlayan toplumsal akıl”ın
geldiği/ulaştığı düzey ve “emeğin dolaysız varlığının bireyselliği de” aşmış
“toplumsal emeğe çevrilmiş” olmasıyla kapitalist üretim tarzının “öteki temel
taşının da kayıp gittiğini görüyoruz.” (age, s.659)
Üretim
toplumsal karakterde. Emek toplumsallaşmış. Ama mülkiyet, özel kapitalist
ellerde. Burjuvazi üretim dışında asalak bir sınıf, üreten kolektif işçi,
kolektif işçinin ürettiğine el koyan bireysel kapitalist; üretim toplumsal
karakterde, ama mülkiyet özel ellerde. Toplumsal üretimin meyvelerine el koyan
sınıf, üretimin gelişiminde devrimci rolünü çoktan kaybederek üretimin özgürce
gelişiminin önünde tümüyle asalaklaşmış bir engele dönüşmüş olan burjuvazi.
Tablo bu.
Otomasyonun
küresel ölçekte geldiği yer kapitalizmi, burjuvaziyi daha fazla gereksiz ve bir
an önce tasfiye edilmesi gereken bir sistem ve sınıf durumuna getirmiştir. Otomasyon işçiyi, işçi sınıfını değil burjuvaziyi gereksiz bir sınıf haline
getirmiştir. Burjuvazisiz üretim tümüyle olanaklıdır ama proletaryasız asla.
İlan edilmesi gereken şey “Elveda proletarya” değil, “Elveda burjuvazi!”dir.
Doğayı ve insanı bireysel kapitalist kar amacıyla yok oluşun eşiğine getiren, 1
milyar işsizi yaratan kapitalizm ve burjuvazidir. Üretim küresel ölçekte
toplumsallaşmıştır. Veya kapitalist tarihin en ileri gelişme düzeyine
ulaşmıştır. Yapılacak tek şey, mülkiyeti
de toplumsallaştırmak, böylece, yani uluslararası proleter devrim
kılıcıyla, üretimin toplumsal karakteri ile mülk edinmenin özel kapitalist
biçimi arasındaki çelişkiye (uzlaşmaz karşıtlığa) son vermektir. Tarihin
çağrısı da budur. Tarihin güncel çağrısı “elveda burjuvazi”dir. Tarih,
proletaryayı bu amaçla ivedilikle görev başına çağırıyor. Zaten söz konusu bu
tarihsel ve güncel gerçekten dolayıdır ki kapitalizmin ve sermayenin açık ve
gizli temsilcileri, nesnel tarihsel ve güncel gerçeği tersyüz ederek, “Elveda
proletarya!” diye yırtınmaktadırlar.
Üretici
güçlerin küresel ölçekte gelişme düzeyi ile, üretimin sınırsız gelişme eğilimi
ile kapitalizmin ve burjuvazinin sınırlı amacı arasındaki çelişki ve çatışma
(“küreselleşme”ye, ÇUŞ’lara sınırsız övgüler dizildiği bir tarih kesitine
tekabül eden süreçte) 1990-94, 2000-2004 ve 2008’de patlak veren kapitalizmin
genel ekonomik krizlerinden de görülebileceği gibi, en keskin düzeylerine
ulaşmış bulunuyor.
Ekonomik
kriz(ler) olgusu üretici güçlerin zorla tahribini, burjuvazinin üretici güçleri
yönetemediğini; kapitalist üretim ilişkilerinin üretici güçlerin özgürce
gelişimini zorla önlediğini açıkça gösteriyor. Otomasyonun kapitalizmin onulmaz
yaralarına çare olmak bir yana, bu yaraları daha ölümcül hale getirdiğini de kanıtlıyor.
Ekonomik ve
toplumsal gelişme düzeyi (ki bilakis kapitalizmin gelişimi bu maddi-toplumsal
temeli geliştirerek olgunlaştırmıştır), bugün çok daha keskin, derin ve
kapsamlı bir temelde, “yığınların
artık-emeği”ni “genel toplumsal zenginliğin gelişiminin önkoşulu olmaktan,
onunla birlikte “azınlığın emeksizliği”
insan kafasının evrensel güçlerinin gelişmesinin koşulu olmaktan” çıkaracak
nesnel olgunlaşma düzeyine ulaşmıştır.
Marx’ın
dediği gibi, kapitalizmi, kapitalisti harekete geçiren şey, “değişim değerini
üretmek ve bunu çoğaltmaktır. Bizzat değeri genişletme işine kendisini büyük
bir tutkuyla kaptıran kapitalist, insanoğlunu üretim için üretmeye zorlar;
böylece o, toplumdaki üretici güçlerin gelişmesini zorlar, daha yüksek bir
toplum şeklinin gerçek temelini atabilecek maddi koşulları yaratır; ve bu
toplumda, her bir bireyin kişiliğini tam ve özgürce geliştirmesi artık temel ve
yön verici ilke olur.” (Kapital, C. I, s. 565)
Kapitalizm artı-değer
sömürüsünü yoğunlaştırmak, kar oranlarını yükseltmek için zorunlu emek süresini
kısaltır, böylece artı-emek zamanını uzatır. Bireyin ve toplumun “serbest
zamanı” sermayeyi ilgilendirmez; sermayeyi ilgilendiren bu “serbest zaman”ının
azami derecede artı-değer gaspı ve kar oranlarının yükseltilmesinin aracı haline getirilmesidir. “Zorunlu
emek süresinin artı-emek yaratmak yerine, genelde toplumun zorunlu emeğinin
minimuma indirgenerek, herkes için serbest bırakılmış olan zamanın ve
yaratılmış olan araçların, bireylerin sanatsal, bilimsel vb. eğitim ve
gelişimine tekabül etmesi” için, kapitalist topluma, burjuvazinin egemenlik
ilişkilerine son verilmesi gerekmektedir. Tekrar vurgulamak gerekir,
“kapitalist üretimin sınırı, işçilerin fazla zamanıdır. Toplumun kazandığı
mutlak fazla zaman onu ilgilendirmez. Üretkenlikteki gelişme, onu, sadece işçi
sınıfının artı emek zamanını arttırdığı ölçüde ilgilendirir, yoksa, genellikle
maddi üretim için gerekli emek zamanını azalttığı için değil. Böylece bir çelişki
içinde hareket eder.” (Marx, Kapital, C. III, s. 233)
Kapitalizmde
üretim kar içindir. Otomasyonun gelişmesinin sınırını da bu olgu belirler.
Bundan dolayı kapitalizmin tam otomasyona varması, böylece canlı-emek
sömürüsüne son vermesi olanaklı değildir.
Kapitalizmde
üretim teknolojisi ne kadar çok gelişir ve otomasyon sistemi ne kadar ileri
biçimlere varırsa, bu kapitalizmin genel olarak çelişkilerini, özelde de tüm
kapitalist çelişkilerin temelini oluşturan temel çelişki olan emek sermaye
çelişkisini o denli keskinleştirir. Ve çelişkinin çözümü kendini o denli
dayatır.
Kapitalizm ne
denli çok gelişirse toplumun “boş zamanı”, “serbest zamanı” o denli artar; “Ama
sermayenin dinamiği, her zaman için, bir yandan disposable time (‘serbest zaman, istendiği gibi harcanabilecek
süre’) yaratırken, bir yandan da bunu
artık-emeğe dönüştürmektir. Eğer birincisinde çok başarılı olursa aşırı
üretime katlanmak ve sermayenin artık-emeği
değerlendirmekten aciz kalması yüzünden, zorunlu emek kesintiye uğramak
zorundadır. Bu çelişki ne kadar çok gelişirse, üretici güçlerin büyümesini
yabancı emeğin temellüküyle kısıtlamanın artık imkânsız olduğu ve işçi
kitlesinin kendi artık-emeğini kendine mal etmesi gerektiği de o ölçüde gün
ışığına çıkar. Bu bir kez başarılınca-ve diasposable time antitetik (“Antitetik biçim: Yani bir yanda serbest zamanın
yaratılmasının, öbür yanda işçi sınıfının artık-emeğine bağlı olması”)
biçiminden kurtulunca- bir yandan zorunlu emek süresinin tek sınırı toplumsal
bireyin ihtiyaçları olacak, bir yandan da toplumsal üretici güçler o derece
hızlı gelişecektir ki, üretim artık toplumun tümünün zenginliğine yönelik
olarak hesaplansa dahi, herkesin disposable
time’ı artacaktır. Çünkü gerçek zenginlik, tüm bireylerin gelişmiş üretici
güçleridir. Bu noktada artık zenginliğin ölçüsü emek süresi değil, disposable
time’dir.” (Grundısse, s.657, açM.)
“Serbest
zaman” söz konusu olunca, prekapitalist üretim tarzlarından farklı olarak
“sermayenin ayırıcı yanı, buna sanatın ve bilimin tüm imkânlarını kullanarak
yığınların artık-emek süresini arttırma çabasını eklemesidir, çünkü sermayenin
zenginliği doğrudan doğruya artık-emek süresinin elde edilmesinden ibarettir; çünkü hedefi doğrudan doğruya değerdir, kullanım
değeri değil. Dolayısıyla sermaye, bilmeden ve istemeden, toplumsal disposable
time’in koşullarının yaratılmasına, emek süresinin toplumun tümü için giderek
azalan bir minimuma indirgenmesine ve böylece herkesin zamanının kendi kişisel
gelişimi için serbest bırakılmasına hizmet etmek durumundadır.” (s. 656)
Toplumsal-maddi
önkoşulları kapitalizm tarafından yaratılan ve olgunlaştırılan birey ve toplum
için “serbest zaman” (“Toplumun bütünü ve her bir üyesi için, zorunlu emek
süresini ötesinde bol disposable time’ın yaratılması”), örneğin “3.
Bilimsel-Teknolojik Devrim” ile, bu teknolojik temele dayanan gelişkin
otomasyonla, en ileri düzeyine varmıştır denebilir. Kuşkusuz ki bu henüz
sosyalizm ya da kapitalizmin kendiliğinden kendini yadsıması yoluyla sosyalizme
geçiş de değildir ve olamaz da. Bu düzey, sosyalizm ve komünizm için
maddi-teknik temelin (kapitalist üretim
ilişkileriyle keskin bir çatışma içerisinde) daha fazla hazır hale gelmesi,
olgunlaşması demektir. Böylece proleter
devrim yoluyla kar için üretim düzeninin tasfiyesiyle, bir yandan
kapitalizmin hazırladığı teknik temelin birey ve topluma sunduğu serbest
zamanın sosyalist planlı ekonominin gerekleri ve gereksinimleri ekseninde hemen
ve doğrudan kullanılması olanaklı hale gelecek; öte yandan da üretici güçlerin,
bilim ve tekniğin özgürce, sınırsız gelişiminin önü açıldığı için, birey ve
toplumun serbest zamanı hızla genişleyecek ve bu “serbest zaman”ın bilinçli
kullanımıyla insanlığın bireysel ve toplumsal atılımı için önüne, hayal dahi
edilemeyecek denli sınırsız ve çok yönlü bir gelişme süreci başlayacaktır.
Kar için
değil toplumun sürekli artan maddi ve entelektüel, kültürel gereksinmelerinin
(kesintisiz geliştirilecek en ileri teknolojik temelde) azami tatmini için
üretimin yapıldığı sosyalist toplumda, bu geçiş toplumunda, serbest zamanın
harikalar yaratmak için kullanılacağından kuşku duyulamaz. Ve burada,
sosyalizmden komünizme geçiş sürecinde zenginliğin ölçütü, “gerçek zenginlik,
tüm bireylerin gelişmiş üretici güçleri” olacaktır; ölçüt “emek süresi değil,
disposable time” olacaktır. Komünizmin alt evresinden üst evresine doğru
gidildikçe, “herkesten emeğine ilkesi”nden “herkese ihtiyacına göre ilkesi”ne
doğru yükseldikçe, “serbest zaman” gerçek zenginliğin ölçütü olarak tam
anlamıyla serpilip olgunlaşacaktır; tarihsel bakımdan kendi en gelişkin maddi-teknik
temeline de oturmuş olacaktır ya da söz konusu maddi-teknik temel en yetkin
biçimde ortaya çıkmış/olgunlaşmış olacaktır. Ve o koşullarda çalışma, sömürücü
toplumlarda kölece bir zorunluluğun ürünü, isteksizce yapılan bir etkinlik olan
çalışmanın aksine, yaşamın başta gelen zevkli uğraşısı olacaktır.
Tam otomasyon
kapitalizmde olanaklı değildir, ama sosyalizm ve komünizmde bu, tümüyle
olanaklıdır. Tartıştığımız, incelediğimiz konu bağlamında, özgürlük ve
zorunluluk bağıntısında Marx, şöyle der:
“Gerçekte
özgürlük âlemi ancak, emeğin zorunluluk ve günlük kaygılarla belirlendiği
alanın bittiği yerde fiilen başlamış olur; demek ki bu âlem, eşyanın doğası
gereği, fiili maddi üretim alanının ötesinde bulunur. Tıpkı vahşi insanın,
gereksinmelerini karşılamak, yaşamını sürdürmek ve yeniden-üretmek için doğayla
boğuşmak zorunda olması gibi, uygar insan da aynı zorunluluk içerisindedir ve
bunu da bütün toplumsal biçimlenişler içerisinde, akla gelen her türden üretim
tarzları altında yapmak durumundadır. İnsanın gelişmesiyle birlikte, duyduğu
gereksinmeler artacağı için bu fiziksel gereksinmeler alanı da genişler, ama
aynı zamanda da, bu gereksinmeleri karşılayan üretici güçler de artar. Bu
alanda özgürlük ancak doğanın kör güçlerinin önüne katılmak yerine, doğayla
olan karşılıklı ilişkilerini rasyonel bir biçimde düzenleyen ve doğayı ortak
bir denetim altına sokan toplumsal insan, ortaklaşa üreticiler tarafından
gerçekleştirilebilir ve bu, en az enerji harcamasıyla ve insan doğasına en
uygun ve en layık koşullar altında başarılır. Ama gene de bu, bir zorunluluk âlemi
olmakta devam eder. Gerçek özgürlük âlemi, kendi başına bir amaç olarak insan
enerjisinin gelişmesi, bunun ötesinde başlar; ama bu da ancak temelindeki bu
zorunluluklar âlemi ile serpilip gelişebilir. İşgününün kısaltılması onun temel
önkoşuludur.” (Kapital, C. III, s. 720)
Bu “temel
önkoşulu”, onun araçlarını oluşturmak, geliştirmek; keza “Yeni üretim tarzının
bu maddi temellerini böyle bir yetkinlik derecesine yükseltmek, kapitalist
üretim sisteminin tarihsel görevidir.” (age, s.390)
Kapitalizm
üretici güçleri geliştirerek, bir dünya pazarı yaratarak, üretimi ve emeği
küresel çapta devasa ölçekte toplumsallaştırarak, mezar kazıcısı proletaryayı
geliştirip biçimlendirerek, bizzat kendisi “sosyalizmin maddi önkoşulları
sürecini tamamlar” Böylece “sermaye tekeli, kendisiyle birlikte ve kendi
egemenli altında fışkırıp boy atan üretim tarzının ayakbağı olur. Üretim
araçlarının merkezileşmesi ve emeğin toplumsallaşması, en sonunda, bunların
kabuklarıyla bağdaşmadıkları bir noktaya ulaşır. Böylece kabuk parçalanır.
Kapitalist özel mülkiyetin çanı çalmıştır. Mülksüzleştirilenler
mülksüzleştirilirler.” (Marx, Kapital, C. I, s.727) Demek ki, böylece uluslararası
proleter sosyalist devrim, bilakis, genel olarak kapitalizmin tarihsel gelişme
sürecinde, özel olarak onun en yüksek ve son aşaması olan emperyalizm
aşamasının/sürecinin koşulları tarafından oluşturulur, olgunlaştırılır,
güncelleştirilir; Paris komünü ve Ekim Devrimi somutunda da çarpıcı bir şekilde
görülebileceği gibi mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi pratik-siyasal bir
soruna ve çözüme dönüşür/kavuşur.
Sermayenin
egemenliğinin yerine proletarya egemenliği, kapitalizmin yerine sosyalizm
geçmeden, kapitalist üretim tarzının temeli üzerinde ortaya çıkan “serbest
zaman”, engellerinden kurtularak toplumsal birey ve tüm toplum için
değerlendirilemez. Kapitalizm çerçevesinde otomasyon ne kadar gelişirse
gelişsin kendiliğinden bu olanağı
tüm toplumsal bireylere ve tüm topluma sunamaz.
Eklenmeli ve
altı çizilmelidir: Bir dizi ekonomik, toplumsal ve kültürel gelişme evresinden
geçmeden, böylece sosyalizmden komünizme yükselmeden de, salt sosyalizm
tarihsel aşamasında, hemen ve doğrudan, bir çırpıda “kendi başına bir amaç
olarak insan enerjisinin gelişmesi”, zorunluluklar âleminden özgürlükler âlemine
tam anlamıyla geçilemez. Komünizmin alt evresi, bir geçiş toplumu,
olgunlaşmamış komünizm, üst evreye geçmenin aracı olan sosyalizm, sadece bu
tarihe bir giriştir… Sosyalizmin eleştirel ele alınması gereken tarihsel
deneyimi de bunu kanıtlamaktadır.
“Alman
İdeolojisi” isimli yapıtlarında Marx ve Engels’in belirttikleri gibi
“komünizmin örgütlenmesi esas olarak, ekonomiktir.” (s. 104) Komünizm doğa ve
üretim üzerinde insanlığın bilinçli denetimidir. Komünizmle insanlık artık
kendi tarihini kendi yapacaktır. Komünizm sınıfsız toplumdur. Sınıfların ve
sınıflarla ve tarihten gelen her türlü eşitsizliğin son bulduğu bir dünyadır.
İşbölümünün, kafa ile kol emeği, kent ile kır arasındaki eşitsizliklerin de
sınıflarla birlikte asar-ı atika mezarlığına atıldığı, çalışmanın zevkli ve
yaşamın başta gelen gereksinimi haline geldiği bir sınırsız dünya ve çağdır.
Üretici güçlerin toplumsal nitelikte hiçbir kısıtla karşılaşmadan özgürce
geliştiği, insanlığın bilimle, kültürle, sanatla donandığı; maddi ve manevi
bakımlardan sınırsız bir zenginlik yaratımına dayalı serpilip geliştiği;
toplumun bayrağının üstünde “herkesten yeteneğine, herkese gereksinimine göre”
ilkesinin yazıldığı bir dünyadır komünizm. Üretim yetersizliğinin ve işbölümünün
son bulmasıyla “herkesin bir başka işe meydan vermeyen bir faaliyet alanının
içine hapsolmadığı, herkesin hoşuna giden faaliyet dalında kendini
geliştirebildiği komünist toplumda, toplum genel üretimi düzenler, bu da benim
için, bugün bu işi, yarın başka bir işi yapmak, canımın istediğince, hiçbir
zaman avcı, balıkçı ya da eleştirici olmak durumunda kalmadan sabahleyin
avlanmak, öğleden sonra balık tutmak, akşam hayvan yetiştiriciliği yapmak,
yemekten sonra eleştiri yapmak olanağı yaratır.” (Alman İdeolojisi, Feuerbach, s.59-60)
DEVAM EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder