7 HAZİRAN SEÇİMLERİ VE OĞUZHAN
MÜFTÜOĞLU’NUN AÇIKLAMALARI…
25 Nisan 2015
tarihli Birgün gazetesinde Oğuzhan
Müftüoğlu ile yapılan bir röportaj yayınlandı. Röportajda Müftüoğlu, “Benim
Çağrım Haziran” demeye devam etmektedir. Tabii ki “Haziran” derken bunu,
Birleşik Haziran Hareketi olarak okumak doğru olur.
Müftüoğlu,
Dev-Yol’un eski önderlerindendir. Dev-Yol, 70’li yılların en büyük devrimci-demokratik
kitlesel politik gücüydü. Dev-Yol, 12 Eylül askeri faşist darbesiyle açılan
yenilgi ve gericilik, dolu-dizgin karşı devrim döneminde giderek artan bir
hızla tasfiyeci oportünizme teslim oldu. Devrimci programına, strateji ve
taktiklerine, devrimci örgüt çizgisine reddiye yazarak sosyal reformist,
legalist, parlamenterist bir güç haline dönüştü. ÖDP, söz konusu tasfiyeci
teori ve pratiğin politik ürünü olarak tarih sahnesine girdi…
Müftüoğlu,
Dev-Yol’un devrimci çizgisini redderek tasfiyeci reformist bir çizgiye
oturmasının başlıca sorumlularından birisidir, hatta başta gelenidir. Burada amacımız başlı başına Dev-Yol’un ve
Müftüoğlu’nun tarihini değerlendirmek değildir. Fakat bu temel tarihsel ve
politik gerçeği dile getirmeden geçmek, sorumlu bir tavır olmayacaktı.
Olmayacaktı, çünkü Müftüoğlu bir simgedir, dahası Müftüoğlu Müftüoğlugiller
zihniyetinin de “abi”sidir. Bu tasfiyeci küçük burjuva liberal demokratik
zihniyet ÖDP oportünizminde belirleyici olmaya devam etmektedir. Bu zihniyet, özellikle
de Kürt sorunu söz konusu olunca, teorik ve pratik olarak, ezen ulusun küçük
burjuva milliyetçi çizgisi olarak karşımızda durmaktadır. Sosyalizm, komünizm
iddiasıyla ortaya çıktığı oranda da sosyalizm maskeli bir milliyetçilik, bir
diğer ifadeyle, sosyal şovenizm olarak Türkiye ve Kürdistan ulusal ve toplumsal
mücadelesinin önünde barikat kurmaya devam etmektedir. “Benim Çağrım Haziran”
başlıklı röportaj da bu olgunun açık ve yeni bir kanıtını daha sunmaktadır...
Röportaj,
birçok açıdan ele alınabilir. Ancak biz, bazı temel noktalarla sınırlayarak
konuyu ele almakla yetineceğiz şimdilik. Ki sitemizde Birleşik Haziran Hareketi
(BHH) bağlamında birden fazla eleştiri, analiz yazısı zaten yayınlanmıştı daha
önce. Birleşik Haziran Hareketi’nin (BHH) geldiği nokta belli: Herhangi bir
biçimde işçi sınıfına, halklara, ezilenlere umut vermeyen bir oluşum. Bir “birleşik
cephe” hareketi olarak 7 Haziran seçimleri gibi son derece önemli bir tarihsel süreç
ve dönemeçte ortak bir irade birliği kurmaktan bile yoksun bir politik güç... HDP
barajı aşsa da aşmasa da daha ağır politik darbeler yiyip yıpranacak bir
oluşum… Esas olarak HDK/HDP’ye karşı kurulan bir cephe birliği olarak, nesnel olarak, sömürgeci faşist
diktatörlüğe ve dinci faşist AKP iktidarına destek olmaya devam etmektedir. BHH
içerisinde yer alan, dahası tabanında bulunan sayısız devrimci, ilerici-demokratik
birey ve kesimin BHH’nin, konumuz bağlamında ÖDP’nin 7 Haziran seçimleri
sürecinde HDP’ye karşı takındığı tavrı, yani merkezi zihniyet ve politikasını
belirleyen Müftüoğlugiller zihniyetine karşı ciddi bir devrimci tepki duyduğu
da açıktır… Haziran/Gezi Ayaklanması’nın ruhunun BHH’de değil de HDK/HDP’de
yaşadığı ise zaten çok açıktır… Politik özgürlük kavgasında en geniş kesimleri
birleştirmek/cepheleştirmek, diktatörlüğe ve dinci faşist iktidara karşı
siyasal özgürlük eksenli mücadele dalgasını yükseltmek, işte HDK ve HDP’nin
yaptığı şey bu. Kanıtı HDP’nin programıdır. Seçim Bildirgesi’dir. Sosyal,
siyasal bileşimi ve duruşudur… Türkiye, Kürdistan, Ortadoğu halklarının ve
ezilenlerinin kavgasını birleştirme pratiğidir. Peki BHH, ÖDP bunların
neresinde?!
I
Müftüoğlu, Birgün gazetesinin “Gezi
isyanının ardından, AKP’nin sonunun başlangıcı, demiştiniz. AKP içindeki
çatışmalar da su yüzüne çıkmaya başladı. AKP’nin sonuna geliniyor mu?” sorusunu şöyle yanıtlıyor:
“Kendi
içlerindeki çatışmalar elbette bir şeylerin belirtisi olabilir ama sadece buna
bakarak AKP’nin sonunun geldiğine hükmetmek doğru olmaz. Son zamanlarda
özellikle batıdan estirilen hava da futbol tabiriyle söylersek uzatmaların
oynanmakta olduğu yönünde. Ama o kadar çok suç ve yolsuzluğa battılar ki,
iktidar gücünü bırakmamak, en azından uzatabildiği kadar uzatmak için
ellerinden gelen her çareye başvuracaklardır. Geçenlerde Ağrı’da
yaşananlar bu konuda gözlerini ne kadar kararttıklarını gösteriyor.”
Güzel de, o
halde neden hep birlikte cephesel bir birlik etrafında diktatörlüğün tepesinde
oturan, üstelik “Ergenekon”la bir bağlaşma içerisine girerek saldırılarını her
cephede yoğunlaştırıp yaygınlaştıran, seçim sürecini provoke etmeye çalışan
AKP’ye (ve diktatörlüğe) karşı seferber olmuyoruz? Dikta ve AKP’ye karşı bir
birleşik cephe gerekli değil mi? Görünüşte AKP’ye karşı mücadeleyi önemseyen,
gerçekte, bu mücadelenin temel vurucu kuvveti olan ve olacak olan HDP ile
AKP’ye karşı etkin ve birleşik bir mücadeleden uzak duran Müftügiller
familyasının tavrı ne kadar samimi acaba?..
“Biz daha iyi, daha özgür ve eşit bir dünyada yaşamak
isteyenler, bu soygun ve talan düzeninden, hırsızlıktan, yolsuzluktan,
zalimlerden, din bezirganlarından, bizi kendi kafalarındaki bir kör karanlığın
içinde boğmaya çalışanlardan kurtulmak isteyenler, genci yaşlısı, kadını
erkeği, işçisi köylüsü, aydını cahili, mahallede, sokakta, işyerlerinde, bütün
ülkede birleşip örgütlenmeden, (şekilde görüldüğü gibi!) mücadele etmeden asla
kazanamayız! Yani, kısacası, benim çağrım HAZİRAN” diyen
Müftüoğlu, HDK/HDP ile birlikte böyle bir gücü daha etkin ortaya çıkarmak ve
hep birlikte geliştirmek olanaklıyken, acaba neden HDK ve HDP’den uzakta
duruyor ısrarla? Doğu ve Batı’daki politik kuvvetleri birleştirmek ve sıçratmak
için, halkların kardeşliği ekseninde daha vurucu bir güç haline gelmek için
devrimci ve ilerici olanakları cephesel birlikle geliştirmekten Müftüoğlu acaba
neden bu denli uzak duruyor? Haziran Ayaklanması’nın ruhu ve deneyi de “emekçi
sol”a, bunu söylemiyor mu! Müftüoğlugiller zihniyetinin rastlantılarla izah
edilemeyeceği, sistematik bir politika ve duruşun ifadesi olduğu açık değil mi?
Demagojiyle,
oportünist manevralarla, manipülasyonla sorunun özünden kaçan bay Müftüoğlu, “Sizin seçimlere yönelik bir çağrınız var mı, varsa nedir?”
sorusunu ise şöyle yanıtlıyor:
“Benim insanların kime oy vermeleri konusunda bir çağrım yok. Evet, AKP geriletilsin, başkanlık sistemi engellensin, HDP de barajı geçsin… Ama hangi sonuç olursa olsun, bu şekilde ülkenin içinde bulunduğu koşullarda esaslı bir değişim olacağına inanmıyorum.”
“Benim insanların kime oy vermeleri konusunda bir çağrım yok. Evet, AKP geriletilsin, başkanlık sistemi engellensin, HDP de barajı geçsin… Ama hangi sonuç olursa olsun, bu şekilde ülkenin içinde bulunduğu koşullarda esaslı bir değişim olacağına inanmıyorum.”
Hem AKP geriletilsin, başkanlık sistemi engellensin, HDP
barajı geçsin, itirazım yok diyeceksin hem de HDP’ye oy verin çağrısını
yapmayacaksın! Hem böyle söyleyeceksin hem de bunların gerçekleşmesinin en
temel aracı, gücü olan, olabilecek olan HDP’ye oy verin çağrısı bile yapmaktan
kaçınacaksın! Peki, HDP’nin % 10 barajını aşmadığı koşullarda (ki biz, BHH’ye
rağmen aşılacağını düşünüyoruz) söz konusu şeyler nasıl gerçekleşecek? Bunların
olabilmesi için HDP’nin % 10 barajını aşması gerektiği açık değil mi?
Müftüoğlu’nun bunları bilmediğini düşünmek saçma olur. O halde derdin(iz) ne?
Neyin peşindesiniz? Bu ne perhiz ne lahana turşusu! Çok açık ki Müftüoğlu hem
deveye binmiş, hem de çalı arkasına gizlenemeye çalışıyor.
Neymiş efendim, Müftüoğlu, “Ama hangi sonuç olursa olsun,
bu şekilde ülkenin içinde bulunduğu koşullarda esaslı bir değişim olacağına
inanmıyor”muş! Bunlar boş sözler, dahası demagojik sözler. Çok somut bir sorun
tartışılıyor, o halde somut konuşulmalıdır. Genellemelerle, kaba keskinlik
gösterileriyle sorunun üstünün örtülmeye çalışılması Müftüoğlu’nun kendi zayıflığının
bilincinde olduğunu gösterir sadece. HDP’nin 12 Eylül faşizminin % 10’luk
barikatını aşması, politik rejime ağır bir darbe olacağı açık değil mi? HDP’nin
barajı yıkarak AKP’yi geriletmesi, AKP ve destekçilerinin kurduğu doğrudan ve
dolaylı barikatları yıkması, engelleri parçalaması Erdoğan’ın ve AKP’nin
başkanlık sistemi plan ve hedeflerini boşa çıkarması çok önemli politik
kazanımlar değil mi?! Keza böylece iç ve dış politikada Erdoğan ve AKP’sinin,
keza diktatörlüğün bir dizi hesabının bozulması açık ve kesin bir politik
başarı ve kazanım değil mi?! Yine böylece parlamento içi ve parlamento dışı
muhalefetin daha etkin, birleşik, güçlü bir şekilde birleştirilmesi, siyasal ve
toplumsal mücadelenin, ezilenlerin, sömürülenlerin lehine olacağı açık değil
mi?!!! Sözde AKP’ye karşı en geniş güçlerin birliğinden yana olduğunu söyleyen
(BHH ve) ÖDP, iş HDP’ye gelince; demokratik, halkçı, anti-faşist bir birleşik
cephe olan HDK/HDP’ye gelince, ısrarla önemsediğini söylediği AKP’ye karşı
mücadeleyi bile, HDP şahsında, gerçekte önemsiz ilan etmektedir. Çok açık ve
kesindir: Bu tutum, Müftüoğlu zihniyetinin yılan eğrileri çizen sosyal şoven,
pasifist, tasfiyeci politika ve duruşuyla bağlıdır. O, gerçekte, sözde
keskinlik gösterileriyle çaldığı minareyi kılıflamakla meşgul, hepsi bu!
Müftüoğlu zihniyetinin ve duruşunun, devrime inancı yok. Sosyalizme inancı yok.
Marksizm-Leninizm’e inancı yok. Proletarya ve halklara inancı yok. Haziran
Ayaklanması’na da inancı yok. Çünkü devrimci olan her şeye inançları çoktan
tükenip gitmiştir. Gerçek bu.
Acaba haksızlık mı yapıyoruz Müftüoğlu zihniyet ve
duruşuna? Hayır, saptamalarımız nesnel ve denetlenebilir saptamalardır. Kendi
tarihsel evrimleri ve pratikleri bunun kanıtıdır. Bakın bunu röportajın tümünde
de görmek olanaklı.
“Seçimlerden nasıl bir sonuç bekliyorsunuz? Seçim sonrası
Meclis aritmetiği Türkiye’nin geleceği açısından bir anlam ifade eder mi?” sorusuna Müftüpğlu’nun
verdiği yanıt şöyle:
“Her biri belirli çevrelerin tercihlerine göre bir kamuoyu yönlendirme aracı olarak çalışan anket sonuçları AKP’nin her halukarda bir düşüş içinde olduğunu gösteriyor. Bu elbette iyi bir şey ama Türkiye’de verili koşullar altında yapılan seçimlerin halkın değil daha çok iç ve dış hâkim güçlerin tercihlerine göre şekillendiği de unutulmamalı. Varolan seçim sistemi, siyasi partiler yasası ve seçimlere ilişkin bütün düzenekler, her türlü medya ve iletişim sitemleri gibi kamuoyu yönlendirme araçları, seçim güvenliği vb. tümüyle buna göre düzenlenmiştir. Bilinçli ve örgütlü bir birleşik devrimci halk muhalefeti bu denklemi kıracak güce ulaşmadıkça seçimlerden ortaya çıkacak Meclis aritmetiği de Türkiye’nin geleceği açısından sadece egemen sınıf siyasetinin biçiminin ve emekçi sınıfların mücadele koşullarının belirlenmesi açısından bir anlam ifade edecektir. Oradan bizim umut besleyebileceğimiz bir seçenek çıkmaz.”
Burada işçi sınıfına, halklara, ezilenlere güven duygusunun, bilinç ve pratiğinin izi var mı acaba? Bu zihniyette Türkiye, Kürdistan, Ortadoğu’da verilen mücadele ve kazanımların izi var mı? Burada, Gezi/Haziran Ayaklanması’nın ruhu ve kazanımlarının izi var mı? Burada, 6-8 Ekim Kobani Ayaklanması’nın gücüne duyulan herhangi bir inanç var mı? Evet, “iç ve dış güçler” vardır. Evet, seçim sistemi, siyasi partiler yasası, medya… Güzel de şu kudretinden bu kadar emin olduğunuz, adeta kadir-i mutlak bir güç gibi ilan ettiğiniz söz konusu gerici güçler, Kürt halkı karşısında da, Kobani, Şengal, Haziran Ayaklanması karşısında daima olmuş güçlerdi; hem de ellerinden geleni ardlarına koymamışlardı… Yani şimdi bu tarihsel ve politik gerçekleri gül hatırınız için görmezden mi gelelim…
“Her biri belirli çevrelerin tercihlerine göre bir kamuoyu yönlendirme aracı olarak çalışan anket sonuçları AKP’nin her halukarda bir düşüş içinde olduğunu gösteriyor. Bu elbette iyi bir şey ama Türkiye’de verili koşullar altında yapılan seçimlerin halkın değil daha çok iç ve dış hâkim güçlerin tercihlerine göre şekillendiği de unutulmamalı. Varolan seçim sistemi, siyasi partiler yasası ve seçimlere ilişkin bütün düzenekler, her türlü medya ve iletişim sitemleri gibi kamuoyu yönlendirme araçları, seçim güvenliği vb. tümüyle buna göre düzenlenmiştir. Bilinçli ve örgütlü bir birleşik devrimci halk muhalefeti bu denklemi kıracak güce ulaşmadıkça seçimlerden ortaya çıkacak Meclis aritmetiği de Türkiye’nin geleceği açısından sadece egemen sınıf siyasetinin biçiminin ve emekçi sınıfların mücadele koşullarının belirlenmesi açısından bir anlam ifade edecektir. Oradan bizim umut besleyebileceğimiz bir seçenek çıkmaz.”
Burada işçi sınıfına, halklara, ezilenlere güven duygusunun, bilinç ve pratiğinin izi var mı acaba? Bu zihniyette Türkiye, Kürdistan, Ortadoğu’da verilen mücadele ve kazanımların izi var mı? Burada, Gezi/Haziran Ayaklanması’nın ruhu ve kazanımlarının izi var mı? Burada, 6-8 Ekim Kobani Ayaklanması’nın gücüne duyulan herhangi bir inanç var mı? Evet, “iç ve dış güçler” vardır. Evet, seçim sistemi, siyasi partiler yasası, medya… Güzel de şu kudretinden bu kadar emin olduğunuz, adeta kadir-i mutlak bir güç gibi ilan ettiğiniz söz konusu gerici güçler, Kürt halkı karşısında da, Kobani, Şengal, Haziran Ayaklanması karşısında daima olmuş güçlerdi; hem de ellerinden geleni ardlarına koymamışlardı… Yani şimdi bu tarihsel ve politik gerçekleri gül hatırınız için görmezden mi gelelim…
Neymiş, “Oradan bizim umut besleyebileceğimiz bir seçenek
çıkmaz.”mış!
Umudu
tükenmiş bir küçük burjuva zihniyet ve duruşla karşı karşıyayız. Halklar % 10
barajı engelini yıkıp geçecek, dikta ve AKP’nin, Erdoğan’ın planlarına ağır
darbeler indirecek; ilerici, devrimci siyasal ve toplumsal muhalefet çok önemli
bir tarihsel fırsat ve politik olanaklar ve somut mevziler yakalayacak ve
kazanacak ve mevzilerini geliştirip güçlendirecek ama küçük burjuva sosyal
şoven liberalimiz yine de umutsuz! HDP’nin % 10 barajını aşması ve dahası, daha
yüksek bir oy oranı ve temsiliyetle Meclise girmesi için on milyonların
bağrında ekmek, barış, özgürlük, (her eğilim ve yapının kendi çizgisinin
gerekleriyle de bağlı olacak tarzda, devrim ve sosyalizm) için propaganda,
ajitasyon, örgütlenme ve örgütleme, eylem hattında birleşik olarak yürümek
yerine, bin dereden su getirilerek durumu kurtarmaya çalışan bu izahlar asla
inandırıcı değil, devrimci değil, tutarlı bir demokratik tavır bile değil. HDP
karşısındaki bu kadar inkarcı, HDP’nin Meclis’e girmesi durumunda ortaya
çıkacak ve halkların yükselen umudunun ifadesi ve kazanımı olacak olası HDP’nin
seçim başarısını bu kadar küçümseyen bu yaklaşımın tesadüfi olmadığı ve
olmayacağı açık ve kesindir.
Kesin olan
şudur: Bu tutum ve duruş, egemen ulusun milliyetçi, şoven kibirini, üstten bakan
tutum ve duruşunu ifade ediyor ve yansıtıyor. İşçi sınıfına, halklara, ezilenlere
ve mücadelelerine karşı güven duymayan küçük burjuva aydının elitist ve egemen
ulus şovenizmiyle sentezlenmiş narsizmini ifade ediyor. Üstelik hem umudu tükenmiş, hem umutsuzluğu
yayıyor, hem de aydın bireyciliğiyle, egemen ulus milliyetçiliği kibiriyle
konuşuyor! Üstelik bugüne kadar HDK/HDP parlamento içi ve dışı muhalefeti etkin
bir şekilde birleştirerek yürüdüğü halde. Üstelik parlamento içi muhalefetin
HDP şahsında esas olarak parlamento dışı mücadele hattını esas aldığı ya da ona
dayandığı halde söz konusu vb. sözler ediliyor! Bu deneylerden eleştirel
öğrenmek alçak gönüllüğü ile hareket etmek, geleceğe dönük dersler çıkarıp
pratik-politik bir silaha çevirmek yerine, demagojik, manipülatif, ukalaca bir
fütursuzlukla, yürütülen mücadele alabildiğine küçümseniyor. Bu tutum ve
duruşun, sadece ve sadece politik özgürlük ve sosyalizm davasına ve kavgasına zarar
verdiği ve vereceği açık bir olgudur. Fakat bilinir: Duymak istemeyenden daha
büyük sağır, görmek istemeyenden de daha büyük kör yoktur.
Gerçek şudur: Kurtuluş parlamentoda değil,
devrimdedir, devrim ve sosyalizm mücadelesinin zaferindedir… Ki sizlerin
devrime, devrimin zaferine falan inancınız zaten kalmamış. Bu bir. 7 Haziran
genel seçimleri de sadece mevzi bir çarpışmadır, ama sonuçları önümüzdeki süreç
üzerinde derin olacak bir çarpışma! Bu iki. HDP’nin barajları yıkıp geçmesi geniş
kitlelerin, halkların güçlü bir kazanımı olarak, ulusal ve toplumsal
mücadelenin önünü etkin bir şekilde açacaktır ya da açmanın önemli bir aracı
olacaktır. Bu üç. Çok kabaca tablo bu. Dolayısıyla öyle laf cambazlığıyla
güneşi balçıkla sıvazlayamazsınız.
“HDP barajı geçerse baraj yıkılır mı?” sorusunu yanıtlarken
bayımız,
“Bu HDP’nin barajı geçmesi için desteklenmesi amacıyla söylenen bir slogan olarak kabul edilmeli.” diyor. Bu sözler, yalnızca Müftüoğlu’nun yüzeyselliğini göstermiyor, daha da önemlisi tipik küçük burjuva zihniyetini de ele veriyor. Neymiş, HDP’nin barajı aşması barajın yıkılacağı anlamına gelmezmiş. Neymiş, söz konusu sözler “HDP’nin barajı geçmesi için desteklenmesi amacıyla söylenen” sözler ve “bir slogan”mış! Oysa mesele bu kadar basit değildir ve böyle basit ve yüzeysel bir şekilde ifade edilemez ya da değerlendirilemez. Destek, işin bir yanıdır; daha da önemlisi böyle bir harekâtın başarıya ulaşmasının politik anlam ve kapsamıdır, süreçteki ağırlığı ve sonraki süreçler üzerindeki politik etkisidir…
“Bu HDP’nin barajı geçmesi için desteklenmesi amacıyla söylenen bir slogan olarak kabul edilmeli.” diyor. Bu sözler, yalnızca Müftüoğlu’nun yüzeyselliğini göstermiyor, daha da önemlisi tipik küçük burjuva zihniyetini de ele veriyor. Neymiş, HDP’nin barajı aşması barajın yıkılacağı anlamına gelmezmiş. Neymiş, söz konusu sözler “HDP’nin barajı geçmesi için desteklenmesi amacıyla söylenen” sözler ve “bir slogan”mış! Oysa mesele bu kadar basit değildir ve böyle basit ve yüzeysel bir şekilde ifade edilemez ya da değerlendirilemez. Destek, işin bir yanıdır; daha da önemlisi böyle bir harekâtın başarıya ulaşmasının politik anlam ve kapsamıdır, süreçteki ağırlığı ve sonraki süreçler üzerindeki politik etkisidir…
Askeri faşizm tarafından konulmuş olan % 10 barajının HDP
tarafından aşılması demek 30 yılı aşkın bir süre sonra ilk defa bir halk
hareketi tarafından barajın fiilen işlevsiz hale getirilmesi demektir. Burada
söz konusu olan bağımsız adaylar değil, “parti” olarak barajın parçalanmasıdır.
Bu, son derece anlamlı ve önemli bir politik kazanım olacaktır. Müftüoğlu’nun
ya da Müftüoğlugiller zihniyetinin bunu anlamadığını ya da anlamayacağını
düşünmek politik saflık olacaktır. Söz konusu zihniyet, bunu kabullenemiyor.
Kendi lehlerine de bir kazanım olacağı halde kabullenemiyor. Kibir dolu tepeden
bir bakışla kazanılması olanaklı olan ve kazanılacak olan başarı ve mevziiyi
hazmedemiyor. Aydın bireyciliği, küçük burjuva bürokratik elitizmi, sosyal
şovenizm sentezi manipülatif açıklama ya da “analiz”lerle halkların mücadelesi
küçümseniyor. HDP’nin meclise girmesinin, hele de daha güçlü girmesinin iç ve
bölgesel, dahası uluslar arası politik güçler dengesi üzerinde önemli etkiler
yaratacağı açıktır. İç ve dış politikada işçi sınıfının, halkların, ezilenlerin
lehine mücadeleyi güçlendireceği çok açıktır. Faşist cunta tarafından
hazırlanan ve yasallaştırılan bir engelin, birkaç on yıl sonra, mücadelenin
dinamizmiyle fiilen çökertilmesi, işlevsiz hale getirilmesi, daha güçlü
hamleler için de çok önemli politik fırsatlar yaratacağı açıktır…
“Bu seçimleri “başkanlığa onay ya da ret”
seçimi olarak görmek abartılı bir yorum olur mu?” sorusunu Müftüoğlu şöyle
yanıtlıyor:
“Ben Türkiye’nin sorununun başkanlık meselesi olarak tanımlanmasını öteden beri doğru bulmuyorum. Meseleyi sadece başkanlık meselesine indirgemek işin esasının gözden kaçırılmasına ve bugün demokratik bir parlamenter sistemin bulunduğu algısına da yol açıyor. Oysa bugün Türkiye’de ne gerçek bir parlamenter sistemden, ne demokrasiden, ne kuvvetler ayrılığından, ne bağımsız yargıdan, ne de hukuk devletinden söz etmek mümkün. Hatta T. Erdoğan “parlameter sistemi dolaba kaldırdık” dediğine göre ortada anayasal bir devlet ve yönetim sistemi olduğu bile tartışmalı. Ülkenin ulusal istihbarat teşkilatının başında Sırrı Süreyya’nın dışişleri bakanlığına aday gösterdiği bir muhterem oturuyor. Ancak kabile devletlerinde görülebilecek böyle bir yönetim anlayışıyla bütün ülke, bütün toplum karanlık bir geleceğe sürükleniyor. Hal böyleyken meseleyi sadece başkanlık sistemini önlemeye indirgemek karşı karşıya bulunduğumuz meselenin özünü ve ciddiyetini gizliyor.”
“Ben Türkiye’nin sorununun başkanlık meselesi olarak tanımlanmasını öteden beri doğru bulmuyorum. Meseleyi sadece başkanlık meselesine indirgemek işin esasının gözden kaçırılmasına ve bugün demokratik bir parlamenter sistemin bulunduğu algısına da yol açıyor. Oysa bugün Türkiye’de ne gerçek bir parlamenter sistemden, ne demokrasiden, ne kuvvetler ayrılığından, ne bağımsız yargıdan, ne de hukuk devletinden söz etmek mümkün. Hatta T. Erdoğan “parlameter sistemi dolaba kaldırdık” dediğine göre ortada anayasal bir devlet ve yönetim sistemi olduğu bile tartışmalı. Ülkenin ulusal istihbarat teşkilatının başında Sırrı Süreyya’nın dışişleri bakanlığına aday gösterdiği bir muhterem oturuyor. Ancak kabile devletlerinde görülebilecek böyle bir yönetim anlayışıyla bütün ülke, bütün toplum karanlık bir geleceğe sürükleniyor. Hal böyleyken meseleyi sadece başkanlık sistemini önlemeye indirgemek karşı karşıya bulunduğumuz meselenin özünü ve ciddiyetini gizliyor.”
Evet, “Türkiye’nin sorununun başkanlık meselesi olarak
tanımlanması” öteden beri yanlıştır. Evet, meselenin böyle koyulması ve
sunulması “işin esasının gözden kaçırılmasına ve bugün demokratik bir
parlamenter sistemin bulunduğu algısına da yol açıyor.” Dahası sermaye ve
burjuva partiler geniş kitleleri aldatmak için bu doğrultuda çok bilinçli bir
manipülasyona da başvuruyor vb. Ama açık ki bay Müftüoğlu bunu sadece burjuva
partiler için söylemiyor, dahası örtülü
bir operasyonla asıl olarak HDP’yi hedef tahtasına oturtuyor. Malını pazarlamak
isteyen kurnaz bir tüccar gibi, sözün içine “Ülkenin ulusal istihbarat
teşkilatının başında Sırrı Süreyya’nın dişişleri bakanlığına aday gösterdiği
bir muhterem oturuyor.” sözlerini “sızdırarak” ana darbeyi HDP’ye indiriyor,
teşhir ediyor.
Konumuz Sırrı değildir. Sırrı şunu demiştir ya da bunu
demiştir. Geçiyoruz. Konumuz HDP’dir, HDP’nin “Türkiye’nin” sorununu “başkanlık
meselesi olarak” tanımlayıp tanımlamadığıdır. HDP’nin programı da, Seçim
Bildirgesi de “kamuoyu” tarafından bilinmektedir. Aynı belgeler Müftüoğlu’nun
da elindedir. Ayrıca HDK ve HDP yetkili
kurumlarının da sayısız biçimde
yaptığı açıklamalar mevcuttur. HDP Türkiye’nin temel sorununu hiçbir zaman
başkanlık sisteminin varlığı ya da yokluğu olarak ortaya koymamıştır. HDP,
Türkiye’nin temel sorununu politik
özgürlük sorunu olarak ortaya koymuştur. Türkiye’de politik özgürlüklerin
olmamasını ve kazanılmasını temel ya da başlıca sorun olarak ortaya koymuştur.
HDP politik çalışmalarını ve mücadelesini bu temel sorununun çözümü
doğrultusunda yoğunlaştırmıştır ve yoğunlaştırmaya da devam etmektedir.
İddiası, bu temel sorununun çözümüne azami derecede katkı yapmaktır. O halde
demek ki bay Müftüoğlu demagoji ve manipülasyon yapmaktadır. Bunu, onun
cehaletine, toyluğuna bağlayamayacağımıza göre, o halde demek ki çok bilinçli
bir oportünist tahrifata vb. başvurmaktadır. Zaten gerçek de bundan ibarettir.
DEVAM EDECEK